TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
RECEP KILIÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/29156)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2021
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Fatma Burcu NACAR YÜCE
|
Başvurucu
|
:
|
Recep KILIÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Necati YILMAZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan davanın aynı
maddi olaya dayanılarak açılan başka bir davada verilen kararın aksi yönünde
bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 6/7/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucunun
Açtığı Dava
8. Başvurucu A. Orman İşletme Müdürlüğü (Kurum)
bünyesinde 2008 yılından itibaren belirsiz süreli hizmet sözleşmesi ile
sendikalı ve toplu iş sözleşmesine (TİS) tabi olarak mevsimlik işçi statüsünde
çalışmıştır. Kurum bünyesinde çalışan işçilerin çalışma şekli Kurum tarafından
aylık nöbet listeleri ile belirlenmiş, başvurucunun iddiasına göre işe
başladığı tarihten itibaren fazla mesai ücret alacağı kendisine ödenmemiştir.
9. Başvurucu ile birlikte aynı işyerinde çalışan dört
işçi fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini iddia ederek Sakarya 3. İş
Mahkemesinde (Mahkeme) ayrı ayrı alacak davası açmışlardır.
10. Mahkeme 17/11/2016 tarihli kararında, başvurucunun
talebini kısmen kabul ederek 500 TL'nin dava tarihinden, bakiye 11.236 TL'nin
ıslah tarihi olan 21/6/2016 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka
mevduat faizi ile birlikte davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine karar
vermiştir.
11. İlk derece mahkemesi karar gerekçesinde, başvurucunun
Yargıtay içtihatlarında 24 saat nöbet tutularak çalışılan işyerleri ile ilgili
olarak uyku vb. ihtiyaçlar için geçen zaman çıkarıldıktan sonra bu tür
çalışmaların günde 14 saat olabileceğinin kabul edildiği belirtilmiştir.
Devamında başvurucunun fazla mesai çalışmasının nöbet tuttuğu günlerde 6,5 saat
olabileceği ve saat ücretinin ise %75 zamlı ödenmesi gerektiği, 3 saat fazla
çalışmaya ilişkin ücretin TİS'e göre ödendiği, kalan kısma ilişkin ücretin
ödenmesi gerektiğini belirterek bu miktar üzerinden hesaplanan ilave tutarlara
ilişkin talebin ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir.
12. Davalı Kurumun istinaf talebi üzerine İstanbul Bölge
Adliye Mahkemesi 26. Hukuk Dairesi (İstinaf Dairesi) 1/6/2017 tarihli kararında
ilk derece mahkemesi kararını kaldırmış ve davanın reddine kesin olarak
hükmetmiştir. İstinaf Dairesi özetle uyuşmazlık konusu döneme ait puantajlarda
yer alan çalışma ve bordrolardaki ödeme kayıtları dikkate alınarak fark
alacağının bulunup bulunmadığının tespit edileceğini, fazla çalışmaya ilişkin
tanık beyanlarına itibar edilemeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca TİS'e göre 8
saatlik mesainin üstüne 3 saatlik fazla çalışma öngörüldüğü ve bu hükmün
taraflar için bağlayıcı olduğu, dolayısıyla 3 saatin dışında fazla çalışmadan
ve buna ilişkin alacaktan bahsedilemeyeceği gerekçesine yer vermiştir.
13. Nihai karar 20/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir. Başvurucu 6/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Başvuru
Konusu Dava ile Benzer Diğer Davaların Süreci
14. Başvurucu ile aynı durumda olan S.Ş., A.V., A.B. ve
M.E.nin davası yönünden Mahkeme 17/11/2016 tarihli kararlarında başvuru konusu
davada verilen karar gerekçesini tekrarlayarak hüküm kurmuştur.
15. Davalı Kurumun istinaf talepleri, İstanbul Bölge
Adliye Mahkemesi 28. 29. ve 30. Hukuk Dairelerinin 22/2/2017, 29/3/2017 ve
23/2/2017 tarihli kararları ile esastan kesin olarak reddedilmiştir.
16. Esastan ret kararı veren İstinaf Dairelerinin
gerekçelerinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E.2006/9-107, K.2006/144 sayılı
kararına atıf yapılmıştır. Davalı işverenlerin işçileri çalıştırma şekli
dikkate alındığında uyku ve zorunlu yemek ile diğer ihtiyaçları için geçen
zaman çıkarıldıktan sonra çalışanların günde en fazla 14 saat çalışabilecekleri
belirtilerek davalı işveren tarafından TİS hükümlerine bağlı olarak %75 zamlı
ödeneceğine ve günlük 3 saat üzerinden yapılmış olan fazla mesai ödemelerinin
ücret bordrolarında tek tek belirlenerek hesaplama yapılmak suretiyle tenzil
yoluna gidildiği vurgulanmıştır. Dolayısıyla ilk derece mahkemesini
değerlendirmesinin yerinde olduğu ifade edilmiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun
Hükümleri
17. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun ''Fazla
çalışma ücreti'' kenar başlıklı 41. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Ülkenin genel yararları yahut işin
niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerle fazla çalışma yapılabilir.
Fazla çalışma, Kanunda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırkbeş saati
aşan çalışmalardır. 63 üncü madde hükmüne göre denkleştirme esasının
uygulandığı hallerde, işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık
iş süresini aşmamak koşulu ile, bazı haftalarda toplam kırkbeş saati aşsa dahi
bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.''
18. 4857 sayılı Kanun'un "Çalışma süresi"
kenar başlıklı 63. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''Genel bakımdan çalışma süresi haftada
en çok kırkbeş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde
haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır...
...''
2. Yargı
Kararları
19. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 8/10/2020 tarihli ve
E.2020/5880, K.2020/11091 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Davacı işçinin fazla çalışma yapıp
yapmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Fazla çalışma
yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına
ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği
ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla
bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen
fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri
kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç
yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle
kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi
gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz
önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de
fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma
ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma
yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma
alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde,
bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir.
Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda
belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir.
İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla
çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret
ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda ise işçinin ihtirazi kayıt
ileri sürmesi beklenemeyeceğinden, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının
her türlü delil ile ispatı mümkündür.
Dairemizin görüşüne göre; orman yangın
işçileri ile gözetleme kulelerinde görev yapan işçilerin görevleri itibariyle
yangın döneminde bütün günü mesaiye hasretmesi mümkün olmayıp yapılan işin
niteliği gereği ara dinlenmeleri normal mesai sistemine göre daha fazladır.
Nitekim, orman yangın işçileri ile gözetleme kulelerinde görev yapan işçilere
toplu iş sözleşmesi gereği fazla çalışma yapılsın veya yapılmasın günde üç
saatlik fazla çalışma ücreti ödenmektedir. İşçinin günde üç saatten daha fazla
çalıştığının yazılı delille (görev emirleri, çizelgeler, puantaj kaydı vs)
ispatı halinde fazlasının ödenmesi gerekir. Aksi halde salt tanık beyanlarına
göre fazla çalışma yapıldığının ispatı kabul edilemez.
...
Her ne kadar; 4857 sayılı Kanun'un 92.
maddesinin 3. fıkrasında, 'Çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe
yetkili iş müfettişleri ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge
müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi ispatlanıncaya kadar
geçerlidir.' hükmüne yer verilmiş olup Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş
Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın sözü edilen kesinleşmiş raporları bu sebeple
bağlayıcı ise de; davacının 15.01.2013 tarihinde emekli olduğu, bilirkişi
raporunda belirtilenin aksine davacının teftiş tarihinden önce emekli olması
sebebiyle isminin dosya içerisinde bulunan teftiş raporu ve eklerinde yer
almadığı bu sebeple teftiş sırasında davacının çalışma şekline yönelik bir
tespitte bulunulmadığı anlaşılmaktadır.
Şu halde, davacıya çalışma şekline göre
Toplu İş Sözleşmelerinde belirlenen fazla çalışma ödemesinin yapıldığı, davacının
ödemesi yapılan süreden daha fazla çalıştığını yazılı bir delil ile
ispatlayamadığı, daha fazla çalışmanın salt tanık beyanlarına göre ispatının
mümkün olmadığı anlaşıldığından davacının fazla çalışma talebinin reddine karar
verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile kabul edilmesi hatalı olup
bozmayı gerektirmiştir.
..."
20. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 22/2/2016 tarihli ve
E.2016/5218, K.2016/3969 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi
bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da
geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar
kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri
sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının
ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri
kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç
yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle
kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi
gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz
önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de
fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
Somut olayda, davalı tarafından dosyaya
puantaj kayıtları sunulmuştur. Kayıtların incelenmesinde, yangınla mücadele
için görevlendirme olduğu zamanların ayrı ayrı belirtildiği görülmektedir. Bu
durumda kamu kurumu tarafından sunulan puantaj kayıtlarına itibar edilerek,
davacının 'MY' kodu ile yangınla mücadelede görevlendirildiği günlerin
puantajlardan tespiti ile bu günler yönünden her gün 3 saat üzerinden fazla
mesai alacağının hesaplanması ve ödenen rakamların mahsubu ile alacağın
belirlenmesi gerekirken tüm sezon yönünden hesaplanması hatalı olup karar
bozulmalıdır."
21. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve
E.2018/3144, K.2018/6210 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Davacı işçinin fazla çalışma yapıp
yapmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Fazla mesai
yapıldığının ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı
gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. İmzalı ücret
bordrolarında bu çalışmaların karşılığı olan ücretlerin ödendiği anlaşılıyorsa,
işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığı ileri sürülmesi mümkün
değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma ve genel tatil alacağının daha fazla
olduğu yönündeki ihtirazı kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha
fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın,
bordroların imzalı ve ihtirazı kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli
bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı
delille kanıtlaması gerekir.
...
Davacının görevi itibariyle yangın
döneminde de bütün günü mesaiye hasretmesi mümkün olmayıp yapılan işin niteliği
gereği ara dinlenmeleri normal mesai sistemine göre daha fazladır. Çalışmanın
şekli dikkate alındığında aile hayatı ile çalışma hayatı iç içe geçmiştir. Bu
nedenle, davacı yangın nöbeti tuttuğu tüm süre için ancak toplu iş
sözleşmesinde belirlenen şekilde günlük 3 saat fazla çalışma (%75 saat ücreti
fazla) alacağına hak kazanacaktır. Tüm bu belirlemelere rağmen, hükme esas
alınan bilirkişi raporunda, davacının 01 Haziran -31 Ekim arası yangın
sezonunda haftada 5 gün 24 saat, 1 gün de 5 saat çalıştırıldığı, yasal günlük
çalışma süresi 7,5 saat olarak kabul edilmiş ise de, haftada 5,5 gün çalışan
davacının son gündeki çalışması 5 saat olduğundan diğer günlerdeki çalışmasının
8 saat olarak kabul edilmesi gerektiği, 24 saat çalışmalarda Yargıtayın artık
yerleşik içtihatlarına göre bu sürenin 14 saat kabul edildiği, 14 saat çalışan
işçinin 8 saati aşan çalışmasının 6 saat olduğu ve günlük 3 saatin karşılığının
zamlı olarak ödendiğinin kabulü durumunda karşılığı ödenmeyen günlük 3 saatlik fazla
çalışma alacağının bulunduğu kabul edilmiştir. Mahkemece varılan sonuç
açıklanan nedenler ile hatalı olduğundan doğru sonuca varılması için; davacının
yangın sezonu olan 01 Haziran-31 Ekim tarihleri arasında izinli olduğu ve hafta
tatili izni kullandığı günler gibi fiilen çalışmadığı günler puantaj kayıtları
esas alınarak belirlenmeli, buna göre bu günler dışında davacının fiilen
çalışmış olduğu günlük 14 saat çalışma nedeniyle 11 saati aşan 3 saat fazla
çalışmaya hak kazandığı, toplu iş sözleşmesi hükümleri uyarınca davacıya yangın
sezonunda beklediği her gün için 3 saat fazla mesai ödemesi yapılıp yapılmadığı
tespit edilmeli ödenmiş ise dava reddedilmeli, ödenmemiş ise ödenmeyen kısım
davalı yararına oluşan usuli kazanılmış haklar da gözetilerek yapılacak
hesaplama sonucuna göre hüküm altına alınmalıdır. Belirtilen hususlar
gözetilmeden karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
..."
22. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 5/4/2006 tarihli ve
E.2006/9-107, K.2006/144 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...1475 sayılı Yasanın yürürlükte
olduğu dönemde; Yargıtay'ın istikrar kazanan uygulamasına göre haftalık 45
saati aşan çalışmaların fazla mesai olarak kabulü gerekir. Davacının günde 14
saat çalıştığı kabul edildiğinde, haftada 3 gün çalıştığında, haftalık çalışma
süresi 42 saat olacaktır. Bu haftalarda fazla mesai yapıldığı kabul edilemez.
Dört gün çalışılan haftalarda ise, haftalık çalışma 56 saat olup, davacının bu
haftalarda, haftada 11 saat fazla mesai yaptığının kabulü gerekir. Mahkemenin
hükmüne esas alınan bilirkişi raporunda 1475 sayılı yasa döneminde günlük 7,5
saati aşan çalışmaların fazla mesai olarak kabulü hatalıdır.
4857 sayılı Yasa döneminde ise; Günlük
11 saati aşan çalışmaları ile haftalık 45 saatten fazla çalışmalar fazla
çalışma olarak kabul edildiğinden, haftada 3 gün çalışılan haftalarda 11 saati
aşan günlük 3 saat, haftalık 9 saat çalışmanın; haftada 4 gün çalışıldığında
günlük 3, haftalık 12 saat çalışmanın fazla çalışma saati olarak kabulü
gerekir.
Bu durumda fazla mesai sayılan
çalışmalar dışındaki çalışma süresi; haftada 3 gün çalışıldığında günlük 11
saatten haftada 33 saati bulacağı; haftada 4 gün çalışıldığında ise günlük 11
saatten haftalık 44 saate ulaşacağından ve haftalık 45 saati aşmadığından
denkleştirmeden söz edilemez.
Bu çalışma şekline göre; davacının fazla
mesai çalışma alacağının saptanması için bilirkişiden Yargıtay denetimine
elverişli ek rapor alınmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Yanlış
değerlendirme ile yazılı şekilde fazla çalışma alacak isteği ile ilgili hüküm
kurulması hatalı olup kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.
2- Davacının, Kapsam Dışı Personel
Yönetmeliğinin 12. maddesinde belirtilen vardiyalı çalışmalara ilişkin
koşullara uygun bir çalışması bulunmadığından vardiya primi isteğinin kabulü de
doğru görülmemiştir.
..."
B. Uluslararası
Hukuk
1. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı
24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin
6. maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada
bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatı ve yargılamanın
yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/İngiltere, B.
No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine
getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo
Beheer B.V.v/Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33).
25. AİHM; Sözleşme'nin 6. maddesi adil yargılanma hakkını
güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir
kural koyma yetkisinin AİHM'de olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu
hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihlal etmediği
sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de AİHM'de
olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§
45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak
gözönünde bulundurulacak, bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak
üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı
dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89,
24/6/1993, § 66).
26. AİHM'e göre tarafların ileri sürdükleri delillerin
kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine
sahip olmakla birlikte mahkemelerin kararlarında yeterli bir gerekçe
göstermeleri gerekir (Suominen/Finlandiya, B. No: 37801/97, 01/7/2003, § 36).
Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu, mahkemelerin tarafları adil bir
şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No:
184/02, 11/4/2007, § 85).
27. Yargılama sırasında sunulan bir kısım delilin
mahkemece dikkate alınmaması şikâyeti ile ilgili olarak AİHM; mahkemenin
başvurucunun bu yöndeki talebini gerekçesiz reddettiğini, kararda gerekçe
olmamasının karara karşı etkili bir şekilde itiraz etme fırsatını da ortadan
kaldırdığını belirterek başvuruda Sözleşme'nin 6. maddesinin ihlal edildiğine
karar vermiştir (Suominen/Finlandiya, § 38).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 10/3/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
29. Başvurucu, aynı işyerinde çalıştığı bir kısım işçiyle
aynı zamanda açtıkları davalarda Mahkemenin verdiği aynı karar ile ilgili
olarak İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 26., 28., 29. ve 30. Hukuk Dairelerinin
farklı uygulama yapmak suretiyle aynı maddi olaya ilişkin farklı kararlar
vermesi nedeniyle Anayasa'nın 36., 50. ve 55. maddelerinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı, adil ücret hakkı ile dinlenme hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
30. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir."
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
Başvurucunun aynı maddi olaya ilişkin farklı karar verildiğine dair şikâyetinin
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
33. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında;
herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal
sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36.
maddesinin birinci fıkrasına "ile adil yargılanma" ibaresinin
eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle
Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence
altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil" edilmiştir.
Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine "herkesin adil yargılanma hakkına
sahip olduğu" ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen
adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar
Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54).
34. Adil yargılanma hakkı uyuşmazlıkların çözümlenmesinde
hukuk devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa'nın 2.
maddesinde Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti,
Anayasa'nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde
bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir (Hakan Altıncan [GK], B. No:
2016/13021, 17/5/2018, § 44).
35. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk
devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı
amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2014/183,
K.2015/122, 30/12/2015, § 5). Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem
kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu
otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade
etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2010/80, K.2011/178,
29/12/2011).
36. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya
birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin
benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan
birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk
kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa
Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden
fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip
etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916,
12/1/2017, § 81).
37. Uygulamadaki yeknesaklığı sağlamaları beklenen Yüksek
Mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe
göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye
düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde
bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır (Türkan
Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 53).
38. Özellikle aynı somut olay ve hukuksal durumdaki
farklı kişilerce açılan davalarda birbiriyle çelişen sonuçlara ulaşılması
hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşebilir. Yargı
mercilerinin anılan ilkelerin bir sonucu olarak kamuoyu nezdinde yargıya olan
güveni muhafaza etme bakımından kararlarında belli bir istikrar sağlaması
beklenir (Hakan Altıncan, § 48).
39. Uyuşmazlığın çözümünde etkili olan maddi vakıaların
değerlendirilmesi, yorumlanması ve nitelendirilmesi derece mahkemelerinin
takdirindedir. Maddi vakıalar, uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarından
farklı olarak sadece somut bir olayı ilgilendirdiğinden ancak somut olayın
koşulları çerçevesinde yorumlanabilir ve anlamlandırılabilir. Somut olayın tek
bir uyuşmazlığa konu edildiği durumlarda maddi vakıalara ilişkin olarak
mahkemeler arasında görüş ayrılığı oluşması mümkün değildir. Buna mukabil aynı
olay çerçevesinde birden fazla uyuşmazlığın birden fazla mahkemede görüldüğü
hâllerde farklı mahkemelerin aynı olay kapsamındaki bir maddi vakıayı farklı
değerlendirmesi ve yorumlaması mümkündür. Maddi vakıanın farklı yorumlanmasına
bağlı olarak aynı olaya ilişkin uyuşmazlıklarda farklı sonuçlara ulaşılması ve
birbiriyle çelişen kararlar verilmesi olasıdır. Bu durumda da aynı maddi
vakıanın farklı değerlendirilmesine bağlı olarak adil yargılanma hakkının ihlal
edilmesi söz konusu olabilir (Özlem Terzioğlu, B. No: 2014/19341,
21/11/2017, § 45).
40. Mahkemelerin maddi olgularla ilgili değerlendirme ve
nitelemeleri ile mutlak bir şekilde bağlı olmaları söz konusu olmayıp bunları
değiştirmeleri de mümkündür. Ancak maddi olgularla ilgili değerlendirmelerin
aynı olay kapsamındaki diğer uyuşmazlıklar yönünden kuvvetli delil teşkil
edebileceği gözetildiğinde mahkemelerin daha önce ulaştıklarından farklı bir
sonuca ulaşmaları durumunda bunun gerekçesini ikna edici bir şekilde ortaya
koymaları beklenir (Özlem Terzioğlu, § 46).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
41. Somut başvurunun konusu, aynı işyerinde benzer
koşullarda çalışan işçiler tarafından açılan davaların bir kısmının yargı
mercilerinin farklı bir yaklaşımı benimsemesi nedeniyle farklı sonuçlandığı ve
bu hususun yargılamanın hakkaniyetini zedelediği iddiasıdır.
42. Somut olayda başvurucu ve aynı işyerinde çalışan bir
kısım işçi tarafından fazla mesai ücret alacağı davası açılmıştır. Mahkeme,
davanın hukuki niteliğini tespit ederken her çalışanla ilgili maddi vakanın
aynı olduğunu belirlemiş ve bu kapsamda değerlendirme yaparak tüm çalışanların
talebini kabul etmiştir.
43. Başvurucunun taraf olduğu dosyanın istinaf incelemesi
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 26. Hukuk Dairesi, işçilerden ikisininki 29.
Hukuk Dairesi, diğer işçilerinki ise 28. ve 30. Hukuk Daireleri tarafından
yapılmıştır.
44. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 26. Hukuk Dairesi
TİS'e göre 8 saatlik mesainin üstüne 3 saatlik fazla çalışma öngörüldüğü ve bu
hükmün taraflar için bağlayıcı olduğu, dolayısıyla 3 saatin dışında fazla
çalışmadan ve buna ilişkin alacaktan bahsedilemeyeceği gibi yazılı belgeler
karşısında fazla çalışma hususunda tanık beyanlarına itibar edilemeyeceği
gerekçesiyle hükmü ortadan kaldırarak başvurucunun davasını reddetmiştir. Diğer
istinaf incelemelerini yapan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28., 29. ve 30.
Hukuk Daireleri ise Mahkemenin başvurucunun davasında belirttiği gerekçe
doğrultusunda istinaf taleplerini reddetmiştir.
45. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili davalarda
taraflarca ileri sürülen vakıaların yorumu ve sunulan delillerin
değerlendirilmesi ile bunların ispat gücünü haiz olup olmadığının takdiri
derece mahkemelerine aittir. Bu kapsamda bir vakıanın ispatı için gösterilen
delilin ispata yeterli olup olmadığına mahkemeler karar verir. Taraflardan
birine ait olan ispat mükellefiyetinin yerine getirilip getirilmediği hususunda
derece mahkemelerinin geniş değerlendirme marjına sahip olduğunun kabulü
gerekir. Ancak derece mahkemeleri, ibraz edilen delil ve ileri sürülen
olguların objektif bir değerlendirmeye tabi tutulduğunu kararlarında gösterme
ve taraflar arasında tartışmalı olan vakıanın ispat edilip edilmediği konusunda
ulaştıkları kanaatlerini davanın diğer tarafını da ikna edecek biçimde ilgili
ve yeterli bir gerekçeyle açıklama yükümlülüğü altındadır.
46. Başvuru konusu davada istinaf dairesinin dayandığı
temel nokta; toplu iş sözleşmesi hükümlerine göre başvurucunun günlük 3 saatten
fazla çalışma yapamayacağı, yapmış olsa dahi bunun ancak yazılı delillerle
ispatlanabileceği dosya kapsamında dinlenen tanık beyanlarının başvurucunun bu
iddiasını ispatlamaya elverişli olmadığı hususudur. Benzer davalarda diğer
işçilerin bu yöndeki taleplerinin kabulüne karar veren istinaf dairelerinin
dosyada dinlenen tanık beyanlarını diğer delillerle birlikte değerlendirerek hükme
esas almak suretiyle davaları kabul ettiği anlaşılmaktadır.
47. Mahkeme tarafından somut olay koşullarında
değerlendirme yapılmak suretiyle verilen kararın yeterli gerekçe içerdiği
tespit edilmiştir. Söz konusu kararların belirli bir hukuksal temele dayandığı,
kararlar arasındaki çelişkinin hukuki yorum farklılığından kaynaklandığı ve bu
farklılığın içtihat farklılığı oluşturacak boyutta olmadığı anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak kararlardaki farklılığın hukuki güvenliği sarsacak nitelikte
olmadığı, dolayısıyla başvurunun hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin
değerlendirilmesi kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir.
48. Ayrıca başvurucu; yargılama sürecinde karşı tarafın
sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini
ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna ilişkin bir bilgi ya
da kanıt sunmadığı gibi mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık bir
keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.
49. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 10/3/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.