TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FERİDE GÖKVARDAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/72747)
|
|
Karar Tarihi: 2/12/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 2/3/2021-31411
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Fatma Burcu NACAR YÜCE
|
Başvurucu
|
:
|
Feride GÖKVARDAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat Fatih ÜLKÜ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; soy bağının reddi davasının hak düşürücü süreden
reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 30/11/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun annesi, G.A. ile 5/9/1962 tarihinde
evlenmiştir. Başvurucu, evlilik birliği devam ederken 7/1/1964 tarihinde
doğmuştur. Başvurucunun annesi, G.A.dan 18/2/1988 tarihinde boşanmıştır.
8. Başvurucunun iddiasına göre gerçek babası R.A.A.
olmasına rağmen başvurucunun nüfus kaydında annesinin G.A. ile olan resmî
birlikteliğinden doğduğu görülmektedir.
A. Nüfus
Kaydının Tashihi (Babalık) Davasına İlişkin Süreç
9. Başvurucu 27/2/2002 tarihinde Milas Asliye Hukuk
Mahkemesinde nüfusta baba adının düzeltilmesi davası açmıştır. Dava
dilekçesinde, annesinin G.A. ile gerçek bir evlilik birlikteliği kurmadığını,
gerçek babası olan R.A.A.yla fiilen birliktelik kurduğunu, kendisinin de R.A.A.
ile olan birliktelikten dünyaya geldiğini, murisi R.A.A.nın vefat ettiği 1985
yılına kadar kendisine ve kardeşlerine maddi ve manevi yardımda bulunduğunu,
miras nedeniyle davalıların davayı reddettiğini, bu nedenle soy bağının reddi
davası açmak zorunda kaldığını belirtmiştir.
10. Başvurucunun soy bağının reddi, babalık ve nüfus
kayıt düzeltim talepli olarak açtığı bu dava, Mahkemece babalık davası olarak
nitelendirilerek davacının nüfus kayıtlarına göre babası olan G.A. tarafından
çocuğun nesebi reddedilmedikçe babalık davası açılamayacağı gerekçesiyle
31/3/2003 tarihinde reddedilmiştir.
11. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 2.
Hukuk Dairesinin 13/12/2014 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma ilamında;
başvurucunun 7/11/2003 tarihinde açtığı soy bağının reddi davasının
sonucunun beklenmeden karar verilmesinin ve davanın Cumhuriyet savcısı ile
Hazineye ihbar edilmemesinin usul ve kanuna aykırı olduğu belirtilmiştir.
12. Mahkemece bozma kararına uyulmuş, 16/12/2014 tarihli
kararıda başvuru konusu nesebin reddi davasının reddedilmesi nedeniyle davanın
reddine karar verilmiştir.
B. Başvuru
Konusu Dava Süreci
13. Başvurucu, yukardaki dava sürecinde verilen mahkeme
kararı doğrultusunda 7/11/2003 tarihinde Milas 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde
nesebin reddi davası açmıştır.
14. Mahkeme 13/9/2006 tarihli kararıyla davayı süre aşımı
gerekçesiyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun G.A.nın kendi
babası olmadığını en geç nüfus kaydının düzeltimi davasının açıldığı 27/2/2002
tarihi itibarıyla öğrenmiş sayılması gerektiği vurgulanmış, buna göre davanın
hak düşürücü süre içinde açılmadığı belirtilmiştir.
15. Temyiz
edilen karar, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 15/3/2011 tarihli ilamıyla davaya
aile mahkemesi sıfatıyla bakılması gerektiği gerekçesi ile bozulmuştur.
16. Mahkeme; bozma ilamına uymuş, 9/4/2013 tarihli
kararıyla davayı süre yönünden reddetmiştir.
17. Mahkeme gerekçesinde; davacının daha önce açtığı
babalık davasının dava tarihi olan 27/2/2002 tarihi itibarıyla yani en geç bu
tarihte davalı G.A.nın babası olmadığını öğrenmiş sayılması gerektiği, davacı
vekilince dosyaya sunulan temyiz dilekçesinde de bu hususun bizzat davacı
tarafından kabul edildiği ifade edilmiştir. Mahkeme 17/2/1926 tarihli ve mülga
743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nde çocuğa soy bağı reddi imkânı verilmemişken
bu hakkın 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 286. maddesi
ile tanındığını, buna göre davanın çocuğa bu hakkın tanınmasından itibaren 1
yıllık süre içinde açılmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir. Mahkeme 4721
sayılı Kanun'un 289. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince başvurucu yönünden
haklı sebebin ortadan kalktığı yani davalı G.A.nın babası olmadığını öğrendiği
27/2/2002 tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içinde dava
açılmadığını kabul etmiştir.
18. Başvurucu, gerçek babasını öğrendiği tarihe göre
süresinde dava açtığını, ilk açılan davanın bu davada öngörülen hak düşürücü
süreyi durdurması gerektiğini belirterek hükmü temyiz etmiş; karar Yargıtay 18.
Hukuk Dairesinin 8/9/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır.
19. Karar düzeltme istemi, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin
29/9/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
20. Başvurucu, nihai kararı 31/10/2016 tarihinde tebellüğ
etmesinin ardından 30/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
C. Milas 1.
Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/508 Sayılı Dosyasındaki Dava Süreci
21. Bu arada başvurucunun kız kardeşi olan F.E.; Milas 1.
Asliye Hukuk Mahkemesinde 16/9/1987 tarihinde açtığı davada G.A.nın kendi
babası olmadığını, gerçek babasının R.A.A. isimli şahıs olduğunu belirterek
nesebin reddini talep etmiştir.
22. Yargılama sırasında 16/6/2015 tarihli adli tıp
raporunda, müteveffa G.A.nın davacı F.E. ile olan biyolojik babalığının
reddedildiği belirtilmiştir.
23. Başvurucu, yargılama devam ederken feri müdahale
talebinde bulunmuş; Mahkemece masraflar yatırılmadığı gerekçesi ile başvurucunun
talebi reddedilmiştir.
24. Mahkeme 9/11/2015 tarihli kararında, davanın kabulüne
F.E.nin G.A.nın kızı olmadığının tespitine karar vermiştir.
25. Karar temyiz edilmiş, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin
24/9/2018 tarihli kararıyla temyiz dilekçelerinin reddine karar verilmiş, karar
düzeltme talebi aynı Dairenin 2/5/2019 tarihli kararıyla reddedilerek 2/5/2019
tarihinde kesinleşmiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun
Hükümleri
26. 4721 sayılı Kanun'un 286. maddesi şöyledir:
“Koca, soybağının reddi davasını açarak
babalık karinesini çürütebilir. Bu dava ana ve çocuğa karşı açılır.
Çocuk da dava hakkına sahiptir. Bu dava
ana ve kocaya karşı açılır."
27. 4721 sayılı Kanun'un 289. maddesi şöyledir:
"Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı
sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten
başlayarak bir yıl, (...) içinde açmak zorundadır. Çocuk, ergin olduğu tarihten
başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır.
Gecikme haklı bir sebebe dayanıyorsa,
bir yıllık süre bu sebebin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlar."
2. Anayasa
Mahkemesi Kararları
28. Anayasa Mahkemesi norm denetimi kapsamında özellikle
nesep ve evlat edinme davalarında hak düşürücü sürelerin davacılar yararına
geniş yorumlanması gerektiğini ifade etmiş ve bunu sınırlayan 4721 sayılı
Kanun'un bazı hükümlerinin iptaline karar vermiştir (E.2010/71, K.2011/143,
27/10/2011; E.2013/62, K.2013/115, 10/10/2013; E.2011/116, K.2012/39,
15/3/2012).
3. Yargıtay
Kararları
29. Yargıtay haklı sebep kavramında gecikmenin
davacıların iptal sebebini geç öğrenmeleri mi yoksa dava açmayı imkânsız
kılacak zorunlu ve öngörülemeyen bir olaya mı işaret edildiği hususuyla ilgili
olarak davacıların somut olgularla ispatlamaları hâlinde ve olayın özelliğine
göre dava nedenini hak düşürücü sürelerden sonra öğrenmelerinin başlı başına
haklı sebep kavramı içinde değerlendirilebileceğini kabul etmiştir (Yargıtay 8.
Hukuk Dairesi, E.2017/8395, K.2019/1853, 25/2/2019; E.2017/7142, K.2018/9420,
15/3/2018).
30. Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 29/6/2020 tarihli ve
E.2019/2086, K.2020/4056 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...1-HMK'nin 33. maddesine göre
Hakim, Türk hukukunu resen uygulamak zorundadır. Bir davada olayları belirtmek
ve açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme Hakime aittir. Bu nedenle
tarafların hukuki nitelendirmeyi doğru yapmak zorunluluğu yoktur. Başka bir
ifade ile Hakim, bildirilen hukuki sebeplerle bağlı olmayıp, hukuki sebebi
kendiliğinden bulup uygulamakla sorumludur..."
31. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 13/11/2018 tarihli ve
E.2017/1159, K.2018/11427 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...04.06.1958 gün 15/6 Sayılı
Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı gibi; bir davada
dayanılan maddi vakıaları açıklamak tarafların, bu olguları hukuken
nitelendirmek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak
yorumlayıp uygulamak da hâkimin görevidir. Diğer bir deyişle; bir davada maddi
olayı anlatmak taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak hakime aittir. (HMK.
madde 33)..."
B. Uluslararası
Hukuk
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel
ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu
makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir
toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin
korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının
hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz
konusu olabilir.”
33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM),
Çapın/Türkiye (B. No: 44690/09, 15/10/2019) kararına konu olayda, 1958
yılında doğan ve New York'ta yaşayan başvurucu M.A.Ç., biyolojik babasının İ.S.
isimli şahıs olduğunun tespiti istemiyle 31/10/2003 tarihinde dava açmıştır.
Başvurucu, annesinin ikinci evliliğinden sonra dört yaşında yetimhaneye
yerleştirilmiştir. Babasının trafik kazasında öldüğüne ve annesinin ilk eşi
olduğuna inanan başvurucu Ekim 2003'te evlilik dışı doğduğunu, biyolojik
babasının hayatta olduğunu ve İsviçre'de yaşadığını öğrenmiştir. Babalık
davasında, davalı İ.S. başvurucunun iddialarını kabul etmeyerek benzer davanın
1958 yılında başvurucunun annesi tarafından açıldığını ve bu davanın kesin
olarak reddedildiğini, ayrıca davanın zamanaşımına uğradığını ileri sürmüştür.
Yerel mahkeme, yargılama sırasında ölen İ.S.nin mirasçılarının dosyaya sunduğu
delilleri ve başvurucunun tanıklarının beyanlarını aldıktan sonra davayı hak
düşürücü süreden reddetmiştir. Başvurucu 2003 yılına kadar gerçek babasının
varlığından haberdar olmadığını, ebeveynini bilme hakkının zaman sınırlamasına
konu edilmemesi gerektiğini belirterek temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz
mahkemesi 2009 yılında başvurucunun davayı geç açmasında haklı ve kabul
edilebilir nedenler bulunmadığını belirterek başvurucunun temyiz talebini
reddetmiş ve hükmü onamıştır (Çapın/Türkiye, §§ 7-17).
34. Başvurucu, biyolojik babası ile ilgili gerçeği
öğrenmesinin hak düşürücü süre nedeniyle engellenmesinin Sözleşme'nin 8.
maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür
(Çapın/Türkiye, § 27). AİHM; başvurucunun 2003 yılının Ekim ayından önce
öz babası hakkında bilgi sahibi olup olmadığı ile ilgilenmediğini, başvurucunun
babasının İ.S. olduğuna ilişkin iddialarını destekleyecek somut bir delil ve
belge bulunmadığını, zaten bu konuda söz konusu delili elde etmek amacıyla
davayı açtığını, İ.S. ve mirasçılarının babalığı reddetmesinden dolayı bu
şahıslardan DNA delilinin ancak dava yoluyla elde edilebileceğini, başvurucunun
daha önce annesi ve kayyımı tarafından açılan babalık davalarını reddeden
mahkeme kararlarının daha sonra ortadan kaldırılan ve babalığın nihai olarak
tespit etmeyen karine temelinde alındığını ifade etmiştir. AİHM; başvurucunun
45 yaşından önce dava açmama sebebinin haklılığı ile ilgili istisnai koşullara
sahip olduğunu, başvurucunun 4 yaşında yetimhaneye yerleştirildiğini, annesinin
kendisine söylediği gibi babasının bir trafik kazasında hayatını kaybettiğine
inanarak yetim büyüdüğünü, 18 yaşında ülkeyi terk ettiğini, 25 yıl boyunca yurt
dışında yaşadığını, bu süreçte annesi ve akrabaları ile nadiren iletişime
geçtiğini vurgulamıştır. Ulusal mahkemenin başvurucunun davasını hak düşürücü
süre nedeniyle reddederken söz konusu istisnai durumunu dikkate almadığını, bu
temelde yerel mahkeme ve Yargıtayın başvurucunun öz babasının kimliği hakkında
2003 yılının Ekim ayından önce haberdar olmamasının hayatın olağan akışına
aykırı düştüğünü belirtirken babalık davaları bağlamında bu kavramın ne anlama
geldiği ve başvurucunun koşullarında bunun nasıl uygulandığı hususunda bir
gerekçe sunmadıklarını belirtmiştir (Çapın/Türkiye, §§ 71-74).
35. AİHM, ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararının
başvurucunun ebeveyni hakkındaki gerçeği öğrenmesinin tek yolundan mahkûm
bırakılarak davasının usule ilişkin nedenlerle reddedilmesinin özel hayatına
saygı gösterilmesi hakkını ne şekilde etkilediği hususunda yeterli bir cevap
sunmadığını belirtmiştir. AİHM bu doğrultuda özel hayata saygı hakkı bağlamında
tarafların menfaatleri arasındaki dengenin kurulmasının gerekli olduğunu,
babalık davalarında çocuğun yararının gözetilmesine öncelik verilmesi
gerektiğini, başvurucunun babası olduğu varsayılan kişinin kimliğini
öğrendikten sonra bunu kesinleştirmek için gerekli ve içten adımlar attığını,
bu bilgiyi öğrenmesindeki çıkarının yaşının ilerlemesi gerekçesiyle ortadan
kalkmadığını ifade ederek başvurucunun davasının hak düşürücü süre ile
reddedilmesine dayanak söz konusu hükmün ulusal mahkemeler tarafından somut
davanın koşullarında taraflar arasındaki hak ve menfaat dengesi kurulmadan
uygulanmasının ve yorumlanmasının gözetilen meşru amaç kapsamında orantısız
olduğunu ifade etmiş ve başvurunun özel hayatına saygı gösterilmesi hakkının
korunmasının sağlanamadığı sonucuna ulaşmıştır (Çapın/Türkiye, §§
75-79).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
36. Mahkemenin 2/12/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Özel Hayata
Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1.
Başvurucunun İddiaları
37. Başvurucu, 27/2/2002 tarihinde açılan davanın temyiz
incelemesinde soy bağının reddi hakkında açılan ikinci davanın sonucunun
beklenmesi gerektiğinin belirtildiğini, kardeşi F.E. tarafından açılan aynı
mahiyetteki davanın soy bağının reddi ve babalık davası olarak
nitelendirildiğini ve soy bağının reddi davasının babalık davasından tefrik
edildiğini, bu yöntemle kardeşinin herhangi bir hak kaybına uğramadığını ifade
etmiştir. Başvurucu; somut davada Mahkemenin kendisine yeniden nesebin reddi
davası açma külfetini yüklediğini, anılan süreç dikkate alınmaksızın bu davanın
da hak düşürücü süre nedeniyle reddedildiğini, Mahkemenin hakkın özünü
etkileyen bir yorumla soy bağının reddi davasını hak düşürücü süre nedeniyle
reddetmesi suretiyle biyolojik babası olmayan kişi ile arasında hukuksal ve
nesep bağı kurulmak zorunda bırakıldığını, başka bir ifadeyle gerçek babası ile
de hukuksal ve nesep bağı kurma imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile özel hayata saygı hakkı ve
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
38. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.”
39. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan
geniş bir kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel
bağımsızlıktır. Özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde bireyin
kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramı temel alınmaktadır.
Anılan hak, herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel bir
ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuki menfaati de içermektedir (Serap
Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, §§ 31-36; Bülent Polat, B. No:
2013/7666, 10/12/2015, §§ 61-63; Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704,
3/3/2016, §§ 50-52; Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, §§
30-32).
40. Kişinin genetik babasıyla nesep ilişkisi kurabilmesi
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının bir gereğidir. Bireyin
kökenini yani biyolojik ebeveynini öğrenme hakkı, kişiliğini ve kimliğini
oluşturma hakkının önemli bir unsuru olduğundan özel hayata saygı hakkı kapsamı
içinde korunur. Başka bir ifadeyle bireyin ana ve babasını bilme, babasının
nüfusuna yazılma ve bunların getireceği haklardan yararlanma, ana ve babasından
velayete bağlı görevlerini yerine getirmelerini isteme hakkı özel hayata saygı
kapsamındadır.
41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucu; soy bağının reddi, babalık tespiti ve nüfus kayıt düzeltim
davası açmıştır. Başvurucunun açtığı davalar, babasının kimliğini tespit etme
ve öz babasıyla hukuken soy bağı kurma amacına yöneliktir. Bireyin kişiliğini
ve kimliğini oluşturma hakkı, kökenini yani biyolojik ebeveynini öğrenme
hakkını da içerir. Dolayısıyla başvurucunun özel hayatıyla soy bağının
kurulması arasında doğrudan ilişki vardır. Bu nedenle başvurucunun şikâyetleri
Anayasa'nın 20. maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkı kapsamında
incelenmiştir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Müdahalenin
Varlığı
43. Somut başvuru açısından ilk derece mahkemesince bir
yıllık hak düşürücü sürede açılmadığından davanın reddine karar verilmesi
nedeniyle başvurucunun özel hayata saygı hakkına yönelik bir müdahalede
bulunulduğu açıktır.
ii. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
44. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
45. Yukarıda açıklanan müdahale, Anayasa’nın 13.
maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 20.
maddesini ihlal edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru amaç
taşıma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olmama kriterlerine uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halil Berk,
B. No: 2017/8758, 21/3/2018, § 49; Süveyda Yarkın, B. No:
2017/39967, 11/12/2019, § 32; Şennur Acar, B. No: 2017/9370, 27/2/2020,
§ 34).
(1) Kanunilik
46. Mahkeme soy bağının reddi davasının bir yıllık hak
düşürücü süreye tabi olduğunu kabul etmiş ve bu süre içinde açılmadığı
gerekçesiyle başvurucunun davasını reddetmiştir. 4721 sayılı Kanun’un 289. maddesinin
birinci fıkrasında, soy bağının reddi davasının bir yıl içinde açılması
gerektiği, bu sürenin çocuk yönünden ergin olma tarihinden itibaren işlemeye
başlayacağı hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla Mahkemenin davayı süre aşımı
gerekçesiyle reddetmesinin kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır.
(2) Meşru Amaç
47. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayata saygı hakkı
için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan
bazı sınırları bulunmakta, Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Buna göre
Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen
ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil
edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2014/87, K.2015/112, 8/12/2015;
E.2016/37, K.2016/135, 14/7/2016, § 9; E.2013/130, K.2014/18, 29/1/2014; Sevim
Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33; Ahmet Çilgin, B. No:
2014/18849, 11/1/2017, § 39).
48. Soy bağının reddi davalarında belli bir süre
öngörülmesinin baba olduğu ileri sürülen kişilerin sürekli dava tehdidi altında
kalmasını önleme ve hukuki kesinliği sağlayarak kamu düzenin korunmasını temin
etme amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu amaçlar Anayasa'nın 2.
maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesinin unsurlarından olan
hukuk güvenliğinin gereğidir. Bu açıdan sınırlamanın meşru amaç taşıdığı
anlaşılmıştır.
(3) Demokratik
Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük
(a) Genel
İlkeler
49. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için
zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir. Açıktır
ki bu başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın amacı ile bu amacı
gerçekleştirmek üzere başvurulan araç arasındaki ilişki üzerinde temellenen
ölçülülük ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik
toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama ve ölçülülük ilkesine aykırı
olmama biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş olmakla birlikte bu iki
kriter bir bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir ilişki vardır (Ferhat
Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 45).
50. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal
ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli
olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak
kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya
ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin
zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (Ferhat
Üstündağ, § 46).
51. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen
amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında dengesizlik bulunmamasına işaret
etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun
menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer
bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret
etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin
diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran
açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi
yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir (Ferhat Üstündağ, § 48).
52. Özel hayata saygı hakkını ilgilendiren
uyuşmazlıklarda kamu makamlarının bireyin özel hayatına ilişkin hukuki menfaati
ile kamunun veya diğer bireylerin çatışan hukuki menfaatleri arasında adil bir
denge sağlamaları gereklidir. Soy bağının belirlenmesine yönelik davalarda
bireyin gerçek ebeveynini öğrenme hakkı karşısında baba olduğu ileri sürülen
kişinin sürekli olarak dava tehdidi altında kalmaması gibi birtakım hukuki
menfaatleri, ayrıca baba olduğu ileri sürülen kişinin ailesi ve mirasçılarının
hukuki menfaatleri de gündeme gelebilir. Bunun yanı sıra nüfus ve aile
kayıtlarının eksiksiz ve doğru tutulması yönüyle konunun kamu düzenini ilgilendiren
tarafı da bulunmaktadır. Bu nedenle yargı makamlarının tarafların çatışan
menfaatleri arasındaki adil dengeyi gözeterek karar vermeleri gerekmektedir.
Bununla birlikte kişisel ve ailevi durumların her olayda farklılık arz ettiği
dikkate alındığında ilgili bütün bireylerin hakları arasında adil bir dengenin
kurulması her somut olayın kendine özgü koşullarının incelenmesini
gerektirmektedir (benzer yöndeki karar için bkz. M.M.E. ve T.E., B. No:
2013/2910, 5/11/201, § 133; M.L. ve diğerleri, B. No: 2014/7469,
22/11/2017, § 88).
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
53. Somut olayda başvurucunun açtığı soy bağının reddi
davası bir yıllık hak düşürücü süreden sonra açıldığı gerekçesiyle
reddedilmiştir. Mahkemeye göre başvurucunun, G.A.nın babası olmadığını en geç
babalık davası açtığı 27/2/2002 tarihinde öğrendiğinin kabulü gerekir. Buna
göre 7/11/2003 tarihinde açılan dava süresinde değildir. Öncelikle çözümlenmesi
gereken mesele soy bağının reddi davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi
suretiyle özel hayata saygı hakkına yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal
ihtiyaca cevap verip vermediğidir.
54. Devletin bir kimsenin biyolojik babasıyla olan
babalık bağını tanıması ve bu kapsamda biyolojik babası olmayan bir kimseyle
olan nesep bağının ortadan kaldırılmasına imkân sağlaması özel hayata saygı
hakkının önemli görünümlerinden biridir. Bununla birlikte nüfus kayıtlarının
eksiksiz ve doğru tutulması, bu kişilerin sürekli bir biçimde dava tehdidi
altında olmaması için bu kayıtların düzeltilmesinin belli bir süre ile
sınırlandırılması makul bir durumdur. Nitekim 4721 sayılı Kanun'un 286.
maddesinin ikinci fıkrasıyla çocuğa tanınan soy bağının reddi davasının
açılması imkânı, aynı Kanun'un 289. maddesinin birinci fıkrasıyla bir yıllık
hak düşürücü süreye tabi kılınmıştır.
55. Hak düşürücü süre öngörülmesinin nüfus kayıtlarının
sürekli olarak dava tehdidi altında olmasının önlenmesi amacına ulaşılması
yönünden elverişli bir araç olduğu aşikârdır. Öte yandan nüfus kayıtlarının
düzgün olması ve istikrarın sağlanması için bu kayıtların düzeltilebilmesi
imkânının kullanılmasının belli bir süre ile sınırlanmasının kanun koyucunun
tercih edebileceği araçlardan biri olduğu kabul edilmelidir. Bu sebeple süre
sınırı getirilmesi biçimindeki bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca
cevap verdiği değerlendirilmiştir.
56. Bununla birlikte soybağının reddi davasının
açılmasının süre şartına bağlanması suretiyle özel hayata saygı hakkına yapılan
müdahalenin aynı zamanda orantılı da olması gerekir. Bu bağlamda soybağının
reddi davası açılması için öngörülen sürenin bu hakkın kullanımını imkânsız
kılacak ya da aşırı derecede zorlaştıracak derecede kısa olmaması gerekir.
Bunun yanında sürenin başlangıcı olarak kabul edilen olgu da önem taşımaktadır.
Bu kapsamda dava açma süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan
haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü
haklı kılan nedenlerin de bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması soy
bağının reddi hakkının varlığını anlamsız kılabilir.
57. Öte yandan dava açma süresi öngören kanun hükümleri
yorumlanırken sınırlamanın istisna olduğu ilkesi gözetilerek aşırı
şekilcilikten kaçınılmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı
ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsenmelidir. Bununla birlikte sürenin
varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırları zorlanarak
kanunda öngörülen dava açma süresinin bertaraf edilmesi hukuki istikrarın
zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin
yorumunda istikrarın sağlanması amacı ile özel hayata saygı hakkının bir
görünümü olan kişinin biyolojik babasıyla hukuki bağ kurmasındaki kişisel yarar
arasındaki hassas denge gözetilmelidir.
58. Başvurucunun temel şikâyeti Mahkemenin somut olayda
sürenin başlangıç tarihine ilişkin olarak yaptığı yoruma yöneliktir. Bir yıllık
sürenin uzunluğuyla ilgili olarak resen inceleme yapılmasını gerektiren bir
durum da bulunmadığından bireysel başvuru kapsamındaki inceleme Mahkemenin bir
yıllık sürenin başlangıcı ile ilgili olarak yaptığı yorumun özel hayata saygı
hakkının ihlal edip etmediğiyle sınırlı olacaktır.
59. Mahkeme başvurucunun, G.A.nın kendi babası olmadığını
daha önce 27/2/2002 tarihinde açtığı babalık davasında öğrendiğinin kabul edilmesi
gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucunun 27/2/2002 tarihinde açtığı davanın
mahiyeti gözetildiğinde Mahkemenin bu kabulünün keyfî olmadığı anlaşılmaktadır.
Gerçekten anılan davaya ait dilekçede başvurucu annesinin G.A. ile gerçek bir
evlilik birliktelik kurmadığını ve gerçek babasının R.A.A. olduğunu ileri
sürmüştür. Bu durumda başvurucunun G.A.nın kendi babası olmadığı iddiasıyla
açacağı soy bağının reddi davası için öngörülen bir yıllık hak düşürücü sürenin
27/2/2002 tarihinden itibaren başlatılmasının temelsiz olmadığı
vurgulanmalıdır.
60. Ancak başvurucu açtığı ilk davada gerçek babasının
R.A.A. olduğunu, G.A.nın kendi babası olmadığını, bu nedenle nüfusta G. olan
baba isminin silinerek R.A. şeklinde düzeltilmesini açıkça talep etmiştir.
Mahkeme ise başvurucunun talebini babalık davası olarak nitelendirerek
başvurucunun öncelikle nesebin reddi davası açması gerektiğini, bu davanın
sonucuna göre babalık davasının esasının inceleneceğini belirterek talebi
31/3/2003 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu bu karardan sonra 7/11/2003
tarihinde kararda işaret edilen ve bireysel başvuruya konu olan davayı açmış
ancak bu dava da süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
61. Mahkemenin karar verdiği 31/3/2003 tarihinde bir
yıllık zamanaşımı süresinin zaten dolmuş olduğunun altı çizilmelidir.
Dolayısıyla Mahkemenin kabulü dikkate alındığında başvurucunun 31/3/2013
tarihli karardan sonra açacağı bir davanın hak düşürücü sürenin dolması
sebebiyle reddedileceği açıktır. Bu durumda ilk dava dilekçesinde yer alan
nüfus kaydında G. olan baba isminin R.A. olarak düzeltilmesi talebini
Mahkemenin reddetmesinin başvurucuya aşırı külfet yükleyip yüklemediği
irdelenmelidir. Bu mesele incelenirken başvurucunun fiili ile derece
mahkemesinin tutumu gözönünde bulundurulacaktır.
62. Başvurucunun açtığı ilk davaya ait dilekçede nüfus
kaydındaki baba isminin düzeltilmesi talebinde de bulunduğu anlaşılmaktadır.
Ancak Mahkeme başvurucunun nesebin reddi talebini gözardı ettiği ve davayı salt
babalık davası olarak nitelendirdiği görülmektedir. Dava dilekçelerinin
yorumlanması ve nitelendirilmesi derece mahkemelerinin görevinde olmakla
birlikte derece mahkemelerinin davanın kapsamının belirlenmesiyle ilgili olarak
yaptığı değerlendirmenin başvurucunun özel hayata saygı hakkını etkilemesi
hâlinde Anayasa Mahkemesi bunu inceler. Somut olayda Mahkemenin başvurucunun
davasının kapsamını dar yorumlaması ve salt bir babalık davası olarak
nitelendirmesi sebebiyle başvurucunun soy bağının reddi davası açmasının
imkânsız hâle geldiği gözetilmelidir.
63. İlk dava dilekçesinde G.A. ile soy bağının
düzeltilmesi talebinde de bulunan başvurucu bu talebinin esasının karara
bağlanmayacağına ve bu talebini ayrı bir dava konusu etmesi gerektiğine ancak
Mahkemenin kararını açıkladığı 31/3/2003 tarihinde vâkıf olabilmiştir. Bu
tarihte de -Mahkemenin yorumuna göre- bir yıllık hak düşürücü süre zaten dolmuş
ve dolayısıyla başvurucunun süresi içinde yeni bir soy bağının reddi davası
açması imkânı kalmamıştır. Başvurucunun bunu önceden fark etmesi gerektiğini
söyleyebilecek bir neden de tespit edilememiştir. Dolayısıyla başvurucunun
Mahkemenin kararını açıkladığı tarihten ve bir yıllık hak düşürücü sürenin
dolmasından önce ayrı bir soy bağının reddi davası açmaması nedeniyle kusurlu
olduğu sonucuna ulaşılamayacaktır.
64. Orantılılık değerlendirmesinde ikinci olarak
Mahkemenin tutumu incelenmelidir. Öncelikle başvurucunun soy bağının reddi için
ayrı bir dava açması gerektiğine karar veren Mahkeme ile bu karar üzerine
açılan soy bağının reddi davasını reddeden Mahkemenin aynı olduğu
hatırlatılmalıdır. Soy bağının reddi davasının babalık davası ile birlikte
açılıp açılamayacağını veya babalık davası açılmadan önce ayrı bir dava ile soy
bağının reddi davası açılmasının zorunlu olup olmadığını değerlendirmek Anayasa
Mahkemesinin görevi değildir. Anayasa Mahkemesinin görevi derece mahkemesinin
yorumlarının etkilerini incelemektir. Somut olayın koşullarında başvurucunun
soy bağının reddi için ayrı bir davası açmasının zorunlu kılınması başvurucunun
özel hayatına saygı hakkının kapsamında öngörülen bir mekanizmadan
yararlanmasını önlemiştir. İlk davada nesebin düzeltilmesi talep edildiği hâlde
Mahkeme, davanın kapsamını oldukça dar yorumlamış ve söz konusu davanın bu
talebi kapsamadığını kabul ettiği hâlde kararını başvurucunun bir yıllık hak
düşürücü süre içinde yeni bir dava açmasına fırsat verecek şekilde makul bir
süre içinde vermemiştir. Mahkeme 27/2/2002 tarihinde açılan davayı bir yıllık
hak düşürücü sürenin dolmasından sonra 31/3/2003 tarihinde reddetmiştir.
65. Öte yandan Mahkemenin ilk davayı ayakta tutmasını
sağlayacak usul imkânlarını da kullanmadığı anlaşılmaktadır. 12/1/2011 tarihli
ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 31. maddesinde, hâkimin
uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda maddi veya hukuki
açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında taraflara açıklama
yaptırabileceği; soru sorabileceği belirtilmiştir. Somut olayda başvurucunun
talebinin esas itibarıyla babalık ve nesebin reddine yönelik olduğu anlaşılmakta
ise de ilk davadaki dilekçenin belirsiz olduğunun yorumlanması durumunda dahi
Mahkemenin anılan hüküm gereği davacıya açıklama yaptırabilmesinin mümkün
olduğu anlaşılmaktadır.
66. Uygulamada özellikle hak düşürücü süre ve zamanaşımı
sorununun olduğu davalarda birden fazla davanın aynı dilekçede ileri sürülmesi
hâlinde mahkemelerin dava dilekçesini davacıya açıklattırarak söz konusu
taleplerin ayrı yargılamalara konu olduğunun anlaşılması üzerine davaların
tefrik edildiği, sonradan harç ve diğer giderlerin davacılara tamamlattırıldığı
görülmektedir. Mahkemenin bu yola başvurması hâlinde tefrik üzerine açılacak
soy bağının reddi davasının süresinde açılıp açılmadığı ilk davanın açıldığı
tarih esas alınarak değerlendirilecek ve Mahkemenin yorumuna göre dava süresinde
kabul edilecektir. Nitekim başvurucunun ihlal iddiasına dayanak olarak
gösterdiği kardeşi F.E.nin açtığı davada davacıya duruşmada talebi
açıklattırılmış ve dava 4721 sayılı Kanun'un 286. ve devamı maddelerinde
düzenlenen soy bağının reddi ile 301. maddesinde düzenlenen babalık davası
olarak nitelendirilerek babalık davasına ilişkin talep, asıl dosyadan tefrik
edilmiş ve ayrı bir esas üzerinden yargılamaya devam edilmiştir.
67. Bu koşullarda Mahkemenin başvurucunun haklarının
korunması konusunda yeterince özenli davranmadığı değerlendirilmiştir. Mahkeme,
davayı tefrik etme usulünü işletmediği gibi ilk kararını bir yıllık hak
düşürücü sürenin dolmasından önce verme konusunda da başarılı olamamıştır.
Mahkemenin başvurucuyu başarısız olacağı kesin olan yeni nesebin reddi davası
açma mecburiyetinde bıraktığı ve başvurucunun ilk davanın reddedildiği
(31/3/2003) tarihten yaklaşık yedi ay sonra dava açtığı gözetildiğinde sürenin
başlangıcıyla ilgili olarak daha esnek bir yorum yapması Mahkemeden beklenecektir.
68. Sonuç olarak başvurucunun Mahkemenin kabulüne göre
süresinde açtığı davanın kapsamının dar yorumlanması, davanın açıklanmasına
ilişkin olarak başvurucu lehine olan usul hükümleri işletilmek ve gerekirse
tefrik kararı verilmek suretiyle davanın ayakta tutulması yerine reddedilmesi,
bu kararın da bir yıllık hak düşürücü sürenin dolduğu tarihten sonra verilmesi
sebebiyle başvurucunun nesebin reddi davası açmasının imkânsız hâle gelmesi
dolayısıyla başvurucuya olağanın ötesinde bir külfet yüklendiği
değerlendirilmiştir. Başvurucuya tahmil edilebilecek önemli bir kusurun da
bulunmadığı gözetildiğinde bu durumda nesebin reddi davasının açılmasının
süreye bağlanmasındaki kamu yararı ile başvurucunun özel hayatına saygı
hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında kurulması gereken adil
dengenin başvurucu aleyhine ağır bir biçimde bozulduğu kanaatine varılmıştır.
69. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 20. maddesinde
güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
70. Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun
sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
71. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve
30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı
Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair
Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
72. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
73. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No:
2014/13828, 12/9/2018) kararında, yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu
yolun etkililiğini tartışmıştır.
74. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı vetazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat
Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk
bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve
yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru
yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat
Yüksel, §§ 35, 36).
75. Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
76. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
77. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir
mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
78. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesini, yargılamanın
yenilenmesine ve lehine tazminata hükmedilmesine karar verilmesini talep
etmiştir.
79. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
80. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin
yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise
öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale
neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
81. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine
ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
82. İncelenen başvuruda, özel hayata saygı hakkının ihlal
edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu ihlalin doğrudan derece
mahkemelerinin kararlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
83. Bu durumda özel hayata saygı hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal
sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun
şekilde yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Mahkemeye gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
84. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ile
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.839,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel
hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayata saygı hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Milas 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/143, K.2013/369)
GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.839,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 2/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.