TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OKAN GÖÇER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/29596)
|
|
Karar Tarihi: 13/1/2021
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Murat İlter DEVECİ
|
Başvurucu
|
:
|
Okan GÖÇER
|
Vekili
|
:
|
Av. Emine EREL SAVGA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak
bilinen protesto gösterileri kapsamında kolluk görevlilerinin haksız güç
kullanması sonucunda yaşamsal tehlike doğacak şekilde yaralanma meydana gelmesi
ve bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle yaşam
hakkının, gösteriye hukuka aykırı ve ölçüsüz bir biçimde müdahale edilmesi nedeniyle
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 11/7/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak
bilinen protesto gösterileri kapsamında 1/6/2013 tarihinde saat 14.00-15.30
sıralarında Meşrutiyet Caddesi üzerinden Galatasaray Meydanı'na doğru yürüyen
kalabalığa katılmıştır. İddiasına göre başvurucu, henüz Meşrutiyet Caddesi'nde
iken bir biber gazı kapsülünün başına isabet etmesi sonucu ağır yaralanmış ve
yolların kapalı olması nedeniyle cankurtaranın olay yerine ulaşamaması üzerine
arkadaşlarının yardımıyla Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesine
götürülmüştür. Başvurucu acil olarak ameliyata alınmıştır. 1/6/2013-19/6/2013
tarihleri arasında Yoğun Bakım ve Acil İleri Bakım Servislerinde tedavi gören
başvurucu 19/6/2013 tarihinde Beyin Cerrahisi Servisine alınmış, 21/6/2013
tarihinde ise taburcu edilmiştir. Hastane tarafından tanzim edilen 17/2/2014
tarihli engelli sağlık kurulu raporu'a göre frontal bb sendromu, epilepsi,
post travmatik stres bozukluğu ve sol total işitme kaybı teşhisi
konulan başvurucunun tüm vücut fonksiyon kaybı (engellilik) oranı %84'tür.
Hakkında düzenlenen tıbbi belgelere göre başvurucu, başına yakın mesafeden
isabet eden ve künt travma yaratan ateşli silah yarasıyla saat 15.40
sıralarında hastaneye getirilmiş olup geldiği sırada başvurucunun şuuru
kapalıdır.
10. 28/5/2013-1/6/2013 tarihleri arasında Taksim Meydanı
ve çevresinde meydana gelen olaylar hakkında 33 kolluk amiri tarafından
düzenlenen 1/6/2013 tarihli tutanakta ise başka hususlar yanında olay günü saat
13.00 sıralarında yüzleri kapalı kişilerden oluşan 60 kişilik bir grubun
Tarlabaşı Caddesini trafiğe kapatıp yola barikat kurduğu, bu grubun orantılı ve
kademeli güç kullanılarak dağıtıldığı, aynı saatlerde yüzleri maskeli
kişilerden oluşan bir başka grubun Kallavi Sokak civarında beklediği, polise
taş, sopa vs. cisimlerle saldırdığı, saldırıların saatlerce devam ettiği ve
saldırıda bulunanlara orantılı müdahalede bulunulduğu belirtilmiştir. Müdahale sırasında
kullanılan araçların ne olduğu ve saldırıda bulunan kişilerin tespitine yönelik
bir çalışma yapılıp yapılmadığı sözü edilen tutanakta açıklanmamıştır.
11. Başvurucu, vekili aracılığıyla İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) verdiği 10/6/2013 havale tarihli
dilekçesinde bir polis memurunun hedef alarak biber gazı kapsülü atan silahı
ateşlediğini oysa şiddet içerikli bir davranışının olmadığını, biber gazı
kapsülü atılmadan önce kolluk görevlilerince uyarı yapılmadığını, yaralanmasıyla
ilgili olarak herhangi bir kolluk tutanağı tanzim edilmediği gibi herhangi bir
soruşturma işlemi de yapılmadığını ve hastanede görevli polisin olayı
soruşturma mercilerine bildirmediğini belirterek;
i. Meşrutiyet Caddesi ile Yeni Çarşı Caddesi'nin
keşimindeki MOBESE kameraları ile P... Eczanesinin, İngiliz Başkonsolosluğunun,
D... ve H... Bankalarının güvenlik kameralarının olay günü 13.00-15.00 saatleri
arasında kaydettiği görüntülerin getirtilmesini,
ii. Delillerin kaybolmaması ve görüntü kayıtlarının
silinmemesi için gerekli tedbirlerin alınmasını,
iii. Olay yerinde biber gazı kullanmakla görevli kolluk
görevlilerine ait listenin celbini,
iv. Medya kuruluşlarından tüm video, fotoğraf ve
haberlerin bu fotoğraf ve videoları çekip haberleri yapanların listesiyle
birlikte istenmesini,
v. Başbakan, İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi, İstanbul
Emniyet Müdürü, Çevik Kuvvet Şube Müdürü ve biber gazını kullanan kolluk
görevlileri ile olay günü hastanede görevli olup da yaralanmasını ilgililere
bildirmeyen polis memurlarının cezalandırılmasını istemiştir.
12. Anılan dilekçenin üzerine başvurucu vekilince
Başbakan, İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü hakkında
ayrıca suç duyurusu yapılacağı yazılmıştır.
13. Başvurucunun dilekçesi üzerine Cumhuriyet
Başsavcılığı olay hakkında derhâl bir soruşturma başlatmıştır.
14. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun yaralanması
nedeniyle yürütülen soruşturmayı protesto gösterileri kapsamında farklı
tarihlerde meydana gelen birçok olay hakkında yürütülen ayrı bir soruşturma
(ana soruşturma) ile birleştirmiştir. Bu ana soruşturma kapsamında;
i. İstanbul Emniyet Müdürlüğü ile medya kuruluşları ve
haber ajanslarından temin edilenler de dâhil protesto gösterileri kapsamında
meydana gelen eylemlerle ilgili fotoğrafları ve kamera kayıtlarını içerir CD ve
DVD'ler getirtilmiştir.
ii. Başkalarının 1/6/2013 tarihli yaralanmalarıyla ilgili
olarak 1/6/2013 tarihinde saat 09.00 ile 2/6/2013 tarihinde saat 09.00 arasında
Taksim Meydanı ve çevresinde görevli Çevik Kuvvet gruplarına ait çizelgeler
temin edilmiştir.
iii. Gezi Parkı eylemleri kapsamında meydana gelen bazı
olaylar nedeniyle birkaç polis amiri ve memuru hakkında yürütülen disiplin
soruşturmasına ilişkin belgeler soruşturma evrakı arasında alınmıştır.
15. Başvurucu, vekili aracılığıyla Cumhuriyet
Başsavcılığına verdiği 11/6/2013 havale tarihli dilekçesinde tanıklar B.Ö. ve
A.Ç.nin dinlenmesini istemiş ve kamera kayıtlarının celbiyle ilgili talebini
tekrar dile getirip bu konuda yazılacak müzekkerenin takibi konusunda kendisine
takip yetkisi (elden takip) verilmesini talep etmiştir.
16. Cumhuriyet Başsavcılığı görüntü kayıtlarının celbi
için 12/6/2013 tarihinde Beyoğlu Emniyet Müdürlüğüne bir müzekkere yazmış ve bu
müzekkereyi muhataba teslim etmesi için başvurucu vekiline vermiştir.
17. Cumhuriyet Başsavcılığı 27/6/2013 tarihinde tanık
B.Ö.nün ifadesini almıştır. B.Ö. vermiş olduğu ifadesinde meraklarına istinaden
31/5/2013 tarihinde İstiklal Caddesi'ne gittiklerini, Galatasaray Lisesinin
bulunduğu sokakta dört beş Çevik Kuvvet polisi gördüklerini, kask takmaları
nedeniyle polislerin yüzlerinin görünmediğini, bir polis memurunun elinde biber
gazı kapsülü atan tüfek gördüğünü, çevrede yaklaşık 10.000 kişinin olduğunu,
bulundukları kafeteryadan sokağa çıktıkları sırada Çevik Kuvvet polislerinin
bulunduğu yerden atılan bir biber gazı kapsülünün başvurucunun kafasına isabet
ettiğini, başvurucunun bayıldığını, başvurucuyu kucağına alıp çıktıkları
kafeteryaya doğru yürüdüğünü, polis memurlarının biber gazı kullanmak ve taş
atmak suretiyle kendilerini kovaladığını, tanımadığı doktorların kafeterya
içinde başvurucuya dikiş atıp serum taktıklarını ve cankurtaran gelmeyince bir
vatandaşın aracıyla başvurucuyu hastaneye götürdüklerini söylemiştir.
18. Başvurucu, vekili aracılığıyla Cumhuriyet
Başsavcılığına verdiği 2/7/2013 tarihli dilekçesinde arkadaşlarından
öğrendiğine göre olayın saat 15.00-16.00 sıralarında gerçekleştiğini belirterek
görüntü kayıtlarının 13.00-17.00 saatleri için getirtilmesini istemiştir. Bu talep
uyarınca Cumhuriyet Başsavcılığı Beyoğlu Emniyet Müdürlüğüne yeni bir müzekkere
yazmıştır.
19. Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne
gönderdiği 19/7/2013 tarihli yazıyla olayla ilgili MOBESE görüntüleri ile
olayın meydana geldiği yerde bulunan işyerlerine ait kamera görüntülerinin
temin edilmesini, başvurucunun iddialarının araştırılmasını, başvurucunun
bildirdiği tanıklar ile resen tespit edilecek kişilerin olayla ilgili
beyanlarının alınmasını, şüphelilerin açık kimlik bilgileri ile görev
yerlerinin belirlenmesini, ayrıca bu kişilerin fotoğraflarının CD ortamında
gönderilmesini istemiştir.
20. Kolluk görevlilerince düzenlenen 24/7/2013 tarihli
tutanağa göre güvenlik kameralarının celbi konusunda yazılan müzekkereye
İngiliz Başkonsolosluğu cevap vermemiş ancak talep edilen diğer görüntü
kayıtları elde edilmiştir. Bu kayıtlar, Yeni Çarşı Caddesi ile Meşrutiyet
Caddesi kesişiminde bulunan MOBESE kamerasının 18/6/2013 tarihinde saat
13.00-17.00 saatleri arasında kaydettiği görüntüleri içerir DVD'lerle birlikte
31/7/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
21. Kolluk görevlilerince düzenlenen 5/9/2013 tarihli
tutanaktan bankalardaki güvenlik kameralarının altmış günlük, İngiliz
Başkonsolosluğunun güvenlik kameralarının ise on beş günlük kayıt yaptığı, bu
nedenle 1/6/2013 tarihine ait kayıtların elde edilemediği anlaşılmıştır.
22. Beyoğlu Emniyet Müdürlüğünün Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderdiği tarihsiz yazıda olay yeri çevresindeki MOBESE
kayıtlarının kırk beş günlük kayıt yaptığı ve bu nedenle olay gününe ait
kayıtların elde edilemediği belirtilmiştir.
23. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun tedavisi ile
ilgili tüm belgeleri hastaneden temin edip yaralanmanın niteliği hakkında
İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünden iki kez rapor almıştır.
i. 7/10/2013 tarihli rapor şöyledir:
“...Okan Göçer'[e] ait Okmeydanı E.A. Hastanesinin
01.06.2013 giriş, 21.06.2013 çıkış tarihli, 17961 sayılı raporunda; ateşli
silah yaralanması ifadesiyle geldiği, sol frontalde yaklaşık 8 cm kenarları
düzensiz ve yanık izleri olan altında kırık palpe edilebilen, şuuru kapalı
olduğu, entübe edildiği, operasyona alındığı, akut subdural hematomun
boşaltıldığı, arızasının,
Kişinin yaşamını tehlikeye SOKTUĞU,
Basit bir tıbbi müdahaleyle
giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI,
Kırığın yaşam fonksiyonlarına etkisi
AĞIR(5) derece olduğu kanaatini bildirir rapordur. ”
ii. 19/11/2013 tarihli raporda başvurucunun maruz kaldığı
eylem nedeniyle yaşamı tehlikeye girecek ölçüde yaralandığı ve olay nedeniyle
meydana gelen kemik kırığının yaşam fonksiyonlarına etkisinin ağır (4) olduğu
belirtilmiştir.
24. Başvurucu, vekili aracılığıyla Cumhuriyet
Başsavcılığına verdiği 14/2/2014 tarihli dilekçeyle İngiliz Başkonsolosluğunun
güvenlik kameralarına ait kayıtların Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla
istenmesini talep etmiştir.
25. Cumhuriyet Başsavcılığı, Gezi Parkı eylemleri olarak
bilinen olaylarla ilgili tüm şikâyetlerin bir arada değerlendirilmesi nedeniyle
başvurucunun yaralanması olayı hakkında yürütülen soruşturmanın sürüncemede
kaldığı sonucuna varmış ve 28/4/2015 tarihinde başvurucuyla ilgili soruşturmayı
ana soruşturmadan ayırmıştır.
26. Cumhuriyet Başsavcılığı İstanbul Emniyet Müdürlüğüne
yazdığı 22/6/2015 tarihli yazıyla 19/7/2013 tarihli müzekkerede yazılı
hususların yerine getirilmesini istemiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, cevap
yazısının 5/11/2013 tarihinde gönderildiğini bildirmiştir.
27. Cumhuriyet Başsavcılığı İngiliz Başkonsolosluğuna
yazdığı 8/9/2015 tarihli yazıyla mevcut olması hâlinde soruşturmaya konu olayla
ilgili kamera görüntülerinin gönderilmesini istemiştir. Bu yazı, sonuncusu
22/6/2016 olmak üzere dört kez tekit edilmiştir.
28. Cumhuriyet Başsavcılığı 8/9/2015 tarihinde
başvurucunun ifadesine başvurmuştur. Başvurucunun verdiği ifadenin ilgili kısmı
şöyledir:
“...Meşrutiyet Caddesi ile Yeni Çarşı
Caddesinin kesişim noktasında idim. Yanımda arkadaşlarım vardı. Onlar gösteriye
katılmamızı istediler. Ben de onlarla birlikte kalabalığın içindeydim. Olayla
ilgili geniş bir dilekçe verdim. Bulunduğum yerde yoğun bir şekilde polis
tarafından gaz kullanılıyordu. Ben polisin elinde tüfekle nişan aldığını gördüm
ve arkadaşlar polis nişan alıyor kaçın diye bağırdım. Polisle aramda en fazla 15
metre mesafe vardı. Bana doğru ateş ettiği[ni] gördüm ve acıyla orada
bayıldım...”
29. İfade sırasında hazır bulunan başvurucu vekili;
olaydan sonra çok sayıda kamera görüntüsü topladığını, Cumhuriyet Başsavcılığı
aracılığıyla istenen kayıtların soruşturma dosyasında olması gerektiğini,
kendilerinde bulunan görüntü kayıtlarını sunacağını, izlediği kadarıyla
kayıtlarda gaz kapsülü atan tüfekle başvurucuya ateş eden polisin arkadan
çekilmiş görüntülerinin bulunduğunu ve bu nedenle anılan kişinin tespit
edilemediğini ifade etmiştir.
30. Başvurucu, vekili aracılığıyla Cumhuriyet
Başsavcılığına verdiği 5/11/2015 havale tarihli dilekçe ile daha önce toplanan
kamera kayıtlarının soruşturma dosyasında bulunmadığını bildirerek kendisindeki
kayıtları sunmuştur.
31. Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu tarafından sunulan
görüntü kayıtlarını bilirkişiye inceletmiştir. Bilirkişi tarafından hazırlanan
ve 18/11/2015 tarihinde UYAP'a aktarılan 17/11/2015 tarihli raporda
görüntülerin ses kaydı içermediği, başvurucunun yaralanmasıyla ilgili herhangi
bir görüntü tespit edilemediği belirtilmiştir.
32. Cumhuriyet Başsavcılığı, şüphelilerin dava zamanaşımı
süresince araştırılması ve tespit edilmesi hâlinde Cumhuriyet Başsavcılığında
hazır edilmesi için 5/9/2016 ve 26/9/2016 tarihlerinde daimî arama kararı
vermiştir. Daimî arama kararlarında açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen
İstanbul Emniyet Müdürlüğünde çalışan ilgili kolluk görevlilerine yüklenen
suçlar nitelikli kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma olarak
belirtilmiştir. İkinci daimî arama kararının soruşturmanın zamanaşımına
uğrayacağı tarihin ilk daimî arama kararında yanlış yazılması nedeniyle
verildiği değerlendirilmiştir. Zira soruşturmanın zamanaşımına uğrayacağı tarih
ilk kararda 1/6/2019, ikinci kararda ise 1/6/2021 olarak belirtilmiştir.
33. Kolluk görevlileri, şüphelilerin aranmasına rağmen
yakalanamadığına ilişkin olarak 23/9/2016 tarihinde bir tutanak tanzim
etmiştir.
34. Soruşturma derdesttir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
35. İlgili hukuk için bkz. Özlem Kır, B. No:
2014/5097, 28/9/2016, §§ 31-35; Yasin Ağca, B. No: 2014/13163,
11/5/2017, §§ 91-96; Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§
32-38; Melih Dalbudak, B. No:2016/16050, 13/2/2020, §§ 50-53, 62-65.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
36. Mahkemenin 13/1/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
37. Başvurucu öncelikle yaşam hakkı ile kötü muamele
yasağının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Bu iddiası kapsamında başvurucu;
i. Uluslararası standartlara ve biber gazı kullanımıyla
ilgili talimatlara aykırı şekilde gaz kullanıldığını, Gezi Parkı eyleri
sırasındaki gaz kullanımının hukuka aykırılığının Kamu Denetçiliği Kurumunca da
saptandığını,
ii. Yaralanmasından önce ve yaralandığı esnada yoğun
olarak biber gazına maruz kaldığını,
iii. Polisin keyfî ve haksız gaz kullanımı sonucu
yaralandığını, nitekim kendisi aleyhine hiçbir soruşturma yürütülmediğini,
iv. Olay günü Taksim Meydanı ve çevresinde cankurtaran ve
acil müdahale ekibi bulundurulmadığını, üstelik ana ulaşım yollarının trafiğe
kapatıldığını, bu nedenle cankurtaranın olay yerine gelemediğini,
v. Kendisine yönelik eylemin Cumhuriyet Başsavcılığınca
görevi kötüye kullanma suçu olarak nitelendirildiğini oysa söz konusu eylemin
teşebbüs aşamasında kalmış olası kasıtla öldürme suçunu oluşturduğunu,
vi. Yaralanmasıyla ilgili etkili ve yeterli bir
soruşturma yürütülmediğini öne sürmüştür.
38. Başvurucu ikinci olarak etkili başvuru hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiş ve bu iddiasıyla ilgili olarak suç duyurusunda
bulununcaya kadar hiçbir soruşturma işlemi yürütülmediğini, toplanan delillerin
kaybedildiğini, farklı yer ve zamanda meydana gelen eylemlerle ilgili üç yüzden
fazla şikâyetin birleştirildiğini, soruşturmanın başlamasından ancak iki yıl
sonra yaralanması olayı hakkında yürütülen soruşturmanın sürüncemede kaldığı
gerekçesiyle ayırma kararı verildiğini, bu hususların yaralanmasıyla ilgili
etkili bir soruşturma yürütülmediğinin ve yürütülmeyeceğinin göstergesi olduğunu,
soruşturmanın makul bir sürat ve özenle yürütülmediğini, aradan geçen süreye
rağmen soruşturmada hiçbir ilerleme olmadığını ve soruşturma kapsamında hiçbir
kolluk görevlisinin ifadesinin alınmadığını öne sürmüştür.
39. Bakanlık görüşünde; yaşam ve etkili başvuru hakları
ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarıyla ilgili olarak
başvurucunun kolluk görevlileri tarafından maddi ve manevi varlığına müdahale
edildiği iddiasıyla hukuk davası yoluna başvurarak daha etkin bir giderim
sağlamasının mümkün olduğu, başvurucunun idare aleyhine açtığı tam yargı
davasının reddedildiği, dosyanın temyiz incelemesi için Danıştayda olduğu ve
olağan hukuk yollarının tüketilmemiş olması sebebiyle başvurunun kabul edilemez
olup olmadığı hususundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu
belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca başvuru süresinin daimî arama
kararının verildiği tarihten başladığı öne sürülmüştür. Son olarak etkili
soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü olmadığı, başvuruya konu
şikâyetin aydınlatılması için gerekli adımların atıldığı ve etkili soruşturma
yükümlülüğünün gereklerinin yerine getirildiği ifade edilmiştir.
40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında ihlal
iddialarını tekrar edip Cumhuriyet Başsavcılığı görevlilerinin dosyanın
bilirkişide olduğunu söylediklerini, daimî arama kararının kendisine tebliğ
edilmediğini, anılan karardan 20/6/2017 tarihinde haberdar olduğunu iddia
etmiştir.
2. Değerlendirme
a. Hukuki
Nitelendirme ve İncelemenin Kapsamı Yönünden
41. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun yaşam ve etkili başvuru hakları ile kötü muamele yasağının
ihlal edildiğine ilişkin iddialarının özü; kolluk görevlilerinin haksız güç
kullanımı nedeniyle hayati tehlike geçirecek ölçüde yaralandığına, bu olayla
ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğine ve olay günü Taksim Meydanı
ve çevresinde cankurtaran ve acil müdahale ekibi bulundurulmadığı ve ana ulaşım
yolları trafiğe kapatıldığı için cankurtaranın olay yerine gelemediğine
ilişkindir. Bununla birlikte, başvuru dosyasında olay günü Taksim Meydanı ve
çevresinde cankurtaran ve acil müdahale ekibi bulundurulmadığına, üstelik ana
ulaşım yollarının trafiğe kapatıldığına ve bu nedenle cankurtaranın olay yerine
gelemediğine ilişkin iddianın incelenmesine imkân verecek ölçüde bilgi ve belge
bulunmamaktadır. Bu nedenle, kullanılan kamu gücünün netice itibarıyla ölümcül
olmasa bile başvurucunun yaşamını tehlikeye soktuğu dikkate alınarak
başvurucunun anılan ihlal iddialarının yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne
ilişkin maddi boyutu ile etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu
kapsamında incelenmesinin gerekli ve yeterli olduğu değerlendirilmiştir.
Unutulmaması gerekir ki ölüm gerçekleşmese dahi bazı hâllerde başvurunun yaşam
hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No:
2013/2030, 26/6/2014, § 20) ve bu hâllerde başvurunun yaşam hakkı kapsamında
incelenip incelenmeyeceğinin tespitinde diğer faktörlerle birlikte kişiye karşı
kullanılan gücün derecesi, türü, kullanımının ardında yatan niyet ve amaç
birlikte değerlendirilir (Mustafa Çelik ve Siyahmet Şeran, B. No: 2014/7227,
12/1/2017, § 69).
42. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar
başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, yaşama... hakkına sahiptir.”
43. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar
başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri...
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır.”
b. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
44. Kolluk görevlileri tarafından toplumsal olaylara
müdahale edilmesi sırasında atılan bir gaz fişeğinin neden olduğu yaralanma
hakkında yürütülen ceza soruşturmasının konu edildiği Özlem Kır
başvurusunda (anılan kararda bkz. §§ 41, 42) Anayasa Mahkemesi Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55) ile Turan
Uytun ve Kevzer Uytun (B. No: 2013/9461, 15/12/2015, §§ 47, 48)
başvurularında verilen kararlara da atıf yaparak şu sonuçlara ulaşmıştır:
i. Kasıtlı fiiller, saldırı veya kötü muameleler sonucu
meydana gelen yaralama olaylarında devletin Anayasa'nın 17. maddesi gereğince
sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte
cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır.
ii. Bu tür olaylar hakkında yürütülen idari ve hukuki
soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminata hükmedilmesi bu hak
ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir.
iii. Güvenlik güçlerinin güç kullanımı ile doğrudan
bağlantılı olup vücut bütünlüğüne yönelik bir eylemin gerçekleşme koşullarının
ve olası cezai sorumlulukların tereddüde mahal vermeyecek şekilde ortaya
konulması soruşturma yükümlülüğünün ayrılmaz bir gereğidir.
iv. Bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk
yollarına başvurmuş olursa olsun bu tür eylemleriyle insanların yaşamını
yitirmesine veya vücut bütünlüklerinin zarar görmesine yol açtığı ileri sürülen
kamu görevlileri aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin
yargılanmaması Anayasa'nın 17. maddenin ihlaline neden olabilir.
45. Sözü edilen sonuçlar uyarınca başvurucu tarafından
açılan tam yargı davası, başvurucunun şikâyetleri yönünden başvurudan önce
tüketilmesi gereken bir başvuru yolu olarak değerlendirilmemiştir.
46. Bununla birlikte yaşama hakkı ile ilgili bir
soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapabilmek için -mutlak
surette gerekli olmasa da- yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması
şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi,
bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun
olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 77; Hüseyin
Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46). Ancak bir soruşturmanın
açılmayacağının, soruşturmada ilerleme olmadığının, etkili bir ceza
soruşturması yapılmadığının ve ileride de böyle bir soruşturmanın yürütüleceği
konusunda en ufak gerçekçi bir şans olmadığının farkına vardıkları veya
varmaları gerektiği andan itibaren, başvurucular tarafından yapılan bireysel
başvuruların kabul edilmesine karar verilmelidir (Rahil Dink ve diğerleri,
§ 77; Hüseyin Caruş, § 47).
47. Somut olayda başvurucunun bireysel başvuruda bulunmak
için ceza soruşturmasının sonuçlanmasını beklemesinin gerekip gerekmediğinin ve
bu bağlamda başvurunun süresinde yapılıp yapılmadığının değerlendirilmesi
gerekir. Ne var ki söz konusu değerlendirmenin yapılabilmesi başvurunun esası
hakkında inceleme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluk uyarınca kabul
edilebilirlik incelemesi esas incelemesi ile birlikte yapılacaktır.
c. Esas Yönünden
i. Genel
İlkeler
48. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17.
maddesi, devletin temel amaç ve görevlerinden birisinin de insanın maddî ve
manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğunu
belirten Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete
birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).
49. Devletin negatif yükümlülüğü kapsamında kamusal bir
yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir
bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 51). Anılan bu yükümlülük, hem kasıtlı öldürme hem de kasıt
olmaksızın ölümle sonuçlanan güç kullanımı için geçerlidir (Cemil Danışman,
B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).
50. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında
“meşru müdafaa hali”, “yakalama ve tutuklama kararlarının yerine
getirilmesi”, “bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi”, “bir
ayaklanma veya isyanın bastırılması” veya “olağanüstü hallerde
yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması” sırasında
silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda yaşam
hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir.
51. Anılan hüküm; temel hak ve hürriyetlerin özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği ve bu sınırlamaların
Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını ifade eden Anayasa'nın
13. maddesi ile birlikte düşünüldüğünde kamusal bir yetkiyle güç kullanan
görevlilerin ancak Anayasa'da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir
çarenin kalmadığı mutlak zorunlu durumlarda ve karşı karşıya kalınan
güce nispeten ulaşılmak istenen amaç doğrultusunda orantılı bir biçimde
silahlı güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil
Danışman, § 50).
52. Anayasa Mahkemesi, kamusal bir yetkiyle güç kullanan
görevlilerin mutlak zorunlu durumlarda ve orantılı bir biçimde
güç kullanıp kullanmadıklarını incelerken başlıca şu prensipleri nazara
almaktadır:
i. Silahlı güç güç kullanımına ilişkin eylemler
değerlendirilirken kamu gücünü kullanan görevlilerin eylemleri yanında söz
konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın bütün aşamaları dikkate
alınmalıdır (Nesrin Demir ve Diğerleri, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, §
108). Ayrıca somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiğinin ve nasıl bir seyir
izlediği gözönünde bulundurulmalıdır (Cemil Danışman, § 57).
ii. Ölümle sonuçlanan olayın gerçekleşme şartlarının
dikkate alınması, kendisine karşı güç kullanılan kişinin önceki eylemleri ile
kendisinin yarattığı tehlike de hesaba katılmalıdır (Cemil Danışman, §
63).
53. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı
gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı
fiziksel güce başvurmak da mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce
sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali
Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82).
54. Toplumsal olaylara kolluk görevlilerinin müdahalesi
sırasında ortaya çıkan panik ve kargaşada, bu olaylara katılan ancak müdahale
edilmesi gerekmeyen veya katılmayıp olayın meydana geldiği yerin ya da müdahale
alanının yakınında bulunan kişilerin de müdahaleden etkilenmesi olasıdır. Bu
durumda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren
durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli
tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik
ortamında bu tedbirlerin kolluk görevlileri tarafından her zaman mutlak olarak
uygulanmasının zorluğu da kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri,
§ 94).
55. Göz yaşartıcı gaz silahlarının uygun olmayan bir
şekilde ateşlenmesi sonucunda gaz fişeklerinin ölümlere ya da yaralanmalara yol
açma riski bulunması nedeniyle ateşli silah kullanımına ilişkin olarak kabul
edilen ilkelerin uygun düştüğü ölçüde bu silahların kullanımında da
değerlendirme kriteri olarak dikkate alınması gerekir (Turan Uytun ve Kevzer
Uytun, § 59).
56. Öldürücü gücün Anayasa'da belirtilen hâllerde ve
başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak kullanılması
zorunluluğu ve yaşam hakkının dokunulmaz niteliği, ölümle sonuçlanabilecek bir
güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun gerekliliğinin ve orantılılığının çok
sıkı bir şekilde denetlenmesini gerektirir (İpek Deniz ve diğerleri, B.
No: 2013/1595, 21/4/2015, § 117).
57. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif
yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü ise şüpheli her ölüm olayının
sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek
etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir. Yürütülecek bu soruşturmanın
temel amacı yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını,
kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana
gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle
ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §
54).
58. Güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm olayları
hakkında yürütülmesi gereken soruşturma şüphesiz ceza soruşturmasıdır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
59. Bununla birlikte etkili soruşturma yükümlülüğü bir
sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür.
Anayasa'nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle
yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları
mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de yüklemez (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 56).
60. Şüpheli bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza
soruşturmasının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte olduğunun
kabul edilebilmesi için;
-Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen
ölümler yönünden soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden
bağımsız olması (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 96),
-Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz,
resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların
belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),
-Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve
meşru menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine
gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §
58),
-Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi (Salih
Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30)
-Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif
analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm
bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması -olayda güç
kullanımı var ise kararın ayrıca yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın
aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına
yönelik bir değerlendirme içermesi- (Cemil Danışman, § 99) gerekir.
61. Sözü edilen ilkeler ölümün gerçekleşmediği ancak
yaşam hakkı kapsamında incelenen olaylar için de geçerlidir.
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
62. Başvurucu ateşli silahla yaralandığı iddiasıyla ve
şuuru kapalı bir vaziyette hastaneye götürülmesine rağmen görevini yaptığı
sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşması hâlinde durumu
yetkili makamlara bildirmekle görevli sağlık mesleği mensuplarının olayı
soruşturmaya yetkili mercilere bildirmedikleri, hastanede görevli polisin de
öğrendiği olay hakkında herhangi bir işlem yapmadığı anlaşılmıştır. Nitekim
Cumhuriyet Başsavcılığı ancak başvurucunun olaydan dokuz gün sonra vekili
aracılığıyla yaptığı şikâyet üzerine soruşturma başlatabilmiştir.
63. Yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun talebi
üzerine bazı MOBESE ve işyeri kameralarına ait görüntülerin tespit edildiği,
başvurunun yaralanmasıyla ilgili adli rapor aldırıldığı, başvurucunun
dinlenmesini talep ettiği tanıklardan birinin ifadesine başvurulduğu ve
başvurucu tarafından sunulan görüntü kayıtlarının bilirkişiye incelettirildiği
görülmüştür. Ne var ki;
- Başvurucunun tanık olarak gösterdiği A.Ç.nin ifadesine
başvurulmamıştır.
- Ana soruşturma kapsamında İstanbul Emniyet Müdürlüğü
ile medya kuruluşları ve haber ajanslarından temin edilenler de dâhil protesto
gösterileri kapsamında meydana gelen eylemlerle ilgili fotoğrafları ve kamera
kayıtlarını içerir CD'ler ile DVD'lerin başvurucunun yaralanmasıyla ilgili
görüntü içerip içermediği araştırılmamıştır.
- Başkalarının 1/6/2013 tarihli yaralanmalarıyla ilgili
olarak 1/6/2013 tarihinde saat 09.00 ile 2/6/2013 tarihinde saat 09.00 arasında
Taksim Meydanı ve çevresinde görevli Çevik Kuvvet gruplarına ait çizelgeler ana
soruşturma kapsamında temin edilmesine rağmen olay günü olay yeri çevresinde
görevli Çevik Kuvvet polislerinin ifadesi alınmamıştır.
64. Öte yandan temin edilen kamera kayıtları kaybedilmiş;
kolluk görevlilerince düzenlenen 5/9/2013 tarihli tutanakta İngiliz
Başkonsolosluğunun güvenlik kameralarının on beş günlük kayıt yaptığı, bu
nedenle 1/6/2013 tarihine ait kayıtların elde edilemediği belirtilmesine rağmen
söz konusu kamera görüntülerinin temini için beyhude yazışmalar yapılmıştır.
Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen olaylarla ilgili tüm şikâyetlerin bir arada
değerlendirilmesi hâlinde başvurucunun yaralanması olayı hakkında yürütülen
soruşturmanın sürüncemede kalacağı açık olmasına rağmen birleştirme kararı
verilmiş, bu yüzdenbaşvurucunun yaralanmasıyla ilgili olarak 2013 yılı Kasım
ayından sonra 2015 yılına kadar hiçbir işlem yapıl(a)mamıştır. En nihayetinde
başvurucunun yaralanmasıyla ilgili soruşturma 28/4/2015 tarihinde ana
soruşturmadan ayrılmıştır.
65. Yapılan soruşturma işlemleri dikkate alındığında
soruşturmanın başından pek de makul makul edilemeyecek bir süre -3 yıl 2 ay 25
gün- sonra Cumhuriyet Başsavcılığı, şüphelilerin tespit edilemediği
gerekçesiyle 5/9/2016 tarihinde daimî arama kararı vermiş, sonrasında verdiği
daimî arama kararından sonra da soruşturmanın ilerlemesini sağlayan herhangi
bir işlem tesis etmemiştir. Bu koşullar altında başvurunun vaktinden önce
yapıldığını söylemenin mümkün olmadığı, başvuruda başvuru yollarının
tüketilmesi ve süre aşımı yönlerinden herhangi bir eksiklik bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
66. Esasa ilişkin yapılan değerlendirme sonunda ise
başvuruya konu soruşturmanın resen başlatılmaması, olayı aydınlatabilecek ve
sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delillerin tespit edilmemesi
ve soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmemesi nedenleriyle yaşam
hakkının usul boyutunun ihlal edildiği kanaatine ulaşılmıştır.
67. Başvuru kabul edilebilir olduğuna göre şimdi yaşam
hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu incelenmelidir.
68. Somut olayda başvurucu, kolluk görevlileri tarafından
kullanılan bir gaz silahından çıkan fişeğin başına isabet etmesi sonucu hayati
tehlike geçirecek şekilde yaralandığını iddia etmiş olup bu iddia tanık B.Ö.nün
ifadesi (bkz. § 17) ile soruşturma dosyasında mevcut tıbbi belge ve adli raporlarla
(bkz. §§ 9, 23) doğrulanmıştır. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun
kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucu yaralandığını değerlendirerek açık
kimlik bilgileri tespit edilemeyen ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünde çalışan
ilgili kolluk görevlileri hakkında daimî arama kararları vermiştir (bkz. § 32).
Bu durumda öncelikle Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir
çarenin kalmadığı mutlak zorunlu bir durumda ve güç kullanılarak ulaşılmak
istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten ölçülü bir biçimde güç
kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi gerekir.
69. Kolluk görevlilerince düzenlenen tutanaklarda ne söz
konusu gaz fişeklerini atan silahların kim tarafından, nerede, nasıl ve neden
kullanıldığına ne de başvurucunun nasıl yaralandığına dair bir açıklama yer
almaktadır. Ayrıca olay hakkında yürütülen soruşturma da bahse konu silahların
mutlak zorunlu bir durumda kullanıldığını ortaya koyamamıştır. Bu nedenle
başvurucunun ciddi biçimde yaralanmasına neden olan güç kullanımının mutlak
zorunlu bir durumda vuku bulduğu söylenemez.
70. Anılan tespit sonrasında incelenmesi gereken husus,
gaz silahı kullanan kolluk görevlilerinin bu konuda bir eğitim almış olup
olmadığı ile operasyonun planlama ve kontrolü kapsamında yürütülen işlemlerin
ve alınan tedbirlerin neler olduğu, kolluk görevlilerinin zor kullanma
yetkisini düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı kullanımına engel
olacak ve kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak güvenceleri içerip
içermediğidir. Ne var ki Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturmadaki
eksiklikler zikredilen hususta bir değerlendirme yapılmasına imkân
vermemektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Özlem Kır kararı).
71. Sonuç olarak müdahaleyi gerektiren bir duruma sebep
olan kişilerden olduğu ortaya konulamayan başvurucunun bu müdahaleden
etkilenmemesi için kolluk görevlilerinin gerekli tedbirleri almadıkları ve
olaya müdahaleleri sırasında kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak suretiyle
yaralanmasına sebep oldukları kanaatine varılmıştır.
72. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının maddi ve usul
boyutlarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
73. Başvurucu; olay günü barışçıl gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkını kullanmak için Taksim Meydanı'na gitmeye çalıştığını, hukuka
aykırı bir eylemi olmamasına rağmen daha toplanma alanına ulaşamadan kolluğun
müdahalesi ile karşılaştığını ve müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesine göre
ölçülü olmadığını belirterek toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
74. Bakanlık görüşünde; Gezi Parkı eylemlerinde çok
sayıda göstericinin katılımıyla yasa dışı bir gösteri organize edildiğine, bu
sırada göstericiler tarafından gerek polis memurlarına gerekse bireylere ait
mal varlıklarına ciddi saldırılar yapıldığına, eylemlerin sürdüğü alanlara
girmeden önce kolluk görevlilerinin anons yaptığına ve polisin defaatle
uyarmasına rağmen dağılmayan eylemcilerin izinsiz gösteri yapmaya devam
ettiğine işaret edilerek devlet görevlilerinin hem toplantı ve gösteri yürüyüşü
yapanların hem de halkın güvenliğini sağlama yükümlülüğü bulunduğu, toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal
ihtiyaca yönelik olduğu gibi demokratik toplum düzeninin gereklerine de uygun
olduğu belirtilmiştir.
75. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında ihlal
iddialarını yinelemiştir.
2. Değerlendirme
76. Başvurucu, barışçıl gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkını kullanmak için Taksim Meydanı'na gitmeye çalıştığını ve hukuka aykırı
bir eylemi olmamasına rağmen daha toplanma alanına ulaşamadan kolluğun
müdahalesi ile karşılaştığını öne sürmüştür ancak tanık B.Ö. meraklarına
istinaden başvurucuyla İstiklal Caddesi'ne gittiklerini ve bulundukları
kafeteryadan sokağa çıktıkları sırada Çevik Kuvvet polislerinin bulunduğu yerden
atılan bir biber gazı kapsülünün başvurucunun kafasına isabet ettiğini beyan
etmiştir. Bu nedenle başvurucunun barışçıl gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını
kullanmak için olayın meydana geldiği yere gittiğini ve söz konusu hakka
kollukça müdahale ediğine ilişkin iddiasını, sözü edilen iddianın incelenmesine
imkân verecek ölçüde temellendiremediği sonucuna varılmıştır.
77. Açıklanan gerekçelerle toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
78. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
79. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve
500.000 TL maddi tazminat ile 500.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
80. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
81. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
82. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
83. İncelenen başvuruda güç kullanılmasını gerektiren bir
duruma sebep olan kişilerden olduğu ortaya konulamayan başvurucunun bu
müdahaleden etkilenmemesi için kolluk görevlilerinin gerekli tedbirleri
almamaları ve olaya müdahaleleri sırasında kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği
atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep olmaları ve bu olay hakkında yürütülen
ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının maddi ve usul
boyutlarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin kolluk
görevlilerinin eylemi ile bu eylemle ilgili soruşturma kapsamında Cumhuriyet
Başsavcılığının işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
84. Bu durumda yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının
ihlaline bağlı sonuçların ortadan kaldırılması için 6216 sayılı Kanun'un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre yapılması gerekenlere hükmedilmelidir.
Bu sebeple kararın bir örneğinin başvuruya konu ceza soruşturmasında tespit
edilen eksikliklerin giderilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine
karar verilmesi gerekmektedir.
85. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün
sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının madi ve usul
boyutlarının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya net 80.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
86. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi
için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
87. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiği
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal
edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için soruşturmadaki eksiklikleri tamamlamak
üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor.2015/57704) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 80.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 13/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.