TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FERİDUN ÇALIŞKAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/32275)
|
|
Karar Tarihi: 16/9/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 10/11/2020-31300
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Kamber Ozan TUTAL
|
Başvurucular
|
:
|
1. Feridun ÇALIŞKAN
|
|
|
2. Muzafet ERCAN
|
|
|
3. Mükerrem ARABACILAR
|
|
|
4. Mehmet Kalender
İnşaat Giyim İthalat İhracat Sanayi ve Turizm Ticaret Ltd. Şti.
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Sezer AYYILDIZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, üzerinde aile konutu şerhi bulunan taşınmazla
ilgili olarak ortaklığın satış yoluyla giderilmesi talebinin reddedilmesi
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 11/8/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. İzmir'in Karşıyaka ilçesi Şemikler Mahallesi 32300
numaralı adada yer alan ve üzerilerinde ev bulunan, başvuruculara ait 11 parsel
ile yine aynı adada yer alıp üzerinde ev bulunan, H.A.ya ait 8 parsel
19/11/2015 tarihli parselasyon işlemi sonucu 25 parsel sayılı taşınmaz altında
birleştirilmiştir.
9. Tapu kaydında taşınmaz, iki adet iki katlı ev
niteliğinde olup 302,96 m2 yüz ölçümüne sahiptir. Taşınmazın 128,29 m2si
başvuruculara, 174,67 m2si H.A.ya aittir. H.A.ya ait pay üzerinde 18/4/2013
tarihinde tesis edilmiş aile konutu şerhi bulunmaktadır. Tapu kaydındaki
muhdesat bilgilerinde ise 11 ve 8 parsel maliklerine ait iki ayrı evin
bulunduğu belirtilmiştir.
10. Başvurucular 23/6/2016 tarihinde ortaklığın satış
yoluyla giderilmesi davası açmıştır. Dava dilekçesinde paydaşların bir araya
gelerek ortaklığı gidermelerinin mümkün olmadığı belirtilmiştir.
11. Davalı H.A. cevap dilekçesinde, parselasyon işleminin
iptali için açılan davanın bekletici mesele yapılması gerektiğini ve
taşınmazdaki pay üzerinde aile konutu şerhi bulunduğundan ortaklığın
giderilmesinin mümkün olmadığını savunmuştur.
12. Karşıyaka 3. Sulh Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 21/2/2017
tarihinde, bilirkişi raporu doğrultusunda taşınmazın aynen taksiminin mümkün
olmaması nedeniyle satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde, parselasyon işleminin iptali için açılan dava 8 parsel
sayılı taşınmaza ilişkin olduğundan davanın bekletici mesele sayılmadığı
belirtilmiştir. Mahkeme ayrıca davanın konusu itibarıyla taşınmaz üzerinde aile
konutu şerhi bulunması hususunun araştırılmasına yer olmadığını ifade etmiştir.
13. Mahkeme kararına karşı davalı, istinaf yoluna
başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, aile konutu şerhi nedeniyle ortaklığın
giderilmesinin mümkün olmadığı ve parselasyon işleminin iptali davasının
bekletici mesele sayılması gerektiği ileri sürülmüştür.
14. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi (Daire)
16/5/2017 tarihinde mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin
olarak karar vermiştir. Daire kararında, Yargıtay içtihadına göre dava konusu
taşınmaza aile konutu şerhi konulmasının ortaklığın giderilmesine engel teşkil
edeceği ve şerh terkin edilmedikçe ortaklığın giderilmesinin mümkün olmadığı
belirtilmiştir. Ayrıca Daire, parselasyon işleminin iptaline ilişkin olarak
açılan davanın sonucunun da beklenmesi gerektiğini ifade etmiştir.
15. Nihai karar 18/7/2017 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiştir.
16. Başvurucular 11/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
17. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden
yapılan incelemede parselasyon işleminin iptali için açılan davanın İzmir 5.
İdare Mahkemesince işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 4/10/2017
tarihinde reddedildiği ve dosyanın -bireysel başvurunun inceleme tarihi
itibarıyla- istinaf aşamasında olduğu görülmüştür.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat
Hükümleri
18. 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun "Parselasyon
planlarının hazırlanması" kenar başlıklı 18. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
"İmar hududu içinde bulunan binalı
veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına
uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti
esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini
yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan
dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır."
19. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu'nun "Genel olarak" kenar başlıklı 193. maddesi
şöyledir:
"Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça,
eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi
yapabilir."
20. 4721 sayılı Kanun'un "Aile konutu"
kenar başlıklı 194. maddesi şöyledir:
"Eşlerden biri, diğer eşin açık
rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile
konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.
Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep
olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir.
Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz
malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin
verilmesini tapu müdürlüğünden isteyebilir.
Aile konutu eşlerden biri tarafından
kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı
bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile
müteselsilen sorumlu olur."
21. 4721 sayılı Kanun'un "Paylaşma istemi"
kenar başlıklı 698. maddesi şöyledir:
"Hukukî bir işlem gereğince veya
paylı malın sürekli bir amaca özgülenmiş olması sebebiyle paylı mülkiyeti devam
ettirme yükümlülüğü bulunmadıkça, paydaşlardan her biri malın paylaşılmasını
isteyebilir.
Paylaşmayı isteme hakkı, hukukî bir
işlemle en çok on yıllık süre ile sınırlandırılabilir. Taşınmazlarda paylı
mülkiyetin devamına ilişkin sözleşmeler, resmî şekle bağlıdır ve tapu kütüğüne
şerh verilebilir.
Uygun olmayan zamanda paylaşma isteminde
bulunulamaz."
22. 4721 sayılı Kanun'un "Paylaşma biçimi"
kenar başlıklı 699. maddesi şöyledir:
"Paylaşma, malın aynen bölüşülmesi
veya pazarlık ya da artırmayla satılarak bedelinin bölüşülmesi biçiminde
gerçekleştirilir.
Paylaşma biçiminde uyuşma sağlanamazsa,
paydaşlardan birinin istemi üzerine hâkim, malın aynen bölünerek
paylaştırılmasına, bölünen parçaların değerlerinin birbirine denk düşmemesi
hâlinde eksik değerdeki parçaya para eklenerek denkleştirme sağlanmasına karar
verir.
Bölme istemi durum ve koşullara uygun
görülmezse ve özellikle paylı malın önemli bir değer kaybına uğramadan
bölünmesine olanak yoksa, açık artırmayla satışa hükmolunur. Satışın paydaşlar
arasında artırmayla yapılmasına karar verilmesi, bütün paydaşların rızasına
bağlıdır. "
2. Yargıtay
İçtihadı
23. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 5/7/2017 tarihli ve
E.2015/15195, K.2017/5681 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Paydaşlığın (ortaklığın)
giderilmesi davaları, paylı mülkiyet veya elbirliği mülkiyetine konu taşınır
veya taşınmaz mallarda paydaşlar (ortaklar) arasında mevcut birlikte mülkiyet
ilişkisini sona erdirip ferdi mülkiyete geçmeyi sağlayan, iki taraflı,
tarafları için benzer sonuçlar doğuran davalardır.
Hemen belirtilmelidir ki, aile
konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların
sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlıdır. Aile konutu olarak
özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili
gerekli şerhin verilmesini isteyebilir (TMK m.194). Bu rıza alınmadan konutla
ilgili yapılan tasarruf işlemi geçersizdir. Bu geçersizliği, rızası gereken eş
konutun bu vasfını devam ettirmesi koşuluyla evlilik birliği süresince ileri
sürebilir. Evlilik, ölümle veya boşanma yahut da iptal kararıyla sona ermiş
ise, Türk Medeni Kanununun 194. maddesinin 'aile konutuna' sağladığı koruma da sona
erer ve diğer eşin rızası alınmadan yapılan tasarruf işlemi yapıldığı andan
itibaren geçerlilik kazanır.
Somut olayda; dava konusu taşınmazın
taraflar adına 1/2'şer pay ile kayıtlı olduğu, Antalya 4. Aile Mahkemesinin
23.10.2015 tarih, 2015/442 Esas, 2015/895 Karar sayılı hükmü ile dava konusu
taşınmaz üzerine 'aile konutu' şerhi konulduğu, hükmün 22.12.2015 tarihinde
kesinleştiği anlaşılmaktadır. Dava konusu taşınmaza aile konutu şerhi
konulduğuna göre artık bu şerh, ortaklığın giderilmesine engel teşkil eder.
Tapu kaydındaki aile konutu şerhi terkin edilmediği müddetçe ortaklığın
giderilmesine karar verilmesi mümkün olmadığından mahkemece, davanın reddine
karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi doğru
görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir."
24. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 4/3/2019 tarihli ve
E.2016/15977, K.2019/1842 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...mahkemece, davaya konu taşınmaz
üzerinde aile konutu şerhi bulunması nedeniyle davanın reddine karar verilmiş
ise de; davacı Ö.B., davalı ile dava dışı eşi M.U. dava konusu taşınmazda
birlikte paydaş iken, M.U.nun payını satın almış ve işbu davayı açmıştır. Diğer
eş A.U. tarafından taşınmazı satan aleyhine Türk Medeni Kanununun 194.
maddesine dayalı tapunun iptali ve tescil davası açılmamıştır. Satıcı eş M.U.
ile davacı Ö.B. arasında aile konutu şerhini bertaraf etmek amacıyla el ve
işbirliği olduğu da iddia edilip kanıtlanmadığından üçüncü kişi konumundaki
paydaş davacının mülkiyet hakkı aile konutu şerhi nedeniyle kısıtlanamaz.
Bu durumda, mahkemece davanın esası
hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru
görülmemiştir."
25. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 16/7/2007 tarihli ve
E.2007/10018, K.2007/11375 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davalı, 125 parsel sayılı
taşınmazda 219/1630 oranında paydaştır. Bu paya ilişkin tapu kaydı üzerine aile
konutu şerhi konulması gerekirken, diğer paydaşların tasarruflarını
sınırlayacak şekilde 125 parsel nolu taşınmazın tapu kaydına şerh konulmasına
biçiminde hüküm kurulması doğru görülmemiştir."
26. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 2/3/2016 tarihli ve
E.2015/20284, K.2016/3924 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Aile konutu olarak özgülenen
taşınmaz malın maliki olmayan eş tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin
verilmesini isteyebilir. (TMK m. 194/3) Aile konutu şerhi konulmasının amacı,
taşınmazın maliki olmayan eşin rızası olmaksızın, aile konutu olarak özgülenen
taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunulmasını engellemektir."
27. Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 9/1/2010 tarihli ve
E.2009/9010, K.2010/172 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dosya kapsamına, toplanan
delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına ve
takdirde de bir isabetsizlik bulunmamasına ve dava konusu edilen bağımsız
bölümün tapu kaydında Medeni Kanun’un 194/3 maddesi hükmü gereğince aile konutu
olduğuna dair şerh yer almamasına, paydaş sayısı ve pay oranları itibariyle
aynen bölünmesine olanak bulunmayan taşınmazın satışı suretiyle ortaklığın
giderilmesine karar verilmesinde bir usulsüzlük olmamasına göre yerinde
görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün
onanmasına ..."
B. Uluslararası
Hukuk
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek
1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1.
maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve
mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse,
ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin,
mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin
ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre
Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin temel amacı, devlet tarafından
mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahalelere karşı kişinin korunmasını
sağlamaktır. Bununla birlikte Sözleşme'nin 1. maddesi uyarınca taraf her devlet
"kendi yetki alanı içinde bulunan herkesin Sözleşme'de tanımlanan
hakları ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlama" yükümlülüğü
altındadır. Bu genel nitelikli görevin yerine getirilmesi, Sözleşme ile güvence
altına alınan hakların etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak için bazı
pozitif yükümlülükler ortaya koymaktadır (Ališić ve diğerleri/Bosna
Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti [BD], B.
No: 60642/08, 16/7/2014, § 100; Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No:
48553/99, 25/7/2002, § 96).
30. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi
ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da bazı pozitif yükümlülükler
içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e göre mülkiyet hakkının gerçekten etkili bir
biçimde korunabilmesi, devletin müdahale etmeme görevi yanında ayrıca bazı
pozitif tedbirler almasını da gerektirmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD],
B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No:
31443/96, 22/6/2004, § 143).
31. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesinin devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığını, özel kişiler
arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda- mülkiyet hakkının
korunması için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü içerdiğini kabul
etmektedir. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası
mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına
yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir.
Bu bağlamda devlet, özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar
yönünden usule ilişkin gerekli güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma
oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında
ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında makul ve adil
bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. AİHM, bu
gerekliliğin sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü
incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna,
B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00,
3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007,
§§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, §
134).
32. Bununla birlikte AİHM; iç hukukun yorumlanması ve
uygulanması konusundaki görevinin sınırlı olduğunu, ulusal mahkemelerin hukuk
kurallarının yorumlanması bakımından sahip oldukları takdir hakkına, açık bir
keyfîlik veya bariz bir takdir hatası olmadıkça karışamayacağını belirtmektedir
(Anheuser‑Busch Inc./Portekiz, § 83).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
33. Mahkemenin 16/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
34. Başvurucular, bir paydaşa ait payda aile konutu şerhi
bulunması nedeniyle taşınmaz üzerindeki mülkiyet haklarının kısıtlanmış
olmasından şikâyet etmektedir. Aile konutu şerhinin bulunduğu payın bağımsız bir
bölüm olarak tapuda yer almadığını belirten başvurucular, şerh nedeniyle diğer
paydaşların satışa ilişkin haklarının kısıtladığını iddia etmiştir.
Başvurucular; hissesi üzerinde aile konutu şerhi olan, H.A. tarafından açılmış
bir dava olmadığından 4721 sayılı Kanun'un 194. maddesinin uygulama alanı
bulamayacağını ifade etmiştir.
35. Başvurucular, Daire kararında emsal olarak gösterilen
Yargıtay içtihadında bağımsız bölüm vasfındaki taşınmaz hakkındaki ortaklığın
giderilmesi davasının reddedildiğini ancak malik oldukları taşınmazın arsa
vasfında ve hisseli olduğunu belirtmiştir. Haksız bir kararla davanın
reddedildiğini ifade eden başvurucular, aile konutu şerhi nedeniyle mağdur
olduklarını iddia etmiştir.
36. Başvurucular sonuç olarak bu gerekçelerle mülkiyet ve
adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
37. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar
başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.”
38. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve
görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucular adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin de ihlal
edildiğini ileri sürmekte ise de aile konutu şerhi nedeniyle ortaklığın
giderilemediği yönündeki şikâyetlerin esas itibarıyla mülkiyet hakkını
ilgilendirdiği anlaşıldığından başvurucuların tüm şikâyetlerinin mülkiyet
hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
41. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir
kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle
öncelikle başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadıkları noktasındaki hukuki
durumun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382,
16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
42. Somut olayda başvurucuların taşınmazın paydaşları
olduğu dikkate alındığında Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkün
mevcut olduğu kuşkusuzdur.
43. Başvuru konusu olayda başvurucuların mülkiyet hakkına
yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp
özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda devletin
mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması
gerekmektedir.
44. Somut olayda mülkiyet hakkına ilişkin pozitif
yükümlülükler kapsamında değerlendirme yapılacaktır. Bu nedenle başvurunun
Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ve mülkten barışçıl
yararlanma hakkını düzenleyen genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
a. Genel
İlkeler
45. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım
pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık
bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen
müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin
müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin
ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre
anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet
hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin
müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için
devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması
gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet
hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda
söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar
da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin
alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No:
2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842,
17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol
Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, §
43).
46. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına
yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da
içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve
kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan
uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek
sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410,
22/6/2017, § 41).
47. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda tarafların
birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı
karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü
bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip
getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak
belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı
irdelenmelidir (Nobel İlaç Pazarlama ve Sanayii Ltd. Şti., B. No:
2016/4887, 3/7/2019, § 61).
48. İkinci olarak başvuruculara mülkiyet haklarına
yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını
yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı
incelenmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz
etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi
bakımından bu madde -Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade
edildiği üzere- mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul
olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar
önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini
kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak
yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir
Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).
49. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel
kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu
gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının
söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine
getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerin kararlarında konu ile
ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu
zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle
birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin
temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde
değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup
End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/12563, 24/5/2018, § 52).
50. Son olarak ise başvurucuların mülkiyet haklarını
koruyacak ve yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup
oluşturulmadığı incelenmelidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin
mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir
sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan
biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi,
pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve
taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde
bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği
değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321,
20/7/2017, § 52).
51. Anayasanın tüm maddeleri aynı etki ve değerde olup
aralarında bir üstünlük sıralaması bulunmadığından, uygulamada bunlardan birine
öncelik tanımak olanaklı değildir. Bu nedenle, kimi zaman zorunlu olarak
birlikte uygulanan iki Anayasa kuralından biri diğerinin sınırını
oluşturabilir. Bir başka ifadeyle hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama
nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan
kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir (AYM,
E.2013/57, K.2013/162, 26/12/2013).
52. Mülkiyet hakkının korunması ile aile konutu
bağlamında özel hayata saygı hakkının korunması arasında olması gereken adil
dengenin sağlanıp sağlanmadığı değerlendirilmelidir. Kamu makamları, temel hak
ve özgürlüklerin korunması çerçevesinde tarafların çatışan hakları arasında
adil bir denge kurmalıdır. Bu dengenin kurulmasında kamu makamlarının belli
ölçüde takdir yetkisine sahip olduğu kabul edilmekle birlikte her iki tarafın
menfaatinin korunması konusunda devletin eşit özen gösterdiği ve taraflardan
birine yüklenen külfetin kayda değer biçimde orantısız olmadığı ilgili ve
yeterli bir gerekçeyle ortaya konulmalıdır.
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
53. Somut olayda başvuruculara ait taşınmaz, ilgili
belediyece yapılan parselasyon işlemi sonucu H.A.ya ait taşınmazla
birleştirilmiştir. Başvurucuların kamu makamlarının yaptığı parselasyon işlemi
sonucu oluşan ortaklığın giderilmesi için açtıkları ortaklığın giderilmesi
davası, paydaşlardan birinin payı üzerinde aile konutu şerhi bulunduğu
gerekçesiyle reddedilmiştir.
54. Mülkiyet hakkının hak sahibine sağlamış olduğu
yetkilerden biri de mülk üzerinde tasarrufta bulunma yetkisidir. Bir taşınmazın
satış yoluyla başkalarına devredilebilmesi mülkiyet hakkının kullanımının en
karakteristik görünümlerinden biridir. Mülkiyet hakkı üzerinde tasarrufta
bulunma yetkisi paylı mülkiyette paydaşların ortaklığı sona erdirebilmesini de
içermektedir. Nitekim 4721 sayılı Kanun'un 698. maddesi paydaşların malın
paylaşılmasını isteme hakkına sahip oldukları hükme bağlanmıştır.
55. Bununla beraber paylı mülkiyette birden fazla hak
sahibi söz konusu olduğundan bunların paydaşlığın sona erdirilmesi konusundaki
iradelerinin uyuşmadığı ve paydaşlardan birinin paydaşlığın sona erdirilmesine
rıza göstermediği durumlar da söz konusu olabilir. Bu gibi hâllerde müşterek
malikler arasındaki uyuşmazlığı, tarafların çatışan menfaatleri arasında adil
bir denge kuracak şekilde çözüme bağlamak devletin pozitif
yükümlülüklerindedir. 4721 sayılı Kanun'un 699. maddesinde paydaşların mahkemeye
başvurarak ortaklığın sona erdirilmesini talep etme imkânı getirilmiştir.
56. Başvurucular, müşterek malikler arasında uzlaşmanın
sağlanamaması üzerine ortaklığın giderilmesi davası açmıştır. Ancak yargılama
sonucunda başvurucuların talebi, paydaşlardan birinin taşınmazı üzerinde aile
konutu şerhi bulunduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu durumda bireysel başvuru
incelemesi kapsamında çözümlenmesi gereken temel mesele başvurucular ile diğer
paydaşın menfaatleri arasında adil bir denge kurulup kurulmadığıdır.
57. Ailenin sosyal ve ekonomik yaşamı açısından son
derece önemli bir yere sahip olan aile konutu; eşlerin mutluluğu ve çocukların
geleceği için bir güvence, evlilik kurumunun ve aile hayatının bir arada
sürmesini sağlayan ve aileyi bir çatı altında toplayan en önemli unsurlardan
biri olarak görülmektedir (Melahat Karkin [GK], B. No:
2014/17751, 13/10/2016, § 52). Eşlerin acı tatlı günlerini bu konutta yaşamakta
olduğu, sosyal ilişkilerini ve dış çevreyle olan münasebetlerini bu konut
ekseninde gerçekleştirdiği, kişisel ve sosyal gelişimlerini bu konut
çerçevesinde sürdürdükleri dikkate alındığında yadsınamayacak ölçüdeki ekonomik
öneminin yanı sıra aile konutunun eş ve çocuklar yönünden manevi ve duygusal
değerinin de bulunduğu açıktır. Çoğu olayda kadın eşin çocukları ile barındığı
mekân konumunda olan aile konutunun -yukarıda belirtilen önemi de dikkate
alındığında- birliğin devamı sırasında özensizce elden çıkarılması büyük
sıkıntılara yol açabilmektedir (Melahat Karkin, § 53).
58. Anayasa Mahkemesi Melahat Karkin kararında,
4721 sayılı Kanun'un 194. maddesi hükmündeki aile konutuna ilişkin güvencelerin
devletin Anayasa'nın 20. ve 41. maddelerinden doğan aile hayatına saygıyı tesis
etme konusundaki pozitif yükümlülüğünü gerçekleştirme vasıtalarından biri
olduğunu ve aile hayatına saygı hakkı bakımından kamu makamlarının, her somut
olayın kendi koşulları çerçevesinde aile konutunun korunmasına ilişkin pozitif
yükümlülüklerinin söz konusu olabileceğini vurgulamıştır (Melahat Karkin,
§ 57).
59. Yıldız Eker ([GK], B. No: 2015/18872,
22/11/2018) kararında aile konutu güvencesinden kaynaklanan hakların yargı
mercileri nezdinde ileri sürebilmesi ve bunların yargı mercilerinde
tartıştırabilme imkânına sahip olunması gerektiğinin altı çizilmiştir (Yıldız
Eker, § 39). Emine Göksel ([GK], B. No: 2016/10454,
12/12/2019) kararında eşlerden birinin borcu nedeniyle üzerinde aile konutu
şerhi bulunan taşınmazın haczedilemeyeceği şikâyetinin aktif dava ehliyetinin
bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiş olmasının aile hayatına saygı hakkının
ihlaline neden olduğu değerlendirilmiştir. Anılan kararda hâline münasip evin
haczedilemeyeceğine ilişkin düzenlemeyle barınma hakkı ile mülkiyet hakkı
arasında bir dengeleme yapıldığı belirtilmiş ve mesken yönünden bir korunma
sağlayarak kanun koyucunun borçlunun barınma hakkına üstünlük tanıdığı
açıklanmıştır (Emine Göksel, §§ 41-46).
60. Tüm aile fertlerinin bir arada barınabilecekleri aile
konutunun korunmasının önemi inkâr edilmemekle birlikte aile konutundan
kaynaklanan anayasal değerlere mutlak bir biçimde üstünlük tanınması
düşünülemez. Devletin diğer paydaşların mülkiyet hakkından kaynaklanan
menfaatlerini koruma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Temel hak ve özgürlüklerin
çatışması durumunda, haklar arasında makul bir denge kurularak her ikisinin de
gerektiği ölçüde korunduğu bir yolun benimsenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda
tüm paydaşların haklarının uygun düştüğü ölçüde korunması devletin bireylere
eşit ilgi gösterme yükümlülüğünün bir gereğidir.
61. Somut olayda aile konutu iddiasının eşe karşı değil
üçüncü kişiye karşı ileri sürüldüğü vurgulanmalıdır. Ayrıca aile konutu iddiası
eş ile üçüncü kişi arasında tesis edilen bir hukuki işlemin geçerlilik şartı
olarak da dile getirilmemiştir. Esasen diğer eş ile başvurucular arasında bir hukuki
işlem de söz konusu değildir. Başvurucular sadece kanun tarafından kendilerine
tanınan ortaklığın sona erdirilmesi hakkını kullanmak istemişlerdir.
62. Öte yandan ortaklığın sona erdirilmesi paydaşların
mülklerini kaybetmeleri sonucunu doğuran bir işlem değildir. Satış sonucu elde
edilen bedel paydaşlara tapu kaydındaki hisseleri oranında ödenecektir.
Dolayısıyla üzerinde aile konutu şerhi bulunan taşınmazın maliki olan kişinin
de mülkünden mahrum kalması söz konusu olmayacaktır. Yine taşınmaz üzerindeki
payı gözönüne alındığında bu kişi barınma ihtiyacını sağlayacak maddi imkâna
kavuşabilecektir. Ayrıca satış suretiyle ortaklığın giderilmesi hâlinde bu kişi
ihaleye katılabilecek ve taşınmazı satın alabilecektir.
63. Bunun yanında başvurucular ile H.A. arasındaki
müşterek mülkiyet ilişkisinin tarafların kendi rızalarıyla kurulmadığına dikkat
çekilmelidir. Taraflar arasındaki paylı mülkiyet ilişkisi bir kamu otoritesi
olan belediyenin üstün kamu gücüne dayanarak tek taraflı bir biçimde yaptığı
parselasyon işlemi sonucunda ortaya çıkmıştır. Son olarak ortaklığa devam
edilmesini haklı kılan başkaca bir sebep de gösterilememiştir.
64. Diğer taraftan başvurucuların başka yollarla
paydaşlığı giderme imkânlarının da oldukça az olduğu görülmektedir. Olayda
tarafların rızaen satış konusunda uzlaşamadıkları anlaşılmaktadır. Her ne kadar
başvurucuların kendi paylarını üçüncü kişilere satmalarının önünde hukuki bir
engel bulunmasa da taşınmazın mevcut durumu karşısında paylarını gerçek bedeli
üzerinden satma imkanlarının önemli ölçüde azaldığı söylenebilir. Ayrıca
muhtemel bir pay satışı halinde başvurucular diğer paydaşlar tarafından
açılacak şufa davası gibi sonuçlarla da karşılaşabilecektir.
65. Tüm bu koşullar gözetildiğinde başvurucular
tarafından açılan ortaklığın giderilmesi davasının paydaşlardan birinin eşinin
aile konutu itirazında bulunması nedeniyle reddedilmesinin başvuruculara -diğer
tarafın menfaatlerine nazaran- orantısız bir külfet yüklenmesine yol açtığı
değerlendirilmiştir. Başvurucuların ortaklığın dava yoluyla giderilmesi
talebinin reddedilmesi tasarruf yetkisini tamamen ortadan kaldırmasa da aşırı
derece zorlaştırmıştır. Bu durumda kamu makamlarının her iki tarafın
menfaatleri arasında adil bir denge kurabildikleri ve eşit ilgi gösterme
yükümlülüklerini ifa edebildikleri söylenemeyecektir.
66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
67. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
68. Başvurucular ihlalin tespitini istemiş ve
yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuşlardır.
69. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
70. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
71. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine
ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
72. İncelenen başvuruda, taşınmaz üzerinde aile konutu
şerhi bulunduğu gerekçesiyle ortaklığın giderilmesi davasının reddedilmiş
olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Dolayısıyla ihlalin Daire kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
73. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere Karşıyaka 3. Sulh Hukuk Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
Karşıyaka 3. Sulh Hukuk Mahkemesine (E.2016/748, K.2017/194) GÖNDERİLMESİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 16/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.