TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ŞÜKRÜ KARAHASANOĞLU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/8346)
Karar Tarihi: 18/6/2020
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Burhan ÜSTÜN
Hicabi DURSUN
Muammer TOPAL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Özgür DUMAN
Başvurucu
Şükrü KARAHASANOĞLU
Vekili
Av. Eyüp ERASLAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; bir bankaya el konulması sürecinde ihtiyati tedbir uygulanması ve tedbirin makul süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının, davanın sonradan yürürlüğe giren bir kanun hükmüne dayalı olarak durdurulması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, başvurucunun itirazlarının yargılama sürecinde dikkate alınmaması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/4/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, özelleştirme çerçevesinde 2/3/1998 tarihinde N. Grubu ile M. Grubunun ortağı olduğu M.İ. Holdinge satılan Etibank A.Ş.ye (Banka) 2/3/1999 tarihinde genel müdür olarak atanmış; 5/3/1999 tarihinden itibaren de Yönetim Kurulu üyesi ve başkan vekili olarak görev yapmıştır. Başvurucu 25/2/2000 tarihinde bu görevinden kendi isteğiyle çekilmiştir. N. Grubu özelleştirmeden kısa bir süre sonra hisselerini M. Grubuna satmıştır.
10. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) 27/10/2000 tarihinde Bankanın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetimi ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF/Fon) devrine karar vermiştir. Kararda, bankacılık mevzuatı gereği alınması gereken tedbirlerin alınmadığı ve Bankanın yükümlülüklerinin değerinin varlıklarının toplam değerini aştığı vurgulanmıştır. BDDK ayrıca Bankanın faaliyetlerinin sürdürülmesinin mevduat sahiplerinin hakları ile mali sistemin güven ve istikrarını tehlikeye düşürdüğünü açıklamıştır. Son olarak Bankanın kaynaklarının emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde hissedarlarının oluşturduğu hâkim ortak gruba aktarıldığı belirtilmiştir.
11. Fon Yönetim Kurulu 27/10/2000 tarihinde mevcut Yönetim ve Denetim Kurulu üyelerini değiştirmiş; aynı tarihli kararla Banka ortakları ile aralarında başvurucunun da olduğu Banka yöneticileri haklarında mal beyannamesi talep edilmiştir.
12. TMSF tarafından başvurucu ile Bankanın ortakları ve diğer yöneticilerine karşı 16/3/2001, 19/10/2001, 19/11/2001, 21/1/2002 ve 22/1/2002 tarihlerinde İstanbul 1. ve 3. Asliye Ticaret Mahkemelerinde tazminat ve şahsi iflas talepli sekiz ayrı dava açılmıştır. Dava konularının değeri 14.279.994,77 TL, 2.060.528,88 TL, 22.487.732,46 TL, 10.324.210,72 TL, 33.251.361,43 TL, 12.419.803,77 TL, 10.552.728,84 TL, 12.419.803,77 TL ve 112.402.403,13 TL olarak gösterilmiştir. TMSF bu davalarda ayrıca davalıların mal varlıkları hakkında tedbir uygulanmasını talep etmiştir. Bu davalar daha sonra İstanbul 1. ve 2. Asliye Ticaret Mahkemelerinde görülmeye devam edilmiştir.
13. Bu arada Banka adına Denetim Kurulu Üyeleri tarafından başvurucu ile Bankanın ortakları ve diğer yöneticilerine karşı İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinde 25/6/2001 tarihinde 510.151.355 TL tazminat talepli dava açılmıştır. Davacılar, başvurucu ile diğer davalıların mal varlıkları ile üçüncü şahıslar nezdindeki hak ve alacakları üzerine ihtiyati haciz zımnında ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
14. Mahkeme 12/7/2001 tarihinde talebi kabul ederek başvurucu dâhil olmak üzere "davalıların tüm mal varlıkları ve 3.üncü şahıslardaki hak ve alacakları üzerine aynî ve şahsi haklarla kısıtlanmamak ve 3. şahıslara devir ve temlik edilmemek üzere ihtiyati haciz zımmında ihtiyati tedbir konulmasına" karar vermiştir. Kararda 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu'nun 17. maddesi ile 14. maddesinin (5) numaralı fıkrasının (b) ve (c) bentleri dayanak olarak gösterilmiştir.
15. Başvurucunun söz konusu tedbir kararına karşı yaptığı itiraz Mahkemece 7/9/2001 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun dava sürecinde çeşitli tarihlerde bu tedbirin kaldırılması yönündeki talepleri yine reddedilmiştir.
16. 4389 sayılı mülga Kanun'da 12/12/2003 tarihli ve 5020 sayılı Kanun ile bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu Kanun değişikliği 26/12/2003 tarihli ve 25328 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Ayrıca yargılama sırasında 4389 sayılı Kanun'u ilga eden 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu 1/11/2005 tarihli ve 25983 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.
17. Bu arada TMSF ile M. Grubu arasında ilk defa 17/11/2003 tarihinde bir protokol düzenlenmiştir. Bu protokol ile M. Grubundan olan Fon alacağının 27/10/2000 tarihi itibarıyla toplam 890.000.000 Amerikan doları (dolar) olduğu belirlenmiştir. Gruba bağlı A.-S. Ticari ve İktisadi Bütünlüğünün satış sürecine bağlı olarak Fon Kurulunun 23/10/2008 tarihli kararı ile M. Grubu ve Fon arasında 28/11/2008 tarihli bir protokol imzalanmıştır. Bu protokol ile söz konusu Ticari ve İktisadi Bütünlüğün ihale bedelinden Fona kalacak tutarın M. Grubunun Fona olan borçlarına mahsubu düzenlenmiştir. İhale bedeline ilişkin sıra cetvelinin kesinleşmesi protokolün şartlarındandır. Bu sıra cetveli 2/12/2008 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmış olmakla birlikte bazı kamu bankaları dâhil olmak üzere M. Grubundan alacaklı olan kişi ve kurumların iptali talepli davaları nedeniyle kesinleşmemiştir.
18. Başvurucu ise makul sürede yargılanma hakkının ve diğer bazı haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 6/8/2008 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM Murat Haçikoğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 21786/04, 8/4/2014)kararıyla, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasının 6384 sayılı Kanun ile kurulan İnsan Hakları Tazminat Komisyonunu işaret ederek iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Başvurunun geri kalan kısmının incelenmesi ise ertelenmiştir.
19. Tazminat Komisyonu 1/6/2015 tarihinde başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ve kendisine 15.800 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Dilekçede yer verilen sair ihlal iddiaları yönünden ise Komisyonun görev alan kapsamına girmediği için bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
20. TMSF tarafından yapılan talep üzerine Mahkeme 9/2/2009 tarihinde 4389 sayılı Kanun'un 15. maddesinin (3) numaralı fıkrası, 5411 sayılı Kanun'un 132. maddesinin onuncu fıkrası ve geçici 11. maddesi uyarınca A.-S. Ticari ve İktisadi Bütünlüğü sıra cetvelinin kesinleşmesine kadar ilgili taraflar arasında imzalanan anlaşma süresince ve protokol hükümleri uyarınca görülen söz konusu davaların durdurulmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucu hakkındaki ihtiyati tedbir kararlarının da devamına hükmetmiştir. Temyiz edilen kararlar Yargıtay 11. Hukuk Dairesince 25/5/2012 tarihinde onanmıştır.
21. Başvurucu 7/5/2014 tarihinde, zararın güvence altına alındığı ve tedbirin sürdürülmesinin hiçbir hukuki gerekçesinin kalmadığını belirterek ihtiyati tedbirin kaldırılmasını, aksi hâlde davanın canlandırılmasını talep etmiştir.
22. Mahkeme 12/3/2015 tarihinde başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; TMSF ile M. Grubu arasındaki protokol gereğince sıra cetveli kesinleşinceye kadar davanın durdurulduğunu, sıra cetvelinin ise henüz kesinleşmediğini belirtmiştir. Mahkeme buna göre söz konusu protokolün henüz yürürlüğe girmediğini, bu yüzden tedbirin kaldırılmasını veya değiştirilmesini gerektirir bir hukuki nedenin bulunmadığını vurgulamıştır. Mahkeme tedbirin kaldırılması hâlinde hakkın elde edilmesinin zorlaşacağını veya imkânsız hâle geleceğini ve ciddi bir zararın oluşabileceğini belirtmiştir. Kararın temyize tabi olduğu hüküm yerinde gösterilmiştir.
23. Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Daire 17/2/2016 tarihinde ihtiyati tedbire itiraz niteliğindeki söz konusu kararın temyize tabi olmadığını belirterek temyiz talebini reddetmiştir.
24. Bu karar başvurucu vekiline 31/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
25. Başvurucu 28/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
26. 4389 sayılı mülga Kanun’un 17. maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bir bankanın yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları ve imzaları bankayı ilzam eden memurlarının kanuna aykırı karar ve işlemleriyle bankanın iflasına neden olduklarının tespiti halinde, bankaya verdikleri zararlarla sınırlı olarak bunların şahsi sorumlulukları yoluna gidilerek, Fon Kurulu kararına istinaden ve Fon'un talebi üzerine doğrudan şahsen iflaslarına mahkemece karar verilebilir. Bu karar ve işlemler bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklara menfaat temini amacıyla yapıldığı takdirde, menfaat temin eden ortaklar hakkında da temin ettikleri menfaat üzerinden aynı hüküm uygulanır.
2. Bu madde, 14 üncü maddenin (3), (4) ve (5) numaralı fıkraları gereğince temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi veya hisseleri Fona devrolunan bankaların bu maddenin (1) numaralı fıkrasında sayılan ortakları ile anılan maddenin (4) numaralı fıkrasında belirtilen işlemler ile (3) numaralı fıkrasının uygulanmasına neden olan işlemlerde sorumluluğu bulunan ve bu maddenin (1) numaralı fıkrasında sayılan banka görevlileri hakkında da bankanın iflası aranmaksızın uygulanır.
3. 14 üncü maddenin (5) numaralı fıkrasının (b) bendindeki mal beyannamesine ve muhafaza tedbirlerine ilişkin hükümler bu maddede de kıyasen uygulanır.”
27. 4389 sayılı mülga Kanun’un 14. maddesinin (5) numaralı fıkrasının (b) ve (c) bentlerinin ilgili kısımları şöyledir:
“Fon, (4) numaralı fıkra hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın;
ba) Anılan fıkrada belirtilen şekilde kullanılan kaynaklarının veya uğradığı zararın vereceği süre içinde iade veya tazmin edilmesini ve hisselerin Kurulca uygun görülecek gerçek ve tüzel kişilere devredilmesini istemeye,
bb) Yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortakları ile tüzelkişi ortaklarının sermayesinin yüzde onundan fazlasına sahip gerçek kişi hissedarlarından kendilerine, eşlerine ve velayet altındaki çocuklarına ait taşınmaz mal ve iştiraklerini, haczi caiz olan taşınır mal, hak ve alacaklarını ve menkul kıymetlerini ve her türlü kazanç ve gelirleri ve ayrıca bildirimden önceki iki yıl içinde ivazlı veya ivazsız olarak iktisap ettikleri veya devrettikleri taşınmaz mal, haczi caiz taşınır mal, hak, alacak ve menkul kıymetlerini gösterir birer mal beyannamesi vermelerini istemeye,
bc) Yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının malvarlıkları üzerine teminat aranmaksızın ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz kararları ile ilgililerin yurtdışına çıkmasına yasaklama dahil, alacaklıların menfaati için zorunlu olan her türlü muhafaza tedbirinin alınmasını ilgili mahkemeden istemeye yetkilidir.
Bu bend hükümlerine göre istenen mal beyannamesinin en geç yedi gün içinde Fona verilmesi zorunludur. Bu mal beyanının hüküm ve sonuçları hakkında 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun ilgili hükümleri geçerlidir. Bu bend hükümleri çerçevesinde alınan tedbir ve haciz kararları, karar tarihinden itibaren altı ay içinde dava veya icra veya iflas takibine konu olmazsa kendiliğinden ortadan kalkar. Fonun ilgililer hakkında 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun Onbirinci Bap hükümlerine göre açacağı iptal davasında aciz vesikası şartı aranmaz.
Bu maddenin (4) numaralı fıkrasında belirtilen şekilde kullanılan kaynaklar veya uğranılan zarar verilen süre içinde iade veya tazmin edilmediği takdirde bu zarar veya kullanılan kaynakların miktarına bakılmaksızın bu ortaklara ait hisseler Fona intikal eder. Bu kaynaklar veya uğranılan zarar, verilen süre içinde iade veya tazmin edilse dahi uğranılan zararın özkaynakları aştığının tespiti halinde ise bankanın hisselerinin tamamı başkaca bir işleme gerek kalmaksızın Fona intikal eder.
c) Bu Kanun hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimleri Fona intikal eden bankaların, tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen bankaların iflas idarelerinin ve hisseleri kısmen veya tamamen Fona intikal eden bankaların Fon tarafından borçlarının ve/veya taahhütlerinin üstlenilmesi ve/veya alacaklarının devralınması halinde Fonun, üstlendiği borçlar ve/veya taahhütler ile devraldığı alacaklarla ilgili devir ve temlik sözleşmeleri, her türlü teminatın tesisi ve kaldırılması, sözleşmelerin bozulması, dava ve icra takipleri ile bu borçlar ve/veya alacaklar ve/veya taahhütlerle ilgili diğer her türlü işlemler ve bu işlemlerle ilgili düzenlenen kağıtlar, eğitime katkı payı hariç olmak üzere her türlü vergi, resim, harç, fonlar ve 2548 sayılı Cezaevleri ile Mahkeme Binaları İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkumlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanunun 1 inci maddesi hükmünden istisnadır. Borçlu tarafından ödenmesi gereken tahsil harcı dahil her türlü vergi, resim, harç ve masraflar Fon alacağından mahsup edilemez. Bu işlemlerden kaynaklanan döner sermaye ücreti ödenmez ve diğer kesintiler yapılmaz. Ayrıca, alacağa karşılık menkul veya gayrimenkul bir malın rızaen veya icraen Fon tarafından veya yönetim ve denetimleri veya hisseleri Fona intikal eden bankalar Tarafından satın alınması halinde bu işlemlerle ilgili olarak tarafların ödemekle yükümlü olduğu vergi, resim, harç (eğitime katkı payı hariç) ve döner sermaye ücreti gibi malî yükümlülükler aranmaz. Bu bankalar ile tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen bankaların iflas idarelerinin ve Fonun, mahkeme ilâmını alması ve tebliğe çıkartması işlemlerinde karşı tarafa yükletilmiş olan harcın ödenmiş olması ve her türlü ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve tehir-i icra taleplerinde teminat şartı aranmaz. Bu alacaklara ilişkin davalarda 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seri muhakeme usulü hükümleri uygulanır.
..."
28. 5520 sayılı Kanun’un 18. maddesi ile eklenen 4389 sayılı mülga Kanun'un 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:
"Mal bildiriminde bulunması gerekenlerin, bildirimde belirtmedikleri veya gerçeğe aykırı olarak bildirdikleri her türlü taşınır ve taşınmaz mal, hak ve alacak, gelir ve harcamalar da haksız mal edinme hükümlerine tâbidir. Haksız mal edinmediğini ispat edene bu hüküm uygulanmaz.”
29. 5520 sayılı Kanun’un 20. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"4389 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin (3) numaralı fıkrasının dokuzuncu cümlesinden sonra gelmek üzere 'Borçlu veya borçlunun malları başka mahallerde bulunduğu takdirde, Fon, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerini, kendi tahsilat dairesi aracılığı ile uygulayabileceği gibi, tahsil dairesi bulunmadığı hâllerde talebi üzerine, uygulama o mahaldeki Maliye Bakanlığı Tahsil Dairesi tarafından yapılır.' cümlesi, ondördüncü cümlesine 'Fon, devraldığı ve dava veya iflâs takibine konu etmekle görevli ve yetkili olduğu alacakları' ifadesinden sonra gelmek üzere 've 6183 sayılı Kanuna göre takip ettiği ve/veya edeceği alacakları' ibaresi ve bu fıkraya son cümle olarak 'Fon aslen veya devir suretiyle sahip olduğu her türlü alacağının teminatını teşkil etmek üzere Türk parası ve/veya taşınmaz rehni ve/veya taşınır rehni dahil olmak üzere her türlü aynî ve şahsî teminat almaya ehil ve yetkilidir.' cümlesi eklenmiş, (4) numaralı fıkrası ile (7) numaralı fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve (b) bendine aşağıdaki paragraflar eklenmiş, (9) numaralı fıkrasının (c) bendinde yer alan 'Fon bakımından dokuz ay süreyle durur.' ibaresi, 'Fon bakımından üç ay süreyle durur.' şeklinde değiştirilmiş ve aynı fıkraya aşağıdaki (e) bendi ve maddeye aşağıdaki fıkra (10) numaralı fıkra olarak eklenmiştir.
30. 5411 sayılı Kanun’un 132. maddesinin onuncu fıkrası şöyledir:
"Fon, takip ettiği alacaklar ile ilgili olarak iskonto da dâhil olmak üzere her türlü tasarrufta bulunmaya, sulh olmaya, satmaya, geri almaya, alacağına mahsuben menkul ve gayrimenkul mallar ile her türlü hak ve alacakları belirleyeceği koşullar ile devralmaya ve alacağın yeniden itfa planına bağlanması da dâhil olmak üzere borçlularla anlaşma yapmaya ve borçlularla yaptığı anlaşmalar kapsamında Fon Kurulunca belirlenecek usul ve esaslar dâhilinde muhafaza tedbiri uygulayıp, uygulamamaya, dava açıp açmamaya veya açılmış bulunan hukuk davalarının yapılan anlaşma süresince durdurulmasını mahkemeden istemeye yetkilidir."
31. 5411 sayılı Kanun’un 136. maddesi şöyledir:
"Fon alacaklarının tahsilini teminen, Fon tarafından bu Kanun hükümleri çerçevesinde açılan ve/veya takip edilen dava ve takiplerde verilen ihtiyatî haciz veya tedbir kararları uyarınca üzerine ihtiyatî haciz veya tedbir konulan para, her türlü mal, hak ve alacaklar, bu davalara konu alacakların yasal teminatını oluşturur ve karar kesinleşinceye veya takip sonuçlanıncaya kadar devam eder. Mahkemece karara bağlanan alacaklar, tedbir konulan para, mal, her türlü hak ve alacakların bedelinden, Devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının 6183 sayılı Kanun kapsamındaki alacaklarından sonra gelmek üzere, imtiyazlı alacak olarak öncelikle tahsil olunur. "
32. 5411 sayılı Kanun’un geçici 11. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun yayımı tarihinden önce, 26.12.2003 tarihine kadar temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetim Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilişkili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar hakkında başlatılan işlemler sonuçlanıncaya ve her türlü Fon alacakları tahsil edilinceye kadar bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanunun 14, 15, 15/a, 16, 17, 17/a ve 18 inci maddeleri, ek 1, 2, 3, 4, 5 ve 6 ncı maddeleri ile geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasına devam edilir.
...
Bu Kanunun yayımı tarihinden önce mülga 3182 sayılı Bankalar Kanununun 64 ve 65 inci maddeleri ile, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesi uyarınca işlem yapılan bankalar ile tasfiyeye tâbi tutulan veya tasfiye işlemi başlatılan bankalar hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları hükümlerinin uygulanmasına devam edilir."
B. Uluslararası Hukuk
33. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler ile ilgili uluslararası hukuk için bkz. Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 23-39.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 18/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
36. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
37. Ferat Yüksel (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).
38. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Silahların Eşitliği İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvurucu; aleyhine açılan davada delillerin toplanmadığını, kendisine ispat hakkı tanınmadığını, iddia ve itirazlarının dikkate alınmadığını belirterek silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir hak arama yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
42. Somut olayda başvurucunun şikâyet ettiği yargılamanın devam ettiği tespit edilmiştir (bkz. § 20). Buna göre sıra cetveli kesinleşinceye kadar durdurulan davanın esası hakkında bir karar verilmemiş olup başvurucunun silahların eşitliği ilkesinin ihlali iddiası kapsamında dile getirdiği söz konusu şikâyetler ise ancak yargılama sona erdiğinde başvuruya konu edilebilecek nitelikte görülmüştür. Bu durumda başvurucunun bu başlık altındaki şikâyetlerine ilişkin hukuk sisteminde mevcut yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
44. Başvurucu, davanın sonradan yürürlüğe giren bir kanun hükmüne dayalı olarak durdurulması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
45. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
46. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Özkan Şen, § 58; Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39; İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 33).
47. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru amaç ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
48. Somut olayda başvurucu aleyhine açılan şahsi iflas davasında görülen yargılama 5411 sayılı Kanun'un geçici 11. ve 132. maddesinin onuncu fıkrası uyarınca TMSF ile M. Grubu arasındaki protokol çerçevesinde ilgili Ticari ve İktisadi Bütünlüğün sıra cetvelinin kesinleşmesine kadar durdurulmuştur. Buna göre yargılamanın durdurulması yönündeki müdahalenin ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir bir kanuni dayanağının bulunduğu açıktır. Diğer taraftan kamu alacağının diğer borçlulardan tahsil edilip edilemeyeceği ancak sıra cetveli kesinleştikten sonra belirlenebileceğinden müdahalenin kamu alacağının tahsilinin sağlanması yönünde kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmaktadır.
49. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı mutlak olmayıp sınırlamalara konu olabilir. Ancak Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi uyarınca anılan sınırlamaların mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirmemesi ya da aşırı derecede zorlaştırmaması gerekir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen hukuki veya fiilî sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
50. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
51. Ölçülülük ilkesi; öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını ve bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38). Müdahalenin ölçülülüğü değerlendirilirken ilgili kanuni düzenlemelerle birlikte somut olayın koşulları ve başvurucunun tutumu da gözönünde bulundurulmalıdır (Ahmet Ersoy ve diğerleri, B. No: 2014/4212, 5/4/2017, § 50).
52. Başvuru konusu olayda yargılamanın sıra cetveli kesinleşinceye kadar durdurulmasına karar verilmekle birlikte dava henüz sonuçlandırılmadığına göre müdahalenin belirtilen kamu yararı amacı ile karşılaştırıldığında orantılı olduğu ve bu durumun başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmadığı anlaşıldığından mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır.
53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda bir ihlal bulunmadığı açık olan başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
54. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. İhtiyati Tedbirin Haksız Olduğu Şikâyeti Yönünden
a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
55. Başvurucu, zararın teminat altına alınması amacının dışına çıkılarak mal varlığı üzerine ihtiyati tedbir konulduğunu belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
56. Bakanlık başvurucunun haksız ihtiyati tedbirlerden dolayı tazminat davası açabileceğini ancak böyle bir yolu tüketmediğini belirtmiştir. Bakanlık uyuşmazlığın esası yönünden ise ihtiyati tedbirin belirli ve öngörülebilir bir kanuni dayanağının bulunduğunu, müdahalenin yargı kararının etkisizleşmesini önleme yönünde meşru bir amacının da olduğunu ifade etmiştir. Bakanlık orantılılık yönünden ise başvurucunun uyuşmazlık konusu tedbir kararından ötürü hangi mal varlığı kaleminde ne gibi bir zarara uğradığının belirtilmediğini açıklamıştır.
57. Başvurucu cevap dilekçesinde başvuru formundaki beyanlarını yinelemiş, ihtiyati tedbirin amacından saptırılarak keyfî bir uygulamaya dönüştüğünden yakınmıştır. Başvurucu ayrıca sonuçlanmayan bir davada verilen ihtiyati tedbirden kaynaklanan zararın tazmini ile ilgili etkili bir başvuru yolunun olmadığını belirtmiştir. Başvurucu son olarak ihtiyati tedbir kararının başvurucunun bütün mal varlığı hakkında uygulandığını ifade etmiştir.
b. Değerlendirme
58. Başvurucunun mal varlığı üzerine ihtiyati tedbir konulmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur (benzer yönde değerlendirme için bkz. İbrahim Geçer, B. No: 2014/19056, 19/2/2019, § 54).
59. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).
60. Somut olayda başvurucunun şikâyetine konu tedbirin 4389 sayılı mülga Kanun'un 17. maddesi ile 14. maddesinin (5) numaralı fıkrasının (b) ve (c) bentlerine dayalı olarak konulduğu görülmektedir. Bu durumda mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir nitelikte kanuni bir dayanağının olduğu sonucuna varılmıştır.
61. Öte yandan geçici bir hukuki koruma türü olan ihtiyati tedbir yoluyla ileride açılacak veya görülmekte olan bir davanın sonucunun etkisiz veya anlamsız kalmaması hedeflenmektedir. Buna göre müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı da bulunmaktadır.
62. Son olarak müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir.
63. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
64. Somut olayda başvurucunun genel müdür, Yönetim Kurulu üyesi ve başkan vekili olarak görev yaptığı Bankanın kaynaklarının emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde hissedarlarının oluşturduğu hâkim ortak gruba aktarıldığı gerekçesiyle yönetimi ve denetiminin TMSF'ye devrine karar verilmiştir. Bunun üzerine yol açılan kamu zararının tazmini için başvurucu ile Bankanın diğer ortakları ve diğer yöneticilerine karşı İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinde 25/6/2001 tarihinde dava açılmış ve başvuruya konu tedbir de bu davada konulmuştur. Anılan davanın konusu 510.151.355 TL tutarında tazminat ödenmesi talebine ilişkindir (bkz. §§ 9-13).
65. Şikâyete konu tedbirin yukarıda değinilen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Bunun yanında başvurucu bu tedbirin niçin gerekli olmadığını da somut bir biçimde ortaya koyamamıştır.
66. Başvurucu söz konusu tedbire karşı yargılamanın çeşitli aşamalarında etkin bir biçimde itiraz edebilme imkânı da bulabilmiştir. Ayrıca başvurucunun mal varlığına konulan tedbirin geçici nitelikte olduğu ve haksız olduğunun anlaşılması hâlinde davadan sonra tazminat davası açılabileceği de gözetilmelidir. Son olarak tedbirin konulduğu davanın değerinin (bkz. § 64) oldukça yüksek olduğu, başvurucunun ise bu değer ile karşılaştırmaya elverişli somut bir belge de sunmadığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak ihtiyati tedbirin haksız yere uygulandığı iddiası yönünden yapılan müdahalenin kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasındaki adil dengeyi bozmadığı ve ölçülü olduğu kanaatine varılmıştır. Bu durumda belirtilen şikâyet yönünden bir ihlalin olmadığı açıktır.
67. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda bir ihlal bulunmadığı açık olan başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, § 24).
68. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. İhtiyati Tedbir Sürecinin Makul Sürede Sonuçlanmadığı Şikâyeti Yönünden
a. Başvurucunun İddiaları
69. Başvurucu, ihtiyati tedbirin makul bir sürede sonuçlanmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
i. Kabul Edilebilirlik
70. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
71. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.
72. Anayasa Mahkemesi muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde yapılan inceleme sonucunda söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).
73. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için ise gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).
74. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Nitekim başvurucunun mal varlığı üzerine 12/7/2001 tarihinde konulan ihtiyati tedbir şerhinin devam ettiği görülmektedir. Dolayısıyla olayda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbir sürecinin yaklaşık on sekiz yıl on bir aydır devam ettiği tespit edilmiştir. Bu tedbir süreci olayın koşulları çerçevesinde bir bütün olarak ele alındığında söz konusu sürenin makul olmadığı ise kuşkusuzdur. Bu durumda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği ve ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
75. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
76. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
77. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
78. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
79. Başvurucu, ihlallerin ve bu aşamada saklı tutulan maddi ve manevi tazminat hakkının varlığının tespiti talebinde bulunmuştur.
80. Başvuruda ihtiyati tedbirin makul bir sürede sonuçlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı ihtiyati tedbirin kaldırılmasını gerektirmemektedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılan tedbirin uzun sürmesine ilişkin olarak tedbir sürecinde mülkiyet hakkının gerektirdiği ivediliğin ve özenin gösterilmesi bakımından yargısal makamların sorumluluğu olduğuna dikkat çekmektedir.
81. Buna göre başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Başvurucu ise başvuru formunda bu bireysel başvuru kapsamında açıkça maddi veya manevi bir tazminat talebinde bulunmamıştır. Dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlalinin tespiti ile yetinilmesine karar verilmesi gerekir.
82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ihtiyati tedbirin haksız olduğu şikâyeti yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ihtiyati tedbir sürecinin makul sürede sonuçlanmadığı şikâyeti yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesine (E.2001/1299, K.2009/28) GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLEkarar verildi.