TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ÖMER FETTAHOĞLU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/6803)
Karar Tarihi: 28/11/2019
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Burhan ÜSTÜN
Hicabi DURSUN
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Selahaddin MENTEŞ
Raportör
Olcay ÖZCAN
Başvurucu
Ömer FETTAHOĞLU
Vekili
Av. Durmuş ÖZDEMİR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, taşınmazın bir bölümünün kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkının; bunun üzerine açılan davanın husumet yönünden reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/4/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1948 yılında doğmuş olup Antalya ilinde ikamet etmektedir.
9. Başvurucu Antalya ili Manavgat ilçesi Gündoğdu beldesinde bulunan 60.000 m2 yüz ölçümlü 508 parsel sayılı taşınmazı 16/2/1978 tarihinde satın almıştır.
10. 508 parsel sayılı taşınmaz 18/8/1983 tarihinde ifraz görmüş ve 30.020 m2lik kısmı 1131 parsel ve 29.980 m2lik kısmı ise 1132 parsel numaralarını almıştır.
11. Başvurucu 1131 parsel sayılı taşınmazı 22/8/1983 tarihinde ve 1132 parsel sayılı taşınmazı da 10/5/1984 tarihinde üçüncü kişilere satış yoluyla devretmiştir.
12. Başvurucu 9/12/2010 tarihinde Antalya Valiliğine (Valilik) başvurarak 508 sayılı parselin 10/5/1982 tarihinde onaylanan kıyı kenar çizgisi içinde ne kadar kısmının kaldığının bildirilmesini istemiştir. Valilik tarafından verilen 5/1/2011 tarihli cevapta 1/1000 ölçekli ve 10/5/1982 tarihli paftada parselin yaklaşık 3.225.74 m2lik kısmının kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında (kıyı bandında) kaldığı belirtilmiştir. Ekinde sunulan krokide kıyı kenar çizgisi sınırının 23/11/1983 tarihinde onaylandığı anlaşılmaktadır.
13. Başvurucu 11/1/2011 tarihinde Manavgat Malmüdürlüğüne başvurarak 508 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalması nedeniyle el atılan kısmı için eş değer taşınmaz verilmesini veya taşınmazın bedelinin ödenmesini istemiştir. Malmüdürlüğünce verilen 16/2/2011 tarihli cevap yazısında; kıyıların özel mülke konu olamayacağı, kamulaştırma ve kamulaştırmasız el atmadan söz edilemeyeceği ve bu nedenle yapılacak bir işlem olmadığı bildirilmiştir.
14. Başvurucu 7/5/2012 tarihinde yeniden Valiliğe başvurmuştur. Bu başvuruda, 508 parsel sayılı taşınmazın 4.000 m2sinin kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını ve bu kısma kamulaştırma yapılmaksızın el konulduğunu belirterek arsa bedelinin ödenmesini istemiştir. Valiliğin talebine istinaden Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca verilen 26/6/2012 tarihli cevap yazısında, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında oldukları, kıyıda kalan özel mülkiyete tabi taşınmazlar hakkında tapu iptali tescil davası açılarak devletin hüküm ve tasarrufu altına alınmaya yönelik işlemler yapıldığı ve tapu iptalinden dolayı taşınmaz sahibinin tazminat talebinde bulunabileceği belirtilmiştir.
15. Başvurucu 10/5/2011 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhinde Manavgat 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmış ve kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkeme 15/2/2012 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi özetle şu şekildedir:
i. Mahkeme kamulaştırmasız el atma ile ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yapmıştır. Mahkemeye göre olayda davalı idarenin başvurucunun malını elinden alması söz konusu olmadığı gibi bir el koyma eylemi de bulunmamaktadır. Mahkeme dava konusu parselden kıyı kenar çizgisinin geçirilmesinin ve onanmış hali hazır haritasına işlenmesinin idari bir karar olduğunu ve kamulaştırmasız el atmanın gerçekleşmediğini belirtmiştir.
16. Temyiz edilen karar Yargıtay 5. Hukuk Dairesince (Daire) 20/11/2012 tarihinde değişik gerekçeyle onanmıştır. Dairenin onama kararı özetle şu şekildedir:
i. Başvurucu 60.000 m2lik taşınmazın tamamına 16/2/1978 tarihinde sahip olmuştur. Taşınmaz 30.020 m2 yüz ölçüm ile 1131 parsel ve 29.980 m2 yüz ölçüm ile 1132 parsellere ifraz görmüştür. Başvurucunun hiçbir alan kaybı olmadan bu şekilde taşınmazlarını 3. şahıslara sattığı anlaşılmıştır.
ii. Kamulaştırmasız el atma davası açabilmesi için ise el atıldığı ileri sürülen taşınmazın tapu maliki olunması veya mülkiyetinin başvurucuya ait olduğuna ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararı bulunması gerekir.
iii. Bu nedenle taşınmazın üçüncü şahıslara satışlarından sonra taşınmazların bir kısmının kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı gerekçesiyle açtığı davada başvurucunun aktif husumet ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle sonucu itibarıyla davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
17. Yapılan karar düzeltme istemi Daire tarafından 23/9/2013 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 6/4/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 6/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
19. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Sahipsiz yerler ve yararı kamuya ait mallar" kenar başlıklı 715. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz.
Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tâbidir."
20. 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun ''Tanımlar'' kenar başlıklı 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunda geçen deyimlerden;
Kıyı çizgisi:Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan çizgiyi,
Kıyı Kenar çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını,
Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı,
...
ifade eder."
21.3621 sayılı Kanun'un''Genel esaslar'' kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
"Kıyılar ile ilgili genel esaslar aşağıda belirtilmiştir:
Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır,
Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur.
Kıyı kenar çizgisinin tespit edilmediği bölgelerde talep vukuunda, talep tarihini takip eden üç ay içinde kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur.
Ek : (1/7/1992 - 3830/2 md.) Sahil şeritlerinde yapılacak yapılar kıyı kenar çizgisine en fazla 50 metre yaklaşabilir.
Ek : (1/7/1992 - 3830/2 md.) Yaklaşma mesafesi ve kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanlar, ancak yaya yolu, gezinti, dinlenme, seyir ve rekreaktif amaçla kullanılmak üzere düzenlenebilir.
Ek : (1/7/1992 - 3830/2 md.) Sahil şeritlerinin derinliği, 4 üncü maddede belirtilen mesa-feden az olmamak üzere, sahil şeridindeki ve sahil şeridi gerisindeki kullanımlar ve doğal eşikler de dikkate alınarak belirlenir.
Ek : (1/7/1992 - 3830/2 md.) Taşıt yolları, sahil şeridinin kara yönünde yapı yaklaşma sınırı gerisinde kalan alanda düzenlenebilir.
Ek : (1/7/1992 - 3830/2 md.) Sahil şeridinde yapılacak yapıların kullanım amacına bağlı olarak yapım koşulları yönetmelikte belirlenir."
22. 3621 sayılı Kanun'un ''Kıyı kenar çizgisinin tespiti'' kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
" Kıyı kenar çizgisi, valiliklerce, kamu görevlilerinden oluşturulacak en az 5 kişilik bir komisyonca tespit edilir.
Komisyonca tespit edilip valiliğin uygun görüşü ile birlikte gönderilen kıyı kenar çizgisi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca onaylandıktan sonra yürürlüğe girer.
..."
2. Yargıtay İçtihadı
23. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/4/2017 tarihli ve E.2007/5-233, K.2007/221 sayılı kararının ilgili kısımları şu şekildedir:
"...
Öncelikle belirtilmelidir ki, bir davada taraf sıfatı, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Dolayısıyla davacı sıfatı (aktif husumet) dava konusu hakkın sahibine; davalı sıfatı (pasif husumet) o hakka uymakla yükümlü olan kişiye aittir.
Bu noktada, mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir.
Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir.
Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur. Bu nedenle taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def'i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.
Bu noktada, mal sahibi el atmanın önlenmesi veya bedel davası açmaktaki seçimlik hakkını dava açarken kullanabileceği gibi, el atmanın önlenmesi davası açtıktan sonra da davasını bedel davasına dönüştürebilir (Ali Arcak, Kamulaştırmasız El koyma ve Yeni Hükümler, Ankara 1987, s:40).
Türleri gösterilen davalardan hangisi olursa olsun, ister, el atmanın önlenmesi, ister bedel davası açılsın; dava açmanın ilk şartı, o yerin tapu ile maliki veya mirasçısı olmaktır.
...''
B. Uluslararası Hukuk
24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
25. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 28/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu; taşınmazının bir bölümünün kıyı kenar çizgisi içerisine alınmasına ilişkin kararın 23/11/1983 tarihinde yetkili makamlarca onaylandığını ve taşınmazın bu miktardaki tapusunun ifrazen iptal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucu, taşınmazına kamulaştırmasız olarak el atılması nedeniyle açtığı tazminat davasının aktif husumet ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
28.Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
29. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
30. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
31. Mahkemeye erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda etkili bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve yeterli fırsatlara sahip olmasını gerektirir. Özellikle hukuki ya da uygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/855, 26/6/2014, § 34). Bu nedenle mahkemelerin, usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
32. Somut olayda başvurucu tarafından 508 parsel sayılı 60.000 m2 yüz ölçümlü taşınmazın 1978 yılında satın alındığı ve taşınmazın 18/8/1983 tarihinde ifraz görerek 30.020 m2lik kısmının 1131 parsel ve 29.980 m2lik kısmının ise 1132 parsel numaralarını aldığı anlaşılmaktadır. Başvurucu 1131 parsel sayılı taşınmazı 22/8/1983 tarihinde ve 1132 parsel sayılı taşınmazı da 10/5/1984 tarihinde üçüncü kişilere satış yoluyla devretmiştir.
33. Başvurucu, 2010 yılı sonrasında ise Malmüdürlüğüne başvurarak taşınmazının kıyı kenar çizgisi içinde kalması nedeniyle el atılan kısmı için eş değer taşınmaz verilmesini veya taşınmazın bedelinin ödenmesini istemiştir. Talebi reddedilen başvurucu, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Daire başvurucunun aktif husumeti bulunmadığı gerekçesine yer vermiş ve ilk derece mahkemesince verilen ret kararını değişik gerekçeyle onamıştır.
34. Başvurucuya göre taşınmazının 3750 m2lik kısmının kıyı kenar çizgisi içerisine alınmasına yönelik kararın yetkili makamlarca onaylandığı 23/11/1983 tarihinde taşınmazın mülkiyeti elinden çıkmış ve bu kısım devletin hukuki ve fiilî tasarrufu altına girmiştir.
35. Daireye göre ise başvurucu 16/2/1978 tarihinde sahip olduğu ve daha sonra 1131 ve 1132 parsellere ifraz gören taşınmazını hiçbir alan kaybı olmadan üçüncü şahıslara satış yoluyla devretmiştir. Daire, taşınmazı devretmekle taşınmaz üzerinde malik sıfatı kalmayan başvurucunun davada aktif husumet ehliyeti bulunmadığına işaret etmiştir.
36. Bu durumda taşınmazları hiçbir alan kısıtlamasına tabi olmadan devretmekle malik sıfatı kalmayan başvurucunun dava açma yönünden aktif husumet ehliyetinin bulunmadığına yönelik Daire tespitinde bariz takdir hatası ve açık bir keyfilik bulunmadığı görülmektedir. Buna göre başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
37. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
38. Başvurucu; taşınmazının bir bölümünün kıyı kenar çizgisi içerisine alınmasına ilişkin kararın yetkili makamlarca onaylandığı 23/11/1983 tarihinden sonra taşınmazın mülkiyetinin elinden çıktığını ve bu kısmın devletin hukuki ve fiilî tasarrufu altına girdiğini iddia etmiştir. Başvurucu, taşınmazın bu miktardaki tapusunun ifrazen iptal edildiğini ileri sürmüştür. Sonuç olarak başvurucu, taşınmazına kamulaştırmasız olarak el atılması nedeniyle açtığı tazminat davasının aktif husumet ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle reddedildiğini ve taşınmazının bedelinin ödenmediğini belirterek eşitlik ilkesi ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
40. Başvurucu, eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu iddianın ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisi ile benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim vb. ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekmektedir. Somut olayda başvurucunun bu yöndeki iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtları ortaya koyamadığı anlaşılmaktadır.
41. Başvurucunun şikâyetlerinin özü, taşınmazının bir kısmının bedeli ödenmeksizin kıyı kenar çizgisi içerisine alınmasına ilişkin olduğundan başvurunun mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
42. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."
43. 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun güncel bir hakkının ihlal edilmesi, bu ihlalden dolayı kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin mağdur olduğunu ileri sürmesidir (Fetih Ahmet Özer, B. No: 2013/6179, 20/3/2014, § 24).
44. Bireysel başvuruda, bir başvurunun kabul edilebilmesi için başvurucunun sadece mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp ihlalden doğrudan etkilendiğini yani mağdur olduğunu göstermesi veya mağdur olduğu konusunda Anayasa Mahkemesini ikna etmesi gerekir. Bu itibarla mağdur olduğu zannı veya şüphesi mağdurluk statüsünün varlığı için yeterli değildir (Ayşe Hülya Potur, B. No: 2013/8479, 6/2/2014, § 24).
45. Öte yandan bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas itibarıyla doğrudan mağdur sıfatını taşıyan kişiler olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile arasında kişisel ve özel bir bağ bulunan, dolayısıyla da Anayasa ve Sözleşme'nin ihlalinden olumsuz olarak etkilenmiş veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabileceklerdir (Gürkan Kaçar ve diğerleri, B. No: 2014/11855, 13/9/2017, § 56).
46. Somut olayda başvurucu 1978 yılında satın aldığı taşınmazı hiçbir alan kısıtlamasına tabi olmadan ifraz edilmesi sonucunda 22/8/1983 ve 10/5/1984 tarihlerinde satış yoluyla devretmiştir.
47. Başvurucu tarafından açılan dava aktif husumet ehliyeti bulunmadığından reddedilmiştir. Başvurucuya göre taşınmazının kıyı kenar çizgisi içerisine alınan kısmının mülkiyeti 23/11/1983 tarihinde elinden çıkmış ve bu kısım devletin hukuki ve fiilî tasarrufu altına girmiştir. Ayrıca başvurucu, başvuru formunda taşınmazın bu miktardaki tapusunun ifrazen iptal edildiğini de iddia etmektedir.
48. Başvuru dosyası ekinde yer alan belgelerden kıyı kenar çizgisinin 23/11/1983 tarihinde onaylandığı ancak kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kısmın tapusunun ifrazen iptal edilmediği görülmektedir. Başvurucu, kıyı kenar çizgisinin 23/11/1983 tarihinde onaylanması işlemine karşı dava da açmamıştır. Ayrıca başvurucunun kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kısmın fiilen kullanılamadığına ilişkin bir iddiası bulunmamaktadır. Kaldı ki başvurucunun taşınmazları hiçbir alan kısıtlamasına tabi olmadan satış yoluyla devrettiği Yargıtay Dairesi tarafından da tespit edilmiştir. Bu nedenle hiçbir alan kısıtlamasına tabi olmadan üçüncü kişilere satılarak bedelleri tahsil edilen taşınmazlar üzerinde başvurucunun bir hakkının dolayısıyla mağdur sıfatının bulunmadığı açıktır.
49. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 28/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.