TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET ALİ ŞELLİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/12880)
|
|
Karar Tarihi: 4/11/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Duygu KALUKÇU
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Ali ŞELLİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Halil İbrahim ŞAHİN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 13/3/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Başvurucuya ait 2017/20771 başvuru numaralı bireysel
başvuru dosyasının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/12880 başvuru
numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/12880
başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar
verilmiştir.
5. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti
dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun
tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda
bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe
teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke
genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl
19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı
organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok
uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör
Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen
bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri
[GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
10. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke
genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle
bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı
sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki
yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından
soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama
tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51; Mehmet
Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).
11. Başvurucu en son İstanbul Cumhuriyet Savcısı olarak
görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesi
16/7/2016 tarihinde başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına, HSYK Genel Kurulu
ise 24/8/2016 tarihinde başvurucunun meslekten ihracına karar vermiştir.
12. Darbe teşebbüsü sonrasında İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 18/7/2016
tarihinde gözaltına alınmıştır.
13. Başvurucu 18/7/2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında
müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle örgüt ile ne özel
hayatında ne de meslek hayatında bir temasının olduğunu, okullarına gitmediğini,
evlerinde yahut yurtlarında kalmadığını, örgüt tarafından organize edilen
toplantı yahut etkinliklere katılmadığı gibi bu yönde bir davet de almadığını,
himmet yahut kurban bağışı yapmadığını, hiç kimseden emir ve talimat almadığını
beyan etmiştir.
14. Başvurucu, Başsavcılık tarafından silahlı terör
örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 18/7/2016 tarihinde Sulh Ceza
Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, müdafii huzurunda yaptığı savunmasında
önceki anlatımlarına benzer beyanlarda bulunmuştur.
15. Başvurucu, İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan
sorgunun ardından 19/7/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan
tutuklanmıştır. Tutuklama kararında üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti,
mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada
öngörülen cezanın üst sınırı, başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine
ilişkin suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı,
başvurucunun kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
delillerin bulunması, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi gerekçe olarak
gösterilmiştir.
16. Başvurucu hakkında devam eden soruşturma sürecinde
başvurucunun tutma hâli ile ilgili olarak Ankara 8. Sulh Ceza Hâkimliğinin
7/12/2016, Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/1/2017, İstanbul 3. Sulh Ceza
Hâkimliğinin 6/2/2017, İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin ise 7/3/2017 tarihli
kararları ile tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Başvurucu 24/10/2016,
3/1/2017 ve 8/2/2017 tarihli tahliye talepli itiraz dilekçelerinin
incelenmediğini ileri sürmüştür. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde
başvurucunun ileri sürdüğü şekliyle itiraz dilekçelerinin incelendiğine dair
bir bilgi yahut belgeye rastlanmamış ancak tutukluluğun devamına ilişkin
İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/2/2017 tarihli kararına karşı başvurucunun
20/2/2017 tarihli dilekçe ile yapmış olduğu itirazının incelendiği 28/2/2017
tarihli karar ile itirazın kesin olarak reddedildiği anlaşılmıştır.
17. Başvurucu 13/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
18. Başvurucu hakkında 2/5/2017 tarihinde yapılan
tutukluluk incelemesi neticesinde Sulh Ceza Hâkimliğince adli kontrol
tedbirleri uygulanarak tahliyesine karar verilmiştir.
19. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2/3/2018 tarihli
iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma
suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede
suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:
i. Başvurucunun HSYK tarafından meslekten çıkarıldığı
belirtilmiştir.
ii. 2013 yılında Antalya'da görev yaptığı dönemde
gerçekleştirilen teftiş neticesinde objektif kriterlerden ve yerleşik
uygulamalardan uzak bir şekilde örgütsel amaç ve politikalar kapsamında
başvurucuya 82 puan verildiği ifade edilmiştir.
iii. Başvurucunun 19/9/2007 tarihinde örgütün
yönlendirmesi neticesinde Yargıçlar ve Savcılar Birliğine (YARSAV) üye olduğu
tespit edilmiştir.
iv. Başvurucunun örgütsel motivasyon amacıyla üzerinde 20
dolar taşıdığı belirtilmiştir.
v. Örgüt için kritik önemde olan ve terör ile mücadele
kapsamında görevlendirilen mahkemelerde (TMK) Cumhuriyet savcısı olarak görev
aldığı ifade edilmiştir.
20. İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi 20/3/2018 tarihinde
iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/91 sayılı dosya üzerinden
kovuşturma aşaması başlamıştır.
21. Başvurucu 25/9/2018 tarihli duruşmada savunmasını
yapmıştır. Başvurucu savunmasında;
i. HSYK tarafından verilen ihraç kararının henüz
kesinleşmediğini, ihraç kararına ilişkin yargı sürecinin devam ettiğini, kaldı
ki ihraç kararında da tarafına yönelik spesifik bir olay yahut olgu isnat
edilmediğini, ihraca sebep olan saiklerin neler olduğu hususunun karardan
anlaşılamadığını, karara gerekçe olan belge ve delillerin tarafına ibrazı
taleplerinin ise reddedildiğini belirtmiştir.
ii. Üzerinde 20 dolar taşıdığı iddiası ile ilgili olarak
paranın ailesi ile tatil yaptığı esnada ve bir alışveriş neticesinde eline
geçtiğini, nitekim iddianamede aksi yönde bir bilgi yahut belgenin
bulunmadığını, her ne kadar söz konusu banknotun örgütsel motivasyon amacı ile
taşındığı iddia edilmiş ise de bu kanaate nasıl varıldığı hususunda herhangi
bir olgu ortaya konulamadığını belirtmiştir.
iii. YARSAV üyeliği ile ilgili olarak 2007 yılında hiç
kimsenin yönlendirmesi olmadan kendi iradesi ile üye olduğunu, buna mukabil
2010 yılından itibaren aidatlarını ödemediğini ve herhangi bir toplantısına da
katılmadığını yani 2010 yılından beri fiilen YARSAV üyeliği bulunmakla birlikte
sadece istifa dilekçesi vermediğini, nitekim iddianamede de somut olarak nasıl
ve ne şekilde, kimin talimatıyla YARSAV'a üye olduğuna ilişkin tespit
yapılmadığını ifade etmiştir.
iv. Teftiş neticesinde kendisine yüksek not verildiği
iddiasına ilişkin olarak söz konusu tespitin subjektif olduğunu, verilen puan
ile denetime tabi sürece dair yapılan çalışmanın uyumlu olup olmadığı yönünde
bir incelemenin yapılmadığını belirtmiştir.
v. TMK savcısı olarak görev yaptığı iddiasına ilişkin
olarak ise söz konusu iddianın soyut nitelikte olduğunu, kendisiyle benzer
durumda bulunan diğer hâkim ve savcıların görevlerine devam ettiklerini
belirtmiştir.
22. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih
itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
23. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B.
No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No:
2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48 ve ilgili Yargıtay kararları için bkz. A.L.,
B. No: 2016/63999, 9/1/2020, §§ 33-35.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 4/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
25. Başvurucu; kuvvetli suç şüphesi olmaksızın ve
görevinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin görevli olmayan bir
mahkeme tarafından tutuklandığını, olayda tutuklama nedenlerinin bulunmadığını,
tutuklamanın orantısız bir tedbir olduğunu ve adli kontrol tedbirinin neden
yetersiz kalacağının değerlendirilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Bakanlık görüşünde, kabul edilebilirlik yönünden
başvurucunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141.
maddesindeki tazminat yolunu tüketmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Esas
yönünden yapılan değerlendirmede ise tutuklama kararına ve iddianamedeki
delillere atıf yapılarak somut olayda suç işlendiğine ilişkin kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğu belirtilmiştir.
27. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmamıştır.
B. Değerlendirme
28. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
29. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü
fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve
güvenliğine sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
30. Başvurucunun bu bölümdeki şikâyetlerinin Anayasa'nın
19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
31. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim
veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda
da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din,
vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı
suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile
saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
32. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir
durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu
temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
33. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve
tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün
arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyeliği iddiasıdır. Anayasa
Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla
ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No:
2016/49158, 26/7/2017, § 57).
34. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek,
aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu
aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve
diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).
2. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
3. Esas Yönünden
a. Genel
İlkeler
36. Tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesinde dikkate
alınacak genel ilkeler için bkz. Mustafa Özterzi, §§ 85-90; Zafer
Özer, B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
37. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının
kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
38. Başvurucu, darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma
olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100.
maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
39. Diğer taraftan başvurucu 24/2/1983 tarihli ve 2802
sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nda hâkimlerle ilgili olarak öngörülen usule
ilişkin güvencelerin hiçbirine riayet edilmeksizin yetkili ve görevli olmayan
mahkemece tutuklandığını iddia etmektedir.
40. Anayasa Mahkemesi, Yıldırım Turan ([GK], B. No:
2017/10536, 4/6/2020, §§ 102-147) kararında ilgili kanunlar çerçevesinde konuyu
etraflıca değerlendirmiş ve Yargıtay içtihatlarına da değinerek terör örgütüne
üye olma suçunun kişisel bir suç olduğunu, Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı
olarak hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine
giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma
yürütülmesi için izin şartı bulunmadığını belirterek vergi mahkemesi üyesi
(hâkim) olan başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna
varmıştır.
41. Somut olayda anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir
durum söz konusu değildir. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun
kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu itibarla
başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı
bulunmaktadır.
42. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce
tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup
bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
43. İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama
kararında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunduğu
genel olarak belirtilmiş ve fakat bunlara ilişkin bir açıklamaya yer
verilmemiştir (bkz. § 15).
44. Başvurucu hakkında hazırlanan iddianamede ise
meslekten ihraç edildiği, üstünde 20 dolar banknotun bulunduğu, sicil puanının
yüksek olması (82), TMK savcısı olarak görevlendirilmiş olması ve YARSAV'a üye
olduğu tespitlerine dayanılmıştır (bkz. § 19).
45. Buna göre Anayasa Mahkemesince tutuklamanın
hukukiliği bağlamında başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin
bulunup bulunmadığı yönündeki incelemesinin bu olgular temelinde
gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
46. Başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan
suçlamanın dayanaklarından biri, savcı olarak görev yapmakta olan başvurucunun
HSYK tarafından önce görevinden uzaklaştırılması, sonrasında ise FETÖ/PDY ile
bağlantısı olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarılmış olmasıdır.
47. Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda
görevden uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki
idari kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara
muhatap olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu
anlamına gelmediği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Mustafa
Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 70; Mustafa Açay, B. No:
2016/66638, 3/7/2019, § 54; E.A., B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 57; Ali
Aktaş, B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa Özterzi, § 104; Zafer
Özer, § 58). Bu itibarla başvurucu hakkındaki görevden uzaklaştırma veya
meslekten çıkarma tedbirlerine ilişkin kararlarda başvurucuyla ilgili kişisel
bir tespit ve değerlendirme bulunmadığından bunların -tek başına- suç
işlendiğine dair kuvvetli bir belirti olarak kabulü mümkün değildir.
48. Diğer taraftan soruşturma mercilerince suçlamaya esas
alınan olgular arasında başvurucunun YARSAV üyesi olmasının yer aldığı
görülmektedir. Anılan Derneğin hâkim ve savcılara yönelik bir sivil toplum
örgütü olarak 2006 yılında kurulduğu bilinmektedir. Ancak kuruluşundan bir süre
sonra FETÖ/PDY ile bağlantılı bazı yargı mensuplarının bu Derneğe üye olduğu,
FETÖ/PDY ile bağlantılı olarak yürütülen birçok soruşturma ve kovuşturma
belgesinde ifade edilmiştir. Öte yandan darbe teşebbüsünden sonra ilan edilen
olağanüstü hâl döneminde alınan tedbirler kapsamında 23/7/2016 tarihli ve 29779
sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan
Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin 2. maddesi ile YARSAV "FETÖ/PDY'ye
aidiyeti, iltisakı veya irtibatının belirlendiği" gerekçesiyle
kapatılmıştır. Bununla birlikte YARSAV üyeliğinin örgütsel bir faaliyet olarak
değerlendirilmesi ancak bunun terör örgütünden alınan bir talimat uyarınca
gerçekleştiğinin ortaya konulması hâlinde mümkündür. Aksi durumda farazi bir
kabulden hareket edilerek kuvvetli suç belirtisi değerlendirmesi yapılması söz
konusu olabilir. Nitekim Yargıtayın konuya ilişkin içtihadı da bu doğrultudadır
(Mustafa Özterzi, § 105). Bu bağlamda somut olay incelendiğinde
2007 yılında YARSAV'a üye olduğu anlaşılan başvurucu için bu yönde bir tespitin
olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
49. Başvurucu hakkındaki bir diğer tespit ise üst
aramasında elde edilen 20 dolardır. İddianamede söz konusu delilin niteliğine
ilişkin olarak diğer dosyalarda etkin pişmanlık kapsamında ifade veren sanık
beyanlarına atıf yapılmıştır. Bu kapsamda örgüt içinde üst düzey görevler alan
örgüt mensuplarının Amerika'da yaşayan örgüt liderini sık sık ziyaret
ettikleri, bu ziyaretler esnasında örgüt liderinin kendilerine verdiği 100, 50,
20 ABD doları kâğıt paraları bozdurarak (daha çok kişiye dağıtabilmek amacıyla
daha ziyade 1 dolar şeklinde bozdurduklarını) alt hiyerarşide yer alan
şahıslara dağıttıkları, söz konusu bu paranın örgüt liderinden gelmesi
münasebetiyle sembolik bir anlam (bereket ve hatıra) taşıdığı, böylece örgüt
lideri ile mensupları arasında manevi bir bağ tesis edilmeye çalışıldığı
belirtilmiş ve başvurucunun üst aramasında elde edilen 20 dolar da bu kapsamda
ele alınmıştır. Başvurucu savunmasında söz konusu 20 doların ailesiyle birlikte
çıktıkları tatilde yapılan alışverişten kalma olduğunu ifade etmiştir.
Soruşturma makamlarınca anılan iddiayı destekleyen ve başvurucunun savunmasının
aksini ortaya koyacak somut bir olgu gösterilememiştir. Dolayısıyla
başvurucunun üzerinden elde edildiği belirtilen Amerikan dolarının tek başına
başvurucu ile örgüt arasında bir bağlantı bulunduğuna dair kuvvetli belirti
olarak kabul edilmesi mümkün değildir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Mehmet
Hasan Altan (2) [GK], § 146).
50. Öte yandan suç isnadına dayanak olarak başvurucunun
TMK savcısı olarak görev yaptığı ve 2010 yılında yapılan teftişte tarafına 82
sicil notu verildiği hususlarına dayanılmış, bunların örgütsel saikler
güdülerek gerçekleştirildiği tespiti yapılmıştır. Başvurucu savunmasında,
FETÖ/PDY mensubu olduğu iddia olunan müfettişlerce korunduğu iddiasını kabul
etmediğini ifade etmiştir. Başvurucunun örgüt üyesi olması nedeniyle
müfettişler tarafından yüksek notlar verilerek korunduğuna ilişkin iddiayı
destekleyen somut olgular soruşturma makamlarınca yeterince ortaya
konulamamıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. A.K., B. No: 2017/7858,
27/11/2019, § 62).
51. Bu itibarla soruşturma belgelerinde yer alan tespit
ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli
belirtinin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
52. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
53. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
54. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü
dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve
sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup
olmadığının incelenmesi gerekir.
4. Anayasa'nın
15. Maddesi Yönünden
55. Somut olayda Anayasa Mahkemesi, soruşturma
makamlarının suç işlendiğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan
başvurucu hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varmıştır. Bu
itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin
kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15.
maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik Anayasa'nın
19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi
meşru kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yönde bkz. Şahin Alpay [GK],
B. No: 2016/16092, 11/1/2018, § 110; Mehmet Hasan Altan (2), § 157).
56. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle
birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
5. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
58. Başvurucu, 1.000.000 TL manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
59. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
60. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
61. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. 2/5/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiş ve
başvurucunun tutukluluk hâli sona ermiştir.
62. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 27. Ağır
Ceza Mahkemesine (E.2018/91) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 4/11/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun
etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk
yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan,
yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için
yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 19.07.2016 tarihinde tutuklanan ve
13.03.2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı
tutulma durumu, 02.05.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye
edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa
Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına
bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan,
bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek
olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar
tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir
ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi)
bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak,
bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla
bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit
edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak
arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka
aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu
tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç
şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının
bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da
tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı
Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de
uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve
manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir
kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında;
bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin
sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında
verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir
arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2
Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu
davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet
hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin
esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu hakkında
beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına
dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği tarih
itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK 141/1 a ve
e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle kabul
edilemez bulunmaktadır.3
Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de
dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın
hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak
nitelendirmektedir.4
Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen
durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş
olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar
verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın
esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf
yapıldığı için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141.
maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia
edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda
atıf yapılan Yargıtay kararları7
somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili
olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin
hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru
yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele oluşturduğu
iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi bir örneğini
tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu edilebileceğini
belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili
bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin
Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle
kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız
kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ
edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle
tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin
iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında
açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı
vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren
emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız
olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için
bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola
işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden
kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç
şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin
yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat
davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali
yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi
aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında
mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun
yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları
da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır.
Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile
hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir
bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka
uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması
hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna
varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun
hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir
inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz,
Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel
Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin
incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya
beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi
olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya
davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor
olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin
incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir
inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik
kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği
gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun
olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı verilmiş
olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali
Bulaç13
başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının
hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat
nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu
edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu
kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra
haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm
olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden
fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası
olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka
davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek
zorunluluğu bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka
aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat
davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten
imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını
belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat
mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup
olmadığını inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın
kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat
mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma
aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği
tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza
mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek
kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle
olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği
tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit
edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler
dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki
tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk
statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına
yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15
Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen
mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa
Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına
ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına
ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de
kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle
birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94)
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin
olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı,
tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen
başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç
şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği
varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat
davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına
bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin
var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden
kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa
Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme
tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen
tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale
sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu
ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19
Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi
faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının
ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat
mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa,
diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi
faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki
olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden
tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün
değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini
tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM de Mergen ve diğerleri
kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği
itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil,
141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi
de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma
gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için
tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tutuklamanın hukukiliği değerlendirilirken, tutuklamanın
uygulandığı tarihteki şartlara bakılmalıdır. Darbe teşebbüsü sırasında
gerçekleşen vahim olayların toplumda oluşturduğu kaygı, teşebbüsün faili olduğu
belirtilen FETÖ/PDY’nin örgütlenmesinin karmaşıklığı, Bu yapılanmanın yarattığı
görünür açık tehlike, darbe teşebbüsüne ilişkin faaliyetler kapsamında ülke
genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen, suç oluşturabilecek nitelikteki
on binlerce eylemin aynı anda işlenmesi, çoğunluğu kamu görevlisi olan çok
sayıda kişi hakkında yürütülen soruşturmalar, olayların arz ettiği vahamet
dikkate alındığında tutuklama tedbirinin temelsiz ve keyfi olduğu söylenemez.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle sayın
çoğunluğun görüşüne katılmadım.