TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MUSTAFA MUTLU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/3121)
Karar Tarihi: 10/6/2020
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Raportör
Murat BAŞPINAR
Başvurucu
Mustafa MUTLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 16/9/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).
10. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016 tarihli kararı ile -İzmir hâkimi olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına ve 24/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir.
11. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatıyla 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.
12. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde müdafii huzurunda Başsavcılıkta ifade vermiş, ifadesinde özetle "...üniversite için dershaneye gitmediğini, selçuk üniversitesi hukuk fakültesini kazandığını, ailesinin tek çocuğu olduğu için ailesi ile birlikte Konya'ya gidip kaldıklarını, herhangi bir yurtta ya da yapıya at evde kalmadığını, meslek hayatı boyunca sadece 2014 yılında yurt dışına gittiğini, mesleğe Salihli Hakim adaylığında başladığını, sırasıyla Ödemiş, Kozluk, Kale, Göle Hakimlikleri, Ermenek, Erzurum ve Aydın Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlıkları, İzmir Hakimliği yaptığını, bu yapının illegal bir yapılanma olduğunu 17-25 Aralık sürecinde farkettiğini, 2014 yılı HSYK seçim sürecinde Aydın Komisyon Başkanı olduğu için seçim mahallinde bulunduğunu ancak müşahitlik yapmadığını, örgütle herhangi bir bağlantısı olmadığını, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini" beyan etmiş ve FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başsavcılık; anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı isyana katılma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu aynı tarihte İzmir Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.
13. Başvurucunun sorgusu İzmir 4. Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı tarihte yapılmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle Savcılık beyanını tekrar ederek isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair bir delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir.
14. Sorgu sonucunda başvurucunun anılan suçlardan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:
"... suçlarını işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde belirtilen katalog suçlardan olduğu, olaydan itibaren şüphelinin ifadesinin alındığı tarihe kadar geçen süre nazara alınarak kaçma şüphesini uyandıran somut olgular bulunduğu, delillerin henüz tam olarak toplanamamış olduğu, atılı suçun öngörülen cezasının alt ve üst sınırlarına göre tutuklamanın ölçülü olduğu ve adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı da dikkate alınarak şüphelinin CMK 100 ve müteakip maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]"
15. Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, İzmir 5. Sulh Ceza Hâkimliği 12/8/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:
"İzmir 4. Sulh Ceza Hakimliğinin şüpheli hakkında vermiş olduğu ... tutuklama kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gibi, şüpheliye isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, soruşturma evrakındaki mevcut delil durumu ve tutuklama kararından bu yana şüpheli lehine bir değişme ve gelişme olmadığından şüpheli müdafiinin şüphelinin serbest bırakılması yönündeki talebinin reddine [karar verildi.] "
16. Anılan karar başvurucuya 19/8/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 16/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
18. Başvurucu, Başsavcılığın talebi üzerine Ankara 8. Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/3/2017 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
" ... soruşturmanın geldiği aşama göz önüne alınarak tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu, tutuklama tedbiri ile ulaşılmak istenen amaca Adli Kontrol hükümleri ile de ulaşılabileceği kanaatine varıldığından ... 5271 sayılı CMK'nun 103/1 maddesi gereğince tahliyesine ... [karar verildi.]"
19. Başsavcılık 29/5/2019 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. Başsavcılık aynı tarihte, başvurucu hakkında soruşturmaya konu edilen diğer suçlardan (bkz. § 12) ise kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. FETÖ/PDY'ye ve yargı yapılanmasına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:
i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK 2. Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile başvurucunun görevden uzaklaştırıldığı, akabinde HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği belirtilmiştir.
ii. Aydın 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığından Denizli Hâkimliğine atanan ve FETÖ/PDY üyeliği nedeniyle meslekten ihraç edilen M.Y.nin 23/2/2015 tarihinde Aydın Adliyesindeki görevinden ayrılmasına rağmen 14/8/2015 tarihine kadar lojmanda kalmaya devam ettiği ve Adalet Komisyonu başkanı olan başvurucu tarafından herhangi bir işlem yapılmadığı ileri sürülmüştür.
iii. HSYK 1. Dairesinde bir dönem görev yapan T.G.nin başvurucunun İzmir hâkimliğine atanmasına yerinde kalması gerektiği yönünde muhalefet şerhi koyduğu ileri sürülmüştür.
iv. FETÖ/PDY ile iltisaklı oldukları için meslekten ihraç edilen eski HSYK üyelerinin yer aldığı Kurul zamanında başvurucunun çok önemli unvanlı görevlere getirildiği, eski HSYK Daire Başkanı İ.O. zamanında kollandığı, 1 yıl Aydın Komisyon Başkanlığına başkaca atama yapılmamasına neden olduğu ve atamasının beklendiği belirtilmiştir.
v. İhraç edildikten ve tutuklandıktan sonra başvurucunun ev taşıma işlemlerini Aydın'da herkesçe bilinen ve tanınan FETÖ/PDY bağlantılı şahıslara yaptırdığı ileri sürülmüştür.
vi. Başvurucunun 2014 yılı HSYK seçimlerinde Aydın Komisyon başkanı olmasına rağmen net bir duruş sergilemediği gibi paralel yapı adaylarıyla bağlantılı olduğu yönünde iddialar bulunduğu ve bu tarz davranış sergilediği belirtilmiştir.
20. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak yapılan soruşturmalarda yargı mensupları olan bazı tanık beyanlarına dayanılmıştır. Bu beyanların içeriği özetle şöyledir:
- A.Ö. beyanında "... 2007-2015 yılları arasında Aydın Adliyesinde 2. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi olarak görev yaptım. Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen Mustafa MUTLU'yu Aydın ilinde beraber görev yapmamız nedeniyle tanıdım. HSYK seçimleri öncesinde Mustafa MUTLU hangi adayları destekleyeceği konusunda renk vermemeye çalıştı. YBP çalışmaları için Aydın Adliyesine gelenlerle ben, E.M.K. ve E.Y. ilgilendik. Mustafa MUTLU'nun hem YBP adayları, hem de bağımsız görünümlü paralel yapı adaylarının seçim çalışmalarına katıldığını görmedim. Daha çok tarafsız duruyormuş izlenimi verme gayretindeydi. Seçim öncesinde o dönem Aydın Hakimi olan İ.K. ile birlikte YBP adaylarının tanıtımı için Muğla Adliyesine gitmeyi kararlaştırmalarına rağmen gitmediğini, ziyarete İ.K.nin tek başına gittiğini biliyorum. Mustafa MUTLU'nun Aydın ilinde Fetö yapılanması soruşturmasında isimleri geçen, halk arasında Almendolar olarak bilinen, A. ve A.T. isimli şahıslar ile samimi görüştüğünü herkesten duyardım." şeklinde anlatımda bulunmuştur.
- E.M.K. beyanında "... 2010 yılı Kasım ayında Aydın Adliyesine tayin oldum ve o tarihten bu yana Aydın Adliyesinde hakim olarak görev yapmaktayım. Benimle aynı kararname ile 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Mustafa MUTLU ve eşi hakim A.M.de Erzurum Adliyesinden, Aydın Adliyesine tayin oldu. Mustafa MUTLU'dan önce mahkeme başkanı T. Bey noterliğe geçtiği için 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı yaklaşık 9 ay başkansız kalmış ve Mustafa MUTLU tayinen geldiğinde bize aslında geçen yıl geleceğini, aksilik olduğunu ama Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen İ.O.nun kendisine söz vermesi nedeniyle yaklaşık 9 ay mahkemenin boş bırakıldığını söylemişti. Daha sonra kendisi 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde kendisiyle komisyon görevlendirmeleri nedeniyle heyet halinde birkaç kez çalıştım. Daha sonra Komisyon Başkanı K. Bey'in Balıkesir Adliyesine tayini üzerine zannedersem 2012 tarihinde Mustafa MUTLU Komisyon Başkanlığına atandı ve İzmir Adliyesine tayin olana kadar bu görevi yaptı. HSYK seçim süreci başlayıncaya kadar Mustafa MUTLU ile adliye içerisinde ve dışında görüşmem olmadı. Bu nedenle seçim sürecine kadar kendisi hakkında hiç bir fikrim olmamıştır. Sadece Fetö soruşturması kapsamında tutuklanan, Aydın ilinde tanınmış nüfuslu bir iş adamı olan A.T. ve ailesi ile samimi olduğunu duyuyordum. O günlerde tanışık olmalarının sebebinin A.T.nin aslen Erzurumlu olması nedeniyle diye duydum. HSYK seçim sürecinde de YBP'nin adayları değişik tarihlerde Aydın Adliyesi'ne geldiler, Bu süreçte Aydın Cumhuriyet Başsavcısı Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından ihraç edilen M.C.E. idi. Kendisi kesinlikle YBP adaylarıyla ilgilenmedi. Cumhuriyet Başsavcı Vekilimiz E.S. misafirlerimizi karşılayan ve uğurlayan isimdi. Dolayısıyla Mustafa MUTLU'nun seçim sürecindeki tavrını çok iyi bilir. Misafirleri Mustafa MUTLU'ya bizler tanıştırdık. Mustafa MUTLU adliyede olmasına rağmen, akşamüzeri misafirleri E.Y. ve ben uğurladık. YBP adaylarına olan bu tavrı dışında bağımsız görünümlü paralel adaylarından Aydın'a gelenlere nasıl davrandığını bilmiyorum. HSYK seçimlerinde herhangi bir adaya oy istediğini yada liste dolaştırdığını ne duydum, ne de gördüm." şeklinde anlatımda bulunmuştur.
- H.A. ifadesinde "...10 Şubat 2015 tarihinden itibaren Aydın Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yapıyorum. Aydın Adliyesinde göreve başladığımda Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanı Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından ihraç edilen Hakim Mustafa MUTLU idi. Kendisi ile yaklaşık 10ay Aydın Adliyesinde birlikte görev yaptık. Ben kendisinin komisyon çalışmalarına yansıyan olumsuz bir eylemine tanık olmadım. Ancak göreve başladığım günden itibaren çevremdeki meslektaşlardan edindiğim izlenim Mustafa MUTLU'ya özelilikle paralel yapıyla mücadele konusunda çok güvenmemem gerektiği yönündeydi. Sonrasında gözlemlerimle de bu kanaat bende pekişti. Özellikle Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının ... sayılı dosyasından Fetö Terör Örgütü üyesi olmak suçundan tutuklu olarak bulunan A.T. ile çok sıkı diyaloglar içerisinde olduğunu, ailece görüştüklerini duyuyordum. Hatta bir seferinde odamda misafir olarak bulunurken telefonla aranması üzerine ben misafirimi alıp oraya geleyim diyerek odamdan ayrıldı. Odama A.T.nin kardeşi A.T. ile geldi. Sonrasında biraz daha dikkatli olmaya gayret gösterdim. Özellikle bu örgütle yapılan mücadeleye ilişkin hususlarda kendisiyle bilgi paylaşmamaya çalıştım. 2014 HSYK seçimlerindeki tavrını araştırdığımda, daha çok ortada durmaya çalıştığını ancak kısmen bağımsız görünümlü paralel yapı adaylarına yakın durduğunu, hatta bu adaylardan ya da adaylar için çalışan Erzurum ilinden gelen ismini hatırlamadığım bir Hakim veya Cumhuriyet Savcısını misafir ettiğini duydum. Bunları duyduktan sonra kendisine olan güvenim iyice azaldı. Sonraki komisyon çalışmalarında da çok dikkatli davranmaya devam ettim. O da bunu fark etmiş olacak ki İzmir'e tayin olduktan sonra kendisine veda yemeği verilmesini dahi kabul etmedi.." şeklinde beyanda bulunmuştur.
- İ.K. beyanında "... İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi Başkanı olarak görev yapmaktayım. Burdan önce 2008-2016 yılları arasında Aydın Adliyesinde Hakim olarak görev yaptım. Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen Mustafa MUTLU ile Aydın ilinde 2010-2015 yılları arasında beraber görev yaptık. Ayrıca Mustafa MUTLU 1993 veya 1994 yılında benim staj yaptığım Ödemiş Adliyesine Hakim olarak atanmıştı. Orada 2-3 ay ben kura çekene kadar onun görev yaptığı Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesinde de çalışmıştım ve o dönemde kendisi ile bir tanışıklığımda vardı ancak staj bittikten sonra Aydın iline gelene kadar kendisi ile hiç görüşmedik. Mustafa MUTLU'nun 2014 HSYK seçim sürecinde Komisyon Başkanı olmasına rağmen seçimlerde hangi adaylara oy vereceğine ilişkin hiç bir söylemini ve hareketini görmedim. Aydın ilindeki Fetö yapılanması soruşturmasında tutuklandığını duyduğum A.T. isimli şahıs ile ailecek görüştüğünü ve samimi olduklarını çevreden duymuştum." şeklinde anlatımda bulunmuştur.
- M.D. beyanında "..2007 yılı yaz kararnamesi ile atandığım Aydın Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği görevine, 2014 yılı Ocak ayına kadar devam ettim. 2010 yılı Aralık ayında Mustafa MUTLU Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığından, Aydın Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına atandı. Bir süre sonra da komisyon başkanlığı görevine atandı. Görev yaptığım süre içerisinde Mustafa MUTLU'nun Fetö Terör Örgütü ile ilişkisi konusundaki gözlem ve kanaatlerim şu şekildedir. Daha sonra Fetö Terör Örgütünün Aydın ilindeki yapılanmasında önemli bir konumunda olduğu ortaya çıkan ... A. ve A.T. kardeşler ile ailece samimiyeti de kapsayan dikkat çekici bir yakınlık içerisinde olduklarını müşahede ettim. Ayrıca yanlış hatırlamıyorsam, Aydın İl Jandarma Komutanlığı yapan ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ortaya çıkan bilgi ve belgelerden Giresun Sıkı Yönetim Komutanı olarak görevlendirildiği belirtilen J.Kur. Alb. E.F. ile de samimi olduklarını hatırlıyorum. Bir diğer husus, YBP çalışmalarını yürütürken Aydın ilinde görev yapan İzmir BAM Daire Başkanı İ.K. ile Mustafa MUTLU yanıma gelerek, YBP'ye yardımcı olmak istediklerini söylemişlerdi. Biz de bunu memnuniyetle karşılamıştık ve planlamalar yapılırken İ.K. ile Mustafa MUTLU'ya Muğla ve Fethiye'de adliye ziyareti yapmalarını söylemiştik. Sonraki süreçte İ.K. bu ziyaretleri yaptı ancak Mustafa MUTLU bir takım gerekçelerle bu ziyaretlere katılmadığı gibi Aydın'daki arkadaşlardan aldığım habere göre orada da herhangi bir faaliyette bulunmadığını duydum..." şeklinde anlatımda bulunmuştur.
- V.K. ifadesinde "..2013 yıl Temmuz ayında Erzurum Adliyesinden, Aydın Adliyesine atandım. Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraz edilen Mustafa MUTLU'yu Erzurum Adliyesinde kendisi ile 4 ay kadar çalışmamız nedeniyle tanırım. Kendisi orada Ağır Ceza Mahkemesi ve Komisyon Başkanıydı. Ben Aydın Adliyesine geldikten sonra Mustafa MUTLU'yu daha iyi tanıma fırsatı buldum. Erzurum da kısa çalışmıştık. 2014 yılı HSYK seçimleri öncesinde bağımsız görünümlü paralel yapı adaylarından Aydın Adliyesine ziyarete gelenler olduğu ve bu isimlerini bilmediğim adaylar ile Mustafa MUTLU'nun adliye dışında görüştüğü konuşuluyordu. Ayrıca Fetö irtibatı nedeniyle hakkında adli işlem yapılan Aydın ili iş adamlarında A.T. ile ailecek samimi görüştüğünü biliyorum. Aslen Erzurumlu olan bu şahısla 2014 veya 2015 yıllarında Erzurum'a kayak yapmaya gittiğini bizzat Mustafa MUTLU bana söylemişti. Mustafa MUTLU HSYK seçim sürecinde hangi adayı veya adayları desteklediğini bilmiyorum..." şeklinde beyanda bulunmuştur.
- Y.A. beyanında "..2011-2016 yılları arasında Aydın Adliyesinde, Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptıktan sonra, 20 Temmuz 2016 tarihinde İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı olarak göreve başladım. Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen Mustafa MUTLU'yu Aydın Adliyesinde birlikte çalışmamız nedeniyle tanırım. 2014 HSYK seçimleri öncesinde tarafsız bir görüntü çizme gayretindeydi. Aydın ilinde Fetö yapılanmasına ilişin yürütülen soruşturmada tutuklandığını duyduğum, ... işadamı A. ve A.T. ile çok samimi olduğu söyleniyordu. Hatta ben bir kaç sefer A. veya kardeşi A.T.nın araç ile lojmana gelip Mustafa MUTLU'yu aracına alıp gittiğini bizzat gördüm ..." şeklinde anlatımda bulunmuştur.
- E.Y. ifadesinde "... 2013 Yaz Kararnamesi ile Aydın Adliyesine tayin oldum vehalen Ağır Ceza Mahkemesi ve Adli Yargı İlk Derece Adalet Komisyonu Başkanı olarak görev yapmaktayım. Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen Mustafa MUTLU'yu Aydın Adliyesinde yaklaşık 3 yıl birlikte çalışmamız nedeniyle tanırım. 2014 yılındaki HSYK seçim döneminde YBP adaylarını desteklemedi. Komisyon Başkanı olmasına karşın Aydın Adliyesine ziyarete gelen YBP adayları ile ilgilenmedi. HSYK seçimlerinde hangi aday veya adaylara oy vereceğine/verdiğine ilişkin bir konuşması veya tavrı olmadı. Aydın Adliyesinde görevli olup, daha sonraki süreçte Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraçları yapılan bir kısım hakim savcılarla iyi görüşür, onların odasına ziyarete giderdi. Özellikle o dönemki tanımıyla paralel yapı aleyhinde konuşanlardan uzak duruyordu. Aydın ilinde, haklarında Fetö Terör Örgütü nedeniyle dava açılan A.T. ve kardeşi A.T. ile samimi görüşürdü. Özellikle A.T. gün aşırı adliyeye yanına gelirdi. Hakkında Fetö Terör Örgütü kapsamında yakalama kararı bulunan eski ağır ceza mahkemesi başkanlarından Denizli Hakimi iken Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen D.Ö. ile samimi arkadaş olduğunu ve ailecek görüştüğünü duydum. Ayrıca T. soyisimli kişilerin sahibi bulunduğu Mendo isimli restorantta adliye yemeklerini düzenlerdi. 2013 yada 2014 yılında bir önceki HSYK üyeleri Aydın iline geldiğinde yine Mendo'da yemek düzenledi. Aydın Adliyesinde Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen hakim ve savcılarla daha yakın görüşür, onlara daha samimi davranırdı. Komisyon Başkanı olduğu dönemde, Aydın eski Hakimi A.D.nin, Sulh Ceza Mahkemesi yetkisi Asliye Ceza Mahkemesi olarak değişince, bıraktığı mahkemedeki katiplerini yeni aldığı mahkemeye götürmesine müsaade etmiş, aynı durumda olan Aydın Hakimi L. Bey'in katip talebini geri çevirmişti. HSYK seçiminden sonra YBP üyesi oldu, ancak buna rağmen üyelik çalışmalarında hiçbir faaliyette bulunmadı. Kendisi Komisyon Başkanı olmasına rağmen Aydın Adliyesi mülhakatlarını Hakim M.K. ile ben dolaştım. Ayrıca Erzurum'da çalıştığı dönemlerde İ. Mağazası sahipleri ile samimiyet kurduğunu, bu kişilerin Fetö irtibatlı olduğunu, oradaki çevresinin de bu şekildeki insanlardan kurulu olduğunu, bu tarz insanlarla ilişkiler kurduğunu duydum. Ayrıca İ.C.nin tutuklandığında Erzurum Adliyesi Adalet Komisyonu Başkanıydı. Aydın Ağır Ceza Mahkemesi'ne Mustafa MUTLU gelecek diye 1 yılın üzerinde başkan ataması yapılmadığını, Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen İ.O. ile çok samimi olduğunu duydum. 2013 yılında Aydın Adliyesine atandığımda, Aydın için Komisyon Başkanlığı'na atanacak isim konuşulduğunda, İ.O.nun kendisini kastederek 'orada Mustafa var' dediğini, bu nedenle Komisyon Başkanının kendisi olacağını söylediğini duydum. Ayrıca tutuklandıktan sonra Aydın adliye lojmanında bulunan evinin eşyalarının taşınması sırasında T. ailesine mensup bir bayanın Mustafa MUTLU'nun ev eşyalarını taşıdığını biliyorum. Bununla ilgili bir güvenlik kamerası görüntüsü olduğunu ve bu görüntünün Aydın Emniyet Müdürlüğünde olup, çözümü yapıldıktan sonra soruşturma dosyasına ulaştırılacağını duydum. Aydın ilindeki Y. Yapı Market isimli iş yerinin sahibi A.Y. isimli şahıs hakkında Fetö Terör Örgütünün gizli kasası olduğu iddiası ile Aydın 2. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı. Mustafa MUTLU'nun bu kişiler ile de iyi görüştüğünü duydum. Ayrıca Aydın ili, Fetö Terör Örgütünün sözde imamı A.K. ile tanıştığını ve bazı bürokratik yemeklerde bu şahısla birlikte bulunduğunu duydum. Daha sonrasında kendisi ile ilgili başka bir dini cemaate mensup olduğu yönünde sözlerde duydum. HSYK seçim sürecinden sonra Fetö irtibatlı hakim ve savcılar Türkiyenin her yerinde olduğu gibi bir iş yavaşlatma, adalet hizmetini sekteye uğratma girişiminde bulundular. Görev yerlerine gitmemek, rapor almak, duruşmalara çıkmamak gibi eylemlere giriştiler. Aydın Adliyesinde de iş yavaşlatmak için rapor almalar oldu. Bu raporların merkezi Atatürk Devlet Hastanesiydi. Burada bir Fetö yapılanması olduğu sonradan ortaya çıktı. Hastane yapılanması ile ilgili Fetö Terör Örgütü soruşturması devam etmektedir. Mustafa MUTLU'nun eşi A.M. tekrar Aydın Adliyesine tayin olduğunda da Komisyon Başkanı olarak kadro durumunun yetersiz olduğunu, izin vesaire alması durumunda bazı mahkemelerde duruşmanın yapılamayacağını belirtmeme rağmen A.M. 10 gün rapor aldı. Bu raporda yine Atatürk Devlet Hastanesinden gelmişti. O gün tarihi itibariyle zor durumda kaldım. Ancak rapor süresi bitmeden 15 Temmuz hain darbe girişimi oldu. Yukarıda anlattığım hususlar, sosyal çevresi ve HSYK seçim sürecindeki tavrını birlikte değerlendirdiğimde, Mustafa MUTLU'nun Fetö irtibatlısı olabileceği kanaatindeyim ..." şeklinde beyanda bulunmuştur.
21. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:
"FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarıyla yoğun paylaşımlar yaşayan ve sık sık bir araya geldiği iddia edilen, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile iltisaklı oldukları için meslekten ihraç edilen eski HSYK üyelerinin yer aldığı kurul zamanında çok önemli ünvanlı görevlere getirilen, eski HSYK Başkan Vekili İ.O. zamanında kollandığı ve 1 yıl Aydın Komisyon Başkanlığına başkaca atama yapılmamasına neden olduğu ve atamasının beklendiği yönünde iddialar bulunan, Aydın ilinden İzmire yapılan atama kararnamesinde en etkili kurul üyesi olan T.G. tarafından yerinde kalması yönünde lehe muhalefet şerhi konulan, komisyon başkanı olduğu dönemde FETÖ/PDY iltisakı nedeniyle ihracına karar verilen ve daha önceden Denizli iline atanmasına rağmen ATGV kararına aykırı şekilde lojmanını boşaltmayan M.Y. hakkında işlem tesis etmeyen, ihraç edildikten ve tutuklandıktan sonra ev taşıma işlemlerini Aydında herkesçe bilinen ve tanınan FETÖ bağlantılı şahıslara yaptırdığı yönünde aleyhe ifade bulunan ve buna dair görüntüler elde edilen, Türk Hukuk Tarihinin dönem noktası olan 2014 yılı HSYK seçimlerinde Aydın Komisyon Başkanı olmasına rağmen net bir duruş sergilemediği gibi paralel yapı adaylarıyla bağlantılı olduğu yönünde iddialar bulunan ve bu tarz davranış sergileyen Şüphelinin, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kamu davası açmaya yeterli şüphe bulunduğu anlaşılmakla; "
22. İzmir 13. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 11/6/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2019/101 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.
23. Mahkemece 26/9/2019 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir.
24. Mahkemece 16/12/2019 tarihli duruşmada da iddia makamı başvurucu hakkında beraat kararı verilmesi gerektiği yönünde esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur.
25. Mahkeme aynı tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"... sanık hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olmak suçundan kamu davası açılmış ise de, yukarıda değerlendirilen tüm deliller nazara alındığında, toplanan delillerin sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair mahkumiyete yeterli delil olarak kabul edilemeyeceği, atılı suçun oluşabilmesi için gerekli olan süreklilik, yoğunluk ve çeşitlilik kriterlerinin gerçekleşmediği, bu deliller ile sanığın iradesini örgütün iradesine terk ederek örgüt hiyerarşisine girip girmediği noktasında tam bir kanaat oluşturamadığı, bu durumda Ceza Muhakemesinin en önemli ilkelerinden biri olan ... şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince sanığın üzerine atılı suçtan mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği, yapılan tüm araştırmalara rağmen bu şüphenin ortadan kalkmadığı, sanığın elkonulan dijital materyallerinin incelendiği ve herhangi bir suç unsurunun bulunmadığının, Uyap Bilgi Bankasında sanık hakkında yapılan araştırmada bu dosyamızdaki deliller dışında sanık aleyhine bir tanık beyanının bulunmadığının tespit edildiği anlaşıldığından sanık lehine yorumla atılı örgüt üyeliği suçunun oluşmayacağı sonuç ve kanaatine varılmış, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte yardım suçu yönünden yapılan değerlendirmede ise, sanığın tahliye karşılığı para alarak bu parayı örgüte aktardığı ya da 17/25 Aralık sürecinden sonra örgüte yaptığı somut bir yardımın net olarak tespit edilemediği ve dosya kapsamına göre örgüte yardım kastıyla hareket ettiğinin de duraksamaya yer vermeyecek şekilde söylenmesinin mümkün olmadığı dikkate alındığında artık bu suçun da oluşmayacağı sonuç ve kanaatine varılmakla atılı suçtan beraatine karar vermek gerekmiş ve yukarıdaki açıklamaların ışığı altında aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur."
26. Başvurucu hakkında verilen beraat hükmüne karşı Başsavcılık ve başvurucu müdafii ayrı ayrı istinaf yoluna başvurmuştur. Başsavcılığın istinaf gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Mahkemenizin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararında sanığın beraatine karar verilmiş ise de, sanık ile aynı dönemde aynı adliyede çalışmış Cumhuriyet başsavcılarının konuyla ilgili tanık sıfatıyla beyanlarına başvurulup sanıkla ilgili bilgilerinin tespit edilmemiş olduğu, bu nedenle eksik araştırma ve soruşturma sonunda dosyanın karar bağlanmış olduğu anlaşılmıştır."
27. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesi devam etmektedir.
IV. İLGİLİ HUKUK
28. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 10/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
30. Başvurucu; suç şüphesi ve bunu haklı kılan somut olgu ya da deliller olmamasına rağmen mesleğinden kaynaklanan güvencelere de riayet edilmeksizin hakkında tutuklama kararı verildiğini, delilleri karartma tehlikesi ve kaçma şüphesinin de somut olayda bulunmadığına karar verildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Bakanlık görüşünde; başvurucunun 19/9/2019 tarihinde haksız yere tutuklandığı gerekçesiyle Aydın 1. Ağır Ceza Mahkemesi önünde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141 vd. maddeleri doğrultusunda tazminat davası açtığını, söz konusu davanın derdest olduğunu belirterek tazminat yolunun tüketilmemiş olması nedeniyle mevcut başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği değerlendirilmektedir. Bakanlık ayrıca başvurucunun tazminat yoluna başvurduğu konusunda Anayasa Mahkemesini bilgilendirip bilgilendirmediği ve mevcut başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanılması nedeniyle reddedilip reddedilmeyeceği konusunda değerlendirme yapılması gerektiği görüşündedir. Aksinin değerlendirilmesi durumda ise dosyada mevcut olan somut delillere dayanılarak başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu delillerin değerlendirilmesi sonucunda adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ifade edilmiş olup başvurucu hakkında soruşturmada tutuklama tedbiri uygulayan mercilerin bu hususta yetkili/görevli oldukları, tutuklamaya dair verilen kararlara ilişkin gerekçeler kapsamında temel hak ve özgürlüklerin ihlaline sebebiyet veren bariz takdir hatası ya da açık bir keyfîlik içerdiğinin söylenemeyeceği görüşündedir.
32. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında genel olarak başvuru formunda belirttiği iddialarını tekrarlamıştır.
B. Değerlendirme
33. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
34. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
35. Başvurucunun şikâyetinin özü, tutukluluğun hukuki olmadığına ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Uygulanabilirlik Yönünden
36. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
" Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
37. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
38. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyeliği iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
39. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan bu bölümdeki iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA ve Recai AKYEL bu görüşe katılmamışlardır.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
41. Genel ilkeler için bkz. Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52; Zafer Özer, B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
42. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında hakkında yürütülen soruşturma kapsamında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı isyana katılma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
43. Diğer taraftan başvurucu 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nda -hâkimlerle ilgili- öngörülen usule ilişkin güvencelerin hiçbirine riayet edilmeksizin, yetkili ve görevli olmayan mahkemece tutuklandığını iddia etmektedir.
44. Anayasa Mahkemesi, Yıldırım Turan kararında ilgili Kanunlar çerçevesinde konuyu etraflıca değerlendirmiş ve Yargıtay içtihatlarına da değinerek terör örgütüne üye olma suçunun kişisel bir suç olduğunu, Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı olarak hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma yürütülmesi için izin şartı bulunmadığını belirterek Vergi Mahkemesi üyesi (hâkim) olan başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna varmıştır (ayrıntı için bkz. Yıldırım Turan [GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020, §§ 102-147).
45. Somut olayda anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
46. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
47. İzmir 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında başvurucu hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığına ilişkin olarak dosyada somut delillerin olduğu ifade edilmiş ancak bu delillerin neler olduğu belirtilmemiştir (bkz. § 14).
48. Başvurucu hakkında hazırlanan iddianamede ise HSYK'nın meslekten çıkarılma kararına, FETÖ/PDY bağlantısı nedeniyle hakkında işlem yapılan eski Kurul üyeleri tarafından kollandığına, yine FETÖ/PDY bağlantısı nedeniyle hakkında işlem yapılan meslektaşını koruduğuna değinilmiş ve bunlara ilişkin tanık beyanlarına dayanılmıştır (bkz. §§ 19-21).
49. Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda görevden uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki idari kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara muhatap olan kişiler bakımından suç işlediklerine dair kuvvetli bir belirti olarak kabulünün mümkün olmadığını değerlendirmiştir (Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018 § 70; Mustafa Açay, B. No: 2016/66638, 3/7/2019, § 54; E.A., B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 57; Ali Aktaş, B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa Özterzi, § 104; Zafer Özer, §§ 53-58). Somut olayda başvurucu yönünden de anılan kararlarda yer alan değerlendirmelerden ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir.
50. Ayrıca soruşturma mercilerince başvurucunun haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen eski Kurul üyeleri tarafından kollandığı, yine FETÖ/PDY bağlantısı nedeniyle hakkında işlem yapılan meslektaşını koruduğu ve tutuklanması sonrasında ev taşıma işlemlerini FETÖ/PDY bağlantılı şahıslara yaptırdığı belirtilerek bu hususların da suçlamaya dayanak olacak olgular olarak değerlendirildikleri görülmektedir. Belirtilen bu olguların örgütsel bir ilişki çerçevesinde yapıldığı yönünde somut bir vakıaya dayalı tespit mevcut değildir. Bu durumda somut olayın koşulları itibarıyla iş ve arkadaşlık ilişkilerinin yorumlanması suretiyle değerlendirilmesinin örgütsel bir ilişki bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak kabulü mümkün değildir (FETÖ/PDY'ye aidiyeti, iltisakı veya örgütle irtibatı nedeniyle kapatılan derneğe üyeliği ve haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen kişilerle telefon görüşmeleri ile ilgili olarak aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mustafa Özterzi, §§ 105-106; Zafer Özer, § 62).
51. Diğer taraftan soruşturma mercilerinin tanıkların başvurucu hakkındaki "2014 yılı HSYK seçimlerinde sözde bağımsız örgütün adayları lehine hareket ettiği" şeklindeki (bkz. §§ 19-21) beyanlara dayandığı görülmektedir. Tanıkların beyanları genel olarak başvurucunun HSYK üye seçimleri sürecindeki tutumlarına ilişkindir.
52. Bu kapsamda HSYK seçim sürecinde örgütsel ilişki çerçevesinde söz konusu adaylar lehine propaganda faaliyetinde bulunmanın veya seçim çalışmalarına katılmanın yargı mensupları hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar bakımından yürütülen soruşturmalarda önemli bir olgu olarak değerlendirmesi söz konusu olabilir. Bununla birlikte 2014 yılı HSYK seçim sürecinde Aydın Komisyon başkanı olduğu için tarafsız kalmaya çalıştığını belirten başvurucunun örgütsel bir ilişki içinde olduğu veya bu yönde bir eylem ve faaliyetin içinde yer aldığına ya da örgüt adına kendilerinden oy istediğine dair bir anlatım mevcut değildir. Bu itibarla tanıkların başvurucunun bu tutumunun FETÖ/PDY lehine bir tavır olduğu yönündeki açıklamalarının herhangi bir olguya değil kişisel değerlendirme ve kanaatlerine dayalı olduğu görülmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Zafer Özer, §§ 60, 61).
53. Öte yandan soruşturma evresinde dinlenen tanık beyanlarında başvurucunun darbe teşebbüsüyle veya teşebbüsün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile örgütsel bir ilişki içinde olduğu yönünde somut olguya dayalı bir ifade bulunmamaktadır. Tanıkların 2014 yılında yapılan HSYK üye seçim dönemine ilişkin anlatımları ise kişisel kanaatlerin açıklanması niteliğindedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Recep Uygun, B. No: 2016/76351, 12/6/2018, § 43). Tanık beyanlarında başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğuna, bu örgütle bir örgütsel bağlantısı olduğuna veya hangi örgütsel eylemlerde bulunduğuna ya da başvurucunun örgütsel konumuna ilişkin herhangi bir bilgi, vaka veya olguya yer verilmediği görülmektedir. Ayrıca başvurucu hakkındaki beyanların izlenim ve düşünceye dayalı olması, somut olgu barındırmaması dikkate alındığında söz konusu beyanların örgütsel bir faaliyet bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak kabulü mümkün değildir.
54. Bu itibarla soruşturma belgelerinde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda tutuklama için gerekli olan yargı makamlarının denetimini yapabilecek suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır. Nitekim başvurucunun yargılandığı davada suçlamaya esas alınan olgulara ilişkin olarak ilk derece mahkemesince yapılan değerlendirmede bunların başvurucunun örgüt hiyerarşisi içinde yer aldığı hususunda -yeterli ölçüde- delil teşkil etmediği sonucuna varılmıştır (bkz. § 25). İlk derece mahkemesinin bu değerlendirmelerinin konuya ilişkin olarak Yargıtay tarafından belirlenen ölçütler çerçevesinde yapıldığı anlaşılmıştır (Mustafa Özterzi, § 115).
55. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
56. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
57. Bununla birlikte anılan tedbirin Anayasa'nın olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.
4. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden
58. Anayasa Mahkemesi daha önceki pek çok kararında Anayasa'nın olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesinin suç işlendiğine dair belirtilerin varlığı ortaya konulmadan gerçekleştirilen tutuklamaları meşru kılmadığına, suç işlendiğine dair belirti olduğu ortaya konulmadan tutuklama tedbirinin uygulanmasının durumun gerektirdiği ölçüde bir müdahale olmadığına karar vermiştir (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 105-110; Mehmet Hasan Altan (2), §§ 152-157; Turhan Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, §§ 83-89; Mustafa Baldır, §§ 83-88).
59. Somut olayda bu kararlardan ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır. Bu nedenle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
60. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
62. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
64. Başvuruyla ilgili olarak tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Soruşturma sürecinde 3/3/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir (bkz. § 18). Dolayısıyla başvurucunun tutukluluk hâli sona ermiştir.
65. Başvurucu tazminat haklarının saklı tutulmasını istemiş, bununla birlikte sonraki süreçte herhangi bir tazminat talebinde bulunmamıştır. Bu nedenle tazminata ilişkin bir karar verilmesi mümkün görülmemiştir. Bu durumda ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Mehmet Güneş, B. No: 2014/1268, 17/5/2016, § 66; Mustafa Baldır, § 92).
66. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Kadir ÖZKAYA ve Recai AKYEL'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. 239,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin bilgi için İzmir 13. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2019/101) GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/6/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 19.07.2016 tarihinde tutuklanan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma durumu, 03.03.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni, ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki birçok kararına göre; başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK 141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme, tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf yapıldığı için gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d) bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141. maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal, B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır. Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı 141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK 141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir. Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın ilgili/ilişkili olduğu davanın mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıkladığımız gerekçelerle başvurunun, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini düşündüğümüzden çoğunluğun işin esasının incelenmesi gerektiği yolunda oluşan görüşüne katılmadık.
Üye
1 Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16.2.2017.
2 Reşat Ertan, 2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29; Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§ 39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34
3 Kamil Erdoğan, B. No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49; Ertuğrul Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42
4 Fatma Maden, §47, Ertuğrul Raşit Benal, §40
5 Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016,§37
6 Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624, 9/5/2018, § 24-26.
7 Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı
8 Benzer durumlar bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu değildir.
9 B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.
10 Cafer Yıldız, B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018, §§ 37-40.
11 Bkz. Besime Konca, B. No: 2017/5867, 3/7/2018.
12 Mehmet Özdemir, B. No: 2017/37283, 29/11/2018
13 Ali Bulaç [GK], B. No: 2017/6592, 3/5/2019
14 bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı, 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.
15 İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37
16 Bkz. Örneğin, Hüsnü Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, § 87.
17 Mustafa Avci, B. No: 2014/1545, 22/3/2018
18 Mustafa Avci, §27
19 Mustafa Avci, §35-38
20 Mergen ve diğerleri/Türkiye kararı, §36