TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ELİF GÜNEŞ YILDIRIM BAŞVURUSU (2)
(Başvuru Numarası: 2016/15455)
Karar Tarihi: 1/7/2020
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Hicabi DURSUN
Muammer TOPAL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI
Başvurucu
Elif Güneş YILDIRIM
Vekili
Av. Sinem GÜNDOĞDU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen gösteride gaz fişeği kapsülü isabet etmesi sonucu yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/8/2016 tarihinde, 2017/17418 numaralı başvuru 27/1/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2017/17418 numaralı aynı başvurucuya ait başvuru, aralarında hukuki ve fiilî irtibat bulunması nedeniyle bu başvuruyla birleştirilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
10. 1982 doğumlu olan başvurucu, Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen gösteri yürüyüşlerinin yapıldığı tarihte İstanbul'da yaşamaktadır.
11. 16/6/2013 tarihinde eylemlerden biri devam etmekteyken beyanına göre eve gitmek amacıyla yolda yürüdüğü sırada başvurucu, bir cismin alnına isabet etmesi sonucu yaralanmıştır.
12. Başvurucu, çevrede bulunan kişilerin yardımı ve ambulansla Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Devlet Hastanesi) götürülmüş ve başvurucuya ilk müdahale burada yapılmıştır.
13. Devlet Hastanesi tarafından başvurucu hakkında 16/6/2013 tarihli adli muayene raporu düzenlenmiştir. Raporda, başvurucunun gaz bombası kapsülüyle kafasına darbe alması şikâyetiyle Acil Servise getirildiğinde vital (hayati) bulgularının stabil ve bilincinin açık olduğu açıklandıktan sonra frontal alanda (alnında) yaklaşık 6-7 cm'lik obrik seyirli sağ kaşına-kemiğine uzanan cilt-cilt altı kesisinin mevcut olduğu tespitine yer verilmiştir. Başvurucunun, tedavisi (alnına dikiş atılması) ve takibini başka bir hastanede devam ettirmek istemesi üzerine başvurucuya hayati riskleri açıklanarak kendisinin taburcu edildiği raporda ayrıca belirtilmiştir.
14. Taburcu edilmesinin ardından başvurucunun özel bir hastaneye başvurması üzerine tedavisi yapılmış ve bu hastane tarafından başvurucu hakkında 17/6/2013 tarihli, on gün iş göremez olduğuna ilişkin sağlık raporu düzenlenmiştir.
15. Başvurucu, kolluk görevlileri tarafından yakın mesafeden ve hedef gözetilerek atılan gaz fişeğinin alnına isabet etmesi sonucu yaralandığını ileri sürerek kolluk görevlileri, İstanbul Valisi ve İl Emniyet Müdürü ile isimlerini ve unvanlarını belirtmediği İl Emniyet Müdürlüğünün üst düzey amirleri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç duyurusunda bulunmuştur.
16. Savcılık 18/12/2013 tarihinde İl Valisi ve Emniyet Müdürü hakkında görevsizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, hakkında suç duyurusunda bulunulan kişilerin kamu görevlisi olduğu gerekçesiyle soruşturma izni verilmesi için dosyayı İçişleri Bakanlığına göndermiş; İçişleri Bakanlığı ise 14/3/2014 tarihinde soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Danıştay Birinci Dairesinin 7/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun anılan sürece ilişkin şikâyetleri Anayasa Mahkemesinin 2014/12391 numaralı bireysel başvuru dosyasında incelenmiş ve 5/4/2017 tarihinde başvurucunun iddiası savunulabilir görülmediğinden başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmiştir (Elif Güneş Yıldırım, B. No: 2014/12391, 5/4/2017).
A. Üst Düzey Emniyet Amirleri Hakkında Yapılan Soruşturma
17. İl Emniyet Müdürlüğünün isimleri belirtilmeyen üst düzey amirleri hakkında başvuruya konu şikâyet kapsamında Savcılık, Valilikten soruşturma izni talep etmiştir. Valiliğin 14/7/2015 tarihli kararıyla şikâyet edilen kişiler hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.
18. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulunun (Bölge İdare Mahkemesi) 6/11/2015 tarihli kararıyla araştırmanın yeterli bulunmadığı gerekçesiyle kabul edilmiştir.
19. Valilikçe 25/2/2016 tarihli kararla başvurucunun yaralanma anını ve dolayısıyla sorumluları tespit etmeyi sağlayacak kamera görüntülerinin bulunmaması nedeniyle şikâyet edilen amirler hakkında soruşturma izni verilmemesine yeniden karar verilmiştir. Başvurucu tarafından ikinci kez yapılan itiraz, Bölge İdare Mahkemesi tarafından "ceza soruşturması yapılmasını gerektirecek yeterlilikte bilgi ve belge olmadığı" gerekçesiyle reddedilmiştir.
20. Söz konusu karar, başvurucuya 1/8/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 31/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Kolluk Görevlileri Hakkında Yapılan Soruşturma
21. Başvurucuyu yaraladıkları iddia edilen kolluk görevlileri hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin başvurucunun şikâyetleri 2017/17418 numaralı başvuruyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvurusu konusu yapılmış, 3/2/2020 tarihinde birlikte incelenmesi amacıyla iki başvuru birleştirilmiştir.
22. Başvurucu, olay yerinde olduğunu iddia ettiği üç gaz fişeği kapsülünü delil olarak Savcılığa sunmuş, Savcılıkça kapsüller adli emanete alınmıştır.
23. Başvurucunun yaralandığı bölgede görevli ve gaz mühimmatı kullanmaya yetkili kolluk görevlilerinin kimliklerinin tespiti amacıyla Savcılık tarafından Emniyet Müdürlüğünün farklı birimlerinden bilgi istenilmiştir. Kolluk birimlerince gönderilenmüzekkere cevaplarında, görevli polis memurlarının liste hâlinde isimleri bildirilmiş, savunmalarını yapmak üzere bir kısmına tebligat yapıldığı ancak on üç polis memurunun farklı şubeye atanması nedeniyle kendilerine tebligat yapılmadığı belirtilmiştir. Farklı şubeye atanan bu polis memurlarının savunması Savcılıkça alınmamıştır.
24. Soruşturma kapsamında toplam on dört polis memurunun şüpheli olarak ifadesine başvurulmuştur. Şüpheli polislerin büyük bir kısmı -on bir şüpheli- olay günü başvurucunun yaralandığı bölgede görevli olmadığını beyan etmiş, o bölgede görevli olduğunu belirtenler ise yetkileri olmasına rağmen Zed/savunma tüfeği/gaz fişeği kullanmadıklarını ifade etmiştir. Şüphelilerin ayrıca olayın meydana gelmesiyle ilgili olarak görgüye dayalı bilgilerinin olmadığı da beyanlarına yansımıştır.
25. Savcılık, başvurucunun şikâyetini almıştır. Başvurucu, saat 15.05 sıralarında Rumeli Caddesi üzerinde yürürken alnına gaz tüfeğinden atılan gaz kapsülünün çarpması neticesinde yaralandığını ifade etmiş; kendisini yaralayan polisi göremediğini, dolayısıyla polis memuru ile arasındaki mesafeyi bilmediğini ve bu kişiyi teşhis edemeyeceğini belirtmiştir. Göstericilerin etrafta olduğunu ancak kendisinin gösterilere katılmadığını, sadece eve gitmek üzere yolda yürürken yaralandığını beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca yerde yaralı vaziyette yatarken ayaklarının olduğu yere gaz bombası atıldığını ifadesine eklemiştir.
26. Olay yerinde bulunan tanık M.O.; gösterilere katıldığını, arkasından polislerin ateş ettiğini, bu esnada başvurucunun yaralandığını gördüğünü, yaklaşık 15-20 metre mesafeden polislerin ateş ettiğini fark ettiğini, başvurucuyla ilgilendiği için sonrasında gelişen olayları bilmediğini beyan etmiş, gaz fişeğinin etkisiyle etrafın duman içinde kaldığını ifade etmiştir.
27. Tanık H.A.; olay tarihinde öğleden sonra markete gitmek için sahibi olduğu modaevinden çıkıp caddede yürürken bir anda üzerine kan geldiğini ve önünde yürüyen başvurucunun yere yığıldığını gördüğünü, kendisinin de yardım etmek için eğildiği sırada arkasına baktığında maskeli gösterici bir grubun bulundukları noktaya doğru geldiğini belirtmiştir. Ardından kendisine yardım ederek başvurucuyu orada bulunan bir kafeye taşıdıklarını, kafeden dışarı çıktığında resmî ve sivil kıyafetli bir polis grubunun beklediğini gördüğünü beyan etmiştir. Tanık ayrıca başvurucunun ilk başta nasıl yaralandığını anlayamadığını ancak kafasında ciddi bir yara olduğunu görünce başına isabet eden gaz kapsülünden yaralandığını sonradan farkettiğini ancak bu kapsülü tam olarak kimin attığını görmediğini ve başvurucunun eylemci olmadığını ifade etmiştir.
28. Olay yerini gösterir MOBESE kameralarının zarar görmesi nedeniyle başvurucunun yaralanma anını gösteren görüntü olmadığı, ayrıca polis kamerasıyla da görüntü kaydedilmediği Emniyet Müdürlüğü tarafından bildirilmiştir.
29. Başvurucu hakkında İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü (ATK) tarafından düzenlenen 3/3/2014 tarihli raporda, kafa frontel alanda yaklaşık 6-7 cm'lik oblik seyirli sağ kaşına-kemiğe uzanan cilt-cilt altı kesi şeklindeki yaralanmanın başvurucunun yaşamını tehlikeye sokmadığı ancak basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte de olmadığı tespit edilmiştir.
30. Savcılıkça 18/11/2016 tarihinde hakkında soruşturma yürütülen polis memurlarına ilişkin olarak kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...Toplanan deliller ışığında olay tarihinde meydana gelen gösterilerin yasal olmadığı ve barışçıl nitelik taşımadığı açıktır ancak soruşturma evrakı içerisindeki adli raporlar, bu raporlardaki bulguların müştekinin iddialarıyla uyuşması, müşteki ve bunu doğrulayan tanık anlatımları birlikte değerlendirildiğinde kimliği tespit edilemeyen bir polis memurununzor kullanma yetkisindeki sınırı aşarak gaz tüfeğini yasaya uygun bir şekilde kullanmadığı, bunun sonucu müştekinin hayati tehlike geçirmez, basit tıbbi müdahale ile giderilemez şekilde yaralandığı, eylemin 5237 S. TCK m. 256/1 delaletiyle m.86/1, 86/3-dkapsamında kaldığı, ancak soruşturma sonunda müşteki-mağdura yönelik eylemi gerçekleştiren görevlinin kim olduğunun tespit edilemediği soruşturma sırasında ifadeleri alınan şüphelilerin bu eylemi gerçekleştirdiğine ilişkin savunmaları aksine haklarında kamu davası açmak için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği anlaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle;
Bu nedenle; ... yaralama iddiasına ilişkin olarak yukarıda adı geçen şüpheliler hakkındaek kovuşturmaya yer olmadığına ..."
31. Savcılık tarafından 21/11/2016 tarihinde soruşturma ile ilgili daimî arama kararı verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Toplanan delillere ışığında [...] kimliği tespit edilemeyen bir polis memurunun zor kullanma yetkisindeki sınırı aşarak gaz tüfeğini yasaya uygun bir şekilde kullanmadığına, bunun sonucu gaz kapsülünün müştekinin başına isabet ettiğine ve onu hayati tehlike geçirmez, basit tıbbi müdahale ile giderilemez şekilde yaralandığına ilişkin soruşturmaya devam edilmesi için yeterli şüphe oluşturacak delil bulunduğu, eylemin 5237 S. TCK m. 256/1 delaletiyle m.86/1, 86/3-d kapsamında kaldığı, ancak soruşturma sonunda müşteki-mağdura yönelik eylemi gerçekleştiren görevlinin kim olduğunun tespit edilemediği anlaşılmıştır.
Bu nedenle soruşturmanın,
1-Daimi aramaya alınmasına,
2-Kararın müşteki vekiline tebliğine,
3-Kararın bir örneğinin,
3a) Şüpheli veya şüphelilerin gösterilen zamanaşımı tarihine kadar aranması.
3b) Bulunduklarında kimlik ve görev yeri bilgilerinin C. Başsavcılığımıza gönderilmesi,
3c) Bulunamadıkları taktirde, yapılan araştırma sonucunun üçer aylık dönemlerde bildirilmesi,
3d) Evrakın, şüphelilerin açık kimliklerinin tespit edildiğinde veya zamanaşımı süresi dolduğunda Başsavcılığımıza gönderilmesi için İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gönderilmesine karar verildi."
32. Başvurucunun Savcılık kararına yaptığı itiraz reddedilmiş, itirazın reddi kararı başvurucuya 30/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
33. Başvurucu 27/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
34. Şişli Emniyet Amirliğince 28/2/2017 tarihinde üçer aylık araştırma kapsamında faili meçhul hırsızlık -sehven yazıldığı düşünülmektedir- suçuyla ilgili faillerin tespitinin henüz mümkün olmadığı ve araştırmaların devam ettiği bildirilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
35. İlgili ulusal mevzuat için bkz. Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/102015, §§ 28-30; Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-30.
B. Uluslararası Hukuk
1. Uluslararası Mevzuat
36. İlgili uluslararası mevzuat için bkz. Özlem Kır, §§ 31-35.
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi ile ilgili içtihatlarda kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğu vurgulanmıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin güvenlik güçlerini mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Sözleşme'nin 15. maddesinde ifade edilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi kötü muamele yasağının hiçbir istisnasına yer verilmediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).
38. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.
39. AİHM'e göre gaz fişeğinin çan şeklinde (hafif yukarıya doğru) atılması, -çarpması hâlinde kişilerin yaralanmasını veya ölümüne sebebiyet vermesini engellediği ölçüde- uygun bir atış tarzı olarak kabul edilebilecektir (Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye, B. No: 44827/08, 16/7/2013, § 48).
40. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
41. AİHM, işkence veya kötü muameleyle suçlanılan durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel affın veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alması durumunda meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55; Eski/Türkiye, B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 34; benzer yöndeki Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesinin nihai ve tavsiye kararları için bkz. Türkiye, 27/5/2003, CAT/C/CR/30/5)
V. İNCELEME VE GEREKÇE
42. Mahkemenin 1/7/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
43. Başvurucu; gösterici olmamasına rağmen Gezi Parkı olayları sırasında gaz fişeğiyle alnından yaralandığını, olay günü görevli olan polis memurlarının kimler olduğu belli olmasına rağmen kendisini yaralayan polis memurunun kimliğinin soruşturma makamlarınca tespit edilmediğini, soruşturmanın daimî aramaya alınarak makul özen ve süratle soruşturma yükümlülüğüne aykırı davranıldığını, ayrıca gaz fişeği kullanılması talimatını veren üst düzey emniyet amirlerinin olayda sorumluluğu bulunmasına rağmen haklarında soruşturma izni verilmediğini, bu nedenlerle kötü muamele yasağı ile etkili başvuru hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
44. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin önceki içtihatlarına değinilerek kolluk amirlerinin talimatları ile meydana gelen olay arasında illiyet bağını ortaya koyan savunulabilir bir bilgi veya belge ortaya konulamamış olduğundan üst düzey kolluk amirlerinin doğrudan sorumlu olduğunu söylemenin mümkün olmadığı belirtilmiştir.
45. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvuru formunda dile getirdiği hususları yinelemiş; üst düzey kolluk amirlerinin de olayda müşterek fail olduklarını ve kolluk memurları kadar sorumluluklarının bulunduğunu ifade etmiştir.
B. Değerlendirme
46. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
47. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
48. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’da güvence altına alınan diğer haklar ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Üst Düzey Kolluk Amirlerinin Eylemlerine Yönelik İhlal İddiaları Yönünden
49. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde olay hakkında etkili resmî bir soruşturma yürütülmesi gerekmektedir (Tahir Canan, § 25). Ancak bu konuda bir soruşturmanın başlatılabilmesi için öncelikle söz konusu iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğinin tespit edilebilmesi için her türlü makul şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir soruşturma yükümlülüğünün bulunduğundan bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).
50. Başvuru konusu olayda başvurucunun gösterilerle bir ilgisi olmadığı hâlde kolluğun toplantı ve gösteri yürüyüşü yapan gruba müdahalesi sırasında yaralanması nedeniyle bunun sorumlusunun kendisini yaralayan kolluk görevlilerine müdahale emrini veren ancak bu müdahaleyi kontrolsüz ve denetimsiz bırakan kamu görevlileri hakkında ceza soruşturması izni verilmemesinden şikâyet ettiği görülmektedir.
51. Başvurucunun varlığını ileri sürdüğü kolluk müdahalesi ile üst düzey kamu görevlilerinin talimatları arasında ceza hukuku kapsamında bir illiyet bağının bulunduğunu savunulabilir kılan bir bilgi veya belge ortaya koyabildiği söylenemez. Ayrıca başvurucunun cezalandırılmasına karar verilmesini istediği, isimleri belli olmayan kamu görevlilerinin gerçekleştirilen toplantı ve gösteriye müdahale edilmesi yönünde talimat verdiğine ilişkin bir bilgi veya belge de başvuru dosyasında bulunmamaktadır. Öte yandan böyle bir talimatın varlığı kabul edilse bile bu durum da başlı başına anılan illiyet bağının kurulması için yeterli değildir. Zira başvuru konusu olayda, üst düzey kamu görevlilerinin toplantı ve gösteri yürüyüşü konusunda varlığı iddia edilen müdahale talimatının kolluk görevlilerinin yetkisini aşacak ve suç oluşturacak nitelikte hareket etmelerine yönelik olduğuna ilişkin herhangi bir somut kanıt da gösterilebilmiş değildir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Elif Güneş Yıldırım, § 25).
52. Dolayısıyla somut olayda kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesinin etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal ettiği iddialarının yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden oluşan makul delillerle desteklenmediği, dolayısıyla söz konusu iddiaların soyut ve kanıtlanmamış şikâyetlerden oluştuğu kanaatine varılmıştır. Bu itibarla başvurucunun kamu görevlileri tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin iddiasının savunulabilir olmadığı sonucuna varılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Kolluk Memurlarının Kuvvet Kullanımına Yönelik İhlal İddiaları Yönünden
54. Savcılıkça (ek) kovuşturma yapılmaması ve daimî arama kararı verilmesi üzerine soruşturmada ilerleme kaydedilmeyeceğini değerlendiren başvurucu, yasal süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
55. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Eziyet Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel ilkeler
56. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
57. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği, anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
58. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda bulunması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
59. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
60. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).
61. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).
62. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).
63. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).
64. Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen, kullanılması ulusal ve uluslararası mevzuatta yasak olmayan göz yaşartıcı gazın kullanım usullerinde öngörülen kriterlerin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığını denetlediği önceki kararlarında, bu gazın kullanılmasının bazı sağlık sorunlarına yol açabileceğinin açık olduğuna vurgu yapmıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi bu kararında kolluk görevlilerini aşmaya çalışan grup dışındaki göstericilere doğrudan müdahale olduğunun tespit edilemediği, ayrıca göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında başvurucuda bir yaralanma olmadığı ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporuna veya başka bir bulguya rastlanmadığı durumlarda gazdan etkilenmenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aşmadığı sonucuna varmıştır. (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 91, 92).
65. Buna karşın Anayasa Mahkemesi, göz yaşartıcı gaz silahlarının uygun olmayan bir şekilde ateşlenmesi sonucunda gaz fişeklerinin ölümlere ya da somut olayda olduğu gibi yaralanmalara yol açma riski bulunması nedeniyle ateşli silah kullanımına ilişkin olarak kabul ettiği ilkelerin -uygun düştüğü ölçüde- bu silahların kullanımında da değerlendirme kriteri olarak dikkate alınması gerektiğine karar vermiştir. Bu kapsamda gaz silahı kullanımı konusunda kolluk görevlilerini yetkilendiren, kullanım yöntemini yeterli ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı kullanımına engel olacak, kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak güvenceleri içermesi gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, §§ 59, 60).
66. Bu nedenle doğrudan silah kullanımı sonucu meydana gelen olaylarda güç kullanımının Anayasa’nın 17. maddesine göre başka bir çarenin kalmadığı zorunlu bir durumda ve ölçülü bir şekilde gerçekleştiğinin soruşturma makamlarınca resen ortaya konulması gerekmektedir. Bu çerçevede kolluk görevlilerinin eylemlerinin yanında kendilerine uygun talimatın verilip verilmediğinin, gaz fişeği atışı için kullanılan silahlar konusunda bu kişilerin yeterli eğitim alıp almadığının ve olası riskleri önlemek adına tedbir almakta ihmalleri bulunup bulunmadığının da incelenmesi gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 60).
67. Bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi bir başka kararında toplumsal bir olayda müdahaleyi gerektiren duruma sebep olan kişilerden olmayan başvurucunun bu müdahaleden etkilenmemesi için kolluk görevlilerinin gerekli tedbirleri almadıkları ve olaya müdahaleleri sırasında kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep oldukları kanaatine vararak Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Özlem Kır, § 80).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
68. Somut olayda kolluk görevlilerinin bir gösteriye müdahalesi sırasında başvurucunun başından yaralandığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun göz yaşartıcı gaz kullanımı sırasında gaz fişeği kapsülünün başına isabet etmesi sonucu yaralandığı Savcılık kararında yer aldığı gibi kolluk tarafından da bu hususa itiraz edilmemiştir. Her ne kadar adli muayene ve ATK raporu başvurucunun yaralanmasının gaz fişeğinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı konusuna bir açıklık getirmese de soruşturmada toplanan deliller neticesinde olayların oluş şekli ve başvurucunun yaralanma biçimi değerlendirilerek başvurucunun gaz fişeğiyle yaralandığı soruşturma makamlarınca kabul edilmiştir.
69. Bununla birlikte olay günü gaz silahı kullanan kolluk görevlilerinin bu konuda bir eğitim alıp almadığı, operasyonun planlama ve kontrolü kapsamında yürütülen işlemlerin ve alınan tedbirlerin neler olduğu hususları ile kolluk görevlilerini yetkilendiren ve kullanım yöntemini yeterli ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı kullanımına engel olacak ve kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak güvenceleri içerip içermediği -başvuruya yansıyan eksiklikler nedeniyle- bu aşamada Anayasa Mahkemesi tarafından incelenememiştir (aynı yöndeki karar için bkz. Özlem Kır, § 69). Bu nedenle somut olay bakımından eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği iddiasına ilişkin inceleme, sadece olay sırasında gaz fişeğini kullanan kolluk görevlilerinin eylemleriyle sınırlı olarak yapılacaktır.
70. Bu bağlamda başvuru konusu olay değerlendirildiğinde Savcılıkça alınan ifadesine göre başvurucu, Gezi Parkı olaylarına gösterici olarak katılmamış; evine gitmek amacıyla yolda yürürken alnından yaralanmıştır. Basit tıbbi müdahaleyle tedavi edilemez biçimde yaralanan başvurucunun ifadesi de tanıklar tarafından doğrulanmıştır. Ayrıca zor kullanma yetkisinin aşılarak kimliği belirlenemeyen bir polis memuru tarafından başvurucunun gaz fişeğiyle yaralandığı soruşturma makamlarınca tespit edilmiştir.
71. Başvurucunun yaralanma anını gösterir kamera kaydı bulunmadığından gaz fişeğinin ne şekilde atıldığının görülme olanağı bulunmasa da başvurucunun alnına denk gelecek şekildeki yaralanma ve yaralanmanın ağırlığı dikkate alındığında yere paralel ve düz bir hat üzerinde ilerleyen bir kapsülün isabet etmesi sonucu başvurucunun yaralandığı öngörülmüştür. Öte yandan kapsülün hangi açıyla başvurucuya isabet etmiş olabileceğine dair inceleme ve değerlendirme raporu bulunmaması nedeniyle bu husus net olarak belirlenememiş, kolluğun savunma tüfeğini Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'na uygun şekilde havaya doğru ve belli bir açıyla kullandığının ortaya konamadığı değerlendirilmiştir.
72. Bununla birlikte somut olayın Gezi Parkı eylemlerinin bir parçası olmasından dolayı olaylara geniş çapta bir katılımın bulunduğu ve bu nedenle belli oranda kargaşa ortamının doğabileceği kabul edilmektedir. Kargaşa ortamlarında kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etme ve müdahaleyi gerektiren duruma yol açan kişiler dışındakilerin müdahaleden mümkün olduğunca etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alma yükümlülükleri bulunmaktadır.
73. Olay yerinde görevli olan kolluk görevlileri savunma tüfeğinin kullanılmadığını veya kullanılmış ise de başvurucunun yaralanmasından haberleri olmadığını, başından yaralanan kimseyi hatırlamadıklarını beyan etmiş; başvurucunun müdahaleyi gerektiren bir davranışından bahsetmemişlerdir. Bu durumda kolluğun başvurucuyu yakalamaya veya etkisiz hâle getirmeye çalışırken yaraladığı yönünde bir bulguya rastlanmamıştır. Dolayısıyla kargaşa ortamına yol açtığı ileri sürülmeyen başvurucunun başından yaralanması olayında kolluğun gerekli tedbirleri almadığı ve kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep olduğu değerlendirilmiştir.
74. Somut olayın gerçekleşme koşulları ve özellikleri, başvurucunun yaralanmasının niteliği ile başvurucu üzerindeki muhtemel fiziksel ve ruhsal etkileri birlikte dikkate alındığında kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen muamelenin belli bir ağırlık derecesine ulaştığı ve olayda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır.
75. Bu tespitten sonra kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı nitelendirilmelidir. Bu kapsamda somut olay bir bütün olarak ele alındığında -özellikle yaralanmanın başvurucuda yarattığı etki nazara alındığında- eylemin eziyet olarak nitelendirilmesi uygun görülmüştür.
76. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Eziyet Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
77. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri,§ 110).
78. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
79. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
80. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının- özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019 §34).
81. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan önemli olan husus -sonuçta alınan kararın (somut olayda daimî arama) niteliğinin ne olduğunun önemi olmaksızın- özelde başvurucunun ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu tür eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin Caruş, § 86).
82. Somut olayda başvurucunun şikâyeti üzerine Savcılık tarafından soruşturma başlatılmış, sorumluların kimliklerinin tespiti amacıyla olay günü başvurucunun yaralandığı bölgede görev alan ve savunma tüfeği kullanmaya yetkili kolluk görevlileri liste usulü tespit edilmiştir. Birden fazla listede çok sayıda kişinin isminin yer aldığı gözlenmiştir.
83. Savcılıkça on dört polis memuru şüpheli olarak dinlenmiştir. Şüphelilerden on bir memur başvurucunun yaralandığı bölgede görev almadığını ifade etmiş, olay yerinde bulunduğunu kabul eden üç memur ise savunma tüfeği kullanmadıklarını ve başvurucunun yaralanmasından haberdar olmadıklarını dile getirmiştir.
84. Savcılık, şüpheli on dört polis memuru hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiş; akabinde olay yerini gösterir görüntü kayıtlarının bulunmadığı ve başvurucunun veya tanıkların yaralamaya sebebiyet veren polis memurunu teşhis edemeyecekleri gerekçeleriyle soruşturmayı üçer aylık sürelerle gözden geçirilmek üzere daimî aramaya almıştır. Daimî arama kararı verildiği 2016 tarihinden başvurunun incelenme tarihine kadar soruşturmada hiçbir işlem yapılmamıştır.
85. Başvurucu, kolluğun toplumsal bir olaya müdahalesi esnasında kullandığı gaz fişeği kapsülüyle yaralanmıştır. Savcılık tarafından sorumluların kimlikleri tespit edilmeye çalışılmış ise de olay yerinde görevli ve savunma tüfeği kullanma yetkisi ile mühimmatı bulunan görevlilerden sadece üç kişi tespit edilebilmiş; bu kişilerin tüfek kullanmadıklarına yönelik savunmalarıyla yetinilmiştir. Listede adı bulunan fakat savunması alınmayan memurlar hakkında ceza soruşturması yapılmamış, bu kişilerin tanık olarak dahi beyanlarına başvurulmamıştır.
86. Savcılık tarafından yedi yılı aşkın süredir sorumluların tespitinin yapılamamış olduğu, son dört yıldır soruşturmanın daimî aramada beklediği, bu süre içinde hiç işlem yapılmadığı dikkate alındığında soruşturmada uzun zamandır ilerleme kaydedilmediği kanaatine varılmıştır.
87. Kamera aracılığıyla kayıt altına alınan geniş çaptaki toplumsal bir olaya müdahale esnasında başvurucuyu gaz fişeği kapsülüyle yaralayan kolluk görevlilerinin makul sayılamayacak bir süre içinde soruşturma makamları tarafından kimliklerinin dahi tespit edilememesi nedeniyle soruşturmanın özenli ve süratli yürütülmesi yükümlülüğünün yerine getirilmediği değerlendirilmiştir.
88. Dolayısıyla maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı açısından gerekli özenin gösterilmediği anlaşılmıştır.
89. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
90. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
91. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
92. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
93. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
94. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
95. Başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul yönünden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin kovuşturmaya yer olmadığı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
96. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
97. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 65.000 TL ödenmesine karar verilmesi gerekir.
98. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
99. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 497 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.497 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Üst düzey kolluk amirlerinin eylemleri yönünden kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kolluk memurlarının eylemleri yönünden eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (2013/173472 Soruşturma) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 65.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 497 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.497 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 1/7/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.