TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ADNAN CEYLAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/7302)
|
|
Karar Tarihi: 8/9/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 3/11/2020-31293
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Selçuk KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Adnan CEYLAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Hasan ERDEM
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; terör olayında yaralanma nedeniyle yaşam
hakkının, uğranılan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesi istemiyle açılan
tam yargı davasının reddedilmesi ve yargılamanın makul süre içinde
tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 14/4/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek
görülmediğini belirtmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde bulunan İngiliz
Konsolosluğuna 20/11/2003 tarihinde yapılan terör saldırısı sonucu meydana
gelen patlamada başvurucu ağır şekilde yaralanmıştır.
9. Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
tarafından verilen 31/3/2004 tarihli sağlık kurulu raporu ile başvurucunun %10
oranında iş gücü kaybı olduğu belirlenmiştir.
10. Başvurucu, zararının tazmini istemiyle 14/10/2004
tarihinde İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Valiliğine (İdareler) başvurmuş;
6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesine
istinaden maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurunun cevap verilmeksizin
zımnen reddi üzerine başvurucu 21/2/2005 tarihinde İstanbul 6. İdare
Mahkemesinde (Mahkeme) 38.000 TL maddi, 22.000 TL manevi zararının tazmini
istemiyle dava açmıştır.
11. Yargılama devam ederken İstanbul Valiliği Zarar
Tespit Komisyonunca (Komisyon) 29/6/2007 tarihinde 17/7/2004 tarihli ve 5233
sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Kanun uyarınca başvurucuya 1.841 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu,
belirtilen bedel üzerinden düzenlenen sulhnameyi imzalamamış ve 2/11/2007
tarihinde uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiştir.
12. Mahkeme 26/9/2008 tarihli kararıyla davanın kısmen
kabulüne, 22.650,30 TL maddi ve 10.000 TL manevi tazminatın başvurucuya
ödenmesine karar vermiştir. Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin (Daire) 26/4/2013
tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesinde özetle 5233 sayılı Kanun'un
yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen sosyal risk ilkesinin yasalaşmış
hâli olduğu, bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten sonra yargısal içtihat yoluyla
sosyal risk ilkesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, buna göre söz konusu
olayın meydana gelmesinde idarenin kusurunun var olup olmadığının tespit
edilmesi ve idarenin kusurunun saptanması hâlinde uyuşmazlığın 2577 sayılı
Kanun'un 13. maddesine göre çözümlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca
idarenin hizmet kusurunun ve kusursuz sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna
varılıp davanın reddedilmesi durumunun idarenin 5233 sayılı Kanun'dan doğan
sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı da hüküm altına alınmıştır.
13. Mahkemece bozma kararına uyularak 4/12/2013 tarihli
ara kararı ile İdarelerden davaya konu terör eylemiyle ilgili olarak herhangi
bir ihbar ya da istihbari bilginin kendilerine intikal edip etmediği ve meydana
gelen zararın oluşumunda herhangi bir kamu idaresinin katkısının bulunup
bulunmadığı sorulmuş, ilgili bilgi ve belgelerin gönderilmesi istenmiştir. Söz
konusu ara kararına verilen 15/1/2014 tarihli cevapta İstanbul Emniyet
Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü arşiv kayıtlarında yaptırılan
tetkikte uyuşmazlık konusu olayın El Kaide terör örgütü bağlantılı olarak
organize edilen bir eylem olduğu fakat olay ile ilgili ihbar ya da istihbari
bilginin idarelere intikal etmediği, intihar eyleminde başvurucunun hedef
alınmadığı, İngiltere Başkonsolosluğunun hedef alındığı, terör eyleminin
bireysel bir olay olması nedeniyle önceden öngörülmesinin mümkün olmadığı
belirtilmiştir.
14. Mahkeme 30/4/2014 tarihli kararında, ara kararına
İdarelerce verilen cevabın da gözönünde bulundurulması suretiyle zararın
İdarelerden kaynaklanan bir sebepten değil üçüncü şahısların kusurundan
doğduğunu, bu nedenle kusurlu veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca
idarenin sorumluluğu cihetine gitme olanağı bulunmadığını belirterek davanın
reddine karar vermiş; öte yandan davanın reddedilmesinin idarenin 5233 sayılı
Kanun'dan doğan sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağını ve başvurması hâlinde
5233 sayılı Kanun çerçevesinde ödenmesine karar verilip henüz tahsil edilmeyen
tutarın başvurucu tarafından istenebileceğini belirtmiştir.
15. Karar, Dairenin 12/11/2014 tarihli kararıyla onanmış;
karar düzeltme istemi ise Dairenin 20/1/2016 tarihli kararıyla oyçokluğuyla
reddedilmiştir. Karşıoy gerekçesinde özetle 5233 sayılı Kanun'un sadece maddi
tazminatları karşılayan hükümlere yer vermesinin manevi tazminat açısından
idarenin sorumluluk alanını daraltan veya yargı yolunu kapatan bir düzenleme
olarak değerlendirilemeyeceği, kanunda manevi zararların idareden talep
edilemeyeceğine ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmadığı ve bu hususlar
değerlendirilmeden verilen kararın hukuka uygun olmadığı belirtilmiştir.
16. Karar düzeltme isteminin reddine yönelik karar
17/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 14/4/2016 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. İlgili
Mevzuat
17. 5233 sayılı Kanun'un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici
1., geçici 4. maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§
15-21, 23).
18. 2577 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“1.
İdari dava türleri
şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
...”
19. 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal
edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine
veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
B. Anayasa
Mahkemesi Kararı
20. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79,
K.2009/97 sayılı kararı şöyledir:
"5233 sayılı Yasa, terör
eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine
gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması
amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile
devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm
yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku
kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı
olarak kurala bağlamıştır.
İdare, yürüttüğü hizmetin doğrudan
sonucu olan, nedensellik bağı kurulabilen zararları kusur sorumluluğu ilkesi
uyarınca tazminle yükümlüdür. Ancak bazen idare, kusur koşulu ve nedensellik
bağı aranmadan da meydana gelen bazı zararlardan sorumlu olabilmektedir.
Bunlar, idarenin kendi faaliyet alanıyla ilgili önlemekle yükümlü olduğu halde
önleyemediği zararlardır. 5233 sayılı Yasa'da yer alan sorumluluğun dayanağını
da kusursuz sorumluluğun bir türü olan ve bilimsel ve yargısal içtihatlarla
geliştirilen 'sosyal risk ilkesi' oluşturmaktadır.
Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak
idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların
karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal
hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla
getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk
ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret
olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu
kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına
ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve
işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan
nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında
meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz
sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk
alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele
sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla
tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan
'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer
verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda
ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın 125.
maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu
nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari
işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir."
C. Danıştay
Kararları
21. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014
tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör
olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların
yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle
uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir
yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da
engellemeyen nitelikte bir yasadır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer -
Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden
Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak 'Tazminat
Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu
doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için
tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.' ifadesine yer verilmiştir.
Bu durumda, terör olayları nedeniyle
meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa
uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı
tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin
ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi
olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin
yapılması gerekmektedir.”
22. Dairenin 14/11/2019 tarihli ve E.2019/5185,
K.2019/7857 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“Dava konusu istem: Davacılardan H.S.nin
eşi, diğer davacıların babası olan Ö.S.nin 22/09/2009 tarihinde Hakkari ili ...
köyünde çobanlık yapmakta iken mayına basması sonucu vefat etmesi olayında
davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle uğranıldığı iddia olunan
zarara karşılık eş H.S. için 50.000,00 TL, diğer davacılar için ayrı ayrı
10.000,00 TL olmak üzere toplam 140.000,00 TL manevi tazminatın yasal faiziyle
birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti:
Van 2. İdare Mahkemesinin ... tarih ve ... sayılı kararıyla; Danıştay Onbeşinci
Dairesinin ... tarih ve ... sayılı bozma kararına uyularak, davacılar yakınının
ölümünün terör eylemi sonucu gerçekleştiği, olayda idarenin kusurlu ve kusursuz
sorumluluk halinin bulunmaması nedeniyle meydana gelen manevi zararın sosyal
risk ilkesine göre tazmini gerektiği, meydana gelen olay neticesinde davacı
H.S.nin eşi ve diğer davacıların babası olan Ö.S.nin beklenmeyen ölümü
karşısında davacıların acı, ızdırap ve elem yaşadıkları göz önünde
bulundurularak, tazminat istemine konu olan terör olayının meydana geliş şekli
dikkate alınarak, müteveffanın eşi H.S. için 25.000,00 TL, çocukları için
taleple bağlı kalınarak ayrı ayrı 10.000,00 TL olmak üzere toplam 115.000,00 TL
manevi tazminatın ödenmesi gerektiği gerekçesiyle davanın 140.000,00 TL manevi
tazminat isteminin 115.000,00 TL'lik kısmının kabulüne ve başvuru tarihinden
itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacılara
ödenmesine, 25.000,00 TL'lik kısmının reddine karar verilmiştir.
...
HUKUKİ DEĞERLENDİRME :
İdare ve vergi mahkemelerinin nihai
kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka
uygun olup, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını
gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle; ... temyize konu
kararının ONANMASINA..."
23. Dairenin 27/2/2020 tarihli ve E.2019/3019, K.2020/987
sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“Dava konusu istem: 29/10/2011
tarihinde, Bingöl ili ... Caddesi üzerinde canlı bombanın üzerindeki bombayı
patlatması sonucunda davacıların eşi / annesi olan N.B.nin vefat etmesi
nedeniyle yoksun kalınan destek zararının K.B. için 96.839,66 TL, H.B. için
17.039,61 TL, C.B. için 13.631,69 TL, İ.B. için 4.543,90 TL maddi tazminatın
29/10/2011 tarihinden işleyecek yasal faizle birlikte, ölüm olayı nedeniyle
duyulan elem ve ızdırabın hafifletilmesi için müteveffanın eşi K.B. için
100.000,00 TL, çocukları İ.B. için 50.000,00 TL, H.B. için 50.000,00 TL, C.B.
için 50.000,00 TL ve annesinden sonra vefat eden V.B. adına mirasçılara ödenmek
üzere 10.000,00 TL manevi tazminata olay tarihinden itibaren işletilecek yasal
faiziyle birlikte tazmini istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti:
Elazığ (Kapatılan) 2. İdare Mahkemesi kararıyla; Anayasanın 125. maddesinde
idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun
hükme bağlandığı, idarenin, üstlendiği kamu hizmetlerini gereği gibi yerine
getirmekle yükümlü olduğu, hizmetin işleyişi ve yerine getirmesi sırasında
gerekli önlemlerin alınmaması, hizmetin hiç işlememesi, iyi işlememesi, kusurlu
işlemesi nedeniyle kişi veya kurumlara verilen zararın sorumlu olan idarece
tazmininin zorunlu olduğu, uyuşmazlık konusu olayda maddi tazminat miktarının
hesaplanması amacıyla re’sen belirlenen bilirkişi Av. M.A.B. tarafından
14/04/2015 tarihinde Malatya İdare Mahkemesine ibraz edilen raporda; müteveffanın20/11/1975
doğumlu olduğu dikkate alındığında yaşama şansının D.İ.E. Beklenen Ömür Yılı
Tablosuna göre 37.36yıl olduğu, eşinin yaşama şansının ise27.54yıl olduğu
varsayılarak yapılan hesaplamada, davalı idarenin kusur oranı dikkate
alındığında, K.B.nin destek kaybının 113.078,63 TL, İ.B.nin destek kaybının
7.914,71 TL, C.B.nin destek kaybının 10.394,46 TL, H.B.nin destek kaybının
19.597,66 TLtoplam destek kaybının 150.985,46 TL olarak hesaplandığının
görüldüğü, dosya içinde mevcut tüm bilgi ve belgeler ile raporların değerlendirilmesinden,
olayda idarenin hizmet kusurunun bulunduğu ve meydana gelen zararı tazminle
yükümlü olduğu sonucuna varıldığı, sonuç olarak, dava dosyasındaki bilgi ve
belgeler ile bilirkişi raporuna göre davacı için toplam 150.985,46 TL maddi
tazminatın, dava açm atarihi olan 02/12/2011 tarihinden itibaren işleyecek
yasal faiziyle birlikte hesaplanarak davacılara ödenmesine, fazlaya ilişkin
talebin reddine, manevi tazminat talebinin ise, 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun ile terör eylemleri
veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara
uğrayan kişilerin, sadece maddi zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve
usullerin belirlendiği, manevi zararın tazminine yönelik herhangi düzenlemeye
yer verilmemiş ise de, Anayasamızın 125. maddesinin son fıkrasındaki; “İdare,
kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” hükmü uyarınca,
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler ya da terör eylemleri
nedeniyle manevi zarara uğrayan kişilerin söz konusu zararlarının da tazmininin
gerekeceği ve manevi zararın tazmini talebiyle yapılan başvuruların genel
hükümlere göre değerlendirilmesi gerekeceğinin açık olduğu, idarenin hukuki
sorumluluğunun sadece kusur esasına, hizmet kusuru teorisine dayanmamakta
olduğu; idarenin, kusur koşulu aranmadan da sorumlu sayılabileceği, kural
olarak idarenin, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, nedensellik bağı
kurulabilen zararları tazminle yükümlü olduğu, ancak istisnaen, değişen ve
gelişen toplumsal ihtiyaçlara bağlı olarak yukarıda anılan Anayasa hükmünü
geniş yorumlamak suretiyle idarenin, faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle
yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zarar ile kamu görevlilerinin
kişisel kusurlarının ve hatta üçüncü kişilerin eylemlerinin doğurduğu zararları
da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerektiği, kollektif sorumluluk
anlayışına dayalı, sosyal risk adı verilen ilkenin, öğretide ve yargısal
içtihatlarla kabul edilmiş olduğu, ülkemizin belli bir yöresinde yoğunlaşan
terör eylemlerinin Devlete yönelik olduğu, devletin anayasal düzenini yıkmayı
amaçladığı, bu tür olayların zarar gören kişi ve kurumlara karşı kişisel
husumetten ileri gelmediği bilinmekte ve gözlenmekte olduğu, sözü edilen
eylemler nedeniyle zarara uğrayan, terör eylemlerine herhangi bir şekilde
katılmamış olan kişilerin kendi kusur ve eylemleri sonucu değil toplum içinde
ortaya çıkan olaylardan zarar gördüğü, başka bir deyişle toplumun birer parçası
olmak sıfatıyla zarar gören kişilerin belirtilen şekilde ortaya çıkan
zararlarının özel ve olağan dışı nitelikleri dikkate alınıp nedensellik bağı
aranmadan, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece
yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre tazmininin gerektiği, esasen terör
olayları sonucu ortaya çıkan zararların idarece tazmininin, böylece topluma pay
edilmesinin hakkaniyet gereği olduğu gibi sosyal devlet ilkesine de uygun
düşeceği, uyuşmazlık konusu olayda, davalı idareye yüklenebilecek herhangi bir
hizmet kusuru bulunmadığı, ancak, terör olaylarının sık sık meydana geldiği bir
bölgede, Anayasal düzene, Devlete ve toplumun bütünlüğüne yönelik bulunan terör
eylemleri nedeniyle davacıların uğradığı manevi zararın genel güvenlik ve
asayişi sağlamak, toplumun can ve mal güvenliğini korumak, terör olaylarını
önlemekle yükümlü olan davalı idarece, sosyal risk ilkesi gereği tazmin
edilmesi gerektiği sonucuna ulaşıldığı, bu durumda, davacıların oğlu /kardeşi
olan V.B.nin (Kararda sehven sadece bu şekilde yazılsa da ve 'davacıların eşi /
annesi N.B. ve oğlu/kardeşi V.B.nin de' vefat etmesi şeklinde anlaşılacağı
açıktır.) vefat etmesi nedeniyle ağır acı ve elem duyduklarının açık olduğu,
manevi tazminatın bir zenginleşme aracı olamayacağı ilkesi de dikkate
alındığında, uğradıkları manevi zarara karşılık; davacılardan müteveffanın eşi
/ babası olanK.B. için 50.000,00 TL,kardeşi / çocuğu İ.B. için25.000,00 TL,
kardeşi / çocuğu H.B. için25.000,00 TL, kardeşi / çocuğu C.B. için 25.000,00 TL
manevi tazminatın dava açma tarihi olan 02/12/2011 tarihinden itibaren
işleyecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, fazlaya ilişkin
talebin reddine karar verilmiştir.
...
İNCELEME VE GEREKÇE :
MADDİ OLAY :
Mahkeme Kararının manevi tazminat talebinin
kısmen kabulüne ilişkin kısmının incelenmesinden:
İdare ve vergi mahkemelerinin nihai
kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen kararın belirtilen
kısmı usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri
kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
Mahkeme kararının maddi tazminat
talebinin kabulüne ilişkin kısmının incelenmesinden:
Uyuşmazlık, 5233 sayılı Kanun'un
yürürlüğünden sonra gerçekleşen dava konusu olayda, karşılanması talep edilen
maddi zararın 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesine göre genel tazminat hukuku
ilke ve kuralları kapsamında mı yoksa, 5233 sayılı Kanun'un kendi özel
düzenlemeleri kapsamında mı karşılanacağı hususundan doğmaktadır.
...
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Her ne kadar davacılar tarafından dava
konusu olay nedeniyle uğradığı maddi zararların genel tazminat hukuku ilkeleri
kapsamında hizmet kusuruna dayanılarak karşılanması gerektiği ileri sürülmüşse
de; 5233 sayılı Kanun'un genel gerekçesinde de açıklandığı üzere anılan Kanunun
yürürlüğünden sonra meydana gelen ve idarenin kusur ya da kusursuz
sorumluluğunun bulunmadığı terör olaylarında da anılan Kanunun uygulanacağı ve
5233 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan
Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin, ''Yaralanma, engelli hale gelme
ve ölüm hallerinde yapılacak ödemeler'' başlıklı 21. maddesinde anılan hallerde
maddi zararların nasıl hesaplanıp karşılanacağının özel olarak düzenlendiği, bu
nedenle maddi zarar talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi
gerektiği açıktır. Anayasa Mahkemesince de yukarıda gerekçesine yer verilen
kararında; idare, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk hallerinde meydana gelen
gerçek zarardan sorumlu olurken, sosyal risk ilkesinde sulh yoluyla ödenecek
tazminat miktarının yasa koyucu tarafından yasayla belirlenmesinin Anayasa’da
güvence altına alınan sorumluluk hukukunun temel ilkelerine aykırılık
oluşturmayacağı değerlendirmesinde bulunulmuştur.
Bu halde İdare Mahkemesince; olayın
terör olayı olması ve olayda idareyi kusurlandıracak herhangi bir ihbar,
istihbari bilgi ve belgenin bulunmadığı, idarenin kusurlu veya kusursuz
sorumluluk sebeplerinin olmadığı gözetilerek davanın maddi tazminata ilişkin
kısmının, sosyal risk ilkesinin kanunlaşmış hali olan 5233 sayılı Kanun
kapsamında hesap edilmesi gerekirken idarenin kusur sorumluluğuna dayanılarak
destekten yoksun kalma tazminatı ödenmesine karar verilmesinde hukuki isabet
görülmemiştir.
KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle; ... kararının,
manevi tazminatın kısmen kabulüne ilişkin kısmının ONANMASINA; maddi tazminatın
kabulüne ilişkin kısmının BOZULMASINA..."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 8/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
25. Başvurucu; devletlerin vatandaşlarını koruma görevi
bulunduğunu, aynı saatler içinde üç farklı yerde ciddi boyutta patlamaların
gerçekleştiğini, bu büyüklükteki bir olayın istihbaratının önceden
alınamamasının kolluk kuvvetlerinin zafiyetini ve görevin gereği gibi yerine
getirilmediğini gösterdiğini, İdarelerin sorumluluğunun bulunduğunu belirterek
Anayasa'nın 17. ve 19. maddelerinde yer alan hakların ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
2. Değerlendirme
26. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve
manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
27. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve
görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve
görevleri... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve
adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır."
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Somut olayda başvurucu, terör saldırısı sonucu meydana gelen patlatmada
ağır şekilde yaralanmıştır. Eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliği olması
ile mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları gözönünde bulundurulduğunda
başvurunun yaşam hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
29. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkını güvence altına alan
Anayasa'nın 17. maddesini Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirerek
devlete üç tür yükümlülük yükleyecek şekilde yorumlamış ve bu yükümlülüklerin
ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmelerinde gözönüne alacağı
ilkeleri belirlemiştir. Bu yükümlülüklerden ilki kasıtlı ve hukuka aykırı
olarak öldürmeme yükümlülüğü (negatif yükümlülük), ikincisi her türlü tehlikeye
karşı bireylerin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü (pozitif yükümlülüğün maddi
boyutu), üçüncüsü ise doğal olmayan her ölümle ilgili etkili soruşturma
yükümlülüğüdür (pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu). Bireysel başvurunun
yaşam hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için kamu makamlarının yaşam
hakkının koruma alanına kasıtlı eylemleri veya ihmal suretiyle tezahür eden
eylemsizlikleri ile bir müdahalesinin gerçekleştiği iddia edilmelidir. Başka
bir anlatımla yaşam hakkı kapsamında yapılacak bir inceleme ancak yetkili
makamların kusura dayalı sorumluluğunun ileri sürüldüğü hâllerde söz konusudur.
Bir ölümden kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu olunduğunun ileri
sürülmesi hâlinde ise bireysel başvurunun açıklanan gerekçelerle yaşam hakkı
kapsamında incelenebilmesi mümkün değildir (Aziz Biter ve diğerleri, B.
No: 2015/4603, 19/2/2019, §§ 58, 59).
30. Bu açıklamalar çerçevesinde somut başvuruya
bakıldığında başvurucunun şikâyet ettiği husus, meydana gelen patlama sonucunda
yaralanmasından gerekli istihbarat çalışmalarının yapılamaması nedeniyle
devletin sorumlu olduğuna dairdir. Başvurucunun şikâyetinin devletin koruma
yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerektiği açıktır.
31. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki
alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer
bireylerin hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı
koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere
karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek
gerekli idari tedbirleri almalıdır. Ayrıca devlet, anılan yükümlülük kapsamında
bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten korumalıdır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
32. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir
tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği
durumlarda kamu makamlarının makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin
gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir. Ancak özellikle
insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar
değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate
alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak
şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).
33. Somut olayda başvurucu; devletin, diğer bir deyişle
kamu görevlilerinin yaşamı korumak için makul ölçüler çerçevesinde idari
tedbirler alma konusunda ihmalkârlık yaptığını ileri sürmektedir ve bakılmakta
olan başvuruyu söz konusu olay nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü maddi ve
manevi zararların tazmini için genel hükümlere göre idari yargı mercilerinde
açtığı tam yargı davasının reddedilmesi üzerine yapmıştır.
34. Başvuruya konu uyuşmazlıkta Mahkeme, başvuruya
dayanak teşkil eden terör eyleminde başvurucunun hedef alınmadığını, söz konusu
olayın El Kaide terör örgütü bağlantılı olarak organize edilen bir eylem
olduğunu ve bireysel bir olay olan terör eylemine yönelik herhangi bir ihbarın
ya da istihbari bilginin idareye intikal etmediğini belirtmiştir. Ayrıca
zararın İdarelerden kaynaklanan bir sebepten değil üçüncü şahısların kusurundan
doğduğu sonucuna varmıştır (bkz. §§ 13, 14).
35. Buna göre kamu makamlarının bahsi geçen terör
eyleminden haberdar olduklarına yönelik herhangi bir bilginin bulunmaması ve
bazı durum ya da koşullarda terör eylemlerinin öngörülmesi ve engellenmesindeki
imkânsızlıklar gözönünde bulundurulduğunda mevcut olayda devletin kusurlu
sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmenin kamu makamları üzerinde aşırı yük
meydana getirecek bir yorum olacağı açıktır.
36. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Maddi ve
Manevi Tazminat Taleplerinin Reddedilmesi Nedeniyle Mahkemeye Erişim Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
37. Başvurucu; terör saldırısı nedeniyle meydana gelen
patlama sonucunda ağır şekilde yaralandığını, başlangıçta %10 oranında olan iş
gücü kaybının daha sonra artarak %45 oranına yaklaştığını ve sağ gözünün kalıcı
olarak görme yetisini kaybettiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca; zararında
idarenin sorumluluğunun bulunduğunu, sosyal risk ilkesi gereği idarenin önlemekle
yükümlü olduğu ama önleyemediği terörden kaynaklı zararları nedensellik bağı ve
kusur koşulu aranmadan karşılaması gerektiğinin yargısal içtihatlarda ve
doktrinde belirtildiğini, maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmemesi ve
davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Öte yandan açtığı davanın reddedilmesi sonucunda aleyhine toplam
5.230 TL vekâlet ücretine hükmedildiğini, aleyhine hükmedilen söz konusu
vekâlet ücreti nedeniyle büyük zarara uğradığını da ifade etmiştir.
b. Değerlendirme
38. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar
başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Somut başvuruda
başvurucunun şikâyetlerinin özünü, maddi ve manevi zararlara yönelik tazminat
talebinin idare hukukunun genel hükümleri uyarınca incelenmemesi ve bu suretle
reddedilmesine ilişkin olduğundan şikâyet adil yargılanma hakkının
güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında
değerlendirilmiştir.
i. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
(1) Genel
İlkeler
41. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim
hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün
bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme)
yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım
Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156,
20/4/2017, § 34).
42. Anayasa Mahkemesi içtihadına göre de bir uyuşmazlığı
mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara
bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın
36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından
biridir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
43. Mahkemeye erişimi etkisiz kılacak ya da yargı yoluna
başvurmayı önemli ölçüde zorlaştırıcı veya caydırıcı nitelikte (AYM, E.2013/40,
K.2013/139, 28/11/2013) ya da kişinin mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız
hâle getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim
Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 31).
44. Öte yandan bir tazminat veya tam yargı davasına konu
olan alacağa ilişkin mevzuat hükümleri kapsamında yürütülen yargılamada,
kişilerin taleplerini başlattıkları usulde hataya düşülerek incelemenin
yapılacağı mevzuat kaynaklarının daraltılmasının belirtilen anlamda dava
açılması ile ilgili bir kısıtlama olarak değerlendirilmesi ve bu müdahalenin
mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir (Emir Ağgül ve
diğerleri, B. No: 2014/16320, 21/11/2017, § 63).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
45. Somut olayda başvurucunun terör eyleminde patlatılan
bomba sonucunda yaralanması nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine yönelik
idari başvurusunu ve ardından açtığı davasını 5233 sayılı Kanun kapsamında
değil tazminat hukukunun genel ilkelerine dayandırdığı açıktır.
46. Nitekim başvurucunun maddi ve manevi tazminat talebi
ilk derece mahkemesince önce tazminat hukukunun genel ilkelerine dayalı olarak
kısmen kabul edilerek tazminata hükmedilmiştir. İlerleyen süreçte Mahkemece
Danıştayın bozma kararına uyularak başvurucunun zararının İdarelerden
kaynaklanan bir sebepten değil üçüncü şahısların kusurundan doğduğu ve bu
nedenle kusurlu veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca idarenin sorumluluğu
cihetine gitme olanağı bulunmadığı belirtilerek maddi ve manevi tazminat
istemine yönelik davanın reddine karar verilmiştir. Öte yandan kararda, davanın
reddedilmesinin idarenin 5233 sayılı Kanun'dan doğan sorumluluğunu ortadan
kaldırmayacağı ve başvurması hâlinde 5233 sayılı Kanun çerçevesinde ödenmesine
karar verilip henüz tahsil edilmeyen tutarın başvurucu tarafından
istenebileceği de belirtilmiştir (bkz. § 14).
47. 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun’un
çıkarılış amacı “... terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı
yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla
karşılanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ancak bu yolla sonuç
alamayanların başvurmaları, verilen tazminat miktarlarının haksız zenginleşme
aracı olarak kullanılmasının önlenmesi...” şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca
5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin madde gerekçesinde “Zararların sulhen
karşılanması yöntemi ile mağdurların yargı yoluna gitmelerine gerek kalmaksızın
kısa sürede zararlarının giderilmesi amaçlanmıştır.” ifadesine yer
verilmiştir.
48. 5233 sayılı Kanun'un 1., 2., 7. ve geçici 1.
maddelerinde geçen "maddi" sözcüğünün iptali istemiyle açılan
davada verilen kararda da Anayasa Mahkemesince, 5233 sayılı Kanun'un terör
eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine
gerek kalmadan idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması
amacıyla hazırlanmış bir kanun olduğu belirtilmiş, Kanun'un bu yönüyle zarara
uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden
alternatif bir çözüm yöntemi getirdiği vurgulanmıştır. Ayrıca 5233 sayılı
Kanun'un idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem
veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan ancak terör ve terörle
mücadele sırasında meydana gelen zararların tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin
kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir kanun olduğu ifade edilmiş; 5233
sayılı Kanun'da yer alan sorumluluğun dayanağını kusursuz sorumluluğun bir türü
olan ve bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi
oluşturduğu belirtilmiştir. 5233 sayılı Kanun'un idarenin kusursuz sorumluluk
alanını genişletmekle birlikte Kanun'un 12. maddesinde "sulh yoluyla
çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları
saklıdır" denilerek Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına
paralel bir düzenlemeye yer verildiği ve idarenin sorumluluk alanını daraltan
ya da idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm
içermediği değerlendirmesinde bulunulmuştur (bkz. § 20).
49. Anayasa Mahkemesinin anılan kararında belirtildiği
üzere idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari eylemlere karşı yargı
yolunu kapatan bir hüküm içermeyen 5233 sayılı Kanun, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören
kişilerin zararlarını en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanmasını ve bu
suretle yargı yoluna gidilmeksizin uyuşmazlığın alternatif bir yöntemle
çözümünü amaçlamaktadır. Buna karşın getirilen çözümü ve sulh teklifini kabul
etmeyen ya da 5233 sayılı Kanun'la öngörülen alternatif yönteme müracaat
etmeyen başvurucuların tazminat hukukunun genel ilkelerine göre dava açmalarına
ve davaların tazminat hukukunun genel ilkelerine göre incelenmesine yönelik ise
herhangi bir engel bulunmamaktadır.
50. Buna göre 5233 sayılı Kanun'un geçici maddelerinde
yer alan ve açıkça belirtilen dönemler dışında meydana gelen terör eylemleri
veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan
zararların tazmini isteminde mutlak olarak 5233 sayılı Kanun'da öngörülen
usulün işletilmesi gerekmemektedir.
51. Somut başvuruda tazminat hukukunun genel
prensiplerine göre açılan davada Mahkemece başvurucunun sosyal risk ilkesi
uyarınca tazmini gereken maddi ve manevi zararının bulunup bulunmadığı
hususunda hiçbir değerlendirmede bulunulmamış, bu suretle başvurucu açtığı
davayı tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum
bırakılmış ve bu durum başvurucunun mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir
müdahale oluşturmuştur.
52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
53. Öte yandan yeniden yapılacak yargılama üzerine
verilecek kararda tekrar değerlendirileceğinden başvurucunun aleyhine nispi
vekâlet ücretine hükmedildiği iddiasına yönelik inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
2. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun
İddiaları
54. Başvurucu, davanın açıldığı tarihten kararın
kesinleştiği tarihe kadar yaklaşık 12 yıl geçtiğini ve makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
55. Bireysel başvuru sonrasında 25/7/2018 tarihli ve 7145
sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
56. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya
da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
57. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§
27-34) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolun başarı şansı sunan, yeterli giderim sağlama
kapasitesi bulunan, ulaşılabilir bir yol olduğunu tespit etmiştir. Bu
gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve
ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden
yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği
ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
58. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
59. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
61. Başvurucu, ihlallerin tespit edilmesi ile maddi ve
manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
62. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da
işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506,
7/11/2019).
63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından
söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani
ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle
ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan
karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması,
varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu
bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan, §§ 55, 57).
64. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzügü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir
örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde,
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine
ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
65. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme
kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
66. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
67. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye
erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere İstanbul 6. İdare Mahkemesine (30/4/2014 tarihli ve E.2013/2018,
K.2014/809 sayılı kararla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 8/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.