TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAŞAR DEMİR VE YUNUS DEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/14644)
|
|
Karar Tarihi: 13/1/2021
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Olcay ÖZCAN
|
Başvurucular
|
:
|
1.Yaşar DEMİR
|
|
|
2. Yunus DEMİR
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Arzu PAMUKÇU YÖRDEM
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, açılan tazminat davasında ihtiyati tedbir
kararı verilmemesi, davada hüküm altına alınan alacağın iflas masasına
kaydedilmemesi sonucunda tahsilinin mümkün olmaması ve bu nedenle meydana gelen
zararlarının giderilmemesi nedenleriyle maddi ve manevi varlığın korunması
hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının; ceza soruşturmalarının
zaman aşımına uğratılması, tazminat davasında yargılamanın uzun sürmesi ve
ikinci kez kusur bilirkişi raporu alınmaması nedenleriyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru;
2017/14644 sayılı bireysel başvuru dosyasında 11/1/2017 tarihinde, 2018/36435 sayılı bireysel başvuru dosyasında 7/12/2018
tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Konularının aynı olması nedeniyle 2018/36435 sayılı
bireysel başvuru dosyası ile 2017/14644 sayılı bireysel başvuru dosyasının
birleştirilmesine ve incelemenin 2017/14644 sayılı bireysel başvuru dosyası
üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu Yaşar Demir 15/3/1968 doğum tarihli olup
diğer başvurucu 5/8/2001 doğum tarihli Yunus Demir'in babasıdır.
10. Kut Enerji Madencilik Sanayi Ticaret Limitet Şirketi
(Şirket) İstanbul ili Arnavutköy İlçesinde kum ocağı işleterek faaliyet
göstermektedir.
11. Başvurucu Yaşar Demir, Şirket bünyesinde 14/8/2003
tarihinde kaynak işçisi olarak çalışmaya başlamıştır.
12. Sosyal Sigortalar Kurumu Sigorta Teftiş Kurulu
Başkanlığı tarafından düzenlenen 7/10/2004 tarihli raporda iş kazası olduğu
tespitine yer verilen olayda; başvurucu Yaşar Demir 26/8/2003 tarihinde iş
yerinde bulunan yaklaşık 1500 kg ağırlığındaki su tankının montajını yaptığı
esnada, tankın üzerine kayması sonucunda altında kalarak yaralanmıştır.
A. Ceza
Soruşturması ve Dava Süreci
13. Başvurucu Yaşar Demir tarafından yapılan şikâyet
üzerine Şirket yetkilileri H.Y. ve E.Y. hakkında soruşturma yapılmıştır.
14. Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet
Başsavcılığı) 29/8/2009 tarihinde; taksirle yaralamaya sebebiyet vermek suçunun
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 459. maddesinin 2.
fıkrasında düzenlendiği, aynı Kanun'un 102. maddesine göre dava zamanaşımı
süresinin beş yıl olduğu ve şüpheli H.Y.nin zamanaşımı süresi içerisinde
bulunup ifadesinin alınamadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar
vermiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP)
üzerinden yapılan incelemede kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin verilen karara
karşı kanun yoluna müracaat edildiğine ilişkin bir bilgiye rastlanmamıştır.
15. Şirket yetkilisi E.Y. hakkında taksirle yaralama
suçlamasıyla açılan davada, Gaziosmanpaşa 4. Sulh Ceza Mahkemesi 28/3/2011
tarihli kararı ile 765 sayılı mülga Kanun'un 102. ve 104. maddeleri gereğince
yedi yıl altı aylık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle düşme kararı
vermiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede kararın temyiz edilmeden 7/6/2011
tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
B. Tazminat
Davası ve İcra Takibi Süreci
16. Başvurucu Yaşar Demir, eşi E.D. ile birlikte diğer
başvurucu Yunus Demir'e velayeten kendileri adına asaleten 23/3/2006 tarihinde
İstanbul 6. İş Mahkemesinde (Mahkeme) Şirket aleyhine maddi ve manevi tazminat
davası açmıştır. Dava dilekçesinde, davalı Şirketin tasfiyeye gitme, sahip
olduğu araçları ve gayrimenkulleri elinden çıkarma ihtimali bulunduğu ifade
edilerek Şirkete ait araçlar ve gayrimenkuller üzerine ihtiyati tedbir
konulması talep edilmiştir.
17. Yargılama sırasında kusur yönünden alınan 20/5/2008
tarihli bilirkişi raporunda; kazanın meydana gelmesinde başvurucunun %25,
Şirketin %75 oranında kusurlu olduğu belirlenmiştir. 29/6/2011 tarihli Adli Tıp
Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu raporunda; başvurucu Yaşar Demir'in yaşına
göre %66 oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağı, maluliyet
oranının sürekli olduğu, iyileşme süresinin 26/8/2003 tarihinden itibaren 18
aya kadar uzayabileceği ve bu süre zarfında %100 malul sayılması gerektiği
ifade edilmiştir.
18. 3/4/2012 tarihli celsede başvurucular vekili, davalı
Şirketin tasfiyeye girdiğini belirterek ticaret sicil kayıtlarının
getirilmesini talep etmiştir. İstanbul Ticaret Sicili Memurluğu (Sicil
Memurluğu) tarafından verilen cevapta; Şirketin son tescilinin 20/7/2007
tarihinde yapıldığının bildirildiği, tasfiyeye ilişkin bir kaydın
bildirilmediği görülmüştür.
19. Mahkeme 17/5/2016 tarihinde; 1/2/2016 tarihli hesap
bilirkişi raporunda seçenekli olarak belirlenen tazminat hesabına göre
başvurucu Yaşar Demir için 455.459,50 TL maddi tazminata hükmedilmesine,
fazlaya ilişkin talebinin reddine, davacı E.D. ve başvurucu Yunus Demir'in
maddi tazminat taleplerinin reddine, başvurucu Yaşar Demir için 80.000 TL,
davacı E.D. için 30.000 TL ve başvurucu Yunus Demir için 20.000 TL manevi
tazminata hükmedilmesine ve tazminat bedellerinin 26/8/2003 olay tarihinden
itibaren yasal faiziyle birlikte Şirketten tahsiline karar vermiştir. UYAP
üzerinden yapılan incelemede Mahkeme kararının 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı
Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre Şirkete tebliğe çıkarıldığı görülmüş
ancak tebliğine ilişkin bir bilgiye rastlanmamıştır.
20. Başvurucular ve E.D. tarafından 9/6/2016 tarihinde
Diyarbakır 5. İcra Dairesinde (İcra Müdürlüğü) toplamda 1.642.434,99 TL
üzerinden ilamlı icra takibi başlatılmıştır. İcra Müdürlüğünce icra emri
düzenlenerek Şirkete tebliğe çıkarılmış, tebligatın iade edilmesi üzerine
24/11/2016 tarihinde 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre tebliğ edilmiştir.
21. İcra Müdürlüğü tarafından 2016 yılı içerisinde
bankalara yazılan haciz ihbarnamelerine verilen cevaplarda; Şirketin bir hak ve
alacağına rastlanmadığının bildirildiği, UYAP üzerinden temin edilen kayıtlara
göre de taşınmaz malı ve posta çeki hesabı bulunmadığı tespit edilmiştir.
22. İcra Müdürlüğü tarafından Sicil Memurluğuna yazılan
yazıya verilen 6/12/2016 tarihli cevapta; herhangi bir haciz şerhi
bulunmadığından işlem yapılamadığı, ayrıca İstanbul 6. Asliye Ticaret
Mahkemesinin (Asliye Ticaret Mahkemesi) 27/9/2012 tarihli kararı ile Şirketin
iflas ettiğinin bildirildiği ifade edilmiştir.
23. Başvurucular vekili, İcra Müdürlüğünden talepte
bulunmuş ve işçilik alacağının imtiyazlı olduğunu belirterek iflas prosedürüne
göre işlem yapılması ve borçlu Şirketin tüm mal varlığına haciz şerhi
işlenmesini istemiştir. İcra Müdürlüğünce bu doğrultuda yazılan 3/1/2017
tarihli yazıya Sicil Memurluğu tarafından verilen 12/1/2017 tarihli cevapta;
Şirketin iflasının 27/9/2012 tarihinde açıldığı ve Ticaret Sicil Tüzüğü
hükümlerine göre 3/10/2012 tarihinde resen tescil edildiği, iflas hâlinde olan
şirketle ilgili işlem yapılamadığı belirtilmiştir.
24. Başvurucular vekilinin, bireysel başvuru tarihinden
sonra 6/6/2017, 17/10/2017 ve 24/4/2019 tarihli talepleriyle haciz istemini
yenilediği görülmüştür.
C. İflas Davası
ve İflas Tasfiyesi Süreci
25. K.M. ve Tic. A.Ş. tarafından alacağının tahsili için
Şirket hakkında iflas yolu ile adi takibe başlandığı, takibin kesinleştiği ve
alacağın ödenmediği ileri sürülerek 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve
İflas Kanunu'nun 158. maddesi gereğince depo emri verilerek borçlunun bu karara
uymaması hâlinde iflasına karar verilmesi istemiyle 2/5/2012 tarihinde Asliye
Ticaret Mahkemesinde dava açılmıştır.
26. Asliye Ticaret Mahkemesi 27/9/2012 tarihinde davanın
kabulüne, Şirketin 2004 sayılı Kanun'un 156/1. maddesi gereği iflasına ve 165.
maddesine göre iflasın 27/9/2012 tarihi saat 12:18'den itibarenaçılmasına karar
vermiştir. Karar, taraflarca temyiz edilmemesi üzerine 2/11/2012 tarihinde
kesinleşmiştir. Hükümden sonra müdahale talep eden üçüncü kişi C.A. kararı
temyiz etmiştir. Asliye Ticaret Mahkemesi 21/1/2013 tarihli ek kararı ile
temyiz yoluna ancak davanın taraflarının başvurabileceği, yargılama aşamasında
ilanların yapıldığı, hak düşürücü süre içinde üçüncü kişi alacaklının başvurusu
olmadığı gerekçesiyle temyiz talebinin reddine karar vermiştir. Ek karara karşı
yapılan temyiz istemi Yargıtay 23. Hukuk Dairesi (Daire) tarafından 4/12/2013
tarihinde incelenerek temyiz isteminin reddine ilişkin karar kaldırılmış ve
esas yönünden yapılan inceleme sonunda asıl karara yönelik temyiz isteminin
reddine karar verilmiştir. C.A. tarafından yapılan karar düzeltme istemi de
Dairenin 9/5/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
27. İflas işlemlerini yürüten İstanbul 3. İflas Dairesi
(İflas Dairesi) tarafından Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilen 18/8/2015
tarihli yazıda; E. 2012/14 sayılı dosya ile iflasın açılması ve tasfiyeye
başlanılmasının 9/10/2012 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi ve 5/10/2012 tarihli
Türkiye gazetesinde ilan olunduğu, tespit edilebilen mal varlığının tasfiye
masraflarını karşılamayacağı belirlendiğinden tasfiyenin basit usulle
yürütülmesine karar verilip ilan edildiği, sıra cetveli yapılıp ilan olunduğu,
işlemler sonunda satılacak mal ve dağıtıma esas para olmadığından borç ödemeden
aciz belgeleri düzenlenerek alacaklılara tebliğe gönderildiği bildirilmiş ve
yapılacak başka işlem kalmadığından iflas tasfiyesinin kapatılmasına karar
verilmesi talep edilmiştir.
28. İflas Dairesinin talebi üzerine Asliye Ticaret
Mahkemesi 28/6/2016 tarihinde 2004 sayılı Kanun'un 254. maddesi uyarınca
iflasın kapanmasına ve iflasın kapandığının ilan edilmesine karar vermiştir.
D. Tam Yargı
Davası Süreci
29. Başvurucular, iş mahkemesinde açtıkları davada
ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep ettikleri hâlde işveren mallarına
ihtiyati tedbir konulmadığı ve soruşturmaların kasti olarak zamanaşımına
uğratıldığı gerekçesiyle yargı mercilerinin kusurlarından dolayı oluşan maddi
ve manevi zararlarının ödenmesi talebiyle 15/2/2017 tarihinde Bakanlığa
başvurmuştur. Bakanlık 3/3/2017 tarihinde talebi reddetmiştir. Başvurucular
12/5/2017 tarihinde İstanbul 11. İdare Mahkemesinde Bakanlık işleminin iptaline
karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Verilen yetkisizlik kararı üzerine
davaya Ankara 15. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) devam edilmiş ve dava
16/3/2018 tarihli karar ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesi özetle şu
şekildedir:
i. Bakanlığa yapılan başvurunun hâkim ve savcıların
yargılama yetki ve görevleri kapsamında verdikleri kararlara ilişkin bulunduğu,
yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat
verilemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunulamayacağı dikkate alındığında hukuka
aykırı olduğu öne sürülen kararlardan Bakanlığın sorumlu tutulamayacağı ifade
edilmiştir.
ii. Yargı kararlarındaki hukuka aykırılıklara karşı
olağan ve olağanüstü kanun yollarına başvurulabileceği, şartları mevcut ise
12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 46. ve devamı
maddeleri uyarınca adli yargı mahkemelerinde devletin sorumluluğuna ilişkin
tazminat davası açılabileceği vurgulanmıştır.
30. İdare mahkemesi kararının istinaf edilmesi üzerine
Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi 22/10/2018 tarihinde
kararın onanmasına kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar başvuruculara
9/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
31. Başvurucu Yaşar Demir, 2017/14644 sayılı bireysel
başvuru dosyası yönünden devam eden icra takibi sırasında 11/1/2017 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu bireysel başvuru dosyası ile birleşen
2018/36435 sayılı bireysel başvuru dosyasında ise başvurucular 7/12/2018
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
32. Tazminat davasının açıldığı tarihte yürürlükte
bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu'nun "İhtiyati tedbirler" başlıklı 101. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"Hakim iki taraftan birinin
talebiyle davanın ikamesinden evvel veya sonra aşağıda gösterilen hal ve
şekillerde ihtiyati tedbirler ittihazına karar verebilir:
1 – Menkul ve gayrimenkul malların ayni münazaalı
ise bunun haciz veya yeddiadle tevdiine,
2 – Münazaalı şeyin muhafazası için
lazımgelen her türlü tedbirlerin ittihazına,
..."
33. Tazminat davasının yargılaması sırasında yürürlüğe
giren 6100 sayılı Kanun'un ''İhtiyati tedbirin şartları'' kenar başlıklı
389. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Mevcut durumda meydana
gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde
zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle
bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde,
uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir.
..."
34. 2004 sayılı Kanun'un "İhtiyati haciz
şartları" kenar başlıklı 257. maddesi şöyledir:
"Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş
bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan
taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklariyle diğer haklarını ihtiyaten
haczettirebilir.
Vadesi gelmemiş borçtan dolayı yalnız
aşağıdaki hallerde ihtiyati haciz istenebilir:
1 – Borçlunun muayyen yerleşim yeri
yoksa;
2 – Borçlu taahhütlerinden kurtulmak
maksadiyle mallarını gizlemeğe, kaçırmağa veya kendisi kaçmağa hazırlanır yahut
kaçar ya da bu maksatla alacaklının haklarını ihlâl eden hileli işlemlerde
bulunursa;
Bu suretle ihtiyati haciz konulursa borç
yalnız borçlu hakkında muacceliyet kesbeder."
35. 2004 sayılı Kanun'un "İflas talebi ve
müddeti" kenar başlıklı 156. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Ödeme emrindeki müddet içinde
borçlu tarafından itiraz olunmamışsa alacaklı bir dilekçe ile Ticaret
Mahkemesinden iflas kararı isteyebilir.
..."
36. 2004 sayılı Kanun'un "İflas tarihi"
kenar başlıklı 165. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"İflas hükümle açılır ve bu hükümde
açılma anı gösterilir.
..."
37. 2004 sayılı Kanun'un "İflas kararının tebliği
ve ilanı" kenar başlıklı 166. maddesi şöyledir:
"İflas kararı, iflas dairesine
bildirilir.
(Değişik: 9/11/1988-3494/30 md.) Daire,
kararı kendiliğinden ve derhal tapuya, ticaret sicil memurluğuna, gümrük ve
posta idarelerine, Türkiye Bankalar Birliğine, mahalli ticaret odalarına,
sanayi odalarına, taşınır kıymet borsalarına, Sermaye Piyasası Kuruluna ve
diğer lazım gelenlere bildirir. Daire, ayrıca kararı, karar tarihinde, tirajı
ellibinin (50.000) üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı yapılan
gazetelerden biri ile birlikte iflas edenin muamele merkezinin bulunduğu
yerdeki bir gazetede ve Ticaret Sicili Gazetesinde ilan eder. Tirajı ellibinin
(50.000) üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı yapılan gazetenin yayınlandığı
yer aynı zamanda muamele merkezi ise mahalli gazetede ilan yapılmaz.
İflasın kapandığı veya kaldırıldığı da
aynı suretle bildirilir ve ilan olunur."
38. 2004 sayılı Kanun'un "İflas masası" kenar
başlıklı 184. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"İflas açıldığı zamanda müflisin
haczi kabil bütün malları hangi yerde bulunursa bulunsun bir masa teşkil eder
ve alacakların ödenmesine tahsis olunur. İflasın kapanmasına kadar müflisin
uhdesine geçen mallar masaya girer.
..."
39. 2004 sayılı Kanun'un "Hukuk davalarının
tatili" kenar başlıklı 194. maddesi şöyledir:
"(Değişik birinci fıkra :
9/11/1988-3494/40 md.) Acele haller müstesna olmak üzere müflisin davacı ve
davalı olduğu hukuk davaları durur ve ancak alacaklıların ikinci toplanmasından
on gün sonra devam olunabilir.Bu hüküm şeref ve haysiyete tecavüzden, vücut
üzerinde ika olunan zararlardan doğan tazminat davaları ile evlenme, ahvali
şahsiye veya nafaka işlerine müteallik ihtilaflara, rehnin paraya çevrilmesi
yoluyla takiplerle ilgili olarak açılmış olan hukuk davalarına tatbik olunmaz.
Dava durduğu müddetçe zamanaşımı ve
hakkı düşüren müddetler işlemez."
40. 2004 sayılı Kanun'un "Adi ve rehinli
alacakların sırası" kenar başlıklı 206. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(Değişik birinci fıkra: 28/2/2018-7101/5
md.) Alacakları rehinli olan alacaklıların satış tutarı üzerinde rüçhan hakları
vardır. Gümrük resmi ve akar vergisi gibi Devlet tekliflerinden muayyen eşya ve
akardan alınması lazım gelen resim ve vergi, rehinli alacaklardan sonra gelir.
Bir alacak birden ziyade rehinle temin
edilmiş ise satış tutarı borca mahsup edilirken her rehinin idare ve satış
masrafı ve bu rehinlerden bir kısmı ile temin edilmiş başka alacaklar da varsa
bunlar nazara alınıp paylaştırmada lazım gelen tenasübe riayet edilir.
Alacakları taşınmaz rehniyle temin
edilmiş olan alacaklıların sırası ve bu teminatın faiz ve eklentisine şümulü
Kanunu Medeninin taşınmaz rehnine müteallik hükümlerine göre tayin olunur.
...
(Değişik dördüncü fıkra:
17/7/2003-4949/52 md.) Teminatlı olup da rehinle karşılanmamış olan veya
teminatsız bulunan alacaklar masa mallarının satış tutarından, aşağıdaki sıra
ile verilmek üzere kaydolunur:
Birinci sıra:
A) İşçilerin, iş ilişkisine dayanan ve
iflâsın açılmasından önceki bir yıl içinde tahakkuk etmiş ihbar ve kıdem
tazminatları dahil alacakları ile iflâs nedeniyle iş ilişkisinin sona ermesi
üzerine hak etmiş oldukları ihbar ve kıdem tazminatları,
...
Dördüncü sıra:
İmtiyazlı olmayan diğer bütün alacaklar.
..."
41. 2004 sayılı Kanun'un "Sıralar arasındaki
münasebet" kenar başlıklı 207. maddesi şöyledir:
"Her sıranın alacaklıları
aralarında müsavi hakka maliktirler.
Bir sıra evvelki alacaklılar
alacaklarını tamamen almadıkça sonra gelen sıradakiler bir şey alamazlar."
42. 2004 sayılı Kanun'un "Basit tasfiye"
kenar başlıklı 218. maddesi şöyledir:
"İflas dairesince defteri tutulan
mallar bedelinin tasfiye masraflarını koruyamıyacağı anlaşılırsa basit tasfiye
usulü tatbik olunur.
Bu takdirde iflas dairesi, alacaklıları
yirmi günden az ve iki aydan çok olmamak üzere tayin edilecek müddet içinde
alacaklarını ve iddialarını bildirmeğe ilanla davet eder. Bu müddet içinde
alacaklılardan biri masrafları peşin vermek suretiyle tasfiyenin adi şekilde
yapılmasını isteyebilir.
Basit tasfiyede iflas dairesi
alacaklıların menfaatlerine muvafık surette malları paraya çevirir ve başka
merasime mahal kalmaksızın alacakları tahkik ve sıralarını tayin ederek
bedellerini dağıtır.
Tasfiyenin kapandığı ilan olunur."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
43. Mahkemenin 13/1/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Maddi ve
Manevi Varlığın Korunması Hakkıyla Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden
1. Başvurucuların
İddiaları
44. Başvurucular, açtıkları tazminat davasında ihtiyati
tedbir kararı verilmesini talep ettikleri hâlde bu yönde karar verilmemesi
nedeniyle alacağın tahsilinin mümkün olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucular,
resmî kurumların bilgisi olmasına rağmen imtiyazlı olan işçilik alacaklarının
iflas masasına kayıt edilmediğini ifade etmiştir. Başvurucular, ceza
soruşturmalarının zamanaşımı ile sonuçlandırılarak sorumluların
cezalandırılmaması ve açtıkları tazminat davasında ihtiyati tedbir kararı
verilmemesi nedeniyle zarara uğradıkları gerekçesiyle Bakanlığa yaptıkları
başvurunun reddedilmesi nedeniyle açtıkları davanın da hukuka aykırı olarak
reddedildiğini ifade etmiştir. Sonuç olarak başvurucular; meydana gelen olay
sonrası felç kalan başvurucu Yaşar Demir'in hiçbir ihtiyacını karşılayamadığına
ve 2006 yılında başlayıp 2016 yılına kadar devam eden yargılama sürecinde
gerekli önlemlerin alınmaması sonucunda alacaklarının tahsil edilemediğine
vurgu yaparak eşitlik ilkesi ile etkili başvuru, adil yargılanma, mülkiyet,
özel ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
45. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar
başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,... maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
46. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri,
(...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır."
47. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin
korunması" kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
"Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin
hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek
zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından
vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin
edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır."
48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucuların temel şikâyeti, uzun süre devam eden yargılama sürecinde
kamu makamlarının gerekli önlemleri almaması nedeniyle yargılama sonunda elde
edilen tazminatların tahsil edilememesine ve bu nedenle meydana gelen
zararlarının karşılanmamasına ilişkindir. Bu nedenle başvurucuların tüm
şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkıyla bağlantılı olarak
etkili başvuru hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
49. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında;
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve
geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı
kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile
bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına
karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187,19/12/2013, §
30).
50. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında
hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin olarak
yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede
derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde
yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet,
yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak
ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel
olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik
Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
51. Etkili başvuru hakkı, anayasal bir hakkının ihlal
edildiğini ileri süren herkese; hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını
inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini
engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama)
elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânının sağlanması
olarak tanımlanabilir (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47).
52. Anayasa Mahkemesi, manevi zararların ağırlıkta olduğu
ihlal iddialarında -kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ve özel
hayata saygı hakkı kapsamında- hukuki tazmin yolunu başarı şansı sunabilecek
kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olarak kabul etmiştir (Işıl Yaykır,
B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44; Aslı Kırmızı Demirseren, B. No: 2013/5680,
15/4/2014, § 41; Gülşin Oral, B. No: 2013/6129, 16/9/2015, § 47; Sümeyye
Örnek, B. No: 2014/11091, 7/6/2017, § 26). Ancak müdahalenin kim tarafından
gerçekleştirildiğine, müdahalenin devam edip etmediğine ve özel düzenlemelerin
öngörülüp öngörülmediğine göre ihlal iddialarının tespit edilmesi, ihlalin
giderilmesi konusunda başarı şansı sunan hukuki yollar farklılaşabilmektedir.
Bu noktada etkili hukuki yolların bulunup bulunmadığının belirlenmesi ve etkili
olabilecek hukuk yollarına başvurulması durumunda bu yolun pratikte de etkili
şekilde işletilip işletilmediğinin irdelenmesi önem arz etmektedir.
53. Gerek ihtiyati tedbir gerekse ihtiyati haciz
hukukumuzda geçici hukuki koruma yolları olarak düzenlenmiştir. İhtiyati
tedbir; uyuşmazlık konusu olan taşınır veya taşınmaz malların devrinin
önlenmesi, dava sonuna kadar aynen muhafaza edilmesi veya bir tehlike yahut
zararın önlenmesi amacıyla başvurulan bir yoldur. İhtiyati haciz ise para veya
teminat alacağının zamanında ödenmesini güvence altına alan bir vasıtadır. Her
iki yolun da henüz talep edilebilirliği kesin olmayan bir hak veya alacağın
temin yahut tahsilini mümkün kılabilmek için devletin pozitif yükümlülükleri
kapsamında düzenlenen etkin ve erişilebilir hukuki mekanizmalar olduklarında
duraksama bulunmamaktadır.
54. Somut olayda başvurucu Yaşar Demir'in Şirket
bünyesinde kaynak işçisi olarak çalışmaktayken iş kazası geçirdiği ve %66
oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiği tespit edilmiştir. Başvurucular
23/3/2006 tarihinde Şirket aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır.
Dava dilekçesinde, davalı Şirketin tasfiyeye gitme, sahip olduğu araçları ve
gayrimenkulleri elinden çıkarma ihtimali bulunduğu ifade edilerek Şirkete ait
araçlar ve gayrimenkuller üzerine ihtiyati tedbir konulması talep edilmiştir. Ancak
öncelikle başvurucuların yukarıda yer verilen yasal düzenlemelere göre
haklarını güvence altına almaya en elverişli olan ihtiyati haciz yolunu tercih
ederek talepte bulunmaları gerekirken, asıl davanın konusu için talep edilebilecek
ihtiyati tedbir yoluna başvurdukları anlaşılmaktadır (bkz. §§ 32-34).
55. Başvuru formu ve ekleri ile UYAP üzerinden yapılan
incelemede, başvurucuların ihtiyati tedbir talebi hakkında 23/3/2006 tarihinde
başlayıp 17/5/2016 tarihinde sona eren yargılama süresi içerisinde bir karar
verildiğine ilişkin bilgiye rastlanmamıştır. Ancak başvurucuların bu
taleplerini yargılama sırasında sürdürdükleri yönünde de bir bilgi ve belge
bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla başvurucular, dava dilekçesiyle bu talebi
Mahkemeye iletmiş fakat Mahkemenin bir karar vermemek yönündeki olumsuz
tutumunu etkileyecek ısrar veya itiraz gibi zorlayıcı mekanizmaları
kullanmamıştır. Ayrıca başvurucular vekilinin 3/4/2012 tarihli celsede Şirketin
tasfiyeye girdiğini belirterek ticaret sicil kayıtlarının getirilmesini
istediği hâlde, bu tarihten sonra da ihtiyati tedbire ilişkin bir beyanda
bulunulmayarak bu menfi tutumun sürdürüldüğü görülmektedir. Kaldı ki Şirketin
davanın açıldığı tarihteki ekonomik durumunun alacağın tahsili için elverişli
olup olmadığı da anlaşılamamaktadır. Dolayısıyla başvurucuların, yargılama
sürecinde ihtiyati tedbir kararı verilmesine yönelik haklılıklarını ve tedbir
kararı verilmediği takdirde dava sonunda hüküm altına alınan tazminat bedelinin
tahsilinin mümkün olmayacağına ilişkin yakınmalarını derece Mahkemesi önünde
yeterince ortaya koydukları söylenemez.
56. Başvurucuların ihtiyati tedbir kararı verilmediğine
ilişkin şikâyetleri dışında lehlerine verilen kararda; belirlenen tazminatların
tahsili için başlattıkları icra takibi sırasında Şirketin iflas ettiğini,
taşınır ve taşınmaz bir malının bulunmadığını öğrendiklerini, resmî kurumlar
görevlerini yerine getirmediğinden imtiyazlı işçi alacağının iflas masasına
yazdırılmadığını belirterek alacağın tahsil edilemediğinden de şikâyet
ettikleri anlaşılmaktadır. Somut olayda maddi ve manevi varlığın korunması
hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı kapsamında devletin pozitif
yükümlülüğü, başvurucuların alacaklarına kavuşması imkânına elverişli ve etkin
hukuki mekanizmalar oluşturup bu mekanizmaların yeterince işleyip işlemediğini
denetlemekten ibarettir. Yoksa elverişli ve etkin hukuki mekanizmaları kurup
denetleyen kamu makamlarının, bu hukuki mekanizmaların yeterince harekete
geçirilmemesi nedeniyle ortaya çıkan olumsuz sonuçtan veya bu mekanizmaların
elverişli kullanılması sonucunda dahi alacağın kısmen veya tamamen tahsil
edilememesinden bir sorumluluğu bulunduğundan söz edilemez.
57. Bu kapsamda, somut olayda başvurucular vekili,
tazminat davasının 3/4/2012 tarihli celsesinde Şirketin tasfiyeye girdiğini
belirtilerek ticaret sicil kayıtlarının getirilmesini istemiştir. Bu tarihte
başvurucular, alacaklarının tahsil edilmesi yönünde ciddi bir tehlikenin ortaya
çıktığından haberdar olmuştur. 2/5/2012 tarihinde üçüncü kişi, Şirketin
iflasına karar verilmesi istemiyle dava açmış ve bu dava 27/9/2012 tarihinde
kabul edilerek 2/11/2012 tarihinde kesinleştirilmiştir. Bu tarihten sonra iflas
işlemleri İflas Dairesi tarafından yürütülmüştür. 2004 sayılı Kanun'un 218.
maddesinde basit tasfiye usulünde İflas Dairesinin, alacaklıları yirmi günden
az ve iki aydan çok olmamak üzere tayin edilecek müddet içinde alacaklarını ve
iddialarını bildirmeye ilanla davet edeceği ifade edilmiştir. Kamu
makamlarının, iflas tasfiyesinin ne şekilde yürütüleceğine ilişkin yasal
düzenlemeleri yaparak bu işlemleri yürütecek mercileri belirlediği
görülmektedir. Somut olayda; İflas Dairesinin gerekli ilanları yaparak
alacaklılara bilgi verdiği de dikkate alındığında, iflas tasfiyesine ilişkin
işlemlerin sürdürülmesi hususunda kamu makamlarına atfedilebilecek bir kusur
olduğundan söz edilemeyeceği gibi kamu makamlarının başvurucuların alacağının
doğrudan masaya kaydına yönelik bir sorumluluğu olmadığı da açıktır. Ayrıca
başvurucular iflasın açılmasına ilişkin davaya taraf olmamakla birlikte,
başvurucular vekilinin 3/4/2012 tarihli beyanı ile iflas karar ve süreçlerinin
ilan ettirilmesi karşısında, başvurucuların Şirketin iflas hâlinde olduğunu
bilmediğine yönelik beyanlarına kıymet verilememiştir.
58. Dolayısıyla başvurucular, tazminat davasının
yargılaması sırasında ihtiyati tedbir taleplerine ilişkin etkili bir yöntem
izlemedikleri gibi Şirketin davanın açıldığı tarihteki ekonomik durumunun
alacağın tahsili için elverişli olduğunu ve Şirketin mal varlığına tedbir
konulmaması nedeniyle alacaklarının tahsil edilmediğini yeterince ortaya
koyamamıştır. Ayrıca başvurucular 3/4/2012 tarihinde Şirketin tasfiyeye
girdiğini belirterek alacaklarının tahsil edilmesi yönünde ciddi bir tehlikenin
ortaya çıktığından haberdar oldukları ve Şirketin iflasına ilişkin ilanlar
yapıldığı hâlde alacaklarının masaya kaydı için başvuruda bulunmamıştır. Somut
olayda, etkin ve elverişli hukuki mekanizmaları kurduğu anlaşılan kamu
makamlarının ortaya çıkan olumsuz sonuçtan devletin pozitif yükümlülükleri
kapsamında sorumluluğunun bulunduğu söylenemez. Sonuç olarak tüm bu hususlar
birlikte değerlendirildiğinde, başvurucuların alacaklarının tahsil edilememesi
nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkıyla bağlantılı olarak etkili
başvuru hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır.
59. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden
1. Ceza
Soruşturma ve Davasının Zamanaşımına Uğradığına İlişkin İddia Yönünden
60. Anayasa Mahkemesi daha önce çeşitli kararlarında suç
isnadına ilişkin olmayan ve üçüncü kişinin cezalandırılmasına yönelik ihlal
iddialarının adil yargılanma hakkının kapsamına girmediğini belirterek
başvuruların bu kısımlarının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle reddine
karar vermiştir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §§ 20-27; A.S.
ve Ö.S., B. No: 2015/10100, 18/4/2018, §§ 20-24).
61. Somut olayda başvurucular, yürütülen soruşturma ve
ceza davasının aşımı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı ve düşme kararı ile
sonuçlanması nedeniyle Şirket yetkililerinin cezasız kaldıklarından şikâyet
etmektedir. Dolayısıyla suç isnadına ilişkin olmadığı ve üçüncü kişinin
cezalandırılmasına yönelik olduğu anlaşılan ihlal iddiaları nedeniyle Anayasa
Mahkemesinin belirtilen kararlarındaki ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir
durumun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
62. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Tazminat
Davasında Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
Yönünden
63. Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamanın
uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı
fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası
gereği, bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu
öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde
yapılması gerekir.
65. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak
davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
66. Güher Ergun ve diğerleri kararında medeni hak
ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit
edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarihin;
sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak
şekilde- yargılamanın sona erdiği tarihin esas alınacağı benimsenmiştir.
Dolayısıyla her durumda sürenin sona erdiği tarihin icra aşamasını da
kapsayacağı kabul edilemeyecektir. Başvurucular vekili 3/4/2012 tarihli celsede
Şirketin tasfiyeye girdiğini beyan etmiştir. Başvurucular bu tarihte
alacaklarının tahsil edilmesi yönünde ciddi bir tehlikenin ortaya çıktığından
haberdar olmuştur. İflas Dairesi tarafından Asliye Ticaret Mahkemesine
gönderilen 18/8/2015 tarihli yazıda, Şirketin mal varlığı tasfiye masraflarını
karşılamadığından basit tasfiye yapıldığı belirtilmiş ve iflasın kapanmasına
karar verilmesi istenilmiştir. Dolayısıyla İflas Dairesi yazısından, tasfiyenin
basit usulle yürütülmesine karar verilip ilan olunduğu, sıra cetveli yapılıp
ilan edildiği, işlemler sonunda satılacak mal ve dağıtıma esas para
olmadığından borç ödemeden aciz belgeleri düzenlenerek alacaklılara tebliğe
gönderildiği ifade edildiğinden 18/8/2015 tarihinden evvel Şirketin mal
varlığının bulunmadığının tespit edildiği ve bunun da ilan yoluyla
alacaklıların bilgisine sunulduğu sonucuna varılmaktadır. Başvurucuların,
Şirketin mal varlığının bulunmadığını 18/8/2015 tarihinden evvel öğrendikleri
hâlde tazminat davasında 17/5/2016 tarihinde lehlerine verilen kararı 9/6/2016
tarihinde icra takibine koydukları ve tahsil etmeye çalıştıkları
anlaşılmaktadır. Güher Ergun ve diğerleri kararında medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit
edilirken sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarihin esas alınacağı benimsenmiş
ise de en başından etkisiz olduğu başvurucularca bilinen icra takibi yolunun,
yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitine ilişkin hesaplamada
dikkate alınması mümkün olmayacaktır. Bu durumda da başvurucular, yapacakları
icra takibinin alacağın tahsiline elverişli olmadığını en geç 18/8/2015
tarihinde, 17/5/2016 tarihli nihai Mahkeme kararını da en geç icra takibini
başlattıkları 9/6/2016 tarihinde öğrenmiştir. Dolayısıyla başvurucuların
9/6/2016 tarihinden itibaren otuz günlük yasal süre içinde bireysel başvuruda
bulunmaları gerekirken 11/1/2017 ve 7/12/2018 tarihinde yapılan bireysel
başvurularda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
67. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Tazminat
Davasında İkinci Kez Kusur Bilirkişi Raporu Alınmadığına İlişkin İddia Yönünden
68. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir.
69. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği
Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun; bireysel başvuru konusu
şikâyetini öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması ve bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177,
26/3/2013, § 17).
70. Somut olayda başvurucular, iddialarını ileri
sürebilecekleri temyiz olağan kanun yolunu tüketmeksizin bireysel
başvuruda bulunmuştur.
71. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Maddi ve manevi varlığın korunması hakkıyla bağlantılı
olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddia yönünden;
1. Ceza soruşturma ve davasının zamanaşımına uğradığına
ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Tazminat davasında makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Tazminat davasında ikinci kez kusur bilirkişi raporu
alınmadığına ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde
BIRAKILMASINA 13/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.