TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEMAL EMRE GÜRSOY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/7760)
|
|
Karar Tarihi: 3/6/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Ferhat YILDIZ
|
Başvurucu
|
:
|
Cemal Emre GÜRSOY
|
Vekili
|
:
|
Av. Veysel AKDOĞAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk
Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın
gizliliği hakkının; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından verilen hükmün bir
başka yargı mercii tarafından denetlenmesi imkânının tanınmaması nedeniyle
hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 20/4/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık cevabında, başvuruya ilişkin
olarak görüş bildirilmesine gerek görülmediği belirtilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde astsubay
statüsünde görev yapmakta iken ahlak dışı davranışlarda bulunduğuna dair ihbar
ve duyumlar üzerine başvurucu hakkında idari soruşturma başlatılmıştır.
Soruşturma kapsamında 22/6/2012 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmış ve
başvurucuya cinsel yaşamına ilişkin sorular sorulmuştur.
9. Soruşturma sonucunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK)
itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı sayılacak şekilde hareketlerde
bulunduğu gerekçesiyle 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanunu'nun 94. maddesi ve 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) 60.
maddesi gereğince başvurucu hakkında 17/10/2012 tarihinde "Silahlı
Kuvvetlerde kalması uygun değildir." şeklinde ayırma sicil belgesi
düzenlenmiştir.
10. Sicil Yönetmeliği'nin 61. maddesi uyarınca Hava
Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu
değerlendirilmiştir. Komisyon 28/11/2013 tarihinde başvurucu hakkında ayırma
işlemi yapılmasının onaya sunulmasına karar vermiştir. Anılan kararı, Hava
Kuvvetleri Komutanı 29/11/2013 tarihinde onaylamış ve son olarak Millî Savunma
Bakanı'nın 27/1/2014 tarihinde TSK'dan ayrılmasını uygun bulması sonucunda
başvurucunun ilişiği resen kesilmiştir.
11. Başvurucu 31/3/2014 tarihinde ayırma işleminin iptali
talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde
(AYİM) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; TSK'nın itibarını sarsacak
şekilde ahlak dışı harekette bulunduğu gerekçesiyle ilişiğinin kesildiğini,
ifadesi yasak sorgu usulleri ile alındığından bunlara dayanarak ayırma işlemi
tesis edilemeyeceğini, işlemin ölçülü olmadığını, kendisine isnat edilen
olguların tümüyle özel yaşam alanında kalan aleniyet kazanmamış hususlar
olduğunu, bu nedenle işlemin özel yaşamın gizliliğine müdahale oluşturduğunu
ileri sürmüştür.
12. AYİM Başsavcılığının işlemin iptaline karar verilmesi
gerektiği yönünde hazırladığı 24/12/2014 tarihli düşünce yazısında,
başvurucunun meslek hayatında bir kez disiplin cezası aldığı, üç kez takdire
layık görüldüğü ve görevinde başarılı olduğu vurgulanmıştır. Diğer yandan idari
soruşturmada başvurucunun kendi ifadelerinden anlaşılan söz konusu eylemlerin
özel hayata ilişkin olduğu ve bu eylemler aleniyete kavuşmadığından TSK'nın
itibarını sarstığının söylenemeyeceği, iddia edilen eylemler nedeniyle daha
önce ikaz dahi edilmeyen başvurucunun çok ağır sonuçları olan ayırma işlemine
tabi tutulmasının ölçülülük ilkesini ihlal ettiği ifade edilmiştir.
13. AYİM Birinci Dairesinin (Daire) 9/7/2015 tarihli
kararı ile oybirliğiyle dava reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun
özel hayat sınırını aşan ve düşkünlük seviyesine eylemlerinin TSK'nın yapısına
zarar vermeye başladığı, astlık-üstlük ilişkilerini zedelediği, diğer personeli
etkilediği ve onlara kötü örnek teşkil ettiği belirtilerek idarenin takdir
yetkisini ölçülü, objektif ve kamu-birey yararı dengesini gözeterek kullandığı
sonucuna varılmıştır.
14. Başvurucunun karar düzeltme istemi Dairenin 23/2/2016
tarihli kararı ile oyçokluğuyla reddedilmiştir.
15. Nihai karar 21/3/2016 tarihinde başvurucu vekiline
tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 20/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
17. Bireysel başvurunun incelenme sürecinde 21/1/2017
tarihli ve 6771 Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici 21. maddenin birinci
fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır.
IV. İLGİLİ
HUKUK
18. İlgili hukuk için bkz. G.G. [GK], B. No:
2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30; Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418,
15/2/2017, §§ 26-33.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 3/6/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Hükmün
Denetlenmesini Talep Etme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, AYİM Birinci Dairesi tarafından verilen
karar hakkındaki karar düzeltme taleplerinin aynı Daire tarafından ve yalnızca
bir defaya mahsus incelenerek karara bağlanması nedeniyle adil yargılanmadığını
ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun
iddiasının hükmün denetlenmesini talep etme hakkı kapsamında incelenmesi uygun
görülmüştür.
22. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar
başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer
verilmiştir.
23. Anayasa Mahkemesi, somut norm denetiminde verdiği
27/12/2018 tarihli ve E.2018/71, K.2018/118 sayılı kararıyla hükmün
denetlenmesini talep etme hakkının Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen
hak arama hürriyeti ile güvence altına alındığına hükmetmiştir. Kararın ilgili
kısımları şöyledir:
"5. Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen hak arama hürriyeti, yargılama usulüne ilişkin güvencelerle
hakkaniyete uygun yargılama yapılmasını hedefleyen ve demokratik toplumda
vazgeçilmez nitelikte olan adil yargılanma hakkını da kapsayan geniş bir
içeriğe sahiptir. Bu bağlamda hak arama hürriyetinin mahkeme tarafından verilen
hükmün bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesini talep etme hakkını da
içerip içermediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesinin
önceki kararları incelendiğinde, anılan hakkın Anayasa’da güvence altına alınıp
alınmadığı hususuna ilişkin olarak meselenin farklı kavramlar altında
tartışıldığı ve farklı sonuçlara ulaşıldığı görülmektedir. Bu yönüyle de
içtihadın netleştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
6. Hak arama, kişinin maddi ve manevi
varlığını geliştirme hakkı ve insan onuru kavramıyla yakından ilgilidir. Bu
nedenle demokratik hukuk düzenlerinde hakların korunmasını ve hak ihlallerinin
giderilmesini temin edebilecek 'hukuki yollar' öngörülmüştür. Nitekim Anayasa
Mahkemesi de kararlarında hak arama hürriyetinin hukuk devletinin başlıca
ölçütü ve demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biri olduğunu ifade etmiştir
(AYM, E.1991/2, K.1991/30, 19/9/1991). Bu doğrultuda Anayasa’nın 40. maddesinde
hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin, 'yetkili makama geciktirilmeden
başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahip' olduğu belirtilmiştir.
Anayasa’nın 74. maddesinde düzenlenen yasama organına dilekçe verme hakkı ile
bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakları da anayasal güvence altına
alınan hak arama yolları arasındadır.
7. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan yargı mercileri önünde hak arama hürriyeti, hakların korunmasını
amaç edinen vazgeçilmez meşru yöntemlerin başında gelmektedir. Anayasa’daki
temel hakların korunmasında önemli bir teminat olan yargısal hak arama yolu,
hakların korunmasında en etkili ve güvenceli yoldur.
8. Hak arama hürriyetinin kapsamının
belirlenmesinde, adalet ve hukuk devleti gibi temel anayasal ilkelerin de göz
önünde bulundurulması gerekir. Bu doğrultuda hak arama hürriyetinin amacının
hak ihlalinin önlenerek kişiye hakkının teslim edilmesi ve adaletin tesisi
olduğu söylenebilir. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkı, kanunun açıkça hatalı veya keyfi uygulanmasına ilişkin istisnalar
dışında, yargılama sonucunda verilen hükmün adil olup olmadığı veya hukuki
açıdan isabetli olup olmadığı hususlarını içermemektedir. Bu itibarla adil
yargılanma hakkının davanın taraflarına sağladığı tüm usul güvencelerine
uyulmuş olsa bile yargılama sonucunda verilen hükmün hatalı olması mümkündür.
Diğer bir ifadeyle adil yargılanma hakkının güvencelerine riayet edilmiş olsa
da hâkimin gerek maddi vakıaların değerlendirilmesinde gerekse hukuk kurallarının
uygulanmasında yanılgıya düşmesi ve buna bağlı olarak hukuka aykırı hüküm
vermesi söz konusu olabilmektedir. Böyle kararlara ilgililerin veya toplumun
katlanmasını istemek adalete olan güveni sarsar ve hukuk devletini zedeler. Bu
nedenle hak arama hürriyetinden yararlanılabilmesi bakımından adil ve isabetli
olmadığı düşünülen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından denetlenmesi
bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Anayasamız açısından bu gereklilik,
özel olarak düzenlenen hak arama hürriyetinin kapsamı ve mahiyetinden
kaynaklanmaktadır.
9. Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerinin
de mahkeme kararlarının kural olarak denetlenmesi gerektiği düşüncesiyle
düzenlendiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 154. maddesinin birinci fıkrasının
ilk cümlesinde 'Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir
adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir'
kuralına yer verilmiştir. Aynı şekilde Anayasa’nın 155. maddesinin birinci
fıkrasının ilk cümlesinde de 'Danıştay, idare mahkemelerince verilen ve kanunun
başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme
merciidir' denilmektedir. Anayasa koyucunun bu kurallarla Yargıtay ve
Danıştayın varlığını anayasal güvence altına aldığı ve anılan yüksek mahkemeleri
kural olarak ilk derece adli ve idari yargı mercilerince verilen karar ve
hükümlerin son inceleme mercii olarak görevlendirdiği anlaşılmaktadır. Ancak bu
maddelerde adli ve idari yargı mahkemelerince verilen hükümlerin denetlenmesi
görevinin anılan yüksek mahkemelere verilmemesi hâlinde de bu görevin başka
yargı mercilerine bırakılması gerektiğinin öngörülmesiyle Anayasa koyucunun ilk
derece mahkemesince verilen karar ve hükümlerin kural olarak bir başka yargı
mercii tarafından denetlenmesi gerekliliğini kabul ettiği sonucuna
ulaşılmaktadır.
10. Anayasa’nın 36., 154. ve 155.
maddeleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa’nın mahkemelerce verilen hükmün
bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesini talep etme hakkını Anayasa’nın
36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti kapsamında güvenceye kavuşturduğu
görülmektedir.
11. Diğer taraftan yargılamanın konusu
ceza mahkûmiyeti olduğunda mahkeme kararlarının denetlenmesi ihtiyacı daha da
önem kazanmaktadır. Nitekim uluslararası sözleşmelerde de hükmün denetlenmesinin
bir hak olarak tanındığı görülmektedir. Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşme’ye
ek 7 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde
'Mahkeme tarafından ceza gerektiren bir suç nedeniyle mahkûm edilen herkes, mahkûmiyetinin
veya hükmolunan cezanın yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini
sağlama hakkına sahiptir' denilmek suretiyle ceza mahkemesince verilen
mahkûmiyet ve cezaların denetlenmesini talep hakkı güvenceye bağlanmıştır. Yine
Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin
14. maddesinin (5) numaralı fıkrasında da 'Bir suçtan hüküm giyen herkes,
mahkûmiyet ve cezanın yasalara uygun olarak daha yüksek bir yargı organınca
yeniden incelenmesi hakkına sahip olacaktır' biçiminde benzer bir kurala yer
verilmiştir.
12. Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen hak arama hürriyeti kapsamındaki hükmün denetlenmesini talep etme
hakkı, kişinin aleyhine verilen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından
gözden geçirilmesini ve denetlenmesini isteyebilmesini teminat altına
almaktadır."
24. Anayasa Mahkemesi hükmün denetlenmesini talep etme
hakkının Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti ile
güvence altına alındığını ifade ettiği bu kararında, ayrıca Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ülkemizin de taraf olduğu ek 7 No.lu Protokol’ünün 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesiyle ceza mahkemesince verilen
mahkûmiyet ve cezaların denetlenmesini talep hakkının güvenceye bağlandığını ve
yine ülkemizin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin
14. maddesinin (5) numaralı fıkrasında da “Bir suçtan hüküm giyen herkes,
mahkumiyet ve cezanın yasalara uygun olarak daha yüksek bir yargı organınca
yeniden incelenmesi hakkına sahip olacaktır.” biçiminde benzer bir kurala
yer verildiğini hatırlatmıştır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi yargılamanın
konusu ceza mahkûmiyeti olduğunda mahkeme kararlarının denetlenmesi ihtiyacının
daha da önem kazandığını, hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ceza hukuku
alanındaki kapsam ve sınırıyla diğer alanlardaki kapsam ve sınırının aynı
olmayacağını, bu yönüyle anılan hakkın bireyin temel hak ve özgürlüklerine daha
ağır müdahalelerin söz konusu olduğu ceza hukuku alanında daha geniş bir uygulama
alanı bulurken diğer alanlarda daha esnek uygulanabileceğini de vurgulamıştır
(AYM, E.2018/71, K.2018/118, 27/12/2018, §§ 11, 14, 18). Bir başka ifadeyle
Anayasa Mahkemesi medeni hak ve yükümlülüklerin söz konusu olduğu hukuk yargısı
ile idari yargı alanında hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ceza hukuku
alanındaki anlam ve kapsamından ayrı değerlendirilebileceğini, uygulamanın
farklılaşabileceğini ifade etmiştir.
25. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesine yapılan bir
bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal
edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı
sıra Sözleşme'nin ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin kapsamına da
girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No:
2012/1049, 26/3/2013, § 18).
26. Hükmün denetlenmesini talep etme hakkı Anayasa'da
güvence altına alınmış olmakla birlikte Sözleşme ve ülkemizin taraf olduğu ek
protokoller, medeni hak yükümlülüklere ilişkin yargılama süreçleri (hukuk
yargısı ile idari yargı alanı) yönünden söz konusu hakka dair bir güvence
içermemektedir. Dolayısıyla medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklar
yönünden hükmün denetlenmesini talep etme hakkı Anayasa ve Sözleşme'nin ortak
koruma alanının dışında kalmaktadır. Bu bağlamda anılan hakka dair bir ihlal
iddiasının incelenebilmesi için yargılamanın ceza hukuku alanına ilişkin
bulunması şarttır.
27. Bu noktada üzerinde durulması gereken bir diğer husus
ceza hukukunun çekirdek alanına müteallik olmamakla birlikte Anayasa'nın 36. ve
38. maddeleri ile Sözleşme'nin 6. ve 7. maddeleri kapsamında suç ve cezalara
ilişkin güvenceler dâhilinde olduğu kabul edilen yaptırımlara/işlemlere dair
yargılama süreçleridir. Bir yaptırımın veya hukuki bir tasarrufun/işlemin hangi
koşullarla suç isnadı niteliğinde sayılıp suç ve cezalara ilişkin güvenceler
kapsamında değerlendirilebileceği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve
Anayasa Mahkemesi kararlarında açıkça ifade edilmiştir (Engel ve
diğerleri/Hollanda [GK], B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72,
5370/72, 8/6/1976 ; Benham/Birleşik Krallık [BD], B. No: 19380/92,
10/6/1996; Anayasa Mahkemesi kararları için bkz. D.M.Ç., B. No:
2014/16941, 24/1/2018; B.Y.Ç., B. No: 2013/4554, 15/12/2015; Selçuk
Özbölük, B. No:2015/7206, 14/11/2018). Anılan kararlarda yer verilen
ilkeler bağlamında bir suç isnadının değerlendirilmesine ilişkin yargılama
olarak kabul edilen idari yargı veya hukuk yargısına ait uyuşmazlıklara yönelik
ileri sürülen suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlali gibi iddialar
ceza yargılamasına ilişkin güvenceler bağlamında değerlendirmeye
alınabilmektedir. Bu perspektiften konu ele alındığında ceza hukukunun çekirdek
alanında bulunmamakla birlikte bir suç isnadı içerdiği kabul edilen
uyuşmazlıklara yönelik olarak ileri sürülen hükmün denetlenmesini talep etme
hakkının da suç ve cezalara ilişkin Anayasa ve Sözleşme'de yer alan
güvencelerin sağlanması bağlamında ortak koruma alanı içinde kaldığını söylemek
mümkündür.
28. Somut bireysel başvuruya konu yargılama sürecinin suç
ve cezalara ilişkin güvenceler kapsamında değerlendirilebilecek şekilde ceza
yargılamasına veya bir suç isnadına ilişkin bulunmadığı açıktır.
29. Bu hâle göre başvuru dilekçesinde ifade edilen AYİM
kararına yönelik hükmün denetlenmesini talep etme hakkı Anayasa ve
Sözleşme’nin, Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin ortak koruma alanı
kapsamı dışında kaldığından bu hakka ilişkin ihlal iddiasının incelenmesi
Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dışında bulunmaktadır.
30. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Özel Hayatın
Gizliliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
31. Başvurucu; Hava Kuvvetler Komutanlığı İstihbarat
Başkanlığı tarafından mülakat adı altında hukuk dışı yollarla ifadesinin
alındığını, beyanlarının tutanağa hatalı geçirildiğini söylemesine rağmen
tutanağın kendisine zorla imzalattırıldığını, ifadesi alınırken sorulan
sorularla özel hayatına dair bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde edilmeye
çalışıldığını, anılan ifade esas alınarak AYİM tarafından davasının
reddedildiğini, özel hayatına ilişkin ifadesinde bahsettiği eylemlerin görevine
veya kamusal hayata yansımadığını, aleniyet kazanmamış özel hayatının gizliliği
kapsamında kalması gereken bilgilere yönelik değerlendirmelere bağlı olarak
-başarılı mesleki geçmişi de gözetilmeden- tesis edilen ayırma işlemi nedeniyle
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
32. İddianın değerlendirilmesine dayanak alınacak
Anayasa’nın 20. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Herkes, özel hayatına ...saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ...gizliliğine
dokunulamaz."
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun
iddiasının temelini, özel hayat alanına ilişkin olan ve hukuka aykırı yöntemler
kullanılmak suretiyle elde edilen birtakım bilgilere dayanılarak TSK'dan ayırma
işlemi tesis edilmesinin oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurunun
özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
35. Özel hayatına ilişkin hususlar gerekçe gösterilerek disiplinsizlik
ve ahlaki durum sebebiyle başvurucu hakkında TSK'dan ayırma işlemi tesis
edilmesinin özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır (Ata
Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 34; G.G., § 43).
36. Anılan müdahalenin ihlal oluşturmaması için
Anayasa'nın 13. maddesinde düzenlenen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar
tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere
dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
uygun olma ölçütlerini taşıması gerekir.
37. Ayırma işlemine dayanak teşkil eden mevzuat hükümleri
dikkate alındığında müdahalenin kanunlar tarafından öngörülme ölçütüne uygun
olduğu, askerî disiplinin ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesinin
sağlanması, bu itibarla millî güvenliğin korunması şeklinde meşru amaç taşıdığı
anlaşılmaktadır (Ata Türkeri, §§ 40, 41; G.G., §§ 51-53; Yaşar
Türkmen, §§ 50-58).
38. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin
hukuka uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında, bireylerin özel
hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki
etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi üzerindeki
etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi, ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir (G.G., § 60).
39. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da
bütünleşen bazı özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi
tutulabilecekleri açıktır. Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma
işlemi tesis edilmesinin başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar
temel geçim kaynağından yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de
önemli bir etki oluşturduğu, bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle
geldiği anlaşılmaktadır (F.K., B. No: 2016/572, 13/6/2019, § 29). Bu
bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da
istisnai tedbir mahiyetinde olması, başvurulabilecek son çare ya da
alınabilecek en son önlem niteliğinde olması gerekir (G.G., § 66).
40. Somut olayda, AYİM kararında da belirtildiği üzere
başvurucunun mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşamına ilişkin eylemlerin
(bkz. § 9) idari soruşturma kapsamındaki aleniyete kavuşmamış beyanlara
dayandırıldığı, başka bir ifade ile başvurucuya yöneltilen iddiaların görevin
ifasıyla ilgili olmadığı anlaşılmaktadır. Yine AYİM kararında; başvurucunun
soruşturma usulünün hukuka aykırı yöntemler içerdiğine yönelik iddialarına
makul bir gerekçe ile yanıt verilmediği, ifadenin alındığı koşulların detaylı
şekilde incelenmediği görülmektedir.
41. Özel hayata ilişkin eylem ve davranışlarının mahrem
kalması konusunda başvurucunun menfaati bulunmaktadır. Başvurucunun tesis
edilen ayırma işleminde, özel hayatı kapsamındaki mahremiyet hakkına ilişkin
davranışları belirleyici olmuştur. Diğer yandan söz konusu eylem ve davranışlar
başvurucu tarafından alenileştirilmediği gibi bu eylem ve davranışların mesleki
hayatı -bağlı bulunduğu kurum- üzerindeki olumsuz etkileri ve riskleri de ikna
edici gerekçelerle açıklanmamıştır (F.K., § 31).
42. Dolayısıyla özel hayat alanı kapsamında kaldığı
anlaşılan birtakım davranışlara dayanılarak başvurucunun kamu görevlisi olma
nitelik ve yeterliliğini kaybettiği sonucuna ulaşılmasının demokratik toplum
düzeninin gereklerine aykırılık oluşturduğu, başvurucuya en ağır şekilde
uygulanan idari yaptırımın ölçülü olmadığı, başka bir ifade ile başvurucunun
mahremiyet hakkına müdahaleyi haklı kılacak şekilde TSK görevlisi olmasının
sakıncalarının idari ve yargısal makamlar tarafından ilgili ve yeterli şekilde
açıklanmadığı kanaatine ulaşılmıştır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 20.
maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
44. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili
kısımları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya
üzerinden karar verir.”
45. Başvurucu ihlalin tespitine ve yargılamanın
yenilenmesi karar verilmesini talep etmiştir.
46. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da
işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506,
7/11/2019).
47. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir
(Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
48. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
49. İncelenen başvuruda özel hayatın gizliliği hakkının
ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin işleminden
kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte derece mahkemesi de ihlali
giderememiştir.
50. Bu durumda özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili yargı merciine gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
51. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel
hayatın gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere -Anayasa'nın 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. maddesinin
birinci fıkrasının (E) bendiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmış
olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince- YETKİLİ İDARİ YARGI MERCİİNE
(Karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesinin E.2014/726, K.2015/709
sayılı dosyasıyla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 3/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.