TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İBRAHİM AKAN BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2017/32078)
|
|
Karar Tarihi: 25/2/2021
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Gökçe GÜLTEKİN YILMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
İbrahim AKAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ramazan DEMİR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, gösterilere müdahale sırasında gaz fişeği
kapsülünün isabet etmesi sonucu yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin ceza
soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular 11/8/2017 ve 23/7/2019 tarihlerinde
yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur.
4. Komisyonlarca başvurucunun adli yardım talebinin
kabulüne karar verilmiştir.
5. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvurular ve belgelerinin bir örneği bilgi için
Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
8. Aralarında hukuki irtibat bulunması nedeniyle
2019/25684 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2017/32078 numaralı bireysel
başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2017/32078 numaralı
bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
A. Genel Bilgiler
10. İstanbul Valiliği 18/1/2013 tarihli ve 800 sayılı
yazılarıyla 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu'nun 6. maddesi uyarınca İstanbul'daki Taksim Meydanı'nın toplantı ve
gösteri yürüyüşü alanlarından biri olarak belirlenmemesine rağmen TÜRK-İŞ
Konfederasyonu ile birçok sendika ve sivil toplum kuruluşu 1 Mayıs'ın Taksim
Meydanı'nda kutlanacağını kamuoyuna bildirmiştir (İbrahim Akan, B. No:
2014/10628, 16/11/2016, §§ 9, 10).
11. İstanbul Valiliği, 1 Mayıs'ın Taksim Meydanı'nda
kutlanmasına izin vermemiştir. Anılan Valilik kararına rağmen göstericiler 1
Mayıs 2013 günü Taksim Meydanı'na girmeye çalışmışlardır. Bunun üzerine kolluk,
göstericilere müdahale etmiş; göstericiler ve kolluk mensupları arasında yaralananlar
olmuştur. Ayrıca bazı göstericiler tarafından özel kişilerin ve kamunun
mallarına zarar verilmiştir (İbrahim Akan, §§ 11-12).
B. Başvurucunun
Yaralanması ve Sonrasındaki Soruşturma Süreci
12. İddiasına göre başvurucu 1/5/2013 tarihinde ablasının
evine giderken o bölgede gösterilere müdahale etmekte olan kolluk kuvvetlerinin
attığı gaz kapsülünün gözüne isabet etmesi sonucunda yaralanmış, İstanbul
Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) kaldırılmış ve sol gözünden ameliyata
alınmıştır.
13. Başvurucu hakkında 7/5/2013 tarihinde düzenlenen
geçici raporda başvurucunun 1 Mayıs gösterileri sırasında çıkan olaylarda sol
gözünden yaralandığı ve 112 tarafından hastaneye getirildiği belirtilmiştir.
Başvurucunun yaralanmasına ilişkin olarak İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün
17/1/2014 tarihli raporunun ilgili kısmı ise şöyledir:
"...
Kişide göz perforasyonuna neden olan
yaralanmasının;
1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir
durum OLMADIĞI,
2-Kişi üzerindeki etkisinin basit bir
tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif OLMADIĞI,
3-Kişide kemik kırığı tarif edilmediği,
4-Sol kaştaki yaralanmasının yüzde sabit
iz niteliğinde OLDUĞU,
5-Sol göz kaybına neden olan
yaralanmasının duyularından birinin işlevinin sürekli yitirilmesi niteliğinde
OLDUĞU kanaatini bildiri rapordur."
14. Anılan yaralanmaya ilişkin olarak başvurucu 11/7/2013
tarihinde Başbakan, İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi, İstanbul İl Emniyet
Müdürü ve doğrudan eylemi gerçekleştiren kolluk görevlileri hakkında İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyetçi olmuştur.
15. Savcılık, başvurucunun yaralanması nedeniyle
yürütülen soruşturmayı protesto gösterileri kapsamında farklı tarihlerde
meydana gelen birçok olay hakkında yürütülen ayrı bir soruşturma (ana
soruşturma) ile birleştirmiştir.
16. Kolluk amirleri, Vali, İçişleri Bakanı ve Başbakan
hakkında yaptığı şikâyet nedeniyle açılan soruşturma, görevli polis memurları
hakkında yapılan şikâyet nedeniyle açılan soruşturmadan ayrı olarak
yürütülmüştür. Anılan soruşturma süreci tamamlandıktan sonra başvurucunun bu
soruşturmaya ilişkin şikâyetleri, başvurucu tarafından daha önce bireysel
başvuruya konu edilerek 2014/10628 numaralı başvuru dosyasında 16/11/2016
tarihinde incelenmiş ve açıkça dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilerek kabul
edilemez bulunmuştur.
17. Savcılık, Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen
olaylarla ilgili tüm şikâyetlerin bir arada değerlendirilmesi nedeniyle
başvurucunun yaralanması olayı hakkında yürütülen soruşturmanın sürüncemede
kaldığı sonucuna varmış ve 21/5/2015 tarihinde başvurucuyla ilgili soruşturmayı
ana soruşturmadan ayırmıştır.
18. Başvurucunun yaralanmasına doğrudan neden olan kolluk
görevlileri hakkındaki soruşturmada görevi kötüye kullanma suçu
değerlendirilmesi yapılarak 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer
Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında soruşturma izni
verilmesi talep edilmiştir.
19. İstanbul Valiliğinin 28/10/2015 tarihli kararıyla
kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.
Kararın gerekçesi şöyledir:
"... Müşteki şahsın Emniyette ve
Savcılıkta vermiş olduğu ifadelerde iddia ettiği olayın gerçekleştiği yeri tam
nokta olarak belirtememiş olması nedeniyle olayla ilgili varsa işyeri ya da
güvenlik kamera kayıtlarına, Mobese kamera kayıtlarına ya da bilgi belgelere
ulaşılamadığı, ayrıca şikayetçi şahsın ifade vermek için de gelmediği,
Konu ile ilgili olarak olayın
gerçekleştiği iddia edilen bölgeden sorumlu Şişli Feriköy Polis Merkezi
Amirliği, Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğü, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü ve
Koordinasyon Şube Müdürlüğü ile yapılan yazışma ile olay günü o bölgede görevli
personelin listesi istenilmiş olup, gönderilen cevabi yazıların incelenmesi
sonucunda olaya vakıf ya da olayda şüpheli olabilecek görevli personel tespiti
yapılamadığı anlaşılmıştır.
Bu nedenle, 4483 sayılı Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanunun 6. Maddesi gereğince;
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Görevlileri hakkında “SORUŞTURMA İZNİ VERİLMEMESİNE
..."
20. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, İstanbul Bölge
İdare Mahkemesi (Kapatılan) Birinci Kurulunca başvurucunun itirazı 5/4/2016
tarihli kararla kabul edilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"...Dosyanın incelenmesinden,
şikayetçi İbranim Akan'ın 01.05.2013 tarihinde İstanbul, Şişli Okmeydanı Feriköy'de
ikamet eden ablasının evine doğru giderken meydana gelen toplumsal olaylarda
çatışmanın ortasında kaldığı, bölgede gösterilere müdahale etmekte olan kolluk
kuvvetlerinin attığı gaz bombası kapsülünün gözüne isabet ettiği ve
kaldırıldığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yapılan ameliyatta sol
gözünü kaybettiği yerine protez göz takıldığı dosyada bulunan belgelerle sabit
olup, diğer yandan olayların olduğu bölge de belirlidir.
Bu durumda, olayların meydana geldiği
bölgenin belli bir bölge olduğu, o bölgede meydana gelen olaylarda görevli olan
ve gaz bombası kullanma görevi verilen personelin isimlerine idarece o tarihte
düzenlenen görev belgelerinden ulaşılabileği de açık olduğundan, olayla ilgili
olarak yukarıda sözü edilen yasa hükmü ile soruşturmacıya verilen yetkiler
doğrultusunda telsiz konuşmaları, olayla ilgili kamera kayıtları, fotoğraf,
görev listeleri ve bu gibi değişik araçlarla yapılacak etkili bir inceleme ve
araştırma ile şikayet konusu eyleme ilişkin olarak, (gaz bombası kapsülünü
şikayetçinin gözüne isabet edecek biçimde atma) eylemi gerçekleştiren ya da
gerçekleştirenlerin isim ve görev unvanlarıyla belirlenmesi, ifadelerinin
alınması ve haklarında soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesi yolunda
öneri getirilmesi, yetkili merci tarafından da isim ve görev unvanı belli olan
bu kişiler hakkında soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesi şeklinde bir
karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme sonucu verilen itiraza konu kararda
isabet görülmemiştir..."
21. Anılan karar üzerine İstanbul Valiliği şikâyet
hakkında tekrar inceleme yapmış ve 25/8/2016 tarihinde benzer gerekçelerle
soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir.
22. Başvurucu, soruşturma izni verilmemesi kararına
tekrar itiraz etmiş; itirazı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdari Dava
Dairesinin 22/6/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın
gerekçesi şöyledir:
"...Olayda, İstanbul Emniyet
Müdürlüğü Görevlileri hakkında; müştekinin 01/05/2013 tarihinde Şişli Okmeydanı
Feriköy'de ikamet eden ablasının evine giderken olayların ortasında kaldığı ve
polis tarafından atılan gaz fişeğinin sol gözüne isabet etmesi neticesinde
hastaneye kaldırıldığı ve sol gözünün alındığı, yerine protez göz takıldığı,
halen sol gözünün hiç görmediği iddiaları üzerine yapılan ön inceleme sonucunda
ilgililer hakkında, hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin
dosya muhteviyatı itibariyle mevcut olmadığı anlaşıldığından itirazın reddine,
soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın Mahkememizce yöntem ve yasaya
uygun bulunması nedeniyle onanmasına..."
23. Anılan karar 17/7/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
24. Başvurucu 11/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
25. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca şüphelilerin dava
zamanaşımı süresince araştırılması ve tespit edilmesi hâlinde Cumhuriyet
Başsavcılığında hazır edilmesi için 13/9/2017 tarihinde daimî arama kararı
verilmiştir. Daimî arama kararında açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen
kolluk görevlilerine yüklenen suçlar nitelikli kasten yaralama ve görevi
kötüye kullanma olarak belirtilmiştir. Soruşturmanın zamanaşımına uğrayacağı
tarih ise 1/5/2021 olarak belirtilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"... Emniyet görevlileri hakkında
yapılan idari soruşturma da 2015/505 karar no ile 28/10/2015 tarihinde Vali
Vasip Şahin imzası ile verilen kararda; 'Müşteki şahsın Emniyette ve Savcılıkta
vermiş olduğu ifadelerde iddia ettiği olayın gerçekleştiği yeri tam nokta
olarak belirtememiş olması nedeniyle olayla ilgili varsa işyeri yada güvenlik
kamera kayıtlarına, Mobese kamera kayıtlarına yada bilgi belgelere
ulaşılamadığı, ayrıca şikayetçi şahsın ifade vermek için de gelmediği,
Konu ile ilgili olarak olayın
gerçekleştiği iddia edilen bölgeden sorumlu Şişli Feriköy Polis Merkezi Amirliği,
Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğü, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü ve Koordinasyon Şube
Müdürlüğü ile yapılan yazışma ile olay günü o bölgede görevli personelin
listesi istenilmiş olup, gönderilen cevabi yazıların incelenmesi sonucunda
olaya vakıf yada olayda şüpheli olabilecek görevli personel tespiti
yapılamadığı anlaşılmıştır.
Bu nedenle, 4483 sayılı Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanunun 6. Maddesi gereğince;
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Görevlileri hakkında 'SORUŞTURMA İZNİ VERİLMEMESİNE'
karar verildiği,
Şikayetçinin bu karara itirazı üzerine
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdare Dava Dairesinin 17/06/20117 tarih,
2017/644 Esas, 2017/631 karar nolu kararında; itirazın red edilmesine,
soruşturma izni verilmemesine dair kararın onandığı anlaşılmakla,
Olay tarihinden bu yana şikayetçi
İbrahim Akan'ın yaralanmasına neden olan emniyet görevlilerinin tespit
edilememesi nedeniyle evrakın 'Daimi Arama'ya' alınmasına, ..."
C. Başvurucu
Tarafından İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç
26. Başvurucu 17/7/2013 tarihinde İstanbul
Valiliğine müracaat etmiş ve polislerin orantısız müdahalesinden doğan maddi ve
manevi zararının giderilmesini talep etmiştir.
27. İstanbul Valiliği 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör
ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamına
girmeyen 1 Mayıs gösterileri veya Gezi Parkı gibi toplumsal olaylar sırasında
meydana gelen zararların sulh yoluyla karşılanması için Beyoğlu Kaymakamlığı
İlçe Zarar Tespit Komisyonunu (Komisyon) kurmuştur.
28. Komisyon, başvurucunun zararı hakkında bilirkişi
incelemesi yaptırmış; bilirkişi incelemesinde başvurucunun %33 oranında malul
olduğu dikkate alınarak geçici iş göremezlik zararı 131.613 TL olarak
hesaplanmıştır. Komisyon 10/3/2014 tarihli kararında İstanbul genelinde 1 Mayıs
Emek ve Dayanışma Günü münasebetiyle emniyet tedbirlerinin alındığını, bu
tedbirlerin basın ve yayın organları aracılığıyla duyurulduğunu, başvurucunun
toplumsal olayın niteliği ve riskli ortamında kendisine gelecek zararı en aza
indirecek emniyetli bir yerde beklemek yerine Okmeydanı'nda mukim ablasına
gitmesi sonucunda tedbirsiz davranarak muhtemel riski oluşturduğunu ve bileşik
kusurlu olduğunu belirterek başvurucuya 65.000 TL tazminat ödenmesine karar
vermiştir.
29. Başvurucu tazminatın yetersiz olduğunu belirterek
16/5/2014 tarihinde İstanbul 4. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı
davası açmıştır.
30. İdare mahkemesinin 29/1/2016 tarihli kararında olayın
oluş şekline ilişkin kabulü şu şekildedir:
"Dava dosyasının incelenmesinden;
davacının 01.05.2013 tarihinde Okmeydanı Şark Kahvesi civarında, Sibel Yalçın
parkına inen sokaktan ablasının evine doğru giderken, o bölgede gösterilere
müdahale etmekte olan kolluk kuvvetlerinin yakın mesafeden atmış olduğu gaz
kapsülünün gözüne isabet etmesi nedeniyle Samatya Araştırma Hastanesi'nde
tedavi altına alındığı, gözünden ameliyat olduğu, sol gözünü tamamen (%100)
kaybetmesi nedeniyle davalı İdareye başvurduğu, davalı İdare Zarar Tespit Komisyonun
10.03.2014 tarih ve 2014/115 sayılı kararıyla davacıya 65,000.-TL ödenmesine
karar verilmesi üzerine, söz konusu kararın iptali ile 167,365.99 TL maddi,
200,000.-TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar
verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır."
31. Mahkemenin anılan kararında 1/5/2013 tarihinde
meydana gelen toplumsal olaya kolluk kuvvetlerinin müdahale etme hakkı
bulunmakta ise de bu müdahale nedeniyle toplumsal olaylar ile ilgisi bulunmayan
kişilerin uğramış oldukları zararın karşılanması gerektiği ifade edilmiş; dosya
kapsamındaki bilgi ve belgelerin tetkikinde, söz konusu müdahale esnasında
kullanılan biber gazı kapsülünün başvurucunun gözüne isabet etmesi nedeniyle
sol gözünü tamamen kaybettiği, %33 oranında meslekte kazanma gücünde azalma
meydana geldiği, bu hususta taraflar arasında ihtilaf bulunmadığı ve davalı
idarenin Komisyonunca başvurucuya bir miktar tazminat ödenmesine karar
verildiği belirtilmiştir. İdare Mahkemesi her ne kadar toplumsal olaya müdahale
şartları doğmuş olsa bile başvurucunun gösterilere katıldığının tam olarak
tespit edilememiş olması nedeniyle zararının giderilmesi gerektiğini belirterek
başvurucuya bilirkişi incelemesi ile tespit edilen 167.365 TL maddi tazminat
ile 200.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
32. Anılan karar temyiz edilmiş, Danıştay Onuncu Dairesi
8/6/2017 tarihinde Mahkemenin kararını bozmuştur. Danıştay, başvurucunun
davasının kabul edilmesine yönelik bir bozma kararı vermemiştir ancak olay
tarihinde 23 yaşında olan başvurucunun askerlik durumunun gözönüne alınmadığı,
çalışma ve kazanç durumunun hesaplamada dikkate alınmadığı gerekçesiyle maddi
tazminat miktarının, sebepsiz zenginleşmeye sebep olacak derecede yüksek olduğu
gerekçesiyle manevi tazminat miktarının gözden geçirilmesi gerektiğini
belirtmiştir.
33. Mahkeme 27/6/2019 tarihinde başvurucuya 328.561 TL
maddi tazminat ile 150.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
34. Anılan karar temyiz edilmiş olup inceleme devam
etmektedir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
35. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Caruş, B. No:
2013/7812, 6/102015, §§ 28-30; Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016,
§§ 22-30.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
36. Mahkemenin 25/2/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
37. Başvurucu; kolluk görevlilerinin 1 Mayıs
gösterilerine müdahaleleri sırasında kendisine yakın mesafeden gaz fişeği
atılması sonucu sol gözünü kaybettiğini, yaralanmasından sorumlu kolluk
personeli hakkında soruşturma izni verilmediğini, soruşturma izni verilmemesi
kararına itirazı üzerine (kapatılan) İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci
Kurulunca verilen kararın gerekçesinin dikkate alınmadığını ve tekrar
soruşturma izni verilmemesine karar verildiğini, sonrasında ise Savcılık
tarafından daimî arama kararı verildiği belirterek kötü muamele yasağının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
38. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve
manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
39. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve
görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve
görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak;
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır."
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Eziyet
Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel
ilkeler
41. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan
maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü
fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan
haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı
hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293,
17/7/2014, § 80).
42. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından
kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı
kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu
görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip
nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet
ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence
arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın, özellikle çok ağır ve
zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma
işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından
getirildiği, anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret
suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı
anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
43. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi
ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence
olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin
ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı
Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence
teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da
ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek
kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, §
85).
44. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de
önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki
yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı
muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu
hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur
olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette,
ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda bulunması aranmaz. Fiziksel
saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü
muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında
kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca
bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi
muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet
olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
45. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 81).
46. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın
5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması
beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle
desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut
iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki
bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat
edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar
değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 95).
47. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık
derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın
somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin
süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık
durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç
dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun
olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 83).
48. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi bir
yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür
bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir.
Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce
başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak
Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk
ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).
49. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik
güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul
edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı
gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı
fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece
kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza
Özer ve diğerleri, § 82).
50. Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlilerinin toplumsal
olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen, kullanılması ulusal ve
uluslararası mevzuatta yasak olmayan göz yaşartıcı gazın kullanım usullerinde
öngörülen kriterlerin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında
asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığını denetlediği önceki kararlarında, bu
gazın kullanılmasının bazı sağlık sorunlarına yol açabileceğinin açık olduğuna
vurgu yapmıştır. Ancak kolluk görevlilerini aşmaya çalışan grup dışındaki
göstericilere doğrudan müdahale olduğunun tespit edilemediği, ayrıca göz
yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında başvurucuda bir yaralanma olmadığı ve
gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporuna veya başka bir
bulguya rastlanmadığı durumlarda gazdan etkilenmenin Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aşmadığı sonucuna varılmıştır
(Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 91, 92).
51. Buna karşılık Anayasa Mahkemesi, göz yaşartıcı gaz
silahlarının uygun olmayan bir şekilde ateşlenmesi sonucunda gaz fişeklerinin
ölümlere ya da somut olayda olduğu gibi yaralanmalara yol açma riski bulunması
nedeniyle ateşli silah kullanımına ilişkin olarak kabul ettiği ilkelerin -uygun
düştüğü ölçüde- bu silahların kullanımında da değerlendirme kriteri olarak
dikkate alınması gerektiğine karar vermiştir. Bu kapsamda gaz silahı kullanımı
konusunda kolluk görevlilerini yetkilendiren ve kullanım yöntemini yeterli ve
etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı
kullanımına engel olacak, kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak
güvenceleri içermesi gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No:
2013/9461, 15/12/2015, §§ 59, 60).
52. Bu nedenle doğrudan silah kullanımı sonucu meydana
gelen olaylarda güç kullanımının Anayasa’nın 17. maddesine göre başka bir
çarenin kalmadığı zorunlu bir durumda ve ölçülü bir şekilde
gerçekleştiğinin soruşturma makamlarınca resen ortaya konulması gerekmektedir.
Bu çerçevede kolluk görevlilerinin eylemlerinin yanında kendilerine uygun
talimatın verilip verilmediğinin, gaz fişeği atışı için kullanılan silahlar
konusunda bu kişilerin yeterli eğitim alıp almadığının ve olası riskleri
önlemek adına tedbir almakta ihmalleri bulunup bulunmadığının da incelenmesi
gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 60).
53. Bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi bir başka kararında,
toplumsal bir olayda müdahaleyi gerektiren duruma sebep olan kişilerden olmayan
başvurucunun bu müdahaleden etkilenmemesi için kolluk görevlilerinin gerekli
tedbirleri almadığı ve olaya müdahaleleri sırasında kontrolsüz bir şekilde gaz
fişeği atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep olduğu kanaatine
vararak Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Özlem
Kır, § 80).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
54. Somut olayda Komisyon ve İdare Mahkemesinin kabulüne
göre başvurucu, kolluk görevlilerinin bir gösteriye müdahalesi sırasında
yaralanmış ve sol gözünü kaybetmiştir. Nitekim başvurucunun göz yaşartıcı gaz
kullanımı sırasında gaz fişeği kapsülünün başına isabet etmesi sonucu
yaralandığı ve 112 Acil Servis tarafından hastaneye götürüldüğü sağlık
raporlarıyla doğrulanmıştır.
55. Bununla birlikte olay günü gaz silahı kullanan kolluk
görevlilerinin bu konuda bir eğitim almış olup olmadığı, operasyonun planlama
ve kontrolü kapsamında yürütülen işlemlerin ve alınan tedbirlerin neler olduğu
hususları ile kolluk görevlilerini yetkilendiren ve kullanım yöntemini yeterli
ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı
kullanımına engel olacak ve kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak
güvenceleri içerip içermediği -Savcılık dosyasındaki eksiklikler nedeniyle- bu
aşamada Anayasa Mahkemesi tarafından incelenememiştir (aynı yöndeki karar için
bkz. Özlem Kır, § 69). Bu nedenle somut olay bakımından işkence ve kötü
muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği iddiasına ilişkin inceleme,
sadece olay sırasında gaz fişeğini kullanan kolluk görevlilerinin eylemleriyle
sınırlı olarak yapılacaktır.
56. Başvurucu; Savcılığa verdiği ifadesinde, kolluğun
göstericilere müdahale ettiği sırada gözüne gaz fişeği isabet ettiğini
belirtmiştir. Başvurucunun 112 Acil Servis tarafından hastaneye götürüldüğü
anlaşılmış, ameliyata alındığı ve sol gözünü kaybettiği tespit edilmiştir.
57. Olaya ilişkin kamera kayıtlarının bulunmadığı
belirtilmişse de Savcılık daimî arama kararında başvurucunun kolluk
görevlilerinin güç kullanımı sonucu yaralandığını değerlendirerek açık kimlik
bilgileri tespit edilemeyen kolluk görevlileri hakkında daimî arama kararı
verilmiştir (bkz. § 25).
58. Bununla birlikte başvuru konusu olayın 1 Mayıs
eylemlerinin bir parçası olmasından ötürü olaylara geniş çapta bir katılımın
bulunduğu ve bu nedenle belli oranda kargaşa ortamının doğabileceği kabul
edilmektedir. Kargaşa ortamlarında kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etme
ve müdahaleyi gerektiren duruma yol açan kişiler dışındakilerin müdahaleden
mümkün olduğunca etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alma yükümlülükleri
bulunmaktadır (Cihan Mutlu, B. No: 2016/9422, 23/2/2020, § 58).
59. Ancak olay nedeniyle herhangi bir polis memuru
Savcılık tarafından dinlenmemiştir. Bununla birlikte kolluk görevlilerinin
yakalamaya veya etkisiz hâle getirmeye çalışırken başvurucuyu yaraladıkları
yönünde bir bulguya da rastlanmamıştır. Dolayısıyla kargaşa ortamına yol açtığı
ileri sürülmeyen başvurucunun sol gözünden yaralanması olayında kolluğun
gerekli tedbirleri almadığı ve kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak
suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep olduğu kanaatine varılmıştır.
Nitekim İdare Mahkemesi de benzer tespitlerde bulunmuştur.
60. Somut olayın gerçekleşme koşulları ve özellikleri,
başvurucunun yaralanmasının niteliği ile başvurucu üzerindeki muhtemel fiziksel
ve ruhsal etkileri birlikte dikkate alındığında kolluk görevlileri tarafından
gerçekleştirilen muamelenin belli bir ağırlık derecesine ulaştığı ve olayda
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık
eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır.
61. Bu tespitten sonra kolluk görevlilerinin eyleminin
hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda somut olay bir bütün
olarak değerlendirildiğinde özellikle başvurucuda yarattığı etki nazara
alındığında eylemin eziyet olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.
62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Eziyet
Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel
İlkeler
63. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve
ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir
soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir
şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu
görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen
olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, §
110).
64. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri”
kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında-
etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma,
sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli
olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte
etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan
yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri
mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
65. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır.
Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların
tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü
muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve
derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları
ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını
temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması,
bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve
bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, §
116).
66. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının-
özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için
ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir.
Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda
yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde
genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak
sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden
kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden,
B. No: 2015/4032, 23/1/2019 § 34).
67. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan önemli olan
husus -sonuçta alınan kararın (somut olayda daimî arama) niteliğinin ne
olduğunun önemi olmaksızın- özelde başvurucuların ve genel olarak da toplumdaki
diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı
eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu tür eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü
verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özenin gösterilip
gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin Caruş, § 86).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
68. Somut olayda başvurucunun şikâyeti üzerine Savcılık
tarafından soruşturma başlatılmış, sorumlular hakkında 4483 sayılı Kanun
uyarınca soruşturma izni verilmesi talep edilmiştir. Başvurucu soruşturma izni
verilmemesine dair karara itirazın kesin olarak reddedilmesi üzerine bireysel
başvuruda bulunmuştur.
69. Anayasa Mahkemesi Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş
(B. No: 2013/7907, 21/4/2016) ve Selçuk Yıldız (B. No: 2014/10382,
15/2/2017, §§ 21-29) başvurularında, gösteri yürüyüşünde yaralanan kişiler
hakkında soruşturma izni şartına bağlı olmayan suçlar yönünden izin
mekanizmasının işletilmesini ve soruşturma izni verilmemesini etkili soruşturma
yükümlülüğünün ihlali olarak değerlendirmiştir.
70. Savcılığın atılı suçların 4483 sayılı Kanun'un izin
şartına bağlı olmaksızın resen kovuşturulması gereken suçların düzenlendiği 2.
maddesinin beşinci fıkrası kapsamında olup olmadığını tartışmadan İstanbul
Valiliğinden soruşturma izni istediği görülmektedir.
71. Öte yandan her ne kadar soruşturma izni verilmemesine
bağlı olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmemişse de Savcılık
söz konusu idari soruşturmaya ait bilgileri dikkate almış ve başvurucunun
yaralanmasına neden olan kolluk görevlilerinin tespit edilemediği gerekçesiyle
dosyanın üçer aylık sürelerle gözden geçirilmek üzere daimî aramaya alınmasına
karar vermiştir. Bu tarihten sonra da soruşturmanın ilerlemesini sağlayan
herhangi bir işlem tesis etmemiştir.
72. Başvurucu, kolluğun toplumsal bir olaya müdahalesi
esnasında kullandığı gaz fişeği kapsülüyle sol gözünü kaybetmiştir. Savcılık
tarafından önce soruşturma izni talep edilmiş, olaylar sırasında gaz silahı
kullanmaya yetkili personel tam olarak araştırılmamış, herhangi bir polis
memuru Savcılık tarafından tanık olarak dahi dinlenmemiş ve sorumluların
kimlikleri tespit edilememiştir.
73. Diğer taraftan olay gününe ve mahalline ait kamera
görüntülerinin bulunmadığı ifade edilmiştir. Ancak başvurucunun olayın
gerçekleştiğini belirttiği çevrede olaya tanık olabilecek kişilerin bulunup
bulunmadığı araştırılmamıştır.
74. Öte yandan Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen
olaylar ile devamında gerçekleşen olaylarla ilgili tüm şikâyetlerin bir arada
değerlendirilmesi hâlinde başvurucunun yaralanması olayı hakkında yürütülen
soruşturmanın sürüncemede kalacağı açık olmasına rağmen birleştirme kararı
verilmiş, bu yüzden başvurucunun yaralanmasıyla ilgili olarak 2013 yılı Temmuz
ayından sonra 2015 yılına kadar hiçbir işlem yapıl(a)mamıştır. En nihayetinde
başvurucunun yaralanmasıyla ilgili soruşturma 21/5/2015 tarihinde ana
soruşturmadan ayrılmıştır.
75. Bu durumda Savcılık tarafından yedi yılı aşkın
süredir sorumluların tespitinin yapılamamış olduğu, son üç yıldır soruşturmanın
daimî aramada beklediği dikkate alındığında soruşturmada uzun zamandır ilerleme
kaydedilmediği kanaatine varılmıştır. Toplumsal bir olaya müdahale esnasında
başvurucuyu gaz fişeği kapsülüyle yaralayan kolluk görevlilerinin makul
sayılamayacak bir süre içinde soruşturma makamları tarafından kimliklerinin
dahi tespit edilememesinin soruşturmanın özenli ve süratli yürütülmesi
yükümlülüğüne aykırı olduğu değerlendirilmiştir.
76. Belirtilen bu tespitler ışığında maddi gerçeğin
ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi
konusunda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada, Anayasa'nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı açısından
gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.
77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
79. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
80. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
81. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
82. Başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul yönünden ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
83. Bu durumda kötü muamele/eziyet yasağının usul
boyutuna yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeni soruşturma
ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma
yapılarak Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal
kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu
sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
84. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ceza
soruşturmasının etkili yürütülmemesinden kaynaklanan ihlalin bütün sonuçlarıyla
ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının usul yönünden ihlali nedeniyle
yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
Ancak başvurucunun yaralanması sonucunda uğradığı zarar nedeniyle açtığı tam
yargı davasının devam ettiği anlaşıldığından eziyet yasağının maddi boyutunun
ihlal edilmesi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zarara ilişkin tazminata bu
aşamada hükmedilebilmesi mümkün değildir.
85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 3.600 TL vekâlet
ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının usule ilişkin
boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
D. Eziyet yasağının usul boyutunun ihlali nedeniyle net
50.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
25/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.