TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
GÜLİSTAN ATASOY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/15845)
|
|
Karar Tarihi: 21/1/2021
|
R.G. Tarih ve Sayı: 26/3/2021-31435
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Ceren Sedef EREN
|
Başvurucu
|
:
|
1.Gülistan ATASOY
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Tugay BEK
|
|
|
Av. Sevil ARACI BEK
|
Başvurucu
|
:
|
2.Güven BOĞA
|
Vekili
|
:
|
Av. Tugay BEK
|
Başvurucular
|
:
|
3.Mehmet AKARSUBAŞI
|
|
|
4. Münir KORKMAZ
|
|
|
5. Orhan ALICI
|
|
|
6. Mehmet Rüştü ŞATIR
|
|
|
7. Halil KARA
|
|
|
8. Yalçın ALÇİÇEK
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Merdan ÖZBERK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucular hakkında
kanuna aykırı olduğu değerlendirilen toplantılara katılmaları nedeniyle
disiplin cezasına hükmedilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle
2017/24439, 2017/24494, 2017/24837, 2017/28227, 2017/28855, 2017/29857 ve
2017/29912 sayılı dosyaların 2017/15845 sayılı bireysel başvuru dosyası
üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Birleştirilen başvuruların bir kısmı yönünden başvuru
belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmiştir. Bakanlık söz konusu dosyalara ilişkin görüşlerini bildirmiştir.
Konu yönünden irtibatlı bulunan diğer başvurular yönünden Bakanlıktan tekrar
görüş istenmesi gerekli görülmemiştir.
8. Başvurucu Güven Boğa, Bakanlık görüşüne karşı
süresinde beyanda bulunmuştur. Diğer başvurucular Bakanlık görüşüne karşı
beyanda bulunmamıştır.
9. İkinci Bölüm tarafından 30/9/2020 tarihinde yapılan
toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması
gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin
(3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
10. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
11. Başvurucular hakkında Gezi Parkı olayları
şeklinde anılan süreçte yaşanan gelişmelerin protesto edildiği toplantılara
katıldıklarından ve bu toplantıların kanuna aykırı olduğundan bahisle uyarma
disiplin cezasına hükmedilmiştir.
A. Gezi Parkı
Olaylarına İlişkin Arka Plan Bilgisi
12. Gezi Parkı olayları, İstanbul Taksim Meydanı’nda
bulunan Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre düzenlemelerine engel olmak için
27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış ve
haziran-temmuz aylarında yoğunlaşarak Türkiye’nin birçok iline yayılmış
toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.
13. Anılan süreçte ağır şiddet olayları yaşanmış, hem
eylemlere katılan sivil vatandaşlardan hem de müdahale eden güvenlik
görevlilerinden ölenler ve yaralananlar olmuştur. İçişleri Bakanlığı verilerine
göre 28/5/2013 ile 6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde Gezi Parkı olayları
çerçevesinde 5.532 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiş, bu eylem ve etkinliklere
3.611.208 kişi katılmış, olaylara ilişkin olarak 104.519 emniyet personeli
görevlendirilmiş, söz konusu gösterilerden 164’üne müdahalede bulunulmuş, bir
komiser yüksekten düşme nedeniyle şehit olmuş, üçü silahla ve ikisi bıçakla
olmak üzere 697 güvenlik görevlisi yaralanmış, olaylar sırasında yaşamını
yitiren dört sivil vatandaşın ölümüyle ilgili adli ve idari soruşturma
yürütülmüş, olaylara ilişkin olarak gözaltına alınan 5.513 kişiden 148'i
tutuklanmış ve görevlendirilen polislerden 127'si hakkında uygulamaları
nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır.
14. Türkiye Tabipler Birliği verilerine göre ise kamu
hastaneleri, özel hastane ve tıp merkezleri ile olayların yaşandığı alanlarda
kurulan revirlere toplam 8.163 kişi yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan
106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir.
15. Gezi Parkı olaylarının niteliği ve başlatılma amacına
ilişkin olarak kamuoyunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Olayların çevreci bir
saikle başladığını, bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin kararların
kendilerine sorulması talebini ortaya koyduklarını ifade edenler olduğu gibi
yerleri değiştirilen ağaçların bahane olarak kullanıldığını, hareketin iktidara
karşı yurt dışı destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler ve polisin sert
müdahalesini Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması, kamu ve özel
kişilerin mallarına zarar verilmesi nedeniyle meşru görenler de mevcuttur (Oğulcan
Büyükkalkan ve diğerleri, B. No: 2014/17226, 10/1/2018, § 8).
B. Başvuru Konusu
Olaya İlişkin Süreç
16. Başvurucu Gülistan Atasoy Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde ebe olarak, başvurucu Güven Boğa Adana'nın Seyhan ilçesinde bir
lisede biyoloji öğretmeni olarak diğer başvurucular Mehmet Akarsubaşı, Münir
Korkmaz, Orhan Alıcı, Mehmet Rüştü Şatır, Halil Kara ve Yalçın Alçiçek ise
Çukurova ve Seyhan ilçelerinde çeşitli ilköğretim okullarında sınıf öğretmeni
olarak çalışmaktadır.
17. Başvurucu Gülistan Atasoy Sağlık ve Sosyal Hizmet
Emekçileri Sendikası üyesi, diğer başvurucular ise Eğitim ve Bilim Emekçileri
Sendikası üyesidir. Başvurucuların üyesi oldukları söz konusu iki Sendikanın
bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 11/5/2013
tarihinde, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda yapılacak
değişikliklere ilişkin bir dizi eylem ve etkinlik kararı almıştır. Anılan
eylemler içinde yer alan ve 12/6/2013 tarihinde yapılması kararlaştırılan işe
gitmeme eylemi, KESK'in 17/5/2013 tarihli acil kararıyla 5/6/2013 tarihine
çekilmiştir. KESK 3/6/2013 tarihinde ise kısa bir süre önce İstanbul'da
başlayan Gezi Parkı olaylarında gerçekleştirilen eylemlere karşı devletin
orantısız olduğunu belirttikleri güç kullanımını da protesto etmek amacıyla iş
bırakma eyleminin 4/6/2013 tarihinden itibaren başlatılmasına ve 5/6/2013
tarihinde de devam edecek olan eylem kapsamında kitlesel biçimde meydanlara
çıkılmasına karar vermiştir.
18. Başvurucular KESK'in anılan çağrısı üzerine Gezi
Parkı olaylarında yaşananları protesto etmek amacıyla 4/6/2013 ve 23/6/2013
tarihleri arasında belli gün veya günlerde Adana il merkezinde yapılan
toplantılara katılmıştır. Güven Boğa dışında başvurucuların tamamının söz
konusu toplantılara mesai saatleri dışında katıldığı belirtilmiştir.
19. Başvurucular hakkında anılan toplantılara
katıldıkları gerekçesiyle 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin (A) bendinin (e)
alt bendi uyarınca devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta
bulunmaktan uyarma cezası verilmiştir.
20. Başvurucuların söz konusu cezaların iptali istemiyle
açtıkları davalar reddedilmiştir. Derece mahkemeleri, başvurucuların katıldığı
toplantıların 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu'nun 9. ve 10. maddesi hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden ve
usulüne uygun olarak izin alınmadan yapılmasına, ayrıca şiddet içermesi
nedeniyle barışçıl niteliğini kaybetmesine dayanmıştır.
21. Ret kararlarında öncelikle davaların sendika hakkı
değil toplantı hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir. Nitekim
derece mahkemeleri başvuru konusu toplantıların kamu görevlisi olan
başvurucuların ortak sosyal, kültürel ve ekonomik çıkarları ile ilgili
olmadığını belirtmiş ve bu konuda Adana Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünün
26/6/2013 tarihli "Gezi Parkı Eylemleri" konulu yazısına atıf
yapmıştır. Adana Emniyet Müdürlüğü başvuru konusu toplantıların Türkiye'nin
birçok yerinde Taksim Gezi Parkı'nda gerçekleşen olayları protesto etmek
amacıyla aynı anda başlayan ve Taksim direnişini konu alarak Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini istifa etmeye zorlamaya yönelik eylemler olduğunu ileri
sürmüştür. Emniyet Müdürlüğü yapılan eylemlerin masum bir hak arama ya da görüş
bildirme amacıyla düzenlenmiş etkinlikler olmadığını, şiddete başvuran
eylemcilerin bir anarşi ortamı oluşturmaya çalıştığını ve bu sebeple eylemlere
katılan kamu görevlilerinin isimlerinin yer aldığı listenin gerekli yerlere
bildirildiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda başvurucu Güven Boğa hakkında karar
veren derece mahkemesi dışındaki mahkemeler, başvurucuların toplantılara mesai
saatleri dışında katılmış oldukları da dikkate alındığında ortada Anayasa'nın
34. maddesinde yer alan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı kapsamında
gerçekleştirilmiş toplantılar olduğu ve davaların çözümünün de bu değerlendirme
ışığında yapılması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Başvurucu Güven Boğa hakkında
karar veren derece mahkemesi ise başvurucunun anılan toplantılara mesai
saatleri içinde katılmış olmasına rağmen yine de ortada bir sendikal faaliyet
olduğundan bahsedilemeyeceğini, bu nedenle davanın toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiğini belirtmiştir.
22. Toplantı hakkının kullanımı için bildirim usulü
öngörülmesinin başlı başına söz konusu hakkın ihlali anlamına gelmediğini
belirten derece mahkemeleri bu şartın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
(Sözleşme) hukukuyla da uyumlu olduğunu, nitekim Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin (AİHM) bir kararında önceden izin alma şartı yerine getirilmeden
düzenlenen bir gösteri yürüyüşüne katılması dolayısıyla başvurucunun idari para
cezasına çarptırılmasını -cezanın düşük miktarını da gözönünde bulundurarak-
Sözleşme'ye uygun kabul ettiğini belirtmiştir. Derece mahkemeleri,
başvurucuların söz konusu toplantılar için bildirim yükümlülüğü altında bulunan
düzenleyiciler olup olmadığı konusunda herhangi bir açıklama yapmamıştır.
23. Derece mahkemeleri; başvuru konusu toplantılarda bazı
grupların yüzlerini kapattıklarını, gaz maskeleri taktıklarını, eylem sırasında
sokaklarda taşlardan, demir korkuluklardan bariyer oluşturduklarını, sokaklarda
ateş yaktıklarını ve olaylara müdahale eden güvenlik görevlilerine taşlı,
sopalı saldırılarda bulunduklarını, bu sebeplerle de toplantıların şiddet
içerikli hâle geldiğini kabul etmiştir. Bu durumda gösterinin geneline şamil
olacak biçimde barışçıl niteliğini kaybettiği anlaşılan toplantılara katılan
kamu görevlisi başvurucular hakkında belli bir müeyyide uygulanmasının
anlaşılabilir olduğu ifade edilmiştir.
24. Sonuç olarak derece mahkemeleri, kamu görevlisi olan
başvurucuların eylemlerine uygun disiplin cezası ile tecziyelerine ilişkin dava
konusu işlemlerde -cezanın niteliği de dikkate alındığında- ölçülük ilkesine,
mevzuata ve hukuka aykırılık görülmediğine karar vermiştir.
25. Başvurucular nihai kararın kendilerine tebliğinden
itibaren süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
26. 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"A - Uyarma : Memura, görevinde ve
davranışlarında daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile bildirilmesidir.
Uyarma cezasını gerektiren fiil ve
haller şunlardır:
...
e) Devlet memuru vakarına yakışmayan
tutum ve davranışta bulunmak,
... "
27. Danıştayın memurlara verilecek disiplin cezalarının
amacı ve bu doğrultuda disiplin soruşturmalarının yapılma usulü konusundaki kararı
şu şekildedir:
"Disiplin cezaları, kamu
hizmetinin gereği gibi yürütülebilmesi bakımından kamu görevlilerinin mevzuat
uyarınca yerine getirmek zorunda oldukları ödev ve sorumlulukları ifa
etmemeleri veya mevzuatta yasaklanan fiillerde bulunmaları durumunda uygulanan
yaptırımlar olup, memurların özlük hakları üzerinde doğrudan ve önemli sonuçlar
doğurmaları sebebiyle subjektif ve bireysel etkileri bulunduğu gibi kamu
görevinin gereği gibi sürdürülmesi ve kamu düzeninin sağlanması bakımından
objektif ve kamusal öneme sahiptirler.
Bu bakımdan disiplin soruşturmalarının
yapılmasında izlenecek yöntem, ceza verilecek fiiller ve ceza vermeye yetkili
makam ve kurullar pozitif olarak mevzuatla belirlenmekte, doktrin ve yargısal
içtihatlarla da konu ile ilgili disiplin hukuku ilkeleri oluşturulmaktadır.
Buna göre, disiplin cezası verilebilmesi için kusurlu halin tespitinden sonra
belli süreler içinde ilgili memur hakkında tarafsız bir soruşturmacı
görevlendirilerek disiplin soruşturması açılması, söz konusu soruşturmada
memurun lehine ve aleyhine olan tüm delillerin toplanarak ekleriyle birlikte
bir soruşturma raporunun oluşturulması ve bu şekilde memurun hangi fiili,
nerede, ne zaman, nasıl, ne şekilde işlediğinin somut, hukuken kabul edilebilir
ve delillerle şüpheye yer vermeyecek açıklıkta ortaya konularak yetkili
disiplin amiri veya disiplin kurulu tarafından bir disiplin cezası verilmesi
gerekmektedir."
(Danıştay 12. Dairesi, 18/5/2016, E.2016/10866, K.2016/3109)."
28. Danıştayın disiplin cezalarının ceza hukukunun genel
ilkelerine tabi olduğuna ilişkin kararı şu şekildedir:
"Disiplin cezaları, kamu
görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı
fiillerine karşı düzenlenen idari yaptırımlardır. Kamu hizmetlerinden sürekli
uzaklaştırılabilmek gibi ağır sonuçlara neden olabilen disiplin cezaları,
ağırlığı ve önemi sebebiyle Anayasa'nın 38. maddesindeki suç ve cezalara
ilişkin kurallara tabi tutulmuşlardır.
'Kanunsuz suç ve ceza olmaz' ilkesi
uyarınca, ceza yaptırımına bağlanan her bir fiilin tanımının yapılması ve
kanunun ne tür fiilleri suç sayarak yasakladığının hiçbir kuşkuya yer
vermeyecek şekilde belirtilmesi gerekmektedir. Sözü edilen suç tanımlaması
yapıldıktan sonra, suçun karşılığı olan cezanın ve suç sayılan fiili
gerçekleştiren kamu görevlisinin hangi disiplin kuralını ihlal ettiğinin açık
bir şekilde ortaya konulması da zorunludur. Sözkonusu fiil, mevzuatta öngörülen
tanıma uymuyorsa verilen disiplin cezasının hukuka aykırı olacağı
açıktır." (Danıştay 12. Dairesi, 17/12/2015, E.2012/2922, K.2015/6975).
29. Bu kapsamda Danıştay, il millî eğitim müdürünün
atamasının eleştirildiği bazı köşe yazılarını aracının camına asarak okula
gelen, ayrıca bunları kantinde ve öğretmenler odasında da teşhir ettiği
belirtilen öğretmen ile aynı okulda çalışan başka bir öğretmeni rahatsız edici
davranışlarda bulunan ve bir öğretmene yakışmayacak içerikte mesajlar attığı
değerlendirilen öğretmenin, ayrıca telefonda başka bir görevli ile konuşurken
idareye matufiyet olmadan genel olarak hakaret eden sağlık memurunun
eylemlerinin devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak
hükmü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmiştir (sırasıyla
Danıştay Onikinci Dairesi, 17/12/2015, E.2012/2922, K.2015/6975; Danıştay
Onikinci Dairesi, 9/9/2019, E.2016/2432, K.2019/5694; Danıştay Onikinci
Dairesi, 20/6/2019, E.2018/1442, K.2019/3898).
30. Danıştay, hakkında devam eden disiplin soruşturması
kapsamında kendisi tarafından hazırlanan ve içeriğinde kendisiyle ilgili övücü
sözler bulunan bir metni başka bir kişi aracılığıyla görev yaptığı ilçedeki
insanlara imzalatarak soruşturma makamına sunan kamu görevlisi hakkında bu
eylemi nedeniyle 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin B bendinin (d) alt bendi
uyarınca kınama cezası verilmesinin eylemin anılan hükümdeki tanıma uymaması,
bu doğrultuda tipiklik şartının gerçekleşmemesi ve eylemin aynı Kanun'un 125.
maddesinin A bendinin (e) alt bendi kapsamında değerlendirilebilecek olması
nedeniyle hukuka aykırı olduğunu kabul etmiştir (Danıştay Onikinci Dairesi,
16/9/2019, E.2016/2377, K.2019/5880).
B. Uluslararası
Hukuk
31. AİHM devletin kamu hizmetinde çalışan memurları
yönünden sadakat yükümlülüğü öngörmesinin, ayrıca onlara ödev ve sorumluluklar
yüklemesinin memurların statüleri gereği meşru bir durum olduğunu belirtmiştir.
Fakat kamu görevlilerinin de birey olduğunu, siyasi görüş sahibi olma, ülke
sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlerinin bulunduğunu ve bu
doğrultuda Sözleşme'nin 10. ve 11. maddelerinden yararlandıklarının şüpheden
uzak olduğunu da ifade etmiştir. Bununla birlikte memurun bulunduğu konum ve
görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesinin
belirlenmesinde ulusal makamların bir takdir marjı olduğunu da eklemiştir (İsmail
Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, §§ 52-54; Vogt/Almanya [BD],
B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık,
B. No: 22954/93, 2/9/1998, §§ 53, 54; Otto/Almanya (k.k.), B. No:
27574/02, 24/11/2005).
32. AİHM, kamu görevlilerine verilen disiplin cezalarıyla
güdülen meşru amacın gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği yönünden yalnızca
cezanın bir kuralla öngörülmüş olmasını yeterli bulmamakta; somut bir
değerlendirmenin varlığını aramaktadır. Bu bağlamda kamu görevlilerinin
cezalandırılan eylemlerinin kamu hizmetlerinin sürekliliğini ya da gereği gibi
yerine getirilmesini etkilemek veya görev yapılan devlet kurumunun itibarını
zedelemek gibi cezayı gerekli kılan sonuçlara sebep olduğunun açıkça gösterilmesi
gerektiğini belirtmektedir (Kula/Türkiye, B. No: 20233/06, 19/6/2018, §§
48, 49).
33. Bununla birlikte AİHM, kamu görevlilerinin devlete
sadakat yükümlülüğü hususunda söz konusu devlete özgü durumların dikkate
alınabileceğini kabul ettiği gibi memurun görevinin niteliğinin de gözönünde
bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir. Komünist Partinin eylemlerine aktif
olarak katılan bir öğretmenin aldığı disiplin cezasına ilişkin olarak yapılan
başvuruda verdiği Vogt/Almanya kararında, memurların devlete sadakat
yükümlülüğü konusunda Almanya'nın nasyonel sosyalizm geçmişinin ve bu
doğrultuda Alman Anayasası'nın üzerine kurulduğu ilkelerin dikkate alınması
gerektiğini belirtmiş; ayrıca öğretmenlerin öğrencileri yönünden bir otoriteyi
temsil ettikleri gerçeği karşısında iş yaşamları dışında da belli bir dereceye
kadar ödev ve sorumluluklarının devam edeceğini kabul etmiştir (Vogt/Almanya,
§§ 59, 60).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
34. Mahkemenin 21/1/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
35. Başvurucuların tümü, şiddete başvurmadan barışçıl bir
şekilde katıldıkları toplantı ve yürüyüşler nedeniyle haklarında disiplin
cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakları ile çeşitli
anayasal haklarını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
36. Başvurucular, sendikal bir faaliyete katılımları
nedeniyle haklarında disiplin cezasına hükmedilmesinin sendika haklarını da
ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
37. Bakanlık görüşünde; öncelikle söz konusu eylemin kamu
görevlilerinin ekonomik, sosyal ve mesleki hak ve menfaatleri ile bu kapsamda
özlük ve parasal haklarının, çalışma koşullarının korunması, iyileştirilmesi ve
geliştirilmesi amaçlarına yönelik olmadığı ve bu kapsamda sendika hakkının
gündeme gelemeyeceği belirtilmiştir. Bakanlık somut olayda yapılacak denetim
sırasında idare ve derece mahkemelerinin takdir payının Anayasa’ya uygun
kullanılıp kullanılmadığı değerlendirilirken eldeki başvurunun koşulları,
başvurucuların şahsi özellikleri, meslekleri veya toplumda temsil ettikleri
statü yanında özellikle nitelikli suçlarla mücadeleye bağlı zorlukların da
gözönünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir. Son olarak Bakanlık,
sadece siyasi amaçlarla düzenlenen ve şiddet içeren gösterilere katıldıkları
anlaşılan başvurucuların bu fiillerinin 657 sayılı Kanun'da düzenlenen en hafif
ceza olan uyarma cezasını gerektirir şekilde "devlet memuru vakarına
yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak" olarak değerlendirilmiş
olmasının başvurucuların haklarını ihlal etmediği sonucuna ulaşmıştır.
38. Başvurucu Güven Boğa Bakanlık görüşüne karşı
beyanında bireysel başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.
B. Değerlendirme
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Bu bağlamda başvurucuların şiddet kullanmadan katıldıkları toplantı ya
da yürüyüş nedeniyle haklarında hukuka aykırı olarak disiplin cezasına
hükmedildiği iddialarının bir bütün olarak toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
40. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan,
silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı
ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın
ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve
kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda
gösterilir."
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Müdahalenin
Varlığı
42. Başvuru konusu toplantılara katıldıkları gerekçesiyle
haklarında uyarma cezasına hükmedilen başvurucuların toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme haklarına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
43. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
44. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme,
Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun olma koşullarını sağlayıp sağlamadığının
belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
45. 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin kanunilik
ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
46. Başvuru konusu müdahalenin Anayasa'nın 34. maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin
bir parçası olduğu değerlendirilmiştir.
iii. Demokratik
Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel
İlkeler
(a) Demokratik
Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
47. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin
gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez
açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun
en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini
birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını
korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade
etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama
imkânı veren bu hak çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı
düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır
(Dilan Ögüz Canan, B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer
ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim
Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman
Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş,
B. No: 2015/10676, 26/12/2018, § 31).
48. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir.
Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının
varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda
ifade özgürlüğü ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve
çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için
de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman
Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72;
Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk
Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52). Sonuç olarak toplumsal ve siyasal
çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe
ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55; Yılmaz
Güneş ve Yusuf Karadaş, § 32).
49. İfade özgürlüğünde olduğu gibi toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkı da sadece toplumun geneli tarafından savunulan ve kabul gören
görüş ve fikirleri korumakla yetinmez. Bunun haricinde toplumun genelini
rahatsız edebilecek, endişelendirecek hatta şoke edecek veya onların belirli
düzeyde tepkilerini çekebilecek bazı fikirleri savunma amacıyla da toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenlenebilir (Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 33).
50. Toplumsal çoğulculuğa ancak her türlü fikrin
serbestçe ifade edilebildiği özgür bir tartışma ortamında ulaşılabilir.
Demokrasinin temel özelliklerinden biri de toplumsal meselelerin diyalog
yoluyla ve şiddeti dışlayan yöntemlerle çözülmesine imkân vermektir. Toplantı
ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanarak toplanan insanların ileri sürdükleri fikirler
bu fikirlere katılmayan diğer insanları rahatsız edebilir ve onların
tepkilerini çekebilir. Ancak burada önemli olan söz konusu hakkın -tüm bu
rahatsızlığa rağmen- barışçıl bir şekilde kullanılmasıdır (Yılmaz Güneş ve
Yusuf Karadaş, § 34).
51. Toplantının veya gösteri yürüyüşünün hangi amaçla
yapıldığının bir önemi yoktur. Bununla birlikte -ifade özgürlüğünde olduğu
gibi- siyasal ve kamusal meseleler söz konusu olduğunda toplantı hakkına
yapılan müdahaleler daha dar yorumlanmalıdır (Dilan Ögüz Canan, § 36; Ali
Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve
diğerleri, § 79; Osman Erbil, § 45; Ömer Faruk Akyüz, § 53; Yılmaz
Güneş ve Yusuf Karadaş, § 35).
(b) Barışçıl
Toplantı
52. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız,
başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla
toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir
şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir
toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle mevcut düzenin
değiştirilmesi gerektiğini savunanlara dahi toplantı özgürlüğü ve diğer yasal
araçlarla bu fikirlerini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır (Dilan Ögüz
Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve
Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah
Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54; Yılmaz
Güneş ve Yusuf Karadaş, § 41).
53. Eğer toplantı şiddet içeriyorsa veya bu toplantıda
şiddete çağrıda bulunuluyorsa bu toplantının barışçıl olduğu, dolayısıyla
Anayasa'nın 34. maddesinin sağladığı korumadan yararlanacağı söylenemez (Ferhat
Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 51; Yılmaz Güneş ve Yusuf
Karadaş, § 42).
54. Bununla birlikte bir kimsenin toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkı, katıldığı bir toplantı sırasında yer yer görülen şiddet
hareketleri sebebiyle otomatik olarak ortadan kalkmaz. Bir kimse
davranışlarıyla şiddet kullanma niyetini ortaya koymamış veya katıldığı bir
toplantıda cereyan eden şiddet hareketlerine iştirak etmemiş ise bu kişinin
Anayasa'nın 34. maddesinin altında güvenceye alınmış olan hakları korunmaya
devam eder. Barışçıl bir gösteride bazı kimselerin bunu kötüye kullanarak
şiddete başvurmaları, niyeti barışçıl olan bir toplantıya katılanların toplantı
hakkına müdahaleyi haklı kılmaz. Böyle durumlarda kolluk güçlerinin toptan
yasaklama yerine barışçıl toplantı yapanlarla şiddete başvuranları ayrıştırma
ödevi vardır. Kolluk, şiddet hareketlerini engelleyecek ölçülü tedbirler alarak
başkalarının haklarını güvenceye almalıdır (Ferhat Üstündağ, § 54; Yılmaz
Güneş ve Yusuf Karadaş, § 43).
55. Ancak şiddet yaygınlaşmış ve toplantıya bir bütün
olarak hâkim olmuş ise artık barışçıl bir toplantıdan bahsedilemez (Ferhat
Üstündağ, § 55; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 44).
56. Dolayısıyla kamu gücünü kullanan organlar, toplantı
hakkının kullanılmasını engellemiş ise ya şiddetin toplantı ve gösteri
yürüyüşünün tamamına hâkim olduğunu ya da hakkına müdahale ettikleri bireylerin
bizzat bu şiddet olaylarına katıldığını ispat etme yükümlülüğü altındadır. Bu
bağlamda barışçıl bir toplantıya müdahale etmek için genel ve muğlak bazı
gerekçelere dayanılması yeterli kabul edilemez. Bir toplantının barışçıl
olmadığı iddia edildiği takdirde kimin ne şekilde şiddet kullandığının
gösterilmesi gerekir (Ferhat Üstündağ, § 56; Yılmaz Güneş ve Yusuf
Karadaş, § 45).
(c) Bildirim
Usulü ve Sınırlamanın Niteliği
57. Anayasa Mahkemesi, toplantı hakkının bildirim usulüne
bağlanabileceğine daha önce karar vermiştir. Söz konusu bildirimin amacı
toplantı, yürüyüş veya diğer gösterilerin düzgün bir şekilde yapılmasını
güvence altına almak için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkânı
sağlamak olduğu sürece genel olarak hakkın özüne dokunmaz. Bildirim usulünün
uygulanmasının amacı, toplantı hakkının etkin şekilde kullanılması imkânını
sağlamaktır (Dilan Ögüz Canan, § 39; Ali Rıza Özer ve diğerleri,
§ 122; Osman Erbil, § 52; Selma Elma, B. No: 2017/24902,
4/7/2019, § 44).
58. Bununla birlikte bildirim usulü öngörülmesini
anlamsız kılacak şekilde hareket edilmemeli ve bu yükümlülüğün yaptırımsız bir
emirden ibaret olduğu da düşünülmemelidir. Bu nedenle bildirim usulüne
uyulmaması hâlinde bu yükümlülüğü yerine getirmekle mükellef olanlara ölçülü
bir yaptırım uygulanabilmelidir. Ancak bildirim yükümlülüğünün ihlali nedeniyle
uygulanacak ceza yalnızca toplantıyı organize edenlere ya da yönetenlere
yönelik olmalıdır. İzin veya bildirime ilişkin prosedürlerin tamamlanıp
tamamlanmadığından toplantıyı organize edenler ya da yönetenler sorumlu olup
sözü edilen kişilerden olmayan katılımcıların bu süreçlerden haberdar
olmalarının beklenemeyeceği dikkate alınmalıdır (Selma Elma, § 47).
(d) Müdahalenin
Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
59. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu
bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir. Açıktır ki bu
başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın amacı ile bu amacı gerçekleştirmek
üzere başvurulan araç arasındaki ilişki üzerinde temellenen ölçülülük
ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın 13. maddesinde "demokratik
toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama" ve "ölçülülük
ilkesine aykırı olmama" biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş
olmakla birlikte bu iki kriter bir bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir
ilişki vardır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55;
Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72; AYM,
E.2018/69, K.2018/47, 3/5/2018, § 15; AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017,
§ 18).
60. Toplantı hakkı üzerindeki sınırlamanın kamu düzeninin
korunması gibi demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın
karşılanması amacına yönelik ve istisnai nitelikte olması gerekir. Müdahaleyi
oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul
edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare
ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca
ulaşmaya yardımcı olmayan veya ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir
biçimde ağır olan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı
söylenemeyecektir (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan
Ögüz Canan, § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim
Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No:
2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447,
16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası
[GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70; ifade özgürlüğü bağlamında bkz.
Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan,
B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
61. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin
fikirlerini toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenlemek yoluyla ifade etme
hakları ile Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru
amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığını denetlemektir.
Meşru amaçların bir olayda varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı
vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında, olayın şartları
içinde bir denge kurmaktır (Dilan Ögüz Canan § 33; Eğitim ve Bilim
Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74; Adalet Mehtap Buluryer, §
71; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 38).
62. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç
ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına
işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri
veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak
ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret etmektedir.
Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin diğer kefesinde
bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran açıkça orantısız
bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi yönünden bir
sorunun varlığından söz edilebilir. Kamu gücünü kullanan organların
toplantılara ve gösteri yürüyüşlerine müdahale ederken toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan daha ağır
basan, korunması gereken bir menfaatin ve kişiye yüklenen külfeti dengeleyici
mekanizmaların varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir (bazı
farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan
§§ 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri
Sendikası ve diğerleri, § 74; ifade özgürlüğü bağlamında bkz. Bekir
Coşkun, §§ 44, 47; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Yılmaz Güneş ve
Yusuf Karadaş, § 39).
63. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkına yapılan bir müdahale zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya
da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak
değerlendirilemez (Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 40).
(e) Caydırıcı
Etki
64. Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan ve
bir gösteride yasaklanmamış davranışlarda bulunan kişilerin toplantı hakkı,
herhangi bir kınanabilir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek
cezanın dahi uygulanmamasını gerektirir. Zira bu tip soruşturmalar veya
cezalandırmalar caydırıcı etki doğurma potansiyeli taşımaktadır (Osman Erbil,
§§ 51, 71; Ömer Faruk Akyüz, § 60; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş,
§ 46).
(f) Takdir
Yetkisi
65. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına getirilen ve
Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasına konu olan kısıtlamaların zorunlu
bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığının değerlendirilmesi hususunda
kamu gücünü kullanan organlar ile mahkemelerin belirli bir takdir yetkisi
vardır. Bununla birlikte olayın somut koşullarında bir toplantı veya gösterinin
şiddet içerdiğine ilişkin olarak idari mercilerin veya derece mahkemelerinin
kabulleri ile gerekçelerinin nihai denetim yetkisi Anayasa Mahkemesine aittir (Dilan
Ögüz Canan, § 32; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 47).
(g) Müdahalenin
Gerekçesi
66. Keyfî uygulamalardan ve usulsüz sınırlandırmalardan
kaçınılması için barışçıl bir toplantıya, tedbir almak veya alınan tedbirlere
aykırı davrananlara ceza vermek suretiyle yapılan müdahalenin demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun olduğunun derece mahkemelerince ilgili ve yeterli
gerekçe ile ortaya konulması, kamu düzeni ve başkalarının haklarının korunması
ya da diğer meşru amaçlar ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının
kullanılması arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Dilan Ögüz
Canan, § 53; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §
83; Ömer Faruk Akyüz, § 61; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 48).
(h)Kamu Görevlilerinin Statülerinden Kaynaklanan
Yükümlülüklere İlişkin İlkeler
67. Anayasa Mahkemesi, kamu görevlisi olmanın sağladığı
birtakım ayrıcalıklar ve avantajların yanında bazı külfet ve sorumluluklara
katlanmayı ve diğer kişilerin tabi olmadığı sınırlamalara tabi olmayı da
gerektirdiğini belirtmiştir. Kişinin kamu görevine kendi isteği ile girmekle bu
statünün gerektirdiği ayrıcalıklardan yararlanmayı ve külfetlere katlanmayı
kabul etmiş sayıldığını, kamu hizmetinin kendine has özelliklerinin bu avantaj
ve sınırlamaları zorunlu kıldığını ifade etmiştir (İhsan Asutay, B. No:
2012/606, 20/2/2014, § 38). Bu kapsamda kamu görevlileri, yükümlülükleri
doğrultusunda kendileri hakkında disiplin cezasına hükmedilmesini gerektirecek
davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır.
68. Kamu görevlilerinin statülerinden kaynaklanan ve
katlanmak zorunda oldukları yükümlülüklerden biri de Anayasa'nın 129. maddesi
ile 657 sayılı Kanun'un 6. maddesinde öngörülen sadakat yükümlülüğüdür. Kamu
görevlisinin devlete sadakat yükümlülüğü, kamu hizmetinin etkin bir şekilde
yürütülmesi ve mesleki disiplinin sağlanması konusunda bir fonksiyon icra
etmektedir. Bu yükümlülük, özellikle ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkının kullanımı yönünden kamu görevlilerini diğer
vatandaşlardan daha kısıtlı bir konuma sokabilir. Diğer yandan bu kısıtlama
kamu görevlilerini, temel haklarını kullanmalarını tamamen imkânsızlaştıracak
şekilde aşırı bir yükümlülük altında da bırakmamalıdır. Bu noktada temel hakkın
kullanımı ile devlete sadakat yükümlülüğü gibi kamu görevlisi statüsünden
kaynaklanan gereklilikler arasında adil bir denge kurulmalıdır.
69. Kamu görevlileri hakkında verilen disiplin
cezalarının hukuka uygunluğunu denetleyen yargı mercilerinin ise öncelikle
somut olayda kamu görevlisine atfedilebilir bir kusur olup olmadığını
belirlemeleri gerekir. Yargı mercileri daha sonra hükmedilen cezayla kamusal
önemi bulunan objektif amaca ulaşılıp ulaşılamayacağını göstermek ve böylece
cezanın demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğunu ortaya koyabilmek
için kusurlu davranışın kamu görevini ne şekilde etkilediğini ve bu
etkilenmeyle orantılı bir disiplin cezasına hükmedilip hükmedilmediğini ilgili
ve yeterli bir gerekçeyle ortaya koymalıdır.
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
70. Kamu görevlisi olan başvurucular hakkında devlet
memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulundukları gerekçesiyle uyarma
disiplin cezalarına hükmedilmiştir.
71. Kamu görevlilerinin yalnızca çalışma yaşamlarında
değil çalışma düzeninin dışındaki özel yaşam alanlarında da yerine getirdikleri
kamu hizmetinin olumsuz etkilendiği durumlarda bazı sınırlamalara tabi
oldukları kabul edilmelidir (bkz. §§ 33, 67). Bu kapsamda kamu görevlilerinin
statüleri gereği katlanmaları gereken külfetlerden biri de özel yaşamlarında
dahi memuriyet disiplinini etkileyen davranışlardan kaçınmaktır. Bu bağlamda
kamu görevlilerinin özel hayatlarındaki davranışlarının memuriyetlerini
etkilemesi hâlinde fiilleriyle orantılı bir disiplin yaptırımına maruz
bırakılabileceklerinin kabulü gerekir. Ancak bunun için kamu görevlisinin
fiilinin memuriyetini etkilediğinin idari ve yargısal makamlarca ilgili ve
yeterli bir gerekçeyle ortaya konması gerekir.
72. Nitekim Danıştay içtihadı uyarınca da kabul edildiği
üzere (bkz. §§ 27, 28) kamu görevlileri hakkında disiplin cezası verilmesinin
haklı kabul edilebilmesi için öncelikle ilgili mevzuatta tanımlanan kusurlu bir
fiilin tespit edilmesi ve bu fiil nedeniyle hükmedilecek disiplin cezasının
genel olarak kamu görevinin layıkıyla yerine getirilmesinin sağlanması veya
kamu hizmetlerinin devamlılığının aksatılmasının önlenmesi, bir kamu kurumunda
tesisi gereken çalışma barışına ya da başka herhangi bir biçimde kamu kurumuna
zarar verilmesinin engellenmesi gibi hedeflerden biri veya daha fazlasına
ulaşmak amacıyla verildiğinin somut olarak gösterilmesi gerekir (bu yöndeki
Danıştay kararları için bkz. §§ 29, 30).
73. Adana'da gerçekleştirilen ve Gezi Parkı olaylarının
protesto edildiği başvuru konusu toplantıların bildirim yapılmaması ve barışçıl
olmaktan çıkması nedeniyle kanuna aykırı hâle geldiği kabul edilmiştir. Söz
konusu toplantılara katılan başvurucuların 2911 sayılı Kanun'un 10. maddesi
uyarınca bildirim yükümlülüklerinin olup olmadığı konusunda bir açıklamada
bulunulmadığı gibi bu konuda başvuruculara -kamu görevlisi statüleri dikkate
alındığında dahi- başka herhangi bir şekilde atfedilebilir bir kusurdan da
bahsedilmemiştir (bkz. § 58). Dolayısıyla bildirim yapılmadığından bahisle
kanuna aykırı hâle geldiği kabul edilen başvuru konusu toplantılara katılan
başvuruculara bu sebeple disiplin cezası verilmesinin kamu görevinden
kaynaklanan yükümlülüklere aykırı hareket edildiği konusunda ilgili ve yeterli
bir gerekçe ihtiva ettiğinden bahsedilemez.
74. Bununla birlikte başvuru konusu toplantılarda genele
şamil olacak biçimde ağır şiddet olayları yaşandığı (bkz. § 23) ve söz konusu
toplantıların açıkça barışçıl niteliğini kaybetmesi nedeniyle de kanuna aykırı
hâle geldiği kamu makamlarınca belirtilmiştir. Başvurucuların katıldıkları
toplantıların barışçıl niteliğini kaybettiğine dair kabule bir itirazlarının
olmadığı görülmektedir. Başvurucular yalnızca kendilerinin herhangi bir şiddet
eylemine karışmadıklarını, ayrıca toplantılarda yaşanan şiddet olaylarına başka
herhangi bir şekilde katkılarının da bulunmadığını belirtmiştir. O hâlde somut
olayda tartışılması gereken mesele, açık bir biçimde barışçıl olmaktan çıkmış
toplantılara katılan başvurucuların bu davranışları nedeniyle kamu
görevlerinden doğan yükümlülüklerine aykırı hareket ettiklerinin
değerlendirilip değerlendirilemeyeceği meselesidir.
75. Devlet, kamu hizmetlerinin gereği gibi
yürütülebilmesi için bireylerin devlet memurlarına itibar ve güven duymasını ister.
Dolayısıyla devlet; memurlarına, kendilerine duyulan itibar ve güveni sarsacak
veya görev yaptıkları kamu kurumunun güvenilirliğini ya da saygınlığını
zedeleyecek nitelikte davranışlarda bulunmaktan kaçınma ödev ve sorumluluğu da
yüklemiştir.
76. İlgili idare ve derece mahkemeleri, ağır şiddet
olaylarının yaşandığı ve böylece hem kamu düzeni hem de söz konusu toplantılara
barışçıl şekilde katılanların toplantı hakkı da dâhil olmak üzere başkalarının
hak ve özgürlüklerinin ciddi tehlike altına sokulduğu anlaşılan başvuru konusu
toplantılara kamu görevlilerinin katılmış olmasını, kendilerine duyulan itibarı
ve güveni sarsıcı veya görev yaptıkları kurumun güvenilirliğini ya da
saygınlığını zedeleyici bir hareket olarak betimlemiştir. Şiddete başvurulmasıyla
barışçıl niteliğini kaybetmiş toplantılara katılım, kamu görevlilerinin devlete
sadakat yükümlülüklerine aykırı bir görüntü olarak nitelendirilmiştir.
Dolayısıyla kamu görevlisi olan başvurucuların bu görüntüye mahal vermemek
adına statülerinden kaynaklanan, disiplin cezası verilmesine sebep olabilecek
davranışlardan kaçınma yükümlülükleri kapsamında kendilerinden beklenebilecek
makul davranışlarda bulunmadıkları sonucuna varıldığı anlaşılmaktadır.
77. Başvurucular bireysel başvuru formlarında yalnızca toplantılarda
yaşanan şiddet olaylarına kendilerinin karışmadıklarını belirtmiş, bununla
birlikte -gerek başvurucuların katıldığı Adana ilindeki toplantılar (bkz. §§
20, 23)gerekse ülke genelinde aynı amaçla gerçekleştirilen eylemler (bkz. §§
13-14) dikkate alındığında- şiddet olaylarının süregelen bir şekilde
devam ettiği istisnai bir biçimde açıkça öngörülebilir olmasına rağmen kamu
görevlisi statülerinden kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı bir görüntü ortaya
çıkmaması adına toplantıyı terk etmek şeklinde veya başka şekillerde imkânları
dâhilinde hareket ettiklerine dair bir açıklama yapmamış, bu yönde bir bilgi
vermemişlerdir.
78. Bu bağlamda başvuru konusu toplantılara barışçıl
olarak katılmakla toplantı hakkı sınırları içinde hareket ettikleri açık olmasına
rağmen başvurucuların disiplin hukuku kapsamında kamu görevlisi olmalarından
kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı davrandıkları yönündeki kabulden ayrılmayı
gerektirecek bir açıklama yapmadıkları ya da bilgi vermedikleri de dikkate
alındığında haklarında uygulanan disiplin cezalarının zorunlu bir sosyal
ihtiyacı karşılamadığından bahsedilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.
79. İlgili mevzuatta öngörülen en hafif disiplin cezası
olan uyarma şeklindeki müdahalenin kamu düzeninin korunması meşru amacına ulaşılması
yönünden başvurucuların toplantı haklarına adil olmayan bir külfet yüklediği ve
orantısız olduğundan da bahsedilemeyeceği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla
yetkili otoritelerin başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakları ile kamu görevlilerinin devlete sadakat yükümlülüğünden kaynaklanan
gereklilikler arasında adil bir denge kurdukları anlaşılmaktadır.
80. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde başvurucular hakkında
verilen disiplin cezası şeklindeki başvuru konusu müdahalelerin demokratik
toplum düzeninin gereklerine aykırı olmadığı, başvurucuların toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Hicabi
DURSUN, M.Emin KUZ ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu sonuca katılmamışlardır.
81. Başvurucular, haklarında hükmedilen disiplin
cezalarının zamanaşımı süresi geçtikten sonra başlatılan soruşturmalar
neticesinde verilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini de
belirtmiştir. Bununla birlikte başvurucular bireysel başvuru formlarında
yalnızca Gezi Parkı olaylarının genel olarak başladığı 1/6/2013 tarihine
atıf yapmış, haklarında disiplin cezası uygulanmasına neden olan toplantının
hangi tarihte gerçekleştirildiği ve ne zaman soruşturmaya başlandığı da dâhil
olmak üzere zamanaşımı meselesinin değerlendirilebilmesi için gerekli olan
olgularla ilgili olarak hiçbir açıklamada bulunmamıştır. Bu nedenle
başvurucuların anılan iddialarının incelenmesine gerek görülmemiştir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, M. Emin KUZ ve
Yusuf Şevki HAKYEMEZ'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde
BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 21/1/2021 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğu başvurucuların kanuna aykırı
olduğu değerlendirilen toplantılara katıldıkları gerekçesiyle haklarında
disiplin cezasına hükmedilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
haklarını ihlal ettiği iddiasıyla yaptıkları başvuruda hak ihlali olmadığına
karar vermiştir.
2. Kamu görevlisi olan başvuruculara üyesi oldukları
sendikaların bağlı olduğu konfederasyonun çağrısı üzerine Gezi Parkı
olaylarında yaşananları protesto etmek amacıyla bazı toplantılara katılmaları
nedeniyle uyarma cezası verilmiştir. Başvurucuların disiplin cezalarının iptali
talebiyle açtıkları davalar, toplantıların kanuna aykırı olduğu ve şiddet
içermesi nedeniyle barışçıl niteliğini kaybettiği gerekçesiyle reddedilmiştir.
3. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan
toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı demokratik toplumun vazgeçilmez
unsurlarından biridir. Demokratik toplum şiddet içermemek kaydıyla her türlü
görüşün savunulabildiği, serbestçe ifade edilebildiği ve başkalarıyla
paylaşılabildiği bir ortamın varlığını gerektirir. Bu da hiç kuşkusuz ifade
özgürlüğünün ve bunun özel bir biçimi olan toplantı hakkının etkili şekilde
kullanılmasına bağlıdır. Farklı görüşlerin ifade edilemediği bir toplumda
çoğulculuktan, çoğulculuğun olmadığı bir toplumda da demokrasiden söz edilemez.
4. Çoğunluk kararının “Genel İlkeler” kısmında da
vurgulandığı üzere, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı toplumsal meselelerin
diyalog yoluyla ve şiddeti dışlayan yöntemlerle çözülmesine imkân tanıyan
demokrasinin işleyişi bakımından hayati derecede önemlidir. Bu hakkın kullanımı
sayesinde, başkalarının beğenmedikleri hatta tepki gösterdikleri görüşlerin de
serbestçe tartışılması ve böylece toplumsal/siyasal çoğulculuğun muhafazası
mümkün hale gelmektedir (bkz. § 50).
5. Diğer yandan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı mutlak
değildir. Bu haktan yararlanmanın ön şartı toplantı ve yürüyüşün barışçıl
olmasıdır. Şiddetin yaygınlaştığı ve toplantıya bir bütün olarak hâkim olduğu
durumlarda barışçıl bir toplantıdan söz edilemez. Bununla birlikte Mahkememizin
yerleşik içtihatlarında belirtildiği üzere toplantı ya da gösteri yürüyüşüne
katılanların bir kısmının hakkı kötüye kullanarak şiddete başvurması barışçıl
bir şekilde görüşlerini açıklamak için orada bulunanların da cezalandırılmasını
haklı kılmaz. Bu durumda kamu otoritelerinin şiddete başvuranlarla barışçıl
şekilde toplantılara katılanları ayrıştırması ve şiddeti engelleyecek
tedbirleri almak suretiyle başkalarının haklarını koruması gerekir (ilgili
kararlar için bkz. § 54).
6. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının demokratik
toplum için vazgeçilmez önemi, bu hakkı barışçıl olarak kullanan kişilerin
herhangi bir yaptırıma maruz bırakılmamasını gerektirmektedir. Çoğunluk
kararında da belirtildiği gibi, bu yönde yapılan soruşturmalar ve hafif de olsa
verilen cezalar toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanımı bakımından “caydırıcı
etki doğurma potansiyeli taşımaktadır” (bkz. § 64).
7. Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında,
başvurucuların toplantı ve yürüyüş haklarını barışçıl şekilde kullanmadıklarına
dair bir tespitin bulunmadığı görülmektedir. Bu nedenle başvurucuların barışçıl
olmaktan çıkmasına herhangi bir katkı yaptıkları tespit edilemeyen bir
toplantıya yalnızca katılmış olmaları nedeniyle kategorik olarak
cezalandırıldıkları anlaşılmaktadır.
8. Öncelikle belirtmek gerekir ki kamu makamlarının aynı konuda
tutarlı davranması toplantı hakkına yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal
ihtiyaca karşılık gelip gelmediğini, dolayısıyla demokratik toplum düzeninde
gerekli olup olmadığını belirlemede dikkate alınmalıdır. Somut olayda idare
aynı konfederasyonun Gezi Parkı olayları nedeniyle düzenlediği toplantılar
bakımından farklı sonuçlara ulaşmıştır. Bu kapsamda 4, 5 ve 17/6/2013
tarihlerinde düzenlenen toplantılara katılım cezalandırılmazken aynı
mahiyetteki toplantılara katılan başvurucuların cezalandırılması idarenin
tutarlı davranmadığını göstermektedir.
9. Diğer taraftan Anayasa’nın 129. maddesi uyarınca kamu
görevlilerinin “Anayasa ve kanunlara sadık kalarak” görev yapma
yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu anlamda kamu görevlilerinin yürüttükleri kamu
hizmetlerini aksatmaya matuf tutum ve davranışlardan kaçınma sorumluluklarının
bulunduğu açıktır.
10. Somut olayda toplantıya katılan başvurucuların
kusurlu olduklarına ve kamu görevlerini aksattıklarına dair bir tespit
bulunmamaktadır. Başvuruculara verilen uyarma cezaları 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nun 125. maddesinde öngörülen devlet memuru vakarına
yakışmayan tutum ve davranışta bulunma (125/A/3) fiiline dayandırılmıştır.
Ancak başvurucular hakkındaki idari ve yargısal kararlarda yalnızca toplantıya
katılmış olmanın neden bu fiilleri oluşturduğuna yönelik bir değerlendirmeye
yer verilmiş değildir.
11. Çoğunluk kararında başvurucuların Gezi olaylarına
ilişkin toplantılarda süregelen şiddeti öngörebilir durumda oldukları, şiddete
evrilen toplantıyı terk etme veya başka türlü hareket etme şeklinde bir
açıklamada bulunmadıkları, dolayısıyla kamu görevlisi statülerinden kaynaklanan
yükümlülüklerine aykırı davrandıkları belirtilmiştir (bkz. §§ 77, 78).
12. Bu yaklaşım en az iki nedenle kamu görevlileri
açısından toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını anlamsız ve işlevsiz
kılabilecektir. Birincisi hiçbir şekilde şiddete tevessül etmeyen ve
toplantının barışçıl olmaktan çıkmasına katkıda bulunmayan kamu görevlilerine
toplantının “şiddet içerebileceğini öngörebilme” ve “barışçıl
olmaktan çıkan toplantıyı terk etme” gibi gerçekçi olmayan külfetler
yüklenmesi söz konusu hakkın kullanımı üzerinde caydırıcı bir etkiye yol
açacaktır. Daha önce yapılan bazı toplantılarda şiddete başvurulmuş olması aynı
konuda düzenlenecek her toplantının da barışçıl olmaktan çıkacağı anlamına
gelmemektedir. Bunun öngörülmesi de toplantıya barışçıl amaçlarla katılanlardan
beklenemez. Aynı şekilde anlık gelişen şiddet olayları sırasında katılımcıların
toplantıyı terk etmesini veya terk etmek istediklerini açıklamalarını beklemek
de gerçekçi değildir.
13. İkincisi ve daha önemlisi toplantıya katılanların
herhangi bir şiddet olayına karıştıklarını veya devlet memuru vakarına
yakışmayan tutum ve davranışta bulunduğunu gösterme yükümlülüğü kamu
otoritelerine aittir. Bu nedenle ispat külfetini tersine çevirerek
başvuruculara barışçıl amaçla toplantıya katılma dışında memurluk vakarına
uygun davrandıklarını kanıtlama yükümlülüğü yüklemek demokratik toplum düzenin
gerekleriyle bağdaşmaz.
14. Demokratik hukuk devletinde “memur vakarı” kavramı
kamu görevlilerini ifade özgürlüğü başta olmak üzere anayasal haklarını
kullanmaktan mahrum bırakacak veya caydıracak şekilde geniş yorumlanmamalıdır.
Bu kapsamda kamu görevlisi de olsa kişileri kaynağı olmadıkları ve ortaya
çıkmasında hiçbir şekilde rol oynamadıkları bir şiddet olayından dolayı cezai
veya hukuki olarak sorumlu tutmak kabul edilemez.
15. Hiç kuşkusuz bir kamu görevlisinin barışçıl olarak
başlayan bir toplantının şiddete evrilmesine katkı yapacak tutum ve
davranışlarda bulunması veya ortaya çıkan şiddeti meşru görmesi “memur
vakarı”yla bağdaştırılamaz. Kamu görevlileri bu tür tutum ve davranışlardan
kaçınmak zorundadır. Bunu yapmayan kamu görevlilerine disiplin yaptırımı
uygulanması Anayasa’da ifadesini bulan “sadakat” yükümlülüğünün de gereği
olacaktır.
16. Bununla birlikte barışçıl bir toplantıya katılan kamu
görevlilerinin somut olgulara dayanılmaksızın genel, soyut ve kategorik
ifadelerle cezalandırılması demokratik bir toplumda kabul edilemez. Nitekim
eldeki başvuruya konu olayda kamu makamları başvurucuların katıldıkları
toplantıların bir bölümünün şiddete evrilmesinde payı olduklarını veya ortaya
çıkan şiddeti tasvip ettiklerini gösteren somut herhangi bir olgu ortaya
koyabilmiş değillerdir.
17. Son olarak belirtmek gerekir ki çoğunluk gerekçesi
Mahkememizin daha önceki kararlarıyla da uyumlu görünmemektedir. Anayasa
Mahkemesine göre barışçıl toplantıya katılan ve yasaklanmış davranışlarda
bulunduğuna dair hakkında bir tespit bulunmayan kişilerin hafif de olsa
herhangi bir cezaya muhatap olmaması gerekir (bkz. Yılmaz Güneş ve Yusuf
Karadaş, B.No: 2015/10676, 26/12/2018, § 54; Leyla Sezen, B.No:
2016/15197, 29/5/2019, § 37). Somut başvuruda bu değerlendirmelerden ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
18. Bu açıklamalar kapsamında başvurucular hakkında
uygulanan disiplin cezalarının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamaya
yönelik ve demokratik bir toplumda gerekli olduğunun ilgili ve yeterli
gerekçelerle ortaya konulduğu söylenemez. Bu nedenle başvurucuların toplantı ve
gösteri yürüyüşü haklarının ihlal edildiğini düşündüğümden aksi yöndeki
çoğunluk kararına katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Biyoloji öğretmeni, hemşire ve diğerleri de ilköğretim
okullarında sınıf öğretmeni olarak görev yapan başvurucular, KESK’in çağrısı
üzerine Gezi Parkı Olaylarında yaşananları protesto amacıyla 4 ila 26 Haziran
2013 tarihlerinde bazı gün ve saatlerde Adana il merkezinde yapılan protesto toplantılarına
katılmışlar, bu nedenle haklarında 657 sayılı Kanunun 125/Ae maddesi uyarınca
memur vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmaktan uyarma cezası
verilmiştir. Başvurucuların cezaların iptali istemiyle açtıkları davaların
reddedilmesi nedeniyle bireysel başvuru yapılmıştır. Başvuruların kabul
edilemezliği yolunda karar veren Mahkememiz kararının gerekçesinde özetle, Gezi
Parkı olaylarının başlangıcından kısa bir süre sonra şiddet eylemlerine
evrildiği, devlet memuru olan başvurucuların devlete sadakat ilkesi gereği kamu
düzenini bozan şiddet eylemlerine katılmama yükümlülüklerini ihlal etmeleri
nedeniyle disiplin cezası yaptırımına maruz kalmalarının haklı ve meşru
görülebileceği, ayrıca hükmedilen yaptırımın hafif dereceli uyarma cezası niteliğinde
bulunması nedeniyle de ölçüsüz sayılamayacağı için toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme haklarının ihlal edilmediği belirtilmiştir.
2. Gezi Parkı eylemleri İstanbul Taksim Meydanı
yakınındaki şehir parkında belediye tarafından yapılan düzenlemeleri protesto
amacıyla 27 Mayıs 2013 tarihinde başlamış ve zaman içerisinde yurt çapına
yayılmıştır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014’te yayımlanan
raporda (rapordaki tespitler için bkz. AYM Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218
Par. 10) Bakanlık verilerinden aktarılan bilgilere göre; yurt çapında üç milyon
altıyüzbini aşkın kişinin katıldığı eylemlerde toplamda 5.532 etkinlik (gösteri
yürüyüşü) yapılmıştır. Bu durumda gezi eylemlerinin niteliğinin ortaya
konulması gerekmektedir.
3. Öncelikle belirtmek gerekir ki anılan raporda ifade
edildiği gibi kolluk tarafından yurt çapındaki 5.532 gösteri yürüyüşünden
yalnızca 164’üne müdahalede bulunulmuştur. Bu eylemler sırasında bir komiser
yüksekten düşerek şehit olmuş, üçü silahla ve ikisi bıçakla olmak üzere 697
güvenlik görevlisi hafif veya ağır şekilde yaralanmış, hastanelere çeşitli
derecede yaralanan 8.163 kişi tedavi için başvurmuştur. dört sivil vatandaş
hayatını kaybetmiştir. Gözaltına alınan 5.513 kişiden 148’i tutuklanmıştır. Öte
yandan müdahale ile görevlendirilen polislerden 127’si hakkında görev sınırını
aşan uygulamaları nedeniyle soruşturma/araştırma işlemleri başlatılmıştır.
4. Gezi eylemlerine katılanlara yapılan polis müdahalesi
sırasında aşırı güç kullanılması nedeniyle yaralananların şikayetleri üzerine
ilgili polis memurları ceza mahkemelerince yargılanmış ve cezalandırılmıştır.
Bu konuda yapılan başvurularda da AYM görevliler hakkında etkili kovuşturma
yapıldığını tespit ettiğinde hak ihlali olmadığına, kovuşturmanın ve hükmedilen
cezaların etkisizliği durumunda barışçıl gösteriye katılan göstericilere
gereksiz ya da ölçüsüz şiddet kullanılması nedeniyle insan haklarıyla
bağdaşmayan muamele veya eziyet yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Örneğin bkz. AYM Özge Özgürengin, B.No: 2014/5218, 19.4.2018, par. 62-69;
106-109; AYM Ali Orak ve İrfan Gül, B. No: 2014/10626, 18.4.2018; AYM Alper Can
Aykaç ve diğ. B. No: 2015/16563, 23.6.2020.
5. Görüldüğü üzere Gezi eylemlerine karşı hükümetin ve
yerel mahkemelerin tepkisi; toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
kapsamında fakat izinsiz eylemler olduğuna yöneliktir. Bu konuda siyasal
değerlendirmeler yapılabilir ise de hiçbir mahkeme kararı veya idari bir
işlemde bu eylemlerin anayasal düzene veya Hükümete karşı bir ‘kalkışma’
şeklinde nitelendiğine rastlanamamaktadır. Ayrıca belirtelim ki toplantı ve
gösteri yürüyüşlerine ilişkin yasal bildirim yükümlülüğü, bu eylemlerin
önlenmesi için hazırlık yapılması amacıyla değil, yapılacak eylemin
gerçekleştirilebilmesi ve kamu düzeninin en az şekilde bozulması için gerekli
hazırlıkların yapılmasına olanak sağlanması içindir (AİHM Sergey
Kuznetsov/Rusya, No: 10877/04, 23.10.2008, par.42; AYM E. 2014/101 – K.
2017/142, 28.9.2017, par. 87). Yine AİHM ve AYM kararlarında da belirtildiği
üzere şiddete çağrı ve saldırı amacı bulunmadığı sürece, izne dair yasal
prosedüre uyulmasa dahi bu tür toplantılar ifade özgürlüğünün özel bir biçimi
niteliğindeki barışçıl toplantı ve gösteri hakkı (AY m. 34) kapsamında
kalmaktadır (AYM Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25.3.2015, par. 52; A.Rıza Özer
ve diğ. B. No: 2013/3924, 6.1.2015, par. 121. AİHM Oya Ataman/Türkiye, 74552/01
5.12.2006, par. 39).
6. Öte yandan barışçıl amaçla toplantıya katılanların bir
kısmının sonraki aşamada şiddete başvurmaları, şiddete katılmayan diğerlerine
de aynı şekilde müdahale edilmesini gerektirmediği ve şiddete katılmayanlar
yönünden eylemin barışçıl niteliğinin sürdüğünün kabul edilmesi gerektiği
çeşitli kararlarda belirtilmiştir (örn. AİHM Ezelin/Fransa, 11800/85, 26.4.1991,
par. 37; AYM A.Rıza Özer ve diğ. B. No: 2013/3924, 6.1.2015, par. 139).
Benzerleri geçmiş yıllarda da görülen eylemlerde olduğu gibi kolluğun dağılın
çağrısına direnenler olmuş ve haklarında 2911 sayılı Kanuna aykırılık nedeniyle
işlem yapılmış ise de eylemcilere karşı anayasal düzeni değiştirmeye veya
Hükümeti ortadan kaldırmaya kalkışma nedeniyle bir suçlamada bulunulmamıştır.
Hatta toplulukların dağıtılması sırasında aşırı ve orantısız güç kullanan
kolluk görevlileri bu eylemleri nedeniyle yargılanmış ve mahkemeler tarafından
cezalandırılmıştır.
7. Toplanma hakkı ifade özgürlüğünün özel bir şeklidir.
Anayasa fikirlerin kollektif olarak ve barışçıl şekilde toplantı ve gösteri
yürüyüşünde ifade edilmesini güvenceye almıştır. Kollektif olarak kullanılan toplanma
hakkı siyasal ifade özgürlüğü kapsamında olduğu gibi bir nevi siyasal katılma
işlevi de görmekte ve çoğulcu demokratik rejimlerin vazgeçilmez hakları
arasında görülmektedir. Şiddet amaçlı eylemler ise koruma dışındadır. AYM ve
AİHM’nin çeşitli kararlarında belirtildiği üzere, eylemlerin yasal usule
uyulmadan düzenlenmesi tek başına barışçıl niteliği ortadan kaldırmaz. Şiddete
başvurulmayan barışçıl eylemlere kamu makamları müsamaha göstermeli, cezai
tehdide yönelmemelidir.
8. Kural olarak barışçıl toplantılara katılma ve
fikrini ifade etme hak ve özgürlüğü kamu görevlileri yönünden de geçerlidir.
Bununla birlikte, kamu görevlilerinin toplantı ve gösteri haklarının
sınırlandırılması, yürüttükleri kamu hizmetini olumsuz etkileyeceği hallerde
söz konusu olabilir. Bu tür haller ise ilgili mevzuatında disiplin eylemleri
içerisinde yer almaktadır. Nitekim Danıştay kararlarında kamu görevlileri
hakkında disiplin cezası verilebilmesi için mevzuatta tanımlanan kusurlu fiilin
tespit edilmesi ve bu fiilin görev veya hizmetin yürütülmesi üzerinde olumsuz
etkilerinin gösterilebilmesi gerektiği belirtilmektedir (İlgili karar ve
yorumlar için bkz. AYM B. No: 2017/32534, 21.1.2021, par. 21,22, 64).
9. İkinci olarak kamu görevlilerinin devlete sadakat
yükümlülüğüne aykırı davranışlarının da sınırlama nedeni olabileceği ileri
sürülebilir. Ancak belirtilmelidir ki kamu görevlisinin devlete sadakat
yükümlülüğü hükümete sadakat anlamına gelmeyip, Anayasaya sadakat,
başka deyişle anayasada öngörülen siyasi ve hukuki düzene sadakat olarak
anlaşılmalıdır. Bu anlamda kamu görevlisinin bir suç veya terör örgütünün
faaliyeti kapsamındaki eylemlere destek vermesinin ya da bu eylemler
vesilesiyle terör örgütünün propagandasını yapmasının hukuken korunamayacağı
açıktır. Bunun dışında kamu görevlilerinin icra organının kimi faaliyetlerini
eleştiri amacıyla toplantı haklarını kullanmaları bu hakkın anayasal güvencesi
kapsamındadır.
10. Diğer taraftan devlet memurlarının baştan itibaren
şiddet amacının bulunduğu anlaşılan başka deyişle kamu düzenini bozmayı
amaçladığı bilinen bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne iştirak etmesinin suçu
teşvik anlamına geleceği ve devlete sadakat yükümlülüğüyle bağdaşmayacağı fikri
savunulabilir. Ne var ki yaklaşık dört aylık sürede ülke çapında 5.532 eylemin
gerçekleştiği Gezi eylemleri sürecinde muhtelif tarihlerde ve yerlerdeki
eylemlerin bazılarının sonradan şiddete evrildiği doğru olsa da bu tespit
eylemlerin tümünün aynı nitelikte olduğu sonucuna yol açmaz. Yukarıda
değinildiği üzere kolluk görevlileri 5.532 toplantı-gösteri eylemlerinden
yalnızca 164’üne müdahalede bulunma gereğini duymuştur. Bu anlamda belirli bir
yerdeki eylemlerin bir aşamadan sonra şiddete evrildiğine ilişkin açık bir
kabul bulunmadığı sürece, başvurucuların katıldığı bir toplantıda münferit
şiddet eylemleri olması, sadakat bağına aykırılık şeklinde yorumlanamaz. Diğer
yandan belirli bir yerleşim bölgesi bağlamında kolluk görevlileri veya
idareciler toplantıların veya bazılarının şiddete dönüştüğünü ileri
sürebilirler. Ancak mahkemelerin toplantı hakkının özüyle ilgili bu unsuru
yorumlaması ve kendi değerlendirmesine ilişkin kanıtları açıklaması gerekir.
İncelenen olayda böyle bir inceleme yöntemi görülememektedir. Buna karşın
çoğunluk görüşünü yansıtan Mahkememiz kararının 73. paragrafında gerekçe olarak
kamu makamlarının, toplantıların şiddet eylemlerine dönüştüğüne ilişkin
kanaatleri ile başvuranların bunun aksini savunmadığı argümanı yeterli
görülmüştür.
11. Kolluk görevlilerince düzenlenen tutanakta
toplantıların bildirimsiz yapılması ve kimi göstericilerin yüzlerini kapatıp
taş ve sopalarla saldırmaları nedeniyle kanuna aykırı hale geldiği
belirtilmiştir. Bununla birlikte idare ve mahkemeler, başvuranların bir haftalık
sürede hangi tarihlerde bu toplantılara katıldıkları, katıldıkları
toplantıların ilkinden itibaren şiddet eylemleriyle barışçıl olmaktan çıkıp
çıkmadığını tartışıp açıklamadığı gibi, söz konusu toplantıların kanuna aykırı
hale gelmesinde başvuranların bir rollerinin olduğunu veya şiddete
başvurduklarını da ileri sürmüş değildir. Hatta eylemlerin genel yapısıyla
ilgili olarak hükümeti istifaya zorlamaya yönelik olduğu yorumu yapılmış ise de
başvuranların katıldığı toplantılardaki hangi hareketlerin bu nitelikte olduğu
belirtilmediği gibi başvuranların bu tür hareketlere iştiraklerinin olduğundan
da söz edilmemiştir. İdare, devlete sadakat yükümlülüğünü ihlal eden bazı
hareketlerinden veya somut toplantıdaki bazı olgulardan hareketle değil,
başvurucuların bu toplantılara yalnızca katılmış olmalarını memuriyet vakarıyla
bağdaşmayan davranış olarak yorumlamak suretiyle disiplin işlemi yapmıştır.
Aynı değerlendirmeleri esas alan derece Mahkemesi kararıyla da ispat yükü
değiştirilmiş ve iddia edenin iddiasını ispat etmesi gerektiğine ilişkin genel
usul kuralı gözardı edilmiştir.
12. Sonuç olarak başvuruya konu olayda idare ve
mahkemeler söz konusu toplantıların hangi aşamadan itibaren şiddete evrildiğini
ya da başvuranların söz konusu toplantılarda şiddet kullandıklarını ortaya
koyabilmiş değildir. Bu durumda barışçıl toplantı hakkını kullandıklarını
savunan ve aksi kanıtlanamayan başvuranlara uygulanan disiplin cezalarının
zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının ve demokratik toplumda gerekli
olduğunun ilgili ve yeterli gerekçeyle ortaya konulamaması nedeniyle Anayasanın
34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının
ihlal edildiği kanaatindeyim.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu Gülistan Atasoy ebe olarak çalışmakta ve
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası üyesidir. Öğretmen olan diğer
başvurucular Güven Boğa, Mehmet Akarsubaşı, Münir Korkmaz, Orhan Alıcı, Mehmet
Rüştü Şatır, Halil Kara ve Yalçın Alçiçek ise Eğitim ve Bilim Emekçileri
Sendikası üyesidirler.
2. Başvurucuların üye oldukları sendikaların bağlı olduğu
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 3/6/2013 tarihinde Gezi Parkı
olaylarında güvenlik güçlerinin göstericilere karşı orantısız güç kullandıkları
iddiasıyla bu durumu protesto etmek için üyelerine kitlesel biçimde meydanlara
çıkılması çağrısında bulunmuştur. Başvurucular KESK'in bu çağrısı üzerine Gezi
Parkı olaylarında yaşananları protesto etmek amacıyla 4/6/2013 ve 23/6/2013
tarihleri arasında belli gün veya günlerde Adana il merkezinde yapılan
toplantılara katılmıştır. Güven Boğa dışında başvurucuların tamamının söz
konusu toplantılara mesai saatleri dışında katıldığı belirtilmiştir.
3. Başvurucular hakkında anılan toplantılara katıldıkları
gerekçesiyle 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin (A) bendinin (e) alt bendi
(125/A/e) uyarınca devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta
bulunmaktan uyarma cezası verilmiştir.
4. Anayasanın 34. maddesinde güvence altına alınan
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, insan haklarına dayanan bir
demokraside vatandaşların örgütlü veya örgütsüz olarak bir araya gelerek
çeşitli konulardaki düşünce, talep, eleştiri ve şikayetlerini toplumla paylaşıp
kamu makamlarına ilettikleri önemli bir demokratik ifade, iletişim, hak arama
ve mücadele aracıdır. Toplu veya kitlesel bir şekilde kullanılan bu hak,
Mahkememizin de yerleşik içtihadında tekrar tekrar vurguladığı gibi çoğulcu
demokrasilerin gelişmesi ve yerleşik bir durum kazanması için şart olan farklı
düşüncelerin ortaya çıkması, korunması, geliştirilmesi ve yayılmasını güvence
altına almaktadır (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015,
§ 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920,
25/5/2017, § 79; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, B. No: 2015/10676, 26/12/2018,
§ 31). Barışçıl olmak şartıyla toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan
vatandaşların bu haklarını anayasal sınırlar içinde kullanmalarından dolayı
idari ve cezai yaptırıma uğrama endişesi taşımaması gerekir.
5. İfade özgürlüğü ile çok yakın bağlantısı olan toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı sayesinde demokratik bir toplumda kişilerin
kendi düşüncelerini kamuoyu ve devlet nezdinde ses getirecek şekilde duyurması
olanaklı hale gelmektedir. Toplantının veya gösteri yürüyüşünün geniş
kesimlerin dikkatini çekecek siyasal ve toplumsal konular ile temel hakların
tanınması ve kullanılmasıyla ilgili olduğunda bu hakka yönelik müdahalelerin
daha dar yorumlanması beklenirken, maalesef ülkemizde genellikle bunun tersi
olmaktadır.
6. Somut olayda toplantı ya da yürüyüşlere katıldıkları
gerekçesiyle haklarında disiplin işlemi uygulanan başvurucuların toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme haklarına yönelik bir müdahale olduğu açıktır. Bu
müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen ölçütlere uygun olması
gerekmektedir.
7. Kanunilik açısından somut başvuruyu
değerlendirdiğimizde 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin kanunilik ölçütü
bakımından dikkate alındığı görülmektedir. Bu maddenin (A) bendinin (e) alt
bendi “devlet memurunun vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak”
fiiline uyarı cezasının uygulanabileceğini düzenlemektedir. Barışçıl başlamakla
birlikte daha sonra şiddete içeren olaylara dönüşen toplantı ve gösteri
yürüyüşüne katılan ama kendileri şiddete bulaşmayan devlet memurlarına “devlet
memurunun vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak” dan dolayı disiplin
cezası vermek kanunilik ölçütü bakımından sorun oluşturabilir. Çünkü burada
barışçıl olduğunu düşündükleri bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan
memurların bu etkinliğin şiddet içerebileceğini öngörmeleri, bilmeleri her
zaman mümkün olmayabilir. Bu nedenle, devlet memurları yasal bir toplantıya
katıldıklarında “devlet memurunun vakarına yakışmayan tutum ve davranışta”
bulundukları iddiasıyla disiplin cezasına maruz kalacaklarını
öngöremeyebilirler. Şiddet içeren fiillerle ilgisi bulunmayan ama şiddete
dönüşen bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan bir devlet memurunun vakara
yakışmayan tutum ve davranış içinde olduğunu söylemek yukardaki kanun hükmünün
son derece geniş ve kapsayıcı bir tarzda yorumlanması anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla ilgili kuralın belirlilik ve öngörülebilirlik yönleriyle kanunilik
açısından sorun taşıdığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte incelememizi
Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen diğer ölçütler yönünden sürdürmemizde
hukuki ve kamusal yarar bulunmaktadır.
8. Bireylerin fikirlerini toplantı ve gösteri yürüyüşleri
düzenlemek yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp
sağlanamadığının da incelenmesi gerekmektedir. Meşru amaçların bir olayda
varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru
amaçla hak arasında, olayın şartları içinde bir denge kurmaktır (Dilan Ögüz
Canan § 33; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74; Adalet
Mehtap Buluryer, § 71; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 38).
9. Başvuru konusu olaylarda gerek yetkili idari
mercilerin gerekse yargı mercilerinin verilen disiplin cezalarıyla Anayasa'nın
34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan meşru amaçlardan herhangi birinin
gerçekleştirildiği konusunda bir değerlendirmede bulunmadıkları tespit
edilmiştir. Disiplin cezaları genel anlamda Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan kamu düzeninin korunması amacına sağlamaya yönelik olmakla
beraber yapılan müdahalenin bu meşru amaca nasıl hizmet ettiği somut başvuruya
konu olaylar bağlamında idari ve yargısal makamlarca tatmin edici bir şekilde
ilgili ve yeterli olarak belirtilmemiştir.
10. Başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkına yapılan müdahalenin genel anlamda meşru amaç taşıdığını kabul etsek
bile bu müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk açısından
da sorunlu olduğunu belirtmek gerekir.
11. Demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık
fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik
içtihadı uyarınca, “Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde
sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne
dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum
düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve
özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik
toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla
sınırlandırılabilirler.” (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Başka
bir ifadeyle “yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak,
kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale
getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı
arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır” (B.
No: 2013/409, 25/6/2014, § 94).
12. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu
bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir. Mahkememizin
içtihadı Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan “demokratik toplum düzeninin
gereklerine aykırı olmama” ve “ölçülülük ilkesine aykırı olmama” kriterlerini
bir bütünün parçaları olarak değerlendirmekte ve bu iki ölçüt arasında sıkı bir
ilişki olduğunu kabul etmektedir. Anayasa Mahkemesi kararlarına göre ölçülülük,
temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi
yansıtır. “Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu
amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir.” Bu nedenle, sınırlamanın
amacı ile bu amacı gerçekleştirmek üzere başvurulan araç arasındaki ilişkinin
incelenmesi gerekmektedir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84; B. No: 2013/409,
25/6/2014, § 97). (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55;
Mehmet Ali Aydın [GK], AYM, E.2018/69, K.2018/47, 3/5/2018, § 15; AYM,
E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, § 18).
13. “Orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri
veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak
ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret etmektedir.
Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin diğer kefesinde
bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran açıkça orantısız
bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi yönünden bir
sorunun varlığından söz edilebilir. Kamu gücünü kullanan organların
toplantılara ve gösteri yürüyüşlerine müdahale ederken toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan daha ağır
basan, korunması gereken bir menfaatin ve kişiye yüklenen külfeti dengeleyici
mekanizmaların varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir” (Dilan
Ögüz Canan §§ 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri
Sendikası ve diğerleri, § 74; ifade özgürlüğü bağlamında Bekir Coşkun, §§ 44,
47; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 39).
14. “Toplantı hakkı üzerindeki sınırlamanın kamu
düzeninin korunması gibi demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal
ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve istisnai nitelikte olması gerekir.
Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının
kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en
son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi
gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya ulaşılmak istenen amaca
nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal
ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir” (Dilan Ögüz Canan, § 32). Buna göre
“toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahale zorunlu
bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı
karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine
uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez” (Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, §
40).
15. Mahkememiz içtihadına göre “bir kimsenin toplantı ve
gösteri yürüyüşü hakkı, katıldığı bir toplantı sırasında yer yer görülen şiddet
hareketleri sebebiyle otomatik olarak ortadan kalkmaz. Bir kimse davranışlarıyla
şiddet kullanma niyetini ortaya koymamış veya katıldığı bir toplantıda cereyan
eden şiddet hareketlerine iştirak etmemiş ise bu kişinin Anayasa'nın 34.
maddesinin altında güvenceye alınmış olan hakları korunmaya devam eder.
Barışçıl bir gösteride bazı kimselerin bunu kötüye kullanarak şiddete
başvurmaları, niyeti barışçıl olan bir toplantıya katılanların toplantı hakkına
müdahaleyi haklı kılmaz. Böyle durumlarda kolluk güçlerinin toptan yasaklama
yerine barışçıl toplantı yapanlarla şiddete başvuranları ayrıştırma ödevi
vardır. Kolluk, şiddet hareketlerini engelleyecek ölçülü tedbirler alarak
başkalarının haklarını güvenceye almalıdır” (Ferhat Üstündağ, § 54; Yılmaz
Güneş ve Yusuf Karadaş, § 43). Kamu gücünü kullanan organların toplantı
hakkının kullanılmasını engellemeleri durumunda onlardan beklenen “…ya şiddetin
toplantı ve gösteri yürüyüşünün tamamına hâkim olduğunu kanıtlamaları ya da
hakkına müdahale ettikleri bireylerin bizzat bu şiddet olaylarına katıldığını
ispat etme yükümlülüğü altındadır. Bu bağlamda barışçıl bir toplantıya müdahale
etmek için genel ve muğlak bazı gerekçelere dayanılması yeterli kabul edilemez.
Bir toplantının barışçıl olmadığı iddia edildiği takdirde kimin ne şekilde
şiddet kullandığının gösterilmesi gerekir” (Ferhat Üstündağ, § 56; Yılmaz Güneş
ve Yusuf Karadaş, § 45).
16. Başvurucular eyleme katıldıkları üç ayrı tarih için
mazeretli sayılmış, diğer tarihler bakımından ise başvurucular hafta sonu veya
hafta içi mesai saati dışında eylemlere katılmıştır. İşin ilginci KESK’in
çağrısı üzerine yapılan eylemlerde ceza verilmemesinin ana nedeni izinli
sayılmayken, ceza verilen eylemlerin ise zaten mesai saati dışında
yapılmasıdır. Soruşturma raporlarında, disiplin cezasına ilişkin kararlarda ve
bu kararlara itiraz üzerine verilen idari ve yargısal kararlarda mesai dışı bu
toplantılar nedeniyle kamu hizmetinin nasıl ve ne ölçüde etkilendiği veya
bireysel olarak hangi tavır veya davranışın kamu görevlisi olmanın gerektirdiği
vakarla bağdaşmadığı yönünde hiçbir açıklama ve gerekçe sunulmamıştır.
17. Kamu görevlilerinin iş saatleri dışında anayasal
hakları kullanırken diğer kişilerden farklı olarak bazı sınırlamalara tabi
olması anlaşılabilir olsa da bunun dar yorumlanması gerekmektedir. Somut
olaydaki gibi sınırlamaların geniş yorumlanması kamu görevlilerinin mesai
saatleri dışında da anayasal haklarının kullanılması üzerinde caydırıcı olumsuz
etkilere neden olacaktır.
18. Başvurucuların katıldıkları toplantıların tarih ve
yerleri belli olduğu halde bunların şiddet içerikli eyleme dönüşüp dönüşmediği
idari ve yargısal makamlarca açık şekilde gösterilmemiştir. Bu toplantıların
şiddet içerikli toplantıya dönüştüğü dahi ortaya konulmadan kategorik bir
değerlendirmeyle toplantılara, hem de mesai saati dışında katılan devlet
memurları cezalandırılmıştır. İdari ve yargısal makamlar inceledikleri vakaları
bireyselleştirmeden ve somutlaştırmadan toplantıların Gezi Parkı olayları ile
ilgili olmasından hareketle genel bir cezalandırma yoluna gitmiştir. Hâlbuki,
Gezi Parkı olayları kapsamında bulunduğu değerlendirilen her toplantı ve
gösteri şiddet içermemiş, bunlara katılan herkes de şiddete bulaşmamıştır.
Kısaca vurgulamak gerekirse başvuruculara Gezi Parkı sürecindeki toplantı ve
gösteri yürüyüşlerine katıldıkları gerekçesiyle kategorik olarak disiplin
cezası uygulanmıştır.
19. İdare ve derece mahkemeleri başvurucuların söz konusu
toplantılar ile yürüyüşün kanuna aykırı hâle gelmesinde herhangi bir rolleri
olduğunu kabul etmiş değildir. Başvurucuların birer kamu görevlisi oldukları
hâlde kanunlara aykırı olduğu değerlendirilen söz konusu toplantılara yalnızca
katılmış olmaları, devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta
bulunmak ya da hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu
sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak olarak değerlendirilmiş ve
başvurucular bu nedenle disiplin cezası ile cezalandırılmıştır.
20. “Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan ve
bir gösteride yasaklanmamış davranışlarda bulunan kişilerin toplantı hakkı,
herhangi bir kınanabilir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek
cezanın dahi uygulanmamasını gerektirir. Zira bu tip soruşturmalar veya
cezalandırmalar caydırıcı etki doğurma potansiyeli taşımaktadır” (Osman Erbil,
§§ 51, 71; Ömer Faruk Akyüz, § 60; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 46).
Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine barışçıl olarak katılan, yasaklanmış
davranışlarda bulunduğu konusunda hakkında bir tespit bulunmayan kamu
görevlilerinin hafif de olsa bir cezaya muhatap olmasının demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak kabul edilemeyeceği Anayasa
Mahkemesi tarafından ifade edilmiştir (Leyla Sezen, B. No: 2016/15197,
29/5/2019, § 37; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 54).
21. Adana'da gerçekleştirilen ve Gezi Parkı olaylarının
protesto edildiği toplantıların bildirim yapılmaması ve barışçıl olmaktan
çıkması nedeniyle kanuna aykırı hâle geldiği derece mahkemelerince kabul
edilmiştir. Başvurucular bildirim yapmadan ve izin almadan düzenlenen bu
toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmışlardır. Derece mahkemeleri bu hususa
özellikle dikkat çekmektedir Ancak Anayasanın 34. maddesinde toplantı ve
gösteri yürüyüşü izin alma şartına bağlanmamıştır. Toplantı hakkı bildirim
usulüne bağlanabilir ama derhal tepki verilmesinin haklı olduğu durumlarda
sadece bildirim yükümlülüğüne uyulmaması nedeniyle barışçıl bir toplantıya
yapılan müdahale toplantı hakkını orantısız olarak sınırlar (Ali Rıza Özer ve
diğerleri GK No. 2013/3924 6/1/2015 ŞŞ 121-2). Bununla birlikte söz konusu
toplantılara katılan başvurucuların 2911 sayılı Kanun'un 10. maddesi uyarınca
bildirim yükümlülüklerinin bulunup bulunmadığı konusunda bir açıklamada
bulunulmadığı gibi bu konuda başvuruculara başka herhangi bir şekilde
atfedilebilir bir kusurdan da bahsedilmemiştir.
22. Somut başvuruyla ilgili toplantılarda başvurucuların
şiddet eylemleri gerçekleştirdiğine ya da toplantının barışçıl olmaktan
çıkmasında herhangi bir rollerinin olduğuna dair derece mahkemelerince bir
değerlendirmede de bulunulmadığı görülmektedir. Sadece, Adana Emniyet Müdürlüğünün
Adana'daki başvuru konusu olaylarla ilgili raporunda, söz konusu eylemlerin bir
anarşi ortamı oluşturarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini istifa etmesi için
zorlamaya yönelik eylemler şeklinde değerlendirilmesi hususuna da vurgu
yapıldığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, bu husus cezayı veren idare ya da
derece mahkemeleri tarafından tartışılmamış ve bu doğrultuda herhangi bir somut
olgu da sunulmamıştır. Son olarak Adana'da gerçekleştirilen eylemlere
katılımları nedeniyle uygulanan disiplin cezaları ilgili olarak derece
mahkemelerinin başvurucuların yerine getirdikleri kamu görevinin niteliği de
dikkate alındığında kamu hizmetinin ne şekilde etkileneceği de dâhil olmak
üzere başka hiçbir gerekçelerinin bulunmadığı da görülmektedir.
23. Sadece bildirim yapılmaması gerekçesiyle ve Gezi
olaylarına atıfla başvurucuların şiddet içeren toplantılara katılıp, şiddete
başvurduğu varsayımıyla başvurucuların disiplin cezası almalarının zorunlu bir
toplumsal ihtiyaca karşılık geldiği ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterilmemiştir.
Bu nedenle başvurucuların toplantı ve gösteri hakkına yapılan müdahale
demokratik toplum düzeni gereklerine uygun değildir.
24. İspanya Anayasa Mahkemesi bir kararında “yolların
demokratik toplumlarda sadece araçların geçmesi için” olmadığını vurgulamıştı.”1 Yollar, sokaklar, caddeler ve
meydanlar çok eski dönemlerden beri halkın bir araya gelip, konuları
tartıştığı, protesto ettiği, yetkililere talep ve şikayetlerini ilettiği
doğrudan demokrasinin uygulanmasına imkân veren kadim mekân ve alanlardır. Bu
gibi yerlerde toplanmaların çeşitli gerekçelerle engellenmesi, idari ve cezai
yaptırımlara maruz bırakılması yurttaşların siyasi ve toplumsal süreçlere
katılımlarını zorlaştırarak demokrasinin toplumsal anlamda yaygınlaşmasına ve
hesap verebilir bir yönetim anlayışının gelişmesine zarar verecektir.
25. Yukarıdaki açıklamalar ışığında başvurucular hakkında
uygulanan disiplin cezalarının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ve
demokratik bir toplumda gerekli olduğunun ilgili ve yeterli bir gerekçeyle
ortaya konulamadığı, bu nedenle başvuru konusu müdahalenin orantısız olduğu ve
başvurucuların Anayasa'nın 34. maddesinde öngörülen toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiği sonucuna varıldığından çoğunluk
kararına katılmak mümkün olmamıştır.
KARŞIOY GEREKÇESİ
2017/15845 nolu başvuruda azınlıkta kalan üye Sayın
M.Emin Kuz’un karşı oyunda yazmış olduğu gerekçelerle çoğunluk görüşüne
katılmadım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşlerine
katılmalarından dolayı disiplin cezasıyla cezalandırılmaları üzerine açtıkları
iptal davalarının reddedilmesi sebebiyle yaptıkları başvurularda, Anayasanın
34. maddesinde teminat altına alınan temel hakkın ihlal edilmediğine karar
verilmiştir.
Kararın gerekçesinde; kamu görevlisi olan başvurucular
hakkındaki idarî işlemlerde ve bunların iptali talebiyle açılan davalarda
verilen red kararlarında, başvurucuların katıldıkları toplantılar için bildirim
yükümlülüklerinin olup olmadığı konusunda açıklamada bulunulmadığı gibi
başvuruculara -kamu görevlisi statüleri dikkate alındığında dahi- başka
herhangi bir şekilde affedilebilir bir kusurdan da bahsedilmediği, dolayısıyla
söz konusu sebeplerle disiplin cezası verilmesinin, kamu görevinden kaynaklanan
yükümlülüklere aykırı hareket edildiği konusunda ilgili ve yeterli bir gerekçe
ihtiva ettiğinden bahsedilemeyeceği, bununla birlikte başvuru konusu
toplantılarda şiddet olaylarının yaşanmasına ve toplantıların barışçıl
niteliğini kaybetmesine rağmen, başvurucuların yalnızca kendilerinin herhangi
bir şiddet eylemine karışmadıklarını ve olaylara katkılarının bulunmadığını
belirtmekle yetindikleri, buna karşılık devlete sadakat yükümlülüğüne aykırı
olarak değerlendirilen görüntüyü engellemek adına imkânları dahilinde hareket
ettiklerine dair bir açıklama yapmadıkları veya bu yönde bir bilgi vermedikleri
dikkate alındığında, uygulanan disiplin cezalarının zorunlu bir sosyal ihtiyacı
karşılamadığından bahsedilemeyeceği belirtilmiştir.
Çoğunluğun gerekçesinde demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygunluk bakımından ifade edilen ilkeler isabetli olmakla birlikte,
“İlkelerin Olaya Uygulanması” başlığı altında yapılan değerlendirmeler ve
ulaşılan sonuç bu ilkelerle ve AİHM ile Mahkememizin konuya ilişkin yerleşik
içtihadıyla bağdaşmamaktadır.
Mahkememizin birçok kararında; toplantı ve gösteri
yürüyüşlerine barışçıl olarak katılan ve yasaklanmış davranışlarda bulunduğu
konusunda bir tespit bulunmayan kamu görevlilerinin hafif de olsa cezaya
muhatap olmasının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığına
hükmedilmiştir (örn. olarak bkz. Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, B. No:
2015/10676, 26/12/2018, § 54; Leyla Sezen, B. No: 2016/15197, 29/5/2019,
§ 37).
Başvuru ile ilgili olayda başvurucular, kanuna aykırı
gösteriye dönüşmesinde herhangi bir rolleri olduğu tespit edilmemiş
toplantılara, yalnızca katılmış olmaları sebebiyle disiplin cezası ile
cezalandırılmıştır.
Anılan idarî işlemlerde ve derece mahkemelerinin red
kararlarında, söz konusu toplantı ve yürüyüşlerin önceden bildirim yapılmaması
ve barışçıl olmaktan çıkması sebebiyle kanuna aykırı hâle geldiği kabul
edilmişse de, çoğunluk tarafından da kabul edildiği üzere, başvurucuların 2911
sayılı Kanunun 10. maddesine göre bildirim yükümlülüklerinin bulunup
bulunmadığı konusunda bir açıklama yapılmadığı gibi bu konuda başvuruculara bir
kusur da atfedilmemiştir. Ayrıca başvurucuların bu toplantılarda şiddet
eylemleri gerçekleştirdiğine veya toplantının barışçıl olmaktan çıkmasında
rollerinin olduğuna dair bir değerlendirmede de bulunulmamıştır.
İlgili emniyet müdürlüğünün mezkûr olaylarla ilgili
raporunda, bu eylemlerin hükûmeti istifaya zorlamak için gerçekleştirildiğinin
belirtilmesine rağmen, bu husus başvuru konusu cezaları veren idare ile iptal
davalarını karara bağlayan derece mahkemeleri tarafından tartışılmadığı gibi bu
iddianın, kamu görevlisi olan başvurucuların devlete sadakat yükümlülükleri
kapsamında değerlendirilmesini gerektirecek somut olgular da ortaya
konulmamıştır. Bu itibarla, başvuruculardan, anılan yükümlülüğe aykırı olarak değerlendirilen
görüntüyü engellemek adına imkânları dahilinde hareket ettiklerine dair bir
açıklama yapmalarının ve bilgi vermelerinin beklenmesi isabetli değildir.
Netice itibariyle derece mahkemelerinin kararlarında,
başvurucuların görevleri de dikkate alındığında, başvuru konusu disiplin
cezalarına ilişkin olarak kamu hizmetinin nasıl etkilendiği de dahil olmak
üzere herhangi bir gerekçeye yer verilmemiş ve başvurucular hakkında uygulanan
disiplin cezalarının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ve demokratik
bir toplumda gerekli olduğu ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya
konulamamıştır.
Nitekim aynı gün görüşülen benzer bir başvuruda, yukarıda
belirtilen nedenlerle, aynı durumdaki başka başvurucuların mezkûr haklarının
ihlal edildiğine karar verilmiştir (Yasin Agin ve diğerleri [GK], B. No:
2017/32534, 21/1/2021).
Bu sebeplerle başvurucuların, Anayasanın 34. maddesinde
teminat altına alınan temel haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerektiği düşüncesiyle, ihlal olmadığı yönündeki çoğunluk kararına
katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Kamu görevlisi olarak çalışan başvurucuların kanuna
aykırı olduğu değerlendirilen toplantılara katılmaları nedeniyle disiplin
cezasıyla cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını
ihlal ettiği iddiasıyla yapılan başvuruda, başvurucular hakkında verilen
disiplin cezası şeklindeki başvuru konusu müdahalelerin demokratik toplum
düzeninin gereklerine aykırı olmadığına ve başvurucuların toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edilmediğine hükmedilen çoğunluk kararına
katılmamaktayım.
2. Adana ilindeki farklı ilçelerde memur olarak çalışan
başvurucuların kamu görevlileri sendikalarına üye oldukları görülmekte olup,
üye oldukları sendikaların bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları
Konfederasyonu (KESK)’nun aldığı bir dizi eylem ve etkinlik kararı bağlamında,
başvurucular KESK'in çağrısı üzerine Gezi Parkı olaylarında yaşananları
protesto etmek amacıyla 4/6/2013 ve 23/6/2013 tarihleri arasında belli günlerde
Adana il merkezinde yapılan toplantılara katılmışlardır. Haklarında açılan
disiplin soruşturmalarında başvuruculara 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin
(A) bendinin (e) alt bendi uyarınca devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve
davranışta bulunmaktan uyarma cezası verilmiştir.
3. Verilen disiplin cezalarıyla ilgili açılan davalarda
derece mahkemelerince başvurucuların eylemlerine uygun disiplin cezası ile
cezalandırıldıkları dava konusu işlemlerde cezanın niteliği de dikkate
alındığında hukuka aykırılık olmadığına karar verilmesi üzerine yapılan
bireysel başvuruda başvurucular, şiddete başvurmadan barışçıl bir şekilde
katıldıkları toplantı ve yürüyüşler nedeniyle kendilerine disiplin cezası
verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini
ileri sürmüşlerdir.
4. Anayasa Mahkemesi çoğunluk kararında ise kamu
görevlilerinin statülerinden kaynaklanan yükümlülükleri ön plana çıkarılarak
yapılan incelemede başvurucuların Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına
alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edilmediğine
karar verilmiştir.
5. Çoğunluk kararında Adana'da gerçekleştirilen ve Gezi
Parkı olaylarının protesto edildiği başvuru konusu toplantılar bağlamındaki
ihlal iddiaları incelenirken başvurucuların genele şamil olacak şekilde ağır
şiddet olaylarının yaşandığı toplantılara katılmalarının kamu görevlisi
olmalarından kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı davranmalarına sebebiyet
verdiği gerekçesine dayanılmıştır.
6. Mahkememiz çoğunluk kararına göre;
“Bu bağlamda başvuru konusu toplantılara barışçıl
olarak katılmakla toplantı hakkı sınırları içinde hareket ettikleri açık
olmasına rağmen başvurucuların disiplin hukuku kapsamında kamu görevlisi
olmalarından kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı davrandıkları yönündeki
kabulden ayrılmayı gerektirecek bir açıklama yapmadıkları ya da bilgi
vermedikleri de dikkate alındığında haklarında uygulanan disiplin cezalarının
zorunlu bir sosyal ihtiyacı karşılamadığından bahsedilemeyeceği sonucuna
ulaşılmıştır.
İlgili mevzuatta öngörülen en hafif disiplin cezası olan
uyarma şeklindeki müdahalenin kamu düzeninin korunması meşru amacına ulaşılması
yönünden başvurucuların toplantı haklarına adil olmayan bir külfet yüklediği ve
orantısız olduğundan da bahsedilemeyeceği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla
yetkili otoritelerin, başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakları ile kamu görevlilerinin devlete sadakat yükümlülüğünden kaynaklanan
gereklilikler arasında adil bir denge kurdukları anlaşılmaktadır.” (§§ 78-79).
7. Bu yaklaşım kamu görevlilerinin bu gibi toplantı ve
gösteri yürüyüşüne katılmaları nedeniyle cezalandırılmalarının demokratik
toplum düzeninde niçin gerekli olduğunun kamu makamlarınca ortaya konulması
noktasında aşırı kısıtlayıcı niteliktedir. Bu biçimdeki bir yaklaşım kamu
görevlilerinin toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanmaları bağlamında
Anayasa hükümleri ve yerleşik içtihatla da uyumlu değildir.
8. Çoğunluk kararında bu bağlamda şu değerlendirmeye de
yer verilmiştir:
“Başvurucular bireysel başvuru formlarında yalnızca
toplantılarda yaşanan şiddet olaylarına kendilerinin karışmadıklarını
belirtmiş, bununla birlikte şiddet olaylarının -gerek başvurucuların katıldığı
Adana ilindeki toplantılar (bkz. §§ 20, 23)gerekse ülke genelinde aynı amaçla
gerçekleştirilen eylemler (bkz. §§ 13-14)dikkate alındığında- süregelen bir
şekilde devam ettiği istisnai bir biçimde açıkça öngörülebilir olmasına rağmen
kamu görevlisi statülerinden kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı bir görüntü
ortaya çıkmaması adına, toplantıyı terk etmek veya başka şekillerde imkânları
dâhilinde hareket ettiklerine dair bir açıklama yapmamış, bu yönde bir bilgi
vermemişlerdir.” (§ 77).
9. Anayasa Mahkemesi bugüne kadar toplantı ve gösteri
yürüyüşü ile ilgili bireysel başvurularda bu biçimdeki bir yaklaşım içerisinde
olmamıştır. Anayasa Mahkemesi bu bağlamda yapılan başvurularda sadece somut
başvurudaki olgulardan hareketle ve başvurucuların şiddet olaylarına katılıp
katılmamasını esas alarak hak ihlali olup olmadığına karar vermeye özen
göstermiştir.
10. Hatta şiddet olaylarının yoğun biçimde yaşandığı Gezi
olayları ile ilgili başvurularda bile Anayasa Mahkemesi Gezi olayları ile
ilgili bir değerlendirme yapmayıp genel olarak sadece şu şekildeki bir
paragrafa kararlarında yer vermektedir: “Gezi Parkı olaylarının niteliği ve
başlatılma amacına ilişkin kamuoyunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Olayların
çevreci bir saikle başladığını, bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin
kararların kendilerine sorulması talebini ortaya koyduklarını ifade edenler
olduğu gibi yerleri değiştirilen ağaçların bahane olarak kullanıldığını,
hareketin iktidara karşı yurt dışı destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler
ve polisin sert müdahalesini Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması,
kamu ve özel kişilerin mallarına zarar verilmesi nedeniyle meşru görenler de
mevcuttur” (Oğulcan Büyükkalkan ve diğerleri, B. No: 2014/17226,
10/1/2018, § 8).
11. Çoğunluk kararındaki yaklaşım Anayasa Mahkemesi’nin
bugüne kadarki içtihadından farklı bir nitelik taşımaktadır. Bu yaklaşımın
kabulü kamu görevlilerinin sadakat yükümlülüğünü aşırı kısıtlayıcı bir hale
dönüştürmektedir. Zira, bireysel başvuruya konu olayda başvuruculara
atfedilebilecek nitelikte herhangi bir şiddet olayına teşvik veya katılma
konularında bir kasıt veya kusur ortaya konulamamasına rağmen kamu görevlisi
olan başvuruculara disiplin cezası verilmekle bu kişilerin toplantı ve gösteri
yürüyüşüne katılma hakları ihlal edilmiş olmaktadır. Esasında bu kararda da
Anayasa Mahkemesi çoğunluğu bu yaklaşımla hareket ederek “başvuru konusu
toplantılara barışçıl olarak katılmakla toplantı hakkı sınırları içinde hareket
ettikleri açık olmasına rağmen” (§ 78) şeklindeki ifadelerle bu yönü ile
başvurucuların eylemlerinde bir sorun olmadığını da teslim etmiştir.
12. Bununla birlikte çoğunluk kararında, sadece
toplantılarda yaşanan şiddet olaylarına kendilerinin karışmadıkları olgusunun
yeterli kabul edilmeyip ağır şiddet olaylarının yaşanması nedeniyle kamu
görevlisi statülerinden kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı bir görüntü ortaya
çıkmaması adına, toplantıyı terk etmek veya başka şekillerde imkânları
dâhilinde hareket ettiklerine dair bir açıklama yapmamış, bu yönde bir bilgi
vermemiş olmalarından hareketle başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme haklarının ihlal edilmediğine değinilmiş olması yeni bir
değerlendirmedir (§ 77). Ancak toplantı ve gösteri yürüyüşünde kamu görevlisi
olan katılımcılardan bu biçimdeki bir görev / sadakat beklemenin kamu
görevlilerinin sorumluluğunu ve dolayısıyla yükümlülüğünü oldukça faklı bir
boyuta taşımakta olduğu göze çarpmaktadır.
13. Mahkememiz çoğunluk kararında benimsenen yaklaşım,
toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan bir kamu görevlisinin toplantının
şiddete evrildiği durumda kendisi şiddete bulaşmasa dahi sırf bu toplantıya
katılmış olmasını disiplin cezası verilmesi için yeterli kabul etmektedir. Oysa
başlangıcında şiddetin söz konusu olmadığı, sonradan şiddete evrilen bir
toplantıda sırf toplantının şiddete dönüşmesi nedeniyle şiddete yönelmeyip
barışçıl konumda kalmış olsalar bile bu biçimdeki bir toplantı veya gösteri
yürüyüşüne katılmış olan kamu görevlilerine sorumluluk yüklenmesi demokratik
toplum düzeninin gerekleri ile bağdaşmamaktadır.
14. Aksi durumda Anayasa’da kendilerine sendika hakkı
tanınmış olan kamu görevlilerinin sendikanın çağrısı üzerine bir toplantıya
katılmasını, başvurucuların sorumluluğu olmadığı halde bu toplantının şiddete
bulaşmasını başvurucular açısından cezalandıran bir yaklaşım benimsenmiş
olacaktır. Bu yaklaşımın kabulü ise kamu görevlilerinin Anayasa’da güvence
altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanılamaz hale
sokmaktadır. Çoğunluk kararındaki bu yaklaşım memurların itibar ve güven
duygusunu sarsacak davranışlardan kaçınma yükümlülüğünü de oldukça farklı bir
boyuta taşıyarak bu kişilerin sendika ve toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma
haklarına demokratik toplum düzeninin gerekleriyle uyumlu olmayan bir
müdahaleye imkan sağlamaktadır.
15. Bu durum Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadıyla da
çelişmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, yürüyüş ve basın açıklaması ortamında
bir terör örgütü liderini övücü mahiyette sloganlar atılmış olması gibi genel
bir gerekçenin öğretmen olan başvurucuların barışçıl toplantı hakkının
kullanımına müdahale etmek için yeterli kabul edilemeyeceğini, barışçıl
toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan ve yasaklanmış davranışlarda bulunmayan
başvurucuların herhangi bir kınanabilir olaya karışmadıkları durumda küçük de
olsa bir cezaya muhatap olmamaları gerektiğini belirtmiştir (Yılmaz Güneş ve
Yusuf Karadaş, B. No: 2015/10676, 26/12/2018, § 54). Bir diğer kararda ise
barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan, yasaklanmış davranışlarda
bulunduğu konusunda hakkında bir tespit bulunmayan devlet memuru olan
başvurucunun hafif de olsa bir cezaya muhatap olmaması gerektiğini ifade
etmektedir (Leyla Sezen, B. No: 2016/15197, 29/5/2019, § 37).
16. Bir başka kararda ise valilikçe yasaklanan bir yerde
basın açıklamasına katıldıkları gerekçesiyle idari para cezası ile
cezalandırılan kamu görevlilerinin yapmış olduğu bireysel başvuruda Anayasa
Mahkemesince polis tutanaklarında ve Hâkimlik kararında başvurucuların
yaptıkları basın açıklaması nedeniyle kamu düzeninin bozulduğuna veya bozulma
tehlikesi ortaya çıktığına ilişkin somut bir bağlantı ortaya konulmadığına
dikkat çekilerek, barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılanbu kişilere
kınanabilir bir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek cezanın
dahi uygulanmaması gerektiğine işaret edilmiştir. Buradan hareketle de idari
para cezası verilmesi nedeniyle başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkına yapılan müdahalenin, demokratik toplum düzeninin gereklerine
uygun bir müdahale olarak değerlendirilemeyeceği kanaatine ulaşılmıştır (Bkz.:
Belkıs Yurtsever ve Yılmaz Yıldız, B. No: 2016/10400, 25/9/2019, §§ 44-46).
17. Zira Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre
yapılan bireysel başvurulardaki incelemede toplanma hakkının barışçıl niteliği
genel olarak bir bütün halinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Anayasa
Mahkemesine göre toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının
şiddete başvurmaları diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru
kılmamaktadır (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924,
6/1/2015, § 119).
18. Dolayısıyla çoğunluk kararında, Anayasa Mahkemesinin
bugüne kadarki yaklaşımından farklı biçimde, söz konusu yürüyüşün kanuna aykırı
hâle gelmesinde herhangi bir rolleri ve sorumluluğu olduğu ortaya konulmaksızın
başvurucuların kamu görevlisi oldukları hâlde kanunlara aykırı olduğu
değerlendirilen bahse konu yürüyüşe sadece katılmış olmaları, devlet memuru
vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak ya da hizmet dışında devlet
memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak
olarak değerlendirilmiştir.
19. Oysa böyle bir durumda başvurucuların bu biçimdeki
disiplin cezasıyla cezalandırılabilmesi noktasında bahse konu eylemin
başvurucuların memuriyet durumunu ne şekilde etkilediğinin de ortaya konulması
gerekmektedir. Bununla birlikte bu bireysel başvuruya konu yargı kararlarında
derece mahkemeleri başvurucuların disiplin cezasına konu eyleminin kamu
hizmetini ne biçimde olumsuz yönde etkilediğini ve dolayısıyla kamu kurumunun
veya devlet memurunun saygınlığına ve güvenilirliğine nasıl zarar verdiğini
somut biçimde ortaya koyamamışlardır. İşte bu nedenle başvuruculara verilen
disiplin cezalarının demokratik bir toplumda neden gerekli olduğunun ilgili ve
yeterli bir gerekçeyle ortaya konulamadığı sonucuna ulaşmak gerekmektedir.
20. Yukarıda sıralanan nedenlerle başvurucular hakkında
verilen disiplin cezası şeklindeki başvuru konusu müdahalelerin demokratik
toplum düzeninin gereklerine aykırı olduğu ve başvurucuların Anayasa’nın 34.
maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
haklarının ihlaline sebebiyet verdiği düşüncesinde olduğum için çoğunluğun aksi
yöndeki kanaatine katılmamaktayım.