TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ALİGÜL YÜKSEL BAŞVURUSU (2)
(Başvuru Numarası: 2016/9213)
Karar Tarihi: 18/11/2020
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Burhan ÜSTÜN
Hicabi DURSUN
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Selahaddin MENTEŞ
Raportör
Murat İlter DEVECİ
Başvurucu
Aligül YÜKSEL
Vekili
Av. Faruk Nafiz ERTEKİN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kolluk görevlilerinin gereksiz güç kullanması sonucu gerçekleştiği ileri sürülerek ölüm olayından kaynaklanan maddi ve manevi zararların karşılanması istemiyle açılan tam yargı davasında ilgisiz ve yetersiz gerekçeyle karar verilmesi, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması nedenleriyle gerekçeli karar ve hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/5/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen belgelere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Şimşek ve diğerleri/Türkiye (B. No: 35072/97, 37194/97, 26/7/2005) kararındaki tespitlere ve başvuruya konu edilen İstanbul 5. İdare Mahkemesinin (İdare Mahkemesi) E.2008/782 sayılı dava dosyasına göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun annesi İ.Y. 12/3/1995-13/3/1995 tarihlerinde yaşanan ve kamuoyunda Gazi olayları olarak bilinen hadiseler sonrasında 15/3/1995 günü o tarihte Ümraniye (İstanbul) sınırlarında bulunan Mustafa Kemal Mahallesi'nde toplanıp Gazi olayları sırasında ölenlerin cenazelerine doğru ilerleyen kalabalıkta yer almış ve bu sırada ateşli bir silahla vurularak öldürülmüştür. Meydana gelen olayda İ.Y. dışında dört kişi ölmüş, birçok şahıs da yaralanmıştır.
A. Ölüm Olayı Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturmasına ve Sonrasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılan Başvuruya İlişkin Süreç
9. İ.Y.nin ölümü hakkında Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) yürütülen soruşturma 15/4/1997 tarihli takipsizlik kararıyla (kovuşturmaya yer olmadığına dair karar) son bulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu kararı verirken ölümün polis memurlarınca yapılan atış sonucu meydana gelmemesi nedeniyle polis memurları hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek yeterlikte ve nitelikte delil bulunmamasına dayanmıştır. Bu karara yapılan itiraz reddedilmiştir.
10. Gazi olayları veya Ümraniye'de yaşanan olaylar sırasında vefat eden bazı kişilerin yakınları ile başvurucu, yakınlarının polisin gereğinden fazla güç kullanması sonucu öldüğü ve ölüm olaylarıyla ilgili soruşturmaların hem yetersiz hem de etkisiz olduğu iddiasıyla 1997 yılında AİHM'e başvuru yapmıştır.
11. AİHM 26/7/2005 tarihinde;
- Başvurucuların yakınlarının ölümüne neden olan kuvvetin kesinlikle gerekli olandan fazla olduğu ve başvurucuların yakınlarının ölümü hakkında yürütülen soruşturmanın hızlı ve yeterli olmadığı gerekçesiyle yaşam hakkının,
- Yakınlarının ölümü konusunda etkili bir hukuk yolundan ve dolayısıyla tazminat talebi gibi diğer hukuk yollarından başvurucuların yararlanmalarının engellendiği gerekçesiyle de yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
12. Verilen ihlal kararlarının ciddiyetini dikkate alarak başvuruculara ayrı ayrı 30.000 avro manevi tazminat ödenmesine karar veren AİHM, ölen kişilerin ailelerine yardımda bulunulup bulunulmadığına dair bir bilginin olmaması nedeniyle başvurucuların maddi tazminat istemlerini reddetmiştir.
B. Ölüm Olayından Doğan Zararların Tazmini İstemiyle Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç
13. Annesinin ölümü nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle başvurucu tarafından İçişleri Bakanlığına başvuru yapılmış ancak bu başvuruya cevap verilmemiştir.
14. Başvurucu, olayda hizmet kusuru bulunduğunu iddia ederek 10/7/1996 tarihinde idare mahkemesi nezdinde annesinin öldürülmesi nedeniyle ortaya çıkan maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle tam yargı davası açmıştır. Bu davada başvurucu; olay esnasında polisin öldürmek ve yaralamak kastıyla hareket ettiğini, kolluk amirlerinin ise olayı hukuka uygun yöntemlerle önleyemedikleri gibi emrindeki polislerin hukuka uygun davranmalarını da sağlayamadıklarını öne sürmüştür.
15. Yaptığı yargılama sonunda İdare Mahkemesi, başvurucunun annesinin izinsiz bir gösteride yer almasının idareyi tazmin yükümlülüğünden kurtarmadığı ve davalı idarenin ölüm olayından sosyal risk ilkesi gereğince sorumlu olduğu sonucuna varmıştır. Bu nedenle 25/5/1999 tarihli kararla, maddi tazminatın hesaplanabilmesi için ihtiyaç duyulan bilirkişi avansını yatırmaması ve müteveffanın ölmeden önceki işi ve gelirini gösteren belgeleri sunmaması nedeniyle başvurucunun maddi tazminat isteminden vazgeçtiği kabul edilerek maddi tazminat istemi reddedilmiş ancak başvurucuya bir miktar manevi tazminat ödenmesine hükmedilmiştir.
16. Anılan karar gerek davalı idare gerekse başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yaptığı temyiz isteminde maddi tazminat talebinin reddiyle ilgili olarak herhangi bir şikâyette bulunmayan başvurucu, hükmedilen manevi tazminata faiz uygulanması gerektiğini iddia etmiştir.
17. Danıştay Onuncu Dairesi (Onuncu Daire) 11/12/2002 tarihinde, münferit olaydan kaynaklanması nedeniyle uğranılan zararın sosyal risk ilkesine göre tazmininin lazım gelmediğini ancak tazmini istenen zararın meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının araştırılması gerektiğini belirterek İdare Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiştir.
18. Bozma sonrası yaptığı yargılama sonunda 21/10/2002 tarihinde İdare Mahkemesi kamu hizmetinin olay öncesinde, olay sırasında ve olay sonrasında hiçbir şekilde kusurlu işlemediği, bu nedenle tazmini istenen zararın meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı, olayda maddi ve manevi tazminat sorumluluğu için gereken koşulların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. İdare Mahkemesi söz konusu kararda, yapılacak yürüyüşler sırasında çıkması muhtemel olaylara karşı hangi önlemlerin alınabileceği konusunda yapılan toplantılara ve bu toplantılarda ulaşılan sonuçlara istinaden sokağa çıkma yasağı dâhil alınan güvenlik tedbirlerine işaret etmiştir.
19. Başvurucunun anılan karara yönelik temyiz istemini inceleyen Onuncu Daire 14/4/2006 tarihinde, izinsiz gösteri yürüyüşü içinde yer almakla birlikte başvurucunun annesinin 15/3/1995 tarihinde meydana gelen olaylara katkısının olduğuna ve emniyet güçlerine aktif biçimde mukavemet ettiğine dair somut bilgi ve belgenin bulunmadığı, izinsiz gösteri yürüyüşüne katılmanın idarenin hukuki sorumluluğunu ortadan kaldıran bir sebep olarak nitelendirilemeyeceği, bu durumda ölüm olayında müteveffanın kusurunun bulunmadığını kabul edilerek annesinin ölümü nedeniyle başvurucunun uğradığı maddi ve manevi zararların sosyal risk ilkesi gereğince tazmin edilmesi gerektiği gerekçesiyle İdare Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiştir. Davalı idarenin bu karara yönelik karar düzeltme istemi de 21/3/2008 tarihinde reddedilmiştir.
20. İdare Mahkemesi 26/5/2009 tarihinde, Onuncu Dairenin bozma ilamına karşı davanın reddine dair önceki kararında ısrar etmiştir.
21. Başvurucunun ısrar kararına yönelik temyiz istemini inceleyen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 27/5/2013 tarihinde İdare Mahkemesince verilen 26/5/2009 tarihli kararın sonucunu farklı gerekçeyle onamıştır. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir:
“...
Uyuşmazlık konusu olayda, davacının annesinin dava konusu olaya katkısı ve olaylar sırasında aktif biçimde emniyet güçlerine mukavemet ettiği konusunda bilgi ve belge bulunmamaktadır.
Bu itibarla, davacının annesinin ölümü nedeniyle davacının uğradığı zararın ‘sosyal risk’ ilkesi uyarınca tazmini gerektiği sonucuna varılmıştır.
Ancak ... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesi'nin 26/07/2005 tarihli kararıyla davacıya uyuşmazlık konusu olay nedeniyle 30.000 Euro (otuzbin Euro) manevi tazminat ödenmesine karar verildiğinden bu davada ayrıca aynı olay nedeniyle manevi tazminat ödenmesine olanak bulunmamaktadır.
Davacının maddi tazminat istemine gelince: İstanbul 5. İdare Mahkemesi'nin 26/02/2009 günlü ara kararı ile davacı vekilinden, 3. kez, davacının miras bırakanı [İ.Y.nin] bir işte çalışıp çalışmadığının sorulduğu, çalışmış ise ücret veya maaş tutarını gösterir bilgi ve belgeler istenildiği; Davacı vekili tarafından ara kararına verilen cevapta, davacı Ali Gül Yüksel ve annesi [İ.Y.nin] 15/03/1995 tarihinde ve öncesinde bir işte çalışmadıklarının, bu nedenle herhangi bir gelirlerinin bulunmadığının belirtildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği üzere davacının maddi tazminat talebi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesi'nin 26/07/2005 tarihli kararıyla da maddi zarara uğranıldığını kanıtlayamadığından bahisle reddedilmiştir.
Dolayısıyla ortada tazmini gereken bir maddi zararın bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu itibarla davanın reddi yolundaki temyize konu İdare Mahkemesi kararında sonucu itibarıyla isabetsizlik görülmemiştir.
...”
22. Başvurucu; başka hususlar yanında AİHM tarafından hükmedilen manevi tazminatın niteliği ve gerekçesinin farklı olduğunu, bu sebeple söz konusu tazminatın manevi tazminat hesabında dikkate alınamayacağını, maddi zararın bulunmadığı sonucuna nasıl varıldığına ilişkin bir gerekçe sunulmadığını, ölmeden önce annesinin ev hanımı olarak sağladığı desteğin maddi zarar yönünden tartışılmadığını, davaya konu edilen olayda yaşamını yitiren bir başkasının yakını lehine aynı İdare Mahkemesince maddi ve manevi tazminata hükmedildiğini ve bu kararın AİHM tarafından hükmedilen tazminat dikkate alınmadan Onuncu Daire tarafından 2008 yılında onandığını ileri sürerek karar düzeltme talebinde bulunmuştur.
23. Karar düzeltme isteminde bulunmasından çok kısa bir süre sonra başvurucu, tam yargı davasıyla ilgili süreç hakkında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır. Yaptığı 2013/9507 sayılı bu başvuruda başvurucu özetle;
i. Annesinin çalışmadığı gerekçesiyle maddi tazminata hükmedilmediğine ancak gelirin tespit edilememesi durumunda dahi asgari ücretten maddi tazminata hükmedilmesi gerektiğine,
ii. AİHM'in verdiği manevi tazminat ile tam yargı davasında talep ettiği manevi tazminatın konusunun, gerekçesinin ve niteliğinin farklı olduğuna,
iii. Tam yargı davasında yeterli inceleme yapılmadığına ve AİHM kararının tartışılmadığına,
iv. Temyiz itirazlarının dışında bir gerekçeyle İdare Mahkemesi kararının onadığına,
v. İDDK’nın tazminat hakkını kabul etmesine karşın neden tazminat ödenmemesi gerektiğine dair yeterli gerekçe sunmadığına,
vi. Tam yargısının makul sürede yapılmadığına ve yargılamanın uzunluğu nedeniyle başvurulabilecek bir yol bulunmadığına ilişkin şikâyetlerini dile getirmiştir.
24. İDDK 19/11/2015 tarihinde başvurucunun karar düzeltme istemini reddetmiştir. Sözü edilen kararın ilgili kısmı şöyledir:
Destekten yoksun kalma tazminatının amacı, zarar verici olay meydana gelmeseydi zarar gören, malvarlığı açısından hangi durumda bulunacak idiyse, o durumun yeniden kurulmasıdır. Bu zarar, eğer destek ölmeseydi, destekten yoksun kalanın gelecekte faydalanacağı yardımı tespit etmek suretiyle belirlenir. Burada karşılanması gereken zarar, desteğin sağlayacağı yardımların toplamıdır. Bu itibarla, davacının annesinin ölümü nedeniyle muhtemel destek kaybının herhangi bir kanıta ihtiyaç duyulmaksızın davalı idarece karşılanması gerekmektedir. Burada davacıya verilecek destek, davacının destek alma yaşı ile sınırlı olacaktır. Ancak, davacı destek alma yaşından sonra da annesinin desteğine muhtaç olduğunu kanıtlar ise, destek alma yaşından sonrası içinde destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanacaktır.
Bu açıklamalar ışığında, olay meydana geldiğinde davacı 28 yaşında olup, anne ve babası tarafından destek alma yaşını aştığından ve destek alma yaşından sonrada annesinin desteğine muhtaç olduğunu kanıtlayıcı bir bilgi ve belge sunamadığından, davacı için destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesine olanak bulunmamaktadır.
25. İDDK kararı başvurucuya tebliğ edilmeden önce Anayasa Mahkemesi 20/1/2016 tarihinde, başvurucunun yaptığı bireysel başvuruyu karara bağlamıştır. Başvurucunun bütün iddialarının adil yargı hakkı kapsamında incelendiği söz konusu kararda varılan sonuçlar şöyledir:
- Makul sürede yargılanma hakkı ihlal edilmiş olup bu nedenle başvurucuya 28.000 TL manevi tazminat ödenmelidir.
- Başvurucu, karar düzeltme talebi hakkında karar verilmeden başvuru yapmıştır. Bu bakımdan yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin diğer iddialar başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez niteliktedir.
26. İDDK'nın 19/11/2015 tarihli kararı başvurucuya 20/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu bireysel başvuruyu 11/5/2016 tarihinde yapmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
27. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“1. İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
B. Uluslararası Hukuk
28. AİHM, Refik Güzüpek/Türkiye ((k.k.), B. No: 51181/10, 26/2/2019, §§ 35-48) ve Zekine Tercan ve diğerleri/Türkiye ((k.k.), B. No: 64964/09, 19/9/2017, §§ 13-16) kararlarında başvurucuların güvenlik güçlerince kullanılan ve yakınlarının ölümüne neden olan gücün gerekli ve orantılı olmadığı iddialarıyla açtıkları tam yargı davasına ilişkin yargısal süreci tamamlamalarının ardından yaşam hakkının ihlal edildiğini belirterek yaptıkları bazı başvurularda şikâyetlerine ilişkin olarak yeterli telafiyi sağlayabilecek iç hukuk yolunun ceza soruşturması yolu olduğunu ve tam yargı davasının başvuru süresine bir etkisinin bulunmadığını ifade etmiştir.
29. Öte yandan AİHM, Zekine Tercan ve diğerleri/Türkiye kararında yakınlarının polis memurları tarafından öldürüldüğünün tartışmaz oluğunu belirterek polis memurlarının haksız eylemlerinden kaynaklanan zararları devletin tazmin etmekle yükümlü olduğuna, idare mahkemelerinin objektif sorumluluk ilkesi uyarınca da gördükleri zarar karşılığında başvuruculara tazminat ödenmesine karar verebileceğine ve yargılama süresinin makul olamayacak ölçüde uzun olduğuna yönelik şikâyetlerini adil yargılanma hakkı kapsamında incelemiştir (anılan kararda bkz. §§ 17-21).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 18/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
31. Başvurucu, annesinin polisler tarafından öldürüldüğünün ve yaşam hakkının ihlal edildiğinin AİHM tarafından tespit edildiğini ifade edip İDDK'ya yaptığı karar düzeltme başvurusunda dile getirdiği hususlar ile 2013/9507 sayılı bireysel başvuruda öne sürdüğü şikâyetlerini -makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hariç- yinelemiştir.
32. Ayrıca başvurucu;
i. Olayda idarenin bir kusuru olmasa bile annesinin ölümünden doğan zararların sosyal risk ilkesi gereğince karşılanması gerektiğini,
ii. AİHM'in ihlal kararının gerekçelerinden birisinin de başvurucuların tazminat taleplerinin karşılanmaması olduğunu,
iii. İdare Mahkemesinin deliller ile varılan sonuç arasında dosya kapsamına uygun mantıksal ve hukuksal bir bağ kuramadığını, tazminat sorumluluğunun idare yönünden neden doğmadığına dair yeterli gerekçe sunmadığını,
iv. Ne kendilerinin ne de davalı idarenin AİHM kararına dayanmasına ve söz konusu karar hakkında derece mahkemelerinin görüşlerini almamalarına rağmen İDDK'nın AİHM tarafından hükmedilen tazminatın ödenip ödenmediğini araştırmadan resmî niteliği bulunmayan ve nereden temin edildiği belli olmayan AİHM kararı çevirisini esas alarak sonuca vardığını,
v. İDDK'nın, uğradığı zararın sosyal risk ilkesi uyarınca tazmini gerektiğini kabul etmesine rağmen İdare Mahkemesinin maddi ve manevi tazminat sorumluluğu için gereken koşulların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair kararını onadığını,
vi. İDDK'nın tazminat talebinin haklılığını kabul etmesi nedeniyle avukatlık ücreti de dâhil olmak üzere lehine yargılama giderlerine hükmedilmesi gerektiğini,
vii. Karar düzeltme taleplerinde öne sürdüğü iddialarının büyük kısmına cevap vermeyen İDDK'nın karar düzeltme talebini reddettiğini iddia etmiştir.
33. Başvurucu göre Anayasa'nın 2., 36., 125. ve 141. maddeleri ihlal edilmiştir.
B. Değerlendirme
1. İddiaların Hukuki Vasıflandırılması Yönünden
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu nedenle başvurucu esas olarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden yakınmış olsa da başvurucu tarafından açılan tam yargı davası polisin kullandığı güç sonucu annesinin öldüğü iddiasına dayandığından başvurunun yaşam hakkı kapsamında incelenmesinin olanaklı olup olmadığının tespit edilmesi gerekir.
35. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini dikkate alarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelemektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevini (öldürmeme yükümlülüğü) içerirken pozitif yükümlülük hem her türlü tehlikeye karşı bireylerin yaşam hakkını korumayı (yaşamı koruma yükümlülüğü) hem de doğal olmayan her ölüm olayının tüm yönleriyle ortaya konulmasına, sorumlu kişilerin belirlenmesine ve gerektiğinde bu kişilerin cezalandırılmasına imkân tanıyan bir soruşturma yapmayı (etkili soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. Yaşam hakkının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile yaşamı koruma yükümlülüğünü kapsamakta iken yaşam hakkının usul boyutu, pozitif yükümlülüğün bir başka unsuru olan etkili soruşturma yükümlülüğünden ibarettir (benzer değerlendirme için bkz. Aziz Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, § 58).
36. Pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutunun bir olayda gerektirdiği soruşturma türü, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine göre değişir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmakta olup bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).
37. Mevcut başvuruya konu tam yargı davasında yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiği öne sürüldüğünden olayda sorumluluğu bulunanların tespit edilmesi ve cezalandırılması konusunda makul bir başarı şansı sunabilecek olan başvuru yolu etkili bir ceza soruşturması yolu olup aynı iddialarla açılan tam yargı davasıyla ilgili yargısal sürecin başvuru süresine veya Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisine bir etkisi bulunmamaktadır (benzer değerlendirme ve inceleme yöntemi için bkz. Nevzat Koçak, B. No: 2015/11217, 9/10/2019, §§ 32-50).
38. Öte yandan başvurucu, öldürmeme yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiası ile annesinin ölümüyle ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmediği şikâyetini AİHM önünde dile getirmiştir. AİHM, yaptığı inceleme sonunda yaşam hakkının maddi ve usul boyutları yanında annesinin ölümü konusunda etkili bir hukuk yolundan ve dolayısıyla tazminat talebi gibi diğer hukuk yollarından başvurucunun yararlanmasının engellendiği gerekçesiyle etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini tespit ederek başvurucu lehine 30.000 avro manevi tazminata hükmetmiştir (bkz. §§ 11, 12). O hâlde -başvuruda yaşamı koruma yükümlülüğüyle ilgili bir meselenin de bulunmadığı gözetildiğinde- somut olay yönünden devletin yaşam hakkı kapsamındaki bütün yükümlülükleri AİHM tarafından tetkik edilmiştir.
39. Bu nedenlerle Anayasa Mahkemesi; AİHM'in Şimşek ve diğerleri/Türkiye kararının kapsam ve sonucunu, başvurucunun iddialarını dile getirme şeklini, başvurunun etkisiz yürütüldüğü saptanan ceza soruşturmasının AİHM kararından sonra yeniden ele alınmamasına veya yeniden ele alınsa dahi söz konusu ceza soruşturmasının etkisizliğine ilişkin olmadığını ve daha önemlisi Anayasa'nın 125. maddesine dayalı tazminat taleplerinin de medeni hak kapsamında olduğunu dikkate alarak başvurucunun bütün iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesinin gerekli ve yeterli olduğu sonucuna varmıştır.
40. Anayasa’nın iddiaların değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
2. İncelemenin Kapsamı Yönünden
41. Başvurucu, tazminat talebinin haklılığını kabul etmesi nedeniyle avukatlık ücreti de dâhil olmak üzere lehine yargılama giderlerine hükmedilmediği için adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini öne sürmüştür ancak adil yargılanma hakkı davayı kazananın avukata ödediği ücretin karşı taraftan alınarak kendisine ödenmesine hükmedilmesini garanti etmemektedir. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin bir yargısal sürecin veya kararın adil yargılanma hakkı kapsamında incelenebilmesi için bu yargılamanın bir uyuşmazlığın çözümüne ilişkin olması gerekir. Vekâlet ücreti ve diğer yargılama giderleri davaya konu uyuşmazlığın kendisi olmayıp asıl uyuşmazlığın bir parçası olarak görülemez. Dolayısıyla yargılama giderlerine ilişkin hüküm fıkrasının Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında incelenmesi -yargılama giderlerine hükmedilmemesinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer güvencelere tesir ettiği ortaya konulmadıkça- mümkün değildir (Aksaray Tır Nakliyat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2017/36736, 19/9/2018, §§ 84, 85).
42. Başvurucu, lehine vekâlet ücreti ve diğer yargılama giderlerine hükmedilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden hangisinin nasıl etkilendiğine dair bir açıklama yapmadığından anılan ihlal iddiası hakkında adil yargılanma hakkı kapsamında bir inceleme yapılması mümkün olmamıştır. Bununla birlikte başvurucunun İdare Mahkemesinin deliller ile varılan sonuç arasında dosya kapsamına uygun mantıksal ve hukuksal bir bağ kuramadığına ve tazminat sorumluluğunun idare yönünden neden doğmadığına dair yeterli gerekçe sunmadığına, İDDK'nın karar düzeltme taleplerinde öne sürdüğü iddialarının büyük bir kısmına cevap vermeden ve yeterli hukuki gerekçe sunmadan karar düzeltme talebini reddettiğine, başvuruya konu edilen olaylar sırasında yaşamını yitiren bir başkasının yakınları lehine aynı İdare Mahkemesince maddi ve manevi tazminata hükmedildiğini, bu kararın 2008 yılında Onuncu Daire tarafından onandığına dair iddialarının gerekçeli karar hakkı, diğer iddialarının ise hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
3. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Anayasa Mahkemesinin gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarını incelerken kullandığı genel ilkeler Abdullah Topçu (B. No: 2014/8868, 19/4/2017, §§ 75, 76), Sencer Başat ve diğerleri [GK] (B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34, 35, 39) ve Yasemin Ekşi (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, §§ 56, 57) kararlarında yer almaktadır. Anılan ilkelere göre;
i. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsar. Ayrıca mahkeme kararlarının gerekçeli olarak yazılması anayasal bir zorunluluktur. Bununla birlikte anılan zorunluluk, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı olarak yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz.
ii. Mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaları cevapsız bırakmış olması gerekçeli karar hakkının ihlaline neden olabilir.
iii. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması gerekçeli karar hakkı için yeterlidir. Önemli olan, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir.
44. İDDK İdare Mahkemesince verilen 26/5/2009 tarihli kararı değişik gerekçeyle 27/5/2013 tarihinde onamış, başvurucunun karar düzeltme istemini ise 19/11/2015 tarihli kararıyla reddetmiştir. Bu sebeple gerekçeli karar yönünden dikkate alınması gereken karar İDDK'nın sözü edilen kararlarıdır. İDDK sözü edilen kararlarda başvurucunun manevi zararlarının neden karşılanması gerektiğine, neden AİHM tarafından hükmedilen tazminat nedeniyle başvurucuya yeniden manevi tazminat ödenemeyeceğine ve başvurucunun neden maddi bir zarara uğramadığına etkili tüm iddialarına ilişkin ilgili ve yeterli gerekçe sunduğu görülmektedir (bkz. §§ 21, 24).
45. Öte yandan başvurucu, davaya konu edilen olaylar sırasında yaşamını yitiren bir başkasının yakını lehine aynı İdare Mahkemesince maddi ve manevi tazminata hükmedildiğini, bu kararın AİHM tarafından hükmedilen tazminat dikkate alınmadan Onuncu Daire tarafından onadığını ve böylece biribiriyle çelişen kararlar verildiğini ileri sürmüş ise defarklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmediği gibi derece mahkemeleri veya temyiz mercilerinin uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (Miraş Mümessillik İnş. Taah. Reklam. Paz. Bas. Yay. San. Tic. A.Ş., B. No: 2012/1056, 16/4/2013, § 36; Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 53).Kaldı ki gerekçeli karar hakkı yönünden dikkate alınan İDDK kararlarında başvurucunun uyuşmazlığın esasına etki eden bütün iddialarına ilişkin ilgili ve yeterli gerekçe bulunmaktadır (bkz. § 44).
46. Açıklanan gerekçelerle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı Yönünden
47. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren yorum, uygulama ve sonuçlar Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
48. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, mahkemelerce delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir hususun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki AİHM tarafından hükmedilen manevi tazminatın devletçe ödenmediğine ilişkin bir iddiası bulunmayan başvurucu, karar düzeltme talep ederken İDDK'nın onama kararına esas aldığı AİHM kararına ilişkin beyanlarını sunabilmiştir.
49. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 18/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.