TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABDULLAH SÜNGÜ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/7039)
|
|
Karar Tarihi: 28/11/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin
MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Sinan
ARMAĞAN
|
Başvurucu
|
:
|
Abdullah
SÜNGÜ
|
Vekili
|
:
|
Av. Meriç
TÜMER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kolluk görevlisinin müdahalesi nedeniyle hayati
tehlikeye sebep olacak şekilde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin
yapılan yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmesi nedenleriyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/4/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi
(UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir:
8. 29/12/2014 tarihinde Adana'nın Seyhan ilçesinde aile içi
kavga yaşandığı ihbarını alan kolluk güçleri olayın gerçekleştiği apartmana
intikal etmiştir.
9. Başvurucu, ihbarın yapıldığı evde yaşamaktadır. Polislerden
H.T. aracı park ettiğinden diğer polis memuru V.K. daha erken apartmana
girmiştir. V.K. başvurucunun yanına gittiği sırada başvurucu, apartmanın yukarı
katlarındaki apartman boşluğunda bulunmaktadır ve alkollüdür. Bu aşamadan sonra
başvurucu ile polis memurları arasında yaşananlar taraflarca farklı şekilde
anlatıldığından bu husus dikkate alınarak inceleme yapılmıştır.
10. Başvurucunun 31/12/2014 tarihinde kolluk tarafından şüpheli
sıfatıyla ifadesi alınmak istenmiş ise de başvurucu avukatı olmadığından ifade
vermek istememiştir. Polis memuru V.K. müşteki sıfatıyla kolluğa verdiği
30/12/2014 tarihli ifadesinde özetle aile içi kavga yaşandığı ihbarı üzerine
gittiği apartmanın yukarı katlarında başvurucu ile karşılaştığında başvurucunun
"Sizin ananızı avradınızı sinkaf ederim
lan." dediğini, elinde bulunan çöp kovalarını aşağıya attığını,
sinkaflı sözlerle sövmeye devam ettiğini, kırmızı
renkli bir bisikleti kendisine doğru fırlattığını fakat bisikletin değmediğini
belirtmiştir. Sonrasında asansöre binerek başvurucunun oturduğu 16. kata
çıktığını belirten V.K. açık olan kapıdan seslenmesi üzerine beş altı
yaşlarında bir çocuğun kapıya geldiğini, ona annesini sorduğunda babasından
korkarak evden kaçtığını söylediğini, daha sonra başvurucunun bulunduğu 13.
kata indiğini, başvurucunun psikopatça hareketler yaptığını, başını merdivene,
duvara vurduğunu, çöp kovalarını etrafa ve kendisine fırlattığını, bu esnada
dengesini kaybederek yüzüstü yere düştüğünü, sakin olmasını söylediğinde ise "Beni alacak anasından doğmadı, beni alacağın
anasını avradını sinkaf ederim." dediğini, tekme ile sağ
bacağına vurduğunu, iki eliyle boğazını sıktığını, apartman boşluğuna ittiğini
söylemiştir. V.K. ifadesinin devamında başvurucudan kurtulmak isterken diğer
polis memuru H.T.nin geldiğini ve başvurucuya biber
gazıyla müdahale ettiğini, daha sonra birlikte başvurucuyu etkisiz hâle
getirdiklerini, iki koluna girerek asansörle aşağıya indirdiklerini,
başvurucunun eşinin sığındığı 7. kattan çıkarak canından korktuğu için küçük
oğluyla birlikte evden kaçtığını fakat eşinden şikâyetçi olmayacağını
kendilerine söylediğini dile getirmiştir. V.K. kesinlikle başvurucuya
vurmadığını, başvurucunun kendi kendini yaraladığını, kendisine hakaret edip
darbeden başvurucudan şikâyetçi olduğunu bildirmiştir.
11. Adana Adli Tıp Şube Müdürlüğünün (ATK) V.K. hakkında
düzenlenen 31/12/2014 tarihli raporunda, Adana Devlet Hastanesi Adli Tıp
Polikliniğinde tespit edilen sağ tibia ön yüzde 10-12x1 cm abrazyon
ve yüzeysel doku kaybı, boyun sağ altta 10x5 cm ve boyun sol yanda 15x5 cm abrazyon şeklindeki verilere göre meydana gelen
yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu
belirtilmiştir.
12. Polis memurlarından H.T. 30/12/2014 tarihli kolluk
ifadesinde özetle, olay yerine ekip otosuyla gittiklerinde başpolis
memuru V.K.nin araçtan inerek apartmana girdiğini,
kendisinin aracı park ettikten sonra yeniden apartmana geldiğini, zillere
bastığını fakat kimsenin açmadığını, bir müddet sonra birinin gelerek kapıya
açtığını, giriş katta merdivenin yanında arka jantı eğilmiş bir bisiklet
gördüğünü, sesin geldiği 13. kata çıktığında başvurucunun iki eliyle V.K.nın boğazını sıktığını ve "Beni alacak adamın anasını avradını sinkaf ederim." dediğini
duyduğunu, olaya müdahale ettiğini ve başvurucuya biber gazı sıkarak arkadaşını
kurtardığını, daha sonra etkisiz hâle getirdikleri başvurucuyu asansörle
aşağıya getirerek sağlık görevlilerine teslim ettiklerini, 13. kata
geldiklerinde başvurucunun kafasında kanama olduğunu gördüğünü söylemiştir.
13. Başvurucunun avukatı Adana Cumhuriyet Başsavcılığına
(Savcılık) vermiş olduğu 14/1/2014 tarihli dilekçede olayı polis memurlarından
farklı şekilde dile getirmiştir. Söz konusu dilekçede özetle başvurucunun olay
günü antidepresan ilaç ve alkol aldığı, çocuklarının
eğitimi konusunda eşiyle tartışmaya başladığı ve eşinin evden gitmesini
istediği, eşi evden gidince de sinirlerine hâkim olamayarak bağırmaya
başladığı, çocuğunun bisikletini apartman boşluğuna attığı, çöp kutularını
tekmeleyerek çevreye rahatsızlık verdiği, kim tarafından yapıldığı bilinmeyen
şikâyet üzerine polis memurlarının olay yerine geldiği, aldığı alkolün
etkisiyle ayakta dahi durmakta zorlanan başvurucuya sert ve orantısız şekilde
müdahale edildiği, bunun neticesinde başvurucunun hayati tehlike geçirecek
şekilde yaralandığı, bilinci kapalı şekilde ambulansa bindirilerek tedavi
edilmek üzere hastaneye gönderildiği ifade edilmiştir. Dilekçede ayrıca
başvurucunun başındaki yaralanmaların duvara vurulmak suretiyle oluştuğu,
karnına aldığı ilk darbe sonucunda başvurucunun iki büklüm olduğu, bu esnada
polis memurlarının başını defalarca duvara vurduğu, duvardaki kan izlerinden bu
durumun anlaşılabileceği, başvurucunun polis müdahalesiyle ilk defa 16. kattaki
evinde karşılaştığı, daha sonra birkaç kat aşağıya götürüldüğü, sonrasında
asansöre bindirilerek aşağıya indirildiği, bu anlarda sürekli darp, hakaret ve
kötü muameleye maruz kaldığı, apartmanın dışına çıkarıldığında ise iki bina
arasında birkaç polis memuru tarafından şiddetli şekilde darbedildiği
belirtilmiştir.
14. Başvurucu, polis memurlarıyla yaşadığı olay nedeniyle önce
Çukurova Doktor Aşkım Tüfekçi Hastanesine, bu Hastanenin sevk etmesi üzerine
ise Adana Devlet Hastanesine götürülmüştür. İlk Hastanede kan örneği alınarak
yapılan ölçümde başvurucunun 192,6 promil alkollü
olduğu anlaşılmıştır. ATK tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 27/1/2015
tarihli raporda söz konusu Hastanelerin yaptığı tıbbi tespitlere sırasıyla şu
şekilde yer verilmiştir:
"(...)
[başvurucunun] darp sonrası acile getirildiği, muayenesinde sağ oksipitalde 2 cm lik skalp kesisi olduğu, orto pariyetalde 3 cm skar kesisi olduğu, sağ periorbital şişlik ve ekimoz
olduğu, sol üst dudakta ekimoz ve şişlik olduğu, grafilerde fraktür olmadığı,pnömotoraks tanısı olduğu, grafiler
çekildiği, beyin BT normal olduğu, toraks BT de sağ hemitoraksta pinemotoraks
izlendiği, sol hemitoraksta multpy
fraktürler izlendiği, bu düzeyde cilt altı yumuşak
dokularda hava izlendiği, sağ omuz lateralde cilt
altında hava izlendiği,
[başvurucunun] darp nedeniyle getirildiği; 3 saat önce darba maruz
kaldığını ifade ettiği, Çukurova Dr. Aşkım TÜfekçi
Hastanesinden sevk edilmiş olduğu, sağda solunum sesleri azalmış, cilt altı amfizan olduğu, 30/12/2/14 tarihinde lokal anestesi altında tüptorakotomi
uygulandığı, masif hava çıkışı gözlendiği, kot fraktürleri
için tedavi uygulandığı, vital bulgular stabil
olduğu, travmatik hemopinemotoraks
olduğu, kaburgalarda birden fazla kırık olduğu, 06/01/2015 tarihinde taburcu
edildiği, ekte gönderilen Çukurova Dr. Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesinin
29/12/2014 tarihli beyin BT radyoloji raporunda normal bulgular olduğu, batın
BT normal olduğu,
(...)
15. Başvurucuda tespit edilen yaralanmaları ve yapılan
müdahaleleri inceleyen ATK, bizzat başvurucuyu da muayene ederek hazırladığı
yukarıdaki raporunda; pnömotoraksa
neden olarak göğüs tüpü takılmasına yol açtığı bildirilen yaralanmanın;
- Kişinin yaşamını tehlikeye sokan nitelikte olduğu,
- Basit tıbbi müdahale
ile giderilemez nitelikte olduğu,
- Yüzde sabit ize neden olmadığı değerlendirilmiştir. ATK'nın 2/7/2015 tarihli ek raporunda ise vücutta oluşan
kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisinin -skorlanarak
hesaplandığında- orta (3) derecede olduğu belirtilmiştir.
16. Yaşanan olaya ilişkin olarak polis memurları H.T., C.U. ve
olayın faili V.K. tarafından düzenlenen29/12/2014 tarihli tutanak içeriğinin V.K.nın ifadesi ile benzerlik
gösterdiği görülmektedir. Söz konusu tutanakta V.K.nın ifadesinden farklı olarak başvurucunun apartman
dışına çıkarıldığında bir banka oturtulduğu, burada oturmaktayken bir anda
banktan kalkarak polis memuru V.K.ya saldırıp yumruk
atmak istediği fakat V.K.nın çekilmesi üzerine
başvurucunun yüzüstü yere düştüğü hususuna yer verilmiştir.
17. Belirtilen tutanağı düzenleyen polis memurlarından başka üç
polis memuru tarafından düzenlenen 29/12/2014 tarihli başka bir tutanakta ise
olay yerinde görüntü kaydı yapan kamera sisteminin bulunmadığı tespitine yer
verilmiştir.
18. Savcılık tarafından yürütülen soruşturma kapsamında Adana İl
Emniyet Müdürlüğüne yazı yazılarak başkaca deliller elde etmek amacıyla
birtakım talimatlar verilmiştir. 27/1/2015 tarihli yazıyla;
-Şüphelilerin polis memuru olması nedeniyle soruşturmanın ilgili
polis merkezine bırakılmayarak cinayet büro amirliği tarafından yürütülmesi,
-Gerektiğinde teşhis yaptırılarak olay günü ihbar nedeniyle
konuya müdahale eden ve müşteki Abdullah Süngü ile ilgili olarak işlem yapan
görevli polis memurlarının tespiti, bu memurlardan hangilerinin darp eylemine
karıştığının tespit edilip usulüne uygun olarak şüpheli sıfatıyla
savunmalarının alınması,
-Olayın meydana geldiği mahallede müşteki ve vekilinin de hazır
edilerek olay yeri göstermesi ile Olay Yeri İnceleme ekibince gerekli incelemenin
yaptırılmasının temini, mahalinde kan örneği ve
başkaca bulgular elde edildiğinde bunlarla ilgili genotip
incelemesinin usulüne uygun olarak yaptırılması,
-Müştekinin vekili tarafından dosyaya sunulan ve emanete alınan
fotoğraf ve görüntü kayıtlarının soruşturma evresinde birer örneğinin alınıp
incelenmesi ve teşhis işleminde kullanılması,
-Darp eylemini gerçekleştiren şüphelilerin mevcutlu olarak
Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmelerinin temini,
-Olaya ilişkin araştırma sonucu tespit edilecek veya
bildirilecek tanıkların mevcudiyeti hâlinde usulüne uygun olarak beyanlarının
alınması istenmiştir.
19. Kolluk tarafından olay yerinde kamera kaydı bulunmadığına
ilişkin tutanak düzenlenmiş ise de olay sırasında apartmanın önünü gösteren
bazı kamera görüntüleri başvurucu tarafından soruşturma dosyasına sunulmuştur.
Adana İl Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurları Cumhuriyet savcısının
yazdığı talimatı da dikkate alarak başkaca kamera görüntüsü olup olmadığını
araştırmış fakat ulaşılan kameralardaki geçmiş tarihli kayıtların silindiğini
tespit etmiştir. Başvurucunun sunduğu görüntülerin çözümüne ilişkin 10/7/2015
tarihli bilirkişi raporunda; polis memurunun apartmanın giriş kapısında
bulunduğu sırada aniden birisinin üstüne doğru geldiği, polis memurunun
çekilmesiyle bu kişinin yere düştüğü, bu şahıs yerdeyken polis memurunun bir
kez tekme attığı, bu kişinin elinde bulunan cismi polis memuruna doğru
salladığı, polis memurunun yerdeki şahsın eline tekme atarak cismi savurduğu,
daha sonra diğer polis memurlarının yerdeki şahsı kaldırarak götürdüğü tespit
edilmiştir.
20. Savcılığın talimatı uyarınca V.K.nın ifadesi şüpheli; ambulansla olay yerine gelen
acil sağlık hizmeti çalışanları M.E., Ş.S., takviye ekip olarak gelen polis
memurları Ş.B., O.D., Ö.K ve apartmanda oturan A.Ö.nün
ifadeleri ise tanık sıfatıyla alınmıştır. Yine Olay Yeri İnceleme Tutanağı'na göre apartmanın 15. katında bulunan 30 numaralı
dairenin giriş kapısı önündeki merdiven sahanlığında tespit edilen kan lekesi
başvurucudan elde edilen kan örneği ile karşılaştırılmak üzere delil olarak
muhafaza altına alınmıştır.
21. Emniyet Genel Müdürlüğü Ankara Kriminal
Polis Laboratuvarının raporuna göre elde edilen kan lekesi başvurucunun kan
örneği ile genotipik olarak uyumludur.
22. Yapılan soruşturma kapsamında elde edilen delillere göre
Başsavcılık 18/9/2015 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında görevi
yaptırmamak için direnme ve kamu görevlisine kamu görevinden dolayı hakaret,
V.K. hakkında ise kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından kamu davası açmıştır.
Söz konusu iddianamede V.K.nın
yapılan müdahale sonrası etkisiz hâle gelen başvurucuya görev gereklerini
aşarak fiziksel saldırıda bulunduğu, yaşanan olay sonucunda başvurucunun hayati
tehlike geçirecek şekilde göğsünden yaralandığı, eylemin niteliğine göre V.K.nın öldürme kastıyla hareket ettiği ileri sürülmüştür.
23. Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yapılan
yargılamanın 8/12/2015 tarihli ilk duruşmasında V.K.nın savunması alınmıştır. V.K. buradaki ifadesinde
önceki beyanlarını tekrarlamakla birlikte apartmanın önünde başvurucu ile
birlikte bulundukları sırada kendisine sağlık hizmeti alıp almayacağını
sorduğunu, başvurucunun yumruk atmak amacıyla üzerine geldiğini, geri çekilince
de yüzükoyun yere düştüğünü, bu esnada kendisine bir tekme attığını, elinde bir
cisim olduğunu gördüğü için zarar vermemesi için eline vurduğunu ifade
etmiştir.
24. Başvurucunun ilk duruşmada alınan ifadesi şöyledir:
"Olay günü sabah
saatlerinde antidepresan hap almıştım, akşam
saatlerinde de alkol aldım, teog sınavına hazırlanan
oğlumun yeterince çalışmadığını düşündüğümden kendisi ile tartıştım, bunun
üzerine sinirlenerek dışarıya çıktım, bağırıp çağırıp çöp tenekesine tekme
attım, sanıyorum komşularımın şikayeti üzerine polisler geldi, kendilerine
fiili bir saldırım olmadı ancak küfrettiğimi hatırlıyorum, polisler de bana
küfredip üçü birden saldırarak bana vurup yaraladılar, hatta kendilerine vurun
beni öldürün diye bağırdığımı hatırlıyorum, olay nedeni ile diğer sanıktan
şikayetçiyim."
25. Mahkemede yapılan ikinci duruşmada apartman girişinde
yaşanan olayla ilgili kamera görüntüleri yeniden izlenmiştir. İzlenen
görüntülere ilişkin Mahkemece yapılan gözlemde "...sanıkların
birlikte kapıdan apartmanın önüne çıktıkları, Abdullah Süngünün hemen yanında
bulunan polis memurunun da tutup çekmesi nedeni ile öne doğru hamle yaptığı,
yüzüstü düştüğü, yerde iken sanık [V] olduğu değerlendirilen polis memurunun
Abdullah Süngü nün göğüs bölgesi[ne] tekme ile vurduğu, sonrasında sanıkların bir arada olmadığı ve devam
eden görüntülerin kapı önündeki vatandaşlar ve polis memurlarını gösterdiği,
tanık ambulans görevlilerinin anlattıkları [olaylara] ilişkin herhangi bir görüntü kaydı bulunmadığı"
belirtilmiştir. V.K.nın
avukatı, Mahkemece yapılan gözlemde başvurucunun V.K.nın
çekmesiyle düştüğü yönündeki tespitin hatalı olduğunu, bilirkişi raporunda da
bu hususun V.K.nın belirttiği gibi aktarıldığını
ifade etmiştir.
26. Yapılan yargılamada Mahkemece, olay yerine sonradan gelen
polis memurları dışında soruşturma aşamasında dinlenen tüm tanıklar yeniden
dinlenilmiştir. Başvurucu vekili, diğer sanık müdafinin savunmasının ve tanık A.Ö.nün anlatımlarının doğruluğunun
belirlenmesi ve bisiklet fırlatma iddiasının araştırılması için keşif yapılması
gerektiğini, tutulan tutanaklara göre karar verilemeyeceğini ileri sürmesine
rağmen Mahkeme mevcut delil durumunu gerekçe göstererek talebi reddetmiştir.
27. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda Cumhuriyet Savcısının
mütalaasına uygun olarak başvurucu, görevi yaptırmamak için direnme suçundan
beş ay hapis, kamu görevlisine hakaret etme suçundan 7.080 TL adli para
cezasıyla cezalandırılmış ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmiştir. V.K. ise nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle hayati tehlike
geçirtecek şekilde kasten yaralama suçundan beş yıl hapis cezasıyla
cezalandırılmış, eylemi haksız tahrik altında gerçekleştirdiği kanaatine
varılarak cezasından 3/5 oranında indirim yapılmıştır. Ayrıca duruşmadaki
davranışları ve cezanın olası etkileri gözönünde
bulundurularak cezasından 1/6 oranında takdiri indirim yapılmış ve neticeten
bir yıl sekiz ay hapis cezasıyla cezalandırılmış ve hakkında hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına (HAGB) hükmolunmuştur. Mahkemenin 18/2/2016 tarihli karar
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...
Olay tarihinde müşteki sanık Abdullah
Süngü'nün ikametine alkollü olarak geldiği, sınavlarına iyi hazırlanmadığını
düşündüğü oğlu ile arasında tartışma çıktığı, müşteki sanık Abdullah'ın eşi L.S.nin, eşinin sakinleşmesi için büyük oğlu ile ikametten
ayrılarak komşularına gittiği, komşuların gürültü nedeniyle kolluk kuvvetlerine
haber vermeleri üzerine olay yerine kolluk ekiplerinin geldiği, bu esnada
sanığın küfür ettiği, ikamet kapılarını ve kapı önünde bulunan çöp tenekelerine
tekme attığı, kolluk görevlileri 7.katta iken müşteki sanığın 13.kattan
merdiven boşluğuna doğru bisiklet attığı, olay yerine müdahale amacıyla gelen
ekipte görevli polis memuru müşteki sanık V.K.nın
diğer müşteki sanık Abdullah'ın bulunduğu kata geldiği sırada Abdullah'ın V.'ye hitaben "beni alacak memur anasından doğmadı,
beni alacak kişinin anasını avradını sinkaf ederim" şeklinde küfür ettiği,
devamında tekme ile V.'ye vurduğu ve iki eli ile
boğazını sıkarak direndiği, müşteki sanık V.ye ait adli tıp kurumu raporuna
göre V.nin; anlatımla uyumlu, etkisi basit tıbbi
müdahale ile giderilecek ölçüde hafif nitelikte yaralandığı, kolluk ekibinde
görevli diğer polis memuru tanık H.T.nin olay yerine
gelerek Abdullah'ı biber gazı sıkmak sureti ile etkisiz hale getirdikleri ve
müşteki sanık Abdullah'ı alarak apartmanın önüne indirdikleri ve 112 acil
servise haber verdikleri, dosya içerisinde bulunan bu aşamadan sonra yaşanan
olayları görüntüleyen olay yerini gösterir iş yeri güvenlik kamera kayıtları
incelendiğinde; apartmanın önündeki bankta oturmakta olan müşteki sanık
Abdullah'ın elinde bir cisim olduğu halde arkası dönük olan müşteki sanık V.ye
doğru hamle yaptığı, V.nin çekilmesi üzerine
Abdullah'ın yere düştüğü, V.nin yere düşen
Abdullah'ın göğüs kısmına tekme attığı, daha sonra elindeki cismi düşürmek için
koluna bir tekme daha attığı ve Abdullah'ın elinde bulunan cismin yere düştüğü,
müşteki sanık Abdullah'a ait adli tıp kurumu raporuna göre Abdullah'ın; anlatım
ile uyumlu, kişinin yaşamına tehlikeye sokacak ve basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek
nitelikte, göğüste sağda 6, 7 ve 8. kostalarda kırık
olduğu, kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisinin orta (3) derecede
olduğu, tanık beyanları, sanık savunmaları, adli tıp kurumu raporlarından
anlaşılmıştır.
Tüm dosya kapsamına göre;
Sanık Abdullah Süngü'nün ihbar üzerine olay
yerine gelen kamu görevlisine karşı tekme atarak ve boğazını sıkarak görevini
yapmasını engellemek amacıyla cebir kullandığının sabit olduğu anlaşılmakla
sanığın eylemine uyan görevi yaptırmamak için direnme suçundan TCK nın265/1, 62
ve CMK nın231/5 md gereğince cezalandırılmasına,
Sanık Abdullah'ın, müşteki sanık V.ye yönelik
hakaret içeren sözlerinin içeriği dikkate alındığında hakaret suçunun kamu
görevlisine karşı görevinden dolayı işlediğinin ve söz konusu hakaretin
apartmanın merdivenleri bölümünde yapılması dikkate alındığında hakaret suçunun
alenen işlendiğinin sabit olduğu anlaşılmakla sanık Abdullah'ın eylemine uyangörevli memura görevinden dolayı alenen hakaret
suçundan TCK nın 125/1,3-a, 125/4, 62/1, 52, 54 ve
CMK nın 235/5 md gereğince cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
Her ne kadar sanık V.K. hakkında kasten
öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise
de; sanığın olay yerine ihbar üzerine intikal eden kolluk ekibinde görevli
olması nedeni ile gitmesi, aralarında önceden kaynaklanan bir husumetin
bulunmaması, ayrıca her ne kadar duruşmada müşteki sanık Abdullah'ın adli tıp
kurumu raporuna göre başında yaralanma olduğu bu yaralanmanın olay yerine gelen
görevli kolluk kuvvetlerinin saldırması neticesinde oluştuğu beyan edilmiş ise
de; başındaki yaralanmanın yeri, olay tespit tutanağı dikkate alındığında söz
konusu yaralanmanın olay yerine gelen kolluk ekibinin saldırısı sonucunda
oluştuğuna dair tarafsız tanık beyanı veya başkaca maddi bir delilin
bulunmaması karşısında sanığın kastının öldürmeye yönelik olmadığının sabit
olduğu anlaşılmakla sanık V.K.nin değişen suç vasfı
itibari ile eylemine uyan kasten yaralama suçundan TCK 86/1, 86/3-d, 87/1-d,
87/1.son maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Sanık Abdullah'ın olay anına ilişkin
davranışları, dosya içinde bulunan görüntüler incelendiğinde apartmanın önüne
indirildiği ve acil servis ekiplerinin geldiği esnada Müşteki sanık V.ye karşı
elinde bir cisim ile hamle yapması dikkate alındığında sanık V.nin eylemini müşteki sanık Abdullah'ın kendisine yönelik
haksız eylemleri nedeni ile haksız tahrik altında gerçekleştirdiği
anlaşıldığından cezasından TCK nın 29/1 md gereğince
3/5 oranında indirim yapılarak ve TCK'nın 62/1, CMK'nın
231/5 maddeleri uygulanmak suretiyle sonuç olarak aşağıdaki şekilde hüküm
kurulmuştur.
..."
28. Söz konusu karar gerekçesinden de anlaşılacağı üzere
Mahkeme; V.K. hakkında kasten öldürmeye teşebbüs suçundan dava açılmış ise de
başvurucu ile aralarında önceye dayalı bir husumetin bulunmadığını, olay günü
ilk defa karşı karşıya geldiklerini, başvurucunun başındaki yaralanmaların olay
yerine gelen kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirildiği yönünde tarafsız
tanık beyanı veya başkaca maddi delil bulunmadığını belirterek V.K.nın kastının öldürmeye yönelik
olmadığına karar vermiştir. Ayrıca başvurucunun V.K.ya elinde bir cisimle hamle yapması sonucunda V.K.nın yaralama eylemini gerçekleştirdiğini kabul ederek
haksız tahrik hükümleri uygulamıştır.
29. Başvurucu, kendisine verilen cezaların yanında V.K. hakkında
kurulan hükme de itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı Adana 1. Ağır Ceza
Mahkemesinin 3/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiş ve verilen karar başvurucu
vekiline 11/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
30. Başvurucu 11/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
31. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Haksız tahrik" kenar başlıklı 29. maddesi şöyledir:
"Haksız bir fiilin meydana getirdiği
hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezası verilir.
Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.
"
32. 5237 sayılı Kanun'un
"Suça teşebbüs" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"(1) Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu
elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan
nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur.
(2)
Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına
göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç
yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer
hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir."
33. 5237 sayılı Kanun'un
"Takdiri indirim nedenleri" kenar başlıklı 62. maddesi
şöyledir:
"(1) Fail yararına cezayı hafifletecek
takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine,
müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş
yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir.
(2)
Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden
sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği
üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri
indirim nedenleri kararda gösterilir.
34. 5237 sayılı Kanun'un “Kasten
öldürme” kenar başlıklı 81. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası
ile cezalandırılır. "
35. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten
yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Madde
86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama
yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki
etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması
halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir
yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3)
Kasten yaralama suçunun;
…
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz
kötüye kullanılmak suretiyle,
…
işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında
artırılır."
36. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi
sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
"(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
(...)
Neden olmuşsa yukarıdaki maddeye göre
belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza birinci fıkraya giren
hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz. "
37. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri
Kanunu’nun 231. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
“…
(5)
Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise;
mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir.
Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması,
kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) Hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm
olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile
duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç
işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun
uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle
tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilmez.”
B. Uluslararası Hukuk
1. Uluslararası Mevzuat
38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı
3. maddesi şöyledir:
"Hiç kimse işkenceye,
insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz."
39. 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni
ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 7. maddesi şöyledir:
"Hiç kimse işkenceye ya
da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya
maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da
bilimsel deneylere tabi tutulamaz."
2.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
40. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3.
maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların
en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele
gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız
olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men
ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde
belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir
istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (birçok karar arasından
bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).
41. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin inandırıcı kötü muamele iddialarının etkin biçimde
soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in
içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın
bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların
titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov (Jalaloglu)/Azerbaycan, B. No:
34445/04, 11/1/2007, § 73; benzer yöndeki karar için bkz. Çelik ve İmret/Türkiye,
B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
42. AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının
Sözleşme'nin 3. maddesine aykırı muamelelerde bulunanların devlet görevlisi
olması veya şiddetin özel kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık
gösterdiğini kabul etmektedir (Beganović/Hırvatistan,
B. No: 46423/06, 25/6/2009, § 69).
43. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda
soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak
iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle
soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05,
45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).
44. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle
suçlandığı durumlarda etkili başvurunun
amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına
uğramamasının, genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına
işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin
görevinin askıya alınmasının ve hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine
dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96,
2/11/2004, § 55).
45. AİHM, hukuka aykırı öldürme eylemlerine ilişkin Türkiye'de
yürürlükte bulunan ulusal hukukun mahkemelere hükmün açıklanmasının geri
bırakılması (HAGB) kararı vermelerine olanak sağladığını ancak mahkemelerin
takdir yetkilerini, ilgili eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini
göstermek için kullanmaktan ziyade ciddi bir suç teşkil eden eylemin
sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullandıklarını
belirtmektedir (Kasap ve diğerleri,
B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 60; hâkimlerin takdir haklarını kullanmalarına
ilişkin benzer yöndeki eleştiriler için bkz. Okkalı/Türkiye,
B. No: 52067/99, 17/10/2006, §
75). Ayrıca AİHM, HAGB kararı verilmesiyle faillerin cezadan tamamen muaf
kaldığını çünkü HAGB kararının uygulanması sonucunda -failin denetimli
serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla- verilen kararın içerdiği ceza da
dâhil olmak üzere tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 60).
46. Aynı şekilde AİHM, negatif yükümlülükler kapsamında kamu
görevlilerinin güç kullanması sonucu ortaya çıkan kötü muamele iddialarını
içeren bazı başvurularda (Eski/Türkiye,
B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 36; Taylan/Türkiye,
B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46; Böber/Türkiye,
B. No: 62590/09, 9/4/2013, § 35; Ateşoğlu/Türkiye,
B. No: 53645/10, 20/1/2015, § 28) yapılan yargılama sonucunda verilen
mahkûmiyete ilişkin HAGB kararının Sözleşme’nin 3. maddesini usul yönünden
ihlal ettiği gerekçesiyle kabul edilemez bir önlem olarak belirtmiştir. Ancak
AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme'nin 3. maddesine
aykırı muamelelerde bulunanların devlet memuru olması veya şiddetin özel
kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini de kabul
etmektedir (Beganović/Hırvatistan, § 69).
47. Öte yandan AİHM, üçüncü kişiler arasında gerçekleşen kasten
yaralama olayına ilişkin mevcut davaya özgü koşulları dikkate alarak ceza
davası sonucunda verilen mahkûmiyet hükmünün yeterli caydırıcı etkiye sahip
olduğunu ve HAGB kararının Sözleşme’nin 3. maddesine aykırı muamelelere karşı
bireylerin korunmasının amaçlandığı caydırıcı yasal önlemleri etkisiz
kılmadığını belirterek devletin Sözleşme’nin 3. maddesi gereğince üstüne düşen
pozitif yükümlülükleri yerine getirdiğini de dile getirmiştir (Çalışkan/Türkiye (k.k.),
B. No: 47936/11, 1/12/2015, §§ 46-52).
48. AİHM kolluk görevlilerinin güç kullanımlarının hukuka
aykırılık teşkil ettiğine ilişkin yerel yargı makamlarınca yapılan nihai
tespitlerden sonra ayrıca Sözleşme kapsamında söz konusu hakkın maddi boyutu
itibarıyla ihlal edilip edilmediği yönünde bir inceleme yapmayacağını ancak
yerel yargı makamlarınca söz konusu ihlalin verilen ceza ile orantılı şekilde
giderilip giderilmediğini cezanın caydırıcı etkisi yönünden değerlendireceğini
belirtmiştir. Başka bir ifadeyle AİHM yerel mahkemelerce hukuka aykırı eylemin
sabit görülmesinden sonra ihlale yönelik uygun ve yeterli bir tazminatın
sağlanıp sağlanmadığı ile sınırlı bir inceleme yapacağını belirtmiştir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 56; Fadime ve Turan Karabulut/Türkiye, B. No:
23872/04, 27/5/2010, § 43; Külah ve
Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05, 23/4/2013, § 38).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
49. Mahkemenin 28/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
50. Başvurucu; kasten öldürmeye teşebbüs suçundan açılan davada
Mahkemece keşif yapılmadan ve olaya ilişkin delillerden toplanmadan failin daha
az ceza gerektiren kasten yaralama suçundan cezalandırıldığını, olay yerinde
kamera bulunmasına rağmen kolluk tarafından aksine tutanak düzenlendiğini,
kendisinin sunması üzerine ancak olay anına ilişkin bazı görüntülerin
soruşturma dosyasına girdiğini, olayı üç polis memurunun gerçekleştirdiği
tutanaklarda görülmesine rağmen bir fail hakkında kamu davası açıldığını,
kendisinin de hakaret ettiği gerekçesiyle verilen cezadan haksız tahrik
indirimi yapılarak yetersiz bir cezaya hükmedildiğini ve üstelik fail hakkında HAGB'ye karar verildiğini, yaptığı itiraza bakan mercinin sadece usule ilişkin bir inceleme yaparak,
gerekçesiz şekilde talebini reddettiğini belirterek adil yargılanma ve yaşam
hakları ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
51. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
52. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Kolluk görevlisi ile başvurucu arasında
yaşanan olayda başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmış olması
gözetildiğinde şikâyetin yaşam hakkı bağlamında incelenme ihtimali
bulunduğundan bu hususta bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
53. Somut olayda başvurucu hayatta olduğundan öncelikle yaşam
hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının
uygulanabilirliği konusunda bir değerlendirme yapılması gerekir.
54. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi
için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla
birlikte sınırlı bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı
çerçevesinde incelenebilmesi olanaklıdır (Mehmet
Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).
55. Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura
karşı yapılan eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın koşulları
dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme
yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliğe sahip olup olmadığı ile
maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem
taşımaktadır (Yasin Ağca, B. No:
2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110).
56. Somut olayda başvurucunun polisin müdahalesi sırasında göğüs
bölgesine aldığı darbe neticesinde hayati tehlike geçirdiği anlaşılmaktadır
(bkz. § 15). Derece mahkemesinde yapılan yargılamada elde edilen delillere ve
olayın gelişimine bakıldığında söz konusu yaralanma failin tekme atmak
suretiyle gerçekleştirdiği bir eylemin sonucudur ve bu sırada olay yerinde
başka polis memurları ile sağlık görevlileri bulunmaktadır. Dolayısıyla
başvurucu bu yaralanma nedeniyle hayati tehlike geçirmiş ise de fiziksel
saldırıyı sonlandırabilecek ve tıbben müdahale edebilecek görevlilerin
bulunduğu bir ortamda olayın vuku bulduğu, kullanılan gücün ateşli silaha veya
benzeri etkiye sahip bir alete dayanmadığı, başvurucunun göğüs bölgesinde
oluşan kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisinin orta derecede olduğu,
netice itibarıyla ölümün gerçekleşmediği dikkate alındığında söz konusu başvurunun
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele
yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Bununla birlikte
başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü delillerin eksik
toplandığı ve yargılama sonucunda hatalı karar verildiği iddiası usul boyutu
yönünden yapılacak inceleme ile ilişkili olduğundan Anayasa'nın 36. maddesi
kapsamında ayrı bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
2. İncelemenin Kapsamı
Yönünden
57. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin
incelenmesinde yasağın maddi ve usul boyutlarının ayrı ayrı ele alınması
gerekmektedir. Bu bağlamda yasağın maddi boyutu sadece bireyleri işkence ya da
insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama
sorumluluğunu (negatif yükümlülük) içermemektedir. Ayrıca bireylerin bu tür
muameleye maruz kalmasını engelleyecek, etkili önleyici mekanizmaların
kurulması yönünde pozitif bir yükümlülük de içermektedir.
58. İşkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu ise bu yasağın
ihlal edildiğine yönelik tartışılabilir
ve makul şüphe uyandıran
iddiaların sorumlularının tespitini ve cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir
soruşturma yapılması sorumluluğunu (pozitif yükümlülük) içermektedir.
59. Somut olayda başvurucu, kolluk tarafından gerçekleştirilen
eylem sabit olmasına rağmen eksik ve suç vasfının hatalı değerlendirildiği
yargılamanın sonucunda failin daha az ceza gerektiren bir suçtan dolayı mahkûm
edildiğini ve üstelik hakkında HAGB'ye karar
verildiğini belirterek verilen cezanın caydırıcı olmaktan uzak olduğunu ileri
sürmüştür. Yapılan kovuşturma neticesinde polis memuruna HAGB kurumunun
uygulanmasının başvurucu açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup
sunmadığı, diğer bir ifadeyle mağdur sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının
negatif yükümlülük -kötü muamele yasağının maddi boyutu- bağlamında incelenmesi
gerekir. Bununla birlikte benzer olayların önüne geçilmesi amacına hizmet eden
caydırıcı ceza verilmesine yönelik etkili bir soruşturma yapılıp yapılmadığının
pozitif yükümlülük -usul boyutu- bağlamında ayrıca değerlendirilmesi
gerekmektedir. Bu nedenlerle başvurucunun şikâyetleri kötü muamele yasağının
hem maddi hem usul boyutu itibarıyla ele alınacaktır.
a. Genel İlkeler
60. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci
fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye
işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya
muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
61. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi
Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).
62. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin
-pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve
manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin
gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı
koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her
türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 51).
63. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence
ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz
bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Anılan
yükümlülük işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu,
devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat
aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma
doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele
tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları
durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında
sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 82).
64. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm
alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte
mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal
bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına
uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki
kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak için
çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta
kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa
izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal
bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif
yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 77).
65. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış
olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin
aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak
değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal
etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem
taşımaktadır (Tahir Canan, § 23).
Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve ardındaki saik de
eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda
meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).
66. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki
etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir.
Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler
arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip
nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki
ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır
ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma
işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan
ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet
ve hakaret suçlarının
unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
67. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve
manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin
ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı
Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak,
cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı
veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).
68. İşkence
seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde
saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana
gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan
acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının
belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp,
psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği
bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin
kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir
süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
69. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde
kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya
mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye
sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir
Canan, § 22). Burada eziyetten
farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte
küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).
70. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun
belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde
değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı
ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı
durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü
muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da
alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın
belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir
muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda
insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle
bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde
olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı
davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler,
engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan
bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 90).
71. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usul boyutu da bulunmaktadır. Bu usul
yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal
saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu
görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları
altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
72. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka
aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye
tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın
17. maddesi -“Devletin
temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel
yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili bir resmî soruşturmanın
yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve
cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa anılan
madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı
durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak
kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün
olacaktır (Tahir Canan, § 25).
73. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin
yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak
tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana
gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi
gereğince devletin ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai
soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen
idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu
hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli
değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 55).
74. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını
ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 56).
75. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır.
Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların
tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele
iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde
yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle
öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek
için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalı; bu kapsamda diğer deliller
yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik
bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için
alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
76. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki
inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir.
Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik
gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın
etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma
işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir.
Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen
tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir
(Fahriye Erkek ve diğerleri, B.
No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68, 69)
77. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle
suçlandığı durumlarda etkili başvurunun
amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına
uğramamasının, genel affın veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem
taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin
görevinin askıya alınmasının ve hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine
dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, § 55).
78. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi
varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili
bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle
ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak
usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle
orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015,
§ 105).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
79. Somut olayda başvurucu, kolluğun müdahalesi sonucunda göğüs bölgesinden
hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmıştır. Başvurucunun vücudunda olay
sonrasında birçok yara tespit edilmiş ise de bu yaralanmaların kolluğun
müdahalesiyle mi yoksa failin iddia ettiği gibi başvurucunun kendine zarar
vermesiyle mi oluştuğu yargılama sonucunda netlik kazanmamıştır. Buna rağmen
başvurucunun hayati tehlike geçirmesine sebep olan yaralanmaya sanığın neden
olduğuna Mahkemece karar verilmiştir.Başvuruya
konu olayın meydana geliş şekli değerlendirildiğinde failin savunmasında iddia
ettiği gibi kendini koruma amacıyla mı söz konusu hareketi gerçekleştirdiği
değerlendirmesi yapılmaksızın başvurucunun kolluk görevlisi tarafından
yaralanması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif
yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun maruz
kaldığı eylemin süresi, amacı, etkisi ve sonuçları birlikte
değerlendirildiğinde eylemin eziyet olarak nitelendirilebileceğini belirtmek
gerekir.
80. Somut olayda anılan eylem nedeniyle ceza kovuşturması
yürütüldüğü dikkate alındığında bu durumun başvurucu açısından yeterli ve
etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığının, diğer bir ifade ile yargılama
sonucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi
gerekmektedir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya
da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin
görevi kapsamında değil ise de kamu görevlilerinin işledikleri kötü muamele
suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak suçun ağırlık derecesi ile
verilen ceza arasında açık bir orantısızlığın bulunduğu durumlarda Anayasa
Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 76).
81. Usul boyutuna ilişkin olarak yapılacak incelemenin konusu
olmakla birlikte bu aşamada, mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığının
tespiti açısından gerekli olduğu kadarıyla başvurucu açısından yeterli ve
etkili bir telafi sağlanıp sağlanmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Devletin negatif yükümlülüğüne aykırı eylemde bulunduğu Mahkemece tespit edilen
sanık hakkında alt sınırdan ceza tayini yoluna gidilerek haksız tahrik indirimi
uygulanmış ve sonuçta 1 yıl 8 ay hapis cezası tayin edilmiş, ayrıca HAGB'ye karar verilmiştir. Ortaya konan gerekçeye göre
sanığın başvurucunun elinde bir cisimle kendisine doğru hamle yapması
sonrasında söz konusu eylemi gerçekleştirdiği kabul edilerek sanık hakkında
haksız tahrik indirimi uygulanmıştır. Mahkeme, tahriki ağır bularak kanunun
belirlediği asgari oranın üstünde indirim uygulamıştır. Olaya ilişkin
görüntüleri izleyerek birtakım tespitler yapan Mahkemenin yaptığı tespitler ile
olayı kabul ediş şeklinin uygun düşüp düşmediği tartışma konusu yapılmaksızın
başvurucuya atfedilen eylemin niteliğine göre haksız tahrik indiriminde
belirlenen oranın failin fiiliyle orantılı ceza almasına ve başvurucu açısından
uygun giderimin sağlanmasına hizmet ettiği söylenemeyecektir. Öte yandan kamu
görevlisi hakkında disiplin cezası verilip verilmediği yönünde başvuru
dosyasında bir bilgi de mevcut değildir.
82. Derece mahkemelerinin yaptıkları yargılama sonucunda
verdikleri mahkûmiyet kararı sonrası HAGB kararı verilebilmesi için objektif
birtakım koşulların yanında bir de subjektif koşul
bulunmaktadır. Bu subjektif koşulu kanun "sanığın kişilik özelikleri ile duruşmadaki tutum ve
davranışları" olarak belirtmiş ve buna göre sanığın bir daha
suç işlemeyeceği yönünde mahkemede bir kanaat oluşması gerekliliğine vurgu
yapmıştır. Şüphesiz bu durumun takdiri hâkimlere ait olmakla birlikte sanığın kişilik özellikleri
değerlendirilirken sanığın bir devlet görevlisi olduğu ve kötü muamele yasağını
ihlal ettiği de gözönünde tutularak bu husus karar
gerekçesinde tartışılmalı, buna uygun bir takdir hakkı kullanıldığı da kararda
gösterilmelidir. Hem AİHM (Kasap ve
diğerleri, § 60; Eski/Türkiye,
§ 36; Taylan/Türkiye, § 46; Böber/Türkiye, § 35; Ateşoğlu/Türkiye, § 28) hem de Anayasa Mahkemesi (birçok
karar arasından bkz. Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016,
§§ 108, 109) benzer durumlarda hâkimlerin takdir haklarını kullanırken insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin hak ihlalinin giderilmesinde
HAGB kararlarının gereken düzeyde bir caydırıcılık sağlamadığını belirtmektedir.
Dolayısıyla başvurucunun sağlık raporlarıyla tespit edilen yaralanmasının
ağırlığına da bağlı olarak eziyet olarak değerlendirilen eylem nedeniyle
kurulan hükmün -haksız tahrik indirimi ile 1 yıl 8 ay hapis cezasına
çarptırılması ve hukuki bir sonuç doğurmamayı ifade eden HAGB kurumunun sanık
hakkında uygulanması sebebiyle- başvurucu açısından mağduriyetinin etkili giderimini sağlayabilecek nitelikte olmadığı
anlaşılmaktadır.
83. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
84. Diğer taraftan izah edildiği üzere (bkz. § 59) başvurunun
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutu
yönüyle de incelenmesi gerekir.
85. Başvurucu, yaralamanın üç kolluk görevlisinin müdahalesiyle
gerçekleşmesine rağmen sadece biri hakkında dava açıldığını iddia etmekte ise
de yürütülen soruşturma ve Mahkemece yapılan yargılamada varılan sonuca göre
başvurucunun iddiasını mümkün kılan bir bulguya rastlanmadığı gibi bunu
doğrulayan bir delil başvurucu tarafından soruşturma makamlarına sunulmamıştır.
Bunun yanında olay anını görüntüleyen bazı kamera kayıtlarına silindiği için
ulaşılamamış ise de başvurucunun ibraz etmesi sonucunda da olsa olayın
görüntüleri delil olarak yargılamaya konu edilmiş, nihayetinde failin
başvurucuyu yaraladığı tespiti yapılarak suç sabit görülmüştür.
86. Öte yandan yürütülen yargılama sonucunda eziyet yasağının
ihlali niteliği taşıyan kasten yaralama eyleminin gerçekleştiği sabit
görülmesine rağmen kamu görevlisi olan fail hakkında başvurucunun eylemine göre
orantısız şekilde haksız tahrik indirimi yapılarak HAGB'ye
karar verildiği anlaşılmaktadır.
87. İlk derece mahkemesince sabit görülen eylemin nitelik ve
ağırlığı dikkate alındığında sanık hakkında verilen 1 yıl 8 ay hapis cezasına
ilişkin HAGB kararı sonucunda sanığın deneme süresi içinde suç işlememesi
hâlinde hiç vaki olmamış sayılarak bu ceza adli ve memuriyet siciline
yansımayacaktır. Verilen bu karar cezanın infazının ertelenmesinden daha güçlü
bir etkiye sahiptir ve sanığın cezadan muaf tutulması ile sonuçlanmaktadır (AİHM'in benzer yöndeki değerlendirmeleri için bkz. § 46).
88. Soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun
araçların kullanılması yükümlülüğünü oluşturduğundan yargılamanın nihai olarak
mutlaka belli bir ceza türüyle sonuçlanması gerektiği söylenemeyecek olmakla
birlikte mahkemelerin hukuku sanıkların fiilen cezasız kalmalarını sağlayacak
şekilde uyguladıklarının tespiti hâlinde soruşturmanın etkinliğinin
sağlanamadığı sonucuna varılabilecektir.
89. Somut olayda yürütülen yargılamanın sonucunda verilen HAGB
kararı, kamu görevlisi hakkında tespit edilen eylemin niteliği ve başvurucunun
sağlık raporlarıyla tespit edilen durumu bir bütün olarak değerlendirildiğinde,
soruşturmanın etkinliğinin sağlanmasının koşullarından biri olan sorumluların
fiilleriyle orantılı ceza almaları koşulunun yerine getirilmediği ve cezasızlık
sonucunun doğduğu anlaşılmaktadır.
90. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının öngördüğü, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün de
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
91.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
92. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yeniden yargılama
yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi talebinde bulunmuştur.
93. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875,
7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal
kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin
devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle
sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506,
7/11/2019).
94. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
95. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa
Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi
uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder.
Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı
olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve
bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama
kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan
farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul
hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir
karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini
beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama
kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri
yerine getirmektir. (Mehmet Doğan,
§§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).
96. İncelenen başvuruda mahkeme kararının başvurucunun
mağduriyetini gidermemesi ve verilen cezaya ilişkin hüküm sonucunun caydırıcı
olmaktan uzak olması nedeniyle eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal
edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme
kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
97. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216
sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken
iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna
ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir
karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden
yargılama yapılmak üzere Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
98. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına
alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 10. Ağır Ceza
Mahkemesine (verilen karar Mahkemenin 18/2/2016 tarihli E.2015/129, K.2016/79
sayılı kararıyla ilgilidir) GÖNDERİLMESİNE,
D. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine
ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
28/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.