TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ELİF GÜNEŞ YILDIRIM BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2016/15455)
|
|
Karar Tarihi: 1/7/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI
|
Başvurucu
|
:
|
Elif Güneş YILDIRIM
|
Vekili
|
:
|
Av. Sinem GÜNDOĞDU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen
gösteride gaz fişeği kapsülü isabet etmesi sonucu yaralanma meydana gelmesi ve
bu olaya ilişkin açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle
eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 31/8/2016 tarihinde, 2017/17418 numaralı
başvuru 27/1/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2017/17418 numaralı aynı başvurucuya ait başvuru,
aralarında hukuki ve fiilî irtibat bulunması nedeniyle bu başvuruyla
birleştirilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
10. 1982 doğumlu olan başvurucu, Gezi Parkı eylemleri
olarak bilinen gösteri yürüyüşlerinin yapıldığı tarihte İstanbul'da
yaşamaktadır.
11. 16/6/2013 tarihinde eylemlerden biri devam
etmekteyken beyanına göre eve gitmek amacıyla yolda yürüdüğü sırada başvurucu,
bir cismin alnına isabet etmesi sonucu yaralanmıştır.
12. Başvurucu, çevrede bulunan kişilerin yardımı ve
ambulansla Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Devlet Hastanesi)
götürülmüş ve başvurucuya ilk müdahale burada yapılmıştır.
13. Devlet Hastanesi tarafından başvurucu hakkında
16/6/2013 tarihli adli muayene raporu düzenlenmiştir. Raporda, başvurucunun gaz
bombası kapsülüyle kafasına darbe alması şikâyetiyle Acil Servise
getirildiğinde vital (hayati) bulgularının stabil ve bilincinin açık
olduğu açıklandıktan sonra frontal alanda (alnında) yaklaşık 6-7 cm'lik
obrik seyirli sağ kaşına-kemiğine uzanan cilt-cilt altı kesisinin mevcut olduğu
tespitine yer verilmiştir. Başvurucunun, tedavisi (alnına dikiş atılması) ve
takibini başka bir hastanede devam ettirmek istemesi üzerine başvurucuya hayati
riskleri açıklanarak kendisinin taburcu edildiği raporda ayrıca belirtilmiştir.
14. Taburcu edilmesinin ardından başvurucunun özel bir
hastaneye başvurması üzerine tedavisi yapılmış ve bu hastane tarafından
başvurucu hakkında 17/6/2013 tarihli, on gün iş göremez olduğuna ilişkin sağlık
raporu düzenlenmiştir.
15. Başvurucu, kolluk görevlileri tarafından yakın
mesafeden ve hedef gözetilerek atılan gaz fişeğinin alnına isabet etmesi sonucu
yaralandığını ileri sürerek kolluk görevlileri, İstanbul Valisi ve İl Emniyet
Müdürü ile isimlerini ve unvanlarını belirtmediği İl Emniyet Müdürlüğünün üst
düzey amirleri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç
duyurusunda bulunmuştur.
16. Savcılık 18/12/2013 tarihinde İl Valisi ve Emniyet
Müdürü hakkında görevsizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı,
hakkında suç duyurusunda bulunulan kişilerin kamu görevlisi olduğu gerekçesiyle
soruşturma izni verilmesi için dosyayı İçişleri Bakanlığına göndermiş; İçişleri
Bakanlığı ise 14/3/2014 tarihinde soruşturma izni verilmemesine karar
vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Danıştay Birinci Dairesinin
7/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun anılan sürece ilişkin
şikâyetleri Anayasa Mahkemesinin 2014/12391 numaralı bireysel başvuru
dosyasında incelenmiş ve 5/4/2017 tarihinde başvurucunun iddiası savunulabilir
görülmediğinden başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmiştir
(Elif Güneş Yıldırım, B. No: 2014/12391, 5/4/2017).
A. Üst Düzey
Emniyet Amirleri Hakkında Yapılan Soruşturma
17. İl Emniyet Müdürlüğünün isimleri belirtilmeyen üst
düzey amirleri hakkında başvuruya konu şikâyet kapsamında Savcılık, Valilikten
soruşturma izni talep etmiştir. Valiliğin 14/7/2015 tarihli kararıyla şikâyet
edilen kişiler hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.
18. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, İstanbul
Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulunun (Bölge İdare Mahkemesi) 6/11/2015
tarihli kararıyla araştırmanın yeterli bulunmadığı gerekçesiyle kabul
edilmiştir.
19. Valilikçe 25/2/2016 tarihli kararla başvurucunun
yaralanma anını ve dolayısıyla sorumluları tespit etmeyi sağlayacak kamera
görüntülerinin bulunmaması nedeniyle şikâyet edilen amirler hakkında soruşturma
izni verilmemesine yeniden karar verilmiştir. Başvurucu tarafından ikinci kez
yapılan itiraz, Bölge İdare Mahkemesi tarafından "ceza soruşturması
yapılmasını gerektirecek yeterlilikte bilgi ve belge olmadığı"
gerekçesiyle reddedilmiştir.
20. Söz konusu karar, başvurucuya 1/8/2016 tarihinde
tebliğ edilmiş olup başvurucu 31/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. Kolluk Görevlileri Hakkında Yapılan Soruşturma
21. Başvurucuyu yaraladıkları iddia edilen kolluk
görevlileri hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin başvurucunun şikâyetleri
2017/17418 numaralı başvuruyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvurusu konusu
yapılmış, 3/2/2020 tarihinde birlikte incelenmesi amacıyla iki başvuru
birleştirilmiştir.
22. Başvurucu, olay yerinde olduğunu iddia ettiği üç gaz
fişeği kapsülünü delil olarak Savcılığa sunmuş, Savcılıkça kapsüller adli
emanete alınmıştır.
23. Başvurucunun yaralandığı bölgede görevli ve gaz
mühimmatı kullanmaya yetkili kolluk görevlilerinin kimliklerinin tespiti
amacıyla Savcılık tarafından Emniyet Müdürlüğünün farklı birimlerinden bilgi
istenilmiştir. Kolluk birimlerince gönderilenmüzekkere cevaplarında, görevli
polis memurlarının liste hâlinde isimleri bildirilmiş, savunmalarını yapmak
üzere bir kısmına tebligat yapıldığı ancak on üç polis memurunun farklı şubeye
atanması nedeniyle kendilerine tebligat yapılmadığı belirtilmiştir. Farklı
şubeye atanan bu polis memurlarının savunması Savcılıkça alınmamıştır.
24. Soruşturma kapsamında toplam on dört polis memurunun
şüpheli olarak ifadesine başvurulmuştur. Şüpheli polislerin büyük bir kısmı -on
bir şüpheli- olay günü başvurucunun yaralandığı bölgede görevli olmadığını
beyan etmiş, o bölgede görevli olduğunu belirtenler ise yetkileri olmasına
rağmen Zed/savunma tüfeği/gaz fişeği kullanmadıklarını ifade etmiştir.
Şüphelilerin ayrıca olayın meydana gelmesiyle ilgili olarak görgüye dayalı
bilgilerinin olmadığı da beyanlarına yansımıştır.
25. Savcılık, başvurucunun şikâyetini almıştır.
Başvurucu, saat 15.05 sıralarında Rumeli Caddesi üzerinde yürürken alnına gaz
tüfeğinden atılan gaz kapsülünün çarpması neticesinde yaralandığını ifade
etmiş; kendisini yaralayan polisi göremediğini, dolayısıyla polis memuru ile
arasındaki mesafeyi bilmediğini ve bu kişiyi teşhis edemeyeceğini belirtmiştir.
Göstericilerin etrafta olduğunu ancak kendisinin gösterilere katılmadığını,
sadece eve gitmek üzere yolda yürürken yaralandığını beyan etmiştir. Başvurucu
ayrıca yerde yaralı vaziyette yatarken ayaklarının olduğu yere gaz bombası
atıldığını ifadesine eklemiştir.
26. Olay yerinde bulunan tanık M.O.; gösterilere
katıldığını, arkasından polislerin ateş ettiğini, bu esnada başvurucunun
yaralandığını gördüğünü, yaklaşık 15-20 metre mesafeden polislerin ateş
ettiğini fark ettiğini, başvurucuyla ilgilendiği için sonrasında gelişen
olayları bilmediğini beyan etmiş, gaz fişeğinin etkisiyle etrafın duman içinde
kaldığını ifade etmiştir.
27. Tanık H.A.; olay tarihinde öğleden sonra markete
gitmek için sahibi olduğu modaevinden çıkıp caddede yürürken bir anda üzerine
kan geldiğini ve önünde yürüyen başvurucunun yere yığıldığını gördüğünü,
kendisinin de yardım etmek için eğildiği sırada arkasına baktığında maskeli
gösterici bir grubun bulundukları noktaya doğru geldiğini belirtmiştir.
Ardından kendisine yardım ederek başvurucuyu orada bulunan bir kafeye
taşıdıklarını, kafeden dışarı çıktığında resmî ve sivil kıyafetli bir polis
grubunun beklediğini gördüğünü beyan etmiştir. Tanık ayrıca başvurucunun ilk
başta nasıl yaralandığını anlayamadığını ancak kafasında ciddi bir yara
olduğunu görünce başına isabet eden gaz kapsülünden yaralandığını sonradan
farkettiğini ancak bu kapsülü tam olarak kimin attığını görmediğini ve
başvurucunun eylemci olmadığını ifade etmiştir.
28. Olay yerini gösterir MOBESE kameralarının zarar
görmesi nedeniyle başvurucunun yaralanma anını gösteren görüntü olmadığı,
ayrıca polis kamerasıyla da görüntü kaydedilmediği Emniyet Müdürlüğü tarafından
bildirilmiştir.
29. Başvurucu hakkında İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü
(ATK) tarafından düzenlenen 3/3/2014 tarihli raporda, kafa frontel alanda
yaklaşık 6-7 cm'lik oblik seyirli sağ kaşına-kemiğe uzanan cilt-cilt altı kesi
şeklindeki yaralanmanın başvurucunun yaşamını tehlikeye sokmadığı ancak basit
tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte de olmadığı tespit edilmiştir.
30. Savcılıkça 18/11/2016 tarihinde hakkında soruşturma
yürütülen polis memurlarına ilişkin olarak kovuşturma yapılmamasına karar
verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...Toplanan deliller ışığında olay
tarihinde meydana gelen gösterilerin yasal olmadığı ve barışçıl nitelik
taşımadığı açıktır ancak soruşturma evrakı içerisindeki adli raporlar, bu
raporlardaki bulguların müştekinin iddialarıyla uyuşması, müşteki ve bunu
doğrulayan tanık anlatımları birlikte değerlendirildiğinde kimliği tespit
edilemeyen bir polis memurununzor kullanma yetkisindeki sınırı aşarak gaz
tüfeğini yasaya uygun bir şekilde kullanmadığı, bunun sonucu müştekinin hayati
tehlike geçirmez, basit tıbbi müdahale ile giderilemez şekilde yaralandığı,
eylemin 5237 S. TCK m. 256/1 delaletiyle m.86/1, 86/3-dkapsamında kaldığı,
ancak soruşturma sonunda müşteki-mağdura yönelik eylemi gerçekleştiren
görevlinin kim olduğunun tespit edilemediği soruşturma sırasında ifadeleri
alınan şüphelilerin bu eylemi gerçekleştirdiğine ilişkin savunmaları aksine
haklarında kamu davası açmak için yeterli şüphe oluşturacak delil elde
edilemediği anlaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle;
Bu nedenle; ... yaralama iddiasına
ilişkin olarak yukarıda adı geçen şüpheliler hakkındaek kovuşturmaya yer
olmadığına ..."
31. Savcılık tarafından 21/11/2016 tarihinde soruşturma
ile ilgili daimî arama kararı verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Toplanan delillere ışığında [...] kimliği tespit edilemeyen bir polis memurunun
zor kullanma yetkisindeki sınırı aşarak gaz tüfeğini yasaya uygun bir şekilde
kullanmadığına, bunun sonucu gaz kapsülünün müştekinin başına isabet ettiğine
ve onu hayati tehlike geçirmez, basit tıbbi müdahale ile giderilemez şekilde
yaralandığına ilişkin soruşturmaya devam edilmesi için yeterli şüphe
oluşturacak delil bulunduğu, eylemin 5237 S. TCK m. 256/1 delaletiyle m.86/1,
86/3-d kapsamında kaldığı, ancak soruşturma sonunda müşteki-mağdura yönelik
eylemi gerçekleştiren görevlinin kim olduğunun tespit edilemediği
anlaşılmıştır.
Bu nedenle soruşturmanın,
1-Daimi aramaya alınmasına,
2-Kararın müşteki vekiline tebliğine,
3-Kararın bir örneğinin,
3a) Şüpheli veya şüphelilerin gösterilen
zamanaşımı tarihine kadar aranması.
3b) Bulunduklarında kimlik ve görev yeri
bilgilerinin C. Başsavcılığımıza gönderilmesi,
3c) Bulunamadıkları taktirde, yapılan
araştırma sonucunun üçer aylık dönemlerde bildirilmesi,
3d) Evrakın, şüphelilerin açık
kimliklerinin tespit edildiğinde veya zamanaşımı süresi dolduğunda
Başsavcılığımıza gönderilmesi için İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gönderilmesine
karar verildi."
32. Başvurucunun Savcılık kararına yaptığı itiraz
reddedilmiş, itirazın reddi kararı başvurucuya 30/12/2016 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
33. Başvurucu 27/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
34. Şişli Emniyet Amirliğince 28/2/2017 tarihinde üçer
aylık araştırma kapsamında faili meçhul hırsızlık -sehven yazıldığı
düşünülmektedir- suçuyla ilgili faillerin tespitinin henüz mümkün olmadığı ve
araştırmaların devam ettiği bildirilmiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
35. İlgili ulusal mevzuat için bkz. Hüseyin Caruş, B.
No: 2013/7812, 6/102015, §§ 28-30; Özlem Kır, B. No: 2014/5097,
28/9/2016, §§ 22-30.
B. Uluslararası
Hukuk
1. Uluslararası
Mevzuat
36. İlgili uluslararası mevzuat için bkz. Özlem Kır, §§
31-35.
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi ile ilgili içtihatlarda kötü
muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğu vurgulanmıştır.
Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi
Sözleşme'nin güvenlik güçlerini mağdurların davranışlarından bağımsız olarak
işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği
belirtilmiştir. Sözleşme'nin 15. maddesinde ifade edilen toplum hayatını tehdit
eden kamusal tehlike hâlinde dahi kötü muamele yasağının hiçbir istisnasına yer
verilmediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No:
25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95,
6/4/2000, § 119).
38. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele
olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması
beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan
Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya
[BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık,
B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara
muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye,
B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96,
21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, §
53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana
gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa,
§ 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.
39. AİHM'e göre gaz fişeğinin çan şeklinde (hafif
yukarıya doğru) atılması, -çarpması hâlinde kişilerin yaralanmasını veya
ölümüne sebebiyet vermesini engellediği ölçüde- uygun bir atış tarzı olarak
kabul edilebilecektir (Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye, B. No: 44827/08,
16/7/2013, § 48).
40. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve
makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma
yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye,
B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik
için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık
olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını
gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73;
Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
41. AİHM, işkence veya kötü muameleyle suçlanılan
durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve
hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel affın veya affın mümkün
kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması
veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alması
durumunda meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet
Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55; Eski/Türkiye, B.
No: 8354/04, 5/6/2012, § 34; benzer yöndeki Birleşmiş Milletler İşkenceyi
Önleme Komitesinin nihai ve tavsiye kararları için bkz. Türkiye,
27/5/2003, CAT/C/CR/30/5)
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
42. Mahkemenin 1/7/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
43. Başvurucu; gösterici olmamasına rağmen Gezi Parkı
olayları sırasında gaz fişeğiyle alnından yaralandığını, olay günü görevli olan
polis memurlarının kimler olduğu belli olmasına rağmen kendisini yaralayan
polis memurunun kimliğinin soruşturma makamlarınca tespit edilmediğini,
soruşturmanın daimî aramaya alınarak makul özen ve süratle soruşturma yükümlülüğüne
aykırı davranıldığını, ayrıca gaz fişeği kullanılması talimatını veren üst
düzey emniyet amirlerinin olayda sorumluluğu bulunmasına rağmen haklarında
soruşturma izni verilmediğini, bu nedenlerle kötü muamele yasağı ile etkili
başvuru hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
44. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin önceki
içtihatlarına değinilerek kolluk amirlerinin talimatları ile meydana gelen olay
arasında illiyet bağını ortaya koyan savunulabilir bir bilgi veya belge ortaya
konulamamış olduğundan üst düzey kolluk amirlerinin doğrudan sorumlu olduğunu
söylemenin mümkün olmadığı belirtilmiştir.
45. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvuru
formunda dile getirdiği hususları yinelemiş; üst düzey kolluk amirlerinin de
olayda müşterek fail olduklarını ve kolluk memurları kadar sorumluluklarının
bulunduğunu ifade etmiştir.
B. Değerlendirme
46. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve
manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili
kısmı şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet
yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi
tutulamaz.”
47. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve
görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri,
… kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak
ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî
ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır."
48. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’da güvence altına alınan diğer
haklar ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı
kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Üst Düzey
Kolluk Amirlerinin Eylemlerine Yönelik İhlal İddiaları Yönünden
49. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı
olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi
tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde olay
hakkında etkili resmî bir soruşturma yürütülmesi gerekmektedir (Tahir Canan,
§ 25). Ancak bu konuda bir soruşturmanın başlatılabilmesi için öncelikle söz
konusu iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların
gerçekliğinin tespit edilebilmesi için her türlü makul şüpheden uzak kanıtların
varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı
emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir.
Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir soruşturma yükümlülüğünün
bulunduğundan bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).
50. Başvuru konusu olayda başvurucunun gösterilerle bir
ilgisi olmadığı hâlde kolluğun toplantı ve gösteri yürüyüşü yapan gruba
müdahalesi sırasında yaralanması nedeniyle bunun sorumlusunun kendisini
yaralayan kolluk görevlilerine müdahale emrini veren ancak bu müdahaleyi
kontrolsüz ve denetimsiz bırakan kamu görevlileri hakkında ceza soruşturması
izni verilmemesinden şikâyet ettiği görülmektedir.
51. Başvurucunun varlığını ileri sürdüğü kolluk
müdahalesi ile üst düzey kamu görevlilerinin talimatları arasında ceza hukuku
kapsamında bir illiyet bağının bulunduğunu savunulabilir kılan bir bilgi veya
belge ortaya koyabildiği söylenemez. Ayrıca başvurucunun cezalandırılmasına
karar verilmesini istediği, isimleri belli olmayan kamu görevlilerinin
gerçekleştirilen toplantı ve gösteriye müdahale edilmesi yönünde talimat
verdiğine ilişkin bir bilgi veya belge de başvuru dosyasında bulunmamaktadır.
Öte yandan böyle bir talimatın varlığı kabul edilse bile bu durum da başlı
başına anılan illiyet bağının kurulması için yeterli değildir. Zira başvuru
konusu olayda, üst düzey kamu görevlilerinin toplantı ve gösteri yürüyüşü
konusunda varlığı iddia edilen müdahale talimatının kolluk görevlilerinin
yetkisini aşacak ve suç oluşturacak nitelikte hareket etmelerine yönelik
olduğuna ilişkin herhangi bir somut kanıt da gösterilebilmiş değildir (benzer
yöndeki değerlendirme için bkz. Elif Güneş Yıldırım, § 25).
52. Dolayısıyla somut olayda kamu görevlileri hakkında
soruşturma izni verilmemesinin etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal ettiği
iddialarının yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat
edilemeyen birtakım karinelerden oluşan makul delillerle desteklenmediği,
dolayısıyla söz konusu iddiaların soyut ve kanıtlanmamış şikâyetlerden oluştuğu
kanaatine varılmıştır. Bu itibarla başvurucunun kamu görevlileri tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin iddiasının savunulabilir olmadığı sonucuna
varılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Kolluk
Memurlarının Kuvvet Kullanımına Yönelik İhlal İddiaları Yönünden
54. Savcılıkça (ek) kovuşturma yapılmaması ve daimî arama
kararı verilmesi üzerine soruşturmada ilerleme kaydedilmeyeceğini değerlendiren
başvurucu, yasal süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
55. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Eziyet
Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel
ilkeler
56. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına
alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması
amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı,
kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi
tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No:
2013/293, 17/7/2014, § 80).
57. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi
üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade
edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen
ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin
işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek
için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu
ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı
muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla
Anayasa tarafından getirildiği, anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet
ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam
taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
58. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de
önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki
yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı
muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu
hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur
olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette,
ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda bulunması şartı aranmaz.
Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma,
kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi
altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının
infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk
istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet
olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
59. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde
kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir.
Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden
kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
60. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın
5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması
beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle
desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut
iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki
bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat
edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar
değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 95).
61. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık
derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın
somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin
süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık
durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç
dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun
olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 83).
62. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi, bir
yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür
bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir.
Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce
başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak
Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk
ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).
63. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik
güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul
edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı
gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı
fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece
kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza
Özer ve diğerleri, § 82).
64. Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlilerinin toplumsal
olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen, kullanılması ulusal ve
uluslararası mevzuatta yasak olmayan göz yaşartıcı gazın kullanım usullerinde
öngörülen kriterlerin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında
asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığını denetlediği önceki kararlarında, bu
gazın kullanılmasının bazı sağlık sorunlarına yol açabileceğinin açık olduğuna
vurgu yapmıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi bu kararında kolluk görevlilerini
aşmaya çalışan grup dışındaki göstericilere doğrudan müdahale olduğunun tespit
edilemediği, ayrıca göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında başvurucuda bir
yaralanma olmadığı ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor
raporuna veya başka bir bulguya rastlanmadığı durumlarda gazdan etkilenmenin
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini
aşmadığı sonucuna varmıştır. (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 91, 92).
65. Buna karşın Anayasa Mahkemesi, göz yaşartıcı gaz
silahlarının uygun olmayan bir şekilde ateşlenmesi sonucunda gaz fişeklerinin
ölümlere ya da somut olayda olduğu gibi yaralanmalara yol açma riski bulunması
nedeniyle ateşli silah kullanımına ilişkin olarak kabul ettiği ilkelerin -uygun
düştüğü ölçüde- bu silahların kullanımında da değerlendirme kriteri olarak
dikkate alınması gerektiğine karar vermiştir. Bu kapsamda gaz silahı kullanımı
konusunda kolluk görevlilerini yetkilendiren, kullanım yöntemini yeterli ve
etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı
kullanımına engel olacak, kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak
güvenceleri içermesi gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No:
2013/9461, 15/12/2015, §§ 59, 60).
66. Bu nedenle doğrudan silah kullanımı sonucu meydana
gelen olaylarda güç kullanımının Anayasa’nın 17. maddesine göre başka bir
çarenin kalmadığı zorunlu bir durumda ve ölçülü bir şekilde
gerçekleştiğinin soruşturma makamlarınca resen ortaya konulması gerekmektedir.
Bu çerçevede kolluk görevlilerinin eylemlerinin yanında kendilerine uygun
talimatın verilip verilmediğinin, gaz fişeği atışı için kullanılan silahlar
konusunda bu kişilerin yeterli eğitim alıp almadığının ve olası riskleri
önlemek adına tedbir almakta ihmalleri bulunup bulunmadığının da incelenmesi
gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 60).
67. Bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi bir başka kararında
toplumsal bir olayda müdahaleyi gerektiren duruma sebep olan kişilerden olmayan
başvurucunun bu müdahaleden etkilenmemesi için kolluk görevlilerinin gerekli
tedbirleri almadıkları ve olaya müdahaleleri sırasında kontrolsüz bir şekilde
gaz fişeği atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep oldukları kanaatine
vararak Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Özlem
Kır, § 80).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
68. Somut olayda kolluk görevlilerinin bir gösteriye
müdahalesi sırasında başvurucunun başından yaralandığı anlaşılmaktadır.
Başvurucunun göz yaşartıcı gaz kullanımı sırasında gaz fişeği kapsülünün başına
isabet etmesi sonucu yaralandığı Savcılık kararında yer aldığı gibi kolluk
tarafından da bu hususa itiraz edilmemiştir. Her ne kadar adli muayene ve ATK
raporu başvurucunun yaralanmasının gaz fişeğinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı
konusuna bir açıklık getirmese de soruşturmada toplanan deliller neticesinde
olayların oluş şekli ve başvurucunun yaralanma biçimi değerlendirilerek başvurucunun
gaz fişeğiyle yaralandığı soruşturma makamlarınca kabul edilmiştir.
69. Bununla birlikte olay günü gaz silahı kullanan kolluk
görevlilerinin bu konuda bir eğitim alıp almadığı, operasyonun planlama ve
kontrolü kapsamında yürütülen işlemlerin ve alınan tedbirlerin neler olduğu
hususları ile kolluk görevlilerini yetkilendiren ve kullanım yöntemini yeterli
ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı
kullanımına engel olacak ve kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak
güvenceleri içerip içermediği -başvuruya yansıyan eksiklikler nedeniyle- bu
aşamada Anayasa Mahkemesi tarafından incelenememiştir (aynı yöndeki karar için
bkz. Özlem Kır, § 69). Bu nedenle somut olay bakımından eziyet yasağının
maddi boyutunun ihlal edildiği iddiasına ilişkin inceleme, sadece olay
sırasında gaz fişeğini kullanan kolluk görevlilerinin eylemleriyle sınırlı
olarak yapılacaktır.
70. Bu bağlamda başvuru konusu olay değerlendirildiğinde
Savcılıkça alınan ifadesine göre başvurucu, Gezi Parkı olaylarına gösterici
olarak katılmamış; evine gitmek amacıyla yolda yürürken alnından yaralanmıştır.
Basit tıbbi müdahaleyle tedavi edilemez biçimde yaralanan başvurucunun ifadesi
de tanıklar tarafından doğrulanmıştır. Ayrıca zor kullanma yetkisinin aşılarak
kimliği belirlenemeyen bir polis memuru tarafından başvurucunun gaz fişeğiyle
yaralandığı soruşturma makamlarınca tespit edilmiştir.
71. Başvurucunun yaralanma anını gösterir kamera kaydı
bulunmadığından gaz fişeğinin ne şekilde atıldığının görülme olanağı bulunmasa
da başvurucunun alnına denk gelecek şekildeki yaralanma ve yaralanmanın
ağırlığı dikkate alındığında yere paralel ve düz bir hat üzerinde ilerleyen bir
kapsülün isabet etmesi sonucu başvurucunun yaralandığı öngörülmüştür. Öte yandan
kapsülün hangi açıyla başvurucuya isabet etmiş olabileceğine dair inceleme ve
değerlendirme raporu bulunmaması nedeniyle bu husus net olarak belirlenememiş,
kolluğun savunma tüfeğini Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım
Talimatı'na uygun şekilde havaya doğru ve belli bir açıyla kullandığının ortaya
konamadığı değerlendirilmiştir.
72. Bununla birlikte somut olayın Gezi Parkı eylemlerinin
bir parçası olmasından dolayı olaylara geniş çapta bir katılımın bulunduğu ve
bu nedenle belli oranda kargaşa ortamının doğabileceği kabul edilmektedir.
Kargaşa ortamlarında kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etme ve müdahaleyi
gerektiren duruma yol açan kişiler dışındakilerin müdahaleden mümkün olduğunca
etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alma yükümlülükleri bulunmaktadır.
73. Olay yerinde görevli olan kolluk görevlileri savunma
tüfeğinin kullanılmadığını veya kullanılmış ise de başvurucunun yaralanmasından
haberleri olmadığını, başından yaralanan kimseyi hatırlamadıklarını beyan
etmiş; başvurucunun müdahaleyi gerektiren bir davranışından bahsetmemişlerdir.
Bu durumda kolluğun başvurucuyu yakalamaya veya etkisiz hâle getirmeye
çalışırken yaraladığı yönünde bir bulguya rastlanmamıştır. Dolayısıyla kargaşa
ortamına yol açtığı ileri sürülmeyen başvurucunun başından yaralanması olayında
kolluğun gerekli tedbirleri almadığı ve kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak
suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep olduğu değerlendirilmiştir.
74. Somut olayın gerçekleşme koşulları ve özellikleri,
başvurucunun yaralanmasının niteliği ile başvurucu üzerindeki muhtemel fiziksel
ve ruhsal etkileri birlikte dikkate alındığında kolluk görevlileri tarafından
gerçekleştirilen muamelenin belli bir ağırlık derecesine ulaştığı ve olayda
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık
eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır.
75. Bu tespitten sonra kolluk görevlileri tarafından
gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı nitelendirilmelidir. Bu kapsamda
somut olay bir bütün olarak ele alındığında -özellikle yaralanmanın başvurucuda
yarattığı etki nazara alındığında- eylemin eziyet olarak
nitelendirilmesi uygun görülmüştür.
76. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Eziyet
Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel
İlkeler
77. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır.
Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı
olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir
soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir
şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu
görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen
olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri,§
110).
78. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri”
kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında-
etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma,
sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli
olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte
etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî
dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını
istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
79. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli
olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için
soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir.
Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir
şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay
ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da
kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara
dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda
soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak,
özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 116).
80. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının-
özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için
ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir.
Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda
yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel
olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir
ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden
kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden,
B. No: 2015/4032, 23/1/2019 §34).
81. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan önemli olan
husus -sonuçta alınan kararın (somut olayda daimî arama) niteliğinin ne
olduğunun önemi olmaksızın- özelde başvurucunun ve genel olarak da toplumdaki
diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı
eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu tür eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü
verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özenin gösterilip
gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin Caruş, § 86).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
82. Somut olayda başvurucunun şikâyeti üzerine Savcılık
tarafından soruşturma başlatılmış, sorumluların kimliklerinin tespiti amacıyla
olay günü başvurucunun yaralandığı bölgede görev alan ve savunma tüfeği
kullanmaya yetkili kolluk görevlileri liste usulü tespit edilmiştir. Birden
fazla listede çok sayıda kişinin isminin yer aldığı gözlenmiştir.
83. Savcılıkça on dört polis memuru şüpheli olarak
dinlenmiştir. Şüphelilerden on bir memur başvurucunun yaralandığı bölgede görev
almadığını ifade etmiş, olay yerinde bulunduğunu kabul eden üç memur ise
savunma tüfeği kullanmadıklarını ve başvurucunun yaralanmasından haberdar
olmadıklarını dile getirmiştir.
84. Savcılık, şüpheli on dört polis memuru hakkında
kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiş; akabinde olay yerini
gösterir görüntü kayıtlarının bulunmadığı ve başvurucunun veya tanıkların
yaralamaya sebebiyet veren polis memurunu teşhis edemeyecekleri gerekçeleriyle
soruşturmayı üçer aylık sürelerle gözden geçirilmek üzere daimî aramaya
almıştır. Daimî arama kararı verildiği 2016 tarihinden başvurunun incelenme
tarihine kadar soruşturmada hiçbir işlem yapılmamıştır.
85. Başvurucu, kolluğun toplumsal bir olaya müdahalesi
esnasında kullandığı gaz fişeği kapsülüyle yaralanmıştır. Savcılık tarafından
sorumluların kimlikleri tespit edilmeye çalışılmış ise de olay yerinde görevli
ve savunma tüfeği kullanma yetkisi ile mühimmatı bulunan görevlilerden sadece
üç kişi tespit edilebilmiş; bu kişilerin tüfek kullanmadıklarına yönelik savunmalarıyla
yetinilmiştir. Listede adı bulunan fakat savunması alınmayan memurlar hakkında
ceza soruşturması yapılmamış, bu kişilerin tanık olarak dahi beyanlarına
başvurulmamıştır.
86. Savcılık tarafından yedi yılı aşkın süredir
sorumluların tespitinin yapılamamış olduğu, son dört yıldır soruşturmanın daimî
aramada beklediği, bu süre içinde hiç işlem yapılmadığı dikkate alındığında
soruşturmada uzun zamandır ilerleme kaydedilmediği kanaatine varılmıştır.
87. Kamera aracılığıyla kayıt altına alınan geniş çaptaki
toplumsal bir olaya müdahale esnasında başvurucuyu gaz fişeği kapsülüyle
yaralayan kolluk görevlilerinin makul sayılamayacak bir süre içinde soruşturma
makamları tarafından kimliklerinin dahi tespit edilememesi nedeniyle
soruşturmanın özenli ve süratli yürütülmesi yükümlülüğünün yerine getirilmediği
değerlendirilmiştir.
88. Dolayısıyla maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için
gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda Cumhuriyet
Başsavcılığınca yapılan soruşturmada Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı açısından gerekli özenin
gösterilmediği anlaşılmıştır.
89. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
90. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
91. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
92. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
93. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi,
ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan, §§ 55, 57).
94. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
95. Başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul yönünden ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin kovuşturmaya yer olmadığı
kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
96. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
97. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün
sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının maddi ve usul
boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya net 65.000 TL ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
98. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi
için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
99. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 497 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.497 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Üst düzey kolluk amirlerinin eylemleri yönünden
kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kolluk memurlarının eylemleri yönünden eziyet
yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının usule ilişkin
boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (2013/173472
Soruşturma) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 65.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 497 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.497 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 1/7/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.