Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Gizem Ceren DEMİR KOŞAR
|
Başvurucu
|
:
|
Ümmühan Seçil SUCU
|
Vekili
|
:
|
Av. Hasan KOP
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşleri sırasında
kolluk görevlilerinin orantısız güç kullanımı nedeniyle hayati tehlike doğacak
şekilde yaralanma meydana gelmesi ve bu olay hakkında etkili bir ceza
soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 16/2/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak
bilinen gösteri yürüyüşleri sırasında 3/6/2013 tarihinde Dolmabahçe Sarayı
önünde kafasına gaz fişeği isabet etmesi sonucu yaralandığı gerekçesiyle
hastaneye götürülmüştür.
10. Başvurucunun Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen
sağlık raporunda; 3/6/2013 tarihinde başına gaz kapsülü geldiği ifadesiyle
Taksim E.A. Hastanesine kabul edildiği, düzenlenen sağlık raporunda sol
frontalde cilt altı hematom, periorbital hematom, sol
frontalde fraktür, sol ince subdural hematom olduğu, bilinç uykuya
meyilli olduğu, frontal kemikte ince lineer fissür hattı görünümü
olduğu, fraktür hattının anterior orbita tavanında yer yer
parçalı karakter kazandığı, solda epidural mesafede hematom ve hava
habbeciği görünümü olduğu, pnömosefalinin rezörbe olduğunun kayıtlı
olduğu belirtilmiştir. Sonuç olarak başvurucunun frontal kemik kırığına ve
beyin kanamasına neden olan yaralanmasının kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir
durum olduğu, saptanan kemik kırığının hayati fonksiyonları orta derecede
etkileyecek nitelikte olduğu rapor edilmiştir.
11. Başvurucu olaya ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Şikâyet dilekçesi ile adli ve idari
süreçlerde alınan beyanlarında özetle demokratik haklarını kullanarak katıldığı
protestolar kapsamında 2/6/2013 tarihinde yürüyüşe başladıklarını, 3/6/2013
günü sabaha karşı Dolmabahçe Sarayı önüne geldikleri sırada resmî kıyafetli
polisler tarafından gruba müdahale edildiğini, yürüyüş grubunun içinde
bulunduğu sırada kafasında kask olan Çevik Kuvvet polislerinden bir tanesinin
kendisine beş metre kadar yaklaşıp kasıtlı olarak ve hedef gözeterek gaz
kapsülünü ateşlediğini ifade etmiştir. Başvurucu; kafasına isabet eden gaz
kapsülünün ağır yaralanmasına sebebiyet verdiğini, darbe aldıktan sonra
hastaneye götürülme aşamalarını parça parça hatırladığını, yürüyüşe katılan
diğer kişilere cop ile müdahale edilerek kendisini hastaneye götürme çabalarına
engel olunduğunu, olay yerinde bulunan E.T.G. isimli kişinin olaya tanık
olduğunu ve kendisini sırtında taşıyarak hastaneye götürdüğünü belirtmiştir.
Başvurucu; olaydan sonra beyin kanaması geçirmesi nedeniyle başka bir hastaneye
sevkinin gerçekleştirildiğini ve bir hafta sonra taburcu edildiğini, hayati
tehlike geçirdiğinin, kafasında kemik kırıkları oluştuğunun, geçici görme
bozukluğu yaşadığının sağlık raporlarıyla sabit olduğunu, olay nedeniyle ayrıca
psikolojik travma yaşadığını ve buna ilişkin tedavisinin devam ettiğini beyan
etmiştir.
12. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, şikâyete
konu eylemin idari görev sırasında meydana geldiği gerekçesiyle 2/12/1999
tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması
Hakkında Kanun kapsamında soruşturma izni talebinde bulunulmuştur.
13. Soruşturma izni vermeye yetkili idari merci sıfatıyla
İstanbul Valiliği tarafından şikâyet konusuna ilişkin ön inceleme başlatılmış,
ön incelemeci olarak bir emniyet müdürü görevlendirilmiştir. Ön inceleme
aşamasında başvurucunun beyanı alınmış, ilgili emniyet müdürlüklerinden olay
yerini gösterir kamera kayıtları, polislerin görev çizelgeleri ile müdahale
tutanakları talep edilmiştir. Gelen cevap yazılarında, ilgili adreste MOBESE ya
da işyeri kameralarının mevcut olmadığı, olay yerinde başvurucu ya da başka bir
kişi hakkında yapılmış bir işlem bulunmadığından herhangi bir kamera görüntüsü,
fotoğraf, Olay Tutanağı benzeri bilgi ya da bilginin söz konusu olmadığı
belirtilmiş; yirmi dört saat süreyle olay yeri ve çevresinde görev yapan
polislerin listeleri gönderilmiş, il dışından gelen kuvvetlerin ise
kayıtlarının olmadığı bildirilmiştir.
14. Ön inceleme raporunda; görevli personelin kendilerine
kanunlarla verilen yetkiyi kullanarak eylemlere müdahale ettiği, eylemcilere
yönelik olarak kullanılan gaz fişeğinin herhangi bir kasıt olmaksızın şahsın
yaralanmasına sebebiyet vermiş olabileceği ancak başvurucunun kendisini
yaralayan polisi teşhis edemeyeceğini belirttiği, teşhise uygun somut bir
bilgi, tanık ya da delil ortaya koyulamadığı bu nedenle görevli personelin
kusurlu bulunmadığının değerlendirildiği ifade edilmiştir. Göz yaşartıcı
gazların mevzuata uygun şekilde ve bu konuda eğitim almış uzman personel
tarafından hedef gözetilmeksizin kullanıldığı, başvurucunun yaralanmasına
sebebiyet veren cismin gaz fişeği olduğuna dair herhangi bir bilgi, belge,
görgü tanığı, kamera görüntüsü, fotoğraf benzeri delil bulunmadığından
iddialara dayanak teşkil edecek suç unsuruna rastlanmadığı, iddiaya konu eylemi
gerçekleştiren polis memurlarının tespit edilemediği gerekçeleriyle soruşturma
izni verilmemesi yönünde görüş ve kanaat bildirilmiştir.
15. 6/1/2016 tarihinde İstanbul Valiliği tarafından
soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir: "Kamuoyunda
Gezi Parkı Olayları olarak bilinen olaylara müdahale eden görevlilerin 2559
Sayılı Polis Vazife ve Selahiyete Kanunu ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu'nun ilgili maddelerinden doğan yetki çerçevesinde
görevlerini yerine getirdikleri esnada eylemleri önlemek amacıyla herhangi bir
kasıt olmaksızın atılan gaz fişeğinin şikayetçi şahsın yaralanmasına sebebiyet
verme ihtimali olmakla birlikte, şikayetçi şahıs alınan ifadesinde kendisini
yaralayan görevlileri teşhis edemeyeceğini beyan ettiği, iddialar hakkında
açık, somut ve teşhise uygun isim, şahıs, şahit, beyan ve delil ortaya koyma
imkanı olmadığı ve ayrıca dosya muhteviyatında bulunan bilgi, belge ve kayıt
içeriklerinden müştekinin iddialarına mesnet teşkil edecek suç unsuruna
rastlanmadığı... [anlaşılmıştır.]"
16. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
soruşturma izni verilmemesi kararına karşı itiraz edilmemiştir. 13/6/2016
tarihinde, şüpheliler hakkında soruşturma izni verilmemesine dair verilen
kararın kesinleştiği gerekçesiyle 4483 sayılı Kanun'un 4. maddesinin son
fıkrası uyarınca soruşturma yapılmasına yer olmamasına (şikâyetin işleme
konulmamasına) itiraz yolu açık olmak üzere karar verilmiştir.
17. Anılan kararın tebliği üzerine soruşturma izni
verilmemesine dair karardan haberdar olan başvurucunun itirazı İstanbul Bölge
İdare Mahkemesince 29/9/2016 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesi
şöyledir:
"...İlgiler hakkında, hazırlık soruşturması
yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibariyle mevcut
olmadığı anlaşıldığından itirazın reddine..."
18. Anılan ret kararından sonra 17/5/2017 tarihinde
İstanbul Valiliği tarafından soruşturma izni verilmemesine dair kararın kesinleştiğinin
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bildirildiği anlaşılmaktadır. Kararın
başvurucuya tebliğ edildiğine dair bilgi ve belgeye rastlanmamıştır.
19. Başvurucunun İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
verilen 13/6/2016 tarihli karara karşı yaptığı itiraz ise İstanbul 3. Sulh Ceza
Hâkimliğinin 9/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucu
vekiline 17/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu 16/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Polisin Güç
Kullanımı Yönünden
21. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve
Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Polis, görevini yaparken direnişle
karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor
kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında,
direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek
şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî
şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen
kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere
karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop,
basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller,
polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere
direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı
yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak,
ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında
direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı
zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak
müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve
gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
..."
22. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tüm kolluk
birimlerine gönderilen 15/12/2008 tarihli ve 19 sayılı “Göz Yaşartıcı Gaz
Silahları ve Mühimmatları” konulu Genelge, Aralık 2008 tarihinde hazırlanan
“Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı”na atıf
yapmaktadır. Bu talimat göz yaşartıcı gaz silahlarının özelliklerini, kullanım
yöntemlerini ve gazın etkilerini açıklamaktadır. Emniyet Genel Müdürlüğü
tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde iki ayrı genelgeyle daha
ayrıntılı hâle getirilen bu talimatın ilgili kısmı şöyledir:
"…
2. Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve
Mühimmatlarını Kullanma Taktikleri
...
-Göz yaşartıcı maddeler gaz ekibinden
sorumlu amirin şartları değerlendirmesi neticesinde, vereceği taktik
doğrultusunda ve belirttiği dozda kullanılır.
...
-Göz yaşartıcı maddelerin dozu
topluluğun veya kişinin direncine ve karşı koymasına orantılı olarak kademeli
bir şekilde arttırılır.
-Göz yaşartıcı gaz fişekleri doğrudan
insan vücudunu hedef alacak şekilde atılmaz.
-Göz yaşartıcı maddeler direniş ve
saldırısına son vermiş kişilere karşı asla kullanılmaz.
-Göz yaşartıcı gaz mühimmatı kullanan
veya kullanacak her personel, mühimmatı üreten firmanın belirttiği kullanma
talimatı ve uyarılar hakkında bilgilendirilir.
3. Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve
Mühimmatlarının Açık ve Kapalı Alanlarda Kullanım Taktikleri
a) Açık Alanlarda
-Toplumsal olaylarda kalabalığı daha
küçük parçalara bölerek dağıtmak, aralarındaki etkileşimi zayıflatarak
tahrikçilerin etkilerinden diğerlerini kurtarmak için Göz Yaşartıcı Maddeler
kullanılabilir.
-Toplumsal olaylarda göz yaşartıcı madde
kullanımında aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır.
...
-Gazdan etkilenen şahısların kaçış
yolları açık tutulmalıdır. Kaçış yolu açık tutulmazsa kalabalığı dağıtmak mümkün
olmadığı gibi sıkıştırılan insanlar da daha fazla saldırganlaşırlar. Ayrıca,
kaçış yolunun iyi tayin edilmesi gereklidir. Kalabalığın tahribat yapabileceği,
iş merkezlerinin ve yerleşim merkezlerinin bulunduğu bölgelere geçiş
kapatılmalı, grubun zarar verme ihtimali en düşük olan ve küçük parçalara
ayırma imkânı bulunabilen bölgelere geçiş açık tutulmalıdır.
-Kullanılacak olan mühimmatların
menzilinin ne kadar olduğunun bilinmesi ve buna göre hedeflenen noktaya ulaşıp
ulaşamayacağının düşünülerek, uygun mesafeden atılması gerekir. Ayrıca,
mühimmatın geri atılabileceği ve etki alanı da düşünülerek, toplumsal olayın
durumuna uygun mühimmatların kullanılması gereklidir.
-Kalabalığın özellikleri ve büyüklüğü
dikkate alınmalıdır. Çok büyük bir topluluğun ortasına gaz mühimmatları
atıldığında içeriden dışarıya doğru bir kaçış olacağı düşünüldüğünde, bu büyük
topluluğun dış kısmındakilerin gazdan etkilenmedikleri için açılmayabilecekleri
ve ezilmelerin olabileceği düşünülmelidir.
...
4. Göz Yaşartıcı Gazla Müdahale
Kademeleri
-Topluluk ile polis arasındaki mesafeye
göre tercih edilmesi gereken göz yaşartıcı gaz mühimmatlarına ilişkin esaslar
aşağıda belirtilmiştir.
a) 1. Kademe: Yakın mesafe (1–15 metre)
Gaz Spreyi ve Model 5 Gaz Tüpü ile yapılan müdahale şeklidir. Kalkan hattına
yüklenen grubu, gazın fiziksel ve psikolojik etkisi vasıtasıyla minimum 15
metre etki altına alabilir.
b) 2. Kademe: Orta mesafe (15–30 metre)
Gaz El Bombaları ile yapılan müdahale şeklidir. 1. Kademe Müdahale sonunda
dağılmamakta ısrar eden ve saldırgan özelliğini koruyan gruplara karşı
kullanılır. Meteorolojik şartlara göre değişmekle birlikte bir adet gaz el
bombası 50 metre kare alanı etkisi altına alabilir.
c) 3. Kademe: Uzak Mesafe (30–150 metre)
37/38 mm. Gaz Tüfeği ile yapılan müdahale şeklidir. 2. Kademe Müdahaleye
müteakip toplanmaları engellemek ve grubu dağılım güzergâhlarına yönlendirmek
amacıyla kullanılır. Kullanıcının vücuduna 45 derece açı ve ideal hava
şartlarında yapılan atış ile 150 m mesafe ötesi etki altına alınabilir."
2. Polisin Güç
Kullanımı Sonucu Meydana Gelen Yaralanmalar ile Bunların Soruşturulması
Yönünden
23. 4483 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun amacı, memurlar ve
diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı
yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek
usulü düzenlemektir."
24. 4483 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar
başlıklı 2. maddesinin son fıkrası şöyledir:
"765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243
ve 245 inci maddeleri ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154
üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruşturma ve
kovuşturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz."
25. 4483 sayılı Kanun’un "Olayın yetkili mercie
iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler" kenar başlıklı 4.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Cumhuriyet başsavcıları, memurlar
ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin
herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu
öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan
delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya
şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın
evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler.
...
(Değişik üçüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2
md.) Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar
ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi
veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar
veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş
veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur.
(Değişik dördüncü fıkra:
17/7/2004-5232/2 md.) Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve şikâyetler
Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme
konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir..."
26. 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme" kenar
başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İzin vermeye yetkili merci, bu
Kanun kapsamına giren bir suç işlediğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı
şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır."
27. 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme yapanların
yetkisi ve rapor" kenar başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Ön inceleme ile görevlendirilen
kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin
bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan
memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri
dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir
rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme
birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle
ayrı ayrı belirtilir.
Yetkili merci bu rapor üzerine
soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda
gerekçe gösterilmesi zorunludur."
28. 4483 sayılı Kanun'un "İtiraz" kenar
başlıklı 9. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Yetkili merci, soruşturma izni
verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına,
hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa
şikayetçiye bildirir.
Soruşturma izni verilmesine ilişkin
karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi;
soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı
veya şikayetçi, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama
kararına karşı da şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir...
...
...Verilen kararlar kesindir."
29. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza
Kanunu'nun 245. maddesi şöyledir:
"Kuvvei cebriye imaline memur
olanlar ve bilümum zabıta ve ihzar memurları memuriyetlerini icrada ve
mafevkınde bulunan amirin emrini infazda kanun ve nizamın tayin ettiği ahvalden
başka surette bir kimse hakkında sui muameleye veya cismen eza verecek hale
cür'et eder yahut ol kimseyi darp ve cerh eyler ise bir aydan üç seneye kadar
hapis ve muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezalariyle cezalandırılır. Eğer
işlediği cürüm bu fiillerin fevkınde ise o cürümlere terettüp eden cezaya üçte
bir miktarı zammolunur. "
30. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
Yürürlük ve Uygulama Şeklinde Hakkında Kanun'un "Yollamalar" kenar
başlıklı 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan
Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu
hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır."
31. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Kanun'un "Zor
kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256.
maddesi şöyledir:
"Zor kullanma yetkisine sahip kamu
görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği
ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin
hükümler uygulanır.
32. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama"
kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kasten başkasının vücuduna acı
veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi,
bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
...
(3) Kasten yaralama suçunun;
...
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu
nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın,
verilecek ceza yarı oranında artırılır."
33. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle
ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Kasten yaralama fiili,
mağdurun;
...
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma.
...
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre
belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya
giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.
..."
34. 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama"
kenar başlıklı 89. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Taksirle başkasının vücuduna
acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan
kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
...
e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
...
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre
belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır."
35. Yargıtay 4. Ceza Dairesi 21/1/2009 tarihli ve
E.2008/15833, K.2009/405 sayılı kanun yararına bozma kararında, 765 sayılı
Kanun'un 245. maddesinde yer alan suçun karşılığını oluşturan, 5237 sayılı
Kanun'un 256. maddesinde düzenlenen zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın
aşılması suçunun 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma iznine tabi olmayacağını
belirterek kanun yararına bozma istemini yerinde bulmuştur.
B. Uluslararası
Hukuk
36. Göz yaşartıcı gaz kullanımı ile ilgili uluslararası
belgeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) göz yaşartıcı gaz
kullanılmasında kullandığı ilkeler Özlem Kır (B. No: 2014/5097,
28/9/2016, §§ 31-35) kararında, yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne
ilişkin usul boyutunun ihlal edildiği iddialarının incelenmesinde kullandığı
ilkeler ise Yasin Ağca (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 91-96)
kararında yer almaktadır.
37. AİHM, başvuruculara karşı fiziki güç kullanan kolluk
görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin şikâyeti incelediği İşeri
ve diğerleri/Türkiye (B. No: 29283/07, 9/10/2012, § 42) kararında 4483
sayılı Kanun'un 2. maddesi uyarınca soruşturma konusu fiilin soruşturma izni
gereken bir suç olmadığına işaret edip daha önceki içtihatlarına da atıf
yaparak idari makamlar tarafından yürütülen soruşturmanın bağımsız bir makam
tarafından yürütülen bir soruşturma olarak değerlendirilemeyeceğini
belirtmiştir (benzer yöndeki bir başka karar için bkz. Karahan/Türkiye,
B. No: 11117/07, 25/3/2014, § 45).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
38. Mahkemenin 19/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
39. Başvurucu; Taksim Gezi Parkı'nın kaldırılması
çalışmalarını barışçıl şekilde protesto etmek için Dolmabahçe Sarayı önünde
bulunduğu sırada resmî kıyafetli, kasklı bir Çevik Kuvvet polisi tarafından beş
metre mesafeden yüzüne nişan alınarak gaz kapsülü ateşlendiğini, kapsülün
yüzüne isabet etmesi sonucu ağır yaralandığını, olay yerinde bulunan diğer
protestocular tarafından hastaneye götürülmesinin polis tarafından engellenmeye
çalışıldığını, protestocular tarafından götürüldüğü hastanede rapor
düzenlendiğini, olaya ilişkin etkili soruşturma yürütülmediğini, yaralanma
nedeniyle hayati tehlike geçirdiğini ve yaşadığı olayın psikolojik travmaya
sebebiyet verdiğini belirterek yaşam hakkı, kötü muamele yasağı ile adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
40. Bakanlık görüşünde özetle 2013 yılının Mayıs ayının
sonundan başlayarak yaklaşık üç buçuk ay boyunca devam eden Gezi Parkı
olaylarında çok sayıda göstericinin katılımıyla yasa dışı ve şiddet unsuru
taşıyan gösteriler organize edildiği, bu sırada göstericiler tarafından gerek
polis memurlarına gerekse bireylere ait mal varlıklarına ciddi saldırılar
yapıldığı, bu saldırıları ve yasa dışı gösteriyi engellemek isteyen kolluk
görevlilerinin 3/6/2013 gününde eyleme devam eden, başvurucunun da aralarında
bulunduğu göstericilere müdahale ederek kalabalığı dağıtmaya çalıştığı, polis
ile eylemciler arasında yer yer çatışmalar yaşandığı, polis memurlarının
kademeli olarak güç kullandığı, başvurucunun da başından yaralanma hadisesinin
bu esnada meydana geldiğinin ileri sürüldüğü belirtilmiş; şikâyet üzerine
yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından resen soruşturma başlatıldığı,
başvurucunun soruşturma sürecine etkili katılımının sağlandığı, gerekli tüm
delillerin toplandığı, olaydan sonra düzenlenen tıbbi evrakların temin edilerek
adli tıp raporu düzenlendiği, olay anını gösteren kamera kayıtlarının
toplandığı, soruşturma işlemlerinin Cumhuriyet savcısı tarafından bizzat
yürütüldüğü ifade edilmiştir. Bunun dışında Bakanlık başvurucunun iddialarına
ilişkin olarak ön inceleme yapılması için müfettiş görevlendirildiğini, yapılan
ön inceleme kapsamında müfettiş tarafından başvurucunun ve kolluk amirlerinin
beyanlarının alındığını, olay yerinde görev yapan polis memurlarının listesinin
temin edildiğini, yapılan tüm bu incelemeler sonucunda fail polis memurunun
tespit edilemediğini, başvuruya konu olayda hem ceza soruşturması hem de
disiplin soruşturması kapsamında atılabilecek tüm soruşturma adımlarının
atıldığını, buna rağmen failin tespit edilemediğini belirtmiştir.
41. Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvurucu,
göstericilerin dağıtılması için gaz silahlarının keyfî kullanılamayacağını ve
göstericilerin yüzüne doğru hedef gözeterek ateşlenemeyeceğini ancak zorunlu
hâllerde ve orantılı güç kullanma çerçevesinde gaz kapsülünün yukarıya doğru 45
derece açıyla fişeğin havada patlayacağı şekilde atılmasının zorunlu olduğunu
belirtmiş; AİHM'in Abdullah Yaşa/Türkiye (B. No: 44827/08, 16/7/2013)
kararına atıfta bulunmuştur.
B. Değerlendirme
42. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve
manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü
fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama... hakkına
sahiptir.
...
(Değişik: 7/5/2004-5170/3 md.;
21/1/2017-6771/16 md) Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının
yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir
ayaklanma veya isyanın bastırılması (…) veya olağanüstü hallerde yetkili
merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun
cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra
hükmü dışındadır."
43. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri"
kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve
görevleri... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve
adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır."
44. Ölüm gerçekleşmese dahi bazı hâllerde başvurunun
yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet Karadağ, B.
No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20) ve bu hâllerde başvurunun yaşam hakkı
kapsamında incelenip incelenmeyeceğinin tespitinde diğer faktörlerle birlikte
kişiye karşı kullanılan gücün derecesi, türü, kullanımının ardında yatan niyet
ve amaç birlikte değerlendirilir (Mustafa Çelik ve Siyahmet Şeran, B.
No: 2014/7227, 12/1/2017, § 69).
45. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucu, kolluk görevlilerinin keyfî güç kullanımı nedeniyle hayati
tehlike geçirecek ölçüde yaralandığını ve bu olayla ilgili etkili bir ceza
soruşturması yürütülmediğini ileri sürmektedir. Netice itibarıyla ölüm
gerçekleşmemiş olsa da başvurucunun yaşamının tehlikeye girdiğinin sağlık
raporlarıyla sabit olması karşısında iddiaların yaşam hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir (benzer yöndeki karar için bkz. Melih Dalbudak,
B. No: 2016/16050, 13/2/2020, § 72).
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
47. Devletin negatif yükümlülüğü kapsamında kamusal bir
yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir
bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51). Anılan bu yükümlülük,
hem kasıtlı öldürme hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan güç kullanımı
için geçerlidir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).
48. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "meşru
müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir
tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın
bastırılması ve olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin
uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda"
yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir.
49. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması” başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
50. Anayasa’nın yaşam hakkına güç kullanmak suretiyle
yapılacak müdahalelere ilişkin hükümleri ile Anayasa Mahkemesinin bu konuda
daha önce vermiş olduğu kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk
kuvvetlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir
çarenin kalmadığı mutlak zorunlu durumlarda ve -güç kullanarak ulaşılmak
istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten- ölçülü bir biçimde güç
kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil Danışman,§
50; Nesrin Demir ve diğerleri, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, § 113).
51. Öldürücü gücün Anayasa'da belirtilen hâllerde ve
başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak kullanılması
zorunluluğu ve yaşam hakkının dokunulmaz niteliği dikkate alınarak ölümle
sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun gerekliliği ve
ölçülülüğü çok sıkı bir şekilde denetlenmelidir (İpek Deniz ve diğerleri,
B. No: 2013/1595, 21/4/2015, § 117)
52. Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin
eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken sadece fiilen gücü kullanan
görevlilerin eylemlerinin değil söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü
dâhil olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Nesrin Demir
ve diğerleri, § 108). Bunun yanı sıra bu konuda yapılacak değerlendirmede
bir bütün olarak somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiğinin ve nasıl bir
seyir izlediğinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Cemil Danışman,
§ 57).
53. Ayrıca ölümle sonuçlanan olayın gerçekleşme
şartlarının dikkate alınması, kendisine karşı güç kullanılan kişinin önceki
eylemlerinin ve kendisinin yarattığı tehlikenin de değerlendirilmesi gerekir (Cemil
Danışman, § 63).
54. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı
gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel
güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece
kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza
Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82).
55. Göz yaşartıcı gaz silahlarının uygun olmayan bir
şekilde ateşlenmesi sonucunda gaz fişeklerinin ölümlere ya da yaralanmalara yol
açma riski bulunması nedeniyle ateşli silah kullanımına ilişkin olarak kabul
edilen ilkelerin uygun düştüğü ölçüde bu silahların kullanımında da
değerlendirme kriteri olarak dikkate alınması gerekir (Turan Uytun ve Kevzer
Uytun, § 59).
56. Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif
yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü ise doğal olmayan her ölüm olayının
sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek
etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir. Yürütülecek bu
soruşturmanın temel amacı yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde
uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları
altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler
nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 54).
57. Yaşama hakkına ilişkin usule yönelik bu yükümlülük
olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla
yerine getirilebilir. Kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm
olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini
ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat
davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi ihlali
gidermek, dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
58. Kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm
olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım
benimsenebilir. Bu kapsamda yaşama hakkının veya vücut bütünlüğünün ihlaline
kasten sebebiyet verilmediği durumlarda pozitif yükümlülük her olayda mutlaka
ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
59. Bununla birlikte kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle
meydana gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası, dikkatsizliği
aşan bir kusuru olduğu veya olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz
konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir
faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli
önlemleri almadığı durumlarda -ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş
olsalar dahi- kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında
bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 60).
60. Diğer taraftan ceza soruşturmasının amacı, yaşama
hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap
vermesini sağlamak olmakla birlikte bu yükümlülük kesin olarak bir sonuç elde
etmeyi değil uygun araçların kullanılmasını gerektirir. Anayasa'nın 17. maddesi
başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma
hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi
de yüklemez (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
61. Kamu görevlilerinin görevlerini devlet adına ifa
etmeleri ve görevlerinin ifası ile ortaya çıkan birtakım durumlarla bağlantılı
olarak sık sık şikâyet edilme ve soruşturma tehdidi altında olma riski ile
karşı karşıya olmaları nedeniyle haklarında adli soruşturma yürütülmesinin
belirli bir makamın iznine bağlanması, hukuk devletinde makul görülebilir (Hidayet
Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, B. No: 2013/7907, 21/4/2016, § 106).
62. Nitekim Anayasa’nın 129. maddesinin altıncı
fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia
edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılmasının -kanunla belirlenen
istisnalar dışında- kanunun gösterdiği idari mercinin iznine bağlı olduğu hüküm
altına alınmıştır (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, § 107).
63. Anayasa'nın bütünlüğü ilkesi çerçevesinde Anayasa
kurallarının bir arada ve hukukun genel ilkeleri gözönünde tutularak
uygulanması zorunlu olduğundan etkili soruşturma yükümlülüğünü ve kamu
görevlilerinin soruşturulmasının izin şartına bağlı olmasını düzenleyen
kurallar bütününün birbiriyle uyumlu bir şekilde yorumlanması gereklidir (Hidayet
Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, § 108).
64. Soruşturma izni prosedürünün amacı, kamu
görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı ileri sürülen
iddia ve şikâyetler nedeniyle gereksiz ithamlarla karşılaşmamaları ve bu
şekilde her türlü korku ve endişeden uzak tutulmaları yoluyla kamu
hizmetlerinin aksamaması için iddia olunan suçlar bakımından ceza
soruşturmasına geçilmeden önce bir ön inceleme yapılmasıdır. Ön inceleme,
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri isnat
olunan bir suç konusunun soruşturulması kapsamında yetkili idari merciler
tarafından gerçekleştirilen ve sonucunda idari veya adli yönden işlem yapılması
için soruşturma açılmasına gerek olup olmadığı biçiminde bir karara varmak
üzere yürütülen idari bir incelemedir. Bu incelemede isnat edilen suç konusu
eylemin gerçekliği genel hatları ile kapsam ve niteliği, çerçevesi,
delillerinin neler olduğu gibi hususlar araştırılır. Amaç, suçun varlığına
ilişkin iddianın ve maddi olayın durumunun ilgili hakkında yargılama yapılmak
üzere soruşturma açılmasını gerektirecek nitelikte olup olmadığı konusunda
takdir kullanmayı sağlayabilecek bir araştırma yapılmasıdır (Dilek Genç ve
diğerleri [GK], B. No: 2014/3944, 1/2/2018, § 77).
65. Gerek idari nitelikteki ön incelemenin gerekse
soruşturma izni verilmemesi işlemine karşı yapılan itirazları değerlendiren
idari yargı organlarınca yapılacak olan inceleme ve değerlendirmelerin
soruşturma izni prosedürünün ceza yargılamasının işleyişini geciktirecek ve
soruşturmanın etkin şekilde yürütülmesine engel olacak şekilde uygulanmasına ya
da kamu görevlilerinin ceza soruşturmasından muaf tutulduğu izlenimi oluşmasına
izin vermeyecek şekilde yapılmasına özen gösterilmesi gerekmektedir (Dilek
Genç ve diğerleri, § 78).
66. Şüpheli bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza
soruşturmasının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte olduğunun
kabul edilebilmesi için;
- Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen
ölümler yönünden soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden
bağımsız olması (Cemil Danışman, § 96),
- Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz,
resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların
belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),
- Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve
meşru menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine
gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §
58),
- Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi (Salih
Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30)
- Tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar
verilmesi ve mağdur açısından uygun bir giderim sağlanması (S.D., B. No:
2013/3017, 16/12/2015, § 116) gerekmektedir.
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
67. Somut olayda başvurucunun baş bölgesinden ciddi
şekilde yaralandığı, hayati fonksiyonlarını orta derecede etkileyecek şekilde
kemik kırıkları oluştuğu ve beyin kanaması geçirdiği, yaralanmaların başvurucu
için hayati risk teşkil ettiği sağlık raporları ile sabittir. Başvurucu bu
yaralanmanın katıldığı gösteri yürüyüşleri sırasında kafasına hedef gözetilerek
atılan gaz kapsülü nedeniyle oluştuğunu ifade etmektedir.
68. İdarenin başvurucunun yaralandığı zamanda ve yerde
gerçekleşen bir gösteri yürüyüşü olmadığı, gösteri yürüyüşü olmakla birlikte
polis müdahalesinin bulunmadığı, başvurucunun gösteri yürüyüşüne katılmadığı ya
da yaralanmasına başka bir olayın sebep olabileceği hususlarında bir itirazı
bulunmamaktadır. Bunun aksine idare, eylemleri önlemek amacıyla herhangi
bir kasıt olmaksızın atılan gaz fişeğinin şikâyetçi şahsın yaralanmasına
sebebiyet verme ihtimalinin olduğunu belirtmektedir (bkz. §§ 14, 15).
69. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, şikâyete konu
eylemin idari görev sırasında gerçekleştirilmiş olması nedeniyle 4483 sayılı
Kanun kapsamında kaldığı değerlendirilerek soruşturma izni talebinde bulunulduğu
anlaşılmaktadır. Öncelikle şikâyete konu eylemin 4483 sayılı Kanun kapsamında
kaldığına ilişkin olarak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan
değerlendirmenin incelenmesi gerekmektedir.
70. 4483 sayılı Kanun, devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin
genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli
ve sürekli görevleri ifa eden memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri
sebepleriyle işledikleri suçlar hakkında izin sisteminin uygulanacağını
düzenlemektedir. Bu genel kapsama ise kişi ve suç yönünden getirilen birtakım
istisnalar bulunmaktadır. Başvuru konusu süreçte Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından değerlendirilen idari-adli görev ayrımı, istisnalardan yalnızca
birini oluşturmaktadır. Suç konusuna ilişkin getirilen istisnalar bununla
sınırlı değildir.
71. 4483 sayılı Kanun'un 2. maddesine 2003 yılında
eklenen fıkra ile 765 sayılı Kanun'un 243. ve 245. maddeleri kapsamında
açılacak soruşturma ve kovuşturmalarda izin sisteminin uygulanmayacağı
düzenlenmiştir.
72. 765 sayılı Kanun yürürlükten kalkmış olup mevzuatta
765 sayılı Kanun'a yapılan yollamaların 5237 sayılı Kanun'da bu hükümlerin
karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılacağı hüküm altına alınmıştır.
73. 4483 sayılı Kanun’un anılan maddesindeki istisnalar
5237 sayılı Kanun’un 94. ve 95. maddelerinde düzenlenen işkence suçu ile 256.
maddesinde düzenlenen zor kullanma yetkisinde sınırın aşılması fiillerine
karşılık gelmektedir. Özetle 5237 sayılı Kanun’un 94., 95. ve 256. maddelerinde
düzenlenen suçlar idari görev sebebiyle işlenmiş olsa dahi genel hükümlere göre
soruşturma yürütülecektir.
74. Şikâyete konu eylemin 4483 sayılı Kanun kapsamında
soruşturma izni alınması gereken suçlar arasında olmadığının tespit edilmesi
soruşturma yapma yetkisinin doğrudan Cumhuriyet savcısında olduğu anlamına
gelecek ve derhâl soruşturma işlemlerine başlanarak delillerin toplanması
yönünde önem arz edecektir. 4483 sayılı Kanun kapsamına girmeyen bir suç ya da
kişi yönünden soruşturma izni istenmesi etkili soruşturma yükümlülüğü yönünden
sorun teşkil etmektedir. Gerek soruşturmayı yürütmekle görevli Cumhuriyet
başsavcılığı gerek Cumhuriyet başsavcılığı tarafından verilen karara karşı
yapılan itirazı incelemeye yetkili merci tarafından şikâyete konu eylem ve suç
isnat edilen kişinin 4483 sayılı Kanun kapsamında kalıp kalmadığının titizlikle
incelenmesi gerekmektedir.
75. Başvuruya konu soruşturma sürecinde şikâyete konu
eylemin yukarıdaki istisna hükümleri uyarınca Cumhuriyet savcısının resen
soruşturma yetkisinde kalıp kalmadığının tartışılmadığı görülmektedir. Yine
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen karara karşı yapılan itirazı
incelemeye yetkili Sulh Ceza Hâkimliği tarafından da söz konusu istisna
hükümlerinin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından değerlendirilip
değerlendirilmediği hususunun dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır.
76. İkinci aşamada, soruşturma izni prosedürüne ilişkin
sürecin değerlendirilmesi gerekmektedir. Soruşturma izin verilmemesi yönünde
görüş bildirilen ön inceleme raporu ile soruşturma izni verilmemesine ilişkin
kararda başvurucunun gaz fişeğini atan polis memurunu teşhis edememesi ile
dosyada başka bir delil de bulunmaması gerekçelerinin öne çıktığı
anlaşılmaktadır.
77. Soruşturma izni prosedürü gereği Cumhuriyet savcısı
suç isnadının 4483 sayılı Kanun kapsamında kaldığına karar verdiği takdirde
delil toplamaksızın dosyayı idari merciye göndermektedir. Bu aşamada dosyada
büyük çoğunlukla şikâyetçinin iddiası ve varsa sunduğu deliller dışında bir
delil bulunması mümkün olmamaktadır. Şikâyetçinin elinde ise delil bulunması
her somut olayda mümkün olmamaktadır.
78. Soruşturma izni talebi hakkında karar verilmesi
aşamasında sorumluların belirlenmesi ve suç isnadının ispatlanması için uygun
araçlar henüz devreye girmemiştir. Lehe ve aleyhe delillerin toplanmasına
ilişkin kamusal yükümlülük uyarınca sorumluların belirlenmesi ve iddiaların
ispatlanması için gerekli araştırmayı yapmak soruşturma aşamasını yürüten
Cumhuriyet savcısının görevidir.
79. Bu durumda soruşturma izni verilmesi için suçun işlendiğine
dair kesin nitelikte delil aranması, henüz delillerin elde edilmesi için uygun
araçlar kullanılamadığından bu araçların devreye girmesi önünde engel teşkil
edecek ve hakkında suç isnat edilen kamu görevlisinin atılı suçu işleyip
işlemediğinin açıklığa kavuşturulmasını olanaksız kılacak hatta somut olayda
olduğu gibi suç isnat edilen kamu görevlisinin kimliği dahi tespit edilemeden
adli sürecin sonlanmasına sebebiyet verecektir. Suç isnadına konu edilen bir
eylemi gerçekleştiren kamu görevlisinin kimliğinin tespit edilmesi şikâyetçiden
beklenemeyecek olup bu yükümlülük idari merciye ve adli makamlara aittir.
80. Soruşturma izni prosedürünün amacı, kamu
görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı ileri sürülen
iddia ve şikâyetler nedeniyle gereksiz ithamlarla karşılaşmamaları, bu şekilde
kamu hizmetlerinin aksamaması için iddia olunan suçlar bakımından ceza
soruşturmasına geçilmeden önce bir ön inceleme yapılmasıdır. Yapılacak
incelemeyle, kamu görevlisi hakkında isnat edilen suçun ceza soruşturması
başlatılmasını gerektirecek nitelikte olup olmadığının anlaşılması ve bu
şekilde kamu görevlisi hakkında gereksiz yere soruşturma açılmasının önüne
geçilmesi amaçlanmaktadır.
81. Bu amaç kapsamında, ön inceleme aşamasında yapılan
araştırmada isnatların asılsız olduğunun net olarak anlaşılması ve ortaya
konabilmesi hâlinde soruşturma izni verilmemesi etkili soruşturma yükümlülüğü
yönünden sorun teşkil etmeyebilecektir. İzin prosedürünün amacına uygun şekilde
işletilmesi ancak bu yolla mümkün olacaktır. Suç işlendiğine ilişkin iddianın
açıkça temelsiz olmaması, suçun işlenmiş olabileceği yönünde emareler bulunması
ve bu emarelerin ön inceleme aşamasında net olarak ortadan kaldırılamamış
olması ceza soruşturması başlatılabilmesi için yeterli olmalıdır. Aksi bir
uygulama, soruşturma izni prosedürünün kamu görevlilerine isnat edilen suçların
araştırılmasında uygun araçların kullanılmasının önüne geçmesi sonucunu
doğurur.
82. İnceleme konusu olayda, başvurucunun yaralanmaları
sağlık raporları ile sabit olup başvurucunun yaralandığı zamanda ve yerde
gerçekleşen bir gösteri yürüyüşü olmadığı, gösteri yürüyüşü olmakla birlikte
polis müdahalesinin bulunmadığı, başvurucunun gösteri yürüyüşüne katılmadığı ya
da başvurucunun yaralanmasına başka bir olayın sebep olduğu gibi somut bir
bulgu ortaya konmaksızın soruşturma izni verilmemesi etkili soruşturma
yükümlülüğünün gerekleriyle uyumlu değildir.
83. Açıkça mesnetsiz olduğuna ilişkin veri bulunmayan
iddia yönünden failin idari merci tarafından tespit edilememesi hâlinde dahi
soruşturma izni verilerek Cumhuriyet savcısı tarafından failin ve suç isnadının
araştırılmasına imkân tanınması etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında bir
gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır.
84. Soruşturma izni vermeye yetkili idari merci
tarafından yapılacak değerlendirmelerde olduğu gibi soruşturma izni verilmemesi
işlemine karşı yapılan itirazları değerlendiren idari yargı organlarınca da
soruşturma izni prosedürünün ceza yargılamasının işleyişini geciktirmemesi ve
soruşturmanın etkin şekilde yürütülmesine engel olmaması, kamu görevlilerinin
ceza soruşturmasından muaf tutulduğu izlenimi oluşmaması gerekliliklerine özen
gösterilmesi gerektiği açıktır. Somut olayda soruşturma izni verilmemesi
işlemine karşı yapılan itirazın da soruşturma izni prosedürünün amacına uygun
şekilde ve etkili bir soruşturma yürütülmesine engel olmayacak şekilde
uygulanması gerekliliğine dikkat edilmeksizin Bölge İdare Mahkemesince
reddedildiği anlaşılmaktadır.
85. Sonuç olarak bireysel başvuru konusu olayda
başvurucunun sağlık raporlarıyla tespit edilen yaralanmaları ve açıkça asılsız
olduğu ortaya konulamayan iddiaları karşısında idari merci tarafından
şikâyetçinin kendisini yaralayan görevlileri teşhis edemeyeceğini beyan ettiği,
iddialar hakkında açık, somut ve teşhise uygun isim, şahıs, tanık, beyan ve
delil ortaya koyma imkânı olmadığı, ayrıca dosya muhteviyatında bulunan bilgi,
belge ve kayıt içeriklerinden müştekinin iddialarına mesnet teşkil edecek suç
unsuruna rastlanmadığı gerekçeleriyle soruşturma izni verilmemesinin
sorumluların ve olayın gerçekleşme koşullarının ortaya çıkarılmasını olanaksız
hale getirdiği ve etkili bir ceza soruşturması yürütülmesi önünde engel teşkil
ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
86. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
87. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediğinin bu aşamada
incelenmesine gerek olmadığı değerlendirilmiştir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
88. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
89. Başvurucu yaşadığı psikolojik travma nedeniyle okulunu
bir yıl dondurması, iş hayatına bir yıl geç başlayacak olması gerekçesiyle
50.000 TL maddi tazminata ve 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
90. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
91. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
92. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
93. Başvuruda, yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İhlalin nihai olarak soruşturma izni
verilmemesine ilişkin karara karşı yapılan itirazı incelemeye yetkili İstanbul
Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdari Dava Dairesinin kararından kaynakladığı anlaşılmaktadır.
94. Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak
yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve
bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması
gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan
kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri
gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden
ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdari Dava Dairesine (E.2016/16,
K.2016/116) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
95. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün
sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının usul boyutunun ihlali
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 40.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
96. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi
için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
97. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için İstanbul Bölge İdare Mahkemesi
Birinci İdari Dava Dairesine (E.2016/16, K.2016/116) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 40.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına (S. No. 2015/57977, K.2016/43706), İstanbul Valiliğine (Karar
No. 2016/14), İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğine (D.İş 2016/3438)
GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 19/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLEkarar verildi.