logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Haci İnan ve Miyeser İnan [2.B.], B. No: 2016/73139, 17/6/2020, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HACİ İNAN VE MİYESER İNAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/73139)

 

Karar Tarihi: 17/6/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1.Haci İNAN

 

 

2. Miyeser İNAN

Başvurucular Vekili

:

Av. Murat SADAK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın müsadere edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/12/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki Yargılama Süreci

8. Başvurucu Haci İnan'ın da aralarında bulunduğu birçok kişi hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 10/4/2000 tarihli iddianamesiyle “Hizbullah” isimli terör örgütü ile ilişkilerinin saptandığı gerekçesiyle silahlı terör örgütüne üye olma, anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma suçlarından kamu davası açılmıştır.

9. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. maddesi ile görevli) 16/2/2012 tarihli kararıyla Haci İnan’ın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ayrıca tapu sicilinde başvurucu Miyeser İnan adına kayıtlı bulunan İstanbul'un Beykoz ilçesi Kanlıca Mahallesi 520 ada 100 parsel sayılı taşınmazın suç örgütünün parasıyla alındığı ve suç örgütüne tahsis edilerek suçun işlenmesinde kullanıldığı belirtilerek müsaderesine karar verilmiştir.

10. Temyiz üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 15/5/2013 tarihli kararıyla Miyeser İnan’ın malen sorumlu sıfatıyla yargılama aşamasında davadan haberdar edilmediği, müsadere kararı verilen taşınmazın maliki olması nedeniyle verilen kararı temyiz etme hakkının olduğu belirtilerek ilk derece mahkemesinin kararı düzeltilmek suretiyle onanmıştır.

11. Başvurucular ağır ceza mahkemesi kararına karşı mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 7/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Anayasa Mahkemesince başvurunun “süre aşımı” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Hacı İnan ve diğerleri, B. No: 2013/7932, 8/9/2015, § 31).

B. Başvuru Konusu Yargılama Süreci

12. Başvuru formu ekindeki tapu kaydına göre başvuru konusu İstanbul'un Beykoz ilçesi Kanlıca Mahallesi 520 ada 100 parsel sayılı müfrez arsa vasıflı taşınmaz 27/12/1999 tarihinde başvurucu Miyeser İnan tarafından satın alınmıştır.

13. Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) 17/11/2000 tarihli iddianamesiyle, karı koca olan başvurucuların kara paranın aklanması suçundan 13/11/1996 tarihli ve 4208 sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun'un mülga 7. maddesinin birinci ve ikinci fıkrası ile aynı maddenin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında cezalandırılmaları ve anılan taşınmazın müsadere edilmesi istemiyle Beykoz 2. Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucuların Hizbullah örgütüne ait parayla suça konu taşınmazı satın alarak örgüt üyelerinin kullanımına tahsis ettikleri ileri sürülmüştür.

14. Mahkemece 15/11/2012 tarihinde başvurucu Miyeser İnan'ın iddia edilen suçu işlediğine dair şüpheden uzak, kesin ve yeterli delil elde edilememesi nedeniyle beraatine; başvurucu Haci İnan'ın ise mahkûmiyetine karar verilmiştir. Kararda, lehe ve aleyhe kanun değerlendirmesi yapılarak 4208 sayılı Kanun'un mülga 7. maddesi uyarınca netice itibarıyla 4 yıl hapis ve 100.000 TL adli para cezasına hükmedilmiştir. Ayrıca başvuru konusu parsel üzerindeki villa ile içindekilerin 4208 sayılı Kanun'un mülga 7. maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...SANIK MİYASER İNAN :İddianamede belirtilen evi eşi hacı inan ın satın aldığı, kendisinin ev hanımı olduğunu, şu anda da kahta da çiftçilik yaptığını, kara para işinden anlamadığını, bu işlere aklının yatmadığını, yasal olmayan işlerden polisin gelip kendisini götürmesi üzerine haberdar olduğunu beraatini karar verilmesini talep ettiğini

...

Tüm dosya içeriği sanıkların savunmaları, masak raporu, dosyada bulunan iddianame ve istanbul 13 ağır ceza mahkemesine ait karar örnekleri birlikte değerlendirildiğinde; sanık hacı inan ın 1985-1995 yılları arasında tarsus ilçesinde öğretmenlik yaptığı, 1997 yılında hizbullah örgütü lideri hüseyin velioğlu nun talebi ile Konya'ya gittiği ve kendisine ait birikmiş para ve cemaatin parası ile ev aldığı sanığın daha sonraki tarihte hiç bir ticari faaliyetinin ve gelirinin olmadığı, sanık Miyaser'in ev hanımı olduğu, sanık Hacı İnan'ın hizbullah örgütü içinde aktif olarak faaliyet gösterdiği ve kendi ifadesinden de anlaşılacağı üzere arkadaşları ile birlikte pazarlık yaparak suça konu taşınmazı 375 bin dolara satın aldıkları ve ev hanımı olan eşi Miyaser İnan adına kaydettirdikleri ve burayı örgüt lideri hüseyin velioğlu ve arkadaşları ile birlikte kullandıkları, kullanılan bu paranın tümüyle örgüt üyelerinden bir şekilde tahsil edilen para olduğu, ve taşınmazın örgüt tarafından kullanıldığı, Miyaser İnan'ın Hacı İnan'ın eşi olduğu ev hanımı olduğu kendi ifadesinden de anlaşılacağı üzere ticari faaliyetnin olmadığı geleneksel Türk aile yapısı içinde eşinin tapuyu miyaser adına yaptırdığı, ev hanımı olan Miyaser'in bu işleme karşı koyma iradesini ortaya koymasının kendisinden beklenemeyeceği, suç kastı ile hareket ettiğine dair savunmasının aksini gösterir delil bulunmadığı, suç tarihi itibariyle 4208 sayılı yasanın yürürlükte olduğu ancak daha sonra 5237 sayılı TCK nın yürürlüğe girdiği ve 5549 sayılı yasa ile 4208 sayılı yasanın ilgili mahkemelerinin ilga edildiği dikkate alındığında sanıkların eylemi suç tarihinde yürürlükte bulunan 4208 sayılı yasa ile suç tarihinden sonra yürürlüge gireni 5237 sayılı TCK hükümlerine göre ayrı ayrı değerlendirilmiş 5237 sayılı TCK 7/2 maddesi delaleti ile bulunan sonuç ceza bakımından sanıklar lehine sonuç doğuran yasa hükümleri tatbik edilmiş sanık hacı inan hakkındaki ceza dosyalarının bekletici mesele yapılması sebebiyle suçun zamanaşımına uğramadığı düşünülerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur."

15. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 19. Ceza Dairesince (Daire) 20/10/2016 tarihinde onanmıştır.

16. Nihai karar 19/12/2016 tarihinde öğrenilmiştir.

17. Başvurucular 22/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. 4208 sayılı Kanun'un "Karapara aklanması suçunda ceza" kenar başlıklı mülga 7. maddesi şöyledir:

"Karapara aklama suçu fiillerini işleyenler iki seneden beş seneye kadar hapis ve aklanan karaparanın bir katı ağır para cezasıyla cezalandırılır ve nemaları da dahil olmak üzere karapara kapsamındaki mal ve değerler ile bunların ele geçirilememesi halinde bunlara tekabül eden mal varlığının müsaderesine de hükmolunur.

Karapara, terör suçlarından veya Türkiye’ye ithali veya Türkiye’den ihracı kanunla yasaklanmış herhangi bir madde ve eşya kaçakçılığından elde edilmiş veya suç yukarıda belirtilen terör suçlarına kaynak sağlamak amacıyla işlenmiş ise birinci fikra hükmüne göre faile verilecek hapis cezası dört seneden az olamaz.

Suçun;

a) Karaparanın aklanması maksadıyla teşekkül vücuda getirenler ile idare edenler veya teşekküle mensup olanlar tarafından,

b) Görevi sebebiyle memur ve kamu görevlileri ile 3182 sayılı Bankalar Kanununa, 7397 sayılı Sigorta Murakabe Kanununa, 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanununa, 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanuna, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa, Ödünç Para Verme İşleri ile Özel Finans Kurumlarının Kurulması, Faaliyetleri ve Tasfiyelerine ilişkin Esas ve Usulleri düzenleyen mevzuata göre faaliyet gösteren kurumlarda çalışanlar tarafından,

c) Şiddet veya tehditle veya silah kullanarak,

İşlenmesi halinde hükmolunacak cezalar, ayrıca bir misli artırılır.

Bu suçların tüzel kişilik bünyesinde işlenmesi halinde, üçüncü fıkranın (a)bendi hükmünün uygulanamadığı durumlarda, fiili gerçekleştiren yöneticiler hakkında da aynı cezalara hükmolunmakla birlikte, tüzel kişiler de beşyüzmilyon liradan beşmilyar liraya kadar para cezası ile cezalandırılır.

Karapara aklama suçunun, usul veya füruu veya karı-koca veya kardeşlerinden biri tarafından karaparanın kaynaklandığı suçları gizlemek amacıyla işlenmesi halinde bu ceza, yarısından üçte ikisine kadar indirilir."

19. 4208 sayılı Kanun'un "Zamanaşımı" kenar başlıklı mülga 8. maddesi şöyledir:

"Karapara aklama suçlarının kovuşturulmasında zamanaşımı suresi onbeş yıldır. Dava açılması zamanaşımını keser."

20. 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'un 26. maddesi ile 4208 sayılı Kanun'un 7. ve 8. maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır.

21. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 36. maddesi şöyledir:

"Mahkûmiyet halinde cürüm veya kabahatte kullanılan veya kullanılmak üzere hazırlanan veya fiilin irtikabından husule gelen eşya fiilde methali olmayan kimselere ait olmamak şartiyle mahkemece zabt ve müsadere olunur.

Kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması cürüm veya kabahat teşkil eden eşya bir ceza mahkümiyeti olmasa ve faile ait bulunmasa bile mutlaka zabt ve müsadere olunur."

22. 29/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama" kenar başlıklı 282. maddesi şöyledir:

"(1) (Değişik: 26/6/2009 – 5918/5 md.) Alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tâbi tutan kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

(2) (Ek: 26/6/2009 – 5918/5 md.) Birinci fıkradaki suçun işlenmesine iştirak etmeksizin, bu suçun konusunu oluşturan malvarlığı değerini, bu özelliğini bilerek satın alan, kabul eden, bulunduran veya kullanan kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (3) Bu suçun, kamu görevlisi tarafından veya belli bir meslek sahibi kişi tarafından bu mesleğin icrası sırasında işlenmesi halinde, verilecek hapis cezası yarı oranında artırılır.

 (4) Bu suçun, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.

 (5) Bu suçun işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.

 (6) Bu suç nedeniyle kovuşturma başlamadan önce suç konusu malvarlığı değerlerinin ele geçirilmesini sağlayan veya bulunduğu yeri yetkili makamlara haber vererek ele geçirilmesini kolaylaştıran kişi hakkında bu maddede tanımlanan suç nedeniyle cezaya hükmolunmaz. "

23. 5237 sayılı Kanun'un "Eşya müsaderesi" kenar başlıklı 54. maddesi şöyledir:

"(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/11 md.) Eşyanın üzerinde iyiniyetli üçüncü kişiler lehine tesis edilmiş sınırlı ayni hakkın bulunması hâlinde müsadere kararı, bu hak saklı kalmak şartıyla verilir.

 (2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir.

 (3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.

 (4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.

 (5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir.

 (6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur. "

B. Uluslararası Hukuk

24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelediği elkoyma ve müsadere tedbirleri, suçla mücadele için etkili ve gerekli bir araçtır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, §§ 27, 30).

26. AİHM'e göre mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin devlete tanınması kişilerin mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı usule ilişkin güvenceler öngörülmelidir. AİHM kişilere, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin kanun dışı, keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Saccocia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008, § 89; Džinić/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68).

27. AİHM benzer bir şikâyeti ele aldığı bir kararında uluslararası uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele için gerekli tedbirlerin alınmasına ve bu konuda devletlerin geniş bir takdir yetkisi olmasına karşın iç hukukta iyi niyetli malikin yararlanabileceği bir giderim mekanizmasının mevcut olmadığı gerekçesiyle toplumun genel yararı ile bireyin temel hakları arasındaki adil dengenin sağlanamadığı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Bowler International Unit/Fransa, B. No: 1946/06, 23/7/2009, §§ 34-47).

28. Telbis ve Viziteu/Romanya (B. No: 47911/15, 26/6/2018) kararına konu olayda bir tıp doktoru hakkında rüşvet alma suçundan ceza soruşturması başlatılmış, doktor ve eşinin konutunda arama yapılarak doktorun eşi ve kızına ait bazı eşyalara ve 100.000 avro üzerinde paraya el konulmuştur. Ceza yargılaması sonunda doktorun mahkûmiyetine karar verilmiş ve rüşvet suçundan elde edildiği gerekçesiyle el konulan para ve eşyanın müsaderesine karar verilmiştir (Telbis ve Viziteu/Romanya, §§ 6-16). AİHM, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi üçüncü kural çerçevesinde incelemiş; müdahalenin hukuki bir dayanağının olduğunu ve yasa dışı yollarla elde edilen mülkün müsadere edilmesinin caydırıcı ve kamunun uğradığı zararı tazmin edici bir amacının olduğunu belirterek müdahalenin özellikle yolsuzlukla mücadele bakımından kamu yararına dayalı meşru bir amacının olduğunu vurgulamıştır (Telbis ve Viziteu/Romanya, §§ 72-74).

29. AİHM, ölçülülük yönünden yaptığı değerlendirmede ise öncelikle haklarında bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı hâlde başvurucuların müsadere tedbirinin uygulandığı yönündeki şikâyetlerini irdelemiştir. AİHM ilk olarak gerek Avrupa ortak hukukuna gerekse de evrensel hukuk standartlarına göre yolsuzluk, kara para aklama veya uyuşturucu suçları gibi ciddi suçlar yönünden müsadere için mahkûmiyet kararının gerekli olmadığını vurgulamıştır. İkinci olarak ise haksız yere elde edilmiş olduğu varsayılan mülkün meşru kökenini kanıtlama yükümlülüğü hukuk davaları da dâhil olmak üzere cezai olmayan müsadereye ilişkin yargılama süreçlerinde kanunla muhataplar üzerine de bırakılabileceğini belirtmiştir. Üçüncü olarak müsadere tedbirinin sadece suçtan elde edilen gelirlerle ilgili değil suç gelirlerini dönüştürme veya bu gelirlerin devri ya da karıştırılması yoluyla elde edilen herhangi bir gelir veya dolaylı menfaatleri içeren mülkler yönünden de uygulanabileceğini ifade etmiştir. Son olarak AİHM'e göre müsadere tedbiri, sadece suç isnadında bulunulan şüpheli veya sanıklar yönünden değil söz konusu varlıkların elde edilmesindeki rolünü gizleyen, iyi niyetli olmayan mülk sahibi üçüncü kişiler bakımından da uygulanabilir (Telbis ve Viziteu/Romanya, § 76).

30. AİHM, somut olayda ise başvurucuların isnat edilen suçtan menfaat sağlayan sanığın yakın aile üyeleri olduğu için mülklerinin kanun dışı yollarla elde edildiği yönünde şüpheye düşülmesinin makul olduğunu belirtmiştir. Ayrıca kamu hizmetinde yolsuzluğun önlenmesi ve azaltılması amacına ilişkin sürecin bir parçası olarak müsadere tedbirinin uygulanması bakımından devletlerin geniş bir takdir yetkilerinin olduğu vurgulanmıştır. AİHM; Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin öngördüğü şekilde iç hukukta müsadere tedbirine karşı etkili bir biçimde itirazda bulunabilme imkânının başvuruculara tanındığını, ilgili mal varlığı yasa dışı yollarla elde edildiği için derece mahkemelerinin müsadere kararı vermelerinin keyfî olmadığını, başvurucuların ise bunun aksini kanıtlayamadıklarını ifade etmiştir. AİHM son olarak derece mahkemelerinin sanığın yalnızca beş hafta içinde yüzlerce rüşvet alma suçunu işlediği ve devletin sosyal güvenlik sistemine zarar verdiği yönündeki tespitlerine yer vermiştir. AİHM ayrıca böylesine kısa bir sürede sanığın ve ailesinin elde ettiği mal varlığının -yasal gelirleri ile karşılaştırıldığında- açıkça orantısız olmadığını açıklamıştır (Telbis ve Viziteu/Romanya, §§ 77-80).

31. AİHM yolsuzlukla mücadele alanında kamu makamlarına geniş bir takdir yetkisinin tanındığını ve başvuruculara müsadere tedbirinin uygulanmasına karşı etkili bir savunma ve itiraz hakkının tanındığını, derece mahkemelerinin kararlarının da keyfî olmadığını belirterek müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varmıştır (Telbis ve Viziteu/Romanya, § 81).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 17/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

33. Başvurucular, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

34. Bireysel başvuru sonrasında, 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

35. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

36. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).

37. Somut başvuru yönünden de söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

38. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

39. Başvurucular; öncelikle Haci İnan hakkında somut delil olmaksızın ve davanın zamanaşımına uğramış olmasına rağmen mahkûmiyet kararı verilmesinin hukuka aykırı olduğu ifade etmişlerdir. Müsadereye ilişkin olarak 5237 sayılı Kanun ile 765 sayılı mülga Kanun arasında karşılaştırma yapılarak başvurucular yönünden lehe 765 sayılı mülga Kanun'un 36. maddesinin uygulanması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre 765 sayılı Kanun uyarınca müsadereye karar verilebilmesi için malik hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiği oysa taşınmazın maliki olan Miyeser İnan hakkında beraat kararı verildiği, onun da iyi niyetli üçüncü kişi olduğu ve iyi niyetli üçüncü kişilere ait malların müsadereye konu olamayacağı vurgulanmıştır. Öte yandan 5237 sayılı Kanun yönünden de iyi niyetli üçüncü kişi olan Miyeser İnan'ın maliki olduğu taşınmazın müsadere edilmesinin hukuka aykırı olduğu açıklanmıştır. Ayrıca başvurucular lehe olan 4208 sayılı Kanun'da müsadere için zamanaşımı süresinin belirlenmediğini, bu nedenle müsadere zamanaşımı süresinin suçun dava zamanaşımı süresi ve bu sürenin de 7,5 yıl olduğunu ifade etmişlerdir. Bununla birlikte 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 128. maddesinde öngörülen ilgili kurum ve kuruluşlardan rapor alınmasına ilişkin usule ilişkin gerekliliklerin göz ardı edildiği ve taşınmazın suçtan elde edilmediğinin araştırılmadığı ileri sürülmüştür. Sonuç olarak açıklanan nedenlerle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddia edilmiştir.

2. Değerlendirme

40. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de iddialarının özünü taşınmazın müsadere edilmesi nedeniyle mülkten yoksun kalması oluşturduğundan şikâyetlerinin bir bütün olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

43. Başvurucular lehe kanun hükümlerinin uygulanmadığını, dava zamanaşımının dolmasına ve somut delil olmamasına rağmen Haci İnan hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini ve taşınmazın müsadere edildiğini iddia etmişlerdir. Ayrıca ilgili kurumlardan rapor alınmadığını ifade etmişlerdir. Mahkemece lehe ve aleyhe kanun değerlendirmesi yapıldığı, başvurucular hakkında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılamanın bekletici mesele yapılması nedeniyle dava zamanaşımının dolmadığı ve Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporu doğrultusunda değerlendirme yapıldığı belirtilmiştir. Başvurucular tarafından ileri sürülen bu iddiaların, mahkemelerce delillerin değerlendirilmesine ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan hususun da bulunmadığı anlaşılmıştır.

44. Başvuru konusu taşınmazın tapuda başvurucu Miyeser İnan adına kayıtlı olduğu anlaşıldığından Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.

45. Anayasa Mahkemesi daha önce müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yönündeki tedbirlerin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiş, mülkten yoksun bırakma sonucuna yol açsa dahi niteliğini ve amacını gözeterek müdahaleleri mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiştir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015 § 57; Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 67-70; Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 62-67; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 58-62).

46. Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucu Miyeser İnan'a ait taşınmazın müsaderesine karar verilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açık olup başvurucuya ait taşınmazın suçta kullanılmasını önlemeyi amaçlayan müdahalenin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

47. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

48. Başvuru konusu olayda müsadere kararının 4208 sayılı Kanun'un 7. maddesinin birinci fıkrası uyarınca verildiği görülmektedir. Bu kanun hükmünün belirli, öngörülebilir ve ulaşılabilir olduğunda bir tereddüt bulunmadığından müdahalenin kanuni bir dayanağı mevcuttur.

49. Somut olayda kara para aklama suçunun konusu olduğu gerekçesiyle taşınmaz hakkında müsadere tedbiri uygulanmıştır. Suçla mücadele çerçevesinde müsadere tedbirinin önemli ve gerekli bir araç olduğu kuşkusuzdur. Bu bağlamda suça konu veya suçtan elde edilen eşyanın müsaderesiyle suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması ve yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Dolayısıyla müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının olduğu kuşkusuzdur.

50. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacın gerçekleştirilmesi için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

51. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

52. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).

53. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı, § 71).

54. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösteren makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda elkoyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 66; Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 115).

55. Müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması ve yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesi yönündeki amacı gerçekleştirmek için elverişli bir araç olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.

56. Müdahalenin gerekliliği bakımından ise öncelikle suçla mücadele çerçevesinde hangi araçların seçileceği konusunda kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisinin olduğunu belirtmek gerekir. Somut olayda müsadereye konu taşınmazın kara para aklamak için kullanıldığı sabittir. Kara para aklama suçuyla mücadele kapsamında suçta kullanılan taşınmazın müsaderesi bir zorunluluk teşkil etmektedir. Suçla mücadele amacına müsadere dışında daha hafif bir müdahale, başvuru konusu olay özelinde mümkün değildir. Dolayısıyla belirtilen gerekçeler ve kamu makamlarının bu alandaki takdir yetkileri dikkate alındığında somut olayın koşulları altında müdahalenin gerekliliği hususunda yapılan değerlendirmenin aksi bir sonuca ulaşmayı gerektirecek bir nedeni bulunmamaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mehmet Salih Baltaci, B. No: 2017/14768, 27/11/2019, § 57)

57. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.

58. Anayasa Mahkemesi daha önce kural olarak mülk sahibinin davranışları ile elkoyma veya müsadere tedbirlerinin uygulanmasına yol açan kanuna aykırılık arasındaki ilişkinin tedbiri uygulayan kamu makamlarınca ortaya konulması gerektiğini belirtmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi aynı kararlarında böyle bir ilişki mevcut olmasa dahi kamu yararının gerektirdiği kimi durumlarda elkoyma veya müsadere gibi tedbirlerin uygulanmasının öngörülebileceğini kabul etmiştir (Arif Güven, § 68; başvurucu mahkûm edilmemekle birlikte millî ekonominin korunması ve kara yollarının güvenliği için aracın müsaderesinin etkin bir tazminat yolunun varlığı nedeniyle ölçülü görüldüğü karar için bkz. Bekir Yazıcı, §§ 66-80).

59. Diğer bir deyişle müsaderenin bir suç isnadına bağlı olarak uygulandığı durumlarda yöntemince yapılan ceza soruşturması ve kovuşturması neticesinde müsadere kararı verilebilmesi için davanın mahkûmiyet ile sonuçlanması gerekmekle birlikte mülkün kanun dışı yollarla ele geçirildiği veya kanuna aykırı faaliyetlerde kullanıldığı gibi kimi durumlarda mahkûmiyetten bağımsız olarak da elkoyma veya müsadere tedbirleri uygulanabilir. Buna göre söz konusu tedbirler özellikle yolsuzluk, kara paranın önlenmesi, kaçakçılık veya uyuşturucu madde ticareti gibi ciddi suçların önlenmesi kapsamında sadece suçtan elde edilen gelirler ve mal varlıklarının ait olduğu şüpheli veya sanıklar yönünden değil aynı zamanda bu gelirler ve mal varlıklarının devredildiği veya kazandırıldığı iyi niyetli olmayan üçüncü kişiler yönünden de uygulanabilir (Semra Başaran, B. No: 2015/3309, 25/12/2018, § 67).

60. Somut olayda başvurucu Miyeser İnan adına kayıtlı bulunan taşınmazın suç örgütünün parasıyla alındığı ve suç örgütüne tahsis edilerek suçun işlenmesinde kullanıldığı belirtilerek taşınmaz için müsadere tedbiri uygulanmıştır. Bu bağlamda suçun işlenmesinin önlenmesi bakımından kamu makamlarının belirli bir takdir yetkisinin mevcut olduğuna dikkat çekmek gerekir. Dolayısıyla derece mahkemelerinin tedbire yönelik kararları keyfî veya öngörülemez değildir.

61. Mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu taşınmaz kara para aklama suçu kapsamında müsadere edilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesi incelendiğinde söz konusu taşınmazın örgüt üyeliği faaliyeti kapsamında elde edilen para ile alındığı ve başvurucu Haci İnan'ın da kara paranın aklanması suçundan mahkûmiyetine hükmedildiği görülmektedir. Mahkeme taşınmazın tapu kayıt maliki başvurucu Miyeser İnan yönünden de beraat kararı vermekle birlikte taşınmazın kara paranın aklanması suçu çerçevesinde elde edildiği ve ev hanımı olup ticari bir faaliyeti olmayan başvurucunun bu taşınmazı edinmiş olmadığı yönünde bir değerlendirme yapmıştır. Nitekim başvurucu Miyeser İnan'ın da savunmasında taşınmazı eşi Hacı İnan'ın satın aldığını belirttiği görülmektedir (bkz. § 14).

62. Bu bağlamda uygulanan tedbire karşı iddia ve savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının başvuruculara tanınıp tanınmadığı değerlendirilmelidir. Somut olayda uygulanan tedbire karşı başvurucuların iddia ve savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınmadığı yönünde bir şikâyetlerinin bulunmadığını belirtmek gerekir. Bununla birlikte başvurucular 7/2/2012 tarihli duruşmada avukat ile temsil edilerek savunma ve itirazlarını ileri sürebilmiştir. Ayrıca başvurucular Mahkeme tarafından verilen müsadere kararını temyiz edebilmiştir.

63. Öte yandan başvurucular, yargılama sırasında müsadere edilen taşınmazın meşru yollardan elde edildiğini ve iyi niyetli olduklarını ispat edebilmesi önünde herhangi bir kanuni veya fiilî engel bulunduğunu da ortaya koyamamıştır. Ayrıca başvuru formu incelendiğinde başvurucuların söz konusu tedbirin makul bir süreyi aştığı veya kaçınılmaz olandan fazla bir zarara yol açacak şekilde uzun sürdüğü yönünde açık bir şikâyetinin de bulunmadığı görülmektedir. Bunun yanında derece mahkemelerince müsadere tedbirinin suça konu taşınmazla sınırlı olarak uygulandığı görülmekle açık bir orantısızlık da söz konusu değildir (benzer değerlendirme için bkz. Semra Başaran, § 69).

64. Bu durumda anılan taşınmaz hakkında müsadere tedbiri uygulanmak suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı ile karşılaştırıldığında ve mülkiyet hakkının öngördüğü güvenceler somut olayda sağlandığından başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemediği değerlendirilmiştir. Buna göre başvuruya konu müdahalenin kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengeyi bozmadığı ve ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.

65. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal Olmadığı)
Künye
(Haci İnan ve Miyeser İnan [2.B.], B. No: 2016/73139, 17/6/2020, § …)
   
Başvuru Adı HACİ İNAN VE MİYESER İNAN
Başvuru No 2016/73139
Başvuru Tarihi 22/12/2016
Karar Tarihi 17/6/2020

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, taşınmazın müsadere edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Müsadere ve Elkoyma İhlal Olmadığı
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Makul sürede yargılanma hakkı (ceza) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi