TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İLHAN GÖKHAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/27957)
|
|
Karar Tarihi: 9/9/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
İlhan GÖKHAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat SADAK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin
denetlenmesi neticesinde elde edilen kayıtların imha edilmediği ve
alenileştirildiği ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi
nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak
etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 19/6/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu hakkında Hizbullah terör örgütü adına eylem
ve faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı
(Başsavcılık) tarafından 2011 yılında soruşturma başlatılmıştır.
10. Soruşturma sürecinde başvurucu hakkında 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 135. maddesi kapsamında
iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbiri uygulanmıştır.
11. Başvurucunun da aralarında bulunduğu altmış dört
şüpheli hakkında Başsavcılık tarafından 2/11/2015 tarihinde kovuşturmaya yer
olmadığına (takipsizlik) karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, şüpheliler
hakkında telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi tedbiri uygulandığı
ve söz konusu tedbirin uygulanmasına 22/5/2013 tarihinde son verildiği
belirtilmiştir. Kararda, yürütülen soruşturmada operasyon yapılmasını
gerektirecek mahiyette yeterli delile ulaşılamadığı, şüphelilerin
gerçekleştirdiği görüşmelerin güncel görüşmeler kapsamında kaldığı ve neticede
delil elde edilemediğinden şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına
karar verildiği ifade edilmiştir. Kararda, mahkeme kararlarına dayanılarak icra
edilen iletişimin dinlenmesi, tespiti, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin
değerlendirilmesine ilişkin tedbirlerin kaldırıldığı vurgulanmıştır. Ayrıca
telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un
137. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca ilgili kişilere gerekli
bildirimlerin yapılmasına, adli emanet memurluğunda bulunan kayıtlı
materyallerin aynı maddenin (3) numaralı fıkrası uyarınca imha edilmesine, bu
hususta anılan mercie yazı yazılmasına da karar verilmiştir.
12. Başvurucu; telekomünikasyon yoluyla iletişimin
denetlenmesine ilişkin koruma tedbirinin kanuna aykırı şekilde iki yıldan fazla
süre boyunca uygulandığını, söz konusu koruma tedbiri neticesinde elde edilen
ve2/11/2015 tarihli takipsizlik kararıyla birlikte imha edilmesine karar
verilen kayıtların Başsavcılık tarafından farklı mahkemelere gönderildiğini, kayıtların
11/4/2016 tarihinde Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) yüklendiğini ve
bu suretle alenileştirildiğini ileri sürerek 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açmıştır.
İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kayda alınan ve 20.000 TL
manevi tazminat talebi içeren 9/5/2016 tarihli dava dilekçesinde başvurucu,
imha edilmesi gereken söz konusu kayıtların -tespit edebildiği kadarıyla- yirmi
dört farklı dava dosyasına girdiğini iddia etmiş ve bu hususta mahkeme adı,
esas numarası gibi detaylı bilgiler sunmuştur. Başvurucu; takipsizlik kararının
üzerinden beş ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen soruşturma kapsamında elde
edilen dinleme kayıtlarının hâlen imha edilmemiş olmasının ve bu kayıtların
UYAP'a yüklenip farklı mahkemelere gönderilerek alenileştirilmesinin 5271
sayılı Kanun'da yer alan usullere açıkça aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
Kişinin mahremiyetine ve haberleşmesine yönelik müdahaleler dolayısıyla oluşan
zararların devlet tarafından tazmin edilmesi gerektiğini, fiilî durumun
Cumhuriyet savcılarının eksik ve yanlış şekilde yaptığı işlemlerden
kaynaklandığını ve açtığı davanın 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3)
numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmeye uygun olduğunu iddia etmiştir.
13. Cumhuriyet savcısı tarafından Mahkemeye sunulan esas
hakkındaki mütalaada başvurucunun haksız dinleme sonucunda elde edilen dinleme
kayıtlarının hukuka aykırı olarak tutulmasından ve imha edilmemesinden dolayı
manevi tazminat talebinde bulunduğu ancak talebin 5271 sayılı Kanun'un (1)
numaralı fıkrasında düzenlenen şartların hiçbirine uymaması nedeniyle
başvurucunun tazminat talebinde bulunamayacağı belirtilerek davanın reddine
karar verilmesi talep edilmiştir.
14. Mahkeme 23/2/2017 tarihli kararıyla davanın reddine
karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına yer verilmiş ve bu kapsamda değerlendirmelerde
bulunulmuştur. Kararda; anılan Kanun maddesinde maddi ve manevi tazminat isteyebilecek
kişilerin tahdidi olarak sayıldığı, başvurucunun gözaltında kalmadığı veya
tutuklanmadığı, Kanun'da belirtilen diğer şartların da başvurucu için
oluşmadığı, iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbirleri
nedeniyle manevi tazminata hükmedilemeyeceği, bu hâliyle açılan tazminat
davasının Kanun'daki koşulları taşımadığı belirtilmiştir.
15. Başvurucu, söz konusu kararın bozulması ve davanın
kabulüne karar verilmesi talebiyle İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine istinaf
başvurusunda bulunmuştur. 14/3/2017 tarihli istinaf dilekçesinde 5271 sayılı
Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrasının açık olduğunu, bu düzenlemeyle
suç soruşturması ya da kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya
diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet
savcılarının verdiği kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle devlet
aleyhine tazminat davası açılabileceğinin hüküm altına alındığını ve
mahkemelerin her şeyin kanunlarda açık şekilde düzenlenmesini beklemelerinin
hukuka uygun olmadığını iddia etmiştir. Başvurucu, Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 12/5/2015 tarihli kararını da zikretmiş ve kanunların her sorunu
çözemeyeceğini, sorunların çözümü için uygun kurallar manzumesini ortaya
koyduklarını, sorunların ise ancak karar vericiler tarafından çözülebileceğini
ifade etmiştir. Başvurucu; aynı konu hakkında farklı mahkemelerce verilen kabul
kararlarının bulunduğunu, bu yöndeki kararların 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinin (3) numaralı fıkrası çerçevesinde verildiğini, oluşan manevi zararlarının
giderilmesi yönündeki talebinin yersiz gerekçelerle reddedildiğini ileri
sürmüştür.
16. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 19. Ceza Dairesinin
12/5/2017 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak
karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde mahkeme kararında usule ve esasa
ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde
herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde
olduğu ve başvurucu tarafından ileri sürülen nedenlerin yerinde görülmediği
belirtilmiştir.
17. Nihai karar 15/6/2017 tarihinde öğrenilmiştir.
18. 19/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili
Mevzuat
19. 5271 sayılı Kanun’un "İletişimin tespiti,
dinlenmesi ve kayda alınması" kenar başlıklı 135. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"(1) (Değişik: 21/2/2014–6526/12
md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine
ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka
suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli
veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi (…) dinlenebilir, kayda
alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını
derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde
verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde
tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.
...
(4) Birinci fıkra hükmüne göre verilen
kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği,
iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite
imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en
çok iki ay için verilebilir; bu süre, bir ay daha uzatılabilir. (Ek cümle:
25/5/2005 – 5353/17 md.) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla
ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim yukarıdaki sürelere ek olarak
her defasında bir aydan fazla olmamak ve toplam üç ayı geçmemek üzere
uzatılmasına karar verebilir.
...
(6) (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Şüpheli
ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında
hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma
aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Kararda, yüklenen suçun türü,
hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon
numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu ve tedbirin süresi
belirtilir. ...
(7) Bu madde hükümlerine göre alınan
karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.
..."
20. 5271 sayılı Kanun’un "Kararların yerine
getirilmesi, iletişim içeriklerinin yok edilmesi" kenar başlıklı 137.
maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
"(3) 135 inci maddeye göre verilen
kararın uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair
karar verilmesi ya da aynı maddenin birinci fıkrasına göre hâkim onayının
alınamaması halinde, bunun uygulanmasına Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl
son verilir. Bu durumda, yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtlar
Cumhuriyet savcısının denetimi altında en geç on gün içinde yok edilerek, durum
bir tutanakla tespit edilir.
(4) Tespit ve dinlemeye ilişkin
kayıtların yok edilmesi halinde soruşturma evresinin bitiminden itibaren, en
geç onbeş gün içinde, Cumhuriyet Başsavcılığı, tedbirin nedeni, kapsamı, süresi
ve sonucu hakkında ilgilisine yazılı olarak bilgi verir."
21. 5271 sayılı Kanun’un "Tazminat istemi"
kenar başlıklı 141. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim
önüne çıkarılmayan,
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya
hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı
hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde
hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan
veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya
beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve
tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya
işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle
zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve
haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı
bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları
yakınlarına bildirilmeyen,
i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir
şekilde gerçekleştirilen,
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı
değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli
tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan
veya zamanında geri verilmeyen,
k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama
veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından
yararlandırılmayan,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler.
...
(3) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Birinci
fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında
kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere
hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler
nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.
..."
22. 5271 sayılı Kanun’un "Tazminat isteminin
koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir.
(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer
ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu
işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın
yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.
(3) Tazminat isteminde bulunan kişinin
dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın
nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir.
...
(6) İstemin ve ispat belgelerinin
değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek
tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı
yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir.
...
(8) Karara karşı, istemde bulunan,
Cumhuriyet savcısı veya Hazine temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir;
inceleme öncelikle ve ivedilikle yapılır.
..."
23. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'a 18/6/2014 tarihli ve 6545 Kanun'un
86. maddesiyle eklenen geçici 8. madde şöyledir:
"(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü
işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında
hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin
dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası
incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu
davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci ve devamı
maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır."
2. İlgili Yargı
Kararları
24. Başvurucuyla aynı soruşturma kapsamında soruşturulan
ve haklarında takipsizlik kararı verilen dört kişi tarafından açılan koruma
tedbirleri nedeniyle tazminat davasında Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesince
verilen 13/12/2017 tarihli ve E.2016/59, K.2017/349 sayılı kararın ilgili kısmı
şöyledir:
"...İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının ... soruşturma sayılı evrakın incelenmesinde; Davacının
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce yürütülen
soruşturma sırasında teknik takip altında tutulduğu, telefonlarının dinlendiği,
hakkında iletişim tespit kararları verildiği ve bu kararların bir çok kez
uzatıldığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının ... evrakında verilen
02/11/2015 tarihli ... kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği
anlaşılmış, böylece hakkında haksız yere koruma ve denetim tedbirlerinin
uygulandığı, KYOK kararı verildikten sonra davacı hakkında yapılan dinleme
kayıtlarının, teknik takip kayıtlarının uyap sistemine yüklenerek 24 farklı
dosyaya girdiği, davacı hakkında haksız dinleme sonucunda elde edilen dinleme kayıtlarının
hukuka aykırı olarak elde tutulduğu ve yok edilmediği, bu sebeplerle davacının
CMK'nın 141/3 maddedeki şartların gerçekleştiği anlaşılmakla haksız koruma ve
denetim tedbirlerine maruz kalan davacının zenginleşemeye yol açmayacak şekilde
iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile teknik takip tedbirine
başvurulmasından dolayı meydana gelen mağduriyetinin giderilmesi için 1.500 TL
manevi tazminatın 02/02/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile
birlikte, haksız dinleme sonucunda elde edilen dinleme kayıtlarının hukuka
aykırı olarak elde tutulmasından ve yok edilmemiş olmasından dolayı meydana
gelen mağduriyetinin giderilmesi için 1.500 TL manevi tazminatın 10/05/2016
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalı hazineden alınarak
davacıya ... verilmesine hükmedilmesi gerekmiştir.
..."
25. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 11/11/2015 tarihli ve
E.2015/13049, K.2015/17584 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...ceza yargılama mevzuatımızda
kişilerin gizli veya özel hayatı ile ilgili kabul edilebilecek bilgiler ile
kişilerin onur ve saygınlığını zedeleyecek ifade ve ibarelerin iddianamede
bulunmasını yasaklayıcı pozitif bir hukuk kuralı bulunmamaktadır. Ancak, böyle
bir düzenlemenin bulunmaması kişilerle ilgili her türlü bilginin iddianamede
gösterilmesini hukuka uygun kılmakta mıdır? Başka bir anlatımla diğer
kişilerden beklenen, özel hayata saygı, onur ve saygınlığı zedeleyici
davranışlardan kaçınma özen ve yükümlülüğü Cumhuriyet savcısı veya hâkimden
beklenmeyecek midir?
Anayasamızın başlangıç bölümünde yer
alan "Her Türk vatandaşının ... milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni
içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde
geliştirme varlığını hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu" özel hayatın
gizliliğini düzenleyen 20. maddesinde ise " Herkes, özel hayatına ve aile
hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile
hayatının gizliliğine dokunulamaz" şeklindeki düzenlemeye paralel olan;
4721 sayılı MK’nın 24. maddesindeki; “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına
saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını
isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası,
daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin
kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına
yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” hükmü ile; 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanununun 58. maddesinin 1. fıkrasındaki; “Kişilik hakkının zedelenmesinden
zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir
miktar para ödenmesini isteyebilir.” hükmü ve yine Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin "Özel hayatın ve aile hayatının korunması başlıklı 8.
maddesindeki; "Herkes özel hayatına, aile hayatına, konutuna ve
haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir." hükümleri birlikte
değerlendirildiğinde;
CMK'nın 170. maddesinin 3. fıkrasındaki
"iddianamede yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle
ilişkilendirilerek açıklanır" hükmünü uygulayan Cumhuriyet savcıları da,
zorunluluk ve gereklilik ilkelerine uygun hareketle özenli davranmalı,
kişilerin gizli veya özel hayat alanına ait olan, haberleşme içerikleri,
kişiler arasındaki konuşmalar, özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerle
ilgili bilgi ve belgelere iddianame içeriğinde yer vermelerinin gerekli olması
halinde, maruz kalınan suçlar bakımından kişilerin onur ve saygınlığını en az
zedeleyecek şekilde yer vermeli, zorunluluk ve gereklilik bulunmadıkça yer
vermemelidir. Gereklilik ve zorunluluğun belirlenmesinde ise suçun sübutu ve
nitelendirilmesine etki ölçüsüyle hareket edilmeli, isnat edilen suçun
niteliği, tarafların davadaki konumları, kişilerin ileriki yaşamlarındaki
etkileri, cinsiyeti, yaşı gibi özellikleri göz önünde bulundurulmalı yer
verilmesinin gerekli olduğu sonucuna ulaşıldığı takdirde ise bireysel hakları
en az ihlal edecek ve bu ihlali haklı gösterecek bir yöntem benimsenmelidir. Yargılama
makamları da, kamusal ve özel yararlar arasındaki dengeyi gözeterek, özel
bilgilerin kamuya yayılmasının önüne geçecek tedbirleri almalı, gerek
kararlarında gerekse yargılamada bu hususlarda daha dikkatli ve özenli
davranmalıdır.
Tüm bu açıklamalar ışığında davacının
iddiaları değerlendirildiğinde, iddianamede mağdur olarak gösterilen davacı
hakkında tutulan fişleme kayıtlarının iddianamede aynen yer alması, içeriğiyle
ilgili hiçbir değerlendirme yapılmaksızın ve değer yargısında bulunulmaksızın
CMK’nın 141/3. fıkrası uyarınca tazminatı gerektirmektedir. Zira sanıklara
isnat edilen suç gözetildiğinde, bu kayıtların iddianamede aynen yer alması
gerekmediği gibi, aynen yer almasında kamusal bir yarar da bulunmamaktadır.
Yargılama faaliyetlerinden kaynaklanan ve emredici veya yasaklayıcı bir norm
bulunmaması nedeniyle, kişisel kusur veya haksız fiil kapsamında
değerlendirilemeyecek bu özensiz davranış nedeniyle doğan zararın
giderilmesinde, Devletin kusursuz sorumluluğu söz konusu olup, yapılan
soruşturma ve kovuşturmalarda oluşan bu tür zararların tazminat hukukunun genel
ilkeleri çerçevesinde Devlet tarafından karşılanması gerekmektedir.
Açıklanan ilkeler çerçevesinde,
ispatlandığı takdirde maddi zararı ile yargılama faaliyetleri nedeniyle
zedelenen kişilik haklarından dolayı makul bir miktarda manevi tazminata
hükmedilmesi gerekirken, isabetsiz gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi,
Kanun'a aykırı olup, davacı vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde
görüldüğünden ... hükmün bozulmasına ... oybirliğiyle karar verildi."
26. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 11/6/2018 tarihli ve
E.2018/2990, K.2018/6506 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...yeterli uzmanlığı bulunmayan
bilirkişiye rapor düzenlettirerek, bu raporu esas alıp dava açan Cumhuriyet
savcısının eylemlerinden ötürü manevi tazminat isteminde bulunulduğu
görülmekle, belirtilen davanın 5271 sayılı CMK'ın 141/3 maddesinde düzenlenen
hakim ve Cumhuriyet savcısının verdiği karara ve yaptığı işleme dayanılarak
açıldığı, 6545 sayılı Kanun'un 70. maddesi ile ekli CMK'nın 141/3 maddesinde, 'Birinci
fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel
kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler
ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler
nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabileceği'nin
belirtildiği, aynı Kanun'un 86. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici
8. maddesinde ki 'Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması
ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle
hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen
derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay
incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili
ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi
Kanununun 141 inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek
suretiyle karara bağlanır.' şeklinde düzenleme dikkate alındığında, CMK'nın
141/3 maddesinde belirtilen hakim ve Cumhuriyet savcılarının karar veya
işlemlerine dayalı tazminat davalarının ağır ceza mahkemelerinde karar
bağlanacağı hususu gözetilmeden, davanın görev yönünden reddine dair yazılı
şekilde hüküm tesisi, Kanuna aykırı olup, ... sair yönleri incelenmeyen hükmün
bu sebepten dolayı ... bozulmasına ... karar verildi."
27. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 28/5/2018 tarihli ve
E.2017/8495, K.2018/5987 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... tarihli duruşmada davacı
vekili tarafından, dinleme kararı veren hakim hakkında, kurul tarafından
soruşturma açıldığının iddia edilmesi karşısında, tazminat istemine dayanak
soruşturma dosyasında görev yapan Cumhuriyet savcıları ve hakimler hakkında
yürütülen adli ve idari soruşturma olup olmadığı, olması halinde sonucunun,
Cumhuriyet savcıları ve hakimlerin kişisel kusur, haksız fiil veya diğer
sorumluluk hâllerinin bulunup bulunmadığı, CMK'nın 141/3. maddesinde belirtilen
halin davacı lehine oluşup oluşmadığının araştırılmaması ... Kanuna aykırı olup
... hükmün ... bozulmasına ... karar verildi."
B. Uluslararası
Hukuk
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel
ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."
29. Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar
başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak
ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası
için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci
önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir."
30. AİHM, Sözleşme'nin 13. maddesi uyarınca temel hak ve
özgürlüklerin ulusal düzeyde korunması için etkili bir başvuru yolunun var
olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 13. maddesi yetkili
ulusal makamlar tarafından Sözleşme kapsamına giren bir şikâyetin esasının
incelenmesine izin veren ve uygun bir telafi yöntemi sunan bir iç hukuk yolunun
sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu hukuk yolunun teoride olduğu kadar
pratikte de etkili bir yol olması gerekmektedir (İlhan/Türkiye [BD], B.
No: 22277/93, 27/6/2000, § 97; Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96,
26/10/2000, § 157; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 82).
31. AİHM; etkili başvuru hakkının Sözleşme çerçevesinde savunulabilir
nitelikteki bir şikâyetin etkili bir şekilde mahkemelerce incelenmesini ve
öngörülen yolun uygun bir telafi imkânı sunmaya elverişli olmasını güvence
altına aldığını vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, § 157;
Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, B. No: 11379/03, 10/2/2011, § 35). AİHM, iç
hukuktaki düzenlemelerin başvuruculara bu anlamda asgari güvenceleri içerecek
şekilde yeterli bir hukuk yolu sunup sunmadığını irdelemektedir (Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan,
§ 36).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
32. Mahkemenin 9/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
33. Başvurucu;
i. Hakkında iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda
alınmasına ilişkin koruma tedbiri uygulandığını, yaklaşık iki buçuk yıl süren
bu tedbir sonrasında kovuşturmaya yer olmadığını ve elde edilen kayıtların imha
edilmesine karar verildiğini, 5271 sayılı Kanun'un 137. maddesinin (3) numaralı
fıkrası gereğince yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtların en geç on
gün içinde imha edilmesi gerektiğini, sonraki süreçte açılan davalarda
mahkemelerce soruşturma dosyasının Başsavcılıktan talep edildiğini belirtmiştir.
ii. Soruşturma dosyasıyla birlikte haksız şekilde kayıt
altına alınan ve imha edilmesi gereken tapelerin/görüşmelerin de takipsizlik
kararının üzerinden beş ay geçmesine rağmen Başsavcılık tarafından yirmi dört
farklı mahkemeye gönderildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca imha edilmeyen
kayıtların UYAP üzerinden gönderildiğini, bu suretle özel hayatının ve
haberleşmesinin ifşa edildiğini iddia etmiştir.
iii. Cumhuriyet savcısının ihmalinden ve yaptığı işlemden
kaynaklanan manevi zararlarının karşılanması talebiyle 5271 sayılı Kanun'un
141. ve devamı maddelerinde öngörülen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat
davası açtığını, anılan maddenin (3) numaralı fıkrası gereğince davasının
etkili bir şekilde incelenmesi ve açık olan ihlal nedeniyle lehine manevi tazminata
hükmedilmesi gerekirken söz konusu davayı açmak için Kanun'da öngörülen
koşulları taşımadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiğini ifade
etmiştir.
iv. Mahkemenin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesindeki
dava yolu hakkında geliştirdiği ve hakkın özünü korumayan dar yorumu nedeniyle
manevi zararlarını karşılayamadığını, devletin sorumluluğuna gidemediğini
belirterek özel hayata saygı hakkının, haberleşme hürriyetinin ve adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
34. Bakanlık görüşünde, başvuru konu edilen süreçte yargı
organlarınca verilen kararlara ilişkin genel bilgiler aktarılmıştır.
35. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu tarafından sunulan
cevap dilekçesinde bireysel başvuru formunda yer alan talepler tekrar
edilmiştir.
B. Değerlendirme
36. Anayasa’nın "Özel hayatın gizliliği" kenar
başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ...saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ... gizliliğine
dokunulamaz.”
37. Anayasa’nın "Haberleşme hürriyeti" kenar
başlıklı 22. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, haberleşme hürriyetine
sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır."
38. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve
görevleri" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak,
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak
ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır.”
39. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin
korunması" kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
"Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin
hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek
zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından
vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin
edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır."
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun yargı makamlarınca gerçekleştirilen işlemlerden ve
ihmallerden kaynaklanan ve özel hayatın gizliliği ile haberleşmenin
gizliliğinin ihlal edilmesi suretiyle oluşan zararlarının tazmin edilmesi
talebiyle açtığı davanın etkili bir çözüm imkânı sunmadığına ilişkin
şikâyetleri, Anayasa'nın 20. ve 22. maddeleriyle bağlantılı olarak Anayasa'nın
40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında
değerlendirilmiştir. Etkili başvuru hakkı bakımından yapılacak incelemenin
sonucuna göre bu aşamada özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyeti
bakımından ayrıca bir inceleme yapılmayacaktır (aynı yönde değerlendirmeler
için bkz. Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, § 40).
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
42. Anayasa'nın 12. maddesine göre herkes kişiliğine
bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Bu genel nitelikteki anayasal düzenleme ile bireylerin kişilik değerlerine
yönelen, zarar veren olumsuz tutum ve davranışlar dışlanmaktadır. Bunun yanında
Anayasa'nın 5. maddesinde bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması
için gerekli şartların hazırlanması, devletin temel amaç ve görevlerinden biri
olarak sayılmaktadır. Bu düzenlemeler ışığında devletin bireylerin özel
hayatına saygı haklarına ve haberleşme hürriyetlerine keyfî olarak müdahale
etmemenin yanında üçüncü kişilerin anılan hak ve özgürlüklere karşı
saldırılarını önlemekle yükümlü kılındığı, bu bağlamda pozitif
yükümlülüklerinin bulunduğu söylenebilir (Ali Çığır, B. No: 2015/19298,
8/5/2019, § 32; Erol Kumcu, B. No: 2015/18988, 9/5/2019, § 32; U.B.,
B. No: 2015/3175, 10/10/2019, § 33; Murat Haliç, § 42).
43. Söz konusu yükümlülükler, kişilerin özel hayatlarına
ve haberleşmelerine yönelik gerçekleşmesi yakın tehlikelere karşı gerçek
anlamda bir koruma sağlayabilmeli ve oluşan zararların tazmin edilmesi için
kamu makamlarınca gerçekleştirilen işlemler, yapılan eylemler ve ihmaller konusunda
kişilere etkili bir karşı çıkma ve telafi imkânı tanımalıdır. Bu imkân ise
ancak etkili bir başvuru yolu tanınması ile sağlanabilir (Murat Haliç, §
43).
44. Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal
edildiğini ileri süren herkese, hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını
inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini
engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama)
elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması
olarak tanımlanabilir (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat
Haliç, § 44).
45. Anayasa Mahkemesi, manevi zararların ağırlıkta olduğu
ihlal iddialarında -kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, özel hayata
saygı hakkı ile haberleşme hürriyeti kapsamında- hukuki tazmin yolunu daha
yüksek başarı şansı sunabilecek kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu
olarak kabul etmiştir (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44; Aslı
Kırmızı Demirseren, B. No: 2013/5680, 15/4/2014, § 41; Gülşin Oral,
B. No: 2013/6129, 16/9/2015, § 47; Sümeyye Örnek, B. No: 2014/11091,
7/6/2017, § 26). Bunun gerekçesi ise kasten veya taksirle başkalarına verilen
zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderilmesi imkânının daha fazla olması,
ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk
alanında objektif sorumluluk esasının da etkili şekilde uygulanması ve hukuki
sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat
standardı kullanılması olarak açıklanmıştır. Ayrıca hukuk sistemimizde hukuki
sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin
zararının telafi edilmesi olduğu dikkate alındığında özellikle manevi zarara
dayanan uyuşmazlıklar açısından hukuki tazmin yolu ilgililere daha yüksek
başarı şansı sunabilecek kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olarak
nitelendirilmiştir (Işıl Yaykır, § 44; Aslı Kırmızı Demirseren, §
41; Mesut Özbezen, B. No: 2013/8175, 15/4/2014, § 40; Murat Haliç, §
45).
46. Ayrıca Anayasa Mahkemesi kişilik haklarına saldırı
mahiyetindeki iddiaların adli ve idari yargı düzenindeki mahkemelerce
değerlendirilebileceğini, bu doğrultuda ilgili mevzuat kapsamında kişilik
haklarına yönelen saldırıların sona erdirilmesi ve zararın tazmin edilmesi
hususunda hukuk davası ile tam yargı davası açılabileceği konusunda bir
tereddüdün bulunmadığını da vurgulamaktadır (Ali Çığır, § 41; Erol
Kumcu, § 41; Cansun Sarıyıldız, B. No: 2015/11671, 8/1/2020, § 30; Murat
Haliç, § 46).
47. Devletin suçların soruşturulması faaliyeti kapsamında
şüpheliler hakkında birtakım tedbirler alarak onları gözetimi altında tuttuğu
durumlarda ise şüphelilerin sonradan ileri sürecekleri şikâyetlerinin olması
olağandır. Usul kurallarının yoğun şekilde öngörüldüğü bu özel durumlar
yönünden söz konusu şikâyetlerin esasının incelenmesine imkân sağlayan ve
gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan etkili hukuk yollarının olması da
ilgililere etkili başvuru hakkının sağlanması bakımından bir gerekliliktir.
5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerinde düzenlenen koruma tedbirleri
nedeniyle tazminat davaları da bu bağlamdaki gerekliliği karşılamaya uygun bir
yöntem sunmalıdır (Murat Haliç, § 47).
48. H.Ö. (B. No: 2017/34332, 12/12/2018) kararında
Anayasa Mahkemesi, koruma tedbirleri tazminat davaları ile 5271 sayılı Kanun'un
141. maddesinin (3) numaralı fıkrası yönünden birtakım değerlendirmelerde
bulunmuştur. Söz konusu düzenlemeler ile pratikteki uygulamaların bu tür
şikâyetler açısından etkili bir hukuk yolu olarak değerlendirilebilmesi için
gerekli olan yargısal yaklaşıma ilişkin yapılan açıklamalarda Anayasa Mahkemesi
5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı 141.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında, suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil
olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdiği kararlar veya yaptığı
işlemler nedeniyle devlet aleyhine tazminat davası açılabileceğinin
öngörüldüğünü, anılan hüküm kapsamında Cumhuriyet savcılarının yapmış oldukları
işlemler nedeniyle zarar gördüğünü düşünen mağdurlar yönünden bir başvuru
mekanizmasının oluşturulduğunu tespit etmiştir (H.Ö., § 41; ayrıca bkz. M.Y.,
B. No: 2014/7149, 22/11/2017, § 50). H.Ö. kararında, yargılama
faaliyetlerinden doğan ve emredici ya da yasaklayıcı bir kural bulunmaması
nedeniyle kişisel kusur veya haksız fiil kapsamında değerlendirilemeyecek
özensiz davranışlardan kaynaklanan zararların 5271 sayılı Kanun'un (3) numaralı
fıkrası kapsamında giderilebileceğine ilişkin Yargıtayca verilen bazı kararlara
da değinilmiş ve anılan fıkranın etkili bir yol olarak işletilebileceğine
işaret edilmiştir (Murat Haliç, § 48).
49. Gerçekten de kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi
amacıyla öngörülen yargı yollarından biri olan koruma tedbirleri nedeniyle
tazminat davası açma imkânının mevzuatta yer alması yalnız başına yeterli
olmayıp bu yolun aynı zamanda pratikte de başarı şansı sunması gerekir. Söz
konusu yola başvurulabilmesi için öngörülen koşullar somut olaylara tatbik
edilirken dayanak işlem, eylem ya da ihmallerden kaynaklanan savunulabilir
nitelikteki iddiaların bu doğrultuda geniş şekilde değerlendirilmesi,
koşulların oluşmadığı sonucuna ulaşılması durumunda ise bu durumun yargı makamları
tarafından ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir (Murat Haliç, §
49).
50. Sonuç olarak tahdidi sayılan koşullar dışında
hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptığı
işlemlerden kaynaklanan zararların giderilmesine yönelik girişimlerde bulunma
imkânı sağlayan ve geniş şekilde yorumlanmaya uygun olan söz konusu
düzenlemelerin zarar görenlerin herhangi bir yargı merciine başvurma imkânını
ortadan kaldıracak şekilde dar yorumlanmaması ve etkili bir yargısal koruma
sağlama konusunda yargı makamlarınca temel hak ve özgürlükleri önceleyen bir
yaklaşım içinde olunması etkili başvuru hakkının gereklerinin sağlanması
açısından önem arz etmektedir (Murat Haliç, § 50).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
51. Başvuru özetle takipsizlik kararıyla birlikte
Başsavcılık tarafından imha edilmesine karar verilen dinleme kayıtlarının beş
ay geçmesine rağmen tutulmaya devam edilmesi, kayıtların birçok farklı
mahkemeye gönderilmesi ve UYAP'a aktarılması nedeniyle manevi zarara uğradığını
belirten başvurucunun pratikte bu iddialarını dile getirebileceği etkili bir
başvuru yolu bulunmadığına, bir başka deyişle mevcut yargısal sistemin etkili
olmadığına ilişkindir.
52. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde 18/6/2014
tarihinde yapılan değişikliklerle eklenen (3) numaralı fıkra ile anılan
maddenin (1) numaralı fıkrasında yazan hâller dışında suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri
de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar
veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davalarının devlet aleyhine
açılabileceği kabul edilmiştir. Dolayısıyla bu suretle Cumhuriyet savcılarının
yapmış olduğu işlemler nedeniyle zarar gördüğünü düşünen kişiler yönünden bir
hukuk yolunun getirildiği görülmektedir.
53. Yargıtay, suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil
olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdiği kararlar veya yaptığı
işlemler nedeniyle zarar gördüğünü iddia ederek 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesi kapsamında tazminat davası açan kişilerin durumlarını bazı durumlarda
bu bağlamda değerlendirmiştir. Örneğin özel hayatın gizliliği ve kişisel
verilerle ilgili bilgi ve belgelere haksız şekilde iddianame içeriğinde yer
veren Cumhuriyet savcısının bu eylemine karşı açılan tazminat davasında
Yargıtay; yargı mensuplarının zorunluluk ve gereklilik ilkelerine uygun hareket
ederek özenli davranmaları gerektiğini, kişilerin gizli veya özel hayat alanına
ait olan haberleşme içeriklerine, kişiler arasındaki konuşmalara, kişisel
verilerle ilgili bilgi ve belgelere iddianame içeriğinde yer verilmesinin uygun
olmadığını, yer verilmesinin zorunlu olması durumda ise maruz kalınan suçlar
bakımından kişilerin onur ve saygınlığını en az zedeleyecek şekilde bu
hususlara yer verilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Yargıtay, bu durumda
bireysel hakları en az ihlal edecek ve bu ihlali haklı gösterecek bir yöntemin
benimsenmesi gerektiğini ifade ederek aksi yöndeki yaklaşımı özensiz davranış
olarak nitelendirmiş ve 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı
fıkrası gereğince mağdurun manevi zararlarının tazmin edilmesi gerektiği
sonucuna ulaşmıştır (bkz. § 25).
54. Başka bir kararında Yargıtay, yeterli uzmanlığı
bulunmayan bilirkişiye rapor düzenlettiren ve bu raporu esas alarak kamu davası
açan Cumhuriyet savcısının eyleminden dolayı ileri sürülen manevi tazminat
talebinin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğine hükmetmiştir (bkz. § 26). Yine Yargıtay, dinleme
kararı veren ve hakkında disiplin soruşturması başlatıldığı iddia edilen
hâkimin bu kapsamdaki eylem ve işlemlerinden kaynaklanan zararların tazmini
talebiyle açılan davada 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının uygulanabileceğini ifade etmiştir (bkz. § 27). Ayrıca başvurucuyla
aynı soruşturma kapsamında soruşturulan dört kişi tarafından aynı hukuki
gerekçelerle açılan koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davasında -Bakırköy
11. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2017 tarihli kararıyla- 5271 sayılı Kanun'un
141. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında manevi tazminata hükmedilmiştir
(bkz. § 24).
55. Dolayısıyla 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında "suç soruşturması veya kovuşturması sırasında
kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere
hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları
işlemler" şeklinde ifade edilen ve her somut olayın özelliğine göre
değerlendirilmesi gereken nedenlere dayanılarak bir zararın meydana geldiği
konusunda savunulabilir iddiaların ileri sürülmesi durumunda yargı makamlarının
bu konuda yapacakları yorum söz konusu temel hakların korunmasını sağlayan
etkili başvuru yolunun bulunup bulunmadığının saptanmasında kilit rol
oynamaktadır (Murat Haliç, § 55).
56. Somut olayda başvurucunun özel hayatının ve
haberleşmesinin gizliliğinin ihlal edilmesi suretiyle manevi olarak zarar
gördüğüne ve bu zararların tazmin edilmesi gerektiğine yönelik şikâyetleri,
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen koşulların oluşmadığı
gerekçesiyle derece mahkemelerince reddedilmiştir.
57. Başvurucunun şikâyet ettiği hususun hangi nedenlerle
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğine dair somut ve ikna edici gerekçeler ileri sürdüğü
görülmektedir. Ancak derece mahkemelerince bu hususların değerlendirilmediği ve
savunulabilir nitelikteki iddialara dayanan davanın neden söz konusu
düzenlemenin kapsamında kabul edilmediği hususunda açıklamalarda bulunulmadığı
anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucu ile aynı soruşturma kapsamında hakkında
iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasına ilişkin tedbirler uygulanan
ve başvurucuyla birlikte hakkında takipsizlik verilen diğer kişiler tarafından
açılan tazminat davalarında (bkz. § 24) farklı yönde kararlar verildiğine
ilişkin olarak başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar hakkında da herhangi
bir gerekçenin oluşturulmadığı görülmektedir.
58. Başvurucunun içinde bulunduğu koşulların ve
iddialarının 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası
kapsamında olmadığı yönünde verilen kararın bu yönüyle ilgili ve yeterli
gerekçeler içermediği, başvurucuya uygun bir telafi şansı sunmaya elverişli
olmadığı anlaşılmaktadır. Esasında 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3)
numaralı fıkrasının kapsamı konusunda derece mahkemelerince ortaya konulan bu
yaklaşımın temel hakların ihlaline yönelik şikâyetin etkili bir şekilde
incelenmesine imkân sağlamadığı değerlendirilmektedir. Neticede somut olayın
koşullarında özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyeti bağlamında oluşan
zararlarının tazmini konusunda başvurucuya asgari güvenceleri içerecek şekilde
etkili bir hukuk yolu sunulmadığı sonucuna varılmaktadır.
59. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 20. ve 22.
maddeleriyle bağlantılı olarak 40. maddesinde güvence altına alınan etkili
başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir
mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
61. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini, yargılamanın
yenilenmesine ve lehine 10.000 TL tazminata hükmedilmesine karar verilmesini
talep etmiştir.
62. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına
da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın
ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
64. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
65. İncelenen başvuruda özel hayata saygı hakkı ile
haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal
edildiği sonucuna ulaşılmıştır. İhlalin özel hayata saygı hakkı ile haberleşme
hürriyeti bağlamında oluşan zararlarının tazmini konusunda başvurucuya asgari
güvenceleri içerecek şekilde etkili bir hukuk yolu imkânı sunmayan derece
mahkemelerinin kararlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
66. Bu durumda etkili başvuru hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
67. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç
ile 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle
bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan
etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin etkili başvuru hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2016/213, K.2017/52)
GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ile 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 9/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.