logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Gülhan Dursun [2.B.], B. No: 2016/9312, 27/11/2019, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜLHAN DURSUN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/9312)

 

Karar Tarihi: 27/11/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Mehmet Sadık YAMLI

 

 

Gülhan KADIOĞLU

Başvurucu

:

Gülhan DURSUN

Vekili

:

Av. Halil KIZILYAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; destekten yoksun kalma tazminatının ıslah ile artırılan kısmının zamanaşımı gerekçesi ilereddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 11/5/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun eşi B.D., Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (TEDAŞ) bünyesinde işçi olarak çalışmakta iken 30/3/2003 tarihinde elektrik arızası giderme çalışması sırasında elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetmiştir.

A. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç

9. Meydana gelen iş kazası ile ilgili olarak bazı sanıklar hakkında taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan açılan ve başvurucunun da katılan sıfatı ile yer aldığı kamu davasında, sanıkların kusur durumunun belirlenmesi için bilirkişi raporu aldırılmıştır. İşgüvenliği uzmanı bilirkişilerce tanzim edilen 7/7/2005 tarihli bilirkişi raporunda, müteveffanın ve TEDAŞ bünyesinde işletme şefi ve ekip şefi olarak görev yapan bazı sanıkların her birinin meydana gelen kazada 2/8 oranında kusurlu oldukları tespit edilmiştir. Ceza Mahkemesi 26/2/2007 tarihinde, bilirkişi raporunda kusur atfedilen sanıkların mahkûmiyetlerine karar vermiştir.

10. Bu mahkûmiyet kararı, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin düzenleme yönünden değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle 16/2/2009 tarihinde Yargıtayca bozulmuştur. Bozma ilamına uyan Silifke 1. Asliye Ceza Mahkemesi 29/6/2009 tarihinde, sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Sanıklardan yalnızca biri tarafından yapılan itiraz başvurusu ise 16/11/2011 tarihinde ret kararı ile sonuçlanmıştır.

B. Tazminat Davasına İlişkin Süreç:

11. Başvurucu 26/3/2004 tarihinde TEDAŞ aleyhine açtığı davada fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 400 TL destekten yoksun kalma tazminatı, 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

12. Silifke 2. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesince (Mahkeme) görülen davada, iş kazası ile ilgili olarak açılan ceza davası bekletici mesele yapılmıştır. 17/1/2012 tarihli duruşmaya kadar ceza mahkemesinin kararının kesinleşmesi ve hukuk dava dosyasına eklenmesi beklenmiştir. Aynı duruşmada destekten yoksun kalma tazminatı ile ilgili Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi niyabetiyle bilirkişiden rapor alınmasına karar verilmiştir.

13. Mahkemeye sunulan 28/5/2012 tarihli bilirkişi raporunda, hesaplamaya esas olacak iş kazası nedeniyle Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından mirasçılara ödeme yapılıp yapılmadığına ilişkin bilgi ve belgelerin, toplu iş sözleşmesi, ücret bordrosu ile kusur raporlarının Mahkemece dosyaya eklenmesi ve ek bilirkişi ücreti takdir edilmesi istenmiştir.

14. 3/7/2012 ve 13/11/2012 tarihli duruşmalarda bilirkişi raporunda belirtilen eksikliklerin giderilmesi yönünde kararlar alınmıştır. 21/2/12013 tarihli duruşmada eksikliklerin tamamlanmasının ardından aynı bilirkişiden ek rapor alınmasına karar verilmiştir.

15. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi ilgili yönetmeliğe göre mahkemenin yargı çevresinde hazırlanan listedeki bilirkişilerin seçilmesi gerektiği gerekçesiyle 4/3/2013 tarihinde dosyanın işlem yapılmaksızın mahal mahkemesine iadesine karar verilmiştir.

16. Mahkeme 16/5/2013 tarihli duruşmada, Mersin Nöbetçi İş Mahkemesi niyabetiyle hesap bilirkişisinden rapor alınmasına karar vermiştir. 31/7/2013 tarihli hesap bilirkişisi raporunda; ceza mahkemesinde kusura ilişkin TEDAŞ tüzel kişiliği yönünden rapor alınmadığından bu konuda teknik rapor alınması, SGK ile TEDAŞ tarafından eksik bilgi ve belgelerin tamamlanması istenmiştir. 24/10/2013 tarihli duruşmada ve müteakip duruşmalarda söz konusu eksikliklerin ikmal edilmesi yönünde kararlar alınmıştır.

17. TEDAŞ'ın kusur oranına ilişin rapor 8/5/2014 tarihinde Mahkemeye sunulmuştur. Söz konusu rapora göre TEDAŞ %85, başvurucuların murisi ise %15 oranında kusurludur. Kusura ilişkin rapor ve diğer eksiklikler ikmal edildikten sonra hesap bilirkişisinden ek rapor istenmiştir.

18. Hesap bilirkişisi 1/10/2014 tarihli raporda, başvurucunun talep edebileceği destekten yoksun kalma tazminatı miktarını 68.495,61 TL olarak hesaplamıştır.

19. Başvurucu 30/12/2014 tarihli ıslah dilekçesiyle maddi tazminata ilişkin dava değerini bilirkişi raporu doğrultusunda artırmıştır. Davalı TEDAŞ, ıslah ile artırılan alacak talebi yönünden zamanaşımı def'ini ileri sürmüştür.

20. Mahkeme 12/2/2015 tarihinde davanın kısmen kabulüyle dava dilekçesinde talep edilen 400 TL maddi tazminat ile 8.500 TL manevi tazminatın haksız fiil tarihi olan 30/3/2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, başvurucunun ıslah dilekçesine konu ettiği 68.095,61 TL maddi tazminat istemini zamanaşımı nedeniyle reddetmiştir. Mahkeme, karar gerekçesinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu içtihadına atıfta bulunarak ıslah dilekçesinin zamanaşımı süresi içinde verilmesi gerektiğini vurgulamış; somut olayda ise ıslah dilekçesinin verildiği 30/12/2014 tarihinde, olay tarihi olan 30/3/2003 tarihinden itibaren işlemeye başlayan gerek sözleşme sorumluluğuna ilişkin on yıllık zamanaşımı süresinin gerekse ceza zamanaşımı süresinin dolduğunu ifade etmiştir.

21. Başvurucu ve davalı Şirket tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 28/3/2016 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiş; nihai karar başvurucuya 12/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

22. Başvurucu 11/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

23. Dava tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun ''Islah '' kenar başlıklı 83. maddesi şöyledir:

''İki taraftan her biri usule mütaallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir. Aynı davada hertaraf ancak bir kere ıslah hakkını kullanabilir.''

24. 1086 sayılı mülga Kanun'un 84. maddesi şöyledir:

''lslah, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinciye kadar ve tabi olmıyanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir.''

25. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Belirsiz alacak ve tespit davası" kenar başlıklı 107. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

 (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir."

26. 6100 sayılı Kanun'un ıslahın "Kapsamı ve sayısı" kenar başlıklı 176. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir."

27. 6100 sayılı Kanun'un "Islahın zamanı ve şekli'' kenar başlıklı 177. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

'' Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.''

28. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan ''On senelik müruru zaman'' kenar başlıklı 125. maddesi şöyledir:

''Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.''

29. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun ''On yıllık zamanaşımı'' kenar başlıklı 146. maddesi şöyledir:

"Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.''

2. Yargıtay Kararları

30. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 14/4/2016 tarihli ve E.2016/3103, K.2016/5105 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"Destekten yoksun kalma tazminatı, haksız fiil sonucu bir kişinin ölümü sonucunda ölenin yardımından mahrum kalanlara ödenecek bir tazminat türüdür. Bu tazminatın kaynağı olan BK'nın 45/2. maddesinin (6098 sayılı TBK m. 53) öngörmüş olduğu hal, ölüm sonucu vukua gelen bir kısım zararların tazminini hükme bağlamaktadır. Bu hükme göre, ölenin yardımından faydalananlar, bu yüzden yoksun kaldıkları faydayı, tazminat olarak, sorumludan isteyebilirler. Kanun metninden de anlaşılacağı gibi destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır. Buradaki amaç, destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır. Olaydan sonraki dönemde de destek olmasa bile, onun zamanındaki gibi aynı şekilde yaşayabilmesi için muhtaç olduğu paranın ödettirilmesidir. Yani haksız bir eylem sonucu desteğini yitiren kimse BK'nın 45/2 maddesine dayanarak uğradığı zararın ödetilmesini isteyebilir."

31. Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 2/6/2015 tarihli ve E.2014/26428, K.2015/12635 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"...

kazası sonucu sürekli iş göremezlik veya ölüm nedeniyle uğranılan zararların giderilmesi amacıyla açılan maddi ve manevi tazminat davalarında zamanaşımı süresi 818 sayılıBorçlar Kanunu'nun 125. ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddeleri gereğince10 yıldır. Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir.

Somut olayda, zararlandırıcı olayın iş kazası olduğu sabit olup,davalılar asıl işveren Gediz Elektrik A.Ş. ile alt işveren V.Y. yönünden zamanaşımısüresinin818 sayılıBorçlar Kanunu'nun 125. gereğince kaza tarihinden itibaren10 yıl olduğu ve dava tarihi olan 18.09.2009 tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dolmadığı, ayrıca haksız eylem sorumlusu davalılar Y.Y. ve İ.A.'nın da davaya karşı zamanaşımı def'ilerinin bulunmadığı anlaşıldığından, Mahkemece işin esasınagirilerek bir karar verilmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ile davanın zamanaşımından reddine karar verilmesi doğru olmamıştır

..."

32. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22/10/2014 tarihli ve E.2014/4-840, K.2014/837 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"...

Davanın kısmen ıslahı durumunda ise davacı; kısmi davada saklı tuttuğu fazlaya ilişkin haklarını, ek bir dava açarak isteyebileceği gibi, müddeabihin arttırılmasını önleyen yasal düzenlemenin yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesinin kararı ile ortadan kalkmasından yararlanarak müddeabihi aynı davada kısmi ıslah dilekçesi verip harcını yatırmak suretiyle arttırabilecektir.

Bu aşamada açıklanması gereken diğer bir husus zamanaşımının kesilmesi konusudur.

Bir davanın açılması halinde zamanaşımı kesilir (Mülga 818 sayılı BK.m.133/2). Ancak, kesilen zamanaşımı, kesilme tarihinden başlayarak yeniden işler (Mülga 818 sayılı BK.m.135/1). Dava ile kesilmiş zamanaşımı, davanın devamı süresinde taraflardan birinin yargılamaya ilişkin her bir işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden cereyana başlar.

...

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler, kısmi ıslahın bir ek dava niteliğinde olmadığını,kısmi ıslah halinde zamanaşımının ilk davanın açıldığı tarihe göre belirlenmesinin gerektiğini, ıslah edilen talebin dava dilekçesinin devamı niteliğinde olduğunu, kamilen ıslahta dava değiştirildiği ve zamanaşımının dava tarihine göre belirlendiği gibi aynı şekilde kısmi ıslahta da dava dilekçesinin talep bölümünün değiştirildiği kabul edilerek önceki davanın devamı olarak nitelendirilmesinin gerektiğini, uzun süren yargılamanın sonraki aşamalarında ortaya çıkan alacağa ulaşma imkanının ortadan kaldırılmamasının gerektiğini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle ihlal kararları vermekte olduğunu, somut olayda da ceza davası sonucunun mahkemece gereksiz şekilde beklenmesi nedeniyle 5 yıllık uzamış zamanaşımı süresinden sonra alınan bilirkişi raporu ile belirlenen tazminat miktarının talep edilebilmesi için davacı tarafından verilen ıslah dilekçesinin süresinde kabul edilmesinin gerekli olduğu gerekçesiyle yerel mahkeme kararının Özel Daire ilamında olduğu gibibozulması gerektiğini ileri sürmüşler ise de, bu görüş kurul çoğunluğu tarafından yukarıda belirtilen nedenlerle kabul edilmemiştir

..."

33. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12/3/2019 tarihli ve E.2015/2925, K.2019/277 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"...Dava iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili, 24.09.2004 tarihli dava dilekçesiyle, davalı şirketin çalışanı olan müvekkilinin şoför olarak görev yaptığı 13.08.2002 tarihinde gerçekleşen trafik kazasında ağır şekilde yaralandığını, uzun bir süre tedavi gördüğünü, ancak beline takılan protezler sayesinde yürüyebildiğini, hâlen daha çalışamayacak durumda olduğunu, genç yaşta çalışma gücünü kaybeden müvekkilinin manevi bakımdan da çöküntüye uğradığını, 22.07.2004 tarihli ihtarname ile davalı şirketten mağduriyetinin giderilmesinin talep edilmesine rağmen olumlu sonuç alınamadığını ileri sürerek 40.000.000(E)TL manevi tazminat ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla ihtaren talep ettiği 60.000.000(E)TL maddi tazminatın şimdilik 1.000.000(E)TL’si toplamı 41.000.000(E)TL tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, 17.07.2013 havale tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat istemi yönünden talep sonucunu 75.000TL’ye yükseltmiştir.

Davalı vekili davanın reddi gerektiğini savunmuş, ıslaha karşı beyan dilekçesinde zamanaşımı def’ini dile getirmiştir.

...

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda [13/8/2002 tarihli] iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunan davacının 17.07.2013 tarihli ıslah dilekçesiyle talep ettiği maddi tazminat yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle hizmet sözleşmesi ve işverenin iş kazasından kaynaklanan sorumluluğunun niteliği üzerinde durmakta yarar vardır.

...

Sonuç itibariyle denilebilir ki iş kazası işverenin hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcuna aykırı davranması söz konusu olduğundan iş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında sözleşmeye aykırılığa dayalı sorumluluk hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.

İşverenin iş kazasında kaynaklanan sorumluluğunun sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi olduğunu belirttikten sonra zamanaşımı kavramı ve başlangıcı üzerinde durulmalıdır.

...

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Sonucu alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç hâline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın, aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır. Diğer bir ifadeyle özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.

İş kazası sonucu işverenin sorumluluğu sözleşmeye aykırılığa dayandığından 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146-161 (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125-140.)maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. İlgili maddeler arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır.

...

Kanun koyucu hem mülga Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi hem de Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesi ile alacak haklarının tabi olacağı genel zamanaşımı süresini düzenlemiş olup, ancak aksine bir yasal düzenleme olmayan hâllerde on yıllık sürenin uygulanması gerektiği açıktır. İş kazası hâlinde de zamanaşımının süresine yönelik ayrı bir düzenleme bulunmadığından on yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır.

...

İş kazası hâlinde alacağın doğduğu zaman ise alacağın yani hakkın doğduğu andır. İş kazasına dayalı tazminat davalarında zamanaşımına tabi olan hak işçinin kaza nedeniyle uğradığı zararları karşılamak için tazminat davası açabilme hakkıdır. Bu hak ise iş kazasıyla birlikte doğmaktadır (Akın, L.: İş Kazasından Doğan Maddi Tazminat, Ankara 2001, s. 283). Bu durumda iş kazası hâlinde TBK’nın 149. (BK 125.) maddesinde belirtilen 'on yıllık' zamanaşımı süresinin başlangıç tarihi kural olarak iş kazasının meydana geldiği tarihtir (Akın, s. 283; Kaplan, s. 154; Kılıçoğlu, M.: Tazminat Hukuku, İstanbul 2005, s. 464; Güneren, A.: İş Kazası ve Meslek Hastalığından Kaynaklanan Maddi ve Manevi Tazminat Davaları, 3. Baskı, Ankara 2018, s. 1268; Çelik, A. Çelik: Tazminat ve Alacaklarda Sorumluluk ve Zamanaşımı, 3. Baskı, Ankara 2018, s. 584; Hukuk Genel Kurulunun 15.05.2015 tarihli ve 2013/21-2216 E.,2015/1349 K. sayılı kararı ).

Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, kısaca zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise, artık, 'gelişen durum' ve dolayısıyla, gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hâllerde, zararın kapsamını belirleyecek husus gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olamayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır.

Önemle belirtilmelidir ki, burada sözü edilen 'gelişen durum' kavramı uygulamada çoğu kez yanlış anlaşıldığı şekilde, doğan zararın kapsamının zarar görence tam olarak öğrenilmesinin herhangi bir nedenle geciktiği (örneğin, buna ilişkin bilirkişi raporunun geç alındığı) durumlara ilişkin olan, böylesi bir durumu ifade eden bir kavram değildir. Başka bir anlatımla, gelişen durum kavramı salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder (Hukuk Genel Kurulunun 06.11.2002 tarihli ve 2002/4-882 E., 2002/874 K.; 10.06.2015 tarihli ve 2014/21-282 E.,2015/1548 K.; 01.03.2017 tarihli ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K. sayılı kararları).

Nitekim tüm bu hususlar Hukuk Genel Kurulunun 05.02.2019 tarihli, 2018/21-523 E., 2019/70 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

...

... ıslah tarihi itibariyle 818 sayılı BK’nın 125. maddesinde öngörülen on yıllık zamanaşımının gerçekleştiğinin kabulü gerekir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde, uyuşmazlıkta haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerin uygulanması gerektiği, bu hâlde BK’nın 60. maddesi hükmüne göre zamanaşımının başladığının kabulünün de ancakfail ve fiilin,zararın mahiyeti ve esaslı unsurlarının, hakkında bir talepte bulunmaya yeter şekilde öğrenilmesine bağlı olduğu, davacının, davalının eylemi nedeniyle doğan zararın mahiyet ve miktarını ancak mahkemece bilirkişi eliyle yapılan hesaplama sonunda öğrenebileceği gözetildiğinde, dosya kapsamı itibariyle hesap bilirkişinin raporundan sonra bir yıllık zamanaşımı süresi içerisinde ıslahla maddi tazminat istemlerinin dile getirilmiş olması nedeniyle yerel mahkemece davalının zamanaşımı def’ini yerinde görmeyen yerel mahkeme kararının yerinde olduğu yönünde dile getirilen görüş ile dava açılırken fazlaya ilişkin saklı tutulan hakların ıslahla istenmesinin ayrı bir dava olmadığı, bu nedenle bu kısım yönünden de zamanaşımının işlemeyeceği yönünde dile getirilen görüşler açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...”

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

35. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasında açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz edilmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkının da garanti altına alındığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp 6. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).

36. AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddenin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).

37. AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20).

38. AİHM, bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda öngörülen usule ilişkin gerekliliklerini abes hâle getirecek seviyede aşırı esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirliliğini ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde ve davaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Mahkemenin 27/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

40. Başvurucu; ıslah ile artırılan kısım yönünden davanın zamanaşımı nedeniyle reddinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, usul kurallarının kapsamının yorum yolu ile genişletilerek hak arama özgürlüğünün sınırlandırılmasının kanunun amacına da uygun düşmediğini belirtmiştir. Başvurucu; zamanaşımı süresinin zararın öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması gerektiğini, maddi zararının 1/10/2014 tarihli bilirkişi raporunda tespit edilmesinin ardından süresinde ıslah dilekçesi verdiğini ifade etmiştir. Başvurucu; ceza dosyasının sonucunun beklenmesinden vazgeçilmesi ve dosyanın ceza davasında aldırılan bilirkişi raporuyla birlikte bilirkişiye gönderilmesini talep etmesine rağmen Mahkemenin uzun yıllar ceza davasının sonucunu beklediğini, zamanaşımı süresinin geçirilmesinde herhangi bir kusurunun olmadığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

41. Anayasa’nın 36. maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun davanın ıslah edilen kısmının zamanaşımı nedeniyle reddedilmesine yönelik şikâyetlerinin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

44. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).

45. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

46. Somut olayda destekten yoksun kalma tazminatının ıslahla artırılan kısmının dava zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale teşkil ettiği açıktır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

47. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

48. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

49. Başvuru konusu olayda başvurucunun ıslah dilekçesine konu ettiği alacak talebinin 818 sayılı mülga Kanun'un 125. ve 6098 sayılı Kanun’un 146. maddelerinde öngörülen sürede yapılmadığı gerekçesiyle reddedildiği anlaşılmaktadır. Buna göre başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.

50.Diğer taraftan iş kazalarına ilişkin açılacak tazminat davalarının ve bu kapsamda ıslah taleplerinin on yıllık genel zamanaşımına tabi olduğu hususunda 818 sayılı mülga Kanun'un 125. ve 6098 sayılı Kanun’un 146 maddelerine ilişkin Yargıtay içtihatlarının istikrarlı olduğu anlaşılmaktadır (bkz. §§ 31-33).

 (2) Meşru Amaç

51. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Sonucu, alacak hakkına son verme değil onu eksik borç hâline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararı bkz. § 33 ).

52. Diğer taraftan hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında olması hukuk devletinin unsurları olan hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkı ile hukuki güvenlik ve istikrar gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015). Dava açılmasının belli bir süre koşuluna bağlanmasının hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması ile mahkemeye erişim hakkı arasında makul bir denge kurulması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple dava hakkının on yıllık süre koşuluyla sınırlandırılmasının meşru bir amaca yönelik olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

53. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

54. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsızlaştırmadıkça -hukuki belirlilik ilkesinin gereği olarak- mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak mevzuatta öngörülen süre kurallarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).

55. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından dava açma hakkının belli bir süreyle sınırlandırılması tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması, diğer bir ifadeyle haktan yararlanılmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak derecede kısa olmaması gerekir(Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 65). Mahkemeler, zamanaşımı süresi öngören kanun hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte mahkemelerin sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Yaşar Çoban, § 67).

56. Başvurucu, ıslah ve zamanaşımı konusundaki mevzuat hükümlerinin derece mahkemelerince hatalı yorumlandığını ileri sürmekte ise de bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği ilgili mevzuatı yorumlamak derece mahkemelerinin görevi olup Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus, derece mahkemelerinin gerekçelerine esas yorumun ölçülü olup olmadığı ve buna göre Anayasa'da güvence altına alınan temel hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğidir (Şeyma Kayaoğlu, B. No: 2014/5491, 5/7/2017, § 53). Bu kapsamda başvuru konusu olayda uygulanacak zamanaşımı süresinin hangi tarihte başlayacağını, ıslah ile artırılan kısma zamanaşımı def'inin ileri sürülüp sürülemeyeceğini belirlemek Anayasa Mahkemesinin görevi olmayıp Anayasa Mahkemesi, ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını ihlal edip etmediğini incelemektedir.

57. Anayasa Mahkemesine gelen benzer mahiyette bir bireysel başvuruda, başvurucular müşterek çocuklarının iş kazası neticesinde ölümü üzerine açtıkları destekten yoksun kalma tazminatı davasında müddeabihin ıslahla artırılan kısmının zamanaşımından reddi nedeniyle mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi bu başvuruda, iş kazasından kaynaklanan uyuşmazlıkların temyiz mercii olan Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin içtihatlarının on yıllık zamanaşımı süresinin haksız fiilin vuku bulduğu tarihten itibaren başlayacağı yönünde olduğunu dikkate alarak başvuruya konu süre koşulunun gözetilen meşru amaç ile korunmak istenen hak açısından orantılı olduğuna, mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlal olmadığına karar vermiştir (Latife Aslan ve Kasım Aslan, B. No: 2014/11208, 4/10/2017, §§ 38, 39).

58. Anayasa Mahkemesi Yavuz Murat Yağmur (B. No: 2014/10723, 8/11/2017) başvurusunda; başvurucunun işçilik alacaklarının talep edildiği davada, uzun süren yargılama nedeniyle bir kısım alacak kalemlerinin davanın ıslah tarihi itibarıyla zamanaşımına uğradığına yönelik şikâyetlerini mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelemiştir. Anayasa Mahkemesi sözü edilen bu başvuruda; başvurucunun hizmet akdi ile ne kadar süre çalıştığının tespitiyle işçilik alacağını davanın açıldığı tarih itibarıyla ilgili mevzuata göre en azından hukuken altında ücret kabul edilmeyen asgari ücret rakamları üzerinden hesaplanmasının mümkün olduğu, başvuru konusu iş davalarına bakan Yargıtay dairesinin saklı tutulan bakiye işçilik alacağı ile ilgili ıslaha karşı zamanaşımı def'inin ileri sürülebileceği hususundaki içtihatlarının avukatla temsil edilen başvurucu açısından öngörülmeyecek nitelikte bir hukuki belirsizlik taşımadığını ifade etmiştir. Ayrıca yargılamada zamanaşımı süresi içinde alınan bilirkişi raporunda; başvurucunun ücret, fazla çalışma ve yıllık izin ücreti alacağı miktarının en azından dava dilekçesinde belirtilen değerler üzerinde olduğunun tespit edildiği, bu açıdan başvurucunun ıslaha konu alacak taleplerinin zamanaşımı nedeniyle reddedilmesinin hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri bağlamında öngörülebilirlik sınırları içinde ve ölçülü olduğu belirtilerek başvurucunun mahkemeye erişim hakkını zedelemediği sonucuna ulaşılmıştır.

 (b)İlkelerin Olaya Uygulanması

59. Somut olayda başvurucu 30/3/2003 tarihinde meydana gelen iş kazası nedeniyle 26/3/2004 tarihinde açtığı davada, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 400 TL maddi tazminat talep etmiştir. Yargılama sırasında alınan 1/10/2014 tarihli bilirkişi raporuna istinaden başvurucu 30/12/2014 tarihli ıslah dilekçesinde dava değerini 68.095,61 TL'ye çıkarmıştır. Mahkeme, zamanaşımı süresinin kazanın meydana geldiği 30/3/2003 tarihinden itibaren on yıl olduğunu ve ıslah tarihi itibarıyla bu sürenin dolduğunu belirterek ıslaha konu alacak talebinin reddine karar vermiştir.

60. Yargıtay içtihadına göre zamanaşımı süresi genel olarak iş kazasının vuku bulduğu tarihten itibaren on yıldır. Zamanaşımı süresi failin ve zararın öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Bununla birlikte zararın nitelik veya kapsamında bir değişiklik ortaya çıkması hâlinde bu durum zamanaşımı süresinin hesabında dikkate alınır. Gelişen durum kavramı ise zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder. Zararın kapsamını belirleyen bilirkişi raporunun geç alınması gelişen durum olarak nitelendirilemez. Yine Yargıtay içtihadına göre fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmuş olması zamanaşımını durdurmaz (bkz. § 33). Dolayısıyla mütevvefanın ölümüyle birlikte zararın gelişim göstermediği somut olayda başvurucu açısından tazminata ilişkin dava zamanaşımı süresinin olay tarihinden itibaren on yıl içinde sona ereceği ve müddeabihin artırılmasına ilişkin ıslah talebine karşı zamanaşımı def'inin ileri sürülebileceği öngörülebilir durumdadır.

61. Bununla birlikte başvurucu, zamanaşımı süresi içinde ıslah talebinde bulunamamış olmasında mahkemenin yargılamayı makul bir süratte yürütememesi ve bilirkişi raporunun geç temin edilmesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Gerçekten yargılama süreci incelendiğinde yaklaşık sekiz yıl boyunca ceza mahkemesinin sonuçlanmasının beklendiği, ceza mahkemesi sonuçlandıktan sonra iki yıl boyunca tazminatın hesaplanması amacıyla bilirkişi raporu alınmaya çalışıldığı görülmektedir. Söz konusu bilirkişi raporu sürecinde usule ilişkin nedenlerle bilirkişi görevlendirmesinin geciktiği ve davalı TEDAŞ'a ilişkin kusur oranı ceza mahkemesinde belirlenmediğinden TEDAŞ'ın ve müteveffanın kusur oranlarının belirlendiği ve böylece sürecin yaklaşık iki yıl devam ettiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun talep edebileceği destekten yoksun kalma tazminatının tutarını tespit eden bilirkişi raporu ancak zamanaşımı süresinin dolmasından sonra 1/10/2014 tarihinde hazırlanarak Mahkemeye sunulabilmiştir.

62. Uyuşmazlık konusu zararın tespitine imkân veren bilirkişi raporunun davanın açılmasından itibaren on yıl gibi bir süre sonra alınması makul kabul edilebilir bir durum değildir. Bu bağlamda Mahkemenin yargılamanın yönetiminde gereken özeni gösteremediği ve uğranılan zararın tutarını tespit eden bilirkişi raporunu zamanaşımı süresi içinde aldıramadığı bir vakıadır. Fakat mahkemenin bu özensizliği nedeniyle otomatik olarak mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Mahkemeye erişim hakkının ihlaliyle ilgili nihai bir sonuca ulaşılabilmesi için başvurucunun mahkemenin bu özensizliğinden kaynaklanan külfete katlanmasını haklılaştıran nedenlerin bulunup bulunmadığı da değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme yapılırken kısmi dava açma imkânı getirilmesinin amacı, uyuşmazlığın diğer tarafının menfaatlerinin zedelenip zedelenmediği ile davacının mahkemenin bu özensizliği nedeniyle katlandığı külfetin telafi edilmesi imkânının bulunup bulunmadığı hususları dikkate alınmalıdır.

63. Hukuk mahkemelerinde açılacak tazminat davalarında talep edilen tazminat miktarının kural olarak dava dilekçesinde gösterilmesi gerekmektedir. Ancak bazı durumlarda tazminat miktarının ne kadar olduğunun davanın başında tam olarak tespiti mümkün olmayabilir. Bu gibi durumlarda davacıların uğradığı zarar tutarı ancak yargılama sırasında mahkemenin kendisine tanınan keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırma gibi imkânları kullanması sonucunda tam olarak belirlenebilir. Zarar miktarının davacıların kendi imkânları ile tespit edilmesinin güç veya imkânsız olduğu hâllerde talep ettikleri tazminat tutarını tam olarak göstermelerini davacılardan beklemek birtakım hakkaniyetsiz sonuçlara yol açabilir. Bu bağlamda davacıların hak kaybına uğramamak adına gerçekçi olmayacak şekilde yüksek miktarda tazminat taleplerinde bulunmaları ve buna bağlı olarak yüksek tutarlı harç ve vekâlet ücreti külfeti ile karşılaşmaları olasıdır. Bu da davacıların mahkemeye erişim haklarının ölçüsüz bir biçimde sınırlanmasına neden olabilir (yüksek miktarda vekâlet ücretinin başvurucuların mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği hakkında bkz. Galip Kocuk, B. No: 2014/5639, 24/6/2015; Metin Taşdemir, B. No: 2014/6991, 26/2/2015; Lütfi Karaca, B. No: 2013/6808, 4/2/2016).

64. Kanun koyucu, miktar gösterme zorunluluğunun neden olacağı hak ihlallerini önlemek amacıyla kısmi dava açılması ve talep edilen tazminat miktarlarının sonradan ıslah yoluyla artırılması imkânı getirmiştir. Bu suretle davacıların dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak tazminat talebini düşük tutması ve mahkemenin yaptıracağı bilirkişi incelemesi sonrası ortaya çıkan tutara göre tazminat taleplerini ıslah yoluyla artırması olanaklı hâle gelmiştir. Böylelikle davacılar yüksek miktarda harç ve vekâlet ücreti tutarlarıyla karşılaşmaktan kaçınma fırsatı elde etmiş olmaktadır.

65. Uğranılan zararın miktarını tespit eden bilirkişi raporunun Mahkemenin yargılama sürecini yönetmedeki başarısızlığı sebebiyle zamanaşımı süresinin dolmasından sonra temin edilmesinin başvurucunun kısmi dava ve ıslah müessesesinin getirilmesiyle öngörülen yarara kavuşamamasına neden olduğu bir vakıadır. Fakat zamanaşımının sonuçları itibarıyla borçlu açısından birtakım menfaatler doğurduğu hususu da gözden kaçırılmamalıdır. Bu yönüyle ölçülülük bakımından yapılacak değerlendirmede özellikle özel borç ilişkilerinde uyuşmazlığın her iki tarafının devletin eşit ilgisine müstahak olduğu ve devletin her iki tarafın menfaatini yeterince gözetme yükümlülüğü altında bulunduğu hatırlanmalıdır. Devlet davacının (alacaklının) mahkemeye erişim hakkını kolaylaştırıcı düzenlemeler yaparken diğer tarafın (borçlunun) da borcun zamanaşımına uğramasından elde edeceği menfaatlerini gözetmelidir.

66. Öte yandan davacının mahkemenin yargılama sürecini yönetmedeki özensizliğinin yol açtığı külfeti gidermede tamamen çaresiz olmadığı, bunu telafi edecek imkânlara da sahip olduğu anlaşılmaktadır. Hak kazanılan tazminat miktarı tam olarak bilinmese de başvurucunun zarar tutarını yaklaşık olarak hesaplayarak zamanaşımı süresi içinde ıslah talebinde bulunmasının -somut olayın koşulları gözetildiğinde- mümkün olduğu görülmektedir. Gerçekten başvurucu, ceza dosyasındaki bilirkişi raporlarından müteveffanın yaklaşık kusur durumunu öngörebilecek durumdadır. Öte yandan uğranılan maddi zararın yaklaşık tutarının haricen uzman kişilere hesaplattırılıp ceza dosyasındaki bilirkişi raporu da gözetilerek ıslah talebinde bulunulması mümkündür. Kuşkusuz başvurucunun bu yolla belirleyeceği tutarın mahkemece belirlenecek ve nihai olarak hükmedilecek tazminat tutarından fazla olması, buna bağlı olarak karşılaşacağı harç ve vekâlet ücreti külfetinin artması da olasıdır. Ancak sırf başvurucunun harç ve vekâlet ücreti külfetinin artacak olması borçlunun zamanaşımının dolmasından kaynaklanan menfaatlerinin görmezden gelinmesini haklı kılmamaktadır.

67. Kaldı ki başvurucunun mahkemenin tutumundan ötürü kısmi dava müessesiyle hedeflenen yararı elde edememesi ve yüksek miktarda harç ve vekâlet ücretine maruz kalması hâlinde ödediği fazla harç veya vekalet ücretini bireysel başvuru konusu etmesi de olanaklıdır.

68. Sonuç olarak ıslah talebinin zamanaşımı süresiyle sınırlı olduğuna ilişkin kuralların belirli ve öngörülebilir olduğu, mahkemenin özensizliğinden kaynaklı olarak bilirkişi raporu zamanında elde edilememiş ise de başvurucunun yaklaşık zararını haricen hesaplayarak zamanaşımı süresi içinde ıslah imkânını haiz olduğu hâlde kendi kusuruyla bundan yararlanmadığı gözetildiğinde başvurucunun ıslah ile artırılan tutara yönelik tazminat talebinin on yıllık zamanaşımı süresinin dolması sebebiyle reddedilmesinin başvurucuya aşırı bir külfet yüklemediği değerlendirilmiştir. Bu durumda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu kanaatine varılmıştır.

69. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

70. Başvurucu, davanın açıldığı 26/3/2004 tarihinden Yargıtayın nihai kararını verdiği 28/3/2016 tarihine kadar devam eden yargılama süreci nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

71. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

72. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

73. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, § 26) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır.

74. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

75. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

76. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal Olmadığı)
Künye
(Gülhan Dursun [2.B.], B. No: 2016/9312, 27/11/2019, § …)
   
Başvuru Adı GÜLHAN DURSUN
Başvuru No 2016/9312
Başvuru Tarihi 11/5/2016
Karar Tarihi 27/11/2019

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, destekten yoksun kalma tazminatının ıslah ile artırılan kısmının zamanaşımı gerekçesi ile reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Mahkemeye erişim hakkı (hukuk) İhlal Olmadığı
Makul sürede yargılanma hakkı (hukuk) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 83
84
6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 107
176
177
818 Borçlar Kanunu 125
6098 Türk Borçlar Kanunu 146
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi