TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
EYYÜP GÜNEŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/28308)
|
|
Karar Tarihi: 21/10/2021
|
R.G. Tarih ve Sayı: 14/1/2022-31719
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Eyyüp GÜNEŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Sevil ARACI BEK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, haksız olarak gözaltı ve tutuklama
tedbirlerine başvurulmasına rağmen açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 21/6/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. İkinci Bölüm tarafından 13/4/2021 tarihinde yapılan
toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması
gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin
(3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Ceza Davası
Süreci
9. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, PKK ile
bağlantılı internet sitelerinden yapılan çağrılar üzerine 28/12/2015 tarihinde
gerçekleştirilen bir gösteriyle ilgili olarak başlatılan soruşturma kapsamında
1999 doğumlu olan başvurucu da -eyleme katıldığı değerlendirmesiyle- aynı gün
gözaltına alınmıştır.
10. Başvurucu 29/12/2015 tarihinde silahlı terör örgütüne
üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Adana 1. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiş,
Hâkimlik aynı gün başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili
kısmı şöyledir:
"...atılı silahlı terör örgütüne
üye olma suçun niteliği ve önemi, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
somut delillerin bulunması, dosyada bulunan olay ve yakalama tutanağında 'Biz
görevlilere taşlı saldırıda bulunan açık kimlik bilgilerini sonradan
öğrendiğimiz S.Ö., A.B. ... Eyyüp Güneş yakalanmıştır' şeklinde tutanak
tutulmuş olması, bu tutanağın aksini kanıtlamamış olması, SSÇ lerden Eyyüp ve S.nin
taş attığı ve atacağı yönündeki dolaylı ikrarı, dosyada bulunan çocukların üzerine
atılı suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılayacağını dair adli tıp raporu,
suça sürüklenen çocuğun kaçma, delilleri karartma ve yok etme ihtimalinin
bulunmaması, yüklenen suça öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, suça sürüklenen
çocukların üzerlerine atılı suçun katalog suçlardan olması, adli kontrol
hükümlerinin yetersiz kalacağı, tutuklamanın ölçülü olacağı dikkate alınarak
CMK'nun 100. 101 ve devam eden maddeleri gereğince suça sürüklenen çocukların
ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]"
11. Başvurucu 31/12/2015 tarihinde tutuklama kararına
itiraz etmiş; Adana2. Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte itirazın kabulü ile
-haftanın bir günü kolluk birimlerine imza verme şeklinde adli kontrol tedbiri
uygulanması suretiyle- başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararda;
başvurucunun %70 oranında engelli olduğuna dair bir sağlık raporunun varlığının
yanı sıra yargılama aşamasında atılı suçun vasıf ve mahiyetinin lehe değişme
ihtimalinin bulunması, başvurucunun sabit bir ikâmet adresinin olması, kaçma
veya delilleri karartma şüphesini uyandıran somut olguların bulunmaması ve
tutuklamadan beklenen amaca adli kontrol tedbirleriyle ulaşılabilecek olması
gerekçelerine dayanılmıştır.
12. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 17/2/2016 tarihli
iddianamesiyle başvurucunun terör örgütü üyesi olma, terör örgütünün
propagandasını yapma, yasa dışı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılarak ihtara
ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar etme, toplantı ve gösteri
yürüyüşlerine taşla katılma, terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde kamu
görevlilerinin görevlerini yapmalarını engellemek amacıyla etkin direnme, kamu
malına zarar verme ve trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçlarını işlediğinden
bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava
açılmıştır. İddianamede başvurucu dışında iki kişinin daha (A.B. ve S.Ö.) aynı
suçlardan cezalandırılması talep edilmiştir.
13. Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesi 24/2/2016 tarihinde
iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/103 sayılı dosya üzerinden
kovuşturma aşaması başlamıştır.
14. Mahkemece yürütülen yargılama sırasında esas
hakkındaki görüşünü açıklayan Cumhuriyet savcısı; PKK ile bağlantılı internet
sitelerinden yapılan çağrılar üzerine gerçekleşen, şehir merkezindeki bir yolun
ulaşıma kapatıldığı, örgüt lehine slogan atılan ve güvenlik görevlilerine taşla
saldırıda bulunulan yasa dışı eyleme başvurucunun ve suça sürüklenen diğer
çocuklar S.Ö. ile A.B.nin de katıldığını fakat başvurucunun cezai ehliyetinin
bulunmadığını ifade etmiştir.
15. Mahkeme 23/6/2016 tarihinde başvurucunun yanı sıra
suça sürüklenen diğer çocuklar S.Ö. ile A.B. hakkındaki davayı
sonuçlandırmıştır. Bu kapsamda S.Ö. ile A.B.nin bir kısım suçtan hapis cezası
ile cezalandırılmasına ve haklarındaki hükümlerin açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucuya isnat edilen tüm suçlar yönünden
ise akıl hastalığı nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir.
Kararın başvurucuya ilişkin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"SSÇ [suça sürüklenen çocuk] hakkında her
ne kadar örgüt adına suç işlemek, örgüt propagandası yapmak, 2911 Sayılı Kanuna
muhalefet, kamu görevlisine direnme, kamu malına zarar verme ve trafik
güvenliğini tehlikeye sokma suçlarından cezalandırılması talebiyle kamu davası
açılmış ise de Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu tarafından SSÇ hakkında tanzim
olunan raporda SSÇ'nin işlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılamasını ve
davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli derecede azaldığının
belirtildiği, ayrıca dosya kapsamında bulunan Adana Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi tarafından SSÇ hakkında tanzim olunan özürlü sağlık kurulu raporunda
SSÇ'nin % 70 oranında vücut fonksiyon kaybının olduğu, bu haliyle SSÇ'nin akıl
hastası olduğu, işlemiş olduğu fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını
algılayamadığı, TCK'nın 32/1 maddesinde bu hususun cezasızlık sebebi olarak
düzenlendiği, SSÇ'nin cezai ehliyetinin bulunmadığı tüm dosya kapsamından
anlaşıldığından TCK'nın 32/1 ve CMK'nın 223/3-a maddeleri gereğince SSÇ
hakkında ceza verilmesine yer olmadığı cihetine gidilmiştir."
16. Başvurucu hakkındaki karar temyiz edilmeden 8/9/2016
tarihinde kesinleşmiştir.
B. Tazminat
Davası Süreci
17. Başvurucu 29/11/2016 tarihinde haksız gözaltı ve
tutuklama nedeniyle Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.
Dava dilekçesinde; suça sürüklenen diğer çocuk A.B.nin -tutuklamaya konu- terör
örgütü üyeliği suçundan beraat ettiğine dikkat çekilmiş ve başvurucunun
-herhangi bir olgu açıklanmaksızın- haksız olarak gözaltına alınıp
tutuklandığı, bu nedenle çalışamadığı ve elem duyduğu belirtilerek 500 TL maddi
ve 5.000 TL manevi tazminat talep edilmiştir.
18. Mahkeme 27/1/2017 tarihinde davanın reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir.
"Tazminat davasına konu Adana 2.
Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2016/103 esas 2016/322 karar sayılı dosyası
incelendiğinde; davacının silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 28.12.2015
tarihinde saat 15.00'da gözaltına alındığı, aynı gün saat 19.24'te serbest
bırakıldığı, 29.12.2015 tarihinde Adana 1. Sulh Ceza Hakimliği'nin 2015/991
sorgu sayılı kararı ile tutuklandığı, 31.12.2015 tarihinde Adana 2. Sulh Ceza
Hakimliği'nin 2015/5525 D.İş sayılı kararı ile serbest bırakıldığı, davacı
hakkında 23.06.2016 tarihinde CMK'nın 223/3-a maddesi gereğince cezai ehliyeti
olmadığından ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verildiği, bu kararın
08.09.2016 tarihinde kesinleştiği, tazminat davasının 29.11.2016 tarihinde
CMK'nın 142/1 maddesi uyarınca 3 aylık ve 1 yıllık süreler içerisinde açıldığı,
davacı hakkında cezai ehliyetinin bulunmadığı gerekçesi ile TCK'nın 32/1
maddesi gereği, CMK'nın 223/3-a maddesi uyarınca ceza verilmesine yer
olmadığına dair karar verildiği anlaşılmakla; ceza verilmesine yer olmadığına
dair kararlara karşı tazminat talebinde bulunulamayacağı düzenlemesi karşısında
davanın CMK'nın 144/1-d maddesi uyarınca reddine karar vermek
gerekmiştir."
19. Başvurucu, karara karşı istinaf başvurusunda
bulunmuş; Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 16. Ceza Dairesi 7/3/2017 tarihinde
"davacının gözaltına alınıp tutuklandığı silahlı terör örgütüne üye olma
suçundan yapılan yargılama sonunda ceza ehliyeti bulunmadığından ceza
verilmesine yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle 5271 sayılı CMK'nun
144/1-d maddesi gereğince tazminat koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı"
değerlendirmesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar
vermiştir.
20. Başvurucu, kararı 9/6/2017 tarihinde öğrendiğini
bildirmiş ve 21/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili
Mevzuat
21. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı 141. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim
önüne çıkarılmayan,
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya
hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı
hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde
hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan
veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya
beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve
tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya
işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle
zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve
haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı
bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları
yakınlarına bildirilmeyen,
i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir
şekilde gerçekleştirilen,
...
k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama
veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından
yararlandırılmayan,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler."
22. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin
koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir.
İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer
ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu
işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın
yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır. "
23. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteyemeyecek
kişiler " kenar başlıklı 144. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
"Kanuna uygun olarak yakalanan veya
tutuklanan kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:
...
d) Kusur yeteneğinin bulunmaması
nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilenler.
..."
2. Yargıtay
Kararları
24. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 23/3/2016 tarihli ve
E.2015/4488, K.2016/4813 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Ceza Muhakemesi Kanun’un 141/1-e
maddesi ile 'Kanuna uygun olarak yakalandıktan sonra hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına veya beraatlerine karar verilenler için tazminat' ödenmesi kabul
edilmiş olup, davacının kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlaması nedeniyle şüpheli
sıfatıyla 23.10.2011 günü saat 15:30 sıralarında yakalandığı ve akabinde
karakola götürüldüğü, davacının şüpheli sıfatıyla kolluk tarafından ifadesi
alındıktan sonra gözaltına alındığı ve ertesi gün serbest bırakıldığı, yapılan
soruşturma sonunda davacı hakkında, gözaltına alındığı suç nedeniyle İstanbul
... Asliye Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı 13.02.2014 tarihli ilamıyla beraatine
hükmedilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu
olarakhak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar maddi ve manevi
tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle tazminat
talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]"
25. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 4/5/2016 tarihli ve
E.2015/11001, K.2016/7842 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"…gözaltına alındığı suç nedeniyle
Antalya ... Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı 03.10.2011 tarihli ilamıyla
beraatine hükmedilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve bunun
sonucu olarak sembolik bir miktar maddi ve manevi tazminatın ödenmesine karar
verilmesi gerekirken, 'davacının suç işleme eğilimi içerisinde bulunduğu, yoğun
suç şüphesiyle gözaltına alındığı ve makul sürede içinde ifadesi alınıp serbest
bırakıldığı,' gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi ... [kanuna aykırıdır.]"
26. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 11/6/2013 tarihli ve
E.2013/8808, K.2013/15869 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Yapılan soruşturma sonunda
davacı hakkında, yakalanıp gözaltına alındığı suçtan 12.05.2010 tarihinde
beraat hükmü verilmesi nedeniyle bu yakalamanın hukuka aykırı olduğu ve bunun
sonucu olarak hak ve nesafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar manevi
tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken 'davacının, şüpheli
davranışları nedeniyle hakkında makul şüphe oluştuğu ve delil yetersizliği
nedeniyle hakkında beraat karan verildiğinden' bahisle manevi tazminat
talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]"
27. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 21/1/2014 tarihli ve
E.2013/27015, K.2014/1040 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...incelenen dosya kapsamına göre,
davacının hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 09.02.2010 tarihinde
yakalanıp gözaltına alınıp ertesi gün savunmasının alınmasından sonra nakti
kefalet karşılığında serbest bırakılması ve yapılan soruşturma sonunda davacı
hakkında, gözaltına alındığı suçtan 18.03.2011 tarihinde ek kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve
bunun sonucu olarak hak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar
tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken 'davacının, kanuni gözaltı
süresi içinde serbest bırakıldığı' gerekçesiyle tazminat talebinin reddine
karar verilmesi... [kanuna
aykırıdır.]"
28. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 27/5/2014 tarihli ve
E.2014/5935, K.2014/12895 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...davacının Uyuşturucu ticareti
yapma ve Suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak suçları nedeniyle
04.03.2007 günü gözaltına alındığı, 08.03.2007 – 05.06.2008 tarihleri arasında
tutuklu kaldığı, yapılan yargılama sonunda davacı hakkında, tutuklandığı suçlar
nedeniyle Erzurum ... Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı 25.11.2008 tarihli
ilamıyla beraatine hükmedilmesi nedeniyle gözaltı ve tutuklamanın hukuka aykırı
olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir
miktar manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi ... [gerekir.]"
29. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 3/6/2014 tarihli ve
E.2014/2232, K.2014/13556 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...davacı yönünden tazminat
davasına dayanak teşkil eden ceza dava dosyasında yapılan yargılama sonucu
verilip kesinleşen beraat kararı ile birlikte, beraatle sonuçlanmış suça
ilişkin olarak yapılmış olan tutuklamanın haksız hale geldiğinin ve CMK'nın
100/4. maddesi uyarınca tutuklama yasağı bulunan kasten yaralama suçlarından
tutuklandığının anlaşılması nedeniyle koruma tedbirleri nedeniyle tazminat
verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/1-a ve devamı maddelerinde
belirtilen şartların davacı yönünden gerçekleştiği gözetilip, uğranıldığı iddia
olunan maddi ve manevi zararla ilgili makul bir tazminata hükmedilmesi
gerekir..."
30. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 3/12/2012 tarihli ve
E.2012/23022, K.2012/26057 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Haksız tutuklama nedeniyle
tazminat davalarında 02.05.1977 gün 1-1 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında
belirtildiği üzere beraat kararı gerekçesinin irdelenmesine olanak bulunmadığı
ve davacının tazminat davasına dayanak ceza dava dosyasında yapılan yargılama
sonucu atılı suçlardan beraat etmiş olması karşısında, Koruma Tedbirleri
Nedeniyle Tazminat Verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/1 ve devamı
maddelerinde belirtilen şartların davacı yönünden gerçekleştiği, bu nedenle
uğranıldığı iddia edilen maddi ve manevi zararla ilgili makul bir tazminata
hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, davacının kendi ikrarıyla gözaltına ve
tutuklanmasına sebebiyet verdiği gerekçesiyle davanın 5271 sayılı CMK'nın
144/1-e maddesi gereğince reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]"
31. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 4/7/2018 tarihli ve
E.2018/4115, K.2018/7434 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...davacı A.K.nın kasten öldürme
suçundan 25.02.2010 ile 29.06.2010 tarihleri arasında tutuklu kaldığı, hakkında
... iddianame ile kasten öldürme suçundan dava açıldığı, yargılama sonunda da
kasten öldürme suçuna ilişkin beraat kararı verilmeden eylemin TCK'nın 284.
maddesinde düzenlenen suç delillerini bildirmeme suçu kapsamında kaldığı ancak
TCK'nın 284/4 maddesi gereğince şahsi cezasızlık halinin varlığının kabulü ile
ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verildiği, kararın ... 10.04.2013
tarihinde kesinleştiğinin anlaşıldığı, 5271 sayılı CMK'nın 141/1-e maddesinde
düzenlenen kanuna uygun olarak tutuklandıktan sonra hakkında beraat ya da
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilenlerin tazminat talebinde
bulunabileceği hükmü karşısında, hakkında beraat kararı verilmeyen davacının
tazminat talebinin reddi yerine yazılı şekilde kısmen kabulüne karar
verilmesi... [kanuna
aykırıdır.]"
32. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 19/1/2015 tarihli ve
E.2014/8361, K.2018/2015/664 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...sanık (davacı) hakkında kasten
öldürme suçundan yapılan yargılama sonunda, mahkemece 'davacının (sanığın)
meşru müdafaa koşulları içinde meşru müdafaa sınırlarını aşarak mazur
görülebilecek heyecan, korku ve telaş nedeniyle maktülü yaralayıp ölümüne neden
olduğunun anlaşıldığı' gerekçesiyle sanık (davacı) hakkında ceza verilmesine
yer olmadığına ve beraatine dair karar verilmiş ise de, anılan gerekçe ile
davacı (sanık) hakkında TCK'nın 27/2. ve CMK'nın 223/3-c. maddeleri gereğince
yalnızca ceza verilmesine yer olmadığına kararı verilmesi gerektiği halde,
mahkemenin buna ek olarak verdiği beraat kararının yok hükmünde olduğu, bu
kapsamda 5271 sayılı CMK'nın 144. maddesinde tazminat verilemeyecek kişiler
arasında hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilenlerin
sayıldığının anlaşılması karşısında, davanın reddine karar verilmesi gerekirken
yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]"
B. Uluslararası
Hukuk
1. Sözleşme
Hükümleri
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük
ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
"1. Herkes özgürlük ve güvenlik
hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule
uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
a) Kişinin, yetkili bir mahkeme
tarafından verilmiş mahkumiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması;
b) Kişinin, bir mahkeme tarafından
yasaya uygun olarak verilen bir karara uymaması sebebiyle veya yasanın
öngördüğü bir yükümlülüğün uygulanmasını sağlamak amacıyla yasaya uygun olarak
yakalanması veya tutulması;
c) Kişinin bir suç işlediğinden
şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu
işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul
gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere
yakalanması ve tutulması;
d) Bir küçüğün gözetim altında eğitimi
için usulüne uygun olarak verilmiş bir karar gereği tutulması veya yetkili
merci önüne çıkarılmak üzere yasaya uygun olarak tutulması;
e) Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını
engellemek amacıyla, hastalığı yayabilecek kişilerin, akıl hastalarının, alkol
veya uyuşturucu madde bağımlılarının veya serserilerin yasaya uygun olarak
tutulması;
f) Kişinin, usulüne aykırı surette ülke
topraklarına girmekten alıkonması veya hakkında derdest bir sınır dışı ya da
iade işleminin olması nedeniyle yasaya uygun olarak yakalanması veya tutulması;
2. Yakalanan her kişiye, yakalanma
nedenlerinin ve kendisine yöneltilen her türlü suçlamanın en kısa sürede ve
anladığı bir dilde bildirilmesi zorunludur.
3. İşbu maddenin 1.c fıkrasında
öngörülen koşullar uyarınca yakalanan veya tutulan herkesin derhal bir yargıç
veya yasayla adli görev yapmaya yetkili kılınmış sair bir kamu görevlisinin
önüne çıkarılması zorunlu olup, bu kişi makul bir süre içinde yargılanma ya da
yargılama süresince serbest bırakılma hakkına sahiptir. Salıverilme, ilgilinin
duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminat şartına bağlanabilir.
4. Yakalama veya tutulma yoluyla
özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu
hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve, eğer tutulma yasaya aykırı
ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.
5. Bu madde hükümlerine aykırı bir
yakalama veya tutma işleminin mağduru olan herkes tazminat hakkına
sahiptir."
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi Kararları
a. Tazminat
Hakkının Kapsamına ve Tazminatın Niteliğine İlişkin
34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre
Sözleşme'nin 5. maddesinin (5) numaralı fıkrasında öngörülen tazminat hakkı,
ulusal bir makam veya Sözleşme kurumları tarafından bu maddenin diğer
fıkralarından birinin ihlal edildiğinin sabit bulunduğu varsayımına dayanır (N.C./İtalya
[BD], B. No: 24952/94, 18/12/2002, § 49).
35. Ulusal bir makamın Sözleşme'nin 5. maddesinin diğer
hükümlerinden herhangi birinin ihlaline dair doğrudan veya esasa dayalı bir
tespitinin olmaması hâlinde 5. maddenin (5) numaralı fıkrasının uygulanabilmesi
için AİHM'in öncelikle böyle bir ihlalin varlığını tespit etmesi gerekir (Nechiporuk
ve Yonkalo/Ukrayna, B. No: 42310/04, 21/4//2011, § 229; Yankov/Bulgaristan,
B. No: 39084/97, 11/12/2003, §§ 190-193). Öte yandan Sözleşme'nin 5. maddesinin
(5) numaralı fıkrasının uygulanabilirliği, ulusal makamlarca herhangi bir ihlal
durumunun tespit edilmesine veya söz konusu ihlal meydana gelmeseydi tutuklunun
salıverilecek olmasının kanıtlanmasına bağlı değildir (Blackstock/Birleşik
Krallık, B. No: 59512/00, 21/6/2005, § 51). Yakalama ya da tutuklama ulusal
hukuk bakımından hukuka uygun kabul edilse de Sözleşme'nin 5. maddesine aykırı
olabilir ve bu durumda anılan maddenin (5) numaralı fıkrası uygulanabilir hâle
gelir (Harkman Estonya, B. No: 2192/03, 11/7/2006, § 50).
36. Sözleşme'nin 5. maddesinin ilk dört fıkrasına aykırı
olan koşullarda özgürlükten mahrum bırakmanın meydana geldiği durumlarla ilgili
olarak tazminat başvurusunda bulunmanın mümkün olması hâlinde (5) numaralı
fıkraya da uyulmuş olur (Michalák/Slovakya, B. No: 30157/03, 8/2/2011, §
204; Lobanov/ Rusya, B. No: 16159/03, 16/10/2008, § 54). Bu bağlamda
AİHM'in kararından ya önce ya da sonra icra edilebilir bir tazminat hakkı
mevcut olmalıdır (Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012,
§§ 183, 184). Buna karşılık 5. maddenin ilk dört fıkrasına aykırı olan
koşullarda özgürlükten mahrum bırakma olmasına rağmen tazminat imkânının
bulunmaması hâlinde (5) numaralı fıkra ihlal edilmiş olacaktır. Ancak bu durum
AİHM'in Sözleşme'nin 41. maddesi uyarınca adil tazmin yoluyla tazminata
hükmetme konusundaki yetkisine halel getirmez (Brogan ve diğerleri/Birleşik
Krallık, B. No: 11209/84, 29/11/1988, § 67).
37. AİHM'e göre tazminat hakkından etkili bir biçimde
yararlanılması, yeterli derecede kesinlikle sağlanmalıdır (Ciulla/İtalya,
B. No: 11152/84, 22/2/1989, § 44). Tazminat hem kuramsal düzeyde (Dubovik/Ukrayna,
B. No: 33210/07-41866/08, 15/10/2009, § 74) hem de uygulamada elde edilebilir
olmalıdır (Chitayev ve Chitayev/Rusya, B. No: 59334/00, 18/1/2007, §
195). Yerel makamların tazminat taleplerini değerlendirirken aşırı düzeyde
biçimci olmadan 5. maddenin hükümlerine uygun olarak ulusal hukuku
yorumlamaları ve uygulamaları gerekir (Fernandes Pedroso/Portekiz, B.
No: 59133/11, 12/6/2018, § 137; Shulgin/Ukrayna, B. No: 29912/05,
8/12/2011, § 65).
38. Öte yandan tutuklu yargılama süresinin cezadan
düşülmesi -maddi nitelikte olmaması nedeniyle- 5. maddenin (5) numaralı
fıkrasına göre gerekli olan tazminat kapsamında sayılmaz (Wloch/Polonya (2),
B. No: 33475/08, 10/5/2012, § 32). Ayrıca anılan fıkradaki tazminat hakkı
yalnızca maddi zarar için değil aynı zamanda bir kişinin 5. maddenin ilk dört
fıkrasındaki hükümlerin ihlali sonucu maruz kaldığı sıkıntı, kaygı ve gerilim
için de tazminat hakkını içerir. Bu bağlamda AİHM, ulusal hukuka göre manevi
nitelikteki zararlar için tazminat ödenememesinin Sözleşme'nin 5. maddesinin
(5) numaralı fıkrasındaki güvenceye aykırı olduğunu tespit etmiş ve anılan
fıkranın ihlal edildiğine karar vermiştir (Khachatryan ve diğerleri/Ermenistan,
B. No: 23978/06, 27/11/2012,§§ 158, 159; Sahakyan/Ermenistan, B. No:
66256/11, 10/11/2015, § 31).
39. Diğer taraftan 5. maddenin (5) numaralı fıkrası,
Sözleşme'ye taraf devletlerce ilgili kişiye, ihlal sebebiyle uğradığı zararı
kanıtlayabilmesine bağlı olarak tazminat verilmesine ilişkin bir yasak
getirmemektedir. Fakat tazmin edilecek maddi veya manevi bir zararın olmadığı
hâllerde tazminat söz konusu olamaz (Wassink/Hollanda, B. No: 12535/86,
27/9/1990, § 38). Bununla birlikte hukuki olmayan tutuklamadan ileri gelen
manevi zarara dair kanıtın gerekli kılınmasında aşırı biçimcilik tazminat
hakkıyla uyumlu değildir (Danev/Bulgaristan, B. No: 9411/05, 2/9/2010,
§§ 34, 35).
b. Beraat Hükmü
Verilmesinin Tazminat Hakkıyla Bağlantısına İlişkin
40. AİHM'in Norik Pogosyan/Ermenistan (B. No:
63106/12, 22/10/2020) kararına konu olayda başvurucu, Sözleşme'nin 5.
maddesinin ilk dört fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesi
talebinde bulunmamıştır. AİHM bu nedenle başvurucunun davasında yerel
mahkemeler tarafından böyle bir ihlalin tespit edilip edilmediğinin
belirlenmesi gerektiği değerlendirmesinde bulunmuştur (Norik
Pogosyan/Ermenistan, § 31).
41. Anılan başvuruda, beraatin bir sonucu olarak
tutukluluğun iç hukuka göre hukuka aykırı olarak görülmesi nedeniyle Sözleşme'nin
5. maddesinin (5) numaralı fıkrasının uygulanabilir olduğu ileri sürülmüştür.
AİHM; üst mahkemenin, bir alt mahkemenin iç hukuka göre karar verirken hata
yaptığına dair daha sonraki bir bulgusunun tutuklulukla ilgili geriye yönelik
bir etki doğurmaması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca ceza yargılamalarında
verilen mahkûmiyetin iç hukukun esasa ilişkin hükümlerini ihlal etmesi de
tutuklamayı otomatik olarak hukuka aykırı hâle getirmeyecektir (Norik
Pogosyan/Ermenistan, § 32).
42. AİHM somut başvuruya ilişkin olarak beraat etmiş bir
kişiye hukuka aykırı şekilde özgürlükten yoksun bırakılmasının bir sonucu
olarak tazminat hakkı sağlayan Ermeni iç hukuk sistemine dikkat çekmiştir. Buna
yönelik iç hukukta yer alan hükümler ulusal yargı mercilerince beraat eden
kişiye "hukuka aykırı olarak özgürlüğünden yoksun bırakıldığı için"
uğradığı maddi zarar dolayısıyla tam tazminat hakkı verdiği şeklinde
yorumlanmıştır. AİHM; ulusal yargı organlarının yorumundan hareketle "İlgili
hükümler nihayetinde beraat eden bir kişinin tutukluluğunun hukuka aykırı
olarak görüldüğü şeklinde işlemektedir." sonucuna ulaşmıştır. AİHM'e
göre ilgili hukuk kuralları kesin terimlerle ifade edilmiştir ve yorumları ve
uygulanma şekli, davalı devletin en yüksek adli makamı tarafından onaylanmıştır
(Norik Pogosyan/Ermenistan, § 33).
43. AİHM iç hukukun kesin bir beraat durumunda sanığın
yargılamalar sırasındaki tutukluluğu için tazminat alma hakkına sahip olmasını
öngördüğü durumlarda, bu tür bir otomatik tazminat hakkının kendi başına
söz konusu tutukluluğun hukuka aykırı olarak nitelendirilmesi gerektiği
anlamına gelmediğini vurgulamaktadır. AİHM'e göre Sözleşme'nin 5. maddesinin
(5) numaralı fıkrasının yalnızca ceza yargılamasının beraatle sonuçlandırıldığı
gerekçesiyle böyle otomatik bir tazminat hakkı yüklediği söylenemezken
bu hükmün gereklerine uyacak hukuki çözümlerin seçimi, iç hukuk tarafından
belirlenecek bir politika tercihi olarak kalacaktır. Bu bağlamda AİHM, Ermeni
hukukuna göre başvurucunun yalnızca beraatinin bir sonucu olarak tazminat alma
hakkına sahip olduğunu değil aynı zamanda tutukluluğunun da iç hukuk anlamında hukuka
aykırı olarak kabul edildiğini not etmiştir (Norik Pogosyan/Ermenistan,
§ 34).
44. AİHM başvurucunun tutukluluğunun beraatini takiben iç
hukuk anlamında hukuka aykırı hâle geldiği ve yerel mahkemeler tarafından bu
şekilde değerlendirildiği gözönünde bulundurulduğunda davanın özel koşullarında
Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının teminatlarının esasen ihlal edildiğinin
ulusal düzeyde tespit edildiği ve bu nedenle aynı maddenin (5) numaralı
fıkrasının başvurucunun davasına uygulanabilir olduğu sonucuna varmıştır (Norik
Pogosyan/Ermenistan, § 36).
45. Öte yandan AİHM Mergen ve diğerleri/Türkiye
(B. No: 44062/09…, 31/5/2016) kararında 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (e) bendi bağlamında tazminat davası açma yoluna
ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. Anılan karara konu olay bağlamında
Hükûmet başvurucuların gözaltına alınmalarının hukuka uygun olmadığı iddiaları
bakımından -haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş olması
nedeniyle- söz konusu tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği itirazında
bulunmuştur. AİHM, anılan bent uyarınca tazminat talep edilmesi için özgürlükten
yoksun bırakmanın hukuka aykırı olduğunun tespitinin gerekmediğinin altını
çizmiş ve bu dava kapsamında böyle bir incelemenin yapıldığına dair örnek
sunulmadığına değinerek Hükûmetin itirazını kabul etmemiştir (Mergen ve
diğerleri/Türkiye, §§ 33-37).
46. Buna karşılık AİHM'in Adıgüzel ve
diğerleri/Türkiye (B. No: 65126/09, 13/2/2018) kararına konu olayda ilk
derece mahkemesi isnat edilen olayların kanun tarafından suç olarak
düzenlenmemiş olması (suçun unsurları itibarıyla oluşmaması) gerekçesiyle
başvurucuların beraatine karar vermiştir. Başvurucuların anılan suç kapsamında
uygulanan yakalama ve gözaltı tedbirlerinin Sözleşme'nin 5. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına aykırı olduğu iddiaları bakımından AİHM, 5271 sayılı
Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun tüketilmesi gerektiğine
hükmetmiştir.
47. AİHM anılan kararda Kanun'un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (e) bendine dayanarak tazminat ödenmesi için ulusal
mahkemelerin -normal olarak- değerlendirmelerini söz konusu kişinin serbest bırakılmasına
dayandırdıklarına değinmekle birlikte somut olayda başvurucular hakkındaki
beraat kararının nedeninin anılan tedbirlerin hukuka aykırılığıyla ilgili de
bir tespit içerdiğine vurgu yapmış ve anılan bent kapsamında dava yolunun
-somut olayın koşullarında- etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır. Kararda ayrıca
başvurucuların Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine
dayanarak da tazminat isteminde bulunabileceklerine dikkat çekilmiştir (Adıgüzel
ve diğerleri/Türkiye, §§ 35-39).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
48. Anayasa Mahkemesinin 21/10/2021 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Genel
Açıklamalar
49. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve
güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti
kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme
kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin
yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili
merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum
için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu,
bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim
veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin
yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya
da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin
yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun
bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim
kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
Yakalanan veya tutuklanan kişilere,
yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve
bunun hemen mümkün olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda en geç
hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilir.
Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma
yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz
saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hâkim önüne
çıkarılır. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetinden
yoksun bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal ve savaş hallerinde uzatılabilir.
Kişinin yakalandığı veya tutuklandığı,
yakınlarına derhal bildirilir.
Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde
yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme
hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır
bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye
bağlanabilir.
Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti
kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.
Bu esaslar dışında bir işleme tâbi
tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine
göre, Devletçe ödenir."
50. Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenmiş olan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı bireylerin keyfî olarak özgürlüklerinden yoksun
bırakılmalarını önlemeye yönelik güvenceler içeren temel bir hak niteliğindedir
(Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 62).
Kişilerin keyfî olarak hürriyetinden yoksun bırakılmaması, hukukun üstünlüğüyle
bağlı olan bütün siyasal sistemlerin merkezinde yer alan en önemli güvenceler
arasındadır. Bireylerin özgürlüklerine yönelik müdahalenin keyfî olmaması,
olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde de uygulanması gereken
temel bir güvencedir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169,
20/6/2017, § 347).
51. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ifade edildikten
sonra bu hakka yönelik sınırlama nedenleri ikinci ve üçüncü fıkralarda tahdidî
olarak sayılmıştır. Anılan maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve
sekizinci fıkralarında ise hürriyeti kısıtlanan kişilere tanınan yakalama
veya tutuklama sebepleri ile iddiaların bildirilmesi, yakalanan kişinin
hâkim önüne çıkarılma süresi, yakalama veya tutuklamanın yakınlara
bildirilmesi, tutuklanan kişilerin makul sürede yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakkı, hürriyetten
yoksun bırakılmaya karşı yargı merciine başvurma hakkı şeklindeki
güvencelere yer verilmiştir. Maddenin son (dokuzuncu) fıkrasında ise ilk sekiz
fıkrada yer alan esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları
zararların -tazminat hukukunun genel prensiplerine göre- devlet tarafından
ödeneceği belirtilmiştir.
52. Buna göre Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu
fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkı, kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkı yönünden ilk sekiz fıkrada yer alan güvenceleri tamamlayan ve onlara
riayet edilmemesi sonucunda ilgililere tazminat ödenmesini zorunlu kılan bir
işleve sahiptir. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, bireylerin fiziksel
özgürlüklerini -bir diğer ifadeyle hareket serbestliklerini- teminat altına
alan bir niteliğe sahip olup bu özelliği dolayısıyla diğer birçok temel hak ve
özgürlüğün kullanılabilmesi için ön koşul vasfındadır. Bu itibarla Anayasa
koyucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden güvencelerin belirlenmesi
amacıyla ayrıntılı düzenlemelere yer vermesinin yanında bunlara aykırı işlemler
dolayısıyla oluşan zararlar için de bir tazmin mekanizması öngördüğü
söylenebilir.
53. Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki
tazminat hakkının yansımalarından biri hatta en önemlisi 5271 sayılı Kanun'un
141. maddesinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açabilme
imkânıdır. Bu bağlamda kanun koyucu, Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu
fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkını suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında uygulanan bazı koruma tedbirleri yönünden hayata
geçirmek için 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde birtakım düzenlemeler
gerçekleştirmiştir. Buna göre suç soruşturması veya kovuşturması sırasında "kanunlarda
belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına
karar verilen", "kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne
çıkarılmayan", "kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan
haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan",
"kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii
huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen", "mahkûm
olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden
fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası
olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan", "yakalama
veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya
bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan", "yakalanmaları
veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen" ve "yakalama
veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından
yararlandırılmayan" kişilerin maddi ve manevi her türlü zararını
devletten isteyebilmeleri mümkündür.
54. 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinde ise bu davaların
görülmesine ilişkin esaslar düzenlenmiştir. Buna göre kişiler, karar veya
hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde
karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat
isteminde bulunulabilirler. Ayrıca tazminat istemi, zarara uğrayanın oturduğu
yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu
işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa en yakın
yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.
55. Öte yandan Yargıtay; 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinde yer alan tazminat nedenlerinden bir kısmı için koruma tedbirinin uygulandığı
ceza davasında verilen hükümlerin kesinleşmesi gerektiğini, bir kısım tazminat
istemi bakımından ise böyle bir zorunluluğun bulunmadığını kabul etmektedir.
Yargıtay tarafından bu ayrım yapılırken tazminat istemine konu taleplerin
(incelemenin) asıl davanın sonucunu etkileyip etkilememesi veya onun sonucuna
bağlı olup olmaması ölçütlerini dikkate aldığı görülmektedir. Bu kapsamda
yapılan değerlendirmede "gözaltı süresi dolmasına rağmen hâkim önüne
çıkarılmayan", "kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan
haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan",
"kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii
huzuruna çıkarılmayan", "yakalama veya tutuklama nedenleri ve
haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı
bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan" ya da "yakalanmaları
veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen" kişilerin tazminat
istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün
kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bununla
birlikte Yargıtay, asıl davanın sonucuna bağlı ya da asıl davada verilecek
kararları etkileyici talepler yönünden mutlaka davanın esasıyla ilgili verilen
karar veya hükmün kesinleşmesinin zorunlu olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda
"kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında
kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen", "mahkûm
olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden
fazla olan" veya "işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın
sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla
cezalandırılanlar" hakkında mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak
verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunduğu ifade edilmiştir
(ilgili kararlardan biri için bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/7/2015
tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı kararı).
56. Sonuç olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde
Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında yer alan birçok güvenceye karşılık
oluşturacak şekilde tazminat talep etme nedenlerine yer verildiği
görülmektedir. Anılan kanun maddesinde düzenlenen tazminat nedenlerinden
hangilerinin Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında yer alan
güvencelere karşılık geldiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır. Bu bağlamda
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
- (a) bendinde yer alan "kanunlarda
belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına
karar verilen" kişilerin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında,
- (b) bendinde yer alan "kanunî gözaltı süresi
içinde hâkim önüne çıkarılmayan" kişilerin Anayasa'nın 19. maddesinin
beşinci fıkrasında,
- (c) bendinde yer alan "kanuni hakları
hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine
getirilmeden tutuklanan" kişilerin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü
ve dördüncü fıkralarında,
- (d) bendinde yer alan "kanuna uygun olarak
tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu
süre içinde hakkında hüküm verilmeyen" kişilerin Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasında,
- (f) bendinde yer alan "mahkûm olup da gözaltı
ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya
işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle
zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan" kişilerin Anayasa'nın 19.
maddesinin ikinci fıkrasında,
- (g) bendinde yer alan "yakalama veya tutuklama
nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen
olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan" kişilerin
Anayasa'nın 19. maddesinin dördüncü ve sekizinci fıkralarında,
- (h) bendinde yer alan "yakalanmaları
veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen" kişilerin Anayasa'nın
19. maddesinin altıncı fıkrasında,
- (k) bendinde yer alan "yakalama veya tutuklama
işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan"
kişilerin Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan
güvencelerinin ihlal edildiğini söylemek mümkündür.
57. Bu itibarla Anayasa Mahkemesi, suç soruşturması ve
kovuşturması sırasında uygulanan koruma tedbirleriyle bağlantılı olarak kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvurularda
birçok şikâyet türü bakımından 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde yer alan
tazminat davası açma imkânının bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gereken
etkili bir başvuru yolu olduğunu ifade etmiştir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi;
i. Kanunda öngörülen azami gözaltı süresinin aşıldığı
veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu ya da gözaltı
süresinin makul olmadığı iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun
incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay
içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen
tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu
sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061,
8/4/2015, §§ 64-72; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015,
§§ 141-150; Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, §§ 35, 36).
ii. Tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası bakımından
bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvuruya konu tutuklama
tedbirinin uygulandığı soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile
sonuçlanmış olması veya kovuşturma sonucunda beraat kararı verilmesi durumunda
-anılan kararların kesinleşmiş olması şartıyla- 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında öngörülen tazminat davası açma imkânının
bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gerektiğini kabul etmektedir. Anayasa
Mahkemesi bu değerlendirmesinde anılan fıkranın (e) bendinde yer alan tazminat
nedeninin yanı sıra (a) bendinde yer alan ve özgürlüğün kısıtlanmasının hukuka
aykırılığı dolayısıyla tazminat istemine olanak sağlayan başvuru yolunun
etkililiğini dikkate almaktadır. Bu bağlamda (e) bendine göre beraat veya
kovuşturmaya yer olmadığı kararına dayalı olarak kısıtlanan özgürlük sebebiyle
açılan tazminat davasında özgürlüğün -tutuklama yoluyla- kısıtlanmasının hukuka
uygun olmadığının da dile getirilebileceğini vurgulamaktadır (Kamil Erdoğan,
B. No: 2017/4023, 19/4/2018, § 40; Fatma Maden, B. No: 2016/28719,
17/7/2018, § 49; Ertuğrul Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §
42).
iii. Kanuni hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan
haklardan yararlanma isteği yerine getirilmeden tutuklanan kişilerin 5271
sayılı Kanun'un 141. maddesine göre tazminat istemleri konusunda karar vermek
için -ilgili Yargıtay kararlarından hareketle- asıl davada hüküm verilmesini
veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek olmadığını ve tutuklama
kararı verilirken kanuni haklardan yararlandırılmama hâlinde ceza davasının
sonuçlanması beklenmeden 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen
tazminat davası açma imkânının mevcut olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle de
müdafi görevlendirilmeden tutuklama kararı verildiği iddiasına ilişkin olarak
bireysel başvurunun incelendiği tarihte başvurucunun tahliye edilmiş olması
durumunda öncelikle anılan tazminat davası yolunun tüketilmesi gerektiğini
kabul etmiştir (Adem Gedik, B. No: 2013/2950, 14/10/2015, § 39; Mehmet
Sedek Zengin, B. No: 2015/819, 22/11/2018, § 53).
iv. Tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aştığı
veya tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiaları bakımından 5271 sayılı
Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânın bireysel
başvuru öncesinde tüketilmesi gerekip gerekmediğiyle ilgili olarak başvurunun
incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak tutulmasının
sona erip ermediği önem taşımaktadır. Bu bağlamda başvurucunun tahliyesine
karar verilmesi ya da ilk derece mahkemesince mahkûmiyet hükmü verilerek
tutulmanın niteliğinin değişmesi (hükme bağlı hâle gelmesi) durumunda anılan
tazminat davası yolunun bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gerektiğini
kabul etmektedir. Bu değerlendirmesinde de anılan tazminat davasının açılması
için tutuklamaya konu soruşturmanın sonuçlanmasının veya kovuşturmada verilen
hükmün kesinleşmesinin gerekmediği yönündeki Yargıtay kararlarına vurgu
yapmaktadır (Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §§
48-62; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016,§§ 33-45; Ahmet
Kubilay Tezcan, B.No: 2014/3473, 25/1/2018, §§ 24-27; Ekrem Atıcı,
B. No: 2014/15609, 8/3/2018, §§ 27-30).
v. Buna karşılık bireysel başvurunun incelenmesinin
Anayasa Mahkemesi önünde devam ettiği süreçte 5271 sayılı Kanun'un 142.
maddesinde yer alan hükmün kesinleşmesinden itibaren bir yıllık dava açma
süresinin geçmiş olması durumunda anılan başvuru yolunun ulaşılabilir
olmadığını değerlendirmekte ve bu başvuru yolunun tüketilmemiş olmasını bir
kabul edilemezlik nedeni olarak görmemektedir (Abdullah Akyüz [GK], B.
No: 2013/9352, 2/7/2015, §§ 44-50; Halas Aslan, B. No: 2014/4994,
16/2/2017, §§ 48-50).
vi. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen
olağanüstü hâl döneminde tutukluluğa ilişkin incelemelerin hâkim veya mahkeme
huzuruna çıkarılmadan dosya üzerinden (duruşma açılmadan) yapılmasıyla ilgili
iddialar bakımından ise başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun
hâkim/mahkeme önüne çıkarılmış olması koşuluyla -olağanüstü hâl dönemi için Erdal
Tercan ([GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018, §§ 215-246) kararında
belirlenmiş olan on sekiz aylık sınırın üzerindeki süreler bakımından- 5271
sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun tüketilmesi
gerektiğine karar vermiştir (Salih Sönmez, B. No: 2016/25431,
28/11/2018, §§ 166-177). Yine olağan dönemde tutukluluk incelemelerinin
duruşmasız olarak yapılmasına ilişkin olarak anılan yolun tüketilmesini zorunlu
görmüştür (Kadir Ayhan, B. No: 2020/20083, 10/3/2021, §§ 37-60).
vii. Yakalama nedenlerinin ve yakalamaya esas
suçlamaların bildirilmediği iddiaları bakımından -Yargıtay kararlarından
hareketle- anılan tedbire konu soruşturma veya kovuşturma süreci sonuçlanmamış
olsa da 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun
bireysel başvuru yolu öncesinde tüketilmesi gerektiği sonucuna varmıştır (Deniz
Özfırat, B. No: 2013/7929, 1/12/2015, § 53; Mehmet Bilal Çolak, B.
No: 2017/25971, 30/10/2018, § 87).
viii. Tutukluluğa itirazın geç değerlendirildiği ya da
sürüncemede bırakıldığı şikâyetleri ile ilgili olarak da bireysel başvurunun
incelendiği tarih itibarıyla tahliyesine karar verilmiş veya ilk derece
mahkemesince mahkûmiyet hükmü verilerek suç isnadına bağlı tutulması sona ermiş
başvurucular yönünden anılan tazminat yolunun bireysel başvuru yolu öncesinde
tüketilmesi gerektiğine karar vermiştir (Cafer Yıldız, B. No: 2014/9308,
9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018, §§ 37-40; Özgür
Arıbaş, B. No: 2015/2394, 31/10/2018, §§ 57-60).
ix. Yine aynı durumdaki başvurucuların tutukluluk
incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmediği, tahliye
taleplerinin ve tutukluluğun devamı yönündeki kararlara itiraz taleplerinin
değerlendirilmediği veya cevap verilmediği, tutukluluğa itiraz sonuçlarının
tebliğ edilmediği, tutukluluğun devamına dair kararların geç tebliğ edildiği,
bu kararlara süresinde yapılan itirazlarının ise çok uzun süreler sonra karara
bağlandığı şikâyetleri ile ilgili olarak da anılan tazminat yolunun bireysel
başvuru öncesinde tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır (Ali Efendi
Peksak (2), B. No: 2017/37727, 12/9/2019, §§ 56-67; Özgür Arıbaş, §§
57-60; Mehmet Takımsu, B. No: 2016/63712, 15/11/2018, §§ 65-69; Abdurrahim
Özkan, B. No: 2017/25586, 18/4/2018, §§ 80-86, 81-85; Mehmet Aslan,
B. No: 2018/14190, 8/9/2020, § 36; Mehmet Tuncay, B. No: 2017/8528,
29/9/2020, § 116; Serkan Başer, B. No: 2017/15410, 30/9/2020, §§ 81, 82;
F.A. (2), B. No: 2018/2521, 10/10/2019, §§ 63-65; F.A., B. No:
2017/38209, 11/9/2019, §§ 74, 75; Resul Darama, B. No: 2018/251,
18/7/2019, §§ 83, 84).
x. Tahliye kararlarının geciktirilerek infaz edildiği
iddiası yönünden de 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesindeki tazminat yolunun
bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gerektiğine karar vermiştir (A.A.,
B. No: 2016/59578, 12/2/2020, §§ 36-40).
B. Adli Yardım
Talebinin İncelenmesi
58. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını
karşılayacak geliri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013)
kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde
güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan
başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne
karar verilmesi gerekir.
C. Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
59. Başvurucu; kendisiyle aynı davada yargılanan ve delil
durumu itibarıyla farklı konumda olmayan iki kişinin terör örgütü üyeliği
suçundan beraat ettiğini, buna rağmen haksız gözaltı ve tutuklamaya dayalı
tazminat talebinin beraatine değil de hakkında ceza verilmesine yer olmadığına
dair hüküm tesis edildiğinden bahisle reddedildiğini belirterek eşitlik
ilkesinin, kişi hürriyeti ve güvenliği, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
60. Bakanlık görüşünde; olay yerinde yakalanan
başvurucunun yalnızca birkaç saat gözaltında tutulduğuna, hakkında uygulanan
tutuklama tedbirinin de iki gün sonra sona erdirildiğine dikkat çekilerek
-suçun niteliği de dikkate alındığında- çocuk da olsa başvurucu hakkındaki
koruma tedbirlerinin makul olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
Bakanlık ayrıca hakkında ceza verilmesine yer olmadığına hükmedilmesi
dolayısıyla başvurucuya 5271 sayılı Kanun'un 144. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(d) bendi uyarınca tazminat ödenmesine karar verilmesinin mümkün olmadığı
görüşündedir.
61. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, başvuru
formundaki iddialarını yinelemiş ve lehine tazminata hükmedilmemesinin kanundan
da kaynaklansa Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin devlet
tarafından korunması gerektiği anlayışına uygun olmadığına vurgu yapmıştır.
2. Değerlendirme
62. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§16). Başvurucunun şikâyetinin özü, uygulanan gözaltı ve tutuklama
tedbirlerinin haksızlığı sebebiyle açılan tazminat davasının kabul edilmemesi
olduğundan iddianın Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkraları
kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden incelenmesi gerekir.
63. Yukarıda da değinildiği üzere Anayasa'nın 19.
maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
sahip olduğu belirtilmiş, ikinci ve üçüncü fıkralarında özgürlüğün
kısıtlanabileceği durumlar sayılmış, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve
sekizinci fıkralarında ise hürriyetinden yoksun kalan kişilere tanınan
güvencelere yer verilmiştir (bkz. § 49).
64. Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında ise
bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların
tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade
edilmiştir. Anılan fıkrada yer alan "bu esaslar dışında bir işleme tâbi
tutulan kişiler" tabiri ile maddenin diğer tüm fıkralarında belirtilen
kurallara aykırı bir işleme tabi kılınmanın kişiye tazminat hakkı doğurduğu
belirtilmiştir. Buna göre maddenin ikinci veya üçüncü fıkralarında belirtilen durumlara
aykırı şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması ya da
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilen kimsenin maddenin dördüncü,
beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarındaki güvencelerden
yararlandırılmaması hâlinde uğranılan zararlar devlet tarafından ödenecektir (Safkan
Aydoğdu, § 44).
65. Anayasa Mahkemesi tarafından, Anayasa'nın 19.
maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal
edilip edilmediğinin belirlenebilmesi için öncelikle başvurucunun anılan
maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup
tutulmadığının incelenmesi gerekmektedir (Safkan Aydoğdu, §
45).
66. Bununla birlikte bireysel başvuru yoluyla Anayasa
Mahkemesine başvurulabilmesi için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
gerekir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin
derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte
bir hak arama yoludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17). Bu bağlamda bireysel başvuruda ileri sürülen
iddia bakımından olağan kanun yollarının usulünce tüketilip tüketilmediğinin
belirlenmesi gerekmektedir.
67. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinde kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen kişilerin uğradıkları
maddi ve manevi her türlü zararlarının tazminini talep edebilecekleri ifade
edilmiştir. Anılan bent uyarınca açılacak tazminat davalarında ilgili yargı
mercilerince söz konusu koruma tedbirlerinin kanuna uygun olup olmadığı
konusunda bir belirleme yapılacak ve eğer bir hukuka aykırılık saptanırsa
uğranılan zararlara karşılık tazminata hükmedilecektir.
68. Diğer taraftan 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (e) bendinde suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra
haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen
kişilerin de maddi ve manevi her türlü zararlarını devletten isteyebilecekleri
belirtilmiştir. Bir başka ifadeyle (e) bendi uyarınca, haklarında yakalama veya
tutuklama tedbiri uygulanan kişilerle ilgili olarak soruşturmanın sonunda kovuşturmaya
yer olmadığına karar verildiği ya da kovuşturmanın sonunda beraate hükmedildiği
durumlarda anılan tedbirlerin kanuna uygun olup olmadığından bağımsız olarak
tazminat imkânı tanınmıştır.
69. Buna göre kanun koyucu suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında uygulanan yakalama ya da tutuklama tedbirleriyle ilgili
olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (e)
bentlerinde iki ayrı tazminat istem nedeni öngörmüştür. Fıkranın (a) bendinde
yakalama veya tutuklama tedbirinin "kanunlarda belirtilen koşullar
dışında" olması, (e) bendinde ise "kanuna uygun olarak
yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra" kişiler hakkında
"kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesi" tazminat
nedeni olarak düzenlenmiştir. Bir başka anlatımla kanun koyucu; yakalama veya
tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırılığı söz konusu olduğunda (a) bendi
uyarınca, bu tedbirler hukuka uygun olsa da sonuçta kovuşturmaya yer olmadığı
veya beraat kararı verilmesi durumunda ise (e) bendi uyarınca tazminata
hükmedilmesi gerektiği şeklinde bir ayrıma gitmiştir.
70. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi yakalama ve tutuklama tedbirlerinin kanuna (hukuka) aykırı
olduğu iddiasına dayanarak tazminat istemine izin verdiğinden buradaki tazminat
nedeninin Anayasa'nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin 19.
maddesinin üçüncü fıkrasına karşılık geldiği konusunda bir tereddüt
bulunmamaktadır.
71. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 19.
maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında sözü edilen yakalama kavramının
özerk bir anlama ve 5271 sayılı Kanun'da düzenlenen yakalama müessesinden daha
geniş bir içeriğe sahip olduğunu; anayasal anlamda suç isnadına bağlı
yakalamanın, kişinin fiziksel özgürlüğünden yoksun bırakıldığı andan
tutuklandığı veya tutuklanmaksızın serbest bırakıldığı ana kadar devam eden tüm
süreci kapsadığını; bu bağlamda Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen yakalama
kurumuna 5271 sayılı Kanun'daki gözaltının da dâhil olduğunu ifade etmiştir (Hasan
Akboğa [GK], B. No: 2016/10380, 27/3/2019, § 49).
72. Dolayısıyla başvurucuların yakalama, gözaltı veya
tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin
dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edildiğini
ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurularda 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında bu koruma tedbirlerinin
kanuna aykırı olduğundan bahisle tazminat davası açmaları -ve bu dava
bakımından olağan kanun yollarını yöntemince tüketmeleri- hâlinde başvuru
yollarının tüketildiğinin kabulü gerekmektedir.
73. Bununla birlikte 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen tazminat istem nedeninin
Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasındaki güvencelerden biriyle
bağlantısının olup olmadığının da belirlenmesi gerekmektedir. Zira Anayasa'nın
19. maddesinin dokuzuncu fıkrası anlamında tazminat hakkının ihlal edildiğinin
söylenebilmesi için en başta maddenin ilk sekiz fıkrasında yer alan
güvencelerin herhangi birine aykırılığın varlığını tespit etme zorunluluğu
bulunmaktadır.
74. Anayasa Mahkemesi Hasan Akboğa kararında,
kanun koyucunun 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(e) bendindeki düzenlemeyle Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki
güvencenin ötesine geçerek maddenin ilk sekiz fıkrasındaki güvencelere aykırı
olmayan müdahalelerde bile kişinin beraat etmesi veya kişi hakkında
kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi durumunda tazminat ödenmesini
güvenceye bağladığına dikkat çekmiştir (Hasan Akboğa, § 68).
75. Bu kapsamda, haklarındaki soruşturma süreci
kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla veya kovuşturma süreci beraat kararıyla
sonuçlanan kişilerin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (e) bendi uyarınca, yakalama veya tutuklama tedbirlerinin kanuna
uygun olup olmadığından bağımsız olarak tazminat isteminde bulunmaları
mümkündür. Bir başka ifadeyle anılan hükümle soruşturma veya kovuşturma sonunda
verilen karardan hareketle otomatik olarak bir tazminat ödenmesi söz konusu
olmaktadır. Hatta kanun koyucu bu bentte "kovuşturmaya yer olmadığı
veya beraat kararı verilmesi" sebebiyle öngörülen tazminat
isteminin yakalama veya tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddiasına
ilişkin olmadığını özellikle belirtmek için "kanuna uygun olarak
yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra" ibaresine yer vermiştir.
76. Buna karşılık, soruşturmanın sonunda kovuşturmaya yer
olmadığına karar verilen veya kovuşturma süreci beraat ile sonuçlanan kişiler
tarafından 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e)
bendi uyarınca tazminat talep edilebileceği gibi ilgili yakalama/gözaltı veya
tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek aynı fıkranın (a)
bendi uyarınca tazminat talep edilmesi de mümkündür. Zira (a) bendinde kanunlarda
belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan ve tutukluluğu devam
ettirilen kişilerin tazminat hakkının bulunduğu ayrıca ve açıkça ifade edilmiştir.
77. Bir başka ifadeyle soruşturma veya kovuşturma
kapsamında hakkında yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbiri uygulanan bir kişi
-soruşturma veya kovuşturmanın sonucundan bağımsız olarak- bu tedbirlerin
kanunda belirtilen koşullar oluşmadan uygulandığını 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesi kapsamında açacağı tazminat davasında ileri sürebilir. Nitekim Anayasa
Mahkemesi de haklarında kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararı verilen
kişiler bakımından -bu kararların kesinleşmesi koşuluyla- tutuklamanın hukuki
olmadığı iddialarıyla ilgili olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında düzenlenen tazminat davası açma imkânının bireysel başvuru
öncesinde tüketilmesi gerektiğine karar verirken yalnızca anılan fıkranın (e)
bendinde yer alan ve otomatik olarak tazminata erişim sağlayan hükme değil bu
kapsamda açılacak davada (a) bendi uyarınca hukuka aykırılık iddiasının da öne
sürülebilecek olmasına dayanmıştır (Fatma Maden, §§ 45-49; Türkşen
Akdamar, B. No: 2016/15712, 26/2/2020, §§ 29-32).Yargıtayın da 5271 sayılı
Kanun'un 141.maddesinin (1) numaralı fıkrasının hem (a) hem de (e) bendi
kapsamındaki iki ayrı durumu aynı davada tazminata hükmedilmesi gereken durum
olarak değerlendirdiği görülmektedir (bkz. § 29).
78. Buna göre haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya
beraat kararı verilen kişilerin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama
tedbirleri dolayısıyla açtıkları tazminat davalarında anılan fıkranın (a) bendi
kapsamında bu tedbirlerin kanuna (hukuka) aykırı olduğunu da dile getirmiş
olmaları durumunda Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence
altına alınan tazminat hakkı yönünden başvuru yollarını tükettikleri
söylenebilir.
79. Öte yandan yakalama, gözaltı veya tutuklama
tedbirlerinin hukuka aykırılığına dair herhangi bir iddia dile getirilmeden
yalnızca 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi
uyarınca bu tedbirlerin uygulandığı soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına
karar verilmesi yahut kovuşturmanın beraatla sonuçlanmış olması nedeniyle
tazminat talep edilmesi durumunda Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu
fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkı bağlamında başvuru yollarının
yöntemince tüketilmiş olup olmayacağının da irdelenmesi gerekmektedir.
80. Anayasa Mahkemesi Hasan Akboğa kararında
anılan fıkrada yer alan hükmün Anayasa'nın 19. maddesiyle bağlantılı olduğunu
değerlendirmiştir. Anayasa Mahkemesi bu çerçevede yakalama tedbirinin hukuka
uygun olduğunu belirlemiş, tedbirin uygulandığı soruşturma sürecinin sonunda
kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesine rağmen başvurucuya tazminat
ödenmemesinin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e)
bendinde öngörülen düzenlemeye aykırı olduğundan bahisle Anayasa'nın 19.
maddesinin dokuzuncu fıkrasını ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır (Hasan
Akboğa, §§ 69-74).
81. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (e) bendinde yer alan güvencenin Anayasa'nın 19. maddesiyle
bağlantısının olup olmadığının tespiti için salt bu bent uyarınca açılacak
tazminat davalarında yapılacak incelemenin kapsamının dikkate alınması
gerekmektedir. Bu çerçevede anılan davalarda tazminat isteminin dayanağını
oluşturan yakalama, gözaltı veya tutuklama koruma tedbirlerinin hukuka
uygunluğu konusunda bir belirleme yapılması ya da bunların hukuka aykırı
olduklarının otomatik olarak kabul edilmesi söz konusu olursa bu taktirde
ilgili dava yolunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasıyla bağlantısının
olduğu söylenebilir (AİHM'in aynı yöndeki yaklaşımı için bkz. §§ 40-47).
82. Buna karşılık 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca açılacak tazminat davalarında
başvurucuların tazminata erişmek için yakalama, gözaltı veya tutuklama
tedbirlerinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmeleri gerekmediği gibi derece
mahkemelerinin de anılan tedbirlerin hukuka uygunluğu konusunda bir belirleme
yapmaları söz konusu değildir. Zira burada soruşturma veya kovuşturma sonucunda
verilen kararlardan hareketle yargı organlarınca yakalama, gözaltı veya
tutuklama tedbirlerinin haksız olduğu ifade edilse de bu
tedbirlerin -uygulandığı koşullarda- kanuna (hukuka) uygun olup olmadıkları
yönünde bir inceleme yapılmamaktadır. Bu bent kapsamında kişilere tazminat
ödenmesi tutmanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının koşullarıyla uyumlu
olmamasından dolayı değil, kişilerin beraat etmesinden veya haklarında
kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu bent
kapsamında ödenen tazminat, yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukukiliğine
ilişkin bir tespitin bulunmaması halinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
bağlamında başvurucuların mağdur statüsünü sona erdirmeyecektir. Esasen
yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesi -yukarıda da
değinildiği üzere- ancak söz konusu tedbirlerin 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında kanuna uygun
olmadığının ileri sürülmesi hâlinde mümkün olabilir. Sonuç olarak yakalama,
gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin uygulandığı soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmada beraate hükmedilmesi dolayısıyla
bu tedbirlerin haksız olduğu şeklinde bir tanımlama, tedbirlerin hukuka
aykırı olduğu anlamına gelmemektedir.
83. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (e) bendiyle getirilen tazminat talep hakkı -kanun metninde
de ifade edildiği üzere- kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan
(fakat sonrasında haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı
verilen) kişilere tanınmıştır. Dolayısıyla burada kanun koyucunun soruşturma
sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmanın
beraat ile sonuçlanması durumunda -soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen
karardan hareketle- bu süreçlerde uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama
tedbirlerinin kanuna aykırı hâle geldiğini kabul ettiğini söylemek imkân
dâhilinde değildir. Zira böyle bir yorum anılan kanun hükmünün lafzıyla açıkça
bir çelişki içerecektir. Bir başka ifadeyle soruşturma veya kovuşturma
sonucunda verilen karar dolayısıyla bu süreçlerde haklarında yakalama, gözaltı
veya tutuklama tedbiri uygulanan kişilere otomatik olarak tazminat ödenmesi, bu
tedbirlerin de otomatik olarak hukuka aykırı olduğu anlamına gelmemektedir.
84. Bu durumda yalnızca soruşturma veya kovuşturma
sonunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayanılarak
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca
yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirleri dolayısıyla tazminat davası
açılması, Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiği
iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından olağan başvuru yollarının
tüketildiği anlamına gelmemektedir. Zira salt soruşturma veya kovuşturma
sonunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayanılarak
anılan bent uyarınca tazminat isteminde bulunulabilmesi anayasal bir güvence
değil kanundan kaynaklanan bir imkândır. Bunun sonucu olarak da sadece (e)
bendi uyarınca açılacak davalarda tazminat taleplerinin kabul edilmemesi veya
tazminatın yetersiz olması şeklindeki iddialar adil yargılanma hakkı kapsamında
bir kanun yolu şikâyeti olarak incelenebilir.
85. Sonuç olarak yakalama, gözaltı ve tutuklama
tedbirlerinin hukukiliğiyle bağlantılı olarak tazminat istemlerinin kabul
edilmediğinden veya hükmedilen tazminatın -ihlal edilen anayasal hak
dolayısıyla uğranılan zarara göre- yeteriz olduğundan bahisle Anayasa'nın 19.
maddesinin dokuzuncu fıkrası bağlamında tazminat hakkının ihlal edildiği
iddiasıyla yapılan bireysel başvurular yönünden başvuru yollarının usulünce
tüketildiğinin kabulü için başvuruya konu bu tedbirlerin kanuna (hukuka) aykırı
olduğunun esas itibarıyla (genel hatlarıyla da olsa) derece mahkemeleri önünde
tüm aşamalarda ileri sürülmesi gerekmektedir. Ayrıca anılan iddiaların derece
mahkemeleri önünde ileri sürüldüğünün fakat olağan kanun yollarından sonuç
alınamadığının, bir başka deyişle olağan başvuru yollarının usulünce
tüketildiğinin bireysel başvuru formunda da belirtilmesi ve buna ilişkin
olguların gösterilmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi ancak bu koşullarda söz
konusu şikâyetin esasını inceleyebilir.
86. Bu ilkeler ışığında somut olay incelendiğinde
başvurucunun terörle bağlantılı bir faaliyete katıldığı iddiasıyla başlatılan
soruşturma kapsamında gözaltına alındığı ve sonrasında terör örgütü üyeliği
suçundan tutuklandığı görülmektedir. Başvurucunun tutuklama kararına yönelik
itirazı aynı gün kabul edilmiş ve başvurucu iki günlük tutukluluk sürecinin
sonunda tahliye edilmiştir. Başvurucunun tahliyesine karar verilirken hakkında
düzenlenen bir sağlık raporuna da atıf yapıldığı görülmektedir. Başvurucu
hakkında çeşitli suçları işlediği iddiasıyla açılan davada ilk derece mahkemesi
tüm suçlar yönünden akıl hastalığı nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığına
karar vermiş; hüküm temyiz yolu tüketilmeksizin kesinleşmiştir.
87. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi önündeki bireysel
başvurusunda 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi uyarınca açtığı tazminat
davasının reddedilmesinin temel hak ve özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasını
dile getirirken kendisiyle aynı davada yargılanan iki kişi hakkında terör
örgütü üyeliği suçundan beraat kararı verilmesine ve bu kişilerle arasında
delil durumu itibarıyla bir farklılığın bulunmamasına dayanmaktadır. Bu
bağlamda başvurucunun gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin haksız olduğu yönündeki
iddiası yargılama sonucunda verilen hükümlere dayandırılmıştır. Bunun dışında
başvurucunun anılan tedbirlerin hukuka aykırı olduğu yönünde bir iddiası
bulunmamaktadır. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi uyarınca açılan
davada da gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin haksız olduğu iddiasıyla tazminat
talep edilirken ceza davasında verilen hükümlerin dışında bu iddiaya dair bir
olgu ileri sürülmemiştir.
88. Somut olayda başvurucu hakkında hem gözaltı hem de
tutuklama tedbirine hükmedilmiştir. Anayasa Mahkemesi, yakalama ve gözaltına
alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun
incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa 5271 sayılı
Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi
gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve
diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Gülser Yıldırım
(2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 92-100; Mehmet Hasan
Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, §§ 81-91). Buna
mukabil Anayasa Mahkemesi tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla
asıl dava devam ederken tazminat davası açılmasının -Yargıtay kararlarına
atıfla- mümkün olmadığını tespit etmiş, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (a) bendinde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmesinin
gerekli olmadığı sonucuna varmıştır (Özlem Dalkıran [GK], B. No:
2017/35203, 21/1/2021, §§ 83, 84). Ancak koruma tedbirine konu davanın
kesinleşmesi hâlinde tutuklamanın hukukiliğine dayalı olarak 5271 sayılı
Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında tazminat
davası açılması mümkündür. Nitekim Anayasa Mahkemesi mahkûmiyet hükmünün
kesinleşmiş olması hâlinde başvurucuların tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasına
yönelik olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendi kapsamında tazminat davası açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (Reşat
Ertan, 2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707,
16/04/2015, § 29; Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, § 32; Ömer Köse,
2014/12036, 16/11/2016, § 34). Somut olayda da kesinleşmiş bir hüküm
bulunduğundan başvurucunun hem gözaltı hem de tutuklama tedbiri açısından5271
sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde düzenlenen
tazminat yoluna başvurabilmesi mümkündür.
89. Ancak başvurucunun hak ihlali iddiasına konu gözaltı
ve tutuklama tedbirlerinin hukukiliğiyle ilgili olarak derece mahkemeleri
önünde 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi
kapsamında değil aynı fıkranın (e) bendi kapsamında bir dava açtığı
görülmektedir. Nitekim başvurucu, ilk derece mahkemesince kendisi yönünden
beraat kararı verilmemişse de davadaki diğer kişiler hakkında verilen
hükümlerden hareketle kendisinin de bu statüde kabul edilmesi gerektiğini öne
sürmektedir.
90. Yukarıda da açıklandığı üzere 5271 sayılı Kanun'un
141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen tazminat davası
açma imkânı doğrudan Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasındaki
güvenceleri karşılayan bir hak arama yolu değildir. Burada öngörülen tazminat
davası, haklarında yakalama veya tutuklama tedbirleri uygulanmakla birlikte
kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilen kişiler için kanundan
kaynaklanan bir zarar tazmin mekanizmasıdır. Dolayısıyla gözaltı veya tutuklama
tedbirlerinin hukukiliğine dair bir iddiayı dile getirmeden ve derece
mahkemelerinin bu yönde bir inceleme yapmalarına imkân sağlamadan yalnızca
kovuşturma sonucunda -kendisiyle aynı durumdaki kişiler hakkında- beraat kararı
verildiği iddiasıyla bir tazminat davası açan başvurucunun Anayasa'nın 19.
maddesinin dokuzuncu fıkrası bağlamındaki tazminat hakkı yönünden olağan başvuru
yollarını tüketmediği sonucuna varılmıştır.
91. Kaldı ki 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen tazminat davası açma imkânı,
haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen kişiler
bakımından mevcuttur. Başvurucu hakkında kovuşturma sonucunda isnat edilen tüm
suçlar bakımından akıl hastalığı nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığına
hükmedilmiştir. Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden kusur
yeteneğinin bulunmaması nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına
karar verilenlerin tazminat isteyemeyecekleri 5271 sayılı Kanun'un 144.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde ifade edilmiştir (bkz. § 23).
Yargıtayın da kusur yeteneğini kaldıran hâller dolayısıyla ceza verilmesine yer
olmadığına karar verilen kişiler bakımından içtihadının da bu doğrultuda olduğu
görülmektedir (bkz. §§ 31, 32). Akıl hastalığının da kusur yeteneğini kaldıran
veya zayıflatan durumlardan biri olması nedeniyle derece mahkemelerinin
başvurucu hakkındaki karar ve uygulamalarında bir keyfîliğin bulunduğunu
söylemek mümkün değildir. Öte yandan 5271 sayılı Kanun’un 144. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (d) bendi kanuna uygun olarak yakalanan ve tutuklananlar
açısından geçerlidir. Kanuna aykırı yakalandığını veya tutuklandığını iddia
eden bir kişinin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(a) bendi kapsamında tazminat davası açabilmesi mümkündür.
92. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine yönelik iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN ve Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe
katılmamışlardır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA Zühtü ARSLAN ve Hasan Tahsin GÖKCAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun
yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 21/10/2021tarihinde
karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvuruya konu somut olayda iki gün tutuklu kalan
başvurucu % 70 oranında engelli olduğuna dair raporun sunulması sonucu serbest
bırakılmış, hakkında dava açılmış ve yargılama sonunda akıl hastalığı nedeniyle
ceza verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Başvurucu, aynı davada
yargılanan diğer suça sürüklenen çocuklar hakkında beraat kararı verildiğini,
kendisi hakkında beraat değil ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verildiği
gerekçesiyle haksız gözaltı ve tutuklamaya dayalı tazminat talebinin
reddedildiğini belirterek, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
2. Başvurucunun şikayeti, Mahkememiz çoğunluğu tarafından
başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez
bulunmuştur. Kararda Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında kanuna uygun yakalama veya
tutuklamadan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı
verilen kişilerin açtıkları tazminat davalarının Anayasa’nın 19. maddesinin
dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığı ve somut olayda açılan davada CMK’nın
141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca yakalama veya
tutuklamanın kanuni şartlara aykırılığının ileri sürülmediği belirtilmiştir.
3. Çoğunluk görüşünün ilk bakışta Anayasa’nın 19.
maddesinin dokuzuncu fıkrası ile CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (e) bendinin lafızlarına uygun olduğu söylenebilir. Gerçekten de
Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası, maddede sayılan “esaslar
dışında bir işleme tabi tutulan”lar bakımından tazminat ödenmesini
öngörmekteyken, CMK’nın anılan hükmü “Kanuna uygun” yakalama veya
tutuklama sonrasında haklarında karar verilmesine yer olmadığı veya beraat
kararı verilenlere de tazminat imkânı getirmektedir. Dolayısıyla kanuna uygun
yakalama veya tutuklamaya rağmen soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı
veya beraat kararı verilen kişilerin tazminat alabilmesinin “anayasal bir
güvence değil kanundan kaynaklanan bir imkân” (§ 84) olduğu söylenebilir.
4. Bununla birlikte, ilgili anayasal ve kanuni hükümlerin
lafzı somut başvuruya konu tazminat davalarını sırf bu nedenle (ipso facto)
Anayasa’nın 19. maddesi kapsamı dışında görmek için yeterli değildir. Her
şeyden önce belirtmek gerekir ki, çoğunluk görüşü “Kanuna uygun” olan
her yakalama ve tutuklama tedbirinin Anayasa’nın 19. maddesindeki güvencelere
de uygun olduğu varsayımına dayanmaktadır. Bu varsayımın mevcut kanuni
düzenlemeler bakımından doğru olduğu da söylenebilir. Ancak teorik olarak
bakıldığında, kanuna uygun görülen bir yakalama veya tutuklama anayasal
güvencelere aykırılık teşkil edebilir. Bu nedenle CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında açılan tazminat davalarının
Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının dışında kaldığını kategorik
olarak söylemek isabetli olmayabilir.
5. İkincisi ve daha önemlisi, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) gibi Anayasa da temel hak ve hürriyetlere yönelik asgari
güvenceleri sağlamaktadır. Kanun koyucunun asgari anayasal teminatların ötesine
geçen güvenceler getirmesinin önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır.
6. Somut olayda da kanun koyucu, Anayasa’da öngörülen
esaslara aykırılığı bir adım öteye taşıyarak, kanuna uygun olarak yakalanan
veya tutuklanan kişinin hakkında karar verilmesine yer olmadığı veya beraat
kararı verilmesi durumunda da tazminat talep edilebileceğini öngörmüştür.
Nitekim tam da bu nedenle Anayasa Mahkemesi “Kanun koyucu, Anayasa’nın 19/9
hükmünün sağladığı imkânları daha da genişletmiştir” demek suretiyle
CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca açılan
tazminat davalarını da Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası yönünden
incelemiştir (Hasan Akboğa, B.No: 2016/10380, 27/3/2019, § 68).
7. Üçüncüsü, Türk hukuk sisteminde CMK’nın 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında açılan tazminat
davalarında hukuka aykırılığın veya haksızlığın karine olarak
kabul edilmesidir. Başka bir ifadeyle, haklarında kovuşturmaya yer olmadığı
veya beraat kararı verilen kişiler hakkında uygulanmış olan yakalama, gözaltı
veya tutuklama tedbirlerinin karine olarak “haksız” veya “hukuka
aykırı” olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.
8. Nitekim kararın “İlgili Hukuk” bölümünde atıf
yapılan kararların tamamında Yargıtay’ın yaklaşımının bu yönde olduğu
görülmektedir. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin yerleşik içtihadına göre bir kişi
hakkında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesi durumunda
yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukuka aykırı olduğunun kabul edilmesi
ve tazminat ödenmesi gerekir. CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(e) bendi kapsamında yapılan tazminat taleplerinin reddine yönelik kararların
temyizinde Yargıtay 12. Ceza Dairesi, istikrarlı olarak “kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu”
ve “beraatle sonuçlanmış suça ilişkin olarak yapılmış olan tutuklamanın
haksız hale geldiği” şeklinde tespitler yaptıktan sonra farklı nedenlerle
davacılara tazminat ödenmemesini kanuna aykırı bulmuştur (ilgili kararlar için
bkz. §§ 24-32).
9. Bu noktada, çoğunluk kararında dile getirilen “tedbirin
haksız olduğu şeklinde bir tanımlama, tedbirin hukuka aykırı olduğu anlamına
gelmemektedir” (§ 82) görüşüne katılmak mümkün değildir. Bir tedbirin haksız
olması, onun hukuka aykırı olduğu anlamına gelir. Tıpkı hukuka aykırı
her işlemin haksız olması gibi. Esasen “hukuk” kelimesinin “hak”kın çoğulu
olduğu dikkate alındığında, bir tedbirin “hak-sız” olduğunun ileri
sürülmesinin aynı zamanda tedbirin “hukuk-suz” ya da “hukuka aykırı”
olduğunun ileri sürülmesi anlamına geldiği açıktır. Nitekim çoğunluk kararında
da atıf yapılan Yargıtay 12. Ceza Dairesinin konuya ilişkin kararlarında da bu
kavramların eş anlamlı olarak kullanıldığı görülmektedir. Yargıtay, CMK’nın
141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca açılan tazminat
davalarına konu yakalama veya tutuklamaları “hukuka aykırı” olarak
nitelediği gibi, kimi zaman da “tutuklamanın haksız hale geldiği” (§ 29)
veya “haksız tutuklama” sebebiyle tazminat ödenmesi gerektiği (§ 30)
şeklinde ifadeler kullanmaktadır.
10. Yargıtay’ın temel hak ve hürriyetlerin uygulama
alanını genişleten anılan içtihadının “kanunun lafzına aykırı olduğu”
gerekçesiyle reddedilmesini bireysel başvuruda benimsenen hak eksenli
yaklaşımla bağdaştırmak mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru
yolunun kabul edilmesiyle birlikte Türk hukukunda temel hak ve hürriyetlerin
korunmasının nihai güvencesi haline gelmiştir. Bu nedenle yapılması gereken
Yargıtay’ın veya derece mahkemelerinin benimsedikleri hak eksenli yorumların “yanlış”
olduğunu söylemek değil, söz konusu yorumu veri olarak kabul edip yapılan
bireysel başvuruları Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında
karara bağlamaktır.
11. İnsan haklarının korunmasında ulusal üstü bir
niteliğe sahip olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tam da bunu
yapmaktadır. AİHM, Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasına paralel olan
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinin beşinci fıkrasını yorumlarken
beraatle sonuçlanan bir süreçte tutukluluğun “hukuka aykırılığı”
konusunu ulusal hukukun ve yargı makamlarının kabulü üzerinden
değerlendirmiştir. AİHM’e göre, bir kişinin beraat etmesi sonucuna bağlanan “otomatik”
tazminat uygulaması, tutuklamanın da mutlaka “hukuk aykırı” olduğu,
dolayısıyla şikayetin Sözleşme’nin 5. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği
anlamına gelmez.
12. Bununla birlikte, Sözleşme’nin 5. maddesinin beşinci
fıkrası beraata bağlı “otomatik” tazminatın ulusal hukukta özgürlükten
mahrum bırakma tedbirlerinin hukuka aykırı olduğu şeklinde kabul edildiği
durumlarda uygulanabilir (bkz. Norik Poghosyan/Ermenistan, B.No:
63106/12, 22/10/2020,§ 34). Ayrıca AİHM'e göre, tazminata ilişkin Sözleşme
hükmü (m. 5/5) hukuka aykırı şekilde özgürlüğünden mahrum bırakılan kişinin
sadece maddi zararının değil, yaşanan acı, kaygı ve hüsrandan dolayı manevi
zararının da tazminini gerektirmektedir. (Norik Poghosyan/Ermenistan,
B.No: 63106/12, 22/10/2020,§ 38).
13. Yukarıda belirtilen Yargıtay kararları ışığında
AİHM’in bu değerlendirmelerinin Türk hukukunda kovuşturmaya yer olmadığı veya
beraat kararıyla sonuçlanan süreçte başvurulan yakalama, gözaltı veya tutuklama
tedbirleri bakımından da geçerli olduğunu söylemek yanlış olmaz.
14. Diğer yandan hukuka aykırı gözaltı veya
tutuklamalardan dolayı tazminat taleplerinin değerlendirilmesinde CMK’nın 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrası altındaki bentlerin iç içe geçtiği ve durumun
göründüğünden daha karmaşık olduğu anlaşılmaktadır. Bu noktada yargılama
sonunda verilen beraat kararının türü belirleyici olabilmektedir. Sözgelimi
CMK’nın 223. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında “yüklenen
fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması”, başka bir ifadeyle suçun
unsurlarının oluşmaması nedeniyle beraat eden birinin CMK’nın 141. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında açtığı tazminat davasının niteliği
farklılaşabilir. Bu durumda koruma tedbirlerine yönelik hukuka aykırılık
iddiasının anılan hüküm uyarınca açılacak tazminat davalarında mündemiç olduğu
söylenebilir.
15. Nitekim AİHM, Türkiye’ye karşı yapılan bir başvuruda
bir kısım başvurucular yönünden CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(e) bendi kapsamında açılan bir tazminat davasında verilen tazminat miktarının
yeterli olduğunu belirterek Sözleşme’nin 5. maddesi bağlamında “mağdur”
sıfatlarının kalmadığına karar vermiştir (Adıgüzel ve diğerleri/Türkiye,
B.No: 65126/09, 13/2/2018, § 32). Daha önemlisi AİHM, diğer bazı başvurucular
yönünden yaptığı değerlendirmede ise bunlar hakkında CMK’nın 223. maddesinin
(2) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca beraat kararı verilmesinin uygulanan
gözaltı tedbirinin hukuka aykırı olduğunun zımnen kabul edilmesi anlamına geldiğini
ve CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında
tazminat davası açabilecekleri halde bu yola başvurmadıkları gerekçesiyle iç
hukuk yollarını tüketmediklerine karar vermiştir (Adıgüzel ve
diğerleri/Türkiye, §§ 36-37).
16. Bunun yanında, uygulamada tazminat davalarının
sıklıkla CMK’nın 141. maddesinin herhangi bir fıkrasına ya da bendine atıf
yapılmadan, genel anlamda “haksız yere” hürriyetlerinden mahrum
bırakıldıkları gerekçesiyle davaların açıldığı anlaşılmaktadır. Somut olayda da
başvurucu dava dilekçesinde “haksız yere gözaltında ve tutuklulukta kalmış”
olduğunu belirterek “haksız bir şekilde tutuklanmasının, yaşadığı ruhsal
sıkıntı ve çektiği elem ve ıstırabın, hakkaniyete uygun manevi tazminat miktarı
belirlenirken göz önüne alınmasını” talep etmiştir. Derece mahkemesi ise
CMK’nın 144. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca başvurucu
hakkında ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verildiğinden tazminat
talebinde bulunamayacağını belirterek davayı reddetmiştir.
17. Bu nedenle yapılması gereken, kategorik bir
değerlendirmeyle hüküm kapsamındaki davaların Anayasa’nın 19. maddesinin
dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığı sonucuna ulaşmak değil, başvurunun
esasını incelemek ve bu bağlamda ilgili kanun hükmünden (CMK, m. 144/1-d)
kaynaklanan bir ihlal olup olmadığını değerlendirmek olmalıydı.
18. Çoğunluk bunun yerine -çelişkiye düşme pahasına- bir
yandan CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında
açılan tazminat davalarında “hukuka aykırılık” değerlendirmesi
yapılamayacağını belirtmiş, diğer yandan da başvurucunun açtığı davada
tutuklanmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmediği için başvuru yollarını
tüketmediği sonucuna ulaşmıştır. Çoğunluğa göre anılan hüküm uyarınca açılan
davalarda kişilerin yakalama veya tutuklamanın “hukuka aykırı olduğunu ileri
sürmeleri gerekmediği gibi derece mahkemelerinin de anılan tedbirlerin hukuka
uygunluğu konusunda bir belirleme yapmaları söz konusu değildir” (§ 82).
19. Bu durumda CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (e) bendi kapsamında açılan tazminat davalarında, başvurucudan ya
etkili olmayan bir yolun tüketilmesi ya da “göstermelik” olarak her
durumda açıkça CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi
uyarınca da tazminat talep etmesi beklenmektedir. Bu yaklaşımın sorunu
çözmeyeceği, CMK’nın 141. maddesi bağlamında yaşanan kafa karışıklığını daha da
artıracağı açıktır.
20. Son olarak çoğunluk kararında “Kaldı ki” diye
başlayan son paragrafta yer alan açıklamalara da katılmadığımı belirtmek
isterim. Çoğunluk, başvurucunun CMK’nın 144. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(d) bendi uyarınca kusur yeteneği bulunmaması nedeniyle hakkında ceza
verilmesine yer olmadığına karar verilen kişiler kapsamında olduğunu,
dolayısıyla kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden olup
tazminat isteyemeyecekler arasında bulunduğunu belirtmiştir. Çoğunluğun
ulaştığı sonuç şudur: “Akıl hastalığının da kusur yeteneğini kaldıran veya
zayıflatan durumlardan biri olması nedeniyle derece mahkemelerinin başvurucu
hakkındaki karar ve uygulamalarında bir keyfiliğin bulunduğunu söylemek mümkün
değildir.” (§ 91).
21. Kuşkusuz Anayasa Mahkemesi başvurunun esasını
inceleyerek böyle bir sonuca ulaşabilirdi. Hatta söz konusu değerlendirme başvurunun
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulunmasının gerekçesi
de olabilirdi. Ancak başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul
edilemez bulunan bir başvuruda “kaldı ki” ile başlasa bile bu şekilde
bir değerlendirmenin yapılması doğru olmayabilir. Zira bu değerlendirmeler, “somut
başvuruda başvuru yolları tüketilmiş olsaydı bile başvurucunun kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilecekti” şeklinde
yorumlanmaya müsaittir.
22. Kaldı ki, bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesinin
görevi bir idari veya yargısal işlemin/kararın kanuna uygun olup olmadığını ve
bu anlamda “keyfilik” içerip içermediğini belirlemekle sınırlı değildir.
Bazı durumlarda ihlalin bizatihi kanunun uygulanmasından kaynaklanabileceği dikkate
alındığında, değerlendirilmesi gereken husus başvurucunun akıl hastası olması
nedeniyle hakkında verilen ceza verilmesine yer olmadığına dair karar nedeniyle
tazminat talebinin reddedilmesi şeklindeki uygulamanın -kanuna dayanmakla
birlikte- anayasal hak ve hürriyetlerin ihlaline sebep olup olmadığıdır.
Tazminat talebi bakımından ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın beraat
kararından farkı, derece mahkemesi tarafından başvurucu hakkında karar
verilirken Türk Ceza Kanunu’nun akıl hastalarına yönelik hükümlerinin nasıl
uygulandığı, bu bağlamda başvurucuya atfedilen fiilin sübutunun tartışılıp
tartışılmadığı gibi hususlarda hiçbir inceleme ve değerlendirme yapmadan derece
mahkemelerinin başvurucu hakkındaki kararlarında keyfiliğin bulunmadığı sonucuna
ulaşmak kolay değildir.
23. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesinin kategorik bir
değerlendirme yaparak, daha önce Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası
kapsamında gördüğü başvuruları kapsamdan çıkarması isabetli değildir. Diğer
yandan bu kararla birlikte Anayasa Mahkemesinin önceki içtihadı doğrultusunda,
CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında açılan
tazminat davalarında dava açıp tazminat alamayan veya aldıkları tazminatı
yetersiz bulanların muhtemel zararlarını giderecek bir yol kalmamaktadır.
Dahası Mahkememizin başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle verdiği kabul
edilemezlik kararı uygulamada sorunu çözmeyecek, (e) bendine göre dava
açanların aynı zamanda 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında
da kanuna aykırı şekilde gözaltı veya tutuklamaya maruz kaldıklarını ifade
etmeleriyle davalar devam edecektir.
24. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine yönelik şikayetinin kabul edilebilir olduğunu
düşündüğümden çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Anayasanın 19. maddesinin 9. fıkrasında kural olarak,
aynı maddedeki güvencelere aykırı biçimde yapılan özgürlüğe müdahalelere karşı
bir telafi güvencesi öngörülmektedir. Bu şekilde hak ihlalinden doğan
mağduriyetin tazminat boyutuyla giderilmesi de amaçlanmaktadır. Fakat 9.
fıkradaki güvence yalnızca önceki fıkralarda yer alan esaslara (güvencelere)
aykırı işlemleri kapsamaktadır. Diğer bir ifadeyle hukuka uygun koruma
tedbiri işlemleri kural olarak anayasal güvence kapsamına
girmemektedir. Fakat iç hukukumuzda yer alan 5271 sayılı CMK’nın 141/1-e madde
ve bendinde “Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra
haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen”
kişilerin de Devletten maddi ve manevi zararlarını isteyebilecekleri kabul
edilmiştir.
2. Kanundaki bu düzenleme uyarınca tazminata
hükmedilebilmesi için kişilerin haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya
beraatlerine karar verilmesi yeterlidir. Başka deyişle ilgili mahkemenin,
kişiler hakkındaki yakalama veya tutuklamanın hukuka uygunluğunu incelemesi
gerekli değildir. Kanun koyucunun bu düzenleme ile amacı, kişi hukuka uygun
olarak yakalanıp tutuklanmış olsa dahi, yapılan soruşturma veya yargılama
sonunda beraat etmişse, adli kamu yararı amacıyla kişi hakkına yapılan müdahale
dolayısıyla neden olunan maddi ve manevi kayıpların telafi edilmesini
sağlamaktır. Kanun koyucunun, örneğin mevcut deliller karşısında dava açılması
durumunda beraatle sonuçlanması muhtemel bir soruşturmada tutuklama tedbirine
başvurulmaması icap edeceğini, bununla birlikte yargısal faaliyete ilişkin kamu
yararı gereği böyle bir işlem yapılmışsa hakkaniyet düşüncesiyle kişinin
zararlarının tazmin edilmesi gerektiğini kabul ettiği anlaşılmaktadır. Öte
yandan Kanun koyucunun bir anlamda sonuçtan hareketle yapılan işlemlerin yersiz
bir müdahale olabileceği karinesinden hareket ettiği de söylenebilir. Nitekim
anılan (e) bendinin uygulanmasına ilişkin Yargıtay kararlarında, kanuna uygun
tutuklama yapılsa dahi kişi hakkında örneğin beraat kararı verildiğinde bu
işlemin hukuka aykırı hale geldiği ifade edilmektedir (bkz. kararın
ilgili hukuk kısmındaki Y. 12.CD.nin emsal kararları. Örneğin; …beraatine
hükmedilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu …”; 12.CD. 4.5.2016,
2015/11001 – 2016/7842).
3. Konuya belirttiğimiz yönüyle bakıldığında kovuşturmaya
yer olmadığı veya beraat kararıyla sonuçlanan bir soruşturmayla ilgili
yakalama, gözaltı ve tutuklama işleminin iç hukukumuzda bir anlamda sonucundan
hareketle haksız işlem olarak kabul edildiği değerlendirilebilir. Aksi durumda
hukuka uygun bir gözaltı veya yakalama işlemi nedeniyle tazminat verilmesi
yolundaki davalar adil yargılanma hakkı yönünden medeni hak kapsamında
incelebilir ise de gerek Sözleşmenin 5. maddesi, gerekse Anayasanın 19/9.
maddesi kapsamına girmeyeceği için AYM’nin konu bakımından yetkisi dışında
kalacağı sonucuna ulaşılabilir. Bununla birlikte bu konuda mevzuatını CMK
141/1-e bendi gibi düzenlediği anlaşılan Ermenistan hakkındaki bir kararda AİHM
de sonuçta Ermenistan iç hukukunda beraatle sonuçlanan tutukluluğun sonucu
itibarıyla hukuka aykırı kabul edilmiş oluşundan hareketle, hukuka uygun
tutuklama dolayısıyla tazminat yolunun Sözleşmenin 5. maddesinin güvencesi
kapsamında kaldığına karar vermiştir (bkz. Norig Pogosyan/Ermenistan, B. No:
63106/12, 22.10.2020, par. 33-36). Benzer yaklaşımın AYM tarafından da
benimsenebileceği değerlendirilmelidir. Nitekim AYM daha önce verdiği bir
kararda, hukuka uygun yakalama, gözaltı ve tutuklama kararları sonrasında
CMK’nın 141/1-e maddesi uyarınca açılan davalara ilişkin başvuruların da
Anayasanın 19/9. maddesinin güvencesi içerisinde olduğuna karar vermiştir (bkz.
Hasan Akboğa, B. No: 2016/10380, 27.3.2019, par. 49, 68). Sonraki başvurularda
da bu yaklaşım korunmuştur. İncelenen başvuru bakımından da Mahkememizin önceki
kararından ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmamaktadır. Bu nedenle
başvurunun esasının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi
gerekmektedir.
4. Diğer taraftan somut olayda başvuran hakkında 2911
sayılı Kanuna aykırılık, örgüt adına suç işlemek ve örgüt propagandası yapmak
suçlarından açılan dava sırasında dosyada mevcut rapora dayanılarak akıl
hastası olması nedeniyle TCK’nın 32/1. ve CMK’nın 223/3-a maddeleri uyarınca
ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmiştir. Başvuranın CMK’nın 141.
maddesi kapsamında gözaltında tutulması dolayısıyla açtığı tazminat davası ise
aynı Kanunun 144/1-d maddesi gereği, verilen kararın ceza verilmesine yer
olmadığı kararı olması dolayısıyla reddedilmiştir. Fakat başvuran tarafından
açılan bu davada kendisinin de aynı davada beraat eden diğer sanıklar gibi
beraat etmesi gerektiğini belirterek tazminat talep ettiği anlaşılmaktadır.
Başka deyişle başvuranın talebi CMK’nın 141/1-e yönüyle incelenmelidir. Elbette
Kanunun 144/1-d maddesi karşısında kural olarak başvurucu hakkında ceza
verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi bu incelemeye imkân vermemektedir.
5. Bununla birlikte başvuran hakkındaki Adana 2. Ağır
ceza Mahkemesinin kararında TCK’nın 32. maddesine aykırı olarak, fiilin sübutu
hakkında bir değerlendirme yer almamıştır. Yargıtay’ın istikrarlı
içtihatlarında vurgulandığı üzere akıl hastalığı nedeniyle TCK’nın 32. ve 57.
maddelerinin uygulanabilmesi için fiilin sübutunun ve suç vasfının tartışılıp
belirlenmesi zorunludur (bkz. CGK 15.4.2008, 1-22/80; CGK 19.6.2018,
16-237/298; 4.CD. 9.7.2019, 2324/12872). Başka deyişle başvuranın fiili
işlemediği sonucuna varılırsa beraat kararı verilmesi zorunludur. Böyle bir
durumda tazminat davasının salt CMK’nın 144. maddesi gerekçe gösterilerek
reddedilmesi özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin Anayasanın 19/9. maddesindeki
güvenceye aykırı olacaktır. Anılan güvencenin etkili olabilmesi için tazminat
davasına bakan ağır ceza mahkemesinin, sübutu tartışmadan verilip kesinleşen
ceza verilmesine yer olmadığı kararlarında sübut incelemesi yapması gerekir.
Öte yandan elbette Kanuna uygun şekilde delil değerlendirmesi yapıldıktan sonra
sanığın fiili işlediği tespitiyle verilen kararlarda böyle bir inceleme
yapılmasına gerek kalmaksızın CMK’nın 144/1-d maddesi doğrultusunda ret kararı
verilmelidir.
6. Çoğunluk gerekçesinde ise CMK’nın 141/1-e madde ve
bendindeki düzenlemeye dayalı olarak açılacak tazminat davasının Anayasanın
19/9. maddesinin güvencesi kapsamında olmadığı sonucuna ulaşılmıştır (par. 90).
Bu gerekçeye göre ancak tutuklamanın hukuka aykırılığına dayalı olarak bir
tazminat istemi üzerine bireysel başvuruda bulunulabilecektir. Fakat bu
yaklaşım kabul edildiğinde dahi özgürlük ve güvenlik hakkı yönünden meselenin
konu bakımından yetki yönünden değerlendirilmesi gerekirken başvuru yollarının
tüketilmemesi sonucuna ulaşılması da ayrı bir çelişki arzetmektedir.
Sonuç olarak incelenen olayda başvurunun esasının
incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği görüşüyle karşıoy
kullandım.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|