TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EMİN SÖNMEZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/27310)
|
|
Karar Tarihi: 16/9/2020
|
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Heysem KOCAÇİNAR
|
Başvurucular
|
:
|
1. Emin SÖNMEZ
|
|
|
2. Filiz SÖNMEZ
|
|
|
3. Kadir SÖNMEZ
|
|
|
4. Kadriye TURNA
|
|
|
5. Metin SÖNMEZ
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Semih MAHMUTOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, başvurucuların Hazine adına orman sınırları
dışına çıkarılan taşınmazın kullanıcısı olarak belirlenmemesi nedeniyle
mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 8/6/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Başvuru
Konusu Olayın Arka Planı
6. Başvurucular 26/6/2010 tarihinde vefat eden Mehmet
Sönmez'in mirasçılarıdır.
7. Uyuşmazlık konusu İstanbul ili, Sultanbeyli ilçesi,
Battalgazi köyünde bulunan 310 ada 1 parsel sayılı taşınmaz (öncesi 1223
parsel) orman vasfını yitirdiğinden 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman
Kanunu'nun 2/B maddesi uyarınca yapılan çalışmalar sonucunda Hazine adına orman
sınırı dışına çıkarılmıştır.
8. Başvurucuların murisi 19/10/2007 tarihinde, 4/12/1984
tarihli ve 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi
Hakkında Kanun hükümleri kapsamında Sultanbeyli Kaymakamlığına (Kaymakamlık)
başvurmuştur. Başvurucuların murisi, Sultanbeyli Belediyesinin (Belediye)
uyuşmazlık konusu taşınmaza çakıl dökmek suretiyle müdahale ettiğini belirterek
müdahalenin önlenmesi isteğinde bulunmuştur.
9. Kaymakamlık 31/10/2007 tarihinde başvurucuların
murisinin talebinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, anılan
taşınmazın okula tahsis edilen bölümüne yakın bir yere Belediye tarafından
geçici olarak kum döküldüğü tespitine yer verilmiştir. Kaymakamlık, Belediye
vekilinin dökülen kumun kısa sürede kaldırılacağı yönündeki beyanını dikkate
alarak bu yeri okul inşaatını yapan Millî Eğitim Müdürlüğüne teslim etmiştir.
10. Taşınmazın bulunduğu Battalgazi köyünde 21/6/1987
tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun ek 4. maddesi uyarınca Hazine adına
orman sınırları dışına çıkarılan yerler ve muhdesatları ile bunların
kullanıcılarının tespiti amacıyla 2010 yılında kadastro çalışmaları (kullanım
kadastrosu) yapılmıştır.
11. Yapılan kullanım kadastrosu sırasında, 18.995,04 m2 yüz
ölçümlü 310 ada 1 parsel sayılı taşınmaz bahçe niteliğiyle Hazine adına
tespit edilmiştir. Bu taşınmaza ait 3/9/2010 tarihli Kadastro Tutanağı'nın
beyanlar hanesinde, söz konusu taşınmazın 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin
birinci fıkrasının (B) bendi (2/B) uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına
çıkarıldığı belirtilmiştir. Beyanlar hanesinde ayrıca bu taşınmazın 1984
yılından beri Emin evladı Mehmet Sönmez'in ve taşınmaz üzerindeki kum ocağının
da Belediyenin kullanımında olduğu yazılmıştır. Tutanağın edinme sebebinde;
taşınmazın 1984 yılından beri Mehmet Sönmez kullanımında olup Belediyenin söz
konusu taşınmazı geçici surette kum ocağı olarak kullandığı tespiti yer
almaktadır.
12. Kullanım kadastrosu sınırlandırma ve tespitleri
7/9/2010 ila 6/10/2010 tarihlerinde askı ilanına çıkarılmıştır. Askı ilan
süresi içinde M.E.B. adlı şahıs tespite itiraz ederek Sultanbeyli Kadastro
Mahkemesinde dava açmış, bir kısım kişiler açılan davaya asli müdahil sıfatıyla
iştirak etmiştir. Yine aynı tespite yönelik itiraz üzerine A.A. tarafından ayrı
bir dava açılmış, aralarındaki hukuki ve fiilî bağlantı nedeniyle davalar
birleştirilmiştir. Bu arada Sultanbeyli Kadastro Mahkemesinin kapatılması nedeniyle
dava dosyası İstanbul Anadolu 2. Kadastro Mahkemesine (Mahkeme) devredilmekle
yargılamaya bu Mahkemece devam edilmiştir.
B. Başvuruya
Konu Yargılama Süreci
13. Belediye tarafından 8/11/2010 tarihinde, Sultanbeyli
1. Asliye Hukuk Mahkemesinde kullanım kadastrosu tespitine itiraz davası
açılmıştır. Dava dilekçesinde, uyuşmazlık konusu taşınmaza ilişkin olarak
kadastroca belirlenen kullanım durumunu gösteren şerhin gerçeği yansıtmadığı ve
taşınmazın Belediyenin kullanımında olduğu belirtilmiştir.
14. Sultanbeyli 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/12/2011
tarihinde uyuşmazlık konusu taşınmaz hakkındaki kadastro tutanağı
kesinleşmediğinden görevsizlik ile dosyayı kadastro mahkemesine göndermiştir.
15. Sultanbeyli Kadastro Mahkemesi aralarındaki hukuki ve
fiilî bağlantı nedeniyle dava dosyasının M.E.B. tarafından açılan E.2010/2555
sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar vererek yargılamaya bu dava
dosyası üzerinden devam etmiştir.
16. Sultanbeyli Kadastro Mahkemesinin kapanması üzerine
dosyanın devredildiği Mahkeme, fiilî kullanımın belirlenmesi amacıyla taşınmaz
başında keşif icra etmiştir. Mahkemece 4/4/2013 tarihinde yapılan keşif
sırasında başvurucuların bildirdiği tanıklar N.K. ve N.B. de dinlenmiştir. Her
iki tanık da benzer beyanlarında başvurucuların murisinin uyuşmazlık konusu
taşınmazın güney kısmında tapulu arazisinin bulunduğunu, taşınmazın 2004 yılına
kadar muris tarafından arpa, buğday vs. ekmek suretiyle kullanılırken daha
sonra boş bırakıldığını ve Belediyenin 2007 yılından sonra taşınmazı kum ocağı
olarak kullandığını bildirmiştir.
17. Mahkeme 28/5/2014 tarihli karar ile Belediyenin
birleşen davasını kabul etmiş, asıl ve birleşen diğer davaların reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde; uyuşmazlık konusu 310 ada 1 parsel numaralı
taşınmazın 2007 yılından beri kum ocağı olarak Belediye tarafından işletildiği,
başvurucuların taşınmaz üzerinde herhangi bir fiilî kullanım ve
zilyetliklerinin bulunmadığı saptamasına yer verilmiştir. Mahkemeye göre
taşınmazın Belediye tarafından kum ocağı olarak işletilmeye başlanmasından
sonra başvurucular murisi tarafından tecavüzün meni istemiyle idareye
başvurulmuş ise de sulh hukuk mahkemesinde zilyetliğin korunmasına ilişkin
herhangi bir dava açılmadığından idare tarafından verilen men kararı zilyetliğin
ispatı açısından yeterli değildir.
18. Hüküm başvurucular tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay 16. Hukuk Dairesi 15/12/2015 tarihinde ilk derece mahkemesindeki
gerekçeye atıf ile onama kararı vermiş ve anılan karara yönelik düzeltme
isteğini 27/3/2017 tarihinde reddetmiştir.
19. Nihai karar 22/5/2017 tarihinde başvurucular vekiline
tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucular 8/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
21. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili bölümleri
şöyledir:
“Orman sayılan yerlerden:
...
B) 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve
fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ,
bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antep fıstığı, çam fıstığı)
gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta
kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir, kasaba ve köy
yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları,
Orman sınırları dışına çıkartılır.
Orman sınırları dışına çıkartılan bu
yerler Devlete ait ise Hazine adına, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine
ait ise bu müesseseler adına, hususi orman ise sahipleri adına orman sınırları
dışına çıkartılır. Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil
işlemi yapılır.”
22. 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesi şöyledir:
“6831 sayılı Orman Kanununun 20/6/1973
tarihli ve 1744 sayılı Kanunla değişik 2 nci maddesi ile 23/9/1983 tarihli ve
2896 sayılı, 5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı kanunlarla değişik 2 nci maddesinin
(B) bendine göre orman kadastro komisyonlarınca Hazine adına orman sınırları
dışına çıkarılan yerler, fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa
üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler
tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar
hanesinde gösterilmek suretiyle, bu Kanunun 11 inci maddesinde belirtilen askı
ilanı hariç diğer ilanlar yapılmaksızın öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine
adına tescil edilir.
Bu maddeye göre yapılacak kadastro
çalışmaları ikinci kadastro sayılmaz.
Bu maddeye göre yapılacak kadastro
sırasında orman ve Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin sınır
nokta ve hatları; orman kadastro tutanakları esas alınmak suretiyle orman
işletme müdürlüğünce görevlendirilecek en az bir orman yüksek mühendisi ya da
orman mühendisinin iştirak ettirildiği kadastro ekibince zemine aplike edilir.
Bu çalışmalar sırasında kadastro veya orman haritalarında düzeltmeyi gerektiren
tutanak, pafta ve zemin uyumsuzluğunun tespiti halinde, yukarıda oluşturulan
kadastro ekibince teknik mevzuata uygun hale getirilir. Bu çalışmalara kadastro
kontrol mühendisi de iştirak ettirilir. Çalışma sonucunda bir zabıt düzenlenir
ve bu zabıt ekip görevlileri ile kontrol mühendisi tarafından birlikte
imzalanır. Düzeltme işlemleri, orman mevzuatı ile tapu ve kadastro mevzuatına
göre yapılmış ve bu Kanuna göre yapılacak askı ilanı ile de ilan ve tebliğ
edilmiş sayılır.
Hazine adına orman sınırları dışına
çıkarılan yerler, daha öncesi tescil edilmiş olduğuna bakılmaksızın Maliye
Bakanlığının talebi üzerine, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce fiili kullanım
durumları dikkate alınmak suretiyle ifraz ve/veya tevhit de yapılabilir. Bu
işlemler sırasında, orman ve kadastro haritalarında tespit edilen fenni
hatalar, yukarıdaki üçüncü fıkrada belirtilen usul ve esaslara göre düzeltilir.
..."
23. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun ''Dava hakkının düşmesi'' kenar başlıklı 983. maddesi
şöyledir:
“Gasp ve saldırıdan dolayı dava hakkı,
zilyedin fiili ve failini öğrenmesinden başlayarak iki ay ve her hâlde fiilin
üzerinden bir yıl geçmekle düşer.''
24. 3091 sayılı Kanun’un 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun; gerçek veya tüzelkişilerin
zilyed bulunduğu taşınmaz mallarla kamu idareleri, kamu kurumları ve
kuruluşları veya bunlar tarafından idare olunan veya Devlete ait veya Devletin
hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlere veya menfaati umuma ait
olan taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya müdahalelerin, idari makamlar tarafından
önlenmesi suretiyle tasarrufa ilişkin güvenliği ve kamu düzenini sağlar. ''
25. 3091 sayılı Kanun’un 2. maddesi şöyledir:
“Taşınmaz mallara tecavüz veya müdahale
edilmesi halinde; taşınmaz mal merkez ilçe sınırları içinde ise, il valisi veya
görevlendireceği vali yardımcısı, diğer ilçelerde ise kaymakamlar tarafından bu
tecavüz veya müdahalenin önlenmesine karar verilir ve taşınmaz mal yerinde
zilyedine teslim edilir.''
26. Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 5/12/2013
tarihli ve E.2013/9416, K.2013/11984 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dava, 3402 sayılı Yasa'ya 5831
sayılı Yasa ile eklenen Ek-4. maddesi uyarınca yapılan kullanım kadastrosuna
itiraz davasıdır. Mahkemece davacının babasının 24.05.1985 tarih ve 1985/13
sayılı idari men kararına konu 16.05.1985 tarihli şikayet dilekçesi ile dava
konusu taşınmazdaki zilyetliğini terk etmeme iradesini ortaya koyduğu ve dava
konusu taşınmazın davacının fiili kullanımında bulunduğu gerekçesi ile yazılı
şekilde hüküm kurulmuş ise de; varılan sonuç dosya kapsamına uygun
düşmemektedir. 3402 sayılı Yasa'ya 5831 sayılı Yasa ile eklenen Ek-4. maddede,
bu maddeye göre yapılacak kadastro sırasında fiili kullanım durumunun esas
alınacağı, kim veya kimlerin ne zamandan beri kullanımında olduğunun beyanlar
hanesinde gösterileceği belirtilmiştir. Kanunun öngördüğü fiili kullanımın
haklı bir nedene dayanmasına ise gerek bulunmamaktadır. Dosya içeriğinden
çekişmeli 349 ada 64 parsel sayılı taşınmazın üzerinde davacının dedesinin
ahşap evi bulunduğu, ancak çok eski tarihte başka bir köye taşındıkları, bu
tarihten sonra davacı ve murislerinin fiilen bir kullanımının olmadığı, davalı
tarafça taşınmazın gübre atılmak suretiyle kullanıldığı, bu kullanıma bir
müddet sonra ara verdiği ancak taşınmaz üzerindeki 3-4 yaşlarında meyve
ağaçlarının da onun tarafından dikildiği ve bakımlarının yapıldığı, men
kararının ise dava konusu yere ilişkin olmadığı, çekişme konusu taşınmazın
davalı M.K.'nin fiili kullanımında olduğu, davacı tarafça zilyetliğin korunması
için dava açılmadığı gibi TMK'nın 984. maddesi gereği davanın açılabilmesi için
gerekli süreninde geçtiği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca mahkemece davanın
reddine, çekişme konusu taşınmazın tespit gibi tescili yerine yazılı şekilde
karar verilmesi isabetsiz olup temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde
görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA [karar verildi].
B. Uluslararası
Hukuk
27. Konu hakkında ilgili uluslararası hukuk için bkz. Cafer
Arslan (B. No: 2014/18133, 9/3/2017, §§ 21-27) başvurusu hakkında verilen
karar.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 16/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
29. Başvurucular; kadastro tutanaklarına göre 1984
yılından, gerçekte ise çok daha önceki bir tarihten itibaren uyuşmazlık konusu
taşınmazın aralıksız ve nizasız olarak fiilî tasarrufları altında olduğunu, hâl
böyle iken Belediyenin 2007 yılında taşınmaz üzerinde kum ocağı kurduğunu
bildirmişlerdir. Başvurucular, 3091 sayılı Kanun hükümleri uyarınca bu
müdahalenin önlenmesi isteğinin Belediye vekilinin bu durumun geçici olup okul
yapımı ile sınırlı olduğu yönündeki yanıltıcı beyanları nedeniyle
reddedildiğini savunmuşlardır. Başvuruculara göre Belediye vekilinin bu
beyanına rağmen kum ocağının kaldırılmaması ve kullanım kadastrosu sonrasında
vaki itiraz üzerine derece mahkemelerinin bu kum ocağına üstünlük tanıyarak
fiilî kullanıcının Belediye olduğu yönündeki kararı mülkiyet hakkını ihlal
etmektedir.
30. Başvurucular ayrıca ilk derece mahkemesince icra edilen
keşfe iştirak eden teknik bilirkişilerin tarım konusunda uzman olmadıklarını,
tanık olarak dinlenen muhtarın önceki kullanıma ilişkin bilgisinin
bulunmadığını ve kadastro tutanağında adı geçen mahalli bilirkişilerin
dinlenmediğini iddia etmiştir. Başvurucular; yargılama aşamasında eksik
bırakılan bu hususlar yanında murisin zilyetliğinin 1984 yılında başlayıp
Belediyenin müdahalesine kadar sürdüğünü ispat edecek araştırmaların ilgili
resmî kurumlar nezdinde yapılmadığını, Belediyenin faaliyetinin geçici olduğu
yönündeki önceki beyanların dikkate alınmadığını ve derece mahkemelerinin
kararlarında da bu hususlara ilişkin yeterli gerekçeye yer verilmediğini
belirterek adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
31. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak
Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.”
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucular, kullanım kadastrosu tespitine itiraz davasının
reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının yanında adil yargılanma hakkının da
ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucuların temel iddiası,
uyuşmazlık konusu taşınmazların kullanıcısının kendileri olmasına karşın derece
mahkemelerinin tespitinin ve varmış olduğu sonucun hatalı olması nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Dolayısıyla başvurucuların makul
sürede yargılanma hakkı dışındaki diğer bütün iddialarının mülkiyet hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Genel
İlkeler
33. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir
kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa
Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle
öncelikle başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki
durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382,
16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
34. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her
türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, §
20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan
menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni
haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da
mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No:
2014/11441, 1/2/2017, § 60).
35. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul
edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu
alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı
içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin
Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve
diğerleri, § 51).
36. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı
mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda
sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki
menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı
içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut
bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil
mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli
durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde
etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı
güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478,
25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).
37. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti
olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek
olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili
hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk
Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42).
Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak koruma
kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk
sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit,
mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat
Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak
kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir
iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler
ve Ali Arslan Çelebi, § 37).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
38. 3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesinin birinci
fıkrasında; 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. maddesinin (B) bendi uyarınca
Maliye Hazinesi adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin fiilî kullanım
durumları dikkate alınarak kimler tarafından ve ne zamandan beri
kullanıldığının, varsa üzerindeki muhdesatın kimlere ait olduğunun kadastro tutanağının
beyanlar hanesinde gösterilmesi suretiyle öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine
adına tescil edileceği hükme bağlanmıştır.
39. Orman sayılmakla birlikte 6831 sayılı Kanun'un 2.
maddesinin (B) bendi kapsamında orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın
3402 sayılı Kanun'un ek 4. maddesi kapsamında yapılan kadastro çalışmaları
sırasında Hazine adına tespit gördüğü ve mülkiyetinin Hazineye ait olduğu
anlaşılmaktadır. Bu husus da taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Bu bakımdan başvurucular adına düzenlenen bir tapu kaydının bulunmadığı ve
taşınmazın mülkiyetinin Hazineye ait bulunduğu tartışmasızdır (benzer yönde
bkz. Cüneyt Ali Turgut, B. No: 2013/8332, 10/3/2016, § 43).
40. Bununla birlikte 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı
Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman
Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım
Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun'un 6. maddesine göre Hazine adına orman
sınırları dışına çıkarılan taşınmazların tespit edilen kullanıcıları yönünden
bu taşınmazları belirli bir bedel mukabilinde satın almak üzere hak sahibi
sayılmaları öngörülmüştür. Dolayısıyla kişinin böyle bir taşınmazda kullanıcı
olduğunun tespit edilmesi, anılan kanun çerçevesinde taşınmazı belirli
koşullara bağlı olarak satın alma hakkı vermektedir.
41. Başvuru konusu olayda, uyuşmazlık konusu taşınmaz
Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılmış ve yapılan kullanım
kadastrosunda başvurucuların kullanıcı olduğu tespit edilmiştir. Davacı Belediye,
taşınmazın 2007 yılından beri kum ocağı vasfı ile üçüncü kişilere kiralanmak
suretiyle kendisi tarafından işletildiği iddiasıyla tespite itiraz etmiştir.
Sultanbeyli 1. Asliye Hukuk Mahkemesi taşınmaza ilişkin kadastro tutanağının
kesinleşmediğini dikkate alarak görevsizlik kararı ile dosyayı Kadastro
Mahkemesine göndermiştir. Kadastro Mahkemesi, taşınmazın başında keşif yapmış;
keşif sırasında tarafların bildirdiği tanıklar ile tespit bilirkişileri ve
mahalle muhtarını dinlemiştir. Başvurucular, uyuşmazlık konusu taşınmazın
Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerden olup uzun yıllardan
beri murisleri tarafından bitişiğinde bulunan tapulu arazi ile birlikte
tarımsal faaliyete konu edildiğini ileri sürmektedir. Başvuruculara göre Belediye
2007 yılında okul inşaatı sırasında taşınmaza geçici olarak kum dökmek bahanesi
ile el atmış ancak okul inşaatı sona ermesine rağmen bu faaliyeti sona
erdirmemiştir. Mahkeme, yapmış olduğu yargılama neticesinde taşınmazın 2007
yılından beri Belediyenin kullanımında olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne
karar vermiştir. Başvurucuların temyiz ve karar düzeltme istemleri de bu
gerekçeye atıf yapılarak Yargıtayca reddedilmiştir.
42. Öncelikle mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu
edilen yargılama sürecinin bütününe bakıldığında başvurucuların kendilerini
vekil ile temsil ettirdiği, yargılamanın duruşmalı olarak görüldüğü,
başvuruculara tanıklar da dâhil olmak üzere iddialarına dayanak tüm belge ve
bilgiler ile karşı tarafın iddialarına karşı savunmalarını ortaya koyabilme ve
delillerini sunabilme olanağının tanındığı anlaşılmaktadır.
43. Benzer davalar bakımından Yargıtay, 3402 sayılı
Kanun'un ek 4. maddesindeki düzenleme karşısında bu tür davalarda 3402 sayılı
Kanun'un 14. maddesinde öngörülen mülkiyetin kazanılmasına ilişkin koşulların
varlığının aranmayacağı görüşündedir. Yargıtay kararlarında, gayrimenkul
hukukunda kullanıma ilişkin olarak zilyetlik kavramı kullanılmakta iken
ek 4. maddede fiilî kullanım kavramının kullanıldığı belirtilmiştir.
Yargıtay uygulamasında fiilî kullanımın ekonomik amaca uygun bir kullanım
olması gerektiği ve en azından taşınmaz üzerinde fiilî hâkimiyet sağlamaya
yetecek bir süredeki zilyetliğin yeterli olduğu kabul edilmektedir (benzer
yönde bkz. Cafer Arslan, § 44). Yine Yargıtay kararlarında, fiilî
kullanımın haklı bir nedene dayanması aranmamakla birlikte bu kullanımın
aralıksız olması gerektiği kabul edilmektedir (bkz. § 26).
44. Anayasa Mahkemesinin delillerin değerlendirilmesi ve
hukuk kurallarının yorumlanmasına yönelik şikâyetler bakımından görevi,
bireysel başvurunun ikincil doğası gereği sınırlıdır. Derece mahkemeleri önünde
hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık
olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların derece
mahkemelerince kesin olarak reddedildiği durumlarda açık bir keyfîlik olmadığı
veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece meşru bir beklentinin bulunduğu
sonucuna varılamaz (benzer yönde bkz. Cafer Arslan, § 44).
45. Somut olayda orman sınırları dışına çıkarılan
taşınmazın mülkiyeti Hazineye ait olup Kadastro Mahkemesinde görülen
yargılamada uyuşmazlık konusu taşınmazın fiilî kullanıcısının Belediye olduğu
sonucuna varılmıştır. Başvurucular taşınmazın fiilî kullanımının kendilerinde
olduğunu ileri sürmüş ise de Mahkemece icra edilen 4/4/2013 tarihli keşifte
dinlenen tanıklar, başvurucular murisi tarafından tarımsal faaliyette
kullanılan taşınmazın 2004 yılından sonra boş bırakıldığını ve 2007 yılında da
Belediye tarafından kum ocağı olarak işletilmeye başlandığını bildirmişlerdir.
Nitekim derece mahkemeleri de taşınmazın hâlihazır durumu, mahalli bilirkişi ve
tanık beyanları ile başvurucular murisinin zilyetliğin korunması amacıyla dava
yoluna gitmemiş olmasını esas alarak taşınmazın başvurucuların fiilî
kullanımında bulunmadığı sonuca varmıştır. Somut olay bakımından ilgili hukuk
kuralları ve benzeri içtihatlar gözetildiğinde derece mahkemelerinin
kararlarının açık bir keyfîlik veya bariz takdir hatası içerdiği de tespit
edilememiştir. Dolayısıyla somut başvuru açısından yeterli bir hukuki temele
dayalı olmadığından başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına
alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülkü veya en azından mülkiyeti elde etme
yönünde bir meşru beklentisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi benzer başvurularda da aynı sonuca varmıştır (karşılaştırma için bkz.
Cüneyt Ali Turgut, §§ 24-52).
46. Açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
47. Başvurucular, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
48. Bireysel başvurular sonrasında 25/7/2018 tarihli ve
7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
49. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya
da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu)
tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
50. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018)
kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı
ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve
ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru
yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat
Yüksel, §§ 27-36).
51. Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde
BIRAKILMASINA 16/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.