TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HÜSEYİN AK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/77854)
Karar Tarihi: 1/7/2020
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Hicabi DURSUN
Muammer TOPAL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Umut FIRTINA
Başvurucu
Hüseyin AK
Vekili
Av. Mehmet EVKAYA
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; ön alım hakkının kullandırılması ve ön alım hakkına dayalı tapu iptali ile tescili davasında depo edilen bedelin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının, aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/12/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul'un Ümraniye ilçesine bağlı İstiklal Mahallesi'nde bulunan 396 ada 38 parsel sayılı taşınmazın 3/4 hissesini tapuda yapılan resmî satış ile 16/7/2007 tarihinde satın almıştır.
9. Bu taşınmazda 1/4 hissesi olan paydaş S.A. kanuni ön alım hakkına dayalı olarak başvurucu aleyhine 2/8/2007 tarihinde tapu iptali ve tescili davası açmıştır.
10. Mahkemece 31/10/2008 tarihinde dava konusu taşınmazın başında uzman bilirkişiler eşliğinde keşif yapılmıştır. Keşif sonucu düzenlenen 3/11/2008 tarihli bilirkişi raporunda şu tespitlere yer verilmiştir:
i. Bilirkişi Kurulu dava konusu taşınmazın bulunduğu yer ve konumu, civarın teşekkül tarzı, sosyal ve ekonomik şartların oluşumu, ulaşım durumu, Belediye hizmetlerinden yararlanma durumu, bu bölgeye olan arz ve talep faktörleri, çevredeki yapılaşma durumu gibi özellikleri dikkate alarak arsanın 16/7/2007 satış tarihi itibarıyla metrekare birim fiyatının 1.400 TL olduğu görüşünü bildirmiştir. Buna göre arsanın değeri 224.000 TL olarak hesaplanmıştır.
ii. Ayrıca taşınmaz üzerinde bulunan bina III. Sınıf A gurubu yapı olarak değerlendirilmiş ve 2007 yılı itibarıyla rayiç birim metrekare değerinin ilgili bakanlığın resmî birim fiyatlarına göre 375 TL olduğu bildirilmiştir. Bunun yanında binanın cinsi, yaşı ve bakım durumu gözönüne alınarak %25 oranında aşınma ve yıpranma tespit edilmiştir. Ayrıca bu binanın kaçak olup özelliklerini tam olarak yansıtmadığı gerekçesiyle bedelinde %25 oranında indirim yapılması gerektiği belirtilmiştir. Sonuç itibarıyla binanın bedeli 49.725 TL, taşınmazın toplam değeri ise 273.725 TL olarak hesaplanmıştır. Bilirkişi Kurulu dava konusu edilen 3/4 oranındaki hissenin değerinin ise 205.293,75 TL olduğunu belirtmiştir.
11. Mahkemece 6/2/2009 tarihli oturumda toplam 190.600 TL ön alım bedelini depo etmesi için davacıya yirmi günlük kesin süre verilmiştir. Verilen süre içinde bedeli depo etmeyen davacı, başvurucunun da aralarında bulunduğu kişiler aleyhine aynı taşınmaz hisseleri için muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescili davası açmıştır.
12. Mahkeme muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescili davasını bekletici mesele yapmıştır. Bu davanın reddi kararının kesinleşmesinden sonra 27/11/2014 tarihli oturumda davacıya daha önceden belirlenen 190.600 TL'yi depo etmesi için yeniden kesin süre vermiş ve anılan bedelin davacı tarafından 11/2/2015 tarihinde depo edilmesi üzerine davayı kabul etmiştir. Mahkeme ayrıca 16.836 TL nispi vekâlet ücreti ile 2.612,20 TL yargılama giderinin başvurucudan alınarak davacıya verilmesine hükmetmiştir.
13. Mahkeme başvurucunun iddialarına depo bedelinin dava açıldığında değil karardan evvel yatırılmasının kurala bağlandığı, bu nedenle bekletici mesele teşkil eden davadan evvel verilen kesin mehilin uygulanmasının mümkün olmadığı, bekletici mesele teşkil eden davada başvurucuya yönelik tapu iptali talebinin reddine karar verildiği, kararın temyiz edilmeksizin 8/7/2014 tarihinde kesinleştiği, bu tarihten itibaren ilk duruşma olan 27/11/2014 tarihli celsede 190.600 TL şufa bedelini duruşma tarihine kadar yatırması için kesin mehil verildiği, davacı vekilinin de bu bedeli depo ettiği, başvurucunun satış bedelinin uyarlanmasına ilişkin talebinin davacının açtığı ve bekletici mesele teşkil eden tapu iptali davasının yasal hakkın kullanılması niteliğinde olduğu ve herhangi bir nedenle dava sürecinin uzamış olmasının davacıya mal edilemeyeceği nedenleriyle itibar edilmediğini belirterek 12/2/2015 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir.
14. Başvurucu tarafından temyiz edilen hüküm Yargıtay 14. Hukuk Dairesince 1/12/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından 21/9/2016 tarihinde reddedilmiştir.
15. Nihai karar, başvurucu vekiline 4/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 2/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
17. Şufa bedeli olarak depo edilen 190.600 TL faiz işletilmeksizin 8/11/2016 tarihinde başvurucuya ödenmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Ön Alım Hakkına İlişkin Mevzuat
18. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 732. maddesi şöyledir:
"Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler."
19. 4721 sayılı Kanun'un 733. maddesi şöyledir:
"Önalım hakkından feragatin resmî şekilde yapılması ve tapu kütüğüne şerh verilmesi gerekir.
Belirli bir satışta önalım hakkını kullanmaktan vazgeçme, yazılı şekle tâbidir ve satıştan önce veya sonra yapılabilir.
Yapılan satış, alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilir.
Önalım hakkı, satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her hâlde satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer. "
20. 4721 sayılı Kanun'un 734. maddesi şöyledir:
"Önalım hakkı, alıcıya karşı dava açılarak kullanılır.
Önalım hakkı sahibi, adına payın tesciline karar verilmeden önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hâkim tarafından belirlenen süre içinde hâkimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla yükümlüdür."
2. Yargılama Giderlerine İlişkin Mevzuat
21. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 312. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(2) Davalı, davanın açılmasına kendi hâl ve davranışıyla sebebiyet vermemiş ve yargılamanın ilk duruşmasında da davacının talep sonucunu kabul etmiş ise yargılama giderlerini ödemeye mahkûm edilmez"
22. 6100 sayılı Kanun’un 323. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Yargılama giderleri şunlardır:
...
ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.
h) Yargılama sırasında yapılan diğer giderler. ”
23. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesi şöyledir:
“(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.
(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.
(3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir. ”
24. 6100 sayılı Kanun'un 330. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir olunacak vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir.”
25. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 330. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir:
“Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.”
“Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.”
3. Yargıtay İçtihadı
26. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 26/12/2016 tarihli ve E.2015/6448, K.2016/10863 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Dava, önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescili istemine ilişkindir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04.12.2015 gün ve 2014/6-324 – 2015/2787 sayılı onama ilamında da açıklandığı üzere; Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satması halinde diğer paydaşlara bu satılan payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve satışın yapılmasıyla da kullanılabilir hale gelir.
Gerçek bir satışın konusu olmayan, satım niteliğinde olmayan pay temliklerinde yasal önalım hakkı doğmayacaktır.
Öte yandan; şuf'alı payın ilişkin olduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin tasarrufunda ki yeri ve ona tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satıcı zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle önalım hakkını kullanması Medeni Kanunun 2. maddesinde yer alan objektif iyiniyet kuralı ile bağdaşmaz. Kötüye kullanılan bu hak kanunen himaye görmez. 14.12.1951 gün ve 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu hususun davanın her aşamasında ileri sürülmesi, hatta mahkemenin kendiliğinden nazara alınması gerekir. Savunmanın genişletilmesi bu gibi durumlarda söz konusu değildir.
Dosya da mevcut 01.05.1995 gün ve 10038 yevmiye numaralı Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi, 02.04.2003 tarih 07969 Yevmiye no'lu Satış Vaadi Sözleşmesi, 29.12.2007 tarihli Yüklenici Kooperatif ile arsa sahipleri arasında düzenlenen ve bağımsız bölümlerin paylaşımını gösteren protokol, inşaatın tamamlanması için yapılan birden fazla protokol, tapu kayıtları ve tüm dosya içeriği incelendiğinde;
Öncelikle yapılan pay devrinin ne amaçla yapıldığının açıklığa kavuşturulması gerekir.
Tarafların paydaş olduğu ve dava konusu edilen taşınmaz başında keşif yapılarak taşınmaz üzerindeki inşaatın hangi aşamada olduğu, bağımsız bölümlerin paylaşımı araştırılarak, satışın ne amaçla yapıldığı, sadece arsa payı satışı mı öngörüldüğü yoksa bağımsız bölüm maliki olmak amacıyla mı yapıldığı konusunda tarafların tüm delillerinin toplanması davalılara yapılmış devirlerin gerçek satış olup olmadığı konusunda TMK’nun2 ve 3. madde hükümleri uyarınca herkes haklarını kullanırken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu ilkesi gözetilerek bir değerlendirme yapılması ve oluşacak sonuç çerçevesinde bir hüküm kurulması gerekir.
Eksik inceleme ile yazılı şekil de hüküm kurulması bozma nedenidir.
Kabule göre de; Dava konusu edilen paylar öncelikle 02.04.2003 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile 21.000.000.000 TL bedelle satın alındığı, bedelin ödendiği ve zilyetliğin teslim edildiği ve sözleşmenin 06.05.2003 tarih 4495 Yevmiye numarası ile tapuya şerh edildiği, yukarıda açıklanan sözleşmeler gereği tapu ferağının ise ancak 19.02.2014 tarihinde verildiği ve her payın satış değerinin ayrı ayrı gösterildiği görülmüştür.
Mahkemece, 19.02.2014 tarihli resmi akit tablosunda yer alan tüm pay satışlarına ilişkin bedeller ve masrafları dikkate alarak 51.974.52 TL için depo kararı verilmiş ve bu meblağ üzerinden önalım hakkı kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulmuştur. Uyuşmazlık; önalım hakkına konu edilen payın satış bedelinin hangi tarih itibariyle tespit edilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Kural olarak önalım bedeli, dava konusu payın tapudaki satış bedeli ile davalının bu satım sebebiyle ödediği tapu harç ve masraflar toplamından ibarettir.
Somut olayda şuf’alı pay 2003 tarihinde 21.000.000.000 TL bedelle satışı vaat edilmiş olup yukarıda açıklanan sözleşmeler, protokoller ve iştirakın çözülmesi gibi nedenlerle tapu ferağı ancak 2014 yılında verilmiştir. Önalım hakkı pay satışından 11 yıl sonra kullanılmıştır. Aradan geçen zaman içinde taşınmazın değerinde meydana gelen objektif artışlarla enflasyon olgusunun önalım bedelinin belirlenmesine etkisi de kabul edilmelidir. Bu hakkın şu veya bu nedenle geç kullanılmasından (somut olayda satışından 11 yıl sonra ferağ verilmesi) dolayı davacıyı, amaç dışında zenginleştirecek ve alıcı davalıyı da fakirleştirecek yorum ve sonuçlardan kaçınılmalıdır. (HGK’nun 14.12.1994 – 6 – 663/841 ve 28.12.1994 tarih 6-673/898)
Hukuk Genel Kurulu kararlarında detaylı biçimde açıklandığı üzere önalım konusu payın, dava tarihine göre belirlenen değerinin depo edilmesi halinde dava kabul edilmelidir. Aksine düşüncelerle gerçek satış bedelini yansıtıp yansıtmadığı araştırılmadan, bu konuda ki savunma üzerinde durulmadan yazılı şekilde depo kararı verilerek hüküm kurulması da usul ve yasaya aykırı olup kabul biçimine göre de bozma nedenidir."
27. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 27/2/2018 tarihli ve E.2017/4874, K.2018/1459 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
“Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir.
Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur.
Ancak; davalı adına kayıtlı dava konusu payın satışı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlükte olduğu dönemde yapılmış ise satış tarihi itibariyle aradan uzunca bir süre geçmiş ve bu uzun süre davalı alıcının kendisinden kaynaklanmamışsa aradan geçen sürede davalı, ortaya çıkan değer artırıcı unsurların dikkate alınarak önalım bedelinin yeni duruma göre tespitini talep edebilir. Satış tarihinden itibaren geçen uzunca bir süre sonra, taşınmazın değerinde meydana gelen objektif ve enflasyon artışlarının, önalım bedeline dahil edilmesi yorumu, yasaya ve hukukun genel prensiplerine de ters düşmeyecektir, aksine bir uygulamanın hukukun amacı olan adaletin somutlaştırılmasını önleyeceği ve çıkarlar dengesini bozacağı açıktır, aksi halde; önalım hakkı sahibi sebepsiz zenginleşirken alıcı olan davalı fakirleşecektir, aradan geçen sürede ortaya çıkan değer artırıcı unsurların dikkate alınarak önalım bedelinin yeniden belirlenmesi hakkaniyete uygun olacaktır, bu görüş Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.05.1993 gün 761-192 E-K, 18.5.1994 tarih 215-356 E-K 19.10.1994tarih343-625 E-K 14.12.1994 tarih 663-841 E-K sayılı Kararlarında da benimsenmiştir.
Somut olaya gelince, 17.12.1996 tarihli resmi senet içeriğine göre, davalının davaya konu 5289 ada 3 parsel (eski 1545 ada 44 parsel) sayılı taşınmazın 3/16 payını davalı Saadettin Akgün’den, 85.000.000.000,00 (seksenbeş milyar) TL bedelle satın aldığı, daha sonra satın aldığı payın kısmen davacıların miras payı oranında mahkeme kararı ile iptal edildiği ve tapuda infaz edildiği anlaşılmış; mahkemece, önalım bedeli olarak belirlenen 17.12.1996 tarihli resmi senetteki satış bedeli olan 85.000.000.000,00 TL'nin iptal edilen paya göre yarısı olan 44.540,00 TL depo ettirilerek, 5289 ada 3. parselde davalı Alev Ofluoğlu adına kayıtlı bulunan 3/32(12/128 payın) iptali ile, 3/128'er paydan her bir davacı adına tapuya kayıt ve tescili suretiyle 23.06.2017 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dava konusu payın satış tarihi 17.12.1996 (7768 yevmiye), dava tarihi 14.01.1997, karar tarihi ise 23.06.2017'dir. Davalı adına kayıtlı dava konusu payın satışı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlükte olduğu dönemde yapılmış ve dava da bu dönemde açılmıştır. Kanuni önalım hakkının düzenlendiği M.K ‘nun 659. maddesinde yalnız önalım hakkının varlığından söz edilmiş, önalım bedeline ilişkin bir açıklamada bulunulmamıştır. Daha sonra uygulamada M.K 658. maddesinde sözleşmeden kaynaklanan önalım hakkı için getirilen koşulların kural olarak kanuni önalım hakkı için de uygulanması benimsenmiştir. Somut olayda aradan geçen zaman içinde taşınmazın değerinde meydana gelen objektif artışlar ile enflasyon olgusunun önalım bedelinin belirlenmesine etkisi de kabul edilmelidir. Hakkın kullanılması hiç bir zaman davalının zararına olmamalıdır. Satış tarihi ile karar tarihi arasında 21 yıl gibi uzunca bir sürenin geçmiş olması gözönüne alındığında bu durumun davacıyıamacı dışında zenginleştirmemesi davalıyı da fakirleştirmemesi gerekir; bir tarafın diğer taraf zararına azımsanamayacak derecede oransız bir çıkar sağlaması M.K’nun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı olacaktır.
Açıklamalar ışığında Mahkemece; dava konusu payın değerinin belirlenmesi bakımından, bilirkişiler marifeti ile taşınmaz başında keşif yapılarak, aradan geçen zaman içinde taşınmazın değerinde meydana gelen objektif artışlar ile enflasyon olgusu da gözetilerek bilirkişilerden denetime elverişli şekilde rapor alınması, günümüze uyarlanmış olan bedelin depo edildikten sonra sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.”
B. Uluslararası Hukuk
1. Uluslararası Sözleşme
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları
a. Pozitif Yükümlülükler Yönünden
29. Konu ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, §§ 26-29.
b. Yargılama Giderleri Yönünden
30. Konu ile ilgili AİHM içtihadı için bkz. A.D., B. No: 2015/10393, 9/1/2019, §§ 31-34.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 1/7/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
34. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
35. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu başarı şansı sunan, yeterli giderim sağlama kapasitesi bulunan, ulaşılabilir bir yol olduğunu tespit etmiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
36. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
37. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
38. Başvurucu; noter vasıtası ile ön alım hakkını kullanması için davacıya tebligat gönderdiğini, buna rağmen ön alım hakkının dava yoluyla kullanıldığını, davacının kötü niyetli olarak davanın uzamasına sebep olduğunu, davanın hiçbir aşamasında ön alım hakkına karşı çıkmadığını, bilirkişi raporunda belirlenen değerden düşük olmasına rağmen gayrimenkulü satın aldığı tarihteki değer olan 190.600 TL'ye itiraz etmediğini, hiçbir hatasının, kötü niyetinin ve kusurunun olmamasına rağmen harç ve vekâlet ücretinin kendisine yükletildiğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini öne sürmüştür.
b. Değerlendirme
39. Vekâlet ücreti yargılama gideri olup bununla davacı veya davalının o dava nedeniyle aldıkları hukuki yardım karşılığında avukata ödedikleri ücretin telafisi amaçlanmaktadır (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014). Öte yandan davada haksız çıkan taraf aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesinin bir amacı da gereksiz davaların açılmasının ve bu suretle yargı mercilerinin yersiz olarak meşgul edilmesinin önlenmesidir. Zira davanın kaybedilmesi durumunda karşı tarafa vekâlet ücreti ödeneceğinin bilinmesinin dava açılması bakımından belli ölçüde caydırıcı bir etki göstereceği açıktır. Vekâlet ücretinin bu amacı gözetildiğinde aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesinin mahkemeye erişim hakkına müdahale ettiği sonucuna ulaşılmaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi birçok kararında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesini adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde incelemiş ve dava açmayı imkânsız kılmadıkça ya da aşırı derecede zorlaştırmadıkça aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi de dâhil olmak üzere taraflara birtakım külfetlerin yüklenmesi mahkemeye erişim hakkını ihlal etmeyeceğine karar vermiştir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §§ 38-40; Hasan Karaöz, B. No: 2015/4201, 21/3/2018, § 44).
40. Somut olayda başvurucu aleyhine açılan davada 16.836 TL nispi vekâlet ücreti ile 2.612,20 TL yargılama giderinin başvurucudan alınarak davacıya verilmesine, eksik 8.446,78 TL harcın ise başvurucudan alınarak Hazineye irat kaydedilmesine karar verilmiştir.
41. Kaybeden öder kuralı çerçevesinde yargılama sırasında yapılan masrafların davayı kaybeden tarafça ödenmesi, gereksiz davaların önüne geçilmesi suretiyle yargılamaların etkin ve hızlı bir şekilde sonuçlanması bakımından büyük önem taşımaktadır.
42. Başvurucu, aleyhine açılmış olan yasal ön alım hakkına dayanan tapu iptali ve tescili davasında davacının kötü niyetli ve iddialarının gerçek dışı olduğunu belirterek davanın reddi talebinde bulunmuştur. 4721 sayılı Kanun'un 734. maddesine göre yasal ön alım hakkı ancak dava açılarak kullanılabilen bir haktır. Davacı tarafından da bu hak dava yoluyla kullanılmıştır. Başvurucu başta ilk derece mahkemesi olmak üzere yargılamaya ilişkin tüm süreçlerde muhtelif iddialarla davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur. Hâlbuki başvurucu davanın açılmasına kendi hâl ve davranışıyla sebebiyet vermediğini belirterek yargılamanın ilk duruşmasında davacının talep sonucunu kabul etmiş olsaydı 6100 sayılı Kanun’un 312. maddesine göre aleyhine vekâlet ücreti ve yargılama giderine hükmedilmeyebileceği aşikârdır.
43. Bu itibarla yargılama sürecinde davanın reddedilmesi gerektiğini savunan başvurucu aleyhine vekâlet ücreti ve yargılama giderine hükmedilmesi, söz konusu vekâlet ücreti tutarının miktarı da gözetildiğinde mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir müdahale teşkil etmemektedir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği açıktır.
44. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
45. Başvurucu 16/7/2007 tarihinde taşınmazdaki payları satın alırken ödediği 185.000 TL ve giderlerden oluşan toplam 190.600 TL şufa bedelinin Mahkemenin gerekmediği hâlde muvazaa iddiasına dayalı tapu iptali ve tescili davasını bekletici mesele yapması nedeniyle uzun bir süre sonra depo edilmesi sonucunda büyük bir kayba uğradığından yakınmıştır. Diğer taraftan başvurucu, depo kararının yerine getirilmesi için kesin mehil müddeti belirlenmesine rağmen davacının bu hususa riayet etmediğini ve sürenin son günü kötü niyetli olarak muvazaa iddiasına dayalı davayı açtığını ifade etmiştir. Muvazaa iddiasına dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescili davasında iyi niyetli olduğunun tespit edildiğini belirten başvurucu davanın bu gerekçeyle reddedilerek kesinleştiği hususuna vurgu yapmıştır.
46. Başvurucu iyi niyetli olduğu hususunun Mahkeme kararıyla kesinleşmesine rağmen bu hususun gerekçeli kararda dikkate alınmadığını ileri sürmüştür. Kötü niyet iddialarının da değerlendirilmediğini belirten başvurucu, kanun yolu aşamalarında verilen kararlarında gerekçe içermediğinden şikâyet etmiştir. Başvurucu bununla birlikte eksik inceleme ve araştırma suretiyle hüküm tesis edildiğini, kararın keyfî olduğunu, hâkimin reddi talebinin üst mahkemeye sevk edilmeden reddedildiğini öne sürmüştür. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
47. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de ön alım hakkının kullandırılması, ön alım hakkına dayalı tapu iptali ve tescili davasında depo edilen bedelin değer kaybına uğratılarak ödenmesi yönündeki şikâyetlerin esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından başvurucunun bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
49. Somut olayda başvurucunun uyuşmazlığa konu taşınmaz payını tapuda satın aldığıdikkate alındığında başvurucu yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkün mevcut olduğu kuşkusuzdur.
50. Başvuru konusu olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.
a. Genel İlkeler
51. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).
52. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma, oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).
53. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda olayda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir.
54. İkinci olarak başvuruculara mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).
55. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/12563, 24/5/2018, § 52).
56. Son olarak ise başvurucuların mülkiyet haklarını koruyacak ve yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
57. Somut başvurunun konusu, ön alım hakkının kullandırılması ile ön alım hakkına dayalı tapu iptali ve tescili davasında depo edilen bedelin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıdır.
58. Bu bağlamda ilk olarak ön alım hakkının kullandırılması ile ilgili belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün varlığı hususu irdelenmelidir. Somut olayda başvurucunun taşınmaz üzerindeki payları 4721 sayılı Kanun'un 732., 733. ve 734. maddelerine istinaden davacı adına tescil edilmiştir. Bu durumda derece mahkemelerince mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına konu edilen uyuşmazlığın çözümüne ilişkin olarak önceden oluşturulan, öngörülebilir, ulaşılabilir ve belirli nitelikte olduğu anlaşılan bir hukuksal çerçeve kapsamında delillerin değerlendirildiği ve hukuk kurallarının yorumlanarak sonuca varıldığı görülmektedir.
59. İkinci olarak başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının onlara tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu edilen yargılama sürecinin bütününe bakıldığında başvurucunun kendisini vekil ile temsil ettirdiği, başvurucuya itiraz ve savunmalarını ortaya koyabilme ve delillerini sunabilme olanağının tanındığı anlaşılmaktadır.
60. Diğer taraftan başvurucu; Mahkemenin iyi niyet araştırması yapmadan hüküm tesis ettiğini, depo kararının yerine getirilmesi için kesin mehil müddeti belirlenmesine rağmen davacının bu hususa riayet etmediğini, hâkimin reddi talebinin üst mahkemeye sevk edilmeden reddedildiğini ileri sürmüş ise de Anayasa Mahkemesinin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına yönelik şikâyetler bakımından görevi, bireysel başvurunun ikincil doğası gereği sınırlıdır. Derece mahkemeleri önünde hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların derece mahkemelerince kesin olarak reddedildiği durumlarda açıkça keyfî olmadığı veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin takdirine müdahale etmesi mümkün değildir. Kaldı ki derece mahkemesinin ilgili kanun hükümlerini yorumlamamak suretiyle öngörülen şartların oluştuğu gerekçesine dayandığı dikkate alındığında bu kararların keyfî veya öngörülemez olduğu da söylenemez. Öte yandan temyiz üzerine Yargıtay Dairesince verilen kararda, değerlendirme konusu derece mahkemesinin hüküm ve gerekçesinin uygun bulunduğu dikkate alındığında gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
61. Son olarak ön alım hakkının kullandırılmasının ve ön alım hakkına dayalı tapu iptali ve tescili davasında depo edilen bedelin değer kaybına uğratılarak ödenmesinin başvurucunun mülkiyet hakkı yönünden şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yükleyip yüklemediği değerlendirilmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması gerekir (Abbas Korkmaz ve diğerleri, B. No: 2014/17715, 9/1/2017, § 48).
62. 4721 sayılı Kanun'a göre ön alım hakkı sahibi adına payın tesciline karar verilebilmesi için satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerinin ödenmesi gerekmektedir. Somut olayda da ön alım davası sonucunda başvurucuya ait tapu kaydı iptal edilmiş, karşılığında başvurucuya ön alım bedeli ödenmiştir. Ön alım hakkı kullandırılarak tapu kaydının iptal edilmesi karşılığında satış bedelinin ödenmesi başvurucuya yükletilen külfeti hafifletmektedir. Ancak başvurucu yargılamanın uzun sürmesinden kaynaklı olarak söz konusu bedelin enflasyon karşısında değer kaybına uğratıldığından da yakınmaktadır.
63. Gerçekten de ön alım hakkının kullandırılmasına ilişkin süreç dikkate alındığında pozitif yükümlülükler bağlamında başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmemesi için iptal edilen tapu karşılığında ödenen ön alım bedelinin önemli ölçüde değer kaybına uğratılmaması gerekmektedir.
64. Nitekim Anayasa Mahkemesi Fatma Yıldırım başvurusunda ihale bedelinin icra sürecinde nemalandırılmamasının mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüğün ihlali sonucunu doğurduğu sonucuna ulaşılmıştır (Fatma Yıldırım, §§ 53-63). Somut başvuruda da Fatma Yıldırım kararında açıklanan tespit ve ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır.
65. Diğer taraftan Yargıtay içtihadı da ön alım bedelinin değer kaybına uğratılmadan ödenmesi yönündedir. Yukarıda atıfta bulunulan kararlarından da anlaşılacağı üzere (bkz. §§ 26, 27) Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin -dava konusu payın satış tarihinden itibaren uzunca bir sürenin geçtiği ve bu sürenin geçmesinde davalı alıcının kusurunun bulunmadığı durumlarda- satış tarihi ile dava tarihi arasında uzun zaman geçmesi hâlinde satış tarihindeki bedelin aynen depo ettirilmesinin adalete aykırı sonuçlar doğurabileceği düşüncesiyle satış tarihinden itibaren geçerli olan süre boyunca taşınmazın değerinde meydana gelen objektif değer artışları ile enflasyon rakamlarının ön alım bedeline dâhil edilmesi gerektiği içtihadında bulunduğu görülmektedir. Dairenin bu içtihadını medeni hukukta geçerli olan dürüstlük ilkesine dayandırdığı anlaşılmaktadır. Daireye göre aksi takdirde ön alım hakkı sahibi sebepsiz zenginleşirken alıcı olan davalı fakirleşmiş olmaktadır. Bununla birlikte Daire, aradan geçen sürede ortaya çıkan değer artırıcı unsurların dikkate alınarak ön alım bedelinin yeniden belirlenmesinin hakkaniyete uygun olacağını belirtmektedir.
66. Başvuru konusu olayda ön alım hakkı bedeli 11/2/2015 tarihinde 190.600 TL olarak Mahkeme veznesine depo edilmiş, 8/11/2016 tarihinde ise faiz işletilmeksizin başvurucuya ödenmiştir. Bununla birlikte başvurucu özellikle ilk depo kararından sonraki süreçte ön alım bedeli nemalandırılmadığı için dava konusu payın değer kaybına uğratıldığına vurgu yapmaktadır. Nitekim ilk depo kararı ise 6/2/2009 tarihinde verilmiş ancak davacı tarafça muvazaa iddiasına dayalı dava açıldığı için bu dava bekletici mesele yapılarak depo kararının gereği yerine getirilmemiştir.
67. Dolayısıyla Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre ilk depo kararının verildiği 2009 yılı Şubat ayındaki 190.600 TL tutarındaki ön alım bedelinin ikinci depo kararının verildiği (satış bedelinin depo edildiği) 2015 yılı Şubat ayı itibarıyla enflasyon karşısında değer kaybı giderilmiş karşılığı 299.825 TL'dir. Yukarıdaki verilere göre başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen 190.600 TL tutarındaki bedelin değer kaybını telafi edecek fark 109.225 TL'dir. Bu bedelin nemalandırılmadığı da dikkate alındığında ön alım hakkı bedelinin başvurucunun da iddia ettiği üzere değer kaybına uğratıldığı anlaşılmaktadır.
68. Üstelik başvurucunun bu bedelin geç ödenmesinde herhangi bir kusurunun olduğu ortaya konulamamıştır. Nitekim davacı tarafın açtığı muvazaaya dayalı dava sebebiyle ilk depo kararı gereği yerine getirilmediği gibi esas itibarıyla Mahkemece söz konusu ön alım hakkı bedeli nemalandırılmadığından dolayı yaklaşık 6 yıl sonra söz konusu alacak tutarı depo edilebilmiştir.
69. Diğer taraftan ön alım hakkına konu payın satış bedelinin 2015 yılı Şubat ayı itibarıyla depo edilmesine rağmen bu paranın konuya ilişkin Yargıtay içtihadına da aykırı olarak ilk derece mahkemesince vadeli bir hesapta nemalandırılmadan 2016 yılı Kasım ayında ödenebildiği görülmektedir. Dolayısıyla 190.600 TL tutarındaki ön alım hakkı bedelinin enflasyon karşısında söz konusu tarihler arasında 26.878 TL daha değer kaybına uğratıldığı anlaşılmaktadır.
70. 4721 sayılı Kanun'un 734. maddesinde ön alım hakkının ancak dava yoluyla kullanılabileceği ve ön alım bedelinin hâkim tarafından belirlenen süre içinde hâkimin belirleyeceği yere nakden yatırılacağı düzenlenmiştir. Somut olayda ilk derece mahkemesi makul bir süre içinde verebileceği depo kararıyla alacağın değer kaybına uğramasını önleyebilecek iken ancak altı yıl geçtikten sonra bekletici mesele yapılan davanın kesinleşmesi akabinde ön alım bedelinin depo edilmesine karar vermiştir. Dolayısıyla başvurucunun bir kusurunun olduğunun da gösterilemediği başvuru konusu yargılamada, ön alım bedelinin değer kaybına uğraması ve böylece menfaatler dengesinin bozulmasının nedeni davanın açılmasından sonra makul süre içinde depo kararı verilmemesidir.
71. Bu açıklamalar ışığında yapılan değerlendirmede ön alım hakkına dayalı tapu iptali ve tescili davasında ön alım bedelinin depo edilmesine kadar geçen sürede oluşan değer kaybı şikâyeti yönünden Mahkemenin dava açıldıktan sonra makul bir süre içinde ön alım bedelinin vadeli bir mevduat hesabına yatırılması biçiminde alacağı basit bir tedbirle yargı sürecinin hızlı işlememesinin başvurucular üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri asgari seviyeye indirememiş olması, mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüğün ihlali sonucunu doğurmaktadır.
72. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
73. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
74. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 800.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.
75. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
76. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
77. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
78. İncelenen başvuruda dava açıldıktan sonra makul bir süre içinde ön alım bedelinin vadeli bir mevduat hesabına yatırılması biçiminde bir tedbirin alınmamış olması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
79. Bununla birlikte ihlalin mahkeme kararının sonucundan değil yargılama sürecinde alınmayan tedbirlerden kaynaklanmış olduğu dikkate alındığında yeniden yargılamaya hükmedilmesinde hukuki yarar bulunmadığı değerlendirilmiştir.
80. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan başvurucunun maddi zararları karşılanmalıdır. Bu çerçevede ön alım hakkı bedelinin depo edildiği tarihe kadar olan değer kayıpları için 109.225 TL ve depo tarihinden sonraki değer kaybı olarak da 26.878 TL olmak üzere başvurucuya toplam net 136.103 TL olarak hesaplanan maddi tazminat tutarının ödenmesine karar verilmesi gerekir.
81. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL tutarındaki yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 136.103 TL maddi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 1/7/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.