TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ADALET MEHTAP BULURYER BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2017/14655)
|
|
Karar Tarihi: 29/1/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 19/3/2020-31073
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Tuğba TUNA IŞIK
|
Başvurucu
|
:
|
Adalet Mehtap BULURYER
|
Vekili
|
:
|
Av. Metin İRİZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, idare mahkemesi kararı üzerine yapılan
istinaf başvurusunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 6/3/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Fatih Belediyesinde (Belediye) memur olarak görev
yapan başvurucunun sosyal denge yardımı olarak aldığı ücretin ödenmesi
talebiyle yaptığı müracaat Belediye tarafından reddedilmiştir.
9. Başvurucu, sosyal denge tazminatının ödenmesi
istemiyle Belediye aleyhine İstanbul 12. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava
açmıştır.
10. Mahkemenin davanın reddi yönünde verdiği karar
başvurucu vekiline 19/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
11. Başvurucu, anılan karara karşı 18/11/2016 tarihinde
İstanbul Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf başvurusunda
bulunmuştur.
12. Bölge İdare Mahkemesi 17/1/2017 tarihli kararlarıyla
istinaf başvurusunu reddetmiştir. Kararın gerekçesinde mahkeme kararının
başvurucu vekiline 19/10/2016 tarihinde tebliğ edildiği, kanunda belirtilen
otuz günlük sürenin geçirilmesi suretiyle 18/11/2016 tarihinde yapılan istinaf
başvurusunun süresinde olmadığı belirtilmiştir.
13. Nihai karar 2/2/2017 tarihinde başvurucu vekiline
tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 6/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
15. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdare ve vergi mahkemelerinin
kararlarına karşı, başka kanunlarda farklı bir kanun yolu öngörülmüş olsa dahi,
mahkemenin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine, kararın
tebliğinden itibaren otuz gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir…"
16. 2577 sayılı Kanun'un 8. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Süreler, tebliğ, yayın veya ilan
tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlar."
17. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 39. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
" Gün ile belirlenen süreler,
tebligatın yapıldığının ertesi günü işlemeye başlar."
18. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 92. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Süreler gün olarak belirlenmiş ise
tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz ve süre son günün tatil
saatinde biter."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 29/1/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu; sosyal denge tazminatı ödemesi yapılmasına
ilişkin birden fazla dava açmak zorunda kaldığını, üyesi olduğu sendika
sebebiyle kendisine ödeme yapılmadığını ve ayrımcılığa uğradığını
belirtmektedir. Başvurucuya göre 2577 sayılı Kanun'un dava açma süresini
düzenleyen 7. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca tebliğ
gününün hesaba katılmaması ve sürelerin tebliği izleyen günden itibaren
başlatılması gerektiğinden bu şekilde yapılacak hesaplamaya göre istinaf
başvurusu süresindedir. Başvurucu yukarıda belirttiği nedenlerle adil
yargılanma, mülkiyet, örgütlenme hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini
ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
21. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir."
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özü, sosyal denge
tazminatının ödenmesi istemiyle açtığı davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi
kararına karşı yaptığı istinaf başvurusunun süre aşımından reddedilmesi
nedeniyle davanın esasının incelenememesidir. Bu itibarla belirtilen ihlal
iddiaları, adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim
hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Hakkın
Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
24. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim
hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün
bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme)
yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım
Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156,
20/4/2017, § 34).
25. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak
arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme
tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren
güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma
imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma
hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah,
B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
26. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kapsamında
yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme
önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52).
27. Somut olayda mahkeme kararına karşı yapılan istinaf
başvurusunun süre aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi
nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin
bulunduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
28. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı
olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
29. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir
sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
30. Başvurucunun mahkeme kararına karşı yaptığı istinaf
başvurusunun süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin Bölge İdare
Mahkemesi kararının tebliğinden itibaren otuz gün içinde
yapılabileceğine ilişkin 2577 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun
mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu
anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
31. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının
ne olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından
müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem
ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel
ifadesiyle Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir
gereği olan idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna
işaret etmiştir (daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım,
B. No: 2014/5, 25/10/2017, §§ 54, 55; Fatma Altuner, B. No: 2014/17714,
26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik
İnşaat Turizm Sanayii ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/12354,
9/11/2017, § 52).
iii. Ölçülülük
(1) Genel
İlkeler
32. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik
ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin
zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının
mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
33. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından
dava açma hakkının belli bir süreyle sınırlandırılması tek başına mahkemeye
erişim hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması, diğer bir
ifadeyle haktan yararlanılmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede
zorlaştıracak kadar kısa olmaması gerekir. Dava açma süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken dava ile elde edilecek hakkın niteliği, davanın
konusu ve kişinin dava hakkının doğduğunu öğrenme imkânına sahip olup olmadığı
gibi hususlar gözönünde bulundurulmalıdır. Öngörülen sürenin dava açmak için
gerekli araştırma ve hazırlıkların yapılmasına, gerekiyorsa hukuki ve teknik
yardım alınmasına yetecek ve hakkın önemiyle orantılı bir uzunlukta olmaması
durumunda ölçüsüz olduğu söylenebilir (Yaşar Çoban [GK], B. No:
2014/6673, 25/7/2017, § 65).
34. Dava açma süresinin işlemeye başladığı an da
mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Yaşar Çoban, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte
başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece
mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma
süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin
bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol,
dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili
derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut
olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No:
2014/18135, 20/9/2017, § 46).
35. Öte yandan mahkemeler, dava açma süresi öngören kanun
hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı
şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı
ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte mahkemelerin
sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını
zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik
ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin
kanun hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye
erişim hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir (Yaşar Çoban, § 67).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
36. Somut olayda başvurucunun istinaf incelemesine konu
ettiği karar 20/9/2016 tarihli mahkeme kararıdır. Söz konusu kararın 19/10/2016
tarihinde başvurucuya usulüne uygun olarak tebliğ edildiği hususunda herhangi
bir ihtilaf bulunmamaktadır. İhtilafın itiraz başvuru süresinin başlangıcı
olarak hangi tarihin (tebliğ tarihi/tebliğ tarihini izleyen gün) kabul
edileceği noktasından kaynaklandığı görülmektedir.
37. Bölge İdare Mahkemesi, mahkeme kararının tebliğ
edildiği günü de sayarak otuz günlük itiraz süresini hesaplamıştır. Buna göre
kararın tebliğ edildiği tarih de sayıldığında 18/11/2016 tarihinde yapılan
istinaf başvurusunun otuz birinci günde yapıldığı ve süresinde olmadığı
sonucuna ulaşmıştır. Bölge İdare Mahkemesi bu uygulamasını 2577 sayılı Kanun'un
45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına dayandırmıştır. Anılan fıkrada, idare
mahkemesi kararlarına karşı istinaf süresinin kararın tebliğinden itibaren
otuz gün olduğu hükme bağlanmıştır.
38. Başvurucu ise istinaf süresinin mahkeme kararının
tebliğ tarihini izleyen gün olan 20/10/2016 tarihinden başladığını ileri
sürmekte; bu iddialarını 2577 sayılı Kanun'un dava açma süresini düzenleyen 7.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer verilen, sürelerin tarihi
izleyen günden itibaren başlayacağı yönündeki kurala dayandırmaktadır. Başvurucuya
göre tebliği izleyen günden itibaren otuzuncu günde yaptığı istinaf başvurusu
süresindedir.
39. 2577 sayılı Kanun'un 8. maddesinde, sürelerin "tebliğ
tarihini izleyen günden itibaren" işlemeye başlayacağı hükme
bağlanmaktadır. Benzer hükümler 5271 ve 6100 sayılı Kanunlarda da yer
almaktadır. Derece mahkemesinin tebliğ tarihinden itibaren ile tebliğ
tarihini izleyen günden itibaren ibareleri arasında bir ayrım yapması ve bu
iki kavrama farklı anlamlar yüklemesi anlaşılabilir bir durumdur. Ancak derece
mahkemeleri dava açma süresine ilişkin hukuk kurallarını yorumlarken tüm hukuk
sistemini bir bütün olarak gözönünde bulundurmak ve başvurucuların mahkemeye
erişim haklarını aşırı kısıtlayacak biçimde katı ve şekilci yorumlardan
kaçınmak durumundadır. Özellikle muğlak ve yorumu gerektiren ifadelerin
başvurucular açısından -hukuk sistemi bir bütün olarak dikkate alındığında-
öngörülemez biçimde yorumlanması başvuruculara aşırı bir külfet yüklenmesi ve
mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir (Songül Akça
ve diğerleri [GK], B. No: 2015/2401, 19/7/2018, § 46).
40. Hukuk sistemimizdeki hukuk ve ceza yargılamaları ile
idari yargılamaya ilişkin temel yargılama usulü kanunlarında (2577, 5271 ve
6100 sayılı Kanunlar) yargı mercileri nezdinde gerçekleştirilecek her türlü
yargı işlemlerinde uygulanacak sürelerin hesaplanmasında tebligatın yapıldığı
tarihin dikkate alınmamasının ve sürenin tebliği izleyen günden itibaren
başlatılmasının genel bir yargılama usulü kuralı olarak benimsendiği
anlaşılmaktadır. Öte yandan her üç yargı kolundaki içtihadın ve uygulamanın da
mevzuattaki bu düzenlemeye uygun ve onunla aynı yönde yerleştiği görülmektedir
(Songül Akça ve diğerleri, § 47).
41. Bölge İdare Mahkemesinin 2577 sayılı Kanun'un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan "kararın tebliğinden
itibaren" ibaresini, kararın tebliğ edildiği tarihi de kapsayacak
biçimde yorumlamasının ve bu suretle istinaf başvuru süresinin hesabında
kararın tebliğ edildiği tarihin de sayılmasının yukarıda değinilen temel
kanunlar ve bu kanunlar çerçevesinde şekillenen uygulamayla uyumlu olmadığı
açıktır. Bölge İdare Mahkemesinin söz konusu temel usul kanunlarına karşı tezat
biçimdeki bu yorumunun başvurucu açısından öngörülebilir olduğu da söylenemez.
Kuralda istinaf süresinin hesabında mahkeme kararının tebliğ edildiği günün de
sayılacağı yolunda bir açıklığın bulunmadığı hususu da gözetildiğinde
başvurucunun bu hükme, temel usul kanunlarında yer verilen düzenlemedeki anlamı
yüklemesi ve işlemin tebliğ edildiği tarihin istinaf süresinin hesabında
dikkate alınmayacağı yolunda beklentiye girmiş olması başvurucu açısından
temelsiz bir yaklaşım olarak görülemez.
42. Sonuç olarak 2577 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında yer alan "kararın tebliğinden itibaren"
ibaresinin temel usul kanunlarına ilişkin yerleşmiş uygulamalardan farklı
olarak kararın tebliğ edildiği tarihin de istinaf süresinin hesabında dikkate alınacak
şekilde yorumlanmasının -mahkeme kararının tebliğ edildiği tarihin istinaf
süresinin hesabında dikkate alınacağı yolunda açık bir hükmün bulunmadığı da
gözetildiğinde- aşırı katı ve şekilci olduğu değerlendirilmiştir. Bu durumda
istinaf süresi öngörülmesiyle amaçlanan kamusal yarar ile başvurucuların
mahkemeye erişim hakkından yararlanmasındaki bireysel menfaat arasındaki
dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve derece mahkemesinin öngörülemez yorumu
nedeniyle istinaf hakkından mahrum kalan başvurucunun mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
44. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
45. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve
tazminat talebinde bulunmuştur.
46. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da
işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506,
7/11/2019).
47. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
48. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda
Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi
uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder.
Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı
olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve
bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı
verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı
olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda
herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar
kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek
devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine
getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2),
§§ 57-59, 66, 67).
49. İncelenen başvuruda istinaf başvurusunun reddedilmesi
nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
50. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Bölge İdare Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
51. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için İstanbul Bölge İdare
Mahkemesine gönderilmek üzere İstanbul 12. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE
(Karar, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdare Dava Dairesinin 17/1/2017
tarihli ve E.2017/42, K.2017/68 sayılı kararıyla ilgilidir.)
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 29/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.