TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
V.Ö. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/14699)
Karar Tarihi: 15/9/2020
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
M. Emin KUZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Basri BAĞCI
Raportör
Zeynep KARAKOÇ DOĞANOĞLU
Başvurucu
V.Ö.
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi üzerine disiplin cezası verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin; açılan davada mahkeme kararının yeterli gerekçeyi içermemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/3/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Ankara Barosuna kayıtlı avukat olarak görev yapmaktadır. Daha önce başvurucuyla birlikte çalışan avukat, bürodaki payını düşük bedelle devretmesi için başvurucunun kendisine şantaj yaptığını iddia etmiştir.
9. Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesinin (Ceza Mahkemesi) 17/2/2009 tarihli kararıyla başvurucunun şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizleme suçlarından yapılan yargılamasında eylemi sabit görülerek şantaj suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına; özel belgeyi gizleme, yok etme suçundan on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına; her iki ceza için de hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Karar 13/4/2009 tarihinde kesinleşmiştir.
10. Başvurucu bu karara karşı kanun yararına bozma yoluna gidilmesini talep etmiş, ancak Adalet Bakanlığınca 4/3/2010 tarihinde istemi reddedilmiştir.
11. Başvurucunun eski ortağı avukatın (şikâyetçi) şikâyeti üzerine Ankara Barosu soruşturma başlatmıştır. Ankara Barosu Disiplin Kurulu, 24/6/2009 tarihli kararı ile başvurucu hakkında disiplin kurulunu bağlayıcı ve temyiz incelemesinden geçmiş bir kesin hükmün bulunmadığı belirtilerek ceza tayinine yer olmadığına karar vermiştir.
12. Şikâyetçi, Ankara Barosu Disiplin Kurulu kararına karşı 25/11/2010 tarihinde Türkiye Barolar Birliğine (TBB) itiraz etmiştir. TBB Disiplin Kurulunun 27/5/2011 tarihli kararıyla başvurucunun 22/7/2010 tarihli ve 6008 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesinden yararlanmak için başvuruda bulunup bulunmadığı hususunun araştırılması için esasa geçilmeden karar bozulmuştur.
13. Ankara Barosu Disiplin Kurulu 6/11/2011 tarihli kararı ile de başvurucu hakkında aynı kararı vermiştir.
14. Şikâyetçinin anılan karara yaptığı itiraz üzerine bu defa TBB Disiplin Kurulu işin esasına geçerek 5/5/2012 tarihli kararıyla başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun özel yaşamında bile olsa avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyecek nitelikteki şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizleme suçunu işlemesinden ibaret eyleminin 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 34. ve 134. maddelerinin gönderimiyle TBB Meslek Kuralları'nın 4. maddesine aykırı olduğu belirtilerek 1136 sayılı Kanun'un 136. maddesinin birinci fıkrası uyarınca başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
15. Başvurucu tarafından TBB kararının iptali istemiyle Ankara 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır.
16. Ankara 2. İdare Mahkemesinin 29/11/2013 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...davacının disiplin kovuşturmasına konu eylemi ile ilgili olarak Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesinin E:2008/578 esasında kayıtlı "Şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizleme" suçundan dolayı açılmış olan kamu davası sonucunda Mahkemece 17.02.2009 tarihli K:2009/85 sayılı kararı ile davacının eylemi sabit görülerek şantaj suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına, özel belgeyi gizlemek, yok etmek suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, her iki ceza için de hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği ve kararın 13.04.2009 tarihinde kesinleştiği görülmektedir.
Bu durumda, avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmadığı, mesleğin itibarını zedeleyecek davranışta bulunduğu açık olan davacı hakkında Yasa ve Meslek Kuralları uyarınca kınama cezası verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır..."
17. Ankara Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) 4. Kurulunun 4/11/2015 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi kararının usule ve hukuka uygun olduğu, kararın bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesi ile itirazın reddine, hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi ise Bölge İdare Mahkemesi 12. İdari Dava Dairesinin 8/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
18. Nihai karar 30/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucu 1/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
20. 1136 sayılı Kanun’un 34. maddesi şöyledir:
"Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler."
21. 1136 sayılı Kanun’un 134. maddesi şöyledir:
"Avukatlık onuruna, düzen ve gelenekleri ile meslek kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlarla, meslekî çalışmada görevlerini yapmayan veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde davranmayanlar hakkında bu Kanunda yazılı disiplin cezaları uygulanır."
22. 1136 sayılı Kanun’un 136. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu yasanın avukatların hak ve ödevleri ilgili altıncı kısmında yazılı esaslara uymayanlar hakkında ilk defasında en az kınama, tekrarında, davranışın ağırlığına göre, para veya işten çıkarma cezası ..... uygulanır.
(...)"
23. 1136 sayılı Kanun’un 140. maddesi şöyledir:
"Avukat hakkında başlamış olan ceza kovuşturması, disiplin işlem ve kararlarının uygulanmasına engel olmaz.
(Değişik ikinci fıkra: 22/1/1986 - 3256/24 md.) Şu kadar ki, disiplin işlem ve kararına konu teşkil edecek bir eylemde bulunmuş olan avukat hakkında aynı eylemlerden dolayı ceza mahkemesinde dava açılmış ise, avukat hakkındaki disiplin kovuşturması, ceza davasının sonuna kadar bekletilir. Bu halde yönetim kurulunun isteği üzerine disiplin kurulu, avukatın işten yasaklanmasına yer olup olmadığı hakkında 153 ve 154 üncü maddeler uyarınca bir karar vermek zorundadır.
Eylemin işlenmemiş veya sanığı tarafından yapılmamış olması sebebiyle beraat hali müstesna, beraatle sonuçlanmış bir ceza davasının konusuna giren eylemlerden dolayı disiplin kovuşturması, o eylemin ceza kanunları hükümlerinden ayrı olarak başlı başına disiplin kovuşturmasını gerektirir mahiyette olmasına bağlıdır.
Baro yönetim kurulları hükümlülükle sonuçlanan bir ceza davasının konusunu teşkil eden eylemlerden dolayı ayrıca disiplin kovuşturması açmak zorundadırlar. "
24. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
"Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."
25. TBB Meslek Kuralları'nın 4. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Avukat, mesleğin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
27. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. D.E., B. No: 2014/11453, 9/1/2019, §§ 29-35.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 15/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, sanık olduğu ceza yargılamasında HAGB'ye karar verilmiş olmasına ve 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin beşinci fıkrasında "Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder" hükmü yer almasına rağmen hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmuş gibi hareket edilerek, bir başka ifadeyle aynı fiil nedeniyle iki defa yargılanarak disiplin cezası verilmesinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucu; Mahkemenin kararının disiplin cezasına ilişkin kararın tekrarı niteliğinde olduğunu, kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı yolundaki iddiasının karar gerekçesinde karşılanmadığını ve gerekçenin yetersiz olduğunu, ayrıca kanun yolu incelemesinde verilen kararlarda sadece mahkeme kararının hukuka uygun bulunduğu ibaresine yer verildiğini belirterek gerekçeli karar hakkının da ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
30. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
31. Anayasa’nın "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkıyla ilgili olarak ileri sürdüğü tüm iddiaların masumiyet karinesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
33. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
34. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
35. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılacağı düzenlenmiştir. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, § 33).
36. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki boyutu bulunmaktadır. Güvencenin ilk boyutu kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu boyutunun kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39). Güvencenin ikinci boyutu ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
37. Masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencelerin harekete geçirilebilmesi için kural olarak kişinin suç isnadı altında bulunması gerekmektedir. Bununla birlikte masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin güvencelerin uygulanabilmesi, kişinin hâlihazırda suç isnadı altında bulunmasını zorunlu kılmamaktadır. Ancak ceza yargılamasının sonuçlanmasından sonra başlayan veya ceza yargılaması henüz sonuçlanmadan başlasa bile ceza yargılamasının kesinleşmesinden sonra da devam eden medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda masumiyet karinesinin uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen ve sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir. Ancak bağlantının varlığı değerlendirilirken kararda kullanılan dilin kritik öneme sahip olacağı vurgulanmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. S.M. [GK], B. No: 2016/6038, 20/6/2019, § 38).
38. Somut olayda başvurucu ceza yargılamasında yargılandığı suçlardan HAGB kararı verilmesine rağmen mahkeme kararında yer alan ifadelerin kendisinin suçlu olduğu inancına yol açtığından yakınmıştır. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetinin masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Mahkeme kararında başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamındaki suçlamayla ilgili olarak değerlendirme yapıldığına işaret eden ibarelerin bulunduğu gözlemlenmektedir. Sözü edilen ibarelerin varlığı -herhangi bir ihlale yol açıp açmadıkları hususu aşağıda değerlendirilecek olmakla birlikte- idari yargılama ile ceza yargılaması arasında bağlantının bulunduğu sonucuna ulaşılması bakımından yeterli görülmüştür. Dolayısıyla masumiyet karinesinin ikinci boyutunun somut olayda uygulanabilir olduğu kanaatine varılmıştır.
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
40. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez; suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
41. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesi, ceza soruşturmasıyla eş zamanlı olarak kişi hakkında disiplin soruşturması yürütülmesine engel teşkil etmediği gibi hakkındaki ceza soruşturmasının kovuşturmaya yer olmadığı, beraat, düşme gibi mahkûmiyet dışındaki bir hüküm ile sonuçlanması kişiye disiplin yaptırımı uygulanmasına veya bu kişinin başka türlü sorumluluğuna gidilmesine de mâni oluşturmaz (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. M.E.T., B. No: 2014/11920, 3/7/2018, § 61).
42. Bu bağlamda beraat eden ya da hakkında HAGB kararı verilen kişi aleyhine disiplin soruşturması başlatılması ve kişiye disiplin cezası uygulanması -disiplin cezası ne kadar ağır olursa olsun- kişinin suçlu ilan edildiği hükmüne varılabilmesi için yeterli değildir. Aynı şekilde ceza yargılamasındaki delillerin disiplin soruşturmasında kullanılması da kendi başına masumiyet karinesini ihlal etmez. Aksi takdirde beraat kararına, mağdurların haksız fiil ve benzeri hukuki sebeplere dayanarak zararlarını gidermek için tazminat davası açma hakkını, idarenin de idari düzeni sağlamak için disiplin cezası ve diğer idari tedbirleri uygulama yetkisini ortadan kaldıracak şekilde arzulanandan öte bir anlam yüklenmiş olur. Bu durum beraat eden kişi lehine amacından saptırılmış bir keyfîliğe yol açar. Aynı şekilde bu yaklaşım, beraat eden kişiye kendi fiilinin tazminat hukuku ile idare hukukuna ilişkin sonuçlarından da kaçınma avantajı sağlar. Anayasa'nın 36. maddesi veya başka herhangi bir maddesi masumiyet karinesinin bu şekildeki bir yorumuna geçerlilik sağlamamaktadır.
43. Ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30).
44. Cezai sorumluluğunun bulunmadığı tespit edilmiş veya ceza sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Bu bağlamda ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, § 25; Kürşat Eyol, § 30, Galip Şahin, § 48).
45. Adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48; M.I., B. No: 2012/1268, 30/12/2014, § 50). Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Kıvrak, B. No: 2013/3175, 20/2/2014, § 36). Kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleri gerekmektedir (Galip Şahin, § 47).
46. İdari makamlarca veya mahkemelerce salt bir kimsenin suç isnadı altında olduğunun ifade edilmesi masumiyet karinesini zedelemez. Bu bakımdan kişinin suç isnadı altında olduğunun belirtilmesi ile hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı hâlde onun mahkûm olduğunun kesin bir dille ifade edilmesi veya bu yönde kanat oluşmasına yol açacak nitelikte açıklamalarda bulunulması arasındaki ayrıma özen gösterilmelidir. İkincisi masumiyet karinesinin ihlaline yol açarken ilki kural olarak masumiyet karinesi yönünden bir sakıncaya neden olmayabilir.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
47. Avukat olan başvurucunun somut olayda ortağına şantaj yaptığı, özel belgeyi bozduğu, yok ettiği veya gizlediği iddialarıyla ilgili olarak hakkında eş zamanlı bir şekilde hem ceza soruşturması hem de disiplin soruşturması başlatılmıştır. Ceza soruşturması kapsamında başvurucu şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizleme suçlarını işlemekle itham edilmiştir. Disiplin soruşturmasında ise 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 34. ve 134. maddeleri ile TBB Meslek Kuralları'nın 4. maddesinde yer alan düzenlemeye dayanılarak 1136 sayılı Kanun'un 136. maddesinin birinci fıkrası uyarınca başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
48. Buna karşılık disiplin makamlarını başvurucunun 1136 sayılı Kanun'un 34. ve 134. maddelerinin gönderimiyle TBB Meslek Kuralları'nın 4. maddesini ihlal ettiği sonucuna götüren olgu, ortağına şantaj yaptığı, özel belgeyi bozduğu, yok ettiği veya gizlediği iddiasıdır. Söz konusu fiiller, ceza yargılamasındaki suçlamaların da dayanağını oluşturmaktadır.
49. Disiplin suçuna ve ceza yargılamasına konu eylemlerin aynı olduğu hâllerde disiplin soruşturmasıyla ilgili uyuşmazlıklara bakan idari mahkemelerin fiilin sübutuyla ilgili olarak ceza mahkemesinin ulaştığı kanaate saygı göstermesi, bunu sorgulayacak ifadeler kullanmaması beklenir. Aksi takdirde kişinin ceza mahkemesinde beraat etmiş olmasının ya da hakkında HAGB kararı verilmiş olmasının bir anlamı kalmaz.
50. Kuşkusuz soruşturma makamları başvurucunun ortağına şantaj yaptığı, özel belgeyi bozduğu, yok ettiği veya gizlediği olgusu dışındaki fiillerle ilgili olarak değerlendirme yapma serbestisine sahiptir. Çünkü Ceza Mahkemesinde yargılama konusu olan fiil şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizlemeden ibarettir. Masumiyet karinesi, aynı olay kapsamında bile olsa ceza soruşturmasına konu suçun kurucu unsurunu oluşturmayan fiillerle ilgili olarak idari makamların değerlendirme yapmasını engellememektedir. "Genel İlkeler" bölümünde belirtildiği üzere disiplin yaptırımına bağlanan haksızlıklar ceza hukukundakilere kıyasla daha hafif bir ispat külfeti gerektirebilmektedir. Dahası disiplin hukukundaki haksızlıkların ispatında karinelerden yararlanılması hususunda ceza hukukundaki kadar yasaklayıcı kurallar söz konusu değildir. Bu itibarla disiplin hukukundaki bir haksızlık ile ceza hukuku alanındaki haksızlığın kurucu unsurlarının aynı olduğu hâllerde idarenin, kurucu unsurları ceza hukukundaki ile aynı olmayan başka bir haksızlık temelinde disiplin cezası uygulamasına herhangi bir mâni bulunmamaktadır.
51. Somut olayda Mahkeme disiplin hukuku bağlamında ayrıca bir değerlendirme yapmamış, gerekçesinde ceza mahkemesinin suçun sübutuyla ilgili değerlendirmesini esas almıştır. Mahkeme, ceza mahkemesi kararında ulaşılan sonucu tartışmaya açmanın yanında kararı okuyanlarda başvurucunun şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizleme suçlarını işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu durumda, HAGB kararı anlamsız hâle gelmiş ve başvurucunun masumiyetine gölge düşürülmüştür. Dolayısıyla masumiyet karinesinin ikinci boyutu ihlal edilmiştir.
52. Netice itibarıyla Mahkemenin esas hakkındaki kararında kullandığı ifadeler nedeniyle de masumiyet karinesinin ikinci boyutunun ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA ve Basri BAĞCI bu görüşe katılmamışlardır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
54. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
55. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
56. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
57. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
58. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
59. İncelenen başvuruda, Mahkemenin kararında kullandığı dile özen göstermemesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
60. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
61. İşbu ihlal kararının başvurucu tarafından açılan davaların esasıyla ilgili herhangi bir değerlendirme içermediği vurgulanmalıdır. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirttiği ihlal gerekçelerini de gözeterek ve söz konusu işlemlerle ilgili olarak yeniden bir değerlendirme yaparak gereken kararı vermek Ankara 2. İdare Mahkemesinin takdirindedir.
62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harçtan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci ve 38. maddesinin dördüncü fıkralarında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA ve Basri BAĞCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 2. İdare Mahkemesine (E.2012/1450, K.2013/1789) GÖNDERİLMESİNE,
D. 257,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/9/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Mahkememiz çoğunluğunca, aynı büroda birlikte çalıştıkları avukata bürodaki payını düşük bedelle devretmesi için şantaj yaptığından bahisle başvurucu hakkında Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu’nca tesis edilen kınama cezasının iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi üzerine yapılan başvuruda, derece Mahkemelerince disiplin hukuku bağlamında ayrıca bir değerlendirme yapılmadığı, gerekçelerinde ceza mahkemesinin suçun sübutuyla ilgili değerlendirmesini esas aldıkları, böylece kararı okuyanlarda başvurucunun şantaj, özel belgeyi bozma, yok etme veya gizleme suçlarını işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet verdikleri, böylece ceza yargılamasında başvurucu hakkında verilen HAGB kararının anlamsız hâle gelmesine neden oldukları gerekçesiyle başvurucu bakımından masumiyet karinesinin ikinci boyutunun ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Mahkememiz çoğunluğunca ulaşılan bu sonuca aşağıda açıklanan nedenlerle tarafımızca iştirak edilememiştir.
Somut olayda avukatlık bürosunun ortağı olan başvurucunun, diğer ortağı avukatın bürodaki payını daha düşük bir bedelle devretmesi için ona yönelik eylemlerinden dolayı yargılandığı davada, Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesinin 17.01.2009 tarihli kararıyla iddia konusu olaylar sabit görülmek suretiyle şantaj ve özel belgeyi yok etmek suçlarından verilen para ve hapis cezalarının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu edildiği anlaşılmaktadır.
Avukat olan başvurucu hakkında, Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu tarafından yürütülen disiplin soruşturmasında, ceza yargılamasına konu olan ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına bağlanan eylemler gerekçe gösterilmek suretiyle, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 136/1. maddesi gereğince kınama cezasıyla tecziyesine hükmedilmiştir.
Söz konusu işlemin iptali istemiyle Ankara 2. İdare Mahkemesinde açılan davada HAGB işlemine konu olan ceza yargılamasında davacının eyleminin sabit görülmesi gerekçe gösterilerek iptali istenen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığına kararı verilmiştir. Kanun yolu incelemesinde de Ankara Bölge İdare Mahkemesi 4. Kurulu, ilk derece mahkemesinin kararının bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından bahisle hükmün onanmasına karar vermiş ve müteakip karar düzeltme talebini de reddetmiştir.
Başvurucunun müracaatının özünü, hakkında verilen HAGB kararına bağlı olarak ertelenen hükmün aleyhine hukuki bir sonuç doğurmaması gerektiği iddiası oluşturmaktadır.
Niteliği itibariyle ceza hukukuna ilişin bir kurum olan masumiyet karinesi, Anayasanın 15/2. maddesinde mutlak bir hak olarak düzenlenmesine rağmen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde bu vasıfta kabul edilmemektedir.
İki yönü ile uygulamaya tabi olduğu kabul edilen karinenin ilk yönü, suçluluğu mahkeme kararıyla sabit olana kadar kişinin suçlu sayılmamasını; ikinci yönü de hakkındaki yargılamanın beraatla sonuçlanması halinde kişiyi suçlu gösterecek hareketlerden kaçınılmasını gerekli kılmaktadır.
HAGB kararı verilen durumlarda masumiyet karinesine ne şekilde dikkat edileceği ve disiplin cezası kararı verilmesi esnasında bu karinenin rolünün ne olacağı başvuruya konu edilen olayın hukuken tartışılması gereken boyutunu oluşturmaktadır.
İlk olarak Anglo-Sakson hukukunda görülen bu kurum, 1950’li yıllardan itibaren kıta Avrupa’sında uygulanmaya başlanmıştır (AYM. E:2012/80; K:2013/16). İlk kez 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 23. maddesi ile mevzuatımıza giren HAGB, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesinde 5560 sayılı Yasa ile yapılan düzenlemeler sonucu genel bir usul kurumu olarak hukukumuzdaki yerini almıştır (AYM. E:2006/106; K:2009/124)
Birçok iptal ve itiraz incelemesine konu olan kurum halen ceza usul hukukunun en tartışmalı konuları arasında bulunmaktadır. Yargılama sonucunda verilen hükmün açıklanması ileriye ertelenmesine rağmen, kurumunun isimlendirilmesinde bu durum geriye bırakma olarak nitelendirilmiştir.
HAGB’nin özü yargılama sonunda eylemin sübut bulması üzerine sanığın rızası tahtında kurulan, hükmün sonuç doğurmasının beş yıl süreyle ertelenmesi esasına dayanmaktadır. Deneme süresince sanığın yeni bir suç işlememesi ve belirlenen yükümlülüklere uygun davranılması durumunda, geri bırakılan (ileri ertelenen) hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmektedir (CMK. md. 231/10). HAGB kararı verilebilmesi için en önemli koşullardan bir tanesi isnat olunan eylemin sübut bulmasıdır. Bunun yanı sıra mahkûmiyet hükmünün sonuç doğurması deneme süresince ertelenmekte, sorunsuz geçen süre sonunda da tamamen ortadan kalkmaktadır (AYM. E:2007/42; K:2009/50). Bu dönemde kişi hükümlü olarak değil sanık olarak nitelendirilmektedir (AYM. E:2009/17; K:2009/47). Bu kabul masumiyet karinesine de uygunluk arz etmektedir.
Diğer yandan disiplin hukuku kendine has usulü, amacı ve işlevi olan müstakil bir alandır. Tüm hukuk dallarının olduğu gibi disiplin hukukunun da ceza hukuku ile kesişen yönlerinin olması kaçınılmazdır. Ancak bu durum disiplin hukukunun müstakiliyetine aykırı bir durum değildir.
Bunun yansımasının bir sonucu olarak hiçbir suç soruşturması olmasa bile disiplin soruşturması yapılıp ceza verilebilir. Aynı konuya ilişkin yürüyen bir ceza soruşturmasının varlığı ondan bağımsız olarak disiplin soruşturmasının yürütülmesine ve sonuçlandırılmasına da engel değildir (657 sayılı Kanunun 131, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 140. maddeleri).
Beraat kararları dahi; eylemin işlenmediği veya sanığın suçu işlemediği yönünde kesin bir kanaate dayanmıyorsa disiplin yaptırımına engel olmamaktadır (1136 sayılı Kanun md. 140/3).
Bu düzenlemeler disiplin hukukunun müstakilliğinin yansımalarıdır.
Somut olayımızda ceza muhakemesinde sanığın eyleminin sübut bulduğu kabul edilmektedir. Verilen hükmün sonuç doğurması belli şartlarla tehir edilmekte, gelişen şartlara göre tamamen ortadan kaldırılmaktadır.
Hükmün sonuçlarının ne olabileceği burada önem taşımaktadır. Bu konuda; verilen para ve hapis cezaları, yargılama giderleri, hükmün adli sicile kayıt edilmesi, mahkûmiyete bağlı oluşan hak yoksunlukları mahkûmiyet hükmünün doğrudan sonuçları olarak sıralanabilir.
Disiplin soruşturmasına bağlı olarak verilen cezalar yukarda izah edildiği gibi mahkûmiyetin doğrudan bir sonucu değildir. Disiplin hukukunun kendi bağımsız işleyişi çerçevesinde ulaşılan sonuçlardır. Ceza mahkûmiyetine dair bir karar verilmese bile disiplin cezası verilebildiğine göre, suçun sabit görülmesi şartına bağlı olarak verilen HAGB kararlarında evveliyatla disiplin cezası verilebilir. Bunun tek şartı verilen disiplin cezasının mahkûmiyetin doğrudan sonuçları olarak yukarda sayılan unsurlara hayatiyet kazandırmamasıdır.
Somut olayımızda disiplin cezası verilmesine dair süreçte, ceza mahkemesinin suçun sübutuna ilişkin değerlendirmeleri dikkate alınmış fakat başvurucunun kesin surette suçlu olduğuna dair bir söyleme yer verilmemiştir. Ayrıca mahkûmiyetin doğrudan sonuçlarının hiç biride aktif hale gelmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönündeki çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.
Üye