TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YUSUF İLTAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/27069)
|
|
Karar Tarihi: 4/11/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Fatih HATİPOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Yusuf İLTAR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 7/6/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet
haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet
yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına ve adli yardım talebinin kabul edilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe
teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke
genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde
son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak-
bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden
ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet
Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu
değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169,
20/6/2017, §§ 12-25).
9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde
darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa
bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da
bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından
soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu-
üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu
iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı
ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§
51, 350).
10. İstanbul Anadolu Adliyesinde Cumhuriyet savcısı
olarak görev yapmakta olan başvurucunun Hâkimler ve Savcılar Kurulunun (HSK)
17/3/2017 tarihli kararı ile meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Anılan
karar, başvurucunun yeniden inceleme talebinin reddedilmesiyle birlikte
4/5/2017 tarihinde kesinleşmiştir.
11. HSK'nın suç duyurusu üzerine başvurucu, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başlatılan soruşturma
kapsamında 18/3/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır.
12. Başvurucunun ifadesi 19/3/2017 tarihinde
Başsavcılıkta alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle;
- Orta öğrenimini devlet okullarında Erzurum ve
Kayseri'de okuduğunu, burs kazanması sebebiyle lise son sınıfta Kayseri'de
faaliyet gösteren -ve sonradan FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu anlaşılan- bir
dershanenin üniversite sınavı hazırlık kursuna gittiğini ve Selçuk Üniversitesi
Hukuk Fakültesini kazandığını, Fakültenin birinci sınıfındayken öğrencilerin
sohbet amacıyla kendisini evlere çağırmaları üzerine beş altı kez sohbetlere
katıldığını, sonrasında hastalandığını ve derslere devam edemediğini, sadece
sınavlara girmek için Fakülteye geldiğini, dolayısıyla birinci sınıftan sonra
hayatının herhangi bir döneminde FETÖ/PDY ile bir irtibatının olmadığını ifade
etmiştir.
- 1996 yılında Fakülteden mezun olduktan sonra 1998 yılı
Aralık ayında hâkimlik-savcılık sınavını kazandığını, 1997 yılında akrabası
olan eşi ile görücü usulüyle evlendiğini, iki çocuklarının olduğunu, büyük
oğlunun FETÖ/PDY ile bağlantılı herhangi bir okulda okumadığını, küçük oğlunun
ise ikamet ettiği yerin yakınlarındaki devlet okulunun eğitim seviyesinin
yeterli olmaması nedeniyle -15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra kapatılan-
Ataşehir'deki bir kolejde okuduğunu, büyük oğlunun 2012 yılında askerî okullar
sınavına girdiğini, yazılı sınavı, spor sınavını ve mülakatı geçmesine rağmen
kalbinde delik olduğu gerekçesiyle askerî okula alınmadığını ancak sivil
hastanelerde yapılan muayenesinde herhangi bir sağlık probleminin
bulunmadığının tespit edildiğini, FETÖ/PDY ile irtibatlı olmayan kişileri o
dönemde askerî okullara almadıkları kanaatine sonradan vardığını beyan
etmiştir.
- 2008 veya 2009 yılında Yargıçlar ve Savcılar Birliğine
(YARSAV) üye olduğunu, aynı tarihlerde bir genel kurul toplantısına
katıldığını, bu genel kurul toplantısında kimin başkan seçildiğini
hatırlamadığını, hâlen başsavcı -ve fakülteden arkadaşı- olan İ.Y.nin YARSAV'ın
kurucu üyelerinden olduğunu, Konya'nın Beyşehir ilçesinde görev yaparken onun
ricası ile YARSAV'a üye olduğunu, o dönemde Beyşehir'de görev yapan kendisi
dışında bir kısım hâkim-savcının da YARSAV'a üye olduklarını, iki veya üç yıl
aidatını yatırdığını, sonrasında ise aidatını yatırmadığını ve genel kurul
toplantılarına da katılmadığını ifade etmiştir.
- Beyşehir savcısıyken 2009 yılında Yargıtay tetkik
hâkimliğine atandığını ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinde görevlendirildiğini,
Beyşehir'de birlikte çalıştığı Yargıtay 10. Ceza Dairesinde görev yapan tetkik
hâkimi A.E.nin 10. Ceza Dairesinin Yazı İşleri Müdürü'ne kendisinin
çalışkanlığından bahsetmesi ve o kişinin de Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
Müdürü'ne yine kendisiyle ilgili bilgi vermesi üzerine -Yargıtay 9. Ceza
Dairesinde tetkik hâkimi ihtiyacı olunca- Yazı İşleri Müdürü'nün o tarihte
Daire başkanı olan M.A.ya iletmesi sonucunda bizzat M.A.nın talebi üzerine 9.
Ceza Dairesinde görevlendirildiğini, 9. Ceza Dairesinde göreve başladıktan
sonra aynı dönemde 9. Ceza Dairesinde görevlendirilen C.H. ve H.İ.nin kendisine
Yargıtayın taşraya benzemediğini, özel bir yapısı olduğunu, eğer ezilmek ve
harcanmak istemiyorsa onlarla birlikte sohbetlere katılması ve ayrıca her ay
maaşının %10'unu vermesi gerektiğini söylediklerini, kendisinin de sohbetin içeriğini
sorduktan sonra maaşından herhangi bir şey veremeyeceğini ve sohbetlere de
katılmak için zamanının olmadığını söyleyerek hiçbir şekilde sohbetlere
katılmadığını ifade etmiştir.
- Bir yıl Yargıtay tetkik hâkimi olarak görev yaptıktan
sonra sağlık problemi nedeniyle tayin istediğini ve Kayseri Cumhuriyet
Savcılığına tayininin çıktığını, kendisine M.A.nın referans olduğunu, o tarihte
Adalet Bakanlığı personel genel müdür yardımcısı olan E.D.nin kendisini
makamına çağırarak mesleki kıdeminin yeterli olmamasına rağmen M.A.nın talebini
ve Yargıtayda örgütlü suçlara bakmış olmasını gözeterek Kayseri'ye atamasını
gerçekleştireceklerini, Kayseri'de örgütlü suçlara ve Ergenekon davalarına
özellikle Ergenekon'un kasası olarak bilinen Şeker Fabrikası dosyasına
bakması gerektiğini söylediğini ancak bu teklifi kabul etmediğini ve Kayseri'de
Genel Soruşturma Bürosunda görevlendirildiğini, Kayseri'de görev yaptığı sırada
orada görev yapan hâkim A.E.nin kendisini sohbetlere davet ettiğini ve maaşının
%10'unu aidat olarak vermesi gerektiğini söylediğini ancak bu teklifikabul
etmediğini ifade etmiştir.
- FETÖ/PDY üyesi olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarılan,
o tarihte Kayseri Cumhuriyet Başsavcısı olan B.B.nin fuhuş yapan bayanlara
kendisini şikâyet ettirmesi nedeniyle birinci sınıf olmasının geciktirildiğini,
2016 yılında geçmişe dönük olarak bütün haklarını aldığını, bunun sorumlusunun
B.B. olduğunu ileri sürmüştür.
- 2012 yılında terfi incelemesinin durdurulduğunu
öğrenmesi üzerine FETÖ/PDY'nin tehlikeli olduğunu, amaçlarını gerçekleştirmek
için her türlü hukuka aykırılığı yapabileceklerini gördüğünü ve bunu da bütün
çevresine anlattığını, 17-25 Aralık operasyonlarından hemen sonra Anadolu Adliyesi
Örgütlü Suçlar Bürosunda çalışabileceğini söylemesi üzerine bu büroda
görevlendirildiğini ve iki yıl çalıştıktan sonra sağlık problemleri nedeniyle
bu bürodan ayrıldığını, kendisinin FETÖ/PDY ile mücadele eden biri olduğunu,
2014 yılında yapılan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üye seçimlerinde
de FETÖ adaylarının karşısında Yargıda Birlik Derneğinin lehine açıkça
çalıştığını, darbeye teşebbüs gecesi memleketinde yıllık izinde olduğunu ve
yaşananları televizyondan öğrendiğini, başkaca bir bilgisinin olmadığını ifade
etmiştir.
- Öğrencilik veya meslek hayatında FETÖ/PDY'nin
düzenlediği herhangi bir yurt içi veya yurt dışı gezisine katılmadığını,
FETÖ/PDY ile bağlantılı herhangi bir dernek veya kuruma bağış yapmadığını, Bank
Asyada hesabının bulunmadığını, herhangi bir unvanlı görev almadığını, FETÖ/PDY
üyeleri tarafından kullanılan ByLock ve benzeri başka bir uygulamayı
kullanmadığını ifade etmiştir.
13. Başsavcılık, başvurucuyu terör örgütüne üye olma
suçundan tutuklanması istemiyle 19/3/2017 tarihinde İstanbul Sulh Ceza
Hâkimliğine sevk etmiştir.
14. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte
başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Başvurucu sorgudaki ifadesinde Savcılıktaki
savunmasına benzer şekilde beyanda bulunmuş ve suçlamaları kabul etmemiştir.
15. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun terör
örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın
ilgili kısmı şöyledir:
"Tüm dosya kapsamından anlaşıldığı
üzere, HSK Genel Kurulunun 18/3/2017 tarihli kararıyla şüphelinin meslekten
çıkarılmasına karar verildiği, dosya kapsamında şüpheli aleyhine beyanda
bulunan K. kod adlı tanığın beyanlarından anlaşıldığı üzere şüphelinin görev
yaptığı yerde kendisini ziyaret ettiği, ziyaret amacının bir yakının trafik
cezası iptali için olduğu, tanığın beyanlarından anlaşıldığı üzere şüphelinin
ziyareti sırasında kendisini güçlü ve nüfuzlu hissettirerek Fetullah Gülen
cematinden olduğu ve bu yapıya mensup ortak arkadaşlarından bahsettiği, daha
sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesinde şüphelinin çalıştığı sırada tanığın kendisini
tekrar ziyaret ettiğinde, Fethullah Gülen terör örgütü ile konuştukları, eski
kurul zamanında şüpheli hakkında bir iddia nedeniyle soruşturma açılmasını
gerekçe göstererek cemaatçi olmadığını ispat etmeye ilişkin şüphelinin etrafta
konuşma yaptığı, tanık beyanından anlaşılmakla; dosya kapsamında şüpheliye
isnat edilen FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak suçuna ilişkin kuvvetli
suç şüphesinin mevcut olduğu şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle
irtibatının17 ve 25 Aralık sürecinden sonra da devam ettiğinin anlaşıldığı,
18/3/2017 tarihli HSK Genel Kurulu kararıyla meslekten çıkarılmasına karar
verildiği dikkate alınarak, isnat edilen TCK'nın 314. maddesinin 2.
fıkrasındaki suça ilişkin kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, suçun katalog
suçlar arasında yer aldığı, şüphelinin serbest kalması durumunda aleyhine
beyanda bulunan tanıklara baskı yapma ve delilleri karartma ihtimallerinin
bulunacağı, suçun yasal ve alt üst sınırı dikkate alınarak şüphelinin CMK'nın
100. ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına ... karar verildi."
16. Başvurucunun tutuklama kararına 24/3/2017 tarihinde
yaptığı itiraz İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 19/4/2017 tarihinde
kesin olarak reddedilmiştir.
17. Başvurucu, anılan kararı 9/5/2017 tarihinde
öğrendiğini bildirmiştir.
18. Başvurucu 7/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
19. Başsavcılık 24/8/2017 tarihli iddianame ile
başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması
istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır.
20. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY'nin yapılanmasına ve
faaliyetlerine ilişkin açıklamalar yapılmış, sonrasında başvurucuya yönelik
suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun FETÖ/PDY
hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu
işlediğini iddia etmiştir. İddianamede, suçlamaya esas alınan olgular özetle
şöyledir:
i. HSK'nın başvurucuyu meslekten çıkardığı ve söz konusu
kararın kesinleştiği belirtilmiştir.
ii. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'ye
üye olma suçundan hakkında soruşturma yürütülen K.U.nun 1/11//2016 tarihinde
şüpheli sıfatıyla alınan ifadesine yer verilmiştir. K.U.nun ifadesinin
iddianamede yer verilen kısmı şöyledir:
"... ismen tanıyorum, Akseki
İlçesinde hakim olarak görev yaparken bu kişi komşu ilçe olan Seydişehir
savcısı idi. Bir yakınının trafik cezası olduğunu, bu vesileyle beni ziyaret
etmişti, kendisinin Fethullah Gülen Cemaati’nden olduğunu ortak arkadaşlardan
bahsederek hissettirmeye çalıştı, 3 yıl sonra Yargıtay tetkik hakimi olarak
atanınca buluştuk, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nde çalışmaya başladı. O tarihlerde
Yargıtay'da Fethullah Gülen Cemaati mensubu olmayan hiçbir kişinin 9. Ceza
Dairesi'nde görevlendirilemeyeceğine dair bir algı vardı, bu nedenle Fethullah
Gülen Cemaati mensubu olduğunu biliyorum. Halen İstanbul Anadolu Cumhuriyet
Başsavcılığı'nda önemli bir büroda Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığını
duydum. Eski kurul zamanında hakkındaki bir iddia nedeniyle soruşturma açılmış
olmasını gerekçe göstererek, cemaatçi olmadığını ispat etmeye çalışıyormuş diye
duyumum vardır ..."
iii. Başvurucunun 2008 veya 2009 yılında Beyşehir'de
görev yaparken YARSAV'a üye olduğunu ve aynı yıllarda bir kez genel kurul
toplantısına katıldığını beyan etmesine rağmen gerçekte -15 Temmuz 2016
tarihinde gerçekleştirilen darbe girişiminden sonra çıkarılan 31/10/2016
tarihli ve 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan- YARSAV'a 14/10/2010 tarihinde
üye olduğu, aidatlarını kısmen yatırdığı ve YARSAV'ın kapatılmasına kadar üyeliğinin
devam ettiğinin tespit edildiği belirtilmiştir.
iv. Bu bağlamda soruşturma dosyası içinde bulunan HSYK
Teftiş Kurulu Başkanlığı Başmüfettişliğinin 26/4/2017 tarihli inceleme
tutanağından bahsedilerek YARSAV'a 2007, 2008, 2009 ve 2010 yıllarında yoğun
bir üye kaydının olduğu, en yoğun üye kaydının 2010 yılında gerçekleştiği hatta
2010 yılında üye olanların sayısının son on yıl boyunca derneğe üye olan hâkim
ve Cumhuriyet savcılarının sayısının hemen hemen yarısına denk geldiği, son on
yıl içinde YARSAV'a üye olanların büyük bir çoğunluğunun FETÖ/PDY ile irtibat
ve iltisakları nedeniyle meslekten çıkarılmalarına karar verildiği, ifadelerde
bahsedildiği üzere FETÖ/PDYile irtibatlı ve iltisaklı hâkim ve Cumhuriyet
savcılarının örgüt yönetiminden aldıkları talimat doğrultusunda YARSAV'ı ele
geçirebilmek için söz konusu derneğe üye olduklarının değerlendirildiği,
başvurucunun da bu kapsamda FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in şifreli şekilde
gönderdiği ''YARSAV'a sızılarak ele geçirilmesi'' talimatı doğrultusunda
YARSAV'a üye olduğu iddia edilmiştir.
v. Kendi beyanı dayanak gösterilerek başvurucunun
üniversite öğrencisi iken örgüt lideri Fetullah Gülen'in kasetlerinin
dinlenildiği, örgüt talimatlarının üyelerine iletildiği ve çeşitli adlar
altında toplanan paralarla örgüte kaynak temin edildiği bilinen toplantılara
katıldığı ileri sürülmüştür.
21. İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 7/9/2017
tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2017/2 sayılı
dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.
22. Mahkeme 24/10/2017 tarihinde yaptığı ilk duruşmada
başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında Savcılıktaki
ifadesine benzer beyanlarda bulunmuştur. Başvurucu ayrıca Savcılıktaki
ifadesinde isimleri geçen C.H. ve H.İ. ile ilgili söylediklerinin anlattığı
gibi olmadığını, yine adı geçen E.D. ile görüşmediğini bu kişilerin geçmişte
kendisine karşı olumsuz tutum ve davranışlarından ötürü zarar görmelerini
istediği için o şekilde ifade verdiğini ifade etmiştir. Mahkeme, duruşma sonunda
başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
23. Mahkeme kovuşturma aşamasında bir kısım tanığı
dinlemiştir. Bu kapsamda;
i. Tanık K.U.nun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Ben sanığı meslekte aynı dönemde
olmamız sebebiyle tanırım, önceye dayalı tanışmışlığım yoktur, kendisi ile
nezaket çerçevesinde mesleki diyaloğumuz vardır, aynı zamanda biz komşu
ilçelerde görev yaptık, yargıtayda da bir dönem tetkik hakimi olarak görev
yaptık, buralarda iken merhabalaşmamız oluyordu, bunun dışında kendisiyle o
zamanki adıyla cemaat toplantılarına katılmadım, katıldığım toplantılarda
kendisini görmedim, kendisiyle herhangi bir bylock görüşmem olmadı, ancak
kendisi 9 ceza dairesinde görev yaptığı dönemde o dairede görev yapanların
cemaatçi olduğu yönünde bir söylenti vardı, aynı zamanda kendisinin 2010 hsksı
tarafından Kayseride görev yaptığı dönemle ilgili ciddi soruşturmalara muhatap
olduğunu dedikodu şeklinde duymuştum, bunun dışında bir suç işlediğine şahit
olmadım, başkaca bilgim yoktur, dedi.
[Soruşturma aşamasındaki ifadesinin
okunması üzerine] ... ben aksekide görev yaparken sanık beyşehirde görev
yapıyordu, beni ziyarete gelmişlerdi, bir yakınının trafik cezası için
gelmişti, ben sanıkla samimi değildim, bana sanırım yakınlık hissettirmek için
ortak tanıdıklarımızın isimlerini verdi, verdiği isimler cemaatçiydi, ancak
şuan isimlerini hatırlamıyorum, çünkü yıl 2005 idi, sanığın bana ziyarete
geldiği sırada verdiği isimlerin cemaatten olmasıyla bana kendisinin de
cemaatten olduğunu hissettirmeye çalıştığını düşünmüyorum, sanırım benimle çok
samimi olmadığı için ve trafik cezasının iptaline sulh ceza hakimi olarak ben
bakacağım için, samimiyet kurmak amacıyla söylemiştir, az önce ifademde bu
kısmı anlatmayı unuttum, ancak olay bu şekilde olmuştur, yine savcılık ifademde
kesin kanıların belirtilmesi istenmişti, benim savcılıkta biliyorum şeklinde
söylediğim ifadelerim değerlendiriyorum, düşünüyorum şeklindedir, bu şekilde
düzeltilmesini istiyorum, dedi.
[Başvurucu müdafiinin bir sorusu
üzerine] ... savcılık ifademde cemaat mensubu olduğunu biliyorum şeklinde
bir ifade kullanmadım, ben tahmin ediyorum demiştim, muhtemelen savcı o şekilde
yazmış, okuma fırsatım olmadı, ben sanırım beyşehirde çalıştığımı hatırlıyorum,
savcı zapta geçirirken yanlış zapta geçmiş olabilir, ben o dönemde cemaatin
içerisindeydim, ben sanığın ziyareti sırasında verdiği isimleri hatırlamıyorum,
dolayısıyla kimseyi saklamaya çalışmıyorum, 2007/2014 yılları arasında 18.
Hukuk Dairesinde çalışmıştım, tetkik hakimleri aynı binada farklı koridorlarda
oturuyorlardı, ben sanığın ricacı olduğu trafik cezasına itiraz dosyasında
itirazın reddine diğer hakim tarafından karar verildiğini biliyorum, sanığın
cemaatçi olmadığını ispat etmeye çalıştığı yönündeki duyumu yemekhanede ve
serviste dedikodu şeklinde konuşuluyordu, benim bu dedikoduyu duyduğum tarihler
2012-2013 yılları arasındaydı, dedi.
... ben Aksekide 2005-2006 yılları arası
bir buçuk yıl görev yaptım, bu dönem içinde sanık yanıma gelmişti dedi.
... benim hakkımda fetö kapsamında
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında soruşturma devam edilmektedir, ben hsk
tarafından mesleğe kabul edildim, daha sonra istifa ettim ..."
ii. Tanık T.B.nin ifadesinin ilgili kısımı şöyledir:
"... ben Anadolu Adliyesi
Cumhuriyet savcısı iken sanıkta aynı yerde ve koridorda savcı olarak görev
yapıyordu HSK seçimleri dolayısıyla yargıda birlik derneği adına çalışmalar
yapıyordum, sanık aktif olarak yanımda çalışmıyordu fakat iki arkadaşına abi bu
kişilerden oy istemeye gidelim diyerek birlikte gidip oy istediğimiz olmuştur
ayrıca ybd'nin büyük organizasyonlarında katılım sağlıyordu, kendisinin
savunmasında geçen bir konuşma benimle arasında olmamıştır, başkasıyla olmuşsa
onu bilemem, dışa yansıyan davranışlarında ben de olumsuz bir kanaat
oluşmamıştı, ayrıca o dönemde sözlü bağımsız adayları destekleyen grubun
yanında hiç görmedim.
... ben sanığın bana şu kişiler gelip
bağımsız adaylar ve yarsav üyeleri için oy istedi dediği şeklinde bir olayı ben
hatırlamıyorum, ancak söylemiş de olabilir, çünkü uzun zaman geçmiştir, kesin
olduğunu hatırladığım şeyleri söylüyorum, hatırlayamadıklarımı ben bilemem
..."
iii. Gizli tanık Defne'nin ifadesinin ilgili kısımları
şöyledir:
Sanık Kayseri iline Yargıtay tetkik
hakimliğinden Cumhuriyet Savcısı olarak sanırım 2010 yılında gelmişti.
Erzurumlu idi. Kayseri'de görev yaparken bu yapının eğitim biriminde görev
yapmıştım. Bu birim örgüt mensubu hâkim savcıların eğitimi ile ilgilenme görevi
vardı. Bu birimde çalışan S.Ç, R.B. ve L.K. isimli meslektaşlar ayda bir
Ankara'ya gidip toplantı yapıyorlardı. Bu toplantılarda sanığın da örgüt
mensubu olduğu için çocuğu ile ilgilenilmesi gerektiği söylenmiş, bunun üzerine
sanığın evine gidildi. Sanığa da durum izah edildi. Örgütün eğitim danışmanları
ile irtibat sağlanılacak denildi. Sanık bu görüşmede bu hususu kabul etmişti.
Ancak daha sonraki aşamada çocuğunun bu şekilde eğitim yapılanması kapsamında
eğitim alıp almadığını bilmiyorum. Sanık hakkında bu husustan başka bilgim
yoktur. Bu tarihten sonra sanığın örgütsel faaliyetlerde bulunup bulunmadığı
hususunda bilgim yoktur.
... Sanığın eski Kayseri Başsavcısı B.B.
ile yaşadığı sıkıntılara dair bilgim yoktur. Sanık hakkında tüm bilgim yukarıda
anlattığım gibidir.
[Başvurucu müdafiinin bir sorusu
üzerine] ... FETÖ'den soruşturma geçirip geçirmediğim hususunda cevap vermek
istemiyorum. Benim HSK'ya sunduğum beyan dilekçem bulunmaktadır. Sanık ile
ilgili olarak başka ifade vermedim. Benim yukarıda beyan ettiğim olaylar bende
eğitim biriminde görevli olduğum için bizzat yaşadığım olaylardır. Sanığın
evine gidenlerin içerisinde ben de vardım. Sanığın çocuğu ile ilgilenilmesi
talimatını o dönem Ankara İdari Yargı hakimi H.E. vermişti. Bu talimatı net
hatırlamamakla birlikte 2010 veya 2011 yılında vermişti. Sanığın evine gittiğimiz
kişileri söylemem kimliğimi deşifre edebilir. Ancak sanığın evi Kayseri'de
Sevgi hastanesinin oradan Eski Çevreyoluna inen bulvar var. Bu bulvarın
üzerindeydi.
...Sanığın birden fazla çocuğu olduğunu
eğitim biriminin ilgileneceği çocuğun ortaokul çağında olduğunu hatırlıyorum.
Eğitim biriminin kapsamında yapılan faaliyet hakim savcı çocukları ile eğitim
danışmanları ile irtibat kurdurularak mümkün mertebe çocukların yapının
evlerine gidip gelmeleri ve burada abiler tarafından ilgilenilip derslerde ve
dini konularda, kendilerini yardımcı olunsun ancak tedbire de uyulsun yapının
dershanelerine gönderilmesin şeklinde hareket ediliyordu. Sanığın çocuklarının
hangi dershaneye gittiğini, hangi okula gittiklerini bilmiyorum. Eğitim
birimlerinde veya yapının evlerinde çocuklarını görmedim. Cinsiyetlerini
hatırlamıyorum. Bilgim olmamasının nedeni benim sanıkla görüştükten sonra
eğitim biriminden başka bir birime görevlendirilmiş olmamdır. Sanığın çocuğu
ile ilgili askeri sınavlar gibi sınavlarda başarılı olması şeklinde özel bir
amaçla ilgilenilmiyordu. Yukarıda açıkladığım genel amaçla
ilgilenilmişti."
24. Mahkeme 21/2/2019 tarihinde yaptığı duruşmada
başvurucunun beraatine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı
şöyledir:
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun
2013/1-255 Esas, 2014/180 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere;
amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit
olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu
düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel
nitelikteki ilkelerinden birisi de, insan haklarına dayalı, demokratik rejimle
yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve
uygulamada; 'suçsuzluk' ya da 'masumiyet karinesi' şeklinde, Latincede ise 'in
dubio pro reo' olarak ifade edilen 'şüpheden sanık yararlanır' ilkesidir. Bu
ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi açısından
gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlak surette
sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan
bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından
işlenip işlenmediği ya da gerçekleştiriliş şekli hususunda herhangi bir şüphe
belirmesi halinde uygulanabileceği gibi, suç niteliğinin belirlenmesi
bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, herhangi bir ihtimale değil, kesin
ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa
imkan vermemeli, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı
edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Yüksek
de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en
önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin 26/10/2017
tarih ve 2017/1809 Esas, 2017/5155 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere;
örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan
ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi
iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı,
bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir.
Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ,
canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik
konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda
veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının
emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici
fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve
talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır
olması ve öylece ifa etmesidir.
Silahlı örgüte üyelik suçunun
oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik,
çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması
aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin
ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik,
çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından
işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir.
Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini,
ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt
liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir. (Evik,
Cürüm işlemek için örgütlenme, Syf 383 vd.)
Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek
katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası
olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye
olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek
amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle
hareket etmelidir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçu için de
saikin 'suç işlemek amacı' olması aranır. (Toroslu özel kısım syf.263-266,
Alacakaptan Cürüm İşlemek İçin Örgüt syf.28, Özgenç Genel Hükümler syf.280)
Sanık hakkında İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın iddianamesi ile tanık K.U.nun ifadesi ve YARSAV'a üye
olduğundan bahisle iddianame tanzim edilmiş ise de;
Tanık K.U.nun alınan ifadesinde özetle,
sanığın trafik cezasını iptal ettirmek için Akseki'de görev yaptığı zaman
yanına geldiğini, burada ortak arkadaşlarından bahsettiğini, bu arkadaşların
cemaatten olması nedeniyle, sanığın da kendisini cemaatten olduğunu hissettirmeye
çalıştığını, sanığın daha sonra Yargıtay 9.Ceza Dairesi’ne tetkik hakimi olarak
atandığını, o dönemde o dairede görev yapanların cemaatten olduğu yönünde bir
algı olduğunu beyan ettiği, tanık K.U.nun kovuşturma aşamasında alınan
ifadesinde de özetle, sanığın ortak arkadaşlardan bahsetmesinin nedeninin
trafik cezasının iptal ettirmek amacıyla samimiyet kurma çabasından ibaret
olduğunu düşündüğünü, cemaat mensubu olduğunu hissettirmek gibi bir amacı
olmadığını düşündüğünü, tanığın sadece bu beyanlarının ilk ifadesiyle
çeliştiği, kovuşturma aşamasında verdiği ifadenin de sanık lehine olduğu,
sanığın incelenen dijital materyallerinde aleyhine bir husus olmadığı, tanık
T.B.nin alınan ifadesinde özetle, İstanbul Anadolu Adliyesi’nde Cumhuriyet
Savcısı olarak görev yaptığı süreçte, 2014 HSK seçimlerinde iki arkadaşı için
YBD’ye oy istemeye gitmek için kendisini davet ettiğini, YBD’nin de büyük
organizasyonlarına katıldığını beyan ettiği, gizli tanık Defne’nin alınan
ifadesinde özetle, sanığın Ankara’dan Kayseri’ye tayini çıktığında, örgütün
eğitim birimi tarafından kendilerine sanığın çocuklarıyla ilgilenilmesi
talimatı verildiğini, bunun için sanıkla evinde görüştüğünü, daha sonra eğitim
biriminden ayrılması nedeniyle sanığın çocuklarıyla eğitim biriminin ilgilenip
ilgilenmediğini bilmediğini beyan ettiği, sanığın 2013 yılındaki Nisan terfi
döneminde, disiplin dosyası bulunduğu gerekçesiyle birinci sınıfa
ayrılamadığını, 2014 yılında seçilen HSYK’nun 2015/27 Esas sayılı bu disiplin
dosyasında, vermiş olduğu 2015/419 sayılı kararla dosyayı işlemden kaldırdığı,
FETÖ/PDY mensubu olan HSYK üyeleri M.K.Ö. ve M.Ş.nin işlemden kaldırma kararına
muhalafet şerhi koydukları, bu şerhin sanık lehine değerlendirildiği, yine
sanığın Kayseri Cumhuriyet Savcısı iken 2013 yılındaki Nisan terfi döneminde,
dönemin Başsavcısı olan ve hakkında FETÖ/PDY terör örgütüne üye olma suçundan
işlem yapılan B.B. tarafından, göreve bağlılığı orta düzeyde olması
gerekçesiyle 'B defterinde başarılı' şeklinde not verildiği, bu işleminde sanık
lehine olduğu kanaatine varıldığı, mevcut deliller arasında sanık aleyhine
değerlendirilebilecek tek delilin gizli tanık Defne'nin ifadesinin olduğu,
gizli tanık ifadesinin de Tanık Koruma Kanunu'nun 9'uncu maddesi gereğince tek
başına hükme esas alınamayacağının hükmedildiği, sanığın savunmasının
aksini kanıtlayan her türlü şüpheden uzak, kesin, yeterli ve kuvvetli delil
elde edilememiş olup, şüpheden de sanık yararlanır evrensel hukuk ilkesi de
dikkate alındığında, sanığın üzerine atılı suçu işlediği sabit olmadığından CMK
223/2-e maddesi gereğince beraatine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm
kurulmuştur.
25. Başvurucu karara karşı istinaf kanun yoluna
başvurmuş, istinaf incelemesini yapan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Ceza
Dairesi 11/6/2020 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar
vermiştir.
26. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih
itibarıyla temyiz incelemesinde derdesttir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
27. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Özterzi [GK],
B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 4/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
29. Başvurucu; somut bir delil olmaksızın gerekçesiz bir
kararla tutuklanmasına karar verildiğini, tutuklama kararında tutuklama
nedenlerinin somut gerekçelerle açıklanmadığını, kaçma şüphesinin olmadığını,
hâkimlerle ilgili öngörülen usule ilişkin güvencelerin hiçbirine riayet
edilmeksizin, yetkili ve görevli olmayan mahkemece tutuklandığını, tüm bu
nedenlerle tutuklanmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Bakanlık görüşünde, öncelikle 4/12/2004 tarihli ve
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde düzenlenen tazminat
davası açılmadan başvuru yapıldığından başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilebileceği ileri sürülmüş; Anayasa
Mahkemesi tarafından esastan inceleme yapılacak olması durumunda ise tutuklama
kararında kuvvetli suç şüphesinin ortaya konulduğu ileri sürülerek tutuklama
kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın özel koşulları ile
İstanbul Sulh Ceza Hâkimlikleri tarafından verilen kararların içeriği birlikte
değerlendirildiğinde başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine
yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olmadığının söylenemeyeceği
belirtilmiştir.
31. Bakanlık görüşünde ayrıca soruşturma konusu suç için
öngörülen yaptırımın ağırlığı, işin niteliği ve önemi de gözönünde tutulduğunda
başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol
uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının keyfî olduğunun
savunulamayacağı ileri sürülmüştür. Bakanlık görüşünde, bu hususlar dikkate alınarak
başvurucunun tutuklanmasında herhangi bir keyfiyetin bulunmadığı hususuna vurgu
yapılmış ve tutuklamanın hukuki olmadığına dair şikâyetin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilmez bulunması gerektiği ifade edilmiştir.
32. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru
formundakine benzer beyanlarda bulunmuştur.
B. Değerlendirme
33. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
34. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim
veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda
da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din,
vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı
suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile
saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
35. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü
fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve
güvenliğine sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, tutukluluğun hukuki olmadığına ilişkindir.
Dolayısıyla başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
37. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve
diğerleri, §§ 187-191). Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve
tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün
arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin üyesi olduğu iddiasıdır.
Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan
olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No:
2016/49158, 26/7/2017, § 57).
38. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında
yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının
başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan
güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde
ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı
değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242).
2. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı
anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
3. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
40. Genel ilkeler için bkz. Mustafa Özterzi, §§
85-90; Zafer Özer, B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45.
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
41. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının
kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
42. Başvurucu, darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma
olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma
kapsamında silahlı terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un
100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
43. Diğer taraftan başvurucu 24/2/1983 tarihli ve 2802
sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nda -hâkimlerle ilgili- öngörülen usule
ilişkin güvencelerin hiçbirine riayet edilmeksizin, yetkili ve görevli olmayan
mahkemece tutuklandığını iddia etmektedir.
44. Anayasa Mahkemesi, Yıldırım Turan ([GK], B.
No: 2017/10536, 4/6/2020) kararında ilgili Türk hukuk mevzuatı çerçevesinde
konuyu etraflıca değerlendirmiş ve Yargıtay içtihatlarına da değinerek terör
örgütüne üye olma suçunun kişisel bir suç olduğunu, Yüksek Mahkeme üyelerinden
farklı olarak hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin
görevine giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak
soruşturma yürütülmesi için izin şartı bulunmadığını belirterek vergi mahkemesi
üyesi (hâkim) olan başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının bulunduğu
sonucuna varmıştır (ayrıntı için bkz. Yıldırım Turan, §§ 108-159).
45. Dolayısıyla somut olay yönünden anılan karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir. Bu itibarla başvurucu
hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
46. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce
tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti
bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
47. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama
kararında, tanık K.U.nun başvurucuya yönelik beyanı değerlendirme konusu
yapılmış ve başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların
bulunduğu sonucuna varılmış; bu noktada HSK'nın başvurucuyu meslekten çıkarma
kararına da değinilmiştir (bkz. § 15).
48. İddianamede ise başvurucunun meslekten çıkarılmasına,
YARSAV üyeliğine ve bir kısım tanık beyanına değinilerek başvurucunun
üniversite öğrencisi olduğu dönemden itibaren örgüt toplantılarına katıldığı
ileri sürülmüştür (bkz. § 20).
49. Buna göre başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu
olan suçlamanın dayanaklarından biri, başvurucunun meslekten çıkarılmış
olmasıdır. Anayasa Mahkemesi birçok kararında kamu görevlisinin meslekten
çıkarılmasının tek başına bir suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul
edilemeyeceği sonucuna varmıştır (benzer kararlar arasından bkz. Mustafa
Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 70; Emre Altun, B. No:
2016/78293, 3/7/2019, §§ 53-57; Mustafa Açay, B. No: 2016/66638,
3/7/2019, §§ 51-54). Somut başvuru yönünden anılan kararlardan ayrılmayı
gerektiren bir durum söz konusu değildir.
50. Diğer taraftan soruşturma mercilerince suçlamaya esas
alınan olgular arasında başvurucunun YARSAV üyesi olmasının yer aldığı
görülmektedir. Anayasa Mahkemesi Mustafa Özterzi kararında; YARSAV
üyeliğinin örgütsel bir faaliyet olarak değerlendirilebilmesi için -Yargıtay
kararlarına da atıfta bulunarak- dernek üyeliğinin ancak terör örgütünden
alınan bir talimat uyarınca gerçekleştiğinin ortaya konulması hâlinde mümkün
olabileceği, aksi takdirde kuvvetli suç belirtisi olarak değerlendirilemeyeceği
sonucuna varmıştır (Mustafa Özterzi, § 105). Bu bağlamda somut olay
incelendiğinde 2010 yılında YARSAV'a üye olduğu anlaşılan başvurucu için bu
yönde bir tespitin olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla anılan kararda varılan
sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir.
51. Savcılık ayrıca başvurucunun kendi beyanını dayanak
göstererek üniversite öğrencisi olduğu dönemden itibaren örgüt toplantılarına
katıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu savunmasında, Fakültenin birinci
sınıfındayken 1996 yılında beş altı kez cemaat sohbetlerine katıldığını, bunun
dışında örgütle herhangi bir şekilde irtibatının olmadığını ifade etmiştir
(bkz. § 12).
52. Bu bağlamda ülkemizde ve yurt dışında yıllar boyunca
faaliyetlerini sürdüren FETÖ/PDY'nin baştan beri illegal bir yapılanma
olduğunun -herkes tarafından- bilindiğini söylemek mümkün değildir. Zira
yıllarca kendisini başta eğitim olmak üzere topluma yararlı alanlarda faaliyet
gösteren dinî bir grup olarak niteleyen ve bu sayede toplumda meşruiyet
kazanmaya çalışan FETÖ/PDY; cemaat, hizmet hareketi, gönüllüler
hareketi ve camia gibi isimlerle anılmıştır. FETÖ/PDY'nin dışa dönük
bu yapısı dolayısıyla toplumun önemli bir kesimi, bu yapılanmanın -illegal
yönünü bilmeden- sosyal ve ekonomik alanda gelişerek kurumsallaşmasına ve
faaliyetlerine destek olmuştur. Yargı organlarınca da bu durumun FETÖ/PDY ile
bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda cezai sorumluluğun belirlenmesinde
dikkate alındığı görülmektedir (benzer değerlendirme için bkz. Mustafa
Özterzi, § 113). Soruşturma makamlarınca, sonraki yıllarda -özellikle
örgütün kriminalize bir yapı olduğunun kamu kurumları tarafından dile
getirildiği ve örgütün bu yönünün kamuoyu tarafından da bilinmeye başlanmasından
sonra- başvurucunun örgütle irtibatının devam ettiğine dair bir olgu ortaya
konulamamıştır. Dolayısıyla başvurucunun 1996 yılında beş altı kez sohbetlere
katılmasının terör örgütü üyesi olmasına ilişkin olarak ne şekilde kuvvetli suç
belirtisi oluşturduğu somut olgularla yeterince açıklanamamıştır.
53. Öte yandan soruşturma makamları bir kısım tanık
beyanına dayanarak başvurucunun atılı suçu işlediğini iddia etmiştir. Bu
bağlamda soruşturma ve kovuşturma aşamasında dinlenen bir kısım tanığın
beyanının değerlendirilmesi gerekmektedir.
54. Bu bağlamda tanık K.U. soruşturma aşamasındaki
ifadesinde; başvurucunun trafik cezasını iptal ettirmek için Akseki'de görev
yaptığı zaman yanına geldiğini, o sırada ortak arkadaşlarından bahsettiğini, bu
kişilerin cemaatten olması nedeniyle başvurucunun da kendisinin cemaatten
olduğunu hissettirmeye çalıştığını, başvurucunun daha sonra Yargıtay 9. Ceza
Dairesine tetkik hâkimi olarak atandığını, o dönemde o Dairede görev yapanların
ekseriyetle cemaatten olduğu yönünde bir algı bulunduğunu beyan etmiştir.
Tanık, kovuşturma aşamasında alınan ifadesinde ise başvurucunun ortak
arkadaşlardan bahsetmesinin nedeninin trafik cezasını iptal ettirmek amacıyla
samimiyet kurma çabasından ibaret olduğunu, cemaat mensubu olduğunu hissettirmek
gibi bir amacı olmadığını düşündüğünü ifade etmiştir.
55. Kovuşturma aşamasında dinlenen tanık T.B. ifadesinde;
İstanbul Anadolu Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığı sırada
başvurucunun 2014 HSYK seçimlerinde iki arkadaşından Yargıda Birlik Derneğine
(YBD) oy istemeye gitmek için kendisini davet ettiğini ve YBD'nin büyük
organizasyonlarına katıldığını, bağımsızlarla hareket etmediğini beyan
etmiştir.
56. Kovuşturma aşamasında dinlenen gizli tanık Defne ise
ifadesinde; başvurucunun Ankara'dan Kayseri'ye tayini çıktığında örgütün eğitim
birimi tarafından kendilerine başvurucunun da örgüt mensubu olduğu için çocuğu
ile ilgilenilmesi gerektiğinin söylenmesi üzerine bu doğrultuda başvurucu ile
başvurucunun evinde görüştüğünü, daha sonra eğitim biriminden ayrılması
nedeniyle başvurucunun çocuklarıyla eğitim biriminin ilgilenip ilgilenmediğini
bilmediğini beyan etmiştir.
57. Başvurucu, söz konusu tanık beyanlarına yönelik
olarak tanık K.U. ile tanığın beyanında geçtiği şekilde bir görüşmesinin
olmadığını, Yargıtay 9. Ceza Dairesinde çalıştığı dönemde Dairede tetkik
hâkimliği yaptığı hâlde hakkında herhangi bir işlem yapılmayan birçok kişi
bulunduğunu, kaldı ki bahse konu örgütlenmenin daha çok kendisi Daireden
ayrıldıktan sonra -2011 yılından itibaren- gerçekleştiği yönünde bir kanaat
olduğunu, dolayısıyla söz konusu hususlar nedeniyle örgütle bağlantısı
bulunduğu sonucuna varılmasının doğru olmayacağını, ayrıca gizli tanığın
ifadesinde geçen hususları kabul etmediğini ifade etmiştir.
58. Anayasa Mahkemesi Selçuk Özdemir kararında ve
sonrasında verdiği birçok kararda FETÖ/PDY üyesi olmakla suçlanan bazı
şüphelilerin ifadelerinde hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucunun
FETÖ/PDY ile irtibatının bulunduğuna ve bu yapılanmaya mensup olduğuna yönelik
somut olgular içeren anlatımlarını başvurucu yönünden suç şüphesini doğrulayan
kuvvetli bir belirti olarak kabul etmiştir (Selçuk Özdemir, § 75, benzer
nitelikteki tanık beyanlarının kuvvetli belirti olarak kabul edildiği diğer
kararlar arasından bkz. Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§
47-52; Recep Uygun, B. No: 2016/76351, 12/6/2018, § 43).
59. Anayasa Mahkemesi yakın zamanda verdiği bazı
kararlarında ise tanık anlatımlarının kişinin örgütsel bağlantısına veya hangi
örgütsel eylemlerde bulunduğuna ya da başvurucunun örgütsel konumuna ilişkin
herhangi bir vaka veya olguya dayanmaması dolayısıyla kişisel kanaatin
açıklanması niteliğinde olduğu, bu anlamda yargı makamlarının denetim yaparak
söz konusu beyanları doğrulamasına ya da çürütmesine imkân vermediği
gerekçesiyle kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilemeyeceği sonucuna
varmıştır (Emre Altun, B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 59; Ali Aktaş,
B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 56)
60. Soruşturma makamlarınca başvurucunun örgütle bağlantısı
olduğuna dayanak yapılan tanık K.U.nun beyanlarının kişisel kanaatin
açıklanması niteliğinde olduğu, diğer tanık T.B.nin başvurucunun örgütle
bağlantısı olmadığına yönelik olarak başvurucunun lehine beyanlarda bulunduğu,
gizli tanığın beyanının ise başvurucunun doğrudan somut bir örgütsel eyleminden
bahsetmediği görülmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Recep Uygun, B.
No: 2016/76351, 12/6/2018, § 43). Dolayısıyla söz konusu beyanların kuvvetli
belirti olarak kabulü mümkün gözükmemektedir.
61. Mahkeme gerekçeli kararında yer verdiği sair
hususlara ilişkin olarak "...sanığın 2013 yılındaki Nisan terfi
döneminde, disiplin dosyası bulunduğu gerekçesiyle birinci sınıfa
ayrılamadığını, 2014 yılında seçilen HSYK’nun 2015/27 Esas sayılı bu disiplin
dosyasında, vermiş olduğu 2015/419 sayılı kararla dosyayı işlemden kaldırdığı,
FETÖ/PDY mensubu olan HSYK üyeleri M.K.Ö. ve M.Ş.nin işlemden kaldırma kararına
muhalefet şerhi koydukları, bu şerhin sanık lehine değerlendirildiği, yine
sanığın Kayseri Cumhuriyet Savcısı iken 2013 yılındaki Nisan terfi döneminde,
dönemin Başsavcısı olan ve hakkında FETÖ/PDY terör örgütüne üye olma suçundan
işlem yapılan B.B. tarafından, göreve bağlılığı orta düzeyde olması
gerekçesiyle 'B defterinde başarılı' şeklinde not verildiği, bu işleminde sanık
lehine olduğu kanaatine varıldığı..." şeklinde bir değerlendirme
yapmıştır. Mahkeme bu değerlendirmede başvurucunun terfi ettirilmemesi
işleminde etkili olan kişilerle disiplin dosyasının işlemden kaldırılmasına
muhalefet eden kişilerin FETÖ/PDY ile bağlantılı kişiler olduğunu belirterek bu
durumun başvurucunun lehine olarak değerlendirilebileceği sonucuna varmıştır.
62. Sonuç olarak tutuklama kararında ve soruşturma
sürecindeki belgelerde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut
olayda tutuklama için ön koşul olan suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin
yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
63. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
64. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
65. Bununla birlikte anılan tedbirin Anayasa'nın
olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve
sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
c. Anayasa'nın
15. Maddesi Yönünden
66. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini
sağlayacak güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya
konulması gelmektedir. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama
tedbiri için ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkına ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu
doğurur. Dolayısıyla -hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü
yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair
belirti bulunmadan tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir
olarak kabul edilemez (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §
109; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 156).
67. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma
makamlarının suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan
başvurucu hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır (bkz.
§ 64). Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde Anayasa'nın temel hak ve
özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15.
maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik olarak
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu
müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler
için bkz. Şahin Alpay, § 110; Mehmet Hasan Altan (2), § 157).
68. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle
birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
4. 6216 sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
70. Başvurucu 100.000 TL maddi, 200.000 TL manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
71. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
72. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
73. Başvurucu hakkındaki tutuklamanın hukuki olmaması
nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Soruşturma sürecinde 24/10/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine
karar verilmiştir ve tutukluluk hâli sona ermiştir.
74. Mahkemenin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
75. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 35. Ağır
Ceza Mahkemesine (E.2017/2) GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 4/11/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun
etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk
yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan,
yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için
yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların
bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden
kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde mahkemelerin
içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her
zaman vardır.
Somut olayda 19.03.2017 tarihinde tutuklanan ve
07.06.2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı
tutulma durumu, 24.10.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye
edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa
Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına
bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan,
bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek
olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar
tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir
ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi)
bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak,
bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla
bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit
edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak
arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka
aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu
tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç
şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının
bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da
tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı
Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de
uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve
manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi
için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında;
bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin
sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında
verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir
arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2
Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu
davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet
hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin
esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3
Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de
dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın
hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak
nitelendirmektedir.4
Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen
durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK
141/1-a hükmünde düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında
tutukluluğun devamına karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak
tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu
süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören
CMK 141/1-d'de düzenlenen tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir
başka söyleyişle Mahkeme, tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz
kararlarla uzatılarak makul sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin
iddiaları, başvuru yollarının tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte
ve CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine
birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak
davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına
atıf yapıldığı için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın
141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu
iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda
atıf yapılan Yargıtay kararları7
somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili
olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin
hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru
yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili
bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin
Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle
kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız
kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ
edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle
tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların
CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak
davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.
Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal
davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız
olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için
bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola
işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden
kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç
şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin
yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat
davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali
yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi
aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında
mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun
yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları
da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır.
Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile
hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir
bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka
uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da
tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet
sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada
tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından
bağımsız bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır.
(Muzaffer Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa
Mahkemesine Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93).
Tutukluluğun hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu
davada mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam
ediyor olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de,
mahkûmiyet kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da
tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.11
Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi
tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa
Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada
beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka
aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden
tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet
Özdemir12
başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka
uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13
başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının
hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal sürecin
bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat
nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu
edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu
kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra
haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm
olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden
fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası
olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka
davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek
zorunluluğu bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka
aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat
davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten
imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını
belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat
mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup
olmadığını inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın
kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat
mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma
aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği
tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza
mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek
kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle
olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği
tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit
edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler
dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki
tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk
statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına
yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15
Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen
mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa
Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk
iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun
devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi
yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama
nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz,
a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi
aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup
olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen
başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç
şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği
varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat
davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına
bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama
nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği
şikâyetlerinden kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini
inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa
Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme
tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen
tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale
sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu
ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19
Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi
faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının
ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat
mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa,
diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi
faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki
olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden
tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün
değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.
Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup olmadığına
ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir. Oysa bir
yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini tespit
edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20
AİHM de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun
tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1-e
bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine
de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı
olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün
değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tutuklamanın hukukiliği değerlendirilirken, tutuklamanın
uygulandığı tarihteki şartlara bakılmalıdır. Darbe teşebbüsü sırasında
gerçekleşen vahim olayların toplumda oluşturduğu kaygı, teşebbüsün faili olduğu
belirtilen FETÖ/PDY’nin örgütlenmesinin karmaşıklığı, Bu yapılanmanın yarattığı
görünür açık tehlike, darbe teşebbüsüne ilişkin faaliyetler kapsamında ülke
genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen, suç oluşturabilecek nitelikteki
on binlerce eylemin aynı anda işlenmesi, çoğunluğu kamu görevlisi olan çok
sayıda kişi hakkında yürütülen soruşturmalar, olayların arz ettiği vahamet
dikkate alındığında tutuklama tedbirinin temelsiz ve keyfi olduğu söylenemez.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle sayın
çoğunluğun görüşüne katılmadım.