TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SALİME MÜGE BARIŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/7602)
|
|
Karar Tarihi: 28/5/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Tuğçe TAKCI
|
Başvurucu
|
:
|
Salime Müge
BARIŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yakınının ölümünde sorumluluğu bulunduğu iddia
edilen kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/4/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu, kalp rahatsızlığı bulunan babası A.A.B.nin 17/6/2014 tarihinde fenalaşması üzerine 112 Acil
Servisi arayarak ambulans talep etmiştir. Acil Servis görevlileri tarafından
nakledildiği hastanede başvurucunun babası aynı gün vefat etmiştir.
7. Başvurucu 19/11/2014 tarihli dilekçeyle Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı), babasının 20.00-22.00 saatleri
arasında kalp krizi geçirmesi nedeniyle 112 Acil Servisi aradığını, Acil Servis
görevlilerine hastanın nefes alamadığını, kalp rahatsızlığı geçiriyor
olabileceğini, bu nedenle özellikle oksijen tüpü getirilmesi gerektiğini
söylediği hâlde gelen Acil Servis görevlilerinin öncelikle evde evcil hayvan
bulunması nedeniyle hastanın bulunduğu salona giremeyeceklerini söylediklerini,
yanlarında acil müdahale çantası, oksijen tüpü, eko, sedye veya tekerlik
sandalye olmadığını, yürütülmemesi gerektiği hâlde yakınının yürütülerek önce
asansöre, sonrasında da ambulansa bindirildiğini iddia ederek Acil Servis
görevlileri hakkında şikâyette bulunmuştur.
8. Olaya müdahale eden Acil Servis görevlileri H.B., R.B.Ö.,
Ö.F.K. hakkında görevi kötüye kullanma suçundan Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından başlatılan soruşturmada Ankara Valiliğinden (Valilik) soruşturma
izni istenmiştir. Valilik ön inceleme raporuna istinaden 28/5/2015 tarihinde
ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesine karar vermiştir.
9. Ön inceleme raporunun ilgili kısımları şöyledir:
"...Yukarıda arz ve izah edildiği şekliyle
hastanın genel durum itibariyle nefes darlığı, bulantı, kusma ve ajitasyonu
bulunduğu, kardiyak atoloji ihtimali düşünülerek
derhal oksijen inhalasyonuna başlanması gerekirken,
hareket ettirilmeden naklinin gerçekleştirilmesi gerekirdi. Ancak alınan ifadelerde
hastanın ikametine ulaştıktan sonra müdahalede yetersizlik görülmesi bir yana
hastanın yürütüldüğü anlaşılmıştır.
...
Hasta [A.A.B.] için 17.06.2014 tarihinde 112 acil servisinden
ambulans talep edildiği, Komuta Kontrol Merkezi tarafından görevlendirmenin
yapıldığı, hasta adresine saat 22: 06'da gelen ekibin, derhal oksijen
tedavisine başlaması gerekirken başlamadığı, hastanın yürütüldüğü alınan
ifadeler ve temin edilen bilgi ve belgelerden anlaşılarak, acil tıbbi
müdahaleyi yeteri kadar uygulamadığı tespit edildiğinden..."
10. Karara karşı yapılan itiraz Bölge İdare Mahkemesi tarafından
H.B. yönünden kabul edilerek soruşturma izni verilmesi kararı bu şüpheli
yönünden kaldırılmıştır.
11. Cumhuriyet Başsavcılığı 26/10/2015 tarihli müzekkereyle
ilgili hastaneden başvurucunun yakının tedavi sürecine dair tüm bilgi ve
belgenin iletilmesini istemiştir.
12. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talep edilmesi
üzerine 21/1/2015 tarihli bilirkişi raporu hazırlanmıştır. Raporun ilgili
kısımları şöyledir:
"...
Tıbbi Değerlendirme:
[A.A.B.nin] 30 Nisan 2014 tarihinde yapılan EKO sonucunda aort kapağında genişleme
sonucunda kalbin attım gücünün %57'ye düştüğünün tespit edildiği
anlaşılmaktadır. Bu durumun adının Aort Yetmezliği olarak adlandırıldığı tıbben
bilinmektedir.
...
...sonuçta bu rahatsızlığın olay tarihi olan
11 Haziran günü saat 19.30 - 20.00 civarında çok
arttığı ve mevcut durumun kişiyi oturtamayacak düzeye getirdiği
anlaşılmaktadır.
Olay günü olan 17 Haziran 2015 tarihinde,
hastanın sağlığı için çok önemli bir sürenin boşa geçirildiği ve saat 21.55'de
112 Acil Servis'e haber verildiği ve 96 nolu Acil
Yardım İstasyonu çalışanlarının olay yerine varışının 22.06 olduğu, olay
yerinden hasta ile birlikte ayrılışlarının 22.15 olduğu T.C. Sağlık Bakanlığı
Ankara Sağlık Kurumları ... Fiş den anlaşılmaktadır.
...
SONUÇ:
[A.A.B.nin] ileri derece de Aort Yetmezliğinin var olduğu, bu derecedeki Aort
Yetmezliğinin pulmoner ödem, ventriküler
aritmiler, elektro-mekanik disosiyasyon veya dolaşım kollapsı gibi nedenlerden ani ölüme yol açabileceği bilinen
tıbbi gerçeklerdir.
Yaklaşık bir aydır şikayetleri artan ve olay
tarihinde de 19.30 dan 21.55'e kadar hastanın şikayetleri çok belirgin olmasa
karşın bir sağlık kuruluşuna sevk edilmekte, hasta ve yakınlarının gecikme
gösterdiği anlaşılmaktadır.
112 Acil Kontrol Merkezine çağrının 21.55 de
yapılması sonrasında [Ö.F.K., H.B. ve R.B.Ö.nün] içerisinde
bulunduğu 96 nolu Acil Yardım istasyon çalışanlarının
22.06 da (çağrının gelmesinden 11 dakika sonra) olay yerine vardığı ve bu
aşamada bir gecikmeye sebebiyet vermediği anlaşılmaktadır.
Ambulansın, Hasta ve yardımcı sağlık personeli
ile olay yerinden ayrılış saatinin 22.15 olduğu dikkate alındığında, olay
yerine vardıktan dokuz dakika sonra hastayı transfer etmek için hareket
ettikleri anlaşılmaktadır. Bu süre içerisinde hastanın tam teşekküllü bir
hastaneye sevkinin en önemli görev olduğu ve dokuz dakika içerisinde transferin
yapılmasının uygun bir süre olarak değerlendirildiği.
Ölüm sonrası bir otopsi yapılmadığı dikkate
alınarak kesin ölüm nedeninin söylenemeyeceği ancak yukarıda belirtildiği gibi
kalp atım hızı % 50 civarında olan Aort Yetmezliği
olan bir hasta için en sık ölüm nedenleri pulmoner
ödem, ventriküler aritmiler, elektro-mekanik disosiasyon veya dolaşım kollapsı
sayılabileceği ve bu durumların tam teşekküllü bir hastanede dahi yüksek oranda
ölume yol açabileceği bilinmektedir.
Bu bilgiler ışığında [Ö.F.K.,
H.B. ve R.B.Ö.nün] için görev gereklerine aykırılık, kötüye kullanma,
ihmal niteliğinde bir eylemde bulunmadıkları, ölüme sebebiyet verecek bir eylem
veya eylemsizlik göstermedikleri kanaatinde olduğumuzu bildirir..."
13. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/2/2016 tarihli kararıyla H.B.
hakkında işlemden kaldırma, Ö.F.K ve R.B.Ö. hakkında ise müsnet
suçtan kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili
kısımları şöyledir:
"...
...bilirkişi raporu ve soruşturma dosyasının
birlikte değerlendirilmesi ile şüpheliler [Ö.F.K. ve R.B.Ö.nün] görev gereklerine aykırı bir davranıştabulunup
görevi kötüye kullanma veya ihmal suçunu işlediklerine, gerçekleşen müdahale
ile maktulün ölüm sonucu arasında illiyet bağı bulunduğuna, bu itibarla suçun
unsurları ile oluştuğuna ilişkin aksi yönde bilirkişi raporu mevcut müşteki
iddiasından başkaca delil bulunmadığı anlaşılmakla..."
14. Karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Ankara 8.
Sulh Ceza Hakimliğinin 7/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
15. Ret kararı başvurucuya 23/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiş
olup başvurucu 22/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 28/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
17. Başvurucu, acil yardım görevlileri tarafından 112 Acil
Servis arandığında kalp hastası olan kişinin fenalaştığı ve nefes almakta
zorluk çektiğinin bildirilmesi, talep edildiği hâlde başta oksijen tüpü olmak
üzere acil müdahale ekipmanları olmadan olay yerine gelinmesi, yürütülmemesi
gereken hastanın yürütülerek ambulansa bindirilmesi, olayın tanığının
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından dinlenmeden yakının ölümünde ihmalî sorumluluğu bulunan kamu görevlileri hakkında
kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedenleriyle yaşam hakkı, etkili
başvuru hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
18. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları
şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”
19. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, ...kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu temel olarak yakınlarına gerekli
tıbbi müdahalenin yapılmadığını ve yakınlarının ölümünden sorumlu olduğunu
iddia ettiği sağlık personeli hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini
iddia etmektedir. Bu sebeple başvurucunun diğer haklarla bağlantı kurularak
ileri sürdüğü iddiaları Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkı kapsamında incelenmiştir.
21. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi
açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen
kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013,§ 41). Başvuru konusu olayda
müteveffa, başvurucunun babasıdır. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti
açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
22. Bununla birlikte başvurunun diğer kabul edilebilirlik
kriterleri yönünden de incelenmesi gerekir.
23. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif
ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu
ve diğerleri, § 50).
24. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında
bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme
yükümlülüğünün yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşama hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer
bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
25. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip
olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre
devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm
olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak
bu konuda ortaya konulmuş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan
kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin
durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma
görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının
tehlikeye girebileceği her türlü faaliyeti kapsamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
26. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların
yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak
şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
27. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin
maddi yönünün yanı sıra usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
Yaşama hakkı kapsamındaki usule ilişkin yükümlülük olayın niteliğine bağlı
olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir.
Kasten meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince
devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek
nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür
olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım
veya tazminata hükmedilmesi, ihlali gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını
ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
28. Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin
soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Bu
kapsamda yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki
pozitif yükümlülük, mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması ile yerine getirilmiş sayılabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
29.Bu yaklaşım, tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen
ölüm olayları için de geçerlidir. Diğer taraftan bu şekildeki bir kabul, bu tür
olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından
değerlendirilmeyeceği anlamına da gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi
hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu
tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016,
§ 78; Nail Artuç,
§ 38).
30. Bununla birlikte ihmal suretiyle meydana gelen ölüm
olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme
hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların
farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri
göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek
için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -bireyler kendi insiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olurlarsa
olsunlar- insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine
etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi, hiçbir suçlamada bulunulmaması ya
da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §60).
31. Başvurucu, ölüm olayının sağlık personelinin hatalı tıbbi
uygulamalarından ve ihmalinden kaynaklandığına vurgu yapmaktadır.
32. Somut olayda, sağlık görevlilerinin şahsi ceza
sorumluluklarını gerektirecek ölçüde muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan
bir ihmallerinin olduğu yahut mesleki ödevlerine açıkça aykırı olarak şahsın
ölümüne sebebiyet verdiklerinin kabul edilebilmesi de mümkün değildir.
33. Bu durumda Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki
pozitif yükümlülüğü, somut olayda mağdura idari yargı mercileri önünde
açabileceği bir tam yargı davası yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş
sayılabilir.
34. Nitekim Anayasa Mahkemesi, hatalı tıbbi uygulamalar ve ihmal
sonucu ölümlerde vefat eden kişilerin yakınları tarafından hem ilgili sağlık
personelinin sorumluluğunu saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın
ödenmesi yoluyla uygun giderim sağlayabilecek tazminat yolunun öncelikle
tüketilmesi gerektiğini önceki birçok kararında ifade etmiştir (Özer Er [GK], B. No: 2014/11770, 15/3/2018, §§ 42-66; Berat Ağardan,
B. No: 2014/11076, 27/10/2016,§§ 18-32).
35. Somut olayda başvurucu, yakınının ölümü ile neticelenen olay
hakkında yürütülen ceza soruşturmasından sonra bireysel başvuruda bulunmuştur.
Başvurucu, Türk hukuk sistemindeki mevcut hukuki yollardan olup hem idarenin
mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesini
sağlayabilecek olan tazminat davası yolunu tükettiğine ilişkin herhangi bir
bilgi ve belgeyi Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. Bu durumda yaşam hakkının
korunamadığına ilişkin şikâyetler yönünden kanunda öngörülen yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olduğundan söz
edilemeyecektir.
36. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden ayrıca incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
28/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.