TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
M.U. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/17753)
|
|
Karar Tarihi: 10/2/2021
|
R.G. Tarih ve Sayı: 3/3/2021-31412
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Ali KOZAN
|
Başvurucu
|
:
|
M.U.
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet KARSON
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması
nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 14/3/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu 14/3/2007 tarihinde boyun tutulması şikâyeti
ile Esenler Başakşehir Devlet Hastanesine gitmiştir. Muayene yapan doktorun
reçetesine dayanılarak kurum çalışanı hemşire tarafından başvurucuya iğne
yapılmıştır. Uygulanan iğne sonrası başvurucunun sol ayağında uyuşma ve
zayıflama şikâyetleri meydana gelmiştir.
A. Ceza
Yargılamasına İlişkin Süreç
8. Başvurucunun kendisine iğne yapan hemşire hakkında suç
duyurusunda bulunması üzerine Esenler Kaymakamlığı Sağlık Grup Başkanlığı
26/9/2007 tarihli ön inceleme raporu hazırlamıştır. Anılan raporda; olaya
sıcağı sıcağına müdahale eden ve olayda adı geçen doktorlar ile konu hakkında
uzman olan doktorun görüşlerinin alındığı, ayrıca tıbbi belgelerin incelendiği
görülmüştür. İğnenin yapıldığı yeri gören doktorlar genel olarak başvurucun çok
zayıf ve ince yapılı olması gözetilerek biraz daha üste ve dış tarafa iğnenin
yapılması gerektiğini beyan etmiştir. Görüşüne başvurulan uzman doktor ise
iğnenin yapıldığı anda başvurucunun elektrik hissi duyduğunu belirtmesinin
enjeksiyonun sinir içine yapıldığı görüşünü desteklediği, bu durumun yanlış ve
kötü uygulama olduğu, siyatik nörotapinin enjeksiyonun mutat bir komplikasyonu
olmadığı yönünde değerlendirmede bulunmuştur. Raporda sonuç olarak bilirkişi
görüşleri ve tetkik raporlarıyla olayın doğrulandığı belirtilerek soruşturma
izni verilmesi gerektiği değerlendirmesine yer verilmiştir.
9. Yapılan soruşturma sonucunda, iğneyi yapan hemşire
hakkında taksirle yaralamaya neden olma suçundan dava açılmıştır. (Kapatılan)
Bakırköy 8. Sulh Ceza Mahkemesinde görülen yargılamada Adli Tıp Kurumu 3. Adli
Tıp İhtisas Kurulunca (Kurul) hazırlanan 24/5/2010 tarihli rapor alınmıştır. Bu
raporda, uygulanan enjeksiyon sonrası kişide gelişen mevcut bulguların
enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun
yanlış yere yapıldığına dair tıbbi kayıt bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca
enjeksiyonun doğru yere yapılması durumunda da kanama, ödem gibi nedenlerle sinire
baskı olabileceği dikkate alındığında gelişen mevcut durumun enjeksiyon
uygulamalarının komplikasyonu olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade
edilmiştir.
10. Mahkeme anılan rapora dayanarak sanığın görevi
gereği başvurucuya yaptığı tıbbi müdahalede kusur ve ihmalinin bulunmadığı,
başvurucuda meydana gelen arazın oluşumunda sanığa kusur atfının mümkün
görülmediği gerekçesiyle sanık hakkında beraat kararı vermiştir.
11. Başvurucu anılan kararı temyiz etmiştir. Başvurucu
vekili dilekçesinde; ön inceleme raporunda yer alan doktorlar ile uzmanların
ifadeleri ve enjeksiyonun yanlış uygulandığı şeklindeki tespiti hatırlatarak
Kurulun raporunun eksik olduğu ve ön inceleme raporunun tespitleri hakkında bir
değerlendirme yapılmadığını, itirazlarına rağmen iki rapor arasındaki çelişki
giderilmeden Kurul raporunun hükme esas alındığını belirtmiştir. Ayrıca bu
çelişkinin giderilmesi için Adli Tıp Genel Kurulundan yeniden rapor alınması
gerektiğini vurgulamıştır.
12. Anılan kararı Yargıtay 12. Ceza Dairesi, usul ve
yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 23/6/2015 tarihinde oyçokluğuyla onamıştır.
Karara muhalif kalan iki üye, Kurul raporunda enjeksiyon sonrası siyatik sinir
hasarının olduğuna dair tıbbi belgeleri hatırlattıktan sonra tıbbi belgelerde
enjeksiyonun yanlış yere yapıldığına dair kayıt bulunamadığı şeklinde şablon
cümlelerden oluşan tespitler yapıldığını belirtmiş; sanık hemşirenin yanlış
uyguladığı enjeksiyon sonucu başvurucunun sakat kaldığı, taksirle yaralama
suçunun oluştuğunu vurgulamıştır.
B. Bireysel
Başvuruya Konu Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç
13. Başvurucu ayrıca hatalı tıbbi müdahaleden kaynaklanan
zararlarının giderimi istemiyle 28/10/2009 tarihinde tam yargı davası açmıştır.
Dava dilekçesinde başvurucu vekili, boyun tutulması şikâyetiyle hastaneye giden
başvurucun hatalı yapılan iğne nedeniyle sol bacağının sinirlerinin
zedelendiğini belirtmiş; hemşirenin iğneyi yanlış yere uygulaması, başvurucunun
ikazına rağmen uygulamaya devam etmesi sonucu başvurucunun sol bacağında sinir
zedelenmesi ve buna bağlı olarak bacakta zamanla incelme meydana geldiğini
vurgulamıştır. Başvurucu bu şikâyetlerden kurtulmak ve eski sağlığına kavuşmak
için özel hastanelerde tedavi gördüğünü ancak sağlığına kavuşmadığını,
bacağındaki incelmenin devam ettiğini ve aksayarak yürümek zorunda kaldığını
beyan etmiştir.
14. İstanbul 2. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 12/11/2010
tarihli ara kararıyla Sulh Ceza Mahkemesinden adli tıp raporunu istemiş ve
26/5/2011 tarihinde de bu rapordaki tespitlere dayanarak davanın reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde; ceza davası sürecinde hazırlanan 24/5/2010
tarihli bilirkişi raporunun kapsam ve içerik yönünden hükme esas alınabilecek
nitelikte olduğu vurgulanmıştır. Bu rapor gözetilerek uygulanan tedavinin tıp
kurallarına uygun olduğu, verilen sağlık hizmetinde idarenin kusurunun olmadığı
değerlendirmesine yer verilmiştir.
15. Başvurucu vekili anılan kararı temyiz etmiştir.
Dilekçede; ön inceleme raporundaki enjeksiyonun yanlış yere yapıldığına ilişkin
tespitler ve ifadeler hatırlatılmıştır. Kurul raporunun eksik incelemeye
dayandığı ve ön inceleme raporunu değerlendirmediği vurgulanarak hükme esas
alınamayacağı belirtilmiştir. Mahkemenin ceza yargılamasında itiraz ettikleri
ve yeterli olmayan bir rapora dayanmaması, yeni bir rapor alınarak raporlar
arasındaki çelişkinin giderilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca sıcağı
sıcağına olaya müdahale eden doktorların enjeksiyonun yanlış yere yapıldığı
iddiasını doğrulayan ifadelere ve tetkik raporlarına rağmen Kurulun
enjeksiyonun yanlış yere yapıldığına dair kayıt bulunamadığı yönündeki
görüşünün gerçeği yansıtmadığı ifade edilmiştir.
16. Danıştay Onbeşinci Dairesi 18/4/2016 tarihinde derece
mahkemesinin kararını onamıştır. Başvurucunun temyiz itirazlarının
karşılanmadığını vurgulayarak yukarıda belirtilen iddialarla yaptığı karar
düzeltme talebi de anılan Dairenin 27/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
17. Nihai karar 14/2/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucu 14/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
19. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B.
No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450,
26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§
24-30.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 10/2/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu; hatalı yapılan enjeksiyon nedeniyle sol
bacağında sinir zedelenmesi olduğunu ve buna bağlı olarak bacağının
inceldiğini, enjeksiyonun hatalı yere yapıldığının sabit olmasına rağmen açmış
olduğu tazminat davasının haksız olarak reddedildiğini, ayrıca iğneyi yanlış
yere yaparak sakatlanmasına neden olan hemşire hakkında da beraat kararı
verildiğini belirtmiştir. Her iki davada da eksik incelemeye dayanan ve
enjeksiyonun hatalı yere yapılıp yapılmadığına, sinir harabiyeti şeklindeki
komplikasyona ne sıklıkta rastlandığına ilişkin bir değerlendirme yapmayan Adli
Tıp Kurumu raporunun esas alındığını ifade etmiştir. Anılan Kurul raporuna ceza
yargılamasında ve tam yargı davasında itiraz etmesine rağmen esaslı
itirazlarının karşılanmadığını, Kurulun enjeksiyonun hatalı yere yapılıp
yapılmadığına ilişkin belge aramasına gerek olmadığını, bunu kendisinin tespit
etmesi gerektiğini belirtmiştir. Ön inceleme raporundaki mevcut doktor
ifadeleri ve tespitlerin sinir zedelenmesinin enjeksiyonun mutat komplikasyonu
olamayacağı ve enjeksiyonun kendisinin fiziki yapısı gözetilmeyerek yanlış yere
uygulandığı yönünde olduğunu ancak Kurul raporun bu raporu gözetmediğini
vurgulayan başvurucu, adil yargılanma hakkı ile kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca
kamuya açık belgelerde kimlik bilgilerinin açıklanmamasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
22. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı"
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
23. Anayasa'nın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin
korunması" kenar başlıklı 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını,
beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde
tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
25. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8.
maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan
fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
26. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında kasıt söz
konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü
şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet
Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690,
11/5/2017).
27. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda
başvurucuların tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
29. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel
kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
30. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak
bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek
keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma, maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet
Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın
56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında
yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B.
No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
31. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile
maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin
alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk,
§ 51).
32. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler
konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek
olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No:
2013/2839, 3/4/2014, § 38).
33. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında
hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde
sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır,
B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266,
25/1/2018, § 32).
34. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların
oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal
makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve
belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında
fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu,
B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin
somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde
değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat
Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).
35. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri,
tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini
sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
36. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın yukarıda değinilen 17.
maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında
yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli,
§ 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında
incelenmiştir.
37. Başvurucunun iddialarının hatalı tıbbi müdahaleler
sonucu engelli kalmasında devletin hizmet kusurunun olmasına rağmen açmış
olduğu tam yargı davasının hatalı bir değerlendirmeyle reddedilerek
zararlarının giderilmesine yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
38. 26/9/2007 tarihli ön inceleme raporu incelendiğinde
(bkz. § 8) başvurucuya yapılan enjeksiyon sonrası müdahale eden doktorların,
konuyla ilgili uzman kişilerin ve enjeksiyonu yapan hemşirenin görüşlerine yer
verildiği, özellikle doktor görüşlerinde başvurucunun çok zayıf olması
gözetilerek enjeksiyonun biraz daha yukarı ve dış tarafa doğru yapılması
gerektiğinin belirtildiği görülmüştür. Bazı tetkik raporları da gözetilerek
iğnenin sinir içine yapıldığı ve bu durumun enjeksiyonun kötü uygulanması
olarak nitelendirildiği, sinir harabiyetinin enjeksiyonun mutat komplikasyonu
sayılamayacağı değerlendirmesine yer verildiği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak olayın
sıcağıyla hazırlanan ve olaya müdahil olanların ifadeleri ile tıbbi belgelere
dayanılarak tespitler yapan ön inceleme raporunun davanın esasına etki edecek
bilgi ve görüşler içerdiği söylenebilir.
39. Öte yandan hem ceza yargılamasında hem de tam yargı
davasında 24/5/2010 tarihli Kurul raporu hükme esas alınmıştır. Anılan raporda
yukarıda bahsedilen ön inceleme raporunun tespitleri, rapordaki başvurucunun
iddialarını destekleyen görüşler ile bu görüşleri doğruladığı iddia edilen
tıbbi belgeler gözetilerek değerlendirme yapılmamıştır. Ayrıca tıbbi belgeler
üzerinden enjeksiyonun hatalı yere yapılıp yapılmadığına dair bir inceleme
yapılmadığı da anlaşılmaktadır. Bu şekliyle Kurul raporunun eksik olduğu, her
iki rapor arasındaki çelişkinin yeni bir raporla giderilmesi gerektiği
yönündeki başvurucunun ciddi itirazları ve taleplerinin de yargı makamları
tarafından herhangi bir gerekçe sunularak karşılanmadığı anlaşılmaktadır.
40. Bu açıklamalarla birlikte yargılama süreci bir bütün
hâlinde değerlendirildiğinde başvurucunun Kurul raporuna yönelik dayanaktan
yoksun olmayan itirazlarının ve taleplerinin karşılanmadığı, bu durumda
uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince
Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelenmediği,
uyuşmazlığa özgü yeterli ve ilgili gerekçe sunulmadığı anlaşılmaktadır. Somut
olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirdiği
söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
41. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
43. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi ile tazminat
talebinde bulunmuştur.
44. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
45. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
46. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı
mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
47. İncelenen başvuruda, bilirkişi raporları arasındaki
çelişki giderilmeden ve başvurucunun esaslı itirazlarını karşılayacak şekilde
gerekçe sunulmaması, dolayısıyla özenli bir yargılama yapılmaması nedeniyle
ihlal kararı verilmiştir. Bu durumda ihlalin derece mahkemesi kararından
kaynaklandığı anlaşılmıştır.
48. Bu durumda başvurucunun maddi ve manevi varlığının
korunması hakkına yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak
yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu
kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş,
öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve
Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında
belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın
bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili yargı merciine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
49. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
50. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harçtan
ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimlik
bilgilerinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 2. İdare Mahkemesine (E.2009/1900,
K.2011/1142) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
F. 257,50 TL harçtan ve 3.600 TL vekâlet ücretinden
oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onbeşinci
Dairesi ile Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.