TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ARİF KOCA VE ZÜBEYDE KOCA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/8483)
|
|
Karar Tarihi: 15/1/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 19/3/2020-31073
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Halil İbrahim DURSUN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Arif KOCA
|
|
|
2. Zübeyde KOCA
|
Vekili
|
:
|
Av. Defne VARDAR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi hata nedeniyle kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/5/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmesine
gerek görülmediğini değerlendirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava dosyası
içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular, yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle 3/5/2012
tarihinde hayatını kaybeden 1987 doğumlu H.K.nın anne ve babasıdır.
A. H.K.nın Tedavi Süreci
ve Ölümü
9. Başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgelere göre
başvurucuların on beş yaşındaki kızı H.K. 1/1/2002 tarihinde baş ağrısı
şikâyetiyle Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Acil Polikliniğine
götürülmüştür. Burada doldurulan tıbbi müşahade ve muayene kâğıdında;
başvuruculardan anne Zübeyde Koca'nın gece saat 04.00 sıralarında kızı H.K.nın
odasına gittiği ve H.K.yı gözlerini hiç kırpmadan tavana bakar vaziyette
gördüğü, bunun üzerine H.K.yı hastaneye getirdiği, hastaneye getirilen H.K.nın tonik-klonik (tüm vücut kaslarında
meydana gelen kasılma ve gevşeme) kasılmaları ile ishal ve ateşinin olmadığı
ancak on beş kez kustuğu ifade edilmiştir. Tıbbi müşahade ve muayene kâğıdında
ayrıca H.K.nın annesinin 35 yaşında ve sağlıklı olduğu, babasının ise 42 yaşında
olduğu ancak babasında kan pıhtılaşması hastalığının bulunduğu belirtilmiştir.
Son olarak müşahade altına alınan H.K.nın bilgisayarlı beyin tomografisinin
pediatri kliniği tarafından acil olarak istendiği ve çektirildiği ifade
edilmiştir.
10. Beyin tomografisi tetkik raporunda, sağda daha belirgin
olmak üzere her iki sentrum semiovale
düzeyinde enfarktla uyumlu
olabilecek hipoekoik alanlar
(doku bozukluğu) izlendiği belirtilmiştir.
11. Beyin tomografisi ile diğer bazı tetkik ve araştırmalardan
sonra H.K.nın beyin cerrahisi kliniğine devrine karar verilmiştir. Devir
notunda özetle H.K.nın bilincinin açık ancak sol alt ekstremitede (bacak ve ayak) kuvvet azlığı olduğu
belirtilmiştir. Yapılan tetkikler neticesinde H.K.nın abse drenajı ameliyatına alınmasına karar
verilmiştir.
12. Başvuruculardan Arif Koca, üzerinde herhangi bir tarih
bulunmayan "Hastalardan Alınacak
Muvafakatname" başlıklı
bir belgeyi veli sıfatıyla imzalamıştır. Bu belgede "Yapılması Düşünülen Operasyon"
şeklinde bir başlık bulunmakla birlikte bu başlığın karşısında herhangi bir
açıklama yer almamaktadır. Başvuruculardan Arif Koca'nın imzaladığı belgenin
ilgili kısmı şöyledir:
"...Ankara Hastanesi Nöroşirürji Kliniği
mütehassıs tabipleri tarafından yapılmasına lüzum gösterilen cerrahi ameliyeler
ve bu ameliyat esnasında görülmesi melhuz arıza ve ihtilatların dahi fenni
lüzum halinde keza cerrahi ameliyat yapılmak suretiyle tedavisine aklım başımda
olduğum halde muvafakat ederim."
13. H.K. 2/1/2002 tarihinde abse drenajı ameliyatına alınmıştır.
Gerçekleştirilen ameliyattan sonra düzenlenen ameliyat kâğıdında herhangi bir
komplikasyon yaşandığından söz edilmemiştir. Başvuru dosyasındaki 13/1/2002
tarihli tıbbi belgede de hastanın genel durumunun iyi, hayati bulgularının
stabil olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte H.K. 15/1/2002 tarihinde
ikinci defa ameliyata alınmıştır. Bu ameliyatta sağ pariyeto occipital hemotom ile subtotal kitle eksizyonu yapılmıştır.
14. Beyin cerrahisindeki tedavi sürerken H.K.ya pıhtılaşmaya
eğilimli genetik kan hastalığı tanısı konulmuştur. Bu tanı üzerine H.K.
hastanenin çocuk hematolojisi bölümüne devredilmiştir.
15. Başvurucular bireysel başvuru formunda, pıhtılaşmaya
eğilimli genetik kan hastalığı tanısı kapsamında tedavi gören kızlarının
hastaneden 26/2/2002 tarihinde taburcu edildiğini belirtmişlerdir.
Başvurucular, kızlarını taburcu edildiği tarihten 15/7/2003 tarihine kadar aynı
hastanenin beyin cerrahisi ile çocuk hastalıkları bölümlerine üç ay aralıklarla
kontrole götürdüklerini ifade etmişlerdir. Başvurucular, kızlarının el ve
ayaklarında uyuşma hissi yaşaması ve konuşma yetisini yitirmesi şikâyetiyle
15/7/2003 tarihinde tekrar aynı hastaneye götürdüklerini, kızlarının bu
tarihten sonra bu hastanede birçok defa tedavi gördüğünü belirtmişlerdir. Başvuru
formu ve ekleri bu kapsamda incelendiğinde H.K.nın 2003 yılının Temmuz ayından
2004 yılının başlarına kadar Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesine birçok kez
başvurduğuna ve burada pıhtılaşmaya eğilimli genetik kan hastalığı tanısı
doğrultusunda tedavi edildiğine ilişkin tıbbi bilgi ve belgelerin bulunduğu
görülmüştür.
16. Başvuru formu ve eklerindeki belgeler arasında Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesince düzenlenen 19/12/2008 tarihli bir
konsültasyon kâğıdı bulunmaktadır. Bu belgeye göre H.K. konuşma bozukluğu ve
sol alt ektremitede güçsüzlük
şikâyetiyle hastaneye başvurmuş ve burada beyin tomografisi çekilmiştir.
Başvuru formu ve eklerinde ayrıca H.K.nın 2009 yılı içinde Ankara Fizik Tedavi
ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesinde tedavi gördüğüne ilişkin bilgi ve belgeler yer
almaktadır. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi tarafından
düzenlenen belgelere göre 2009 yılının Şubat ayında çektirdiği MR sonucunda
beyninde tümör olduğu anlaşılan H.K. kendi isteğiyle Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesine başvurmuştur. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesince düzenlenen belgelere göre H.K. 16/4/2009 tarihinde hastaneye
yatırılmış ve 26/5/2009 tarihinde taburcu edilmiştir.
17. Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 24/6/2009
tarihli sağlık kurulu raporuna göre H.K.nın anılan tarihteki engel oranı
%92'dir.
18. H.K.3/5/2012 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
B. Tam Yargı Davası
Süreci
19. H.K. Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde
gerçekleştirilen sağlık hizmetlerinde hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek
30/11/2006 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle
ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuştur.
20. Sağlık Bakanlığı, H.K.nın talebini reddetmiştir.
21. Sağlık Bakanlığının ret kararı üzerine H.K. 2/2/2007
tarihinde Ankara 15. İdare Mahkemesinde dava açmış ve 86.939,20 TL maddi,
250.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. H.K. dava dilekçesinde özetle
1/1/2002 tarihinde çeşitli şikâyetlerle Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesine
başvurduğunu, yapılan tetkikler sonucunda "beyninden
apse boşaltılacağı" gerekçesi ile ameliyata alındığını, bu
ameliyattan sonra genel durumunun iyi olduğunun söylendiğini ancak 15/1/2002
tarihinde ikinci bir ameliyata alındığını, bu ameliyatla ilgili olarak ne
kendisine ne de ailesine bilgi verildiğini belirtmiştir. H.K. ikinci
ameliyattan sonra üç gün daha hastanede kaldıktan sonra kan pıhtılaşması
tanısıyla çocuk kliniğine sevk edildiğini, 26/2/2002 tarihine kadar burada
yattığını, daha sonra ise üç ay aralıklarla kontrole gidip geldiğini ifade
etmiştir. H.K. sağ kol ve sağ ayağında uyuşmaların başlaması ve konuşmasında
bazı problemler yaşaması üzerine 2003 yılının Temmuz ayında yine Ankara Eğitim
ve Araştırma Hastanesi Çocuk Polikliniğine başvurduğunu, temmuz ve ağustos
ayında birçok defa hastanenin çocuk polikliniğine gittiğini ve 26/9/2003
tarihinde tekrar hastaneye yatırıldığını belirtmiştir. H.K. anılan hastanede
birçok defa yatarak tedavi gördüğünü, 10/5/2006 tarihli sağlık raporuna göre
%40 oranında engelli olduğunu ifade etmiştir. H.K. dava dilekçesinde ayrıca
2002 yılından 2004 yılının Şubat ayına kadar"C..."
adlı bir ilaç kullandığını, nöbetlerinin artması üzerine bu ilacın
kullanımından vazgeçildiğini, daha sonra bu ilacın yan etkilerinin olduğunu
öğrendiğini ancak çoğu konuda olduğu gibi bu konuda da bilgilendirilmediğini
belirtmiştir.
22. Sağlık Bakanlığı savunma dilekçesinde özetle 1/1/2002
tarihinde Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran H.K.nın beyin
tomografisinin çekildiğini ve tomografi sonuçlarının 3 cm ve 5 cm çaplarında
iki adet apseyle uyumlu kistik kitle lezyonuyla ilgili olduğunun
değerlendirildiğini belirtmiştir. Sağlık Bakanlığı H.K.nın bu tanıyla 2/1/2002
tarihinde ameliyata alındığını, ameliyat sonrasında herhangi bir problemle
karşılaşılmadığını ve hastada mevcut olan kuvvet kaybının düzeldiğinin
görüldüğünü ifade etmiştir. Bu ameliyat sırasında çıkarılan parçaların
patolojik incelemeye tabi tutulduğunu, 10/1/2002 tarihli histoloji raporunda
tetkik sonucunun "iltihap",
15/1/2002 tarihli patoloji raporunda ise
"ensefalitis" olarak belirtildiğini, hastanın 15/1/2002
tarihinde ikinci defa ameliyata alındığını ifade etmiştir. Sağlık Bakanlığı,
post-op herhangi bir sorunu olmayan hastanın klinik takibi sırasında genel
durumunun iyi, vital bulgularının stabil olarak tespit edildiğini, 16/1/2002
tarihinde hematolojik pediatri konsültasyonunun yapıldığını, bu konsültasyon
sonrasında gerçekleştirilen DNA tetkikleri sonucunda hastanın "faktör V leiden mutasyonunu heterezigot"
taşıdığının belirlendiğini, bunun üzerine hastanın 18/1/2002-7/2/2002 tarihleri
arasında aynı hastanenin çocuk hastalıkları kliniğine yatırıldığını
belirtmiştir. Hastanın 2003 yılının Ağustos ayından itibaren de hastanede
çeşitli defa tedavi gördüğünü, hastanın tekrar tekrar yatarak tedavi görmesinin
nedeninin faktör V leiden mutasyonunun meydana
getirdiği komplikasyonlar olduğunu ifade etmiştir. Olayların gelişimini anılan
şekilde özetleyen Sağlık Bakanlığı; somut olayda hastaya gerekli tıbbi muayene
ve tetkiklerin yapılmış olduğunu, olayda hizmet kusurunun bulunmadığını
savunmuştur.
23. Başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgeler
incelendiğinde olay hakkında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi
Çocuk Hematoloji Onkoloji Ana Bilim Dalından bilirkişi raporu alındığı
anlaşılmıştır. 4/2/2009 tarihli bu bilirkişi raporunda "Hasta[nın] faktör V leiden mutasyonunu heterezigot olarak taşıdığı, bu hastalarda
enfeksiyon, cerrahi girişim vb. gibi durumlarda vücutta çeşitli yerlerde
pıhtılar gelişebileceği, bu hastada da beyinde pıhtıların oluştuğunun
anlaşıldığı, pıhtı oluşumunda tedavinin ["H..."] veya ["C..."] ile yapıldığı, pıhtı yönünden yapılan tedavilerin
uygun olduğu" belirtilmiştir.
24. Ankara 15. İdare Mahkemesi ayrıca Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde H.K. hakkında düzenlenen hasta dosyasının tamamını ve çekilen tüm
beyin tomografilerini temin ettikten sonra ekleriyle birlikte tüm dava
dosyasını Adli Tıp Kurumu Başkanlığına göndermiş ve H.K.nın tedavisinde kusur
olup olmadığını sormuştur.
25. Aralarında nöroloji, nöroşirurji, genel cerrahi, çocuk
sağlığı ve hastalıkları uzmanlarının da bulunduğu Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas
Kurulu, olaya ilişkin tüm adli ve tıbbi evrakı dikkate alarak 18/3/2009 tarihli
bir rapor hazırlamıştır. Bu raporun hazırlanmasından önce H.K. Adli Tıp Kurumu
3. İhtisas Kurulu tarafından muayene de edilmiştir. Anılan raporun sonuç kısmı
şöyledir:
"Arif kızı 1987 doğumlu [H.K.] adına düzenlenmiş adli ve tıbbi bilgiler
incelendiğinde, kişinin 01.01.2002 tarihinde Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesine bayılma şikayeti ile başvurduğu, beyin apsesi tanısı konularak
ameliyatının yapıldığı ve ameliyat sonrası bir şikayetinin kalmadığı, beyin
cerrahi servisinde yattığı süre içerisinde faktör V leiden mutasyonu
(pıhtılaşmaya eğilimli genetik kan hastalığı) tanısı konularak çocuk hematoloji
bölümüne devredildiği ve bu bölümce tedavisi başlanarak takiplerinin yapıldığı,
hastalığına bağlı çeşitli komplikasyonlarla pek çok kez hastanede yatarak da
tedavi gördüğü, ancak hastalığına bağlı olarak tekrarlayan serebral infarktlar
nedeniyle nörolojik defisitlerinin geliştiği, uygun tedaviye rağmen bu
sekellerin gelişebileceği, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde [H.K.ya] uygulanan tanı ve tedavilerinin tıp kurallarına
uygun olduğu oy birliği ile mütalaa olunur."
26. Taraflar, anılan bilirkişi raporuna herhangi bir itirazda
bulunmamışlardır.
27. Ankara 15. İdare Mahkemesi, anılan bilirkişi raporunun hükme
esas alınabilir nitelikte olduğuna kanaat getirmiş ve bu bilirkişi raporu ile
dava dosyasında bulunan diğer bilgi ve belgeleri dikkate alarak 24/12/2009
tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Ankara 15. İdare Mahkemesi hastaya
uygulanan tanı ve tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu, olayda idarenin
hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.
28. H.K. anılan kararın bozulması istemiyle 22/2/2010 tarihinde
temyiz yoluna başvurmuştur. H.K. temyiz dilekçesinde özetle hükme esas alınan
bilirkişi raporunun eksik ve yetersiz olduğunu, Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesinden alınan 24/6/2009 tarihli sağlık kurulu raporuna göre engel
oranının artarak %92'ye ulaştığını, bu raporda hastalığın multibl skleroz (MS) olarak teşhis
edildiğini, bu teşhisi daha önce yapamayan idarenin kusurunun bulunduğunu, Adli
Tıp Kurumundan alınan raporda MS hastalığının değerlendirilmediğini,
dolayısıyla bu raporun eksik ve hatalı olduğunu belirtmiştir. H.K. temyiz
dilekçesinde ayrıca hastaneye ilk başvuru tarihi olan 1/1/2002 tarihindeki
şikâyetlerin MS hastalığı şikâyetleriyle aynı olduğunu, 1/1/2002 tarihinde MS
hastalığı teşhisi konulamadığından bu tarihten sonra yanlış tedaviler
uygulandığını ifade etmiştir. Son olarak ilerleyen dönemde kendisini tedavi
eden Hacettepe Üniversitesi doktorlarının önceki ameliyatların yapılmaması
gerektiğini, söz konusu ameliyatlardan önce de MS hastası olduğunu, ani bir
kararla ameliyat yapılmasının bugünkü sonuçlara yol açtığını ifade ettiklerini
belirtmiştir.
29. Temyiz süreci devam ederken H.K. 3/5/2012 tarihinde yaşamını
yitirmiştir. Ankara 45. Noterliği tarafından düzenlenen mirasçılık belgesine
göre başvurucuların her biri 1/2 oranında miras payı sahibidir.
30. Danıştay Onbeşinci Dairesi 27/5/2014 tarihinde ilk derece
mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.
31. Bu karar üzerine başvurucular; kızları H.K.nın 3/5/2012
tarihinde yaşamını yitirdiğini, yasal mirasçıları olarak davaya kendilerinin
devam edeceğini belirterek karar düzeltme yoluna başvurmuşlardır. Başvurucular,
genel olarak temyiz dilekçesinde belirtilen hususları yinelemişlerdir. Ayrıca
15/1/2002 tarihinde yapılan ameliyat için aydınlatılmış rızalarının
alınmadığını, önceden alınan tarihsiz ve gerekçesiz muvafakatnamenin hukuki
hiçbir değerinin olmadığını belirtmişlerdir. Son olarak "C..." adlı ilacın
kullanılmasından sonra kızlarının geçirdiği nöbetlerin arttığını, ameliyat
sonrası gelişen klinik durum ile ölüm arasında nasıl bir ilişki olduğu
hususunun tartışılmadığını ifade etmişlerdir.
32. Danıştay Onbeşinci Dairesi, kararın usul ve yasaya uygun
olduğu gerekçesiyle başvurucuların karar düzeltme talebini 26/2/2015 tarihinde
reddetmiştir.
33. Bu karar 24/4/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ
edilmiştir.
34. Başvurucular 21/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
35. İlgili hukuk için bkz. Ali
Abidin Saruhanoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15478, 6/12/2017, §§
39-42; Fındık Kılıçaslan, B. No:
2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Fatma Müge
Tekin ve Özge Tekin, B. No: 2014/2504, 20/3/2019.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
36. Mahkemenin 15/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
37. Başvurucular; kızlarının baş ağrısı şikâyetiyle geldiği
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinden felçli olarak çıktığını, tıp
kurallarının gerektirdiği dikkat ve özen hiçe sayılarak yanlış teşhis ve tedavi
ile kızlarının ölümüne neden olunduğunu, kızlarının MS hastası olduğunun tespit
edilemediğini iddia etmişlerdir. Ayrıca Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi
tarafından yapılan ameliyatlarda aydınlatılmış rızalarının hiçbir surette
alınmadığını belirtmişlerdir. Başvurucular açılan davada kızlarının Ankara
Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvurmasından ölümüne kadar olan bütün sürecin
bilirkişi marifetiyle incelenmesi ve buna göre bir rapor hazırlanması
gerekirken derece mahkemelerinin Adli Tıp Kurumu raporu ile yetindiğini,
ameliyat sonrası gelişen klinik durum ile ölüm olayı arasında nasıl bir ilişki
olduğunun derece mahkemelerince incelenmediğini ifade etmişlerdir.
Başvurucular, yukarıdaki gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına
alınan yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Başvuru Ehliyeti ve
Hukuki Nitelendirme Yönünden
38. Başvuruya konu dava, gerçekleştirilen tıbbi müdahaleler
nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü iddiasıyla H.K. tarafından 2/2/2007
tarihinde açılmıştır. Dava, alınan raporlar doğrultusunda H.K.nın henüz
yaşamını yitirmediği bir dönemde (24/12/2009 tarihinde) ilk derece mahkemesinde
reddedilmiştir. H.K. ilk derece mahkemesince verilen karara karşı temyiz yoluna
başvurmuş ancak temyiz incelemesi henüz sonuçlanmamışken 3/5/2012 tarihinde
yaşamını yitirmiştir. Bunun üzerine başvurucular davaya devam etmiştir.
39. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bireysel başvuruya
konu dava, ölüm nedeniyle açılmış bir dava değildir. Dava, H.K.nın sağlığında
kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında
açılmış bir tazminat davasıdır. Dava ölüm nedeniyle açılmış bir dava
olmadığından derece mahkemeleri, H.K.nın iddialarıyla ilgili sınırlı bir
inceleme yapmış; davanın açılmasından önceki dönemde gerçekleştirilen
ameliyatlar ile bu ameliyatlardan on yıl sonra gerçekleşen ölüm olayı arasında
bir illiyet bağı olup olmadığını değerlendirmemiştir. Derece mahkemeleri
taleple bağlı kalarak bir karar vermiştir. Bu durumda başvuruya konu dava ölüm
nedeniyle açılmış bir dava olmadığından ve derece mahkemeleri taleple bağlı
kalarak davayı sadece kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı kapsamında incelediğinden mevcut başvuruda Anayasa Mahkemesince yaşam
hakkı yönünden bir inceleme yapılmasının mümkün olmadığı değerlendirilmiştir.
40. Bununla birlikte Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından
H.K.nın açtığı tazminat davasının devam ettirilmesinde başvurucuların meşru bir
menfaatinin bulunduğunun değerlendirildiği ve bu sebeple başvurucuların karar
düzeltme taleplerinin esasının incelendiği anlaşılmaktadır. Gerçekten de
başvurucuların anılan davayı devam ettirmede ve akabinde bireysel başvuruda
bulunmada menfaatlerinin olmadığı söylenemez. Dolayısıyla kızları H.K.nın maddi
ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilip
edilmediğinin tespit edilmesinde başvurucuların meşru menfaatlerinin bulunduğu
sonucuna varılmıştır.
41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların şikâyetleri yukarıda
açıklanan gerekçelerle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında incelenmiştir.
42. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak
17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve
manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbî deneylere tâbi tutulamaz."
43. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve
görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve
adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
44. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler."
2. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
46. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
47. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma, maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere
pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No:
2013/1943, 9/9/2015, § 44).
48. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk,§ 51).
49. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail
Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
50. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde
sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016,
§ 57; Tevfik Gayretli, B. No:
2014/18266, 25/1/2018, § 32).
51. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir (Murat Atılgan, B. No:
2013/9047, 7/5/2015, § 43). Anayasa Mahkemesinin kural olarak bilirkişilerin
vardığı sonuçları, mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer
vererek sahip olduğu bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığı yönünden
irdeleme görevi de bulunmamaktadır (Yasin
Çıldır, § 65). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda
yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için
ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış
takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir.
Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve
yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat
Atılgan, § 44).
52. Derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna
başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı
olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş
ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).
53. Tıbbi müdahaleden önce gerektiği şekilde bilgilendirilerek
rızasının alınmaması kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlaline
sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi müdahale, ilgili kişinin ancak
bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir. Hastaların durumun
farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için uygulanması düşünülen
tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında kendilerine bilgi verilmiş
olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında
hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman
aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk,
§ 56).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
54. Somut olayda başvurucular, Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde gerçekleştirilen tıbbi işlemlerde hata yapıldığı iddiasıyla idare
aleyhine açılan tam yargı davasının reddedilmesi üzerine bireysel başvuruda
bulunmuşlardır. Başvurucular, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi haricindeki
hastanelerde gerçekleştirilen işlemlere yönelik herhangi bir ihmal ya da kusur
iddiasında bulunmamışlardır. Bu sebeple mevcut başvuru Ankara Eğitim ve
Araştırma Hastanesinde gerçekleştirilen işlemlerle sınırlı olarak
incelenecektir.
55. Somut olayda kişinin maddi ve manevi varlığının korunması
için oluşturulan yasal çerçevenin yetersiz olduğu şeklinde bir iddia ileri
sürülmediği gibi Anayasa Mahkemesi tarafından bu konuda resen gözetilmesi ve
incelenmesi gereken bir hususun da bulunmadığı anlaşılmıştır.
56. Başvurucular, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde
2/1/2002 ve 15/1/2002 tarihlerinde gerçekleştirilen ameliyatlara özellikle
vurgu yapmış ve bu ameliyatlarda tıbbi hata yapıldığını ileri sürmüşlerdir.
Ayrıca anılan ameliyatlar hakkında bilgilendirilmediklerini iddia etmişlerdir.
57. Bu durumda öncelikle Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde
gerçekleştirilen ameliyatlarda ve uygulanan tedavilerde tıbbi hata yapıldığı
yönündeki iddianın incelenmesi gerekir.
58. Ankara 15. İdare Mahkemesi, Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde gerçekleştirilen tıbbi işlemlerde kusur bulunup bulunmadığını
tespit edebilmek amacıyla başvurucuların kızları hakkında düzenlenen tıbbi ve
adli evrakı Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kuruluna göndererek bu konuda bir rapor
tanzim edilmesi talebinde bulunmuştur. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu
başvurucuların kızları hakkında düzenlenen adli ve tıbbi evrakı dikkate alarak
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde uygulanan işlemlerin tıp kurallarına
uygun olduğunu belirtmiştir. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu raporunun yanı
sıra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Hematoloji Onkoloji
Ana Bilim Dalı tarafından hazırlanan raporda da başvurucuların kızlarına pıhtı
yönünden yapılan tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiş ve bu
tedavilerde "C..." adlı
ilacın kullanılmasında herhangi bir sorun görülmemiştir.
59. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde derece
mahkemelerince hükme esas alınan bilirkişi raporlarındaki söz konusu
değerlendirmelerin güvenilirliğinin sorgulanmasını gerektirecek bir husus
tespit edilememiştir. Dolayısıyla somut olayda Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde gerçekleştirilen işlemlerde kusur bulunduğu yönündeki iddianın
üzerinde daha fazla durulmasının gerekli olmadığı değerlendirilmiştir. Bununla
birlikte 2002 yılında yapılan ameliyatlardan önce başvurucuların rızalarının
alınıp alınmadığı hususunun incelenmesi gerekmektedir. Bazı durumlarda
gerçekleştirilen tıbbi işlemlerde kusur olmasa bile bu işlemler sonrasında
meydana gelen komplikasyonlar neticesinde istenmeyen sonuçların ortaya çıkması
söz konusu olabilir. İstenmeyen sonuçların ortaya çıkması hâlinde ise hasta ya
da hasta yakınları bu konuda daha önceden bilgilendirilmemişse kişinin maddi ve
manevi varlığının korunması hakkı kapsamında devletin sorumluluğunun doğması
söz konusu olabilir.
60. Hasta ya da hasta yakınlarının gerçekleştirilecek tıbbi
işlemler ile bu işlemlerin olası sonuçları hakkında bilgilendirilmesi, diğer
bazı amaçların yanı sıra hasta ya da hasta yakınlarının istenmeyen sonuçlardan
kaçınması amacına da hizmet etmektedir.
61. Hukuken rızayı açıklaması gereken kişinin kural olarak tıbbi
uygulamaya maruz kalacak kişi olması gerektiği kuşkusuzdur. Bu bakımdan reşit
ve ayırt etme gücüne sahip hastanın kendisinin rıza açıklama ehliyetine sahip
olduğu açıktır. Ancak yaş küçüklüğü veya ayırt etme gücüne sahip olmayanlar
bakımından bu kişilerin veli veya vasilerinin rıza açıklama yetkileri
bulunmaktadır (Fındık Kılıçaslan,
§ 49).
62. Ayrıca hukuka uygun rızanın varlığından söz edilebilmesi
için kendisine uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel
sakıncaları, alternatif tıbbi müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi
hâlinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları, hastalığın seyri ve neticeleri
konusunda hastanın bilgilendirilmiş olması gerekir. Bunun yanı sıra yapılan
bilgilendirme ile tıbbi uygulama arasında hastanın sağlıklı bir kanaate
varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Fındık Kılıçaslan, § 50).
63. Başvuru formu ve ekleri bu kapsamda incelendiğinde H.K.nın
2002 yılında iki defa beyin ameliyatı olduğu, ilerleyen dönemde 2009 yılında
beyninde kitle tespit edildiği ve 2012 yılında hayatını kaybettiği
anlaşılmaktadır. Başvurucular, başvuru formunda Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesince
yapılan ameliyatlarda aydınlatılmış rızalarının hiçbir surette alınmadığını
ileri sürmüşlerdir.
64. H.K.nın dava dilekçesinde ve başvurucuların karar düzeltme
taleplerine ilişkin dilekçelerinde ileri sürmelerine rağmen ameliyat öncesinde
başvurucuların yeterli bir biçimde aydınlatılıp aydınlatılmadığı ve rızalarının
yöntemince alınıp alınmadığı hususlarının derece mahkemelerince verilen
kararlarda tartışılmadığı anlaşılmaktadır.
65. Başka bir anlatımla derece mahkemeleri, 2/1/2002 tarihli
ameliyattan önce başvurucu Arif Koca'dan alınan muvafakatnamenin yukarıda
belirtilen ilkelere (bkz. §§ 60-62) uygun olup olmadığını tartışmadıkları ve bu
muvafakatnamenin hukuki değeri hakkında herhangi bir açıklamada bulunmadıkları
gibi 15/1/2002 tarihinde yapılan ikinci ameliyattan önce başvurucuların
aydınlatılmış rızalarının alınmadığı yönündeki iddiaları üzerinde de hiç
durmamıştır. Başvuru konusu olayda vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi müdahaleler
öncesinde hukuken geçerli nitelikteki bir rızanın alınmadığı ve tıbbi
müdahalelerin riskleri konusunda yetkili makamlarca yeterli bilgilendirme
yapılmadığı yönündeki iddialar hakkında derece mahkemelerince Anayasa'nın 17.
maddesinin gerektirdiği ölçüde bir değerlendirme yapılması gerekli olmasına
rağmen derece mahkemelerinin bu konuda ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya
koymadığı sonucuna varılmıştır. Yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin
yapılmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve
geliştirilmesi hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini
yerine getirmedikleri kanaatine varılmıştır.
66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
68. Başvurucular, 86.939,20 TL maddi ve 250.000 TL manevi olmak
üzere toplam 336.939, 20 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır.
69. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B No: 2014/8875, 7/6/2018). kararında ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler
belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte
ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun
ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal
edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
70. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
71. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa
Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca,
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan
yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak,
ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve
bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama
kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan
farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul
hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir
karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini
beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama
kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri
yerine getirmektir. (Mehmet Doğan,
§§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2),
§§ 57-59, 66, 67).
72. İncelenen başvuruda 2002 yılında gerçekleştirilen
ameliyatlarda geçerli rızanın bulunup bulunmadığı hususunda derece
mahkemelerince ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığından kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
73. Bu durumda kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama
ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek
Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında
belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 15. İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
74. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın
yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine
karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 3.000
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin maddi ve manevi varlığın korunması
hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmak üzere Ankara 15. İdare Mahkemesine (24/12/2009 tarihli ve E.2007/449,
K.2009/1605) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.226,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
15/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.