TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NEDRET BAŞARAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/30316)
|
|
Karar Tarihi: 2/12/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Eşref Uğur ŞENOL
|
Başvurucu
|
:
|
Nedret BAŞARAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ertunç Korhan ERKOÇ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına
ayrılmasına rağmen kamulaştırılmaması ve imar kısıtlılığından kaynaklanan değer
kaybının giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 17/7/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun hissedarı olduğu İstanbul'un Pendik
ilçesi 3.960 ada 11 parsel numaralı ve 8.108 metrekare (m²) yüz ölçümlü
taşınmazın bir kısmı 10/7/2012 tasdik tarihli ve 1/1000 ölçekli revizyon
uygulama imar planıyla sosyal ve kültürel tesis alanı, bir kısmı da atık
su ve yağmur suyu alanı vasfıyla kamu hizmeti alanına ayrılmıştır.
Başvurucu bu taşınmazın imar planlarında yaklaşık yirmi beş yıldır kısıtlı
durumda olduğunu beyan etmektedir ancak başvuru formunda buna ilişkin bir bilgi
ya da belge bulunmamaktadır.
9. Başvuru formu ve eklerinden 10/7/2012 tarihinde
onaylanan uygulama imar planıyla taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılmış
olduğu anlaşılmaktadır.
10. Bu taşınmaza ilişkin olarak açılan ortaklığın
giderilmesi davasında İstanbul Anadolu 6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 7/11/2013
tarihli kararı ile taşınmazdaki ortaklığın satış yolu ile giderilmesine karar
verilmiştir. İstanbul Anadolu 10. İcra Müdürlüğünün 2014/55 sayılı dosyasında
da ilgili taşınmazın satışına esas olmak üzere kıymet takdiri yapılmıştır.
11. Hazine tarafından yapılan kıymet takdirine itirazda
bulunulmuştur. Başvurucu bu davada, taşınmaz üzerinde kısıtlılık
olmadığı durumda oluşacak bedele göre yeniden kıymet takdiri yapılmasını talep
etmiştir.
12. İstanbul Anadolu 6. Sulh Hukuk Mahkemesince (Sulh
Hukuk Mahkemesi) kıymet takdirinin belirlenmesi için bilirkişi görüşüne
başvurulmuştur. 27/10/2014 tarihli bilirkişi raporunda; taşınmaz üzerinde
kısıtlılık olmaması, bitişik parseldeki gibi konut alanı olması durumunda
taşınmazın m² değerinin 2.050 TL olacağı ancak imar planında kamu hizmeti alanı
olarak ayrıldığından m² birim fiyatının 1.000 TL olduğu belirtilmiştir. Bu
rapor uyarınca Sulh Hukuk Mahkemesi kıymet takdirinin iptaliyle taşınmazın
satışa esas değerinin 8.108.000 TL olarak tespitine kesin olarak karar
vermiştir.
13. Açık artırma sonucunda taşınmaz 900 TL m² değeri
üzerinden toplam 7.300.000 TL bedelle 14/7/2015 tarihinde ihale alıcısına ihale
edilmiştir.
14. Başvurucu; imar planında konut alanında kalan
bölgedeki emsal taşınmazların m² değerlerinin 2.050 TL olduğu, imar planında
taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle değerinin yarısından daha
az bir bedelle satıldığı gerekçesiyle Pendik Belediyesi aleyhine 9/9/2015
tarihinde İstanbul 12. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır.
15. Mahkeme 14/12/2016 tarihinde davanın reddine karar
vermiştir. Kararda; başvurucunun maddi zararının karşılanabilmesi için zararın
belirlenebilir olması, diğer bir deyişle muhtemel zararın olmaması gerektiği
vurgulanmıştır. Buna göre taşınmazın kısıtlı olmasından kaynaklandığı ileri
sürülen maddi zarar isteminin muhtemel zarara yönelik olduğu, ortada
belirlenebilir bir zararın bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan
karara yönelik istinaf talebi İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 9. İdari Dava
Dairesinin 23/5/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir.
16. Nihai karar 16/6/2017 tarihinde başvurucu vekiline
tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine 17/7/2017
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
18. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B.
No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-29.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 2/12/22020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kamu Hizmeti
Alanına Ayrılan Taşınmazın Uzunca Bir Süredir Kamulaştırılmaması Nedeniyle
Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu; imar planında taşınmazın kamu hizmeti
alanına ayrılması ile taşınmaz üzerindeki tasarruf hakkının kısıtlandığını,
buna rağmen uzunca bir süre geçmiş olmasına rağmen taşınmazının
kamulaştırılmadığını ve kısıtlılığın giderilmesi yönünde başka bir işlem de
yapılmadığını belirtmiştir. Başvurucu anılan durumun taşınmazdan tam anlamıyla
yararlanmasını engellemesi ve taşınmazın değerini olumsuz yönde etkilemesi
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
21. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca
bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması gerekir.
22. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği
Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun, bireysel başvuru konusu
şikâyetini öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması ve bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177,
26/3/2013, § 17).
23. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz
edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde, hakkının ihlal edildiğini iddia
eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş
olması gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını
giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir
nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip
bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan
beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını
düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî
koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan
uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma
Yıldırım, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39).
24. Somut olayda, paydaş olduğu taşınmazın imar planında
kamu hizmetine ayrılması nedeniyle zarara uğradığını iddia eden başvurucunun
zararının tazmini ya da taşınmazın gerçek bedeli üzerinden kamulaştırılması
amacıyla idareye karşı dava açma hakkı mevcuttur. Hâl böyle iken başvurucu,
bireysel başvuruya konu ettiği Mahkemenin E.2015/243, K.2016/2003 sayılı
dosyasında taşınmazın uzun zaman önce kamu hizmetine ayrıldığını iddia etmekle
birlikte bu husustan kaynaklanan zararlarına ilişkin bir talepte bulunmamıştır.
Başvurucu, bu davada taşınmazın imar planındaki mevcut durumunun ortaklığın
giderilmesi davası sonrasında yapılan ihale bedelini olumsuz olarak etkilediği
iddiasıyla yalnızca ihale bedeli nedeniyle oluşan zararlarının tazminini
istemiştir. Derece mahkemeleri de uyuşmazlığı yalnızca başvurucunun talebi
doğrultusunda ihale bedeli ile sınırlı olarak incelemiş ve başvurucunun
talebinin muhtemel bir zarara yönelik olup ortada belirlenebilir somut bir
zarar bulunmadığından bu talebi reddetmiştir. Bu hâlde başvurucunun uzunca bir
süre önce imar planında kamuya tahsis edilmesine rağmen taşınmazının
kamulaştırılmadığı ya da bu süre içinde meydana gelen zararının karşılanmadığı
yönündeki iddialarını yargılama konusu yapmadığı bir davadan sonra mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerini Anayasa Mahkemesi önüne
getirdiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda mülkiyet hakkının ihlali iddiası
kapsamında uğranılan zararların giderilmesi şikâyetleri yönünden başvuru
yollarının usulünce tüketildiği söylenemez. Dolayısıyla etkin ve erişilebilir
bir çözüm imkânı sunan bu hukuk yollarına başvurulmaksızın yapılan başvurunun
incelenmesi, bireysel başvuru yolunun ikincilliği ilkesi gereği mümkün
değildir.
25. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Taşınmazdaki
Değer Kaybının Tazmin Edilmemesi Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
26. Başvurucu, taşınmaz üzerinde kısıtlılık olmaması
durumunda m² fiyatının 2.050 TL olacağını, taşınmazın kamu hizmeti alanına
ayrılması nedeniyle m² değerinin 1.000 TL olarak takdir edildiğini ve bu
hususun kıymet takdirine itiraz davasında alınan bilirkişi raporunda ifade
edildiğini vurgulamıştır. Taşınmazdaki değer kaybının imar uygulaması sonucunda
meydana geldiğinden yakınan başvurucu, bu zararın tazmin edilmemesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir.
2. Değerlendirme
27. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar
başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.”
28. Somut olayda imar planında kamu hizmetine ayrılan
ancak fiilen el konulmaması nedeniyle henüz arsa niteliğinde olan ve ortaklığın
giderilmesi davası neticesinde açık ihale usulü ile satılan taşınmazdaki payın
Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında mülk teşkil ettiği açıktır. Başvurucu, ihale
bedelinin taşınmazın imar durumu nedeniyle olması gereken miktara
ulaşamamasından kaynaklı olarak mal varlığında bir azalma meydana geldiğini
iddia etmektedir. Başvurucunun önceden sahip olduğu taşınmaza ilişkin değer
azlığının da bu bağlamda mülk teşkil ettiği tartışmasızdır.
29. Anayasa Mahkemesi uygulama imar planında bir
taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılmasının şikâyet edildiği Hüseyin Ünal
(aynı kararda bkz. § 41) başvurusunda taşınmazın kamulaştırılmadığı
süreçte müdahalenin yol açtığı kısıtlamaları gözeterek müdahaleyi mülkiyetten
barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelemiştir. Başvuru
konusu olayda da bu ilkeden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır.
30. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet
hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna
dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek
yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546,
2/2/2017, § 62).
31. Somut olayda 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar
Kanunu'nun ilgili hükümleri çerçevesinde uygulanan söz konusu müdahalenin
ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerine dayandığı
anlaşılmaktadır.
32. 3194 sayılı Kanun'un 1. maddesinde, Kanun'un yerleşme
yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına
uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlendiği belirtilmiştir. Kanun'un
belirtilen amacı çerçevesinde arazi ve arsaların düzenlemesi sırasında
taşınmazın imar durumunun sosyal ve kültürel tesis alanı ile atık su ve
yağmur suyu alanı olarak belirlenmesi yönündeki müdahalenin kamu yararına
dayalı meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmelidir.
33. Son olarak başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir.
34. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik
ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik
ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca
daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık
ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
38).
35. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde
bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven,
B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501,
6/7/2017, § 71).
36. Anayasa Mahkemesi Hüseyin Ünal başvurusunda ölçülülük
yönünden yapılan değerlendirmede uygulama imar planının onaylanmasından
itibaren beş yıldan fazla süre geçmesine rağmen imar planında kamu hizmetine
ayrılan taşınmazın kamulaştırılmaması ve herhangi bir tazminat da ödenmemesinin
başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine ulaşmıştır. Bu
sebeple başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında
olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü
olmadığı kabul edilmiştir (Hüseyin Ünal, §§ 51-62).
37. Somut olay ise çeşitli yönleriyle anılan başvurudan
farklılaşmaktadır. Şöyle ki Hüseyin Ünal başvurusunda uygulama imar
planında kamu hizmetine ayrıldığı hâlde taşınmazın uzun süre
kamulaştırılmamasından şikâyet edilmiştir. Bu başvuruda ise başvurucunun
şikâyeti yalnızca bu durumun ortaklığın giderilmesi davası sonucunda düzenlenen
ihale bedeline olan olumsuz etkisine ilişkindir.
38. Kamu makamlarının özellikle büyük şehirlerin
gelişmeleri gibi karmaşık ve zor bir alanda kendi imar politikalarını uygulamak
için geniş bir takdir alanı kullanmaları doğaldır (benzer yönde bkz. AYM,
E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013). Öte yandan imar planlarının hukuk kurallarına
uygun olup olmadığının değerlendirilmesi, bu alanda uzmanlaşmış derece
mahkemelerinin görevidir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında
delillerin değerlendirilmesi veya hukuk kurallarının yorumlanması ile ilgili
görevi ise yalnızca açık keyfîlik veya bariz takdir hatası içeren kararlar ile
sınırlıdır. İdare takdir hakkı kapsamında uyuşmazlık konusu taşınmazı uygulama
imar planında kamu hizmeti alanına dâhil etmiştir. Anılan imar
uygulamasına yönelik olarak başvurucu ya da diğer malikler tarafından dava
açıldığı yönünde bir iddia da mevcut değildir.
39. Başvurucu, esas olarak devamı yönünde herhangi bir
şikâyetinin bulunmadığı imar durumunun taşınmazın satışı aşamasında zarara
neden olduğunu ayrıca taşınmaz uygulama imar planında kamu hizmetine tahsis
edilmemiş olsaydı konut alanında kalan komşu parseller gibi iki kat değerli
olacağını iddia etmektedir. Bu hâlde taşınmazın mevcut imar durumunun başvurucu
yönünden katlanılabilir olup olmadığı ve mevcut niteliği ile taşınmazın ihalede
oluşan değerine gerçekten olumsuz etki edip etmediği müdahalenin ölçülülüğü
bakımından önem arz etmektedir.
40. Başvurucu, taşınmazın uzun yıllar önce kamu hizmetine
tahsis edildiğini ileri sürmekle birlikte bu hususta herhangi bir bilgi ve
belge sunmamıştır. Başvurucu tarafından açılan tazminat davasına ilişkin dava
dosyasının incelemesinde de bu hususu destekleyecek bir bilgiye
ulaşılamamıştır. Bu itibarla taşınmazın bireysel başvuru dosyasında bulunan 10/7/2012
tasdik tarihli ve 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planıyla kamu hizmeti
alanına ayrıldığı kabul edilmelidir. Anılan tarih ile taşınmazın satışı
arasında beş yıllık süre dolmamıştır. Anayasa Mahkemesi Hüseyin Ünal
başvurusunda uygulama imar planının onaylanmasından itibaren beş yıldan fazla
süre geçmesine rağmen imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın
kamulaştırılmaması ve herhangi bir tazminat da ödenmemesinin mülkiyet hakkını
ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Somut olayda beş yıllık süre geçmediğinden
başvurucunun imar uygulamasından kaynaklanan kısıtlılıklara katlanma
yükümlülüğü bulunmakta olup bu yükümlülüğün başvurucu yönünden aşırı ve olağan
dışı bir nitelikte olduğu söylenemez.
41. Başka bir açıdan taşınmaz arsa vasfında olup tapuda
çok sayıda paydaş adına kayıtlıdır. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu'nun 698. maddesinde paydaşların her birinin malın paylaşılmasını
isteyebileceği düzenlenmiş olup paylı mülkiyeti sürdürme hususunda bir
yükümlülük bulunmadığı sürece paydaşların herhangi bir zamanda ortaklığın
giderilmesi davasını açması yönünde bir engel bulunmamaktadır. Bu hâlde
uyuşmazlığa konu taşınmazın ortaklığın giderilmesine ilişkin dava sonucunda
ihale ile satılması başvurucu yönünden öngörülemez değildir. Taşınmazdaki
ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar verilmekle taşınmaz, satış
memurluğu tarafından ihaleye çıkarılmıştır. Bu amaçla kıymet takdiri yapılmış
ve belirlenen bedele itiraz edilmesi üzerine Sulh Hukuk Mahkemesince yeni bir
kıymet takdiri yapılmıştır. Mahkemece belirlenen bu bedel üzerinden ilana
çıkılmış ve ilanda belirtilen gün ve saatte ihale gerçekleşmiştir. 9/6/1932
tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun ilgili hükümleri çerçevesinde
yapılan açık ihalede taşınmaz en çok pey süren katılımcıya satılmıştır. Öte
yandan bir taşınmazın değeri ancak o taşınmaza ilişkin objektif kriterler
doğrultusunda belirlenebilecek bir husustur. Uygulama imar planında komşu
taşınmazın farklı bir nitelikte yer alması mümkün olup idarenin imar planının
uygulandığı alandaki bütün taşınmazları aynı vasıfla plana alması çağdaş
şehircilik ilkeleri ve imar planlaması ile bağdaşmamaktadır. Taşınmazın
satışına ilişkin ihale başvurucu da dâhil olmak üzere herkese açık olup satış
bedeli ilgili Kanun'un öngördüğü usule uygun olarak ve rekabetçi bir ortamda
katılımcılar tarafından sürülen peyler sonucunda oluşmuştur. Başka bir ifade
ile taşınmazın ihale bedeli serbest piyasa şartlarına göre oluşmuştur.
Dolayısıyla taşınmazın sahip olduğu objektif koşullar dikkate alınarak
belirlenen bedel üzerinden yapılan bir satışta taşınmazın uygulama imar
planında kamu hizmetine ayrılmış olmasının ihale bedeline açık bir etkisinin
bulunduğu ve bu etkinin başvurucu yönünden ağır ve katlanılamaz bir hâl
aldığını söylemek mümkün değildir.
42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda bir ihlalin
bulunmadığı açık olan başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet
Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzunca bir
süredir kamulaştırılmaması dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Taşınmazdaki değer kaybının tazmin edilmemesi
dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA 2/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.