TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÖKHAN KOÇAR VE MESUT KASIRĞA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/777)
|
|
Karar Tarihi: 12/11/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Zeynep
KARAKOÇ
|
Başvurucular
|
:
|
1.Gökhan
KOÇAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Kadir
GÜNDOĞAN
|
|
|
2.Mesut
KASIRĞA
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali
ÖMÜRLÜBAY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; bedensel zararın tazmini talebiyle açılan davada
tazminattan indirilecek unsurların belirlenmesine ilişkin kanun hükmünün
uygulanmasında yargı kolları arasındaki içtihat farklılığının yargılamanın
hakkaniyetini zedelemesi, yargılamanın bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından yürütülmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 15/1/2016 ve 1/2/2016 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından 2016/777 ve 2016/2064 numaralı bireysel
başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması
nedeniyle 2016/777 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve
incelemenin 2016/777 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına
karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
9. Başvurucular, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde asker
olarak görev yapmaktayken 4/8/2012 ve 18/10/2012 tarihlerinde terör örgütü
mensuplarında yapılan saldırılar nedeniyle yaralanmıştır.
10. Yapılan tüm tetkik ve tedavileri neticesinde başvurucular
hakkındaki raporları inceleyen Ankara Gülhane Askerî Tıp Akademisi Hastanesi
(GATA) tarafından, başvurucuların TSK'da görev yapamayacağı ve askere elverişli
olmadığı yönünde 6/11/2013 ve 2/12/2013 tarihli sağlık raporları
düzenlenmiştir.
11. Başvurucular, olay nedeniyle uğradıkları zararların tazmini
talebiyle 9/5/2014 ve 12/12/2013 tarihlerinde Millî Savunma Bakanlığına (MSB)
başvurmuş, başvurularının zımnen reddi üzerine 17/7/2014 ve 5/3/2014
tarihlerinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) maddi ve manevi tazminat
ödenmesi istemleriyle tam yargı davaları açmışlardır.
12. AYİM İkinci Dairesi (Daire), başvurucunun uğradığı
zararların kusursuz sorumluluk ilkesine göre karşılanması gerektiği yönündeki
sonuç ve kanaatine istinaden başvurucunun maddi zararının hesaplanması için
bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir.
13. 28/5/2015 ve 7/5/2015 tarihli bilirkişi raporlarından,
başvuruculara Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK) yapılan ödemelerle maddi tazminat
hak edişlerinin fazlasıyla karşılandığı belirlenmiştir.
14. Başvurucular 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun ek 79. maddesi kapsamında yapılan ek
ödemelerin zarar verene rücu edilebilen ödeme olmadığı gibi ifa amacı da
taşımadığını, bu sebeple 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu'nun 55. maddesi uyarınca maddi zarar hak edişinden mahsup edilmemesi
gerektiğini belirterek bilirkişi raporuna itiraz etmiştir.
15. Daire başvurucuların bilirkişi raporlarına yaptığı
itirazları kabul etmemiş ve söz konusu raporlar uyarınca maddi tazminat
istemlerini reddetmiş, elde ettikleri nakdi tazminat yararını dikkate alarak
14.000 TL ve 40.000 TL manevi tazminata hükmetmiş, fazlaya ilişkin taleplerini
ise reddetmiştir. Kararların gerekçesinde, 5434 sayılı Kanun'un ek 79. maddesi
uyarınca yapılan ek ödemenin 6098 sayılı Kanun'un 55. maddesi uyarınca "ifa amacı taşıyan" bir ödeme olduğu
belirtilmiş ve tazminat miktarı belirlenirken bu ödemenin toplam tazminat
hesabından düşülmesi gerektiği ifade edilmiştir. Daire bu değerlendirmesinden
hareketle başvurucular yönünden bir yarar unsuru olarak kabul ettiği söz konusu
ödemeyi, hesaplanan toplam tazminat miktarından indirmek suretiyle hüküm
kurmuştur. Kararın karşıoyunda ise 5434 sayılı
Kanun'un ek 79. maddesi uyarınca yapılan ek ödemenin yarar kabul edilmemesi ve
hesaplanacak maddi tazminat miktarından indirilmemesi, ayrıca nakdi tazminat
miktarının da manevi zararın karşılığı olduğu gerekçesiyle indirim yapılmaması
gerektiği belirtilmiştir.
16. Başvuruculardan Gökhan Koçar'ın
karar düzeltme istemi aynı Dairenin 23/12/2015 tarihli ilamı ile reddedilmiş,
diğer başvurucu ise karar düzeltme isteminde bulunmamıştır. Nihai kararlar
4/1/2015 ve 18/1/2016 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucular 15/1/2016 ve 1/2/2016 tarihlerinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Kanun
18. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Türk Borçlar
Kanunu'nun 46. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Cismani bir zarara düçar
olan kimse külliyen veya kısmen çalışmağa muktedir olamamasından ve ileride
iktisaden maruz kalacağı mahrumiyetten tevellüt eden zarar ve ziyanını ve bütün
masraflarını isteyebilir."
19. 6098 sayılı Kanun'un 55. maddesi şöyledir:
"Destekten yoksun kalma zararları ile
bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre
hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile
ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez;
zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak
hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.
Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve
işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut
bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı
zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır."
20. 5434 sayılı Kanun'un ek 79. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"Aşağıda belirtilen kişilere bu madde
uyarınca ek ödeme yapılır:
a) Harp malullerine.
b) Şehit dul ve yetimlerine.
c) Barışta, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı haller ile talim, tatbikat veya manevra sırasında görevin veya
çeşitli harp silah ve vasıtalarının sebep ve tesiriyle vazife malûlü sayılan
Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ile Askerî harekâtı gerektiren iç tedip
hareketleri veya güvenlik veya asayişin sağlanmasında Silahlı Kuvvetlerle
birlikte veya ayrı olarak görevlendirilenlerden bu görevlerin çeşitli sebep ve
tesirleriyle vazife malûlü sayılan jandarma ve emniyet mensupları ile sivil
görevlilere.
d) (c) bendinde belirtilen görevlerin ifası
sırasında, bu görevlerin çeşitli sebep ve tesirleriyle ölenlerin dul ve
yetimlerine.
Hak sahiplerine, yukarıda yazılı durumlar
sebebiyle, sosyal güvenlik kurumlarınca aylık bağlanmasına esas olan tarihten
geçerli olmak üzere müracaat tarihini izleyen yılın en geç ilk üç ayı içinde
T.C. Emekli Sandığı tarafından ek ödeme yapılır. Ay farkları yıllık miktarın onikiye bölünmesi suretiyle hesaplanır.
...
Bu maddeye göre yapılan ödemeler herhangi bir
vergi ve kesintiye tâbi olmayıp, faturası karşılığında, Hazineden tahsil
edilir."
2. İlgili Yargı Kararları
a. Yargıtay İçtihadı
21. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun (YİBGK)
6/3/1978 tarihli ve E.1978/1, K.1978/3 sayılı kararının ilgili kısımları
şöyledir:
"Borçlar Kanunu'nun 45. maddesinin 2.
fıkrasında öngörülen destekten yoksun kalma tazminatı isteminde bulunan
kişilere, T.C. Emekli Sandığınca bir ödemede bulunulduğu takdirde, bunun tazminatın
saptanmasında gözönünde bulundurulmasına dair Onbirinci Hukuk Dairesinin kararları ile T.C.Emekli Sandığınca yapılan ödemelerin tazminattan
indirilemeyeceğine dair Dördüncü ve Onbeşinci Hukuk
Daireleri ile Hukuk Genel Kurulunun kararları arasındaki aykırılığın içtihadı
birleştirme yolu ile giderilmesi Birinci Başkanlık Divanınca istenildiğinden
6/3/1978 günlü toplanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunda,
aykırılığın bulunduğuna, içtihadın birleştirilmesi gerektiğine oybirliği ile karar
verildikten ve raportör üye dinlendikten sonra konu görüşülüp tartışıldı:
...
5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu'nun
129. maddesinde, görevleri içinde veya dışında ölenlerin dul ve yetimlerinin,
ölüme sebep olanlar aleyhine açacakları davaları kovuşturmaya, davalara üçüncü
şahıs ise bunu doğrudan doğruya açmaya sandık yetkili kılınmıştır. Dava sonunda
para tazminatı da alınırsa kovuşturma masrafları ile birlikte, dul ve yetim
aylıkları bağlanan hallerde bu aylıkların beş yıllığı, toptan ödeme yapılan
hallerde de yarısının Sandıkça alınarak, varsa geri kalanının ilgililere
ödeneceği öngörülmüştür.
Tartışmada beliren bir görüşe göre, bu hüküm
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 26.ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanunu'nun 63. maddesi ile eşdeğerdedir. Bu itibarla T.C. Emekli
Sandığına böylece kısıtlı olarak rücu hakkı tanınmıştır. Zarara uğrayanın
alabileceği tazminat saptanırken T.C. Emekli Sandığının mal varlığına geçmesi
gereken para indirildikten sonra kalan miktara hükmedilmesi gerekir.
Çoğunluğunun benimsediği görüş ise; sözü geçen
129. maddede bir hesaba sayılmanın öngörülmediği, aksine madde metninin açık
olduğu ve zarar veren kişinin T.C. Emekli Sandığının ödediği paranın,
kendisinin ödemek zorunda kalacağı tazminattan indirilmesini isteyemeyeceği
biçiminde belirlenmiştir.
Gerçekten, haksız eylem sonucu ölen kişi,
yaşamı süresince çalışmış ve maaşından düzenli olarak belirli bir miktar para
kesilerek sandığa yatırılmıştır. Zarar verenin bu paradan yararlanması söz
konusu olamaz. O halde zarar veren, verdiği zararın tamamını açılan davada ödemelidir.
Esasen 129. madde zarar verenden tazminatın tamamının alınacağı hükmünü
getirmiş ve Emekli Sandığı davaya katılmış veya doğrudan doğruya dava açmış
olduğu takdirde alınacak tazminatın zarara uğrayanlar ile Sandık arasında nasıl
bölüşüleceğini saptamıştır. Bu itibarla tazminat ödemekle yükümlü olan kişi bu
maddeye dayanarak tazminatın indirilmesini isteyemez."
22. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 15/1/2008 tarihli ve
E.2007/10817, K.2008/85 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Davacı... tarafından, davalı İçişleri Bakanlığıaleyhine 02/01/2004 gününde verilen dilekçe ile
trafik kazası sonucu ölüm nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine
yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen
17/05/2007 günlü kararın Yargıtay’da duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili
ile duruşmasız olarak incelenmesi de davalı vekili taraflarından süresi içinde
istenilmekle... gereği düşünüldü.
...
Davacı vatani görevini yaparken meydana gelen
trafik kazasında vefat eden eşinden dolayı destekten yoksun kalma tazminatı
istemiştir. Dosyadaki kanıtlardan desteğin eşine dul aylığı bağlandığı
anlaşılmaktadır. Mahkemece destekten yoksun kalma tazminatının miktarının
belirlenmesi için bilirkişi görüşüne başvurulmuştur. Hükme esas alınan
bilirkişi raporunda davacıya TC. Emekli Sandığı tarafından bağlanan görev
şehidi dul aylığı tutarının peşin sermaye değeri ile davacıya ödenen tütün
ikramiyesi gözetilerek indirim yapılmıştır. Mahkemece bu rapor doğrultusunda
maddi tazminata hükmedilmiştir.
...
Somut olayda; destek, vatani görevini jandarma
asteğmen olarak yaparken vefat etmiş olup ölmeden önce yedek subay maaşı
almaktadır. Emekli Sandığı tarafından davacıya bağlanan aylık desteğinin
hayatta iken maaşından Emekli Sandığı tarafından kesilen miktarların
karşılığıdır. O halde Emekli Sandığı tarafından bağlanan aylıklar 5434 sayılı
Emekli Sandığı Kanunu gereğince rücuya tabi olmayıp
destekten yoksun kalma tazminatının hesabında gözetilmemesi gerekir. Açıklanan
nedenlerle davacının destekten yoksun kalma tazminatının hesabında T.C. Emekli
Sandığınca bağlanan dul aylığı ile tütün ikramiyesinin indirilmiş olması doğru
görülmemiştir. Mahkemece açıklanan bu yön gözetilmeksizinyukarıda
anılan içtihadı birleştirme kararına uygun olmayan bilirkişi raporunun hükme
esas alınmış olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir."
23. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13/6/2013 tarihli ve
E.2012/11954, K.2013/11356 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Davacı ...tarafından, davalı Milli Savunma Bakanlığı aleyhine 24/07/2008 gününde verilen
dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda;
davanın reddine dair verilen 19/04/2012 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi
davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle... gereği görüşüldü.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı
kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir
isabetsizlik görülmemesine, özellikle tütün beyi ikramiyesi ile kira yardımı
ödemesinin ifa amaçlı ödemeler olmaması nedeni ile zarar hesabında gözetilmesi
doğru değil ise de sigorta şirketi tarafından yapılan ödeme ve 2330 sayılı Yasa
kapsamında yapılan ödemelerin davacıların destek ve manevi tazminat zararlarını
karşıladığı anlaşıldığına göre yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının
reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA [karar
verilmiştir.]"
b. Danıştay İçtihadı
24. Danıştay Onuncu Dairesinin 25/3/2008 tarihli ve E.2005/7940,
K.2008/1409 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Dairemizin 20.11.2007 tarihli ara
kararına verilen cevapta; davacılar murisinin yaklaşık 5 yıl 10 ay hizmeti
bulunması nedeniyle, davacılara; 15.5.2001 tarih ve 368 sayılı Nakdi Tazminat
Komisyonu Kararı ile 2330 sayılı Yasa uyarınca 14.709.000.000 TL nakdi
tazminat; 17.5.2001 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü Sosyal Yardım Fonundan
3.000.000.000 TL; İl Sosyal Fonundan da 1.500.000.000 TL ödeme yapıldığı,
Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünce tütün ikramiyesi tahakkuk ettirildiği ve dul
ve yetim aylığı bağlandığı belirtilmektedir.
Bilirkişi tarafından maddi tazminat
hesaplanırken, davacılara yapılan bu ödemelerden; nakdi tazminat tutarının 2330
sayılı Yasa'nın 6. maddesi uyarınca maddi tazminattan indirilmesinde; sosyal
yardım fonlarından yapılan ödemelerin ise indirilmemesinde hukuki isabetsizlik
bulunmamaktadır.
Ancak, davacılar adına destekten yoksun kalma
tazminatı hesaplanırken, davacılar murisinin yaklaşık 5 yıl 10 ay hizmeti
bulunmasına karşın, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü'nce tahakkuk ettirilen tütün
ikramiyesi ile bağlanan aylığın maddi tazminat tutarından düşülmemiş olduğu
anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacılar adına hesaplanacak destekten yoksun
kalma tazminatının, davacılara bağlanan aylığın vazife malullüğü aylığı olup
olmadığı hususu araştırılarak ve davacılar murisinin hizmet cetveli de
incelenerek tespit edilmesi gerekmektedir.
Belirtilen saptamalar doğrultusunda; yeni bir
bilirkişi heyeti oluşturmak suretiyle, mahkemece hükme esas alınan bilirkişi
raporunda yer alan ve yukarıda yanlışlığı belirtilen hususlar da dikkate
alınarak, ... davalı idarece ödenmesi gereken tazminat miktarının yeniden
hesaplanması gerekmektedir."
25. Danıştay Onuncu Dairesinin 8/10/2015 tarihli ve E.2012/4747,
K.2015/4139 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Dava; polis memuru olarak görev yapan
davacılar murisi Ö.D.'nin 10.08.2010 tarihinde
meydana gelen olayda hayatını kaybetmesi sonucunda uğranıldığı ileri sürülen
500.000,00 TL maddi (destekten yoksun kalma tazminatı) ve 100.000,00 TL manevi
olmak üzere toplam 600.000,00 TL zararın yasal faiziyle birlikte tazminine
karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
...
Prim ödemek suretiyle kapsamında bulunulan
sosyal güvenlik sisteminin doğal sonucu olarak ilgililere bağlanan aylıklar ve
yapılan ödemeler, idarenin tazmin sorumluluğunu doğuran olay nedeniyle sağlanan
yarar niteliğinde bulunmamaktadır. Bu nedenle, prim karşılığında ilgililere
bağlanan aylıklar ile yapılan her türlü ödemenin, aktif ve pasif dönemde
hesaplanacak maddi tazminat tutarından hiçbir şekilde yarar olarak kabul edilip
indirilmemesi gerekmektedir. Bir başka ifadeyle, vazife malullüğü aylığının içinde
adi malullük aylığının da bulunduğu gözetilerek aktif ve pasif dönemde adi
malullük aylığının yarar olarak kabul edilip hesaplamaya dâhil edilmesine
olanak bulunmamaktadır.
...
Esasen, aktarılan yöndeki hesaplama, 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 55. maddesine de uygun bulunmaktadır. Zira,
ilgililere ödedikleri prim karşılığı bağlanacak adi malullük aylıkları, 'rücu
edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri' kapsamında yer almakta iken; 3713 sayılı
Yasanın yukarıda alıntısı yapılan hükmünden de anlaşılacağı üzere, adi malullük
aylığını aşan vazife maluliyetine ilişkin tutarlar, sosyal güvenlik kuruluşunca
Hazineden tahsil edilmekle, 'rücu edilen sosyal güvenlik ödemeleri'ni
oluşturmaktadır. Yine, nakdi tazminat ödemeleri, ilgilinin olay nedeniyle uğradığı
zararı, Yasada öngörülen sınırlar çerçevesinde kısmen dahi olsa karşılamayı
amaçladığından, 'ifa amacını taşıyan ödemeler' kapsamında yer almakta; buna
karşılık, sosyal yardım sandıklarından yapılan ödemeler ise, 'ifa amacını
taşımayan ödemeler' niteliğinde bulunmaktadır. Böylelikle, vazife malullüğü
aylığının adi malullük aylığını aşan tutarı ile nakdi tazminat yarar olarak
kabul edilirken, adi malullük aylığı ile sosyal yardımlar yarar hesabına dâhil
edilmemektedir.
...
Buna göre, özetlenen bilirkişi raporu,
yukarıda aktarılan nitelikte ve mahkeme kararına dayanak alınacak mahiyette
görülmemektedir. Bu itibarla, Mahkemece yeniden yaptırılacak bilirkişi
incelemesinde, öncelikle, aktif ve pasif dönem zararları hesabında kullanılacak
verilerin (davacının emsali polis memurunun alacağı görev ve emekli
aylıklarının, vazife malullüğü ve adi malullük aylıklarının, emekli ikramiyesi
ile tütün ikramiyesinin peşin sermaye değerlerinin) yeniden düzenlenecek rapor
tarihi itibariyla değerlerinin ilgili idarelerden
sorulması; alınacak cevap üzerine, yukarıda 3 madde hâlinde aktarılan ilkeler
çerçevesinde bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Daha açık bir anlatımla, düzenlenecek yeni raporda, özellikle,
...
2. Davacıya bağlanan vazife malullüğü aylığı
peşin sermaye değeri ile adi malullük aylığı peşin sermaye değeri arasındaki
farkın, tütün ikramiyesi peşin sermaye değerinin (Sosyal Güvenlik Kurumu
Başkanlığından sorularak) aktif ve pasif dönem zararlarından düşülmesi,...
gerekmektedir."
26. Danıştay Onuncu Dairesinin 15/1/2016 tarihli ve E.2014/3352,
K.2016/131 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacılara 2330 sayılı Yasa hükümleri
uyarınca nakdi tazminat ve 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu'nun Ek 79. maddesi
uyarınca tütün ikramiyesi ödendi ise, bu miktarların yeniden düzenlenecek rapor
tarihindeki güncel değeri hesaplanarak yarar kalemi olarak hesaplanan toplam
zarardan düşülmesi gerekmektedir."
c. AYİM İçtihadı
27. AYİM'in 22/10/2008 tarihli ve
E.2007/434, K.2008/1069 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Mahkememizin yerleşik içtihadı uyarınca
T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı iştirakçisi olmayan kimselere olay
sebebiyle T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca bağlanan aylıklar ve ödenen
tütün ikramiyeleri yarar kabul edilerek davacıların maddi zararlarından
düşüldüğünden bu husus araştırılmış...hakkında 5434 sayılı Yasa'nın vazife
malullüğü hükümlerinin uygulanmasına dair karar verildiği, ancak davacılar anne
ve babanın durumunun 5434 sayılı Yasa'nın 72. maddesi kapsamına girmediğinden
vazife malullüğü aylığı bağlanamadığı ve dolayısıyla tütün ikramiyesinin de
ödenemediğinin bildirildiği görülmüştür.
Davacılara yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle
maddi zararlardan düşülmesi gereken Devletçe hiçbir yarar sağlanamadığı
anlaşılmıştır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes davasının,
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla
kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve
makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
29. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için
bkz. Engin Selek (B. No:
2015/19816, 8/11/2017, §§ 29-340) başvurusuna ilişkin karar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 12/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. AYİM'in Bağımsız ve Tarafsız Bir Mahkeme Olmadığına İlişkin
İddia
1. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucular, heyetlerinde yer alan ve hâkimlik teminatından
faydalanmayan iki kurmay subay üyenin varlığı sebebiyle kuruluş ve yapısı
itibarıyla AYİM'in bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
olmadığını ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
32. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken
belirtildiği üzere AYİM’in oluşumu, statüsü ve
görevleri Anayasa ve ilgili Kanun’da hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askerî hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve
ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri
yönünden askerî hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı,
kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline
ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı
görülmektedir (Yaşasın Aslan, B.
No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29). Diğer yandan sınıf subayı üyelerin en fazla
dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında Disiplin
Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri zarfında idari veya askerî
yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları bu subayların
idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (Yaşasın Aslan, § 30).
33. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
34. Başvurucular, adli yargıda görülen aynı nitelikteki
davalarda 5434 sayılı Kanun'un ek 79. maddesi kapsamında yapılan ek ödeme maddi
tazminat hak edişinden düşülmemesine rağmen AYİM'in
6098 sayılı Kanun'un 55. maddesindeki açık hükme olağanın dışında ve yerleşik
Yargıtay içtihadından farklı bir anlam vererek bunu tazminat hesabından
düştüğünü ifade etmektedir. Başvurucular, SGK tarafından yapılan bir ödemenin
tazminat hesabında indirim nedeni olabilmesi için zarar verene rücu edilebilen
veya ifa amacını taşıyan bir ödeme olması gerektiğini belirtmekte ve ek
ödemenin ise bu koşullardan herhangi birini taşımadığını iddia etmektedir. AYİM'in yorumunun bu yönüyle bariz takdir hatası içerdiğini
öne süren başvurucular, bu durumun hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik
ilkesine aykırı olduğundan şikâyet etmektedir. Başvurucular ayrıca, elde etme
yönünde meşru beklenti içine girdikleri ekonomik bir değerden yoksun
bırakıldıklarını iddia etmektedirler. Başvurucular farklı yargı kolları
arasındaki söz konusu içtihat farklılığından dolayı tazminat talebinin kısmen
reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin zedelendiğini, hak arama hürriyetinin,
mahkemeye erişiminin ve etkili başvuru hakkının engellendiğini, mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmekte; ihlalin tespiti, yeniden yargılanma
ve tazminat taleplerinde bulunmaktadırlar.
2. Değerlendirme
35. Anayasa'nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma ve mülkiyet
hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sümekte ise de
başvurucunun şikâyetinin özü, içtihat farklılığından dolayı tazminat talebinin
kısmen reddedilmesine ilişkin olup ihlal iddiasının bir bütün olarak adil
yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
38. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
39. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci
fıkrasına "adil yargılanma hakkı"
ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf
olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil
yargılanma hakkı metne dâhil" edilmiştir. Dolayısıyla
Anayasa'nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu
ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de
düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır(Yaşar
Çoban [GK] B. No: 2014/6673, 25/7/2017,§ 53).
40. Adil yargılanma hakkı uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk
devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa'nın 2. maddesinde
Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, Anayasa'nın tüm
maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde
bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir.
41. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk
güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve
E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı
amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de
idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,
net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39,
K.2013/65, 22/5/2013).
42. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden
fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin
benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan
birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk
kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa
Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden
fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini
tespit etmektir(Mehmet
Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
43. Yargı yetkisini kullanan mahkemeler, aynı mahiyetteki
davalarda uyuşmazlığın çözümü için gerekli olan bir yasa hükmünü uygularken,
bir hukuki müesseseyi değerlendirirken ya da uyuşmazlığın çözümünde takip
edilecek usulü belirlerken birbirinden farklı ilke ve yorumlar benimseyebilir
ve bunun doğal sonucu olarak farklı bir içtihat geliştirebilirler. İçtihat
farklılığından söz edilebilmesinin ön koşulu, dava konusu edilen
uyuşmazlıkların, özü itibarıyla aynı mahiyette olmasıdır. Dolayısıyla
uyuşmazlıkların içeriğinin ve niteliğinin örtüşmediği, esaslı noktalarda
ayrıldığı durumlarda verilen kararlar arasındaki farklılık da içtihat
farklılığı olarak değerlendirilemez.
44. İçtihat farklılığı, aynı yargı kolu içine dâhil mahkemeler
arasında oluşabileceği gibi birbirinden tamamen bağımsız, aralarında yargısal
anlamda bir hiyerarşi ilişkisi olmayan birden fazla yargı koluna dâhil
mahkemeler arasında da oluşabilir. Bu sebeple içtihat farklılığından
kaynaklanan adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına yönelik olarak
yapılacak incelemede Anayasa Mahkemesinin yaklaşımının ne olması gerektiği, söz
konusu farklılığın aynı yargı kolu içinde ya da ayrı yargı kolları arasında
gerçekleşme ihtimaline göre iki başlık altında irdelenmiştir.
(1)Aynı Yargı Kolu İçindeki İçtihat Farkı
45. Birbiriyle çelişen kararlar, belirli bir yargı kolundaki tek
yüksek mahkemenin farklı daireleri tarafından ya da yine aynı yargı kolu içinde
fakat son derece mahkemesi sıfatını haiz, nihai hüküm veren çeşitli mahkemeler
tarafından verilebilir.
46. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve
mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini
yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları
beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin
edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın
belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele
alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları
ortaya çıkartır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters
düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin
yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir
(Türkan Bal, [GK], B. No:
2013/6932, 6/1/2015, § 64).
47. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği yargı sistemine olan bu
güveni sağlamak ve korumakla yükümlü olan devlet, aynı yargı koluna dâhil
mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan
kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir
şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük,
adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olarak kabul edilmelidir.
(2)Ayrı Yargı Kolları Arasındaki İçtihat Farkı
48. Bu durumda farklı yönde karar veren mahkemelerin her biri
kendi yargı kolunun içindeki alt derece mahkemelerinin yüksek mahkemesi
konumundadır. Bu yüksek mahkemelerin birbiri arasında ise bir yargı hiyerarşisi
bulunmamaktadır. Her biri kendi yargı kolundaki çok sayıda mahkemenin yüksek
mahkemesi konumundaki mahkemelerin aynı konuda farklı yorumlar getirmesi, yargı
ayrılığını benimsemiş ve Yargıtay, Danıştay, AYİM gibi çeşitli yüksek mahkemelerden
oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir
(aynı yöndeki karar için bkz. Türkan Bal,
§ 53). Böyle bir durumda adil yargılanma hakkının devleti söz konusu mahkemeler
arasında içtihat farklılıklarını ortadan kaldırabilecek nitelikte bir
mekanizmayı kurmakla yükümlü kılacak kadar bir güvenceyi sağladığından söz
edilemez. Zira böyle bir yaklaşım, doğrudan Anayasa tarafından benimsenmiş
yargı ayrılığı sisteminin özüne bir müdahale teşkil edeceğinden Anayasa ile
çelişen bir duruma da sebebiyet verme riskini barındırmaktadır. Dolayısıyla
farklı yargı alanlarındaki uyuşmazlıkları çözmekle görevli her bir yüksek
mahkeme kendi yargı kolunun görev alanındaki dava tiplerine göre özü itibarıyla
aynı nitelikteki uyuşmazlıklarda farklı bir bakış açısıyla olaya yaklaşabilir
ve hukuki gerekçelerini de göstererek farklı sonuçlara ulaşabilir. Yargı
sisteminin yapısının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan yargı kolları
arasındaki farklı içtihatlar zaman içinde birbiriyle tutarlı hâle de gelebilir.
Ancak bu tutarlılık zaman içinde sağlanamamış olsa dahi içtihat farklılığının
açıkça keyfîlik oluşturan bir durumdan kaynaklandığı
saptanmadığı sürece bu durum makul kabul edilebilir ve adil yargılanma hakkının
ihlaline yol açmaz. İlke bu şekilde olmakla birlikte yüksek mahkemeler nezdinde
farklı uygulamaların gelişmesinin toplumun yargıya güvenini azaltabileceği de
öngörülebilir bir durumdur. Bu itibarla yüksek mahkemelerin böyle bir olumsuz
sonucun bizatihi kaynağı olmamak adına farklı uygulamaları ortadan kaldırmaya
yönelik gerekli özeni göstermeleri beklenir (benzer yönde değerlendirme için
bkz. Mehmet Çelik (2) B. No:
2015/889, 17/11/2016, § 62).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
(1) Ön
Değerlendirme
49. Somut başvuruların konusu; aynı yargı kolundaki son derece
mercii olan mahkemelerin değil birbiriyle yargısal anlamda hiyerarşi ilişkisi
içinde olmayan, birbirinden tamamen bağımsız iki farklı yargı kolunun yüksek
mahkemelerinin içtihatları arasında uyumsuzluk olduğu iddiasıdır. Bu bağlamda
ayrı yargı kollarına dâhil mahkemelerin aynı tip uyuşmazlıkların çözümünde
uyguladıkları aynı Kanun hükmünü farklı şekilde yorumlamasından kaynaklanan bir
tutarsızlıktan söz edilmektedir.
50. Başvurucuların yukarıda yer verilen iddialarının (bkz. § 45)
mahiyeti itibarıyla Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası anlamında bir
kanun yolu şikâyetinin ilerisine geçtiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla somut
başvuruda öncelikle birbiriyle çelişen içtihatlar bulunup bulunmadığı, eğer
böyle bir durum var ise bireysel başvuruya dayanak davanın koşulları ışığında
bu çelişkili içtihatların adil yargılanma hakkının ihlaline yol açıp açmadığı
incelenmelidir.
(2)
İçtihatlar Arasında Çelişkinin Varlığı
51. Başvurucular
bedensel zararın tazmini talebiyle açılan davalarda 6098 sayılı Kanun'un 55.
maddesinin uygulanması ve bu bağlamda tazminat miktarının hesaplanması
noktasında AYİM'in, aleyhine sonuç doğuracak şekilde Yargıtayın yerleşik içtihadında benimsediği yaklaşımdan
farklı bir yaklaşım benimsemesinden şikâyet etmektedir.
52.Öncelikle belirtmek gerekir ki içtihat farklılığından söz
edilebilmesi için gerekli olan uyuşmazlıkların
özü itibarıyla aynı mahiyette olması ön koşulunun somut başvuru
yönünden gerçekleştiği görülmektedir. Zira içtihat farklılığına konu
uyuşmazlıklarda ortak temel olgu, tazmini istenen bir bedensel zararın varlığı
ve bu zararın hesaplanmasıdır. Çelişki, bedensel zararın karşılanması için
ödenecek tazminat miktarının hesaplanma yönteminde ortaya çıkmaktadır. Bu
çelişkinin kaynağı ise 5434 sayılı Kanun'un ek 79. maddesine göre yapılan ek
ödemenin tazminattan mahsup edilmesi gerekip gerekmediğini tespit etme
noktasında, anılan ödemenin 6098 sayılı Kanun'un 55. maddesi uyarınca ifa amacını
taşıyan bir ödeme niteliğinde olup olmadığına ilişkin olarak yapılan yorum ve
değerlendirmelerin farklılığıdır.
53. İhtilaf konusu ödeme ilk olarak 10/11/1983 tarihli ve 2951
sayılı Tekel Bey'iyeleri Üçte Birlerinin Dağıtımı
Hakkında Kanun ile maluller, şehit dul ve yetimlerine yılda bir yapılması
öngörülen ödeme olarak ortaya çıkmış, daha sonra 13/10/1988 tarihli ve 3480
sayılı Maluller ile Şehit Dul ve Yetimlerine Tütün ve Alkol Ürünlerinin Satış
Bedellerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun ile devam etmiştir. Söz konusu ödeme
günümüzde ise 14/7/2004 tarihli ve 5217 sayılı Kanun ile 5434 sayılı Kanun'a
eklenen ek 79. maddeyle devlet memur aylık katsayısına bağlanarak herhangi bir
vergi ve kesintiye tabi olmaksızın faturası karşılığında Hazineden tahsil
edilen özel bir ödeme şekline dönüşmüştür. Söz konusu ödeme, ilk ortaya çıkış
kaynağındaki niteliğinden ötürü Yargıtay, Danıştay ve AYİM kararlarında çoğu
zaman tütün ikramiyesi adıyla da
yer almıştır.
54. 1978 tarihli YİBGK kararı; zarar görenin zarar veren olayın
gerçekleşmesinden önce kendi ödemeleriyle oluşturduğu, bir başka ifadeyle
kendisinin finanse ettiği kaynaktan zararının karşılanamayacağı, zarar verenin
(davalının) bu paradan yararlanamayacağı ana fikrine dayanmaktadır. Adli
yargıda, bu içtihadı birleştirme kararından hareketle 5434 sayılı Kanun'un ek
79. maddesi uyarınca yapılan ek ödemenin (tütün ikramiyesinin) tazminattan mahsup edilmemesi yönünde bir
uygulama benimsenmiştir (bkz. §§ 22, 23).
55. AYİM ve Danıştay ise 6098 sayılı Kanun'un yürürlüğe
girmesinden önceki dönemde önüne gelen ve destekten yoksun kalma zararı ya da
bedensel zararın tazmini talebini içeren uyuşmazlıklarda Yargıtay ile aksi
yönde bir uygulama benimsemiştir. Bu bağlamda gerek AYİM gerekse Danıştay 5434
sayılı Kanun'un ek 79. maddesi uyarınca yapılan ek ödemeyi, hesaplanan toplam
zarar miktarından mahsup edilmesi gereken bir yarar unsuru olarak görmüştür (bkz. §§ 24, 27).
56. AYİM 6098 sayılı Kanun'un 55. maddesinin yürürlüğe
girmesinden sonraki uyuşmazlıklarda ve bu kapsamda başvuruya dayanak davada da
aynı yaklaşımını sürdürmüştür. Keza Danıştay da aynı uygulamayı devam
ettirmiştir (bkz.§§ 25, 26).
57.Bu duruma göre bedensel zararın tazmini talebiyle açılan
davalarda 6098 sayılı Kanun'un 55. maddesinin uygulanması kapsamında 5434
sayılı Kanun'un ek 79. maddesi uyarınca yapılan ek ödemenin tazminattan mahsup
edilip edilemeyeceğiyle ilgili AYİM (ve Danıştay) ile Yargıtayın
yorumu birbirine taban tabana zıt olmuştur. Bu yorum farklılığı da iki ayrı
yargı kolundaki mahkemelerin aynı mahiyetteki davalara farklı hukuki
uygulamalar yapmalarına yol açmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda, farklı yargı
kolları arasında birbiriyle çelişen içtihatlar bulunduğu ve bu çelişkinin
öteden beri devam ettiği hususlarında tereddüt bulunmamaktadır.
(3) Birbiriyle
Çelişen İçtihatların Adil Yargılanma Hakkının İhlaline Neden Olup Olmadığı
58. Öncelikle başvuruya konu içtihat farklılığının yargı ayrılığını
anayasal ilke olarak benimseyen, bu sebeple çeşitli yüksek mahkemeleri
bünyesinde barındıran yargı sistemimizin yapısı ile doğrudan bağlantılı olduğu
gözden uzak tutulmamalıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin bu noktadaki
görevi, bizzat Anayasa'da düzenlenen bir yargı sisteminin yerindeliğini
tartışmak değil bu sistemin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan içtihat
farklılığının yine Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkına
etkisini somut olayın koşulları ışığında değerlendirmektir.
59. Ülkemizde farklı yargı kollarındaki yüksek mahkemelerin
-somut olayda AYİM ve Yargıtayın- çelişen
içtihatlarını birleştirici bir mekanizma bulunmamaktadır. Esasen adil
yargılanma hakkının yargı sisteminin yapısına doğrudan müdahale edecek şekilde
devletten böyle bir mekanizma getirilmesini isteyecek bir gerekliliği özünde
barındırdığı da söylenemez.
60. Her biri kendine özgü farklı dava türlerine bakan farklı
yargı kollarındaki mahkemelerin son derece mahkemesi konumundaki Yargıtay ve AYİM'in hukuki dayanaklarını ve gerekçelerini göstermek
koşuluyla benzer nitelikteki uyuşmazlıklarda uygulayacakları aynı kanun
hükmünün yorumunda farklı bir yaklaşım geliştirmeleri kaçınılmaz bir sonuç ve
makul karşılanabilir bir durum olarak kabul edilmelidir.
61. Bu durumda söz konusu içtihat farklılığının hukukun
üstünlüğü ilkesine zarar verecek şekilde açıkça keyfîlik
içeren bir yaklaşımdan kaynaklandığına dair bir bulguya rastlanmadığı sürece
yasa hükmünün yorumlanmasına ilişkin olarak yüksek mahkemenin yaptığı seçimi
denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi olmayacaktır.
62. Bu itibarla çelişen içtihatlardan hangisinin doğru olduğu
yönünde herhangi bir çıkarımda bulunulmaksızın bireysel başvuruya konu olayda AYİM'in 6098 sayılı Kanun'un 55. maddesinin uygulanmasıyla
ilgili yaklaşımının ve bu yaklaşım sonucunda oluşturduğu içtihadın açıkça keyfîlik içerip içermediğinin tespiti gerekmektedir.
63. Başvurucular 6098 sayılı Kanun'un 55. maddesi ile getirilen
düzenlemenin tazminattan mahsup edilebilecek unsurların belirlenmesi hususunda
yargı kolları arasındaki içtihat farklılığını giderme amacına yönelik olduğunu
ifade etmektedir. Söz konusu Kanun hükmünün uygulanmasında tazminattan
indirilecek unsurların belirlenmesiyle ilgili AYİM yorumunun düzenlemenin
amacına aykırı olduğunu öne süren başvurucular 5434 sayılı Kanun'un ek 79.
maddesi uyarınca yapılan ek ödemenin tazminat miktarından indirilmesi gerektiği
yönündeki içtihadın bariz takdir hatası içerdiğinden şikâyet etmektedir.
64. AYİM'in bireysel başvuruya konu
kararını gerekçelendirirken şu olgulardan hareket ettiği görülmektedir: "Başvurucu, olay sebebiyle maddi zarara uğramıştır.
Uğranılan maddi zararın gerçek ve somut verilere göre hesaplanması ilkesi
esastır. Başvurucuya 5434 sayılı Kanun'un Ek 79. maddesi uyarınca yapılan ek ödeme,prim karşılığı olmayan, SGK'dan aylık alan herkese ödenmeyen, sadece somut olaydaki
gibi harp veya vazife malullüğü aylığı bağlananlara yapılan bir ödemedir. SGK,
dosya kapsamındaki muhtelif yazılarında Ek 79. madde uyarınca yapılan ödemenin
'rücu işlemine tabi olmadığını' belirtmiştir. Esasen SGK bu maddeye göre
yaptığı ödemeyi faturası karşılığında Hazineden, dolayısıyla somut davanın
tarafı olan genel bütçeye dâhil idareden tahsil etmektedir. Diğer bir ifadeyle
SGK bu ödemeyi zaten devletten alarak ilgilisine ödemektedir. Başvurucunun daha
öncesinde bu ödemenin kaynağının oluşturulmasına bir katkısı bulunmamaktadır.
Bu ödeme nihai olarak Hazinenin üzerinde kalmaktadır." Bu
tespitleri ışığında AYİM'in idari işlem ve eylemler
nedeniyle idarenin kusur ya da kusursuz sorumluluğu esaslarına göre açılan,
idarenin davalı konumunda olduğu tam yargı davalarında hesaplanan ve idarenin
ödemekle yükümlü kılınacağı tazminat miktarından söz konusu ek ödeme miktarı
düşülmediği takdirde idarenin idare hukuku ilkeleri uyarınca sorumlu olduğu
zararın tümünü hem tazminat olarak ödeyeceğini hem de SGK aracılığıyla yaptığı
ek ödeme ile ayrıca bir ödeme yapacağını, böylece aynı vakıadan ötürü mükerrer
tazminat ödemiş olacağını değerlendirdiği görülmektedir.
65. Kısacası AYİM, ihtilaf konusu ödemenin tazminat davasına
konu aynı olay (vazife malullüğüne sebep olan olay) nedeniyle ve bu olayın
gerçekleşmesinden sonra yapılan bir ödeme olduğuna ve bu ödemenin kaynağının
oluşturulmasında başvurucunun herhangi bir dahli bulunmadığına dikkat
çekmiştir. Bu tespitlerden hareketle söz konusu ödeme 6098 sayılı Kanun'un 55.
maddesi uyarınca ifa amacı taşıyan,
bir başka ifadeyle sosyal yardım niteliğinde olmayan, dolayısıyla tazminatı
ikame amacıyla yapılan bir ödeme olarak değerlendirilmiş ve başvurucu yönünden
bir yarar unsuru kabul edilerek davalı idarenin ödeyeceği tazminattan
indirilmiştir.
66. AYİM'in belirtilen ödemenin 6098
sayılı Kanun'un 55. maddesinin ifadesiyle "ifa amacını taşımayan ödeme" olarak kabul edilip
edilemeyeceğiyle, dolayısıyla anılan hükmün uygulanmasıyla ilgili yorum ve
değerlendirmesi somut olay bağlamında tatmin edici bir gerekçe
barındırmaktadır. Ayrıca bu yorum öngörülemez nitelikte değildir ve hukukun
üstünlüğü ilkesine zarar verecek şekilde bariz takdir hatası ya da açık bir keyfîlik de içermemektedir.
67. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. AYİM'in bağımsız ve tarafsız
olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
12/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.