TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİGÜL YÜKSEL BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2016/9213)
|
|
Karar Tarihi: 18/11/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Murat İlter DEVECİ
|
Başvurucu
|
:
|
Aligül YÜKSEL
|
Vekili
|
:
|
Av. Faruk Nafiz ERTEKİN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, kolluk görevlilerinin gereksiz güç kullanması
sonucu gerçekleştiği ileri sürülerek ölüm olayından kaynaklanan maddi ve manevi
zararların karşılanması istemiyle açılan tam yargı davasında ilgisiz ve
yetersiz gerekçeyle karar verilmesi, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması
nedenleriyle gerekçeli karar ve hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 11/5/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek
görülmediğini bildirmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru
formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen
belgelere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Şimşek ve
diğerleri/Türkiye (B. No: 35072/97, 37194/97, 26/7/2005) kararındaki
tespitlere ve başvuruya konu edilen İstanbul 5. İdare Mahkemesinin (İdare
Mahkemesi) E.2008/782 sayılı dava dosyasına göre ilgili olaylar özetle
şöyledir:
8. Başvurucunun annesi İ.Y. 12/3/1995-13/3/1995
tarihlerinde yaşanan ve kamuoyunda Gazi olayları olarak bilinen
hadiseler sonrasında 15/3/1995 günü o tarihte Ümraniye (İstanbul) sınırlarında
bulunan Mustafa Kemal Mahallesi'nde toplanıp Gazi olayları sırasında
ölenlerin cenazelerine doğru ilerleyen kalabalıkta yer almış ve bu sırada
ateşli bir silahla vurularak öldürülmüştür. Meydana gelen olayda İ.Y. dışında
dört kişi ölmüş, birçok şahıs da yaralanmıştır.
A. Ölüm Olayı
Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturmasına ve Sonrasında Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine Yapılan Başvuruya İlişkin Süreç
9. İ.Y.nin ölümü hakkında Üsküdar Cumhuriyet
Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) yürütülen soruşturma 15/4/1997
tarihli takipsizlik kararıyla (kovuşturmaya yer olmadığına dair karar) son
bulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu kararı verirken ölümün polis
memurlarınca yapılan atış sonucu meydana gelmemesi nedeniyle polis memurları
hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek yeterlikte ve nitelikte delil
bulunmamasına dayanmıştır. Bu karara yapılan itiraz reddedilmiştir.
10. Gazi olayları veya Ümraniye'de yaşanan olaylar
sırasında vefat eden bazı kişilerin yakınları ile başvurucu, yakınlarının
polisin gereğinden fazla güç kullanması sonucu öldüğü ve ölüm olaylarıyla
ilgili soruşturmaların hem yetersiz hem de etkisiz olduğu iddiasıyla 1997
yılında AİHM'e başvuru yapmıştır.
11. AİHM 26/7/2005 tarihinde;
- Başvurucuların yakınlarının ölümüne neden olan kuvvetin
kesinlikle gerekli olandan fazla olduğu ve başvurucuların yakınlarının ölümü
hakkında yürütülen soruşturmanın hızlı ve yeterli olmadığı gerekçesiyle yaşam
hakkının,
- Yakınlarının ölümü konusunda etkili bir hukuk yolundan
ve dolayısıyla tazminat talebi gibi diğer hukuk yollarından başvurucuların
yararlanmalarının engellendiği gerekçesiyle de yaşam hakkıyla bağlantılı olarak
etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
12. Verilen ihlal kararlarının ciddiyetini dikkate alarak
başvuruculara ayrı ayrı 30.000 avro manevi tazminat ödenmesine karar veren
AİHM, ölen kişilerin ailelerine yardımda bulunulup bulunulmadığına dair bir
bilginin olmaması nedeniyle başvurucuların maddi tazminat istemlerini
reddetmiştir.
B. Ölüm
Olayından Doğan Zararların Tazmini İstemiyle Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin
Süreç
13. Annesinin ölümü nedeniyle uğradığı maddi ve manevi
zararların tazmini istemiyle başvurucu tarafından İçişleri Bakanlığına başvuru
yapılmış ancak bu başvuruya cevap verilmemiştir.
14. Başvurucu, olayda hizmet kusuru bulunduğunu iddia
ederek 10/7/1996 tarihinde idare mahkemesi nezdinde annesinin öldürülmesi
nedeniyle ortaya çıkan maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle tam yargı
davası açmıştır. Bu davada başvurucu; olay esnasında polisin öldürmek ve
yaralamak kastıyla hareket ettiğini, kolluk amirlerinin ise olayı hukuka uygun
yöntemlerle önleyemedikleri gibi emrindeki polislerin hukuka uygun
davranmalarını da sağlayamadıklarını öne sürmüştür.
15. Yaptığı yargılama sonunda İdare Mahkemesi,
başvurucunun annesinin izinsiz bir gösteride yer almasının idareyi tazmin
yükümlülüğünden kurtarmadığı ve davalı idarenin ölüm olayından sosyal risk
ilkesi gereğince sorumlu olduğu sonucuna varmıştır. Bu nedenle 25/5/1999
tarihli kararla, maddi tazminatın hesaplanabilmesi için ihtiyaç duyulan
bilirkişi avansını yatırmaması ve müteveffanın ölmeden önceki işi ve gelirini
gösteren belgeleri sunmaması nedeniyle başvurucunun maddi tazminat isteminden vazgeçtiği
kabul edilerek maddi tazminat istemi reddedilmiş ancak başvurucuya bir miktar
manevi tazminat ödenmesine hükmedilmiştir.
16. Anılan karar gerek davalı idare gerekse başvurucu
tarafından temyiz edilmiştir. Yaptığı temyiz isteminde maddi tazminat talebinin
reddiyle ilgili olarak herhangi bir şikâyette bulunmayan başvurucu, hükmedilen
manevi tazminata faiz uygulanması gerektiğini iddia etmiştir.
17. Danıştay Onuncu Dairesi (Onuncu Daire) 11/12/2002
tarihinde, münferit olaydan kaynaklanması nedeniyle uğranılan zararın sosyal
risk ilkesine göre tazmininin lazım gelmediğini ancak tazmini istenen
zararın meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının
araştırılması gerektiğini belirterek İdare Mahkemesince verilen kararın bozulmasına
karar vermiştir.
18. Bozma sonrası yaptığı yargılama sonunda 21/10/2002
tarihinde İdare Mahkemesi kamu hizmetinin olay öncesinde, olay sırasında ve
olay sonrasında hiçbir şekilde kusurlu işlemediği, bu nedenle tazmini istenen
zararın meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı, olayda
maddi ve manevi tazminat sorumluluğu için gereken koşulların oluşmadığı
gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. İdare Mahkemesi söz konusu
kararda, yapılacak yürüyüşler sırasında çıkması muhtemel olaylara karşı hangi
önlemlerin alınabileceği konusunda yapılan toplantılara ve bu toplantılarda
ulaşılan sonuçlara istinaden sokağa çıkma yasağı dâhil alınan güvenlik
tedbirlerine işaret etmiştir.
19. Başvurucunun anılan karara yönelik temyiz istemini
inceleyen Onuncu Daire 14/4/2006 tarihinde, izinsiz gösteri yürüyüşü içinde yer
almakla birlikte başvurucunun annesinin 15/3/1995 tarihinde meydana gelen
olaylara katkısının olduğuna ve emniyet güçlerine aktif biçimde mukavemet
ettiğine dair somut bilgi ve belgenin bulunmadığı, izinsiz gösteri yürüyüşüne
katılmanın idarenin hukuki sorumluluğunu ortadan kaldıran bir sebep olarak
nitelendirilemeyeceği, bu durumda ölüm olayında müteveffanın kusurunun
bulunmadığını kabul edilerek annesinin ölümü nedeniyle başvurucunun uğradığı
maddi ve manevi zararların sosyal risk ilkesi gereğince tazmin edilmesi
gerektiği gerekçesiyle İdare Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar
vermiştir. Davalı idarenin bu karara yönelik karar düzeltme istemi de 21/3/2008
tarihinde reddedilmiştir.
20. İdare Mahkemesi 26/5/2009 tarihinde, Onuncu Dairenin
bozma ilamına karşı davanın reddine dair önceki kararında ısrar etmiştir.
21. Başvurucunun ısrar kararına yönelik temyiz istemini
inceleyen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 27/5/2013 tarihinde İdare
Mahkemesince verilen 26/5/2009 tarihli kararın sonucunu farklı gerekçeyle
onamıştır. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir:
“...
Uyuşmazlık konusu olayda, davacının
annesinin dava konusu olaya katkısı ve olaylar sırasında aktif biçimde emniyet
güçlerine mukavemet ettiği konusunda bilgi ve belge bulunmamaktadır.
Bu itibarla, davacının annesinin ölümü
nedeniyle davacının uğradığı zararın ‘sosyal risk’ ilkesi uyarınca tazmini
gerektiği sonucuna varılmıştır.
Ancak ... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
İkinci Dairesi'nin 26/07/2005 tarihli kararıyla davacıya uyuşmazlık konusu olay
nedeniyle 30.000 Euro (otuzbin Euro) manevi tazminat ödenmesine karar
verildiğinden bu davada ayrıca aynı olay nedeniyle manevi tazminat ödenmesine
olanak bulunmamaktadır.
Davacının maddi tazminat istemine
gelince: İstanbul 5. İdare Mahkemesi'nin 26/02/2009 günlü ara kararı ile davacı
vekilinden, 3. kez, davacının miras bırakanı [İ.Y.nin] bir işte çalışıp
çalışmadığının sorulduğu, çalışmış ise ücret veya maaş tutarını gösterir bilgi
ve belgeler istenildiği; Davacı vekili tarafından ara kararına verilen cevapta,
davacı Ali Gül Yüksel ve annesi [İ.Y.nin] 15/03/1995 tarihinde ve öncesinde bir
işte çalışmadıklarının, bu nedenle herhangi bir gelirlerinin bulunmadığının
belirtildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği üzere davacının
maddi tazminat talebi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesi'nin
26/07/2005 tarihli kararıyla da maddi zarara uğranıldığını kanıtlayamadığından
bahisle reddedilmiştir.
Dolayısıyla ortada tazmini gereken bir
maddi zararın bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu itibarla davanın reddi yolundaki
temyize konu İdare Mahkemesi kararında sonucu itibarıyla isabetsizlik
görülmemiştir.
...”
22. Başvurucu; başka hususlar yanında AİHM tarafından
hükmedilen manevi tazminatın niteliği ve gerekçesinin farklı olduğunu, bu
sebeple söz konusu tazminatın manevi tazminat hesabında dikkate
alınamayacağını, maddi zararın bulunmadığı sonucuna nasıl varıldığına ilişkin bir
gerekçe sunulmadığını, ölmeden önce annesinin ev hanımı olarak sağladığı
desteğin maddi zarar yönünden tartışılmadığını, davaya konu edilen olayda
yaşamını yitiren bir başkasının yakını lehine aynı İdare Mahkemesince maddi ve
manevi tazminata hükmedildiğini ve bu kararın AİHM tarafından hükmedilen
tazminat dikkate alınmadan Onuncu Daire tarafından 2008 yılında onandığını
ileri sürerek karar düzeltme talebinde bulunmuştur.
23. Karar düzeltme isteminde bulunmasından çok kısa bir
süre sonra başvurucu, tam yargı davasıyla ilgili süreç hakkında Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır. Yaptığı 2013/9507 sayılı bu başvuruda
başvurucu özetle;
i. Annesinin çalışmadığı gerekçesiyle maddi tazminata
hükmedilmediğine ancak gelirin tespit edilememesi durumunda dahi asgari
ücretten maddi tazminata hükmedilmesi gerektiğine,
ii. AİHM'in verdiği manevi tazminat ile tam yargı
davasında talep ettiği manevi tazminatın konusunun, gerekçesinin ve niteliğinin
farklı olduğuna,
iii. Tam yargı davasında yeterli inceleme yapılmadığına
ve AİHM kararının tartışılmadığına,
iv. Temyiz itirazlarının dışında bir gerekçeyle İdare
Mahkemesi kararının onadığına,
v. İDDK’nın tazminat hakkını kabul etmesine karşın neden
tazminat ödenmemesi gerektiğine dair yeterli gerekçe sunmadığına,
vi. Tam yargısının makul sürede yapılmadığına ve
yargılamanın uzunluğu nedeniyle başvurulabilecek bir yol bulunmadığına ilişkin
şikâyetlerini dile getirmiştir.
24. İDDK 19/11/2015 tarihinde başvurucunun karar düzeltme
istemini reddetmiştir. Sözü edilen kararın ilgili kısmı şöyledir:
“...
Destekten yoksun kalma tazminatının
amacı, zarar verici olay meydana gelmeseydi zarar gören, malvarlığı açısından
hangi durumda bulunacak idiyse, o durumun yeniden kurulmasıdır. Bu zarar, eğer
destek ölmeseydi, destekten yoksun kalanın gelecekte faydalanacağı yardımı
tespit etmek suretiyle belirlenir. Burada karşılanması gereken zarar, desteğin
sağlayacağı yardımların toplamıdır. Bu itibarla, davacının annesinin ölümü
nedeniyle muhtemel destek kaybının herhangi bir kanıta ihtiyaç duyulmaksızın
davalı idarece karşılanması gerekmektedir. Burada davacıya verilecek destek,
davacının destek alma yaşı ile sınırlı olacaktır. Ancak, davacı destek alma
yaşından sonra da annesinin desteğine muhtaç olduğunu kanıtlar ise, destek alma
yaşından sonrası içinde destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanacaktır.
Bu açıklamalar ışığında, olay meydana
geldiğinde davacı 28 yaşında olup, anne ve babası tarafından destek alma yaşını
aştığından ve destek alma yaşından sonrada annesinin desteğine muhtaç olduğunu
kanıtlayıcı bir bilgi ve belge sunamadığından, davacı için destekten yoksun
kalma tazminatına hükmedilmesine olanak bulunmamaktadır.
...”
25. İDDK kararı başvurucuya tebliğ edilmeden önce Anayasa
Mahkemesi 20/1/2016 tarihinde, başvurucunun yaptığı bireysel başvuruyu karara
bağlamıştır. Başvurucunun bütün iddialarının adil yargı hakkı kapsamında
incelendiği söz konusu kararda varılan sonuçlar şöyledir:
- Makul sürede yargılanma hakkı ihlal edilmiş olup bu
nedenle başvurucuya 28.000 TL manevi tazminat ödenmelidir.
- Başvurucu, karar düzeltme talebi hakkında karar
verilmeden başvuru yapmıştır. Bu bakımdan yargılamanın sonucu itibarıyla adil
olmadığına ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin diğer iddialar
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez niteliktedir.
26. İDDK'nın 19/11/2015 tarihli kararı başvurucuya
20/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu bireysel başvuruyu 11/5/2016
tarihinde yapmıştır.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
27. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı
13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“1.
İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu
eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten
itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili
idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu
isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini
izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği
takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava
açılabilir.
...”
B. Uluslararası
Hukuk
28. AİHM, Refik Güzüpek/Türkiye ((k.k.), B.
No: 51181/10, 26/2/2019, §§ 35-48) ve Zekine Tercan ve diğerleri/Türkiye ((k.k.),
B. No: 64964/09, 19/9/2017, §§ 13-16) kararlarında başvurucuların güvenlik
güçlerince kullanılan ve yakınlarının ölümüne neden olan gücün gerekli ve
orantılı olmadığı iddialarıyla açtıkları tam yargı davasına ilişkin yargısal
süreci tamamlamalarının ardından yaşam hakkının ihlal edildiğini belirterek
yaptıkları bazı başvurularda şikâyetlerine ilişkin olarak yeterli telafiyi
sağlayabilecek iç hukuk yolunun ceza soruşturması yolu olduğunu ve tam yargı
davasının başvuru süresine bir etkisinin bulunmadığını ifade etmiştir.
29. Öte yandan AİHM, Zekine Tercan ve
diğerleri/Türkiye kararında yakınlarının polis memurları tarafından
öldürüldüğünün tartışmaz oluğunu belirterek polis memurlarının haksız
eylemlerinden kaynaklanan zararları devletin tazmin etmekle yükümlü olduğuna,
idare mahkemelerinin objektif sorumluluk ilkesi uyarınca da gördükleri zarar
karşılığında başvuruculara tazminat ödenmesine karar verebileceğine ve
yargılama süresinin makul olamayacak ölçüde uzun olduğuna yönelik şikâyetlerini
adil yargılanma hakkı kapsamında incelemiştir (anılan kararda bkz. §§ 17-21).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
30. Mahkemenin 18/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
31. Başvurucu, annesinin polisler tarafından
öldürüldüğünün ve yaşam hakkının ihlal edildiğinin AİHM tarafından tespit
edildiğini ifade edip İDDK'ya yaptığı karar düzeltme başvurusunda dile
getirdiği hususlar ile 2013/9507 sayılı bireysel başvuruda öne sürdüğü
şikâyetlerini -makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hariç-
yinelemiştir.
32. Ayrıca başvurucu;
i. Olayda idarenin bir kusuru olmasa bile annesinin
ölümünden doğan zararların sosyal risk ilkesi gereğince karşılanması
gerektiğini,
ii. AİHM'in ihlal kararının gerekçelerinden birisinin de
başvurucuların tazminat taleplerinin karşılanmaması olduğunu,
iii. İdare Mahkemesinin deliller ile varılan sonuç
arasında dosya kapsamına uygun mantıksal ve hukuksal bir bağ kuramadığını,
tazminat sorumluluğunun idare yönünden neden doğmadığına dair yeterli gerekçe
sunmadığını,
iv. Ne kendilerinin ne de davalı idarenin AİHM kararına
dayanmasına ve söz konusu karar hakkında derece mahkemelerinin görüşlerini
almamalarına rağmen İDDK'nın AİHM tarafından hükmedilen tazminatın ödenip
ödenmediğini araştırmadan resmî niteliği bulunmayan ve nereden temin edildiği
belli olmayan AİHM kararı çevirisini esas alarak sonuca vardığını,
v. İDDK'nın, uğradığı zararın sosyal risk ilkesi uyarınca
tazmini gerektiğini kabul etmesine rağmen İdare Mahkemesinin maddi ve manevi
tazminat sorumluluğu için gereken koşulların oluşmadığı gerekçesiyle davanın
reddine dair kararını onadığını,
vi. İDDK'nın tazminat talebinin haklılığını kabul etmesi
nedeniyle avukatlık ücreti de dâhil olmak üzere lehine yargılama giderlerine
hükmedilmesi gerektiğini,
vii. Karar düzeltme taleplerinde öne sürdüğü iddialarının
büyük kısmına cevap vermeyen İDDK'nın karar düzeltme talebini reddettiğini
iddia etmiştir.
33. Başvurucu göre Anayasa'nın 2., 36., 125. ve 141.
maddeleri ihlal edilmiştir.
B. Değerlendirme
1. İddiaların
Hukuki Vasıflandırılması Yönünden
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Bu nedenle başvurucu esas olarak adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğinden yakınmış olsa da başvurucu tarafından açılan tam yargı davası
polisin kullandığı güç sonucu annesinin öldüğü iddiasına dayandığından
başvurunun yaşam hakkı kapsamında incelenmesinin olanaklı olup olmadığının
tespit edilmesi gerekir.
35. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkının ihlal edildiğine
ilişkin şikâyetleri devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini dikkate alarak
maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelemektedir. Devletin negatif
yükümlülüğü, kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka
aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevini (öldürmeme
yükümlülüğü) içerirken pozitif yükümlülük hem her türlü tehlikeye karşı
bireylerin yaşam hakkını korumayı (yaşamı koruma yükümlülüğü) hem de doğal
olmayan her ölüm olayının tüm yönleriyle ortaya konulmasına, sorumlu kişilerin
belirlenmesine ve gerektiğinde bu kişilerin cezalandırılmasına imkân tanıyan
bir soruşturma yapmayı (etkili soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. Yaşam
hakkının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile yaşamı koruma yükümlülüğünü
kapsamakta iken yaşam hakkının usul boyutu, pozitif yükümlülüğün bir başka
unsuru olan etkili soruşturma yükümlülüğünden ibarettir (benzer değerlendirme
için bkz. Aziz Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, § 58).
36. Pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutunun bir
olayda gerektirdiği soruşturma türü, yaşam hakkının esasına ilişkin
yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine göre değişir.
Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarında
Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin, sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme
yükümlülüğü bulunmakta olup bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki
soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı
ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).
37. Mevcut başvuruya konu tam yargı davasında yaşam
hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiği öne
sürüldüğünden olayda sorumluluğu bulunanların tespit edilmesi ve
cezalandırılması konusunda makul bir başarı şansı sunabilecek olan başvuru yolu
etkili bir ceza soruşturması yolu olup aynı iddialarla açılan tam yargı
davasıyla ilgili yargısal sürecin başvuru süresine veya Anayasa Mahkemesinin
zaman bakımından yetkisine bir etkisi bulunmamaktadır (benzer değerlendirme ve
inceleme yöntemi için bkz. Nevzat Koçak, B. No: 2015/11217, 9/10/2019,
§§ 32-50).
38. Öte yandan başvurucu, öldürmeme yükümlülüğünün ihlal
edildiği iddiası ile annesinin ölümüyle ilgili olarak etkili bir ceza
soruşturması yürütülmediği şikâyetini AİHM önünde dile getirmiştir. AİHM,
yaptığı inceleme sonunda yaşam hakkının maddi ve usul boyutları yanında
annesinin ölümü konusunda etkili bir hukuk yolundan ve dolayısıyla tazminat
talebi gibi diğer hukuk yollarından başvurucunun yararlanmasının engellendiği
gerekçesiyle etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini tespit ederek
başvurucu lehine 30.000 avro manevi tazminata hükmetmiştir (bkz. §§ 11, 12). O
hâlde -başvuruda yaşamı koruma yükümlülüğüyle ilgili bir meselenin de
bulunmadığı gözetildiğinde- somut olay yönünden devletin yaşam hakkı kapsamındaki
bütün yükümlülükleri AİHM tarafından tetkik edilmiştir.
39. Bu nedenlerle Anayasa Mahkemesi; AİHM'in Şimşek ve
diğerleri/Türkiye kararının kapsam ve sonucunu, başvurucunun iddialarını
dile getirme şeklini, başvurunun etkisiz yürütüldüğü saptanan ceza soruşturmasının
AİHM kararından sonra yeniden ele alınmamasına veya yeniden ele alınsa dahi söz
konusu ceza soruşturmasının etkisizliğine ilişkin olmadığını ve daha önemlisi
Anayasa'nın 125. maddesine dayalı tazminat taleplerinin de medeni hak
kapsamında olduğunu dikkate alarak başvurucunun bütün iddialarının adil
yargılanma hakkı kapsamında incelenmesinin gerekli ve yeterli olduğu sonucuna
varmıştır.
40. Anayasa’nın iddiaların değerlendirilmesinde dayanak
alınacak “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
2. İncelemenin
Kapsamı Yönünden
41. Başvurucu, tazminat talebinin haklılığını kabul
etmesi nedeniyle avukatlık ücreti de dâhil olmak üzere lehine yargılama
giderlerine hükmedilmediği için adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini öne
sürmüştür ancak adil yargılanma hakkı davayı kazananın avukata ödediği ücretin
karşı taraftan alınarak kendisine ödenmesine hükmedilmesini garanti
etmemektedir. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin bir yargısal sürecin veya
kararın adil yargılanma hakkı kapsamında incelenebilmesi için bu yargılamanın
bir uyuşmazlığın çözümüne ilişkin olması gerekir. Vekâlet ücreti ve diğer
yargılama giderleri davaya konu uyuşmazlığın kendisi olmayıp asıl uyuşmazlığın
bir parçası olarak görülemez. Dolayısıyla yargılama giderlerine ilişkin hüküm
fıkrasının Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında incelenmesi -yargılama
giderlerine hükmedilmemesinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer
güvencelere tesir ettiği ortaya konulmadıkça- mümkün değildir (Aksaray Tır
Nakliyat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2017/36736, 19/9/2018, §§ 84,
85).
42. Başvurucu, lehine vekâlet ücreti ve diğer yargılama
giderlerine hükmedilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki
güvencelerden hangisinin nasıl etkilendiğine dair bir açıklama yapmadığından
anılan ihlal iddiası hakkında adil yargılanma hakkı kapsamında bir inceleme
yapılması mümkün olmamıştır. Bununla birlikte başvurucunun İdare Mahkemesinin
deliller ile varılan sonuç arasında dosya kapsamına uygun mantıksal ve hukuksal
bir bağ kuramadığına ve tazminat sorumluluğunun idare yönünden neden doğmadığına
dair yeterli gerekçe sunmadığına, İDDK'nın karar düzeltme taleplerinde öne
sürdüğü iddialarının büyük bir kısmına cevap vermeden ve yeterli hukuki gerekçe
sunmadan karar düzeltme talebini reddettiğine, başvuruya konu edilen olaylar
sırasında yaşamını yitiren bir başkasının yakınları lehine aynı İdare
Mahkemesince maddi ve manevi tazminata hükmedildiğini, bu kararın 2008 yılında
Onuncu Daire tarafından onandığına dair iddialarının gerekçeli karar hakkı,
diğer iddialarının ise hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
3. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Gerekçeli
Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Anayasa Mahkemesinin gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği iddialarını incelerken kullandığı genel ilkeler Abdullah Topçu
(B. No: 2014/8868, 19/4/2017, §§ 75, 76), Sencer Başat ve diğerleri [GK]
(B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34, 35, 39) ve Yasemin Ekşi (B. No:
2013/5486, 4/12/2013, §§ 56, 57) kararlarında yer almaktadır. Anılan ilkelere
göre;
i. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkı gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsar. Ayrıca mahkeme kararlarının
gerekçeli olarak yazılması anayasal bir zorunluluktur. Bununla birlikte anılan
zorunluluk, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar
gerekçesinde ayrıntılı olarak yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz.
ii. Mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul
ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaları cevapsız bırakmış
olması gerekçeli karar hakkının ihlaline neden olabilir.
iii. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin
kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir
atıfla kararına yansıtması gerekçeli karar hakkı için yeterlidir. Önemli olan,
temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları
incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da
bozduğunu göstermesidir.
44. İDDK İdare Mahkemesince verilen 26/5/2009 tarihli
kararı değişik gerekçeyle 27/5/2013 tarihinde onamış, başvurucunun karar
düzeltme istemini ise 19/11/2015 tarihli kararıyla reddetmiştir. Bu sebeple
gerekçeli karar yönünden dikkate alınması gereken karar İDDK'nın sözü edilen
kararlarıdır. İDDK sözü edilen kararlarda başvurucunun manevi zararlarının
neden karşılanması gerektiğine, neden AİHM tarafından hükmedilen tazminat
nedeniyle başvurucuya yeniden manevi tazminat ödenemeyeceğine ve başvurucunun
neden maddi bir zarara uğramadığına etkili tüm iddialarına ilişkin ilgili ve
yeterli gerekçe sunduğu görülmektedir (bkz. §§ 21, 24).
45. Öte yandan başvurucu, davaya konu edilen olaylar
sırasında yaşamını yitiren bir başkasının yakını lehine aynı İdare Mahkemesince
maddi ve manevi tazminata hükmedildiğini, bu kararın AİHM tarafından hükmedilen
tazminat dikkate alınmadan Onuncu Daire tarafından onadığını ve böylece
biribiriyle çelişen kararlar verildiğini ileri sürmüş ise defarklı kararların
aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
anlamına gelmediği gibi derece mahkemeleri veya temyiz mercilerinin uyuşmazlıklara
ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları
da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (Miraş
Mümessillik İnş. Taah. Reklam. Paz. Bas. Yay. San. Tic. A.Ş., B. No:
2012/1056, 16/4/2013, § 36; Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015,
§ 53).Kaldı ki gerekçeli karar hakkı yönünden dikkate alınan İDDK kararlarında
başvurucunun uyuşmazlığın esasına etki eden bütün iddialarına ilişkin ilgili ve
yeterli gerekçe bulunmaktadır (bkz. § 44).
46. Açıklanan gerekçelerle gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Hakkaniyete
Uygun Yargılanma Hakkı Yönünden
47. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren yorum, uygulama ve
sonuçlar Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
48. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, mahkemelerce
delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup
mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir
hususun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu
şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki AİHM tarafından
hükmedilen manevi tazminatın devletçe ödenmediğine ilişkin bir iddiası
bulunmayan başvurucu, karar düzeltme talep ederken İDDK'nın onama kararına esas
aldığı AİHM kararına ilişkin beyanlarını sunabilmiştir.
49. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde
BIRAKILMASINA 18/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.