TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞEMSETTİN KÖSEOĞLU VE ZAFER KÖSEOĞLU
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/73175)
|
|
Karar Tarihi: 29/9/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Ayşe Didem ÖZDEMİR AKCA
|
Başvurucular
|
:
|
1. Şemsettin KÖSEOĞLU
|
|
|
2. Zafer KÖSEOĞLU
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Ali ELBEYOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zilyetliğe dayalı olarak tasarrufta bulunulan
taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/12/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Birinci Bölüm İkinci Komisyonca başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucuların
Dayandıkları Tapu Kayıtları
7. İstanbul'un Silivri ilçesi Çeltik köyünde bulunan 3.401
hektar 4.189 metrekare büyüklüğündeki Maa
Koru Büyük ve Küçük Çeltik Çiftliği Ekim 1944 tarihli ve 41 sıra
numaralı tapu kaydına göre İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü adına kayıtlıdır.
B. Kadastro Çalışmaları
ve Yargılama Süreci
8. Çeltik köyünde 1999 yılında kadastro çalışmaları yapılmıştır.
Bu çalışmalar sırasında yukarıda belirtilen tapu kaydı kapsamındaki yerlerden
6.817 metrekarelik bir kısım 3167 parsel numarası altında sınırlandırılarak
27/8/1999 tarihinde başvurucuların murisi Osman oğlu Mahmut Köseoğlu adına
tespit edilmiştir. Kadastro Tutanağı'nda 30/1/1942 tarihli ve 4183 sayılı
Çeltikçi Çiftliğinin Satılmasına ve İlk Satış Bedellerinden Kalan Alacağın
Terkinine Dair Kanun ile 84 aile reisine 50.000 TL (eski TL ile) bedeli
karşılığında satıldığı ve yapılan ifraz sonucu anılan taşınmazın başvurucuların
murisine isabet ettiği belirtilmiştir. Sonuç olarak adı geçen kişinin
çekişmesiz ve aralıksız olarak malik sıfatıyla zilyetliğini devam ettirdiği,
taşınmazın da orman olmadığı gerekçesiyle tespitin yapıldığı açıklanmıştır.
9. Mahmut Köseoğlu mirasçıları aleyhine 26/10/1999 tarihinde
Hazine tarafından Silivri Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz
davası açılmıştır.
10. Silivri Kadastro Mahkemesince 17/6/2002 tarihli karar ile
Çeltik köyü 3167 parsel sayılı taşınmazın 1999 yılındaki kadastro tespitinde
Mahmut Köseoğlu adına tespit edildiği belirtilmiştir. Çeltik köyünde 1975
yılında yapılan kadastro tespitinde tescil dışı bırakılan taşınmazın 1999 yılında
yapılan ikinci kadastro sırasında başvurucuların murisi adına tespitinin
yapıldığı, 3167 parselin bir yönden ormana bitişik olduğu, 8/2/1937 tarihli ve
3116 sayılı Orman Kanunu'na göre düzenlenen 954 tarihli 11 numaralı orman
tapusunun içinde kaldığı ifade edilmiştir.
11. Anılan kararın gerekçesinde ayrıca Çeltik köyüne ait 1944
tarihli ve 41 numaralı tapunun taşınmazı da kapsadığı belirtilerek tespit
yapılmış ise de bu tapunun 1975 yılında tespit edilen köylülere ait tüm
taşınmazları kapsamış olduğu, o tarihte köylülerin Vakıflar İdaresinden köyün
ve arazilerinin bulunduğu yeri satın almış olduğu, dava konusu taşınmazın ise
orman tapusunun içinde kaldığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak kadastro tespitinin
iptali ile taşınmazın Hazine adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
Kesinleşen karar gereği 3167 parsel sayılı taşınmaz 9/7/2004 tarihinde orman
vasfıyla Hazine adına tescil edilmiştir.
C. Tazminat Davası Süreci
12. Başvurucular 20/9/2013 tarihinde Hazine aleyhine Silivri 3.
Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde Ekim
1944 tarihli ve 41 numaralı tapu kaydının 3167 parsel sayılı taşınmazı
kapsadığını ve atalarından bu yana hem tapulu malları olan hem de zilyedi
bulundukları taşınmazın murisleri adına tespit görmüş olduğu hâlde orman olarak
Hazine adına tescil edildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır.
13. Mahkeme 13/3/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde; başvurucuların geçerli tapularının bulunmadığı, tapu
almaya matuf kadastro tespitinin Silivri Kadastro Mahkemesinin 17/6/2002
tarihli kararı ile iptal edilerek taşınmazın orman vasfıyla Hazine adına
tesciline karar verildiği ifade edilmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucuların
dayandığı tapu kaydının harita ve krokisinin bulunmadığını, hudutları
itibarıyla bütün köyü kapsadığını, gitti kaydı itibarıyla silsilesinin düzgün
olmadığını, kadastro tespitini itiraz davasında da davalı tarafın dayanağı olmaktan
çıktığını ve orman vasıflı arazi bakımından devletin kusursuz sorumluluğundan
söz edilemeyeceğini vurgulamıştır.
14. Temyiz edilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 6/6/2016
tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararında kadastro tespitine itiraz davası
ile tapu kaydı oluşmadan kadastro tespitinin iptaline karar verildiği, ayrıca
tazminat isteğine dayanak yapılan parselin kadastro tespitine esas alınan Ekim
1944 tarihli ve 41 sıra numaralı tapu kaydının malikinin İstanbul Vakıflar
Başmüdürlüğü olduğu belirtilmiştir. Ayrıca tazminat isteğine dayanak yapılan
taşınmaz yönünden başvurucular ya da murisleri adına oluşmuş bir tapu kaydı
veya tapu sicili bulunmadığından tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan
zararın söz konusu olamayacağı vurgulanmıştır.
15. Başvurucuların karar düzeltme talepleri aynı Dairenin
3/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar, başvurucular vekiline 23/11/2016 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucular 22/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 4183 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"Vakıflar Umum Müdürlüğünce göçmenlere
taksitle satılmış ve birinci taksit olan on bin liradan bakiye kalan borç için
icraca bilmüzayede Umum Müdürlüğe ihale edilmiş olan Silivri'deki Çeltikçi
çiftliğinin ilk taksit ve ihale bedellerinin mahsubundan sonra geri kalan alcak
ile bütün faiz ve masraflarının kaydı terkin edilmiştir."
19. 4183 sayılı Kanun'un 2. maddesi şöyledir:
"Yukarıdaki maddede yazılı çiftliği
ikinci fıkrada gösterilen tediye usul ile kırk bin lira bedel mukabilinde ve
diğer tesbit edilen şartlar dairesinde arttırmaya konulmaksızın yapılan
mukavele mucibince içindeki köylülere satmağa Vakıflar Umum Müdürlüğü mezundur.
Bu bedele mahsuben alınan beş bin lira birinci
taksit sayılarak kalan otuz beş bin lira ilk taksiti 1 ikinciteşrin 1942
tarihinde başlamak üzere on dört senede ve on dört müsavi taksitte
alınır."
20. 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2.
maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bu yerler dışında orman sınırlarında
hiçbir suretle daraltma yapılamaz. "
21. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
705. maddesi şöyledir:
“Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille
olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal,
kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden
önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi,
mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."
22. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi şöyledir:
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün
zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan
görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu
sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. "
B. Uluslararası Hukuk
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mülkiyet hakkına
ilişkin olarak Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde
etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.),
B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum
Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).
25. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak
müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında
bir mülk ile ilişkili olması
durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da
içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde
edilebileceği yönündeki en azından bir meşru
beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No:
44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn
Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83;
meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B.
No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik
Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 32; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika,
B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31).
26. Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak
kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında
savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir
(Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti
[BD] (k.k.),B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde
yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak
reddedildiği durumlarda meşru bir
beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97,
4/3/2003, §§ 29-33).
27. AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir
olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması, hukuki bir düzenlemeye
ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken
meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye
(k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008).
28. Kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi bakımından
AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile
yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre mera, orman gibi
alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağına dair Türk
hukukundaki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların bu taşınmazların mülkiyetini
elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentilerinin doğmasının mümkün
bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve
diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye (k.k.), B. No:
50253/99, 18/10/2007; Nane ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No:
29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye
(k.k.), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 29/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
30. Başvurucular, murislerinin tapu siciline güvenerek satın
aldığı taşınmazın yapılan kadastro çalışmaları sonucu orman olarak Hazine adına
tapuya tescil edildiğinden yakınmışlardır. Başvurucular 4721 sayılı Kanun'un
1007. maddesi kapsamında açtıkları tazminat davasının ise reddedildiğini
belirtmişlerdir. Başvurucular sonuç olarak herhangi bir bedel veya tazminat
ödenmeden taşınmazlarından yoksun bırakıldıklarını belirterek mülkiyet
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
31. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak
35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
32. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No:
2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35.
maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup
olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, §
26; İhsan Vurucuoğlu, B. No:
2013/539, 16/5/2013, § 31).
33. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet
hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal
varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu
bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve
gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve
fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve
diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
34. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen
mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu
alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı
içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166,
25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve
diğerleri, § 51).
35. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı
bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar
güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu
bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı
olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence
altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan
mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal
Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478,
25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve
diğerleri, §§ 52-54).
36. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp
belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu
gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da aynı menfaatle ilgili hukuki bir
işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660,
20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk,
§ 42). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru
beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia
edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri
ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen
Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37).
Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri
sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir
(Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi,
§ 37).
37. Somut olayda ihtilaf konusunun anılan köyde bulunan ve
kadastro çalışmalarında 3167 parsel olarak sınırlandırılan taşınmaz olduğu
anlaşılmaktadır. Bu taşınmaz 1975 yılında yapılan kadastro tespit harici
bırakılmış, 1999 yılında yapılan kadastro çalışmaları sonrasında Silivri
Kadastro Mahkemesinin 9/7/2004 tarihinde kesinleşen hükmü uyarınca orman
vasfıyla Hazine adına tapuya tescil edilmiştir. Başvurucular ise kadastro
sırasında bu taşınmazın murisleri adlarına tespit edildiğini, öncesinde de bu
taşınmaza ait bir tapu kaydı olduğunu öne sürmüşlerdir.
38. Başvurucular aynı şikâyetlerini 4721 sayılı Kanun'un 1007.
maddesi çerçevesinde açtığı davada derece mahkemeleri önünde de dile getirmiş,
bu dava -diğer unsurlar yanında- esas itibarıyla Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin
kararına göre başvurucuların bir tapu kayıtlarının bulunmadığı gerekçesiyle
reddedilmiştir. Nitekim başvurucuların dayandıkları 11/10/1944 tarihli ve 41
numaralı tapu kaydına göre söz konusu taşınmazın gerçekten de Yargıtay
Dairesinin de belirttiği üzere Vakıflar Başmüdürlüğü adına tescilli olduğu
anlaşılmaktadır.
39. Anayasa Mahkemesi daha önce tapu siciline güvenerek
taşınmazı satın alan iyi niyetli malik yönünden sonradan bu tapu kaydının
tazminat ödenmeksizin iptal edilmesinin mülkiyet hakkına yapılan ölçüsüz bir
müdahale olduğunu kabul etmiştir (Cemile
Gökhan ve diğerleri, B. No:
2015/1203, 25/3/2018). Ancak bunun için öncelikle ihtilaf konusu taşınmaz
yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mevcut bir mülkünün olduğunu veya bu
taşınmazı edinmeye yönelik somut bir temele dayalı meşru bir beklentisi
olduğunu ispat etme yükümlülüğü başvurucuya düşmektedir.
40. Diğer taraftan zeminde hiçbir taşınmaza uymayan bir tapu
kaydının oluşturulmasının da tapu siciline güvenerek taşınmazı satın alan iyi
niyetli malik yönünden mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği ileri
sürülebilirse de başvurucuların gerek tazminat davasında gerekse de bireysel
başvuru kapsamında buna ilişkin açık bir şikâyetinin söz konusu olmadığı
anlaşılmaktadır. Yukarıda da değinildiği üzere bu bireysel başvurunun konusu
Hazine adına orman olarak tescil edilen 3167 parsel taşınmaza yönelik olup
başvurucular bu taşınmaz yönünden kendilerine ait bir tapu kaydı olduğunu ileri
sürerek bu kısmın tazminat ödenmeksizin ellerinden alındığından yakınmaktadır.
Dolayısıyla somut başvuru bu iddia ile sınırlı olarak değerlendirilecektir.
41. Somut olayda ihtilaflı taşınmazın kadastro mahkemesinin
kararıyla orman vasfıyla tapuya tesciline karar verildiği dikkate alınmalıdır.
Buna göre söz konusu taşınmazın kadastro sonucu başvurucuların murisi adına
tapuya tescil edilmemiş olduğu görülmektedir. Başvurucuların ileri sürdükleri
tapu kaydının ise Vakıflar Başmüdürlüğüne ait olduğu görülmektedir.
Başvurucular bu taşınmaza uyan başka bir tapu kaydı da sunamamışlardır. Her ne
kadar başvurucular kadastro tutanağında da açıklandığı üzere söz konusu
taşınmazı Vakıflar İdaresinden satın aldıklarını ileri sürmüşlerse de bu satışın
tapu müdürlüğünde yapılmadığı anlaşılmaktadır. Hâlbuki 4721 sayılı Kanun'un
705. maddesine göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur, 706. madde
uyarınca da taşınmaz satışlarının resmî şekilde yapılması gerekir. Buna göre
başvurucuların söz konusu resmî şartı gerçekleştirerek tescil işlemi yapılmadan
taşınmazı satın aldıkları dikkate alınmalıdır. Bunun yanında kadastro
mahkemesinin kararında söz konusu tapu kaydının orman alanı dışındaki
taşınmazlara uyduğu açıklanmaktadır. Nitekim asliye hukuk mahkemesi de
dayanılan tapu kaydının haritasının bulunmayıp sınırlarının genişletilmeye
elverişli olduğuna dikkati çekmiştir.
42. Bu durumda fiilen orman niteliğinde olduğu belirlenen anılan
taşınmazın başvuruculara ait olduğunu gösterir bir tapu kaydının mevcut
olmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucuların dayandıkları tapu kaydının ise
başvurucuların murisine ait olmadığı gibi resmî bir ölçüme dayalı olmayan bu
kaydın ihtilaflı taşınmazı kapsayıp kapsamadığı da belirsizdir. Öte yandan
başvurucuların dayanak yaptıkları tapu kaydının 3167 parsele uygulanamaz olduğu
söz konusu taşınmazın 1975 yılında tespit harici bırakılması ile ortaya çıkmış,
başvurucular kendileri ya da murislerinin bu işleme karşı dava yoluna
başvurduklarına ilişkin bir bildirimde bulunmamışlardır. Nitekim başvurucuların
murisince bu yerin Vakıflar İdaresinden satın alındığı ileri sürülmüş ise de
kaydın kadastro mahkemesince orman alanındaki bu yeri kapsamadığı
belirtilmiştir. Bu itibarla başvurucular tapu kaydına güvenerek bu yeri satın
aldıklarını öne sürmüş ve tapuya güven ilkesine dayalı tazminat davasını
düzenleyen 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca alacak istemiyle dava
açmış iseler de bireysel başvuruya konu iddiaları bakımından ise söz konusu
taşınmazın kendilerine ait olduğunu gösteren geçerli bir tapu kaydının
varlığını ortaya koyamamışlardır.
43. Başvurucular mülk edinmeyi sağlayan zilyetlik yoluyla
kazandırıcı zamanaşımı koşullarının murisleri yararına gerçekleştiğini ve bu
suretle uyuşmazlık konusu taşınmazın mülkiyetini edindiklerini ileri sürmüş
iseler de ormanların korunması ve geliştirilmesine ilişkin Anayasa'nın 169.
maddesi uyarınca mülkiyetinin devredilmesi yasaklanan devlet ormanlarının
zamanaşımı ile mülk edinilmesi mümkün bulunmamaktadır.
44. Sonuç olarak başvurucuların ihtilaflı taşınmaz mülkiyetini
edinmeye yönelik meşru bir beklentisi olduğunu gösteren bir kanun hükmü veya
yerleşik yargı içtihadı gibi somut bir temele de dayanmadığı görülmektedir.
45. Bu durumda yargı kararıyla orman olduğu belirlenen uyuşmazlık
konusu taşınmaza yönelik olarak kadastro öncesinde başvurucuların tapu veya
benzeri bir kayıt sunamadıkları kadastro sonucu da bu taşınmaz başvurucuların
murisi adına tapuya tescil edilmemiştir. Buna göre somut başvuru açısından
ihtilaflı taşınmaz yönünden başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülklerinin veya somut ve yeterli
bir hukuki temele dayalı olarak mülkiyeti elde etme yönünde meşru bir
beklentilerinin bulunduğunu kanıtlayamadıkları anlaşılmaktadır.
46. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
29/9/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Dosya kapsamına göre; başvurucuların murisi Romanya’dan
muhacir olarak Türkiye’ye gelmiş, bu konumdaki 84 aileye Vakıflar Genel
Müdürlüğü’ne ait Silivri’deki Çeltikçi Çiftliği satış suretiyle tahsis edilmiş,
akabinde de 30.1.1942 tarih ve 4183 sayılı “Çeltikçi Çiftliğinin Satılmasına ve
İlk Satış Bedellerinden Kalan Alacağın Terkinine Dair Kanun” ile bu satış
işlemi kanuni bir temele dayandırılmış, ancak geçen yıllar içinde satın alan 84
hak sahibine müstakil tapuları düzenlenip verilmediğinden, kadastro tespitinin
yapıldığı 27.8.1999 tarihine kadar hak sahiplerince fiili taksim yapılmak
suretiyle anılan arazi üzerindeki mülkiyet hakkı kullanılagelmiş, 27.8.1999
tarihinde yapılan kadastro tespiti sonucu düzenlenen kadastro tutanağında,
anılan arazi içinde 6817 m2’lik bir kesimin başvurucuların murisi adına tespiti
yapılmış ve tutanağın açıklamalar bölümüne çeltikçi çiftliğinin 4183 sayılı
Kanun uyarınca içlerinde başvurucuların murisinin de bulunduğu 84 aileye 50.000
TL. bedel karşılığı satılmış olduğu ve yapılan ifraz sonucu anılan taşımazın
başvurucuların murisine isabet ettiği hususu dercedilmiştir. Bu işleme karşı
Hazine tarafından açılan iptal davası sonunda ise anılan parselin orman tapusu içinde
kaldığı belirtilerek, 9.7.2004 tarihli kararla orman vasfıyla Hazine adına
tescil edilmiş; başvurucuların kesinleşen bu karar sonrasında Hazine aleyhine
açtıkları tazminat davası da derece mahkemesince, başvurucuların geçerli
tapularının bulunmadığı, başvurucuların dayandığı tapu kaydının harita ve
krokisinin bulunmadığı, gitti kaydı itibariyle silsilesinin düzgün olmadığı,
orman vasıflı arazi niteliği itibariyle devletin kusursuz sorumluluğundan söz
edilemeyeceği gerekçesiyle reddedilmiş ve bu karar onarmak suretiyle
kesinleşmiştir.
2. Devletin, Romanya’dan muhacir olarak gelen 84 vatandaşına
bedeli mukabili tahsis ettiği bir arazi (Silivri Çeltikçi Çiftliği) akabinde
özel bir yasa (4183 sayılı kanun) ile de sağlam bir hukuki temele
dayandırılmıştır. Kanunların birbirlerine nazaran üstünlüğünden söz
edilemeyeceği gibi, böyle bir çatışmanın varlığında genellik - özellik
ilişkisinin dikkate alınması gerekli bulunmaktadır. Ortada özel bir amaca
(Romanya’dan gelen 84 muhacir aileye arazi tahsis edilmesi) dayalı 4183 sayılı
Kanunun varlığı karşısında, sanki bu kanunun üstündeymiş gibi, 6831 Sayılı
Orman Kanununun esas alınarak mülkiyet hakkının geçersiz sayılması açıkça
hukuka aykırıdır. Ayrıca 1942-1999 arasında başvurucuların murisine açık bir
tapu düzenlenmemesi de tamamen idarenin açık bir kusurudur. Devletine güvenmiş,
bir bedel karşılığında kendisine arazi satışı yapılmış, üstelik bu durum özel
bir kanunla da teminat altına alınmış Romanya muhaciri 84 vatandaşın (ve bu
arada başvurucuların) 60 yıla yakın devam eden bu mülkiyet haklarının derece
mahkemeleri tarafından Anayasaya aykırı gerekçelerle ellerinden alınması ve
ilaveten uğradıkları zararın da “Devletin bu işte bir kusurunun bulunmadığı”
gerekçesiyle reddedilmesi, mülkiyet hakkının ağır biçimde ihlâli sonucunu
doğurmaktadır.
3. Açıklanan nedenlerle; başvurucuların Anayasanın 35.
maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlâl edildiği kanaatine vardığımdan,
çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.