TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HATUN HORUZ VE ZEMCİ HORUZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/17723)
|
|
Karar Tarihi:3/11/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Hatun HORUZ
|
|
|
2. Zemci HORUZ
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Kemal DERİN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında fiziksel ve
sözlü şiddete ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmaması
nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 16/2/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuru yaşam hakkı yönünden kabul edilemez
bulunmuş, kötü muamele yasağı yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların oğlu 1989 doğumlu S.H. Şırnak'ta
zorunlu askerlik hizmetini yerine getirirken 26/11/2009 tarihinde banyoda ölü
olarak bulunmuştur.
9. S.H.nin ölüm olayıyla ilgili olarak askerî savcılıkça
(Savcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır.
10. Olay Yeri İnceleme ekipleri tarafından ölüm olayının
meydana geldiği yer ve S.H.nin eşyaları incelenmiş, eşyalarının arasından
intihar mektubu bulunmuş, mektubun S.H. tarafından yazıldığı uzmanlarca tespit
edilmiştir. Ayrıca olayda kullanılan silah (G3 piyade tüfeği) muhafaza altına
alınmış, S.H.nin vücudundan örnekler alınmış ve otopsisi yapılarak ölüm nedeni
kesin olarak belirlenmiştir. Buna göre başvurucuların oğlu çenesinin altında
oluşan ateşli silah yaralanmasının beyninde hasara neden olması sonucu vefat
etmiştir.
11. Soruşturma makamı tarafından ölüm olayıyla ilgili
olarak tanıklar dinlenmiştir. Tanıklar başvurucuların oğlunun ölümünden önce
Astsubay Çavuş Y.A. ile Uzman Çavuş L.B. tarafından darbedildiğini beyan
etmişlerdir. Tanık beyanları doğrultusunda Y.A. ile L.B. şüpheli olarak
soruşturmaya dâhil edilmiş ve savunmaları alınmıştır. Uzman Çavuş L.B., eşine
yönelik taciz içerikli mesajların S.H.ye ait telefondan gönderildiğini tespit
etmeleri üzerine S.H.ye kızdığını ve iki tokat attığını kabul etmiş; Y.A. ise
vurmadığını sadece hafifçe sarstığını, bu sırada S.H.nin yere düştüğünü ifade
etmiştir.
12. Şüpheli askerler olaya konu mesajları Savcılığa delil
olarak iletmiştir. Savcılıkça mesajlar incelenmiştir. Kendini Yılmaz olarak
tanıtan bir kişi tarafından Uzman Çavuş L.B.nin eşi D.B.ye gönderildiği
anlaşılan mesajlar onu bir restorana davet eder mahiyettedir.
13. Ölüm olayından yirmi gün önce izin kullanan S.H.nin
neşeli bir insan olduğunu ve askerde bir sıkıntısı olmadığını beyan eden babası
-başvurucu Zemci Horuz- daha sonra verdiği ifadesinde beyanını değiştirerek
S.H.nin, izinliyken amcasına etnik kökeni (Kürt olması) nedeniyle
komutanlarından hakaret işittiğini söylediğini iddia etmiştir. Bunun üzerine
aynı etnik kökenli başka askerler soruşturma makamınca tanık olarak
dinlenilmişler, bu tanıklar, komutanlarınca ayrımcılığa uğramadıklarını,
başvurucunun da uğradığına ilişkin bir bilgilerinin olmadığını dile
getirmişlerdir.
14. S.H.nin eşyaları arasında bulunan intihar mektubunun
darbetme olayıyla ilgili kısmı şöyledir:
"...bir de [L.] uzman ve Y. astsubaya çok
teşekkür ettiğimi söyle her zaman böyle haksız yere asker dövmeye devam
etsinler öteki tarafta yüce 'RABBİM' den korkmuyorlar mı, aslında [L.]
uzmanı ben kendime abi gibi seçmiştim tüm derdimi sorunlarımı mevzilerde hep
onunla paylaştım bizim Adıyamanlı olduğumuzu babamızın oğlu olduğumuzu
unutmasın ... [Y.] astsubay sivilde kendine dikkat etsin..."
15. Tanıklar D.Ö., İ.T. ve R.T.; S.H.nin telefonundan
çekilen mesajlar nedeniyle Uzman Çavuş L.B.nin S.H.ye tokat attığını, Astsubay
Y.A.nın da yumrukla vurduğunu, kendisine çekerken S.H.nin yere düşmesi üzerine
de tekme attığını beyan etmişlerdir. D.Ö. ayrıca S.H.nin intihar anını
gördüğünü, banyoda çenesinin altına tüfeği yerleştirip bir anda tetiği
çektiğini, ancak bunu önlemek için yetişemediğini belirtmiştir.
16. Savcılıkça başvurucuların oğlunun intihar ettiği
kanaatine varılarak 15/7/2010 tarihinde ölüm olayıyla ilgili kovuşturma
yapılmasına yer olmadığına, şüpheli Y.A. ve L.B.nin asta karşı müessir fiil
suçunu işledikleri isnadıyla haklarında ceza davası açılmasına karar
verilmiştir.
17. Başvurucuların ölüm olayıyla ilgili kovuşturma
yapılmamasına ilişkin Savcılık kararına itirazları askerî mahkemece 2/11/2010
tarihinde reddedilmiştir.
18. Bu aşamada başvurucular 7/3/2011 tarihinde Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurarak yaşanan darp ve ölüm olayı
nedeniyle yaşam ve adil yargılanma hakları ile kötü muamele yasağının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
19. Diğer taraftan başka bir askerî mahkemece sanıklar
hakkında asta karşı müessir fiil suçu yönünden yargılama yapılmış, 6/12/2011
tarihinde sanıkların mahkûmiyetine karar verilmiştir.
20. Sanık L.B.nin başvurucuların oğlu S.H.ye iki kez
tokat atmak suretiyle asta müessir fiil suçunu işlediği askerî mahkemece kabul
edilmiş, olayın diğer askerlerin önünde gerçekleşmesi nedeniyle mağdurda
yarattığı psikolojik etkinin ağırlığı dikkate alınıp alt sınırdan uzaklaşılarak
sanığa ceza verilmiş, L.B.nin eşine atılan mesajlar nedeniyle L.B.nin suçu
haksız tahrikle işlediği değerlendirilerek cezasında indirim yapılmıştır.
Ayrıca L.B.nin soruşturmanın ilk aşamasından itibaren samimi beyanda bulunarak
suçunu ikrar etmesi nedeniyle de cezasında iyi hâl indirimi uygulanmış, sonuç
ceza olan 25 gün hapis cezası para cezasına çevrilmiştir.
21. Askerî mahkeme tarafından diğer sanık Y.A.nın S.H.ye
yumruk ve tekme attığı kabul edilmiş, yaralama biçimi dikkate alınarak sanığın
cezası artırılmış, iyi hâl indirimi uygulanarak hükmedilen 3 ay 10 gün hapis
cezası para cezasına çevrilmiştir.
22. Başvurucular anılan cezaların yeterli olmadığını
iddia ederek katılan sıfatıyla kararı temyiz etmişlerdir. Askerî Yargıtayın
3/12/2014 tarihli kararıyla sanıklar hakkında verilen hükümlerin açıklanmasının
geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunun değerlendirilmesi bakımından
mahkûmiyet hükümleri bozulmuştur.
23. Bozma kararı üzerine yargılama ilk derece
mahkemesinde devam ederken AİHM, 2015 yılında başvurucuların oğullarının ölümü
ile ilgili iddialarını yaşam hakkı yönünden, ölümünden önce üstleri tarafından
yaralanmasıyla ilgili iddialarını ise kötü muamele yasağı yönünden incelemiş;
sonuç olarak başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (Zemci ve Hatun
Horuz/Türkiye, B. No: 30247/11, 24/3/2015).
24. AİHM'e göre başvurucularının oğlunun intihar etmesi
olayında tüm deliller soruşturma makamınca toplanmış ve esaslı araştırma
yapılmıştır. Kararda müteveffanın yakın ve gerçek intihar etme riski olup
olmadığı veya en azından kamu makamlarının bu riski öngörüp öngöremeyeceği
tartışılmış, genel olarak S.H.nin üstleriyle iyi anlaştığı ve yaşanan olayın
münferit olması nedeniyle S.H.nin intihar etmesinin planlı olmadığı
değerlendirilerek bu olayın öngörülemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla
devletin koruma ve usul yükümlülüğü kapsamında yaşam hakkı bakımından
başvurucuların şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar
verilmiştir.
25. Buna karşın başvurucuların S.H.nin üstleri tarafından
fiziksel şiddet görmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine
ilişkin iddiaları hakkında AİHM, sanıklar hakkındaki ceza davasının
sonuçlanmamış olması nedeniyle başvuru yollarının tüketilmediğine karar
vermiştir.
26. AİHM kararından sonra askerî mahkeme tarafından hapis
cezası olarak L.B. ve Y.A. hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin
açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir.
27. Başvurucuların itirazları itiraz mercii olan askerî
mahkemece 11/1/2016 tarihinde reddedilmiştir. Anılan kararın başvuruculara
tebliğ edildiğine ilişkin belge bulunmamaktadır. Başvurucular, adli emanete
kayıtlı eşyaların kendilerine 17/1/2017 tarihinde bildirilmesiyle nihai kararı
öğrendiklerini beyan etmişlerdir.
28. Başvurucular 16/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır. Başvurucular oğullarının ölümü nedeniyle yaşam hakkının,
ölümünden önce yaralanması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir. Komisyonca 22/5/2020 tarihinde yaşam hakkına yönelik
iddialarının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
29. 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza
Kanunu’nun "Maduna müessir fiiller yapanların cezası" kenar
başlıklı 117. maddesi şöyledir:
“Madununu kasten itip kakan, döven,
veya sair suretlerle cismen eza verecek veya sıhhatini bozacak hallerde bulunan
veyahut tazip maksadiyle madunun hizmetini lüzumsuz yere güçleştiren veya onun
diğer askerler tarafından tazip edilmesine veya suimuamelde bulunulmasına
müsamaha eden amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur."
30. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
"Haksız tahrik" kenar başlıklı 29. maddesi şöyledir:
"Haksız bir fiilin meydana
getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve
müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezası
verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı
indirilir. "
31. 5237 sayılı Kanun'un "Takdiri indirim
nedenleri" kenar başlıklı 62. maddesi şöyledir:
"(1) Fail yararına cezayı
hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis
cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir.
(2) Takdiri indirim nedeni olarak,
failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki
davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar
göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda
gösterilir."
32. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri
Kanunu’nun 231. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
“Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan
yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya
adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade
eder.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan
mahkûm olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik
özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak
yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya
kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin
suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”
B. Uluslararası
Hukuk
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
"İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"Hiç kimse işkenceye, insanlık
dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz."
34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının
demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da
organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların
davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza
veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin
15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde
dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine ilişkin içtihatlarını hatırlatmıştır
(birçok karar arasından bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No:
25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95,
6/4/2000, § 119).
35. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin inandırıcı
kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine
dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan
etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu
denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla
çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov (Jalaloglu)/Azerbaycan, B. No:
34445/04, 11/1/2007, § 73; benzer yöndeki karar için bkz. Çelik ve
İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
36. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda
soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak
iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle
soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).
37. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü
muameleyle suçlandığı durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde
cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel af
veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca
AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının,
hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet
Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).
38. AİHM, hukuka aykırı öldürme eylemlerine ilişkin
olarak Türkiye'de yürürlükte bulunan ulusal hukukun mahkemelere HAGB kararı
vermesine olanak sağladığını ancak mahkemelerin takdir yetkilerini ilgili
eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaktan
ziyade ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan
kaldırmak için kullandıklarını belirtmektedir (Kasap ve diğerleri, B.
No: 8656/10, 14/1/2014, § 60; hâkimlerin takdir haklarını kullanmalarına
ilişkin benzer yöndeki eleştiriler için bkz. Okkalı/Türkiye, B. No:
52067/99, 17/10/2006, § 75). Ayrıca AİHM, HAGB kararı verilmesiyle
faillerin cezadan tamamen muaf kaldığını çünkü HAGB kararının uygulanması
sonucunda -failin denetimli serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla- verilen
kararın içerdiği ceza da dâhil olmak üzere tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan
kalktığını ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 60).
39. Aynı şekilde AİHM, negatif yükümlülükler kapsamında
kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu ortaya çıkan kötü muamele iddialarını
içeren bazı başvurularda (Eski/Türkiye, B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 36; Taylan/Türkiye,
B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46; Böber/Türkiye, B. No: 62590/09,
9/4/2013, § 35: Ateşoğlu/Türkiye, B. No: 53645/10, 20/1/2015, § 28)
yapılan yargılama sonucunda verilen mahkûmiyete ilişkin HAGB kararını
Sözleşme’nin 3. maddesini usul yönünden ihlal ettiği gerekçesiyle kabul
edilemez bir önlem olarak belirtmiştir. Ancak AİHM, devletin pozitif
yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme'nin 3. maddesine aykırı muamelelerde
bulunanların devlet memuru olmasına veya şiddetin özel kişiler tarafından
uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini de kabul etmektedir (Beganović/Hırvatistan,
§ 69).
40. Öte yandan AİHM, üçüncü kişiler arasında gerçekleşen
kasten yaralama olayına ilişkin mevcut davaya özgü koşulları dikkate alarak
ceza davası sonucunda verilen mahkûmiyet hükmünün yeterli caydırıcı etkiye
sahip olduğunu ve HAGB kararının Sözleşme’nin 3. maddesine aykırı muamelelere
karşı bireylerin korunmasının amaçlandığı caydırıcı yasal önlemleri etkisiz
kılmadığını belirterek devletin Sözleşme’nin 3. maddesi gereğince üstüne düşen
pozitif yükümlülükleri yerine getirdiğini de dile getirmiştir (Çalışkan/Türkiye
(k.k.), B. No: 47936/11, 1/12/2015, §§ 46-52).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
41. Mahkemenin 3/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
42. Başvurucular; oğullarının ölümünden önce üstleri L.B.
ve Y.A tarafından darbedildiğini ve hakarete uğradığını, buna karşın olayla
ilgili açılan ceza yargılamasının adil biçimde sonuçlanmayarak sanıklar
hakkında HAGB kararı verildiğini, ayrıca yargılamanın çok uzun sürede
tamamlandığını iddia ederek kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
43. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve
manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet
yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi
tutulamaz.”
44. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri
" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucuların iddialarının bir kısmının Komisyonca karara bağlandığı
dikkate alınarak incelemenin kötü muamele yasağıyla sınırlı olarak yapılması
gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
46. Başvuruculara nihai kararın tebliğ edildiğine ilişkin
belgenin bulunmaması dikkate alındığında başvurucuların beyan ettikleri tarihte
kararı öğrendikleri kabul edilerek başvurunun süresinde yapıldığı
değerlendirilmiştir.
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
a. Genel
İlkeler
48. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan
maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü
fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan
haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm
altına alınmıştır.
49. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden
kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293,
17/7/2014, § 81).
50. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve
ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları
olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında
meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 110).
51. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri”
kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında-
etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma,
sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli
olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte
etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî
dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını
istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
52. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli
olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için
soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir.
Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir
şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay
ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da
kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara
dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
53. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız
biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir
bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
Soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı
durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak
böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın
aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı
eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından
büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119; Adem Erden,
B. No: 2015/4032, 23/1/2019, § 33).
54. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının-
özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için
ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir.
Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda
yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde
genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak
sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü
hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem
Erden, § 34).
55. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir
hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla
birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel
ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da
zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların yetki alanları
kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak
için çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım
uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza
arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin
kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla
koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 77).
56. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve
manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin
etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap
vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların
kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların
mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu
bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak usul yükümlülüğünün
bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar
verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır (Şenol Gürkan,
B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 105; Mustafa Rollas, B. No: 2013/7703,
2/2/2017, § 74; Yunus Kalkan, B. No: 2013/4383, 18/2/2016, § 85).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
57. Başvurucuların oğlu S.H.nin askerlik hizmetini yerine
getirdiği esnada kullandığı cep telefonundan üstü konumunda olan Uzman Çavuş
L.B.nin eşine davet içerir nitelikte mesaj gönderildiği yapılan soruşturmayla
ortaya konulmuştur. Bu mesajdan dolayı eşinin taciz edildiğini düşünen L.B. ile
konuyu paylaştığı Astsubay Çavuş Y.A.nın S.H.yi birkaç kez tokatlamak ve bir
kez tekmelemek suretiyle yaraladığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
58. Hakkında sağlık raporu düzenlenmediği için S.H.nin
yaralamasının fiziksel etkisi bilinmemekle birlikte olayın diğer askerlerin
önünde yaşanmasından dolayı psikolojik etkisinin yoğun olduğu yargı
makamlarınca kabul edilmiştir. Yaşanan bu olayın ertesi günü S.H. intihar
etmiştir.
59. Başvurucuların oğlunun yaralanması ve ölümü ile
ilgili olarak Savcılıkça derhâl soruşturma başlatılmış, olay yerinde bulunan
deliller toplanmış, S.H.nin vücudundan ve kıyafetlerinden örnekler alınmış,
eşyaları ile olayda kullanılan silah incelenmiş, tanıklar dinlenmiş,
başvurucuların soruşturmaya katılımı sağlanmıştır.
60. Bu bağlamda soruşturma makamınca maddi gerçeğe
ulaşmak amacıyla özenle soruşturma yapılmış, tüm deliller toplandıktan sonra
yaklaşık sekiz ay gibi kısa bir sürede şüpheli askerler hakkında ceza
yargılaması başlatılmıştır. Başvurucuların da oğullarının yaralanması ile
ilgili yapılan ceza soruşturmasının etkili olmadığı yönündeki şikâyetlerinin
sadece sanıkların cezasız kaldığı ve yargılamanın uzun sürdüğü şeklinde iki ana
başlıkta toplanmaktadır. Yaralama olayıyla ilgili diğer usul yükümlülükleri
hususunda başvurucuların ilettiği somut bir şikâyet bulunmadığı gibi başvuruya
yansıyan olgular nazara alındığında soruşturmanın özensiz yapıldığını
düşündürecek bir husus da tespit edilememiştir. Dolayısıyla başvuru bu iki
temel şikayet kapsamında incelenmiş, öncelikle cezasızlık şikâyeti
irdelenmiştir.
61. Yapılan soruşturma sonunda Savcılık tarafından
S.H.nin intihar etmesinde başka birinin etkisinin tespit edilmediği ve kamu
görevlilerinin olayda kusuru bulunmadığı değerlendirilerek ölüm olayıyla ilgili
kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir. Anılan kararın kesinleşmesi üzerine
başvurucuların yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarını içeren başvurusu, AİHM
tarafından intiharın öngörülemez olduğu ve münferit bir olayın akabinde plansız
yapıldığı kanaatine varılarak açıkça dayanaktan yoksun bulunmuştur. Diğer bir
ifadeyle AİHM'e göre intihar olayı bireylerin davranışlarının
öngörülemezliği çerçevesinde incelenmiş, L.B. ve Y.A.yı ölüm olayından
sorumlu tutmaya yetecek düzeyde olgu bulunmadığından yaralanma ile intihar
olayları arasında illiyet bağının koptuğu değerlendirilmiştir.
62. Askerî mahkeme tarafından yaralama olayıyla ilgili
yapılan yargılama sonunda asker sanıkların başvurucuların oğlunu yaraladıkları
kabul edilerek cezalandırılmalarına karar verilmiştir. L.B.ye verilen ceza
miktarı olayın başka kişilerin önünde gerçekleşmesi nedeniyle psikolojik etkisi
nazara alınarak artırılmıştır. Yine diğer sanık Y.A.ya verilen ceza da eylemin
gerçekleştiriliş biçimi -mağdurun düşmesinden sonra tekme atılması- dikkate
alınarak artırılmıştır.
63. Askerî mahkemenin yaralama olayını akabinde
gerçekleşen intihar meselesinden ayrı tutarak bir inceleme yaptığı, asker sanıkların
cezalandırılmasında bu hususu değerlendirmeye almadığı görülmektedir.
Yaralamanın sebebi dikkate alındığında olayın anlık öfkeyle gerçekleştiği,
asker sanıkların bu şekilde davranmalarının genel kişilik özelliklerinden
kaynaklanmadığının tanık beyanlarıyla tespit edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca
başvuruya yansıdığı kadarıyla S.H.nin bu olayın ardından intihar etmesi asker
sanık ve tanıklar dâhil kimsenin öngöremediği vahim bir olaydır. Elbette
yaralama olayının mağdurda doğrudan psikolojik etki yarattığı tartışmasızdır.
Ancak bu etkinin bilinmeyen sebeple mağdur yönünden mevcut sonucu doğurmasının
öngörülemezliği gereği asker sanıkların cezalandırılmasında intihar olgusunun
dikkate alınmaması mevcut bilgiler kapsamında kötü muamele yasağı yönünden sorun
oluşturmamaktadır.
64. L.B. ve Y.A.nın yargılama süresince tutumları dikkate
alınarak cezalarında indirim yapılmış, ayrıca L.B. haksız tahrik indiriminden
yararlanmış, daha önce sabıkası olmayan sanıkların bir daha suç işlemeyecekleri
kanaatine varılarak verilen hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmiştir.
65. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız
kalmasını ifade etmektedir. Cezasızlık; kötü muamele fiillerine yönelik olarak
sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde
cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması
şeklinde ortaya çıkabilmektedir. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında
orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda bu tür eylemlerin
önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki ortaya koymaktan oldukça uzak
kalınmaktadır (S.D., B. No: 2013/3017, 16/12/2015, § 102).
66. HAGB kararı verilmesinin tek başına kötü muamele
oluşturan fiillerin caydırıcılığını ortadan kaldıracağını öngörmek mümkün
değildir. Bununla birlikte her olayın koşulları çerçevesinde failin fiiliyle
orantılı ceza alıp almadığı değerlendirmesi yapılırken HAGB uygulanmasının
tartışılması gerektiği muhakkaktır.
67. Somut olayda L.B. ve Y.A.nın başvurucuların oğlunu yaralama
şekli, olayın gelişimi ve bu süreçteki sanıkların tutumu dikkate alınarak alt
sınırdan uzaklaşılmak suretiyle ceza tayinine gidildiği, koşullarının oluşması
nedeniyle de haklarındaki hapis cezası hükümlerinin açıklanmadığı
anlaşılmaktadır. Daha önce sabıkası bulunmayan asker sanıkların görevleriyle
ilgili bir durumdan kaynaklanmayan, planlı olmadığı ve anlık öfkeyle hareket
edildiği kabul edilen yaralama eylemleri nedeniyle verilen orantılı cezaların
açıklanmasının ertelenmesinin somut olayın koşulları çerçevesinde yasal
önlemleri etkisiz kıldığını tespit etmek zor görünmektedir. Bu olayın askerde
genel olarak yaşanan asta karşı yaralama suçlarından farklı bir yönünün olduğu
unutulmamalıdır. Eşinin taciz edildiğini düşünen askerin astı konumunda olan
bir kişiyi yaralaması ile astlarının askerlik hizmetini zorlaştıran veya onlara
fiziksel/sözlü şiddet uygulayan askerin eylemleri sonucu verilecek cezaların
aynı mahiyette olması beklenemez. Dolayısıyla somut olayda asker sanıklara
verilen cezaların eylemleriyle orantılı olduğu değerlendirilmiştir.
68. Buna karşılık 2009 yılında gerçekleşen olayın
faillerinin cezalandırılması 2016 yılında mümkün olmuştur. Hukuki meselenin
çözümündeki güçlük, maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında
karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kıstaslar dikkate alındığında başvuru
konusu olay çok da karmaşık bir görünüm arz etmediği gibi başvurucuların
yargılamanın uzamasına sebep olacak tutumunu ve usule ilişkin haklarını
kullanırken özensizliğini gösteren bir unsur da gözlenmediğinden yedi yıllık
yargılama süresinde makul olmayan bir gecikme söz konusudur (benzer yöndeki
değerlendirme için bkz. Adem Erden, § 42). Dolayısıyla makul hızla
soruşturma -yargılama- yapılmadığından kötü muamele yasağının ihlal edildiği
sonucuna ulaşılmıştır.
69. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
70. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
71. Başvurucular ihlalin tespit edilmesini istemiş ve
ayrı ayrı 50.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
72. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
73. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir
(Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
74. İncelenen başvuruda kötü muamele yasağının ihlal
edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
75. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucuların uğradıkları zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün
sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için kötü muamele yasağının ihlali
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvuruculara müştereken net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
76. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi
için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen
ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir
belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
77. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan kötü muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvuruculara net 20.000 TL manevi tazminatın
MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 3/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.