Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Yusuf İltar [1.B.], B. No: 2017/27069, 4/11/2020, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YUSUF İLTAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/27069)

 

Karar Tarihi: 4/11/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Fatih HATİPOĞLU

Başvurucu

:

Yusuf İLTAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/6/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabul edilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).

9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).

10. İstanbul Anadolu Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan başvurucunun Hâkimler ve Savcılar Kurulunun (HSK) 17/3/2017 tarihli kararı ile meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Anılan karar, başvurucunun yeniden inceleme talebinin reddedilmesiyle birlikte 4/5/2017 tarihinde kesinleşmiştir.

11. HSK'nın suç duyurusu üzerine başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başlatılan soruşturma kapsamında 18/3/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır.

12. Başvurucunun ifadesi 19/3/2017 tarihinde Başsavcılıkta alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle;

- Orta öğrenimini devlet okullarında Erzurum ve Kayseri'de okuduğunu, burs kazanması sebebiyle lise son sınıfta Kayseri'de faaliyet gösteren -ve sonradan FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu anlaşılan- bir dershanenin üniversite sınavı hazırlık kursuna gittiğini ve Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığını, Fakültenin birinci sınıfındayken öğrencilerin sohbet amacıyla kendisini evlere çağırmaları üzerine beş altı kez sohbetlere katıldığını, sonrasında hastalandığını ve derslere devam edemediğini, sadece sınavlara girmek için Fakülteye geldiğini, dolayısıyla birinci sınıftan sonra hayatının herhangi bir döneminde FETÖ/PDY ile bir irtibatının olmadığını ifade etmiştir.

- 1996 yılında Fakülteden mezun olduktan sonra 1998 yılı Aralık ayında hâkimlik-savcılık sınavını kazandığını, 1997 yılında akrabası olan eşi ile görücü usulüyle evlendiğini, iki çocuklarının olduğunu, büyük oğlunun FETÖ/PDY ile bağlantılı herhangi bir okulda okumadığını, küçük oğlunun ise ikamet ettiği yerin yakınlarındaki devlet okulunun eğitim seviyesinin yeterli olmaması nedeniyle -15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra kapatılan- Ataşehir'deki bir kolejde okuduğunu, büyük oğlunun 2012 yılında askerî okullar sınavına girdiğini, yazılı sınavı, spor sınavını ve mülakatı geçmesine rağmen kalbinde delik olduğu gerekçesiyle askerî okula alınmadığını ancak sivil hastanelerde yapılan muayenesinde herhangi bir sağlık probleminin bulunmadığının tespit edildiğini, FETÖ/PDY ile irtibatlı olmayan kişileri o dönemde askerî okullara almadıkları kanaatine sonradan vardığını beyan etmiştir.

- 2008 veya 2009 yılında Yargıçlar ve Savcılar Birliğine (YARSAV) üye olduğunu, aynı tarihlerde bir genel kurul toplantısına katıldığını, bu genel kurul toplantısında kimin başkan seçildiğini hatırlamadığını, hâlen başsavcı -ve fakülteden arkadaşı- olan İ.Y.nin YARSAV'ın kurucu üyelerinden olduğunu, Konya'nın Beyşehir ilçesinde görev yaparken onun ricası ile YARSAV'a üye olduğunu, o dönemde Beyşehir'de görev yapan kendisi dışında bir kısım hâkim-savcının da YARSAV'a üye olduklarını, iki veya üç yıl aidatını yatırdığını, sonrasında ise aidatını yatırmadığını ve genel kurul toplantılarına da katılmadığını ifade etmiştir.

- Beyşehir savcısıyken 2009 yılında Yargıtay tetkik hâkimliğine atandığını ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinde görevlendirildiğini, Beyşehir'de birlikte çalıştığı Yargıtay 10. Ceza Dairesinde görev yapan tetkik hâkimi A.E.nin 10. Ceza Dairesinin Yazı İşleri Müdürü'ne kendisinin çalışkanlığından bahsetmesi ve o kişinin de Yargıtay 9. Ceza Dairesinin Müdürü'ne yine kendisiyle ilgili bilgi vermesi üzerine -Yargıtay 9. Ceza Dairesinde tetkik hâkimi ihtiyacı olunca- Yazı İşleri Müdürü'nün o tarihte Daire başkanı olan M.A.ya iletmesi sonucunda bizzat M.A.nın talebi üzerine 9. Ceza Dairesinde görevlendirildiğini, 9. Ceza Dairesinde göreve başladıktan sonra aynı dönemde 9. Ceza Dairesinde görevlendirilen C.H. ve H.İ.nin kendisine Yargıtayın taşraya benzemediğini, özel bir yapısı olduğunu, eğer ezilmek ve harcanmak istemiyorsa onlarla birlikte sohbetlere katılması ve ayrıca her ay maaşının %10'unu vermesi gerektiğini söylediklerini, kendisinin de sohbetin içeriğini sorduktan sonra maaşından herhangi bir şey veremeyeceğini ve sohbetlere de katılmak için zamanının olmadığını söyleyerek hiçbir şekilde sohbetlere katılmadığını ifade etmiştir.

- Bir yıl Yargıtay tetkik hâkimi olarak görev yaptıktan sonra sağlık problemi nedeniyle tayin istediğini ve Kayseri Cumhuriyet Savcılığına tayininin çıktığını, kendisine M.A.nın referans olduğunu, o tarihte Adalet Bakanlığı personel genel müdür yardımcısı olan E.D.nin kendisini makamına çağırarak mesleki kıdeminin yeterli olmamasına rağmen M.A.nın talebini ve Yargıtayda örgütlü suçlara bakmış olmasını gözeterek Kayseri'ye atamasını gerçekleştireceklerini, Kayseri'de örgütlü suçlara ve Ergenekon davalarına özellikle Ergenekon'un kasası olarak bilinen Şeker Fabrikası dosyasına bakması gerektiğini söylediğini ancak bu teklifi kabul etmediğini ve Kayseri'de Genel Soruşturma Bürosunda görevlendirildiğini, Kayseri'de görev yaptığı sırada orada görev yapan hâkim A.E.nin kendisini sohbetlere davet ettiğini ve maaşının %10'unu aidat olarak vermesi gerektiğini söylediğini ancak bu teklifikabul etmediğini ifade etmiştir.

- FETÖ/PDY üyesi olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarılan, o tarihte Kayseri Cumhuriyet Başsavcısı olan B.B.nin fuhuş yapan bayanlara kendisini şikâyet ettirmesi nedeniyle birinci sınıf olmasının geciktirildiğini, 2016 yılında geçmişe dönük olarak bütün haklarını aldığını, bunun sorumlusunun B.B. olduğunu ileri sürmüştür.

- 2012 yılında terfi incelemesinin durdurulduğunu öğrenmesi üzerine FETÖ/PDY'nin tehlikeli olduğunu, amaçlarını gerçekleştirmek için her türlü hukuka aykırılığı yapabileceklerini gördüğünü ve bunu da bütün çevresine anlattığını, 17-25 Aralık operasyonlarından hemen sonra Anadolu Adliyesi Örgütlü Suçlar Bürosunda çalışabileceğini söylemesi üzerine bu büroda görevlendirildiğini ve iki yıl çalıştıktan sonra sağlık problemleri nedeniyle bu bürodan ayrıldığını, kendisinin FETÖ/PDY ile mücadele eden biri olduğunu, 2014 yılında yapılan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üye seçimlerinde de FETÖ adaylarının karşısında Yargıda Birlik Derneğinin lehine açıkça çalıştığını, darbeye teşebbüs gecesi memleketinde yıllık izinde olduğunu ve yaşananları televizyondan öğrendiğini, başkaca bir bilgisinin olmadığını ifade etmiştir.

- Öğrencilik veya meslek hayatında FETÖ/PDY'nin düzenlediği herhangi bir yurt içi veya yurt dışı gezisine katılmadığını, FETÖ/PDY ile bağlantılı herhangi bir dernek veya kuruma bağış yapmadığını, Bank Asyada hesabının bulunmadığını, herhangi bir unvanlı görev almadığını, FETÖ/PDY üyeleri tarafından kullanılan ByLock ve benzeri başka bir uygulamayı kullanmadığını ifade etmiştir.

13. Başsavcılık, başvurucuyu terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 19/3/2017 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.

14. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Başvurucu sorgudaki ifadesinde Savcılıktaki savunmasına benzer şekilde beyanda bulunmuş ve suçlamaları kabul etmemiştir.

15. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Tüm dosya kapsamından anlaşıldığı üzere, HSK Genel Kurulunun 18/3/2017 tarihli kararıyla şüphelinin meslekten çıkarılmasına karar verildiği, dosya kapsamında şüpheli aleyhine beyanda bulunan K. kod adlı tanığın beyanlarından anlaşıldığı üzere şüphelinin görev yaptığı yerde kendisini ziyaret ettiği, ziyaret amacının bir yakının trafik cezası iptali için olduğu, tanığın beyanlarından anlaşıldığı üzere şüphelinin ziyareti sırasında kendisini güçlü ve nüfuzlu hissettirerek Fetullah Gülen cematinden olduğu ve bu yapıya mensup ortak arkadaşlarından bahsettiği, daha sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesinde şüphelinin çalıştığı sırada tanığın kendisini tekrar ziyaret ettiğinde, Fethullah Gülen terör örgütü ile konuştukları, eski kurul zamanında şüpheli hakkında bir iddia nedeniyle soruşturma açılmasını gerekçe göstererek cemaatçi olmadığını ispat etmeye ilişkin şüphelinin etrafta konuşma yaptığı, tanık beyanından anlaşılmakla; dosya kapsamında şüpheliye isnat edilen FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak suçuna ilişkin kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle irtibatının17 ve 25 Aralık sürecinden sonra da devam ettiğinin anlaşıldığı, 18/3/2017 tarihli HSK Genel Kurulu kararıyla meslekten çıkarılmasına karar verildiği dikkate alınarak, isnat edilen TCK'nın 314. maddesinin 2. fıkrasındaki suça ilişkin kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, suçun katalog suçlar arasında yer aldığı, şüphelinin serbest kalması durumunda aleyhine beyanda bulunan tanıklara baskı yapma ve delilleri karartma ihtimallerinin bulunacağı, suçun yasal ve alt üst sınırı dikkate alınarak şüphelinin CMK'nın 100. ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına ... karar verildi."

16. Başvurucunun tutuklama kararına 24/3/2017 tarihinde yaptığı itiraz İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 19/4/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.

17. Başvurucu, anılan kararı 9/5/2017 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.

18. Başvurucu 7/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

19. Başsavcılık 24/8/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır.

20. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY'nin yapılanmasına ve faaliyetlerine ilişkin açıklamalar yapılmış, sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğini iddia etmiştir. İddianamede, suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:

i. HSK'nın başvurucuyu meslekten çıkardığı ve söz konusu kararın kesinleştiği belirtilmiştir.

ii. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan hakkında soruşturma yürütülen K.U.nun 1/11//2016 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesine yer verilmiştir. K.U.nun ifadesinin iddianamede yer verilen kısmı şöyledir:

"... ismen tanıyorum, Akseki İlçesinde hakim olarak görev yaparken bu kişi komşu ilçe olan Seydişehir savcısı idi. Bir yakınının trafik cezası olduğunu, bu vesileyle beni ziyaret etmişti, kendisinin Fethullah Gülen Cemaati’nden olduğunu ortak arkadaşlardan bahsederek hissettirmeye çalıştı, 3 yıl sonra Yargıtay tetkik hakimi olarak atanınca buluştuk, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nde çalışmaya başladı. O tarihlerde Yargıtay'da Fethullah Gülen Cemaati mensubu olmayan hiçbir kişinin 9. Ceza Dairesi'nde görevlendirilemeyeceğine dair bir algı vardı, bu nedenle Fethullah Gülen Cemaati mensubu olduğunu biliyorum. Halen İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'nda önemli bir büroda Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığını duydum. Eski kurul zamanında hakkındaki bir iddia nedeniyle soruşturma açılmış olmasını gerekçe göstererek, cemaatçi olmadığını ispat etmeye çalışıyormuş diye duyumum vardır ..."

iii. Başvurucunun 2008 veya 2009 yılında Beyşehir'de görev yaparken YARSAV'a üye olduğunu ve aynı yıllarda bir kez genel kurul toplantısına katıldığını beyan etmesine rağmen gerçekte -15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişiminden sonra çıkarılan 31/10/2016 tarihli ve 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan- YARSAV'a 14/10/2010 tarihinde üye olduğu, aidatlarını kısmen yatırdığı ve YARSAV'ın kapatılmasına kadar üyeliğinin devam ettiğinin tespit edildiği belirtilmiştir.

iv. Bu bağlamda soruşturma dosyası içinde bulunan HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığı Başmüfettişliğinin 26/4/2017 tarihli inceleme tutanağından bahsedilerek YARSAV'a 2007, 2008, 2009 ve 2010 yıllarında yoğun bir üye kaydının olduğu, en yoğun üye kaydının 2010 yılında gerçekleştiği hatta 2010 yılında üye olanların sayısının son on yıl boyunca derneğe üye olan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının sayısının hemen hemen yarısına denk geldiği, son on yıl içinde YARSAV'a üye olanların büyük bir çoğunluğunun FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakları nedeniyle meslekten çıkarılmalarına karar verildiği, ifadelerde bahsedildiği üzere FETÖ/PDYile irtibatlı ve iltisaklı hâkim ve Cumhuriyet savcılarının örgüt yönetiminden aldıkları talimat doğrultusunda YARSAV'ı ele geçirebilmek için söz konusu derneğe üye olduklarının değerlendirildiği, başvurucunun da bu kapsamda FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in şifreli şekilde gönderdiği ''YARSAV'a sızılarak ele geçirilmesi'' talimatı doğrultusunda YARSAV'a üye olduğu iddia edilmiştir.

v. Kendi beyanı dayanak gösterilerek başvurucunun üniversite öğrencisi iken örgüt lideri Fetullah Gülen'in kasetlerinin dinlenildiği, örgüt talimatlarının üyelerine iletildiği ve çeşitli adlar altında toplanan paralarla örgüte kaynak temin edildiği bilinen toplantılara katıldığı ileri sürülmüştür.

21. İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 7/9/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2017/2 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

22. Mahkeme 24/10/2017 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında Savcılıktaki ifadesine benzer beyanlarda bulunmuştur. Başvurucu ayrıca Savcılıktaki ifadesinde isimleri geçen C.H. ve H.İ. ile ilgili söylediklerinin anlattığı gibi olmadığını, yine adı geçen E.D. ile görüşmediğini bu kişilerin geçmişte kendisine karşı olumsuz tutum ve davranışlarından ötürü zarar görmelerini istediği için o şekilde ifade verdiğini ifade etmiştir. Mahkeme, duruşma sonunda başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.

23. Mahkeme kovuşturma aşamasında bir kısım tanığı dinlemiştir. Bu kapsamda;

i. Tanık K.U.nun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ben sanığı meslekte aynı dönemde olmamız sebebiyle tanırım, önceye dayalı tanışmışlığım yoktur, kendisi ile nezaket çerçevesinde mesleki diyaloğumuz vardır, aynı zamanda biz komşu ilçelerde görev yaptık, yargıtayda da bir dönem tetkik hakimi olarak görev yaptık, buralarda iken merhabalaşmamız oluyordu, bunun dışında kendisiyle o zamanki adıyla cemaat toplantılarına katılmadım, katıldığım toplantılarda kendisini görmedim, kendisiyle herhangi bir bylock görüşmem olmadı, ancak kendisi 9 ceza dairesinde görev yaptığı dönemde o dairede görev yapanların cemaatçi olduğu yönünde bir söylenti vardı, aynı zamanda kendisinin 2010 hsksı tarafından Kayseride görev yaptığı dönemle ilgili ciddi soruşturmalara muhatap olduğunu dedikodu şeklinde duymuştum, bunun dışında bir suç işlediğine şahit olmadım, başkaca bilgim yoktur, dedi.

 [Soruşturma aşamasındaki ifadesinin okunması üzerine] ... ben aksekide görev yaparken sanık beyşehirde görev yapıyordu, beni ziyarete gelmişlerdi, bir yakınının trafik cezası için gelmişti, ben sanıkla samimi değildim, bana sanırım yakınlık hissettirmek için ortak tanıdıklarımızın isimlerini verdi, verdiği isimler cemaatçiydi, ancak şuan isimlerini hatırlamıyorum, çünkü yıl 2005 idi, sanığın bana ziyarete geldiği sırada verdiği isimlerin cemaatten olmasıyla bana kendisinin de cemaatten olduğunu hissettirmeye çalıştığını düşünmüyorum, sanırım benimle çok samimi olmadığı için ve trafik cezasının iptaline sulh ceza hakimi olarak ben bakacağım için, samimiyet kurmak amacıyla söylemiştir, az önce ifademde bu kısmı anlatmayı unuttum, ancak olay bu şekilde olmuştur, yine savcılık ifademde kesin kanıların belirtilmesi istenmişti, benim savcılıkta biliyorum şeklinde söylediğim ifadelerim değerlendiriyorum, düşünüyorum şeklindedir, bu şekilde düzeltilmesini istiyorum, dedi.

 [Başvurucu müdafiinin bir sorusu üzerine] ... savcılık ifademde cemaat mensubu olduğunu biliyorum şeklinde bir ifade kullanmadım, ben tahmin ediyorum demiştim, muhtemelen savcı o şekilde yazmış, okuma fırsatım olmadı, ben sanırım beyşehirde çalıştığımı hatırlıyorum, savcı zapta geçirirken yanlış zapta geçmiş olabilir, ben o dönemde cemaatin içerisindeydim, ben sanığın ziyareti sırasında verdiği isimleri hatırlamıyorum, dolayısıyla kimseyi saklamaya çalışmıyorum, 2007/2014 yılları arasında 18. Hukuk Dairesinde çalışmıştım, tetkik hakimleri aynı binada farklı koridorlarda oturuyorlardı, ben sanığın ricacı olduğu trafik cezasına itiraz dosyasında itirazın reddine diğer hakim tarafından karar verildiğini biliyorum, sanığın cemaatçi olmadığını ispat etmeye çalıştığı yönündeki duyumu yemekhanede ve serviste dedikodu şeklinde konuşuluyordu, benim bu dedikoduyu duyduğum tarihler 2012-2013 yılları arasındaydı, dedi.

... ben Aksekide 2005-2006 yılları arası bir buçuk yıl görev yaptım, bu dönem içinde sanık yanıma gelmişti dedi.

... benim hakkımda fetö kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında soruşturma devam edilmektedir, ben hsk tarafından mesleğe kabul edildim, daha sonra istifa ettim ..."

ii. Tanık T.B.nin ifadesinin ilgili kısımı şöyledir:

"... ben Anadolu Adliyesi Cumhuriyet savcısı iken sanıkta aynı yerde ve koridorda savcı olarak görev yapıyordu HSK seçimleri dolayısıyla yargıda birlik derneği adına çalışmalar yapıyordum, sanık aktif olarak yanımda çalışmıyordu fakat iki arkadaşına abi bu kişilerden oy istemeye gidelim diyerek birlikte gidip oy istediğimiz olmuştur ayrıca ybd'nin büyük organizasyonlarında katılım sağlıyordu, kendisinin savunmasında geçen bir konuşma benimle arasında olmamıştır, başkasıyla olmuşsa onu bilemem, dışa yansıyan davranışlarında ben de olumsuz bir kanaat oluşmamıştı, ayrıca o dönemde sözlü bağımsız adayları destekleyen grubun yanında hiç görmedim.

... ben sanığın bana şu kişiler gelip bağımsız adaylar ve yarsav üyeleri için oy istedi dediği şeklinde bir olayı ben hatırlamıyorum, ancak söylemiş de olabilir, çünkü uzun zaman geçmiştir, kesin olduğunu hatırladığım şeyleri söylüyorum, hatırlayamadıklarımı ben bilemem ..."

iii. Gizli tanık Defne'nin ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

Sanık Kayseri iline Yargıtay tetkik hakimliğinden Cumhuriyet Savcısı olarak sanırım 2010 yılında gelmişti. Erzurumlu idi. Kayseri'de görev yaparken bu yapının eğitim biriminde görev yapmıştım. Bu birim örgüt mensubu hâkim savcıların eğitimi ile ilgilenme görevi vardı. Bu birimde çalışan S.Ç, R.B. ve L.K. isimli meslektaşlar ayda bir Ankara'ya gidip toplantı yapıyorlardı. Bu toplantılarda sanığın da örgüt mensubu olduğu için çocuğu ile ilgilenilmesi gerektiği söylenmiş, bunun üzerine sanığın evine gidildi. Sanığa da durum izah edildi. Örgütün eğitim danışmanları ile irtibat sağlanılacak denildi. Sanık bu görüşmede bu hususu kabul etmişti. Ancak daha sonraki aşamada çocuğunun bu şekilde eğitim yapılanması kapsamında eğitim alıp almadığını bilmiyorum. Sanık hakkında bu husustan başka bilgim yoktur. Bu tarihten sonra sanığın örgütsel faaliyetlerde bulunup bulunmadığı hususunda bilgim yoktur.

... Sanığın eski Kayseri Başsavcısı B.B. ile yaşadığı sıkıntılara dair bilgim yoktur. Sanık hakkında tüm bilgim yukarıda anlattığım gibidir.

 [Başvurucu müdafiinin bir sorusu üzerine] ... FETÖ'den soruşturma geçirip geçirmediğim hususunda cevap vermek istemiyorum. Benim HSK'ya sunduğum beyan dilekçem bulunmaktadır. Sanık ile ilgili olarak başka ifade vermedim. Benim yukarıda beyan ettiğim olaylar bende eğitim biriminde görevli olduğum için bizzat yaşadığım olaylardır. Sanığın evine gidenlerin içerisinde ben de vardım. Sanığın çocuğu ile ilgilenilmesi talimatını o dönem Ankara İdari Yargı hakimi H.E. vermişti. Bu talimatı net hatırlamamakla birlikte 2010 veya 2011 yılında vermişti. Sanığın evine gittiğimiz kişileri söylemem kimliğimi deşifre edebilir. Ancak sanığın evi Kayseri'de Sevgi hastanesinin oradan Eski Çevreyoluna inen bulvar var. Bu bulvarın üzerindeydi.

...Sanığın birden fazla çocuğu olduğunu eğitim biriminin ilgileneceği çocuğun ortaokul çağında olduğunu hatırlıyorum. Eğitim biriminin kapsamında yapılan faaliyet hakim savcı çocukları ile eğitim danışmanları ile irtibat kurdurularak mümkün mertebe çocukların yapının evlerine gidip gelmeleri ve burada abiler tarafından ilgilenilip derslerde ve dini konularda, kendilerini yardımcı olunsun ancak tedbire de uyulsun yapının dershanelerine gönderilmesin şeklinde hareket ediliyordu. Sanığın çocuklarının hangi dershaneye gittiğini, hangi okula gittiklerini bilmiyorum. Eğitim birimlerinde veya yapının evlerinde çocuklarını görmedim. Cinsiyetlerini hatırlamıyorum. Bilgim olmamasının nedeni benim sanıkla görüştükten sonra eğitim biriminden başka bir birime görevlendirilmiş olmamdır. Sanığın çocuğu ile ilgili askeri sınavlar gibi sınavlarda başarılı olması şeklinde özel bir amaçla ilgilenilmiyordu. Yukarıda açıkladığım genel amaçla ilgilenilmişti."

24. Mahkeme 21/2/2019 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun beraatine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2013/1-255 Esas, 2014/180 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere; amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de, insan haklarına dayalı, demokratik rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada; 'suçsuzluk' ya da 'masumiyet karinesi' şeklinde, Latincede ise 'in dubio pro reo' olarak ifade edilen 'şüpheden sanık yararlanır' ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi açısından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlak surette sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ya da gerçekleştiriliş şekli hususunda herhangi bir şüphe belirmesi halinde uygulanabileceği gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin 26/10/2017 tarih ve 2017/1809 Esas, 2017/5155 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere; örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.

Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir. (Evik, Cürüm işlemek için örgütlenme, Syf 383 vd.)

Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçu için de saikin 'suç işlemek amacı' olması aranır. (Toroslu özel kısım syf.263-266, Alacakaptan Cürüm İşlemek İçin Örgüt syf.28, Özgenç Genel Hükümler syf.280)

Sanık hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın iddianamesi ile tanık K.U.nun ifadesi ve YARSAV'a üye olduğundan bahisle iddianame tanzim edilmiş ise de;

Tanık K.U.nun alınan ifadesinde özetle, sanığın trafik cezasını iptal ettirmek için Akseki'de görev yaptığı zaman yanına geldiğini, burada ortak arkadaşlarından bahsettiğini, bu arkadaşların cemaatten olması nedeniyle, sanığın da kendisini cemaatten olduğunu hissettirmeye çalıştığını, sanığın daha sonra Yargıtay 9.Ceza Dairesi’ne tetkik hakimi olarak atandığını, o dönemde o dairede görev yapanların cemaatten olduğu yönünde bir algı olduğunu beyan ettiği, tanık K.U.nun kovuşturma aşamasında alınan ifadesinde de özetle, sanığın ortak arkadaşlardan bahsetmesinin nedeninin trafik cezasının iptal ettirmek amacıyla samimiyet kurma çabasından ibaret olduğunu düşündüğünü, cemaat mensubu olduğunu hissettirmek gibi bir amacı olmadığını düşündüğünü, tanığın sadece bu beyanlarının ilk ifadesiyle çeliştiği, kovuşturma aşamasında verdiği ifadenin de sanık lehine olduğu, sanığın incelenen dijital materyallerinde aleyhine bir husus olmadığı, tanık T.B.nin alınan ifadesinde özetle, İstanbul Anadolu Adliyesi’nde Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı süreçte, 2014 HSK seçimlerinde iki arkadaşı için YBD’ye oy istemeye gitmek için kendisini davet ettiğini, YBD’nin de büyük organizasyonlarına katıldığını beyan ettiği, gizli tanık Defne’nin alınan ifadesinde özetle, sanığın Ankara’dan Kayseri’ye tayini çıktığında, örgütün eğitim birimi tarafından kendilerine sanığın çocuklarıyla ilgilenilmesi talimatı verildiğini, bunun için sanıkla evinde görüştüğünü, daha sonra eğitim biriminden ayrılması nedeniyle sanığın çocuklarıyla eğitim biriminin ilgilenip ilgilenmediğini bilmediğini beyan ettiği, sanığın 2013 yılındaki Nisan terfi döneminde, disiplin dosyası bulunduğu gerekçesiyle birinci sınıfa ayrılamadığını, 2014 yılında seçilen HSYK’nun 2015/27 Esas sayılı bu disiplin dosyasında, vermiş olduğu 2015/419 sayılı kararla dosyayı işlemden kaldırdığı, FETÖ/PDY mensubu olan HSYK üyeleri M.K.Ö. ve M.Ş.nin işlemden kaldırma kararına muhalafet şerhi koydukları, bu şerhin sanık lehine değerlendirildiği, yine sanığın Kayseri Cumhuriyet Savcısı iken 2013 yılındaki Nisan terfi döneminde, dönemin Başsavcısı olan ve hakkında FETÖ/PDY terör örgütüne üye olma suçundan işlem yapılan B.B. tarafından, göreve bağlılığı orta düzeyde olması gerekçesiyle 'B defterinde başarılı' şeklinde not verildiği, bu işleminde sanık lehine olduğu kanaatine varıldığı, mevcut deliller arasında sanık aleyhine değerlendirilebilecek tek delilin gizli tanık Defne'nin ifadesinin olduğu, gizli tanık ifadesinin de Tanık Koruma Kanunu'nun 9'uncu maddesi gereğince tek başına hükme esas alınamayacağının hükmedildiği, sanığın savunmasının aksini kanıtlayan her türlü şüpheden uzak, kesin, yeterli ve kuvvetli delil elde edilememiş olup, şüpheden de sanık yararlanır evrensel hukuk ilkesi de dikkate alındığında, sanığın üzerine atılı suçu işlediği sabit olmadığından CMK 223/2-e maddesi gereğince beraatine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

25. Başvurucu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş, istinaf incelemesini yapan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Ceza Dairesi 11/6/2020 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir.

26. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesinde derdesttir.

IV. İLGİLİ HUKUK

27. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 4/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

29. Başvurucu; somut bir delil olmaksızın gerekçesiz bir kararla tutuklanmasına karar verildiğini, tutuklama kararında tutuklama nedenlerinin somut gerekçelerle açıklanmadığını, kaçma şüphesinin olmadığını, hâkimlerle ilgili öngörülen usule ilişkin güvencelerin hiçbirine riayet edilmeksizin, yetkili ve görevli olmayan mahkemece tutuklandığını, tüm bu nedenlerle tutuklanmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

30. Bakanlık görüşünde, öncelikle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde düzenlenen tazminat davası açılmadan başvuru yapıldığından başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilebileceği ileri sürülmüş; Anayasa Mahkemesi tarafından esastan inceleme yapılacak olması durumunda ise tutuklama kararında kuvvetli suç şüphesinin ortaya konulduğu ileri sürülerek tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın özel koşulları ile İstanbul Sulh Ceza Hâkimlikleri tarafından verilen kararların içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olmadığının söylenemeyeceği belirtilmiştir.

31. Bakanlık görüşünde ayrıca soruşturma konusu suç için öngörülen yaptırımın ağırlığı, işin niteliği ve önemi de gözönünde tutulduğunda başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının keyfî olduğunun savunulamayacağı ileri sürülmüştür. Bakanlık görüşünde, bu hususlar dikkate alınarak başvurucunun tutuklanmasında herhangi bir keyfiyetin bulunmadığı hususuna vurgu yapılmış ve tutuklamanın hukuki olmadığına dair şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilmez bulunması gerektiği ifade edilmiştir.

32. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundakine benzer beyanlarda bulunmuştur.

B. Değerlendirme

33. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

34. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:

"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."

35. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

...

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, tutukluluğun hukuki olmadığına ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

1. Uygulanabilirlik Yönünden

37. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191). Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).

38. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242).

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

40. Genel ilkeler için bkz. Mustafa Özterzi, §§ 85-90; Zafer Özer, B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

41. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

42. Başvurucu, darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.

43. Diğer taraftan başvurucu 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nda -hâkimlerle ilgili- öngörülen usule ilişkin güvencelerin hiçbirine riayet edilmeksizin, yetkili ve görevli olmayan mahkemece tutuklandığını iddia etmektedir.

44. Anayasa Mahkemesi, Yıldırım Turan ([GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020) kararında ilgili Türk hukuk mevzuatı çerçevesinde konuyu etraflıca değerlendirmiş ve Yargıtay içtihatlarına da değinerek terör örgütüne üye olma suçunun kişisel bir suç olduğunu, Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı olarak hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma yürütülmesi için izin şartı bulunmadığını belirterek vergi mahkemesi üyesi (hâkim) olan başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna varmıştır (ayrıntı için bkz. Yıldırım Turan, §§ 108-159).

45. Dolayısıyla somut olay yönünden anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

46. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

47. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında, tanık K.U.nun başvurucuya yönelik beyanı değerlendirme konusu yapılmış ve başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğu sonucuna varılmış; bu noktada HSK'nın başvurucuyu meslekten çıkarma kararına da değinilmiştir (bkz. § 15).

48. İddianamede ise başvurucunun meslekten çıkarılmasına, YARSAV üyeliğine ve bir kısım tanık beyanına değinilerek başvurucunun üniversite öğrencisi olduğu dönemden itibaren örgüt toplantılarına katıldığı ileri sürülmüştür (bkz. § 20).

49. Buna göre başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan suçlamanın dayanaklarından biri, başvurucunun meslekten çıkarılmış olmasıdır. Anayasa Mahkemesi birçok kararında kamu görevlisinin meslekten çıkarılmasının tek başına bir suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilemeyeceği sonucuna varmıştır (benzer kararlar arasından bkz. Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 70; Emre Altun, B. No: 2016/78293, 3/7/2019, §§ 53-57; Mustafa Açay, B. No: 2016/66638, 3/7/2019, §§ 51-54). Somut başvuru yönünden anılan kararlardan ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir.

50. Diğer taraftan soruşturma mercilerince suçlamaya esas alınan olgular arasında başvurucunun YARSAV üyesi olmasının yer aldığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi Mustafa Özterzi kararında; YARSAV üyeliğinin örgütsel bir faaliyet olarak değerlendirilebilmesi için -Yargıtay kararlarına da atıfta bulunarak- dernek üyeliğinin ancak terör örgütünden alınan bir talimat uyarınca gerçekleştiğinin ortaya konulması hâlinde mümkün olabileceği, aksi takdirde kuvvetli suç belirtisi olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna varmıştır (Mustafa Özterzi, § 105). Bu bağlamda somut olay incelendiğinde 2010 yılında YARSAV'a üye olduğu anlaşılan başvurucu için bu yönde bir tespitin olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla anılan kararda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir.

51. Savcılık ayrıca başvurucunun kendi beyanını dayanak göstererek üniversite öğrencisi olduğu dönemden itibaren örgüt toplantılarına katıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu savunmasında, Fakültenin birinci sınıfındayken 1996 yılında beş altı kez cemaat sohbetlerine katıldığını, bunun dışında örgütle herhangi bir şekilde irtibatının olmadığını ifade etmiştir (bkz. § 12).

52. Bu bağlamda ülkemizde ve yurt dışında yıllar boyunca faaliyetlerini sürdüren FETÖ/PDY'nin baştan beri illegal bir yapılanma olduğunun -herkes tarafından- bilindiğini söylemek mümkün değildir. Zira yıllarca kendisini başta eğitim olmak üzere topluma yararlı alanlarda faaliyet gösteren dinî bir grup olarak niteleyen ve bu sayede toplumda meşruiyet kazanmaya çalışan FETÖ/PDY; cemaat, hizmet hareketi, gönüllüler hareketi ve camia gibi isimlerle anılmıştır. FETÖ/PDY'nin dışa dönük bu yapısı dolayısıyla toplumun önemli bir kesimi, bu yapılanmanın -illegal yönünü bilmeden- sosyal ve ekonomik alanda gelişerek kurumsallaşmasına ve faaliyetlerine destek olmuştur. Yargı organlarınca da bu durumun FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda cezai sorumluluğun belirlenmesinde dikkate alındığı görülmektedir (benzer değerlendirme için bkz. Mustafa Özterzi, § 113). Soruşturma makamlarınca, sonraki yıllarda -özellikle örgütün kriminalize bir yapı olduğunun kamu kurumları tarafından dile getirildiği ve örgütün bu yönünün kamuoyu tarafından da bilinmeye başlanmasından sonra- başvurucunun örgütle irtibatının devam ettiğine dair bir olgu ortaya konulamamıştır. Dolayısıyla başvurucunun 1996 yılında beş altı kez sohbetlere katılmasının terör örgütü üyesi olmasına ilişkin olarak ne şekilde kuvvetli suç belirtisi oluşturduğu somut olgularla yeterince açıklanamamıştır.

53. Öte yandan soruşturma makamları bir kısım tanık beyanına dayanarak başvurucunun atılı suçu işlediğini iddia etmiştir. Bu bağlamda soruşturma ve kovuşturma aşamasında dinlenen bir kısım tanığın beyanının değerlendirilmesi gerekmektedir.

54. Bu bağlamda tanık K.U. soruşturma aşamasındaki ifadesinde; başvurucunun trafik cezasını iptal ettirmek için Akseki'de görev yaptığı zaman yanına geldiğini, o sırada ortak arkadaşlarından bahsettiğini, bu kişilerin cemaatten olması nedeniyle başvurucunun da kendisinin cemaatten olduğunu hissettirmeye çalıştığını, başvurucunun daha sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesine tetkik hâkimi olarak atandığını, o dönemde o Dairede görev yapanların ekseriyetle cemaatten olduğu yönünde bir algı bulunduğunu beyan etmiştir. Tanık, kovuşturma aşamasında alınan ifadesinde ise başvurucunun ortak arkadaşlardan bahsetmesinin nedeninin trafik cezasını iptal ettirmek amacıyla samimiyet kurma çabasından ibaret olduğunu, cemaat mensubu olduğunu hissettirmek gibi bir amacı olmadığını düşündüğünü ifade etmiştir.

55. Kovuşturma aşamasında dinlenen tanık T.B. ifadesinde; İstanbul Anadolu Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığı sırada başvurucunun 2014 HSYK seçimlerinde iki arkadaşından Yargıda Birlik Derneğine (YBD) oy istemeye gitmek için kendisini davet ettiğini ve YBD'nin büyük organizasyonlarına katıldığını, bağımsızlarla hareket etmediğini beyan etmiştir.

56. Kovuşturma aşamasında dinlenen gizli tanık Defne ise ifadesinde; başvurucunun Ankara'dan Kayseri'ye tayini çıktığında örgütün eğitim birimi tarafından kendilerine başvurucunun da örgüt mensubu olduğu için çocuğu ile ilgilenilmesi gerektiğinin söylenmesi üzerine bu doğrultuda başvurucu ile başvurucunun evinde görüştüğünü, daha sonra eğitim biriminden ayrılması nedeniyle başvurucunun çocuklarıyla eğitim biriminin ilgilenip ilgilenmediğini bilmediğini beyan etmiştir.

57. Başvurucu, söz konusu tanık beyanlarına yönelik olarak tanık K.U. ile tanığın beyanında geçtiği şekilde bir görüşmesinin olmadığını, Yargıtay 9. Ceza Dairesinde çalıştığı dönemde Dairede tetkik hâkimliği yaptığı hâlde hakkında herhangi bir işlem yapılmayan birçok kişi bulunduğunu, kaldı ki bahse konu örgütlenmenin daha çok kendisi Daireden ayrıldıktan sonra -2011 yılından itibaren- gerçekleştiği yönünde bir kanaat olduğunu, dolayısıyla söz konusu hususlar nedeniyle örgütle bağlantısı bulunduğu sonucuna varılmasının doğru olmayacağını, ayrıca gizli tanığın ifadesinde geçen hususları kabul etmediğini ifade etmiştir.

58. Anayasa Mahkemesi Selçuk Özdemir kararında ve sonrasında verdiği birçok kararda FETÖ/PDY üyesi olmakla suçlanan bazı şüphelilerin ifadelerinde hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatının bulunduğuna ve bu yapılanmaya mensup olduğuna yönelik somut olgular içeren anlatımlarını başvurucu yönünden suç şüphesini doğrulayan kuvvetli bir belirti olarak kabul etmiştir (Selçuk Özdemir, § 75, benzer nitelikteki tanık beyanlarının kuvvetli belirti olarak kabul edildiği diğer kararlar arasından bkz. Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52; Recep Uygun, B. No: 2016/76351, 12/6/2018, § 43).

59. Anayasa Mahkemesi yakın zamanda verdiği bazı kararlarında ise tanık anlatımlarının kişinin örgütsel bağlantısına veya hangi örgütsel eylemlerde bulunduğuna ya da başvurucunun örgütsel konumuna ilişkin herhangi bir vaka veya olguya dayanmaması dolayısıyla kişisel kanaatin açıklanması niteliğinde olduğu, bu anlamda yargı makamlarının denetim yaparak söz konusu beyanları doğrulamasına ya da çürütmesine imkân vermediği gerekçesiyle kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilemeyeceği sonucuna varmıştır (Emre Altun, B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 59; Ali Aktaş, B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 56)

60. Soruşturma makamlarınca başvurucunun örgütle bağlantısı olduğuna dayanak yapılan tanık K.U.nun beyanlarının kişisel kanaatin açıklanması niteliğinde olduğu, diğer tanık T.B.nin başvurucunun örgütle bağlantısı olmadığına yönelik olarak başvurucunun lehine beyanlarda bulunduğu, gizli tanığın beyanının ise başvurucunun doğrudan somut bir örgütsel eyleminden bahsetmediği görülmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Recep Uygun, B. No: 2016/76351, 12/6/2018, § 43). Dolayısıyla söz konusu beyanların kuvvetli belirti olarak kabulü mümkün gözükmemektedir.

61. Mahkeme gerekçeli kararında yer verdiği sair hususlara ilişkin olarak "...sanığın 2013 yılındaki Nisan terfi döneminde, disiplin dosyası bulunduğu gerekçesiyle birinci sınıfa ayrılamadığını, 2014 yılında seçilen HSYK’nun 2015/27 Esas sayılı bu disiplin dosyasında, vermiş olduğu 2015/419 sayılı kararla dosyayı işlemden kaldırdığı, FETÖ/PDY mensubu olan HSYK üyeleri M.K.Ö. ve M.Ş.nin işlemden kaldırma kararına muhalefet şerhi koydukları, bu şerhin sanık lehine değerlendirildiği, yine sanığın Kayseri Cumhuriyet Savcısı iken 2013 yılındaki Nisan terfi döneminde, dönemin Başsavcısı olan ve hakkında FETÖ/PDY terör örgütüne üye olma suçundan işlem yapılan B.B. tarafından, göreve bağlılığı orta düzeyde olması gerekçesiyle 'B defterinde başarılı' şeklinde not verildiği, bu işleminde sanık lehine olduğu kanaatine varıldığı..." şeklinde bir değerlendirme yapmıştır. Mahkeme bu değerlendirmede başvurucunun terfi ettirilmemesi işleminde etkili olan kişilerle disiplin dosyasının işlemden kaldırılmasına muhalefet eden kişilerin FETÖ/PDY ile bağlantılı kişiler olduğunu belirterek bu durumun başvurucunun lehine olarak değerlendirilebileceği sonucuna varmıştır.

62. Sonuç olarak tutuklama kararında ve soruşturma sürecindeki belgelerde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda tutuklama için ön koşul olan suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.

63. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

64. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.

65. Bununla birlikte anılan tedbirin Anayasa'nın olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.

c. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden

66. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya konulması gelmektedir. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama tedbiri için ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu doğurur. Dolayısıyla -hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair belirti bulunmadan tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir olarak kabul edilemez (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, § 109; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 156).

67. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma makamlarının suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır (bkz. § 64). Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik olarak Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Şahin Alpay, § 110; Mehmet Hasan Altan (2), § 157).

68. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

4. 6216 sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

70. Başvurucu 100.000 TL maddi, 200.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

71. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

72. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

73. Başvurucu hakkındaki tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Soruşturma sürecinde 24/10/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir ve tutukluluk hâli sona ermiştir.

74. Mahkemenin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

75. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

E. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/2) GÖNDERİLMESİNE,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 4/11/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY

Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).

Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her zaman vardır.

Somut olayda 19.03.2017 tarihinde tutuklanan ve 07.06.2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma durumu, 24.10.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.

Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1

Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”

Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."

Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni, ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.

Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.

Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen tazminat nedenine ilişkin durumdur.

Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre; başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK 141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.

Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme, tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5

Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmektedir.6

Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf yapıldığı için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8

Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi çelişkili bir durum oluşturmaktadır.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu edilebileceğini belirterek incelememiştir.

İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade etmiştir.9

Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10

Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.

Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.

Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı anlaşılmaktadır.

Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunmaktadır.

Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.

Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d) bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.

Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141. maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal, B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır. Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı 141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK 141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir. Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1-e bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.

Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Tutuklamanın hukukiliği değerlendirilirken, tutuklamanın uygulandığı tarihteki şartlara bakılmalıdır. Darbe teşebbüsü sırasında gerçekleşen vahim olayların toplumda oluşturduğu kaygı, teşebbüsün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY’nin örgütlenmesinin karmaşıklığı, Bu yapılanmanın yarattığı görünür açık tehlike, darbe teşebbüsüne ilişkin faaliyetler kapsamında ülke genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen, suç oluşturabilecek nitelikteki on binlerce eylemin aynı anda işlenmesi, çoğunluğu kamu görevlisi olan çok sayıda kişi hakkında yürütülen soruşturmalar, olayların arz ettiği vahamet dikkate alındığında tutuklama tedbirinin temelsiz ve keyfi olduğu söylenemez.

Açıkladığım gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.

 

 

 

 

Üye

Selahaddin MENTEŞ

 

 



1     Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16.2.2017.

2     Reşat Ertan, 2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29; Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§ 39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34

3     Kamil Erdoğan, B. No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49; Ertuğrul Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42

4     Fatma Maden, §47, Ertuğrul Raşit Benal, §40

5     Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016,§37

6     Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624, 9/5/2018, § 24-26

7     Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı

8    Benzer durumlar bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu değildir.

9     B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.

10   Cafer Yıldız, B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018, §§ 37-40.

11   Bkz. Besime Konca, B. No: 2017/5867, 3/7/2018.

12   Mehmet Özdemir, B. No: 2017/37283, 29/11/2018

13   Ali Bulaç [GK], B. No: 2017/6592, 3/5/2019

14   bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı, 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları

15   İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37

16   Bkz. Örneğin, Hüsnü Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, § 87.

17   Mustafa Avci, B. No: 2014/1545, 22/3/2018

18   Mustafa Avci, §27

19   Mustafa Avci, §35-38

20   Mergen ve diğerleri/Türkiye kararı, §36

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Yusuf İltar [1.B.], B. No: 2017/27069, 4/11/2020, § …)
   
Başvuru Adı YUSUF İLTAR
Başvuru No 2017/27069
Başvuru Tarihi 7/6/2017
Karar Tarihi 4/11/2020

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Tutukluluk (suç süphesi ve tutuklama nedeni) İhlal Manevi tazminat

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 2
100
101
161
5237 Türk Ceza Kanunu 314
3713 Terörle Mücadele Kanunu 1
2
3
5
5235 Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun 10
12
2802 Hakimler ve Savcılar Kanunu 94
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi