TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
YUSUF BAYKAL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/32663)
Karar Tarihi:16/9/2020
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Burhan ÜSTÜN
Muammer TOPAL
Selahaddin MENTEŞ
Raportör
Cafiye Ece YALIM
Başvurucu
Yusuf BAYKAL
Vekili
Av. Eda MUKANNASGİL
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi hata sonucu meydana gelen ölüm olayı üzerine açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 17/8/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1/6/2014 tarihinde yaşamını yitiren 1977 doğumlu M.B.nin babasıdır.
9. Burun ameliyatı olmak için başvurduğu Özel A. Sağlık Hizmetleri A.Ş.ye ait Samsun Özel S. Hastanesinde 1/6/2004 günü başvurucunun oğlu M.B.nin ameliyatına başlanmıştır. Anestezi uygulanır uygulanmaz durumu kötüleşen M.B., yapılan müdahalelere rağmen malign hipetermiye bağlı solunum ve dolaşım durması sonucu vefat etmiştir.
10. Başvurucu ve M.B.nin diğer yakınları tarafından Özel A. Sağlık Hizmetleri A.Ş., doktorlar Ş.K. ve O.Y. aleyhine 24/11/2005 tarihinde İstanbul Anadolu 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi talebiyle dava açılmıştır.
11. Başvurucu dava dilekçesinde özetle oğlu M.B.nin 1/6/2004 tarihinde saat 10.20 sıralarında ameliyata alındığını, narkozun verilmesinden hemen sonra durumunun kötüleştiğini, ameliyata derhâl son verilmesi gerektiği hâlde yaşamının tehlikeye atılarak bir saatten daha uzun bir süre ameliyata devam edildiğini, yoğun bakım ünitesi bulunmadığı içinyoğun bakıma alınamadığını, yoğun bakım ünitesi olan başka bir hastaneye sevk edilirkenhayatını kaybettiğini, ameliyat öncesinde son derece sağlıklı olan oğlunun acemilik ve sorumsuzluk sonucunda öldüğünü belirterek manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
12. Mahkemece Adli Tıp Kurumu Adli Tıp Üçüncü İhtisas Kurulundan (Adli Tıp Kurumu) rapor alınmıştır. Adli Tıp Kurumu 20/1/2010 tarihli raporunda; anestezi uygulamasında olayın gelişimine göre kişinin ölümünün anestezik ve analjezik maddelere karşı çok nadir gelişebilen ve aşırı vücut ısısı yükselmesiyle seyreden malign hipertermiye bağlı solunum ve dolaşım durmasından ileri gelmiş olduğu, hastanın ameliyatının öncesinde hazırlığın yeterli ve yerinde olduğu, malign hipertermi erkeklerde daha yaygın olup ne aile hikâyesi ne de daha önceden anestezik ajanlara maruz kalma hikâyesinin hekime güvenli bilgi vermediği, malign hipertermi oluşan hastaların yaklaşık yarısında daha önceden aldıkları anestezide bir sorun yaşanmadığı, hastada ameliyat öncesi muayenede malign hipertermiyi düşündürecek bir risk faktörünün mevcut olmadığı, tanı konulur konulmaz tüm anestezik ajanların kesilip yüzde yüz oksijen ve soğutma işlemi yapılmasının yerinde olduğu, gerekli acil basamak tedavisinin uygulandığı, geç sevkin söz konusu olmadığı, uygulanan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu mütalaa edilmiştir.
13. Başvurucu, Adli Tıp Kurumu raporuna itiraz etmiş; Mahkemece 29/12/2010 tarihinde Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan yeniden rapor alınmasına karar verilmiştir.
14. Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun 3/5/2012 raporunun sonuç kısmında Adli Tıp Kurumunun 20/1/2010 tarihli raporuna benzer şekilde mütalaa bildirilmiştir.
15. Mahkeme 14/5/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında olayla ilgili Sultanbeyli Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma dosyasının incelendiğini, Özel S. Hastanesinin İstanbul Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünce yapılan denetiminde ameliyathanenin mevzuata uygun, ekipman olarak yeterli ve bu tür bir ameliyat yapabilmek için elverişli olduğunun değerlendirildiğini belirterek Adli Tıp Kurumu raporları doğrultusunda davanın reddine karar verildiğini belirtmiştir.
16. Başvurucu, dava dilekçesindeki iddialarını tekrar ederek anılan kararı temyiz etmiş; Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin temyiz incelemesi sonucunda bozma kararı verilmiştir. 22/1/2015 tarihli bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Adli Tıp Kurumu raporlarında, hastada gelişen malign hipertermi tablosuna ilişkin bulguların ne zaman başladığı, davalı doktorlar tarafından zamanında anlaşılıp anlaşılamadığı, bu yönde yapılan tedavinin zamanında ve yeterli olup olmadığı, operasyona zamanında son verilip verilmediği, hastanın yoğun bakım ünitesine alınmayıp ameliyathanede tedavi uygulanmasının uygun olup olmadığı, hasta yoğun bakıma alınsa idi sonucun değişip değişmeyeceği, hastanın ameliyata alınması ile başka bir hastanenin yoğun bakımına sevkedilmesi arasında geçen zaman diliminin olağan olup olmadığı, sevkte bir gecikmenin bulunup bulunmadığı, hastanenin yoğun bakım ünitesinin somut olaydaki hasta için yeterli olup olmadığı hususlarının somut ve gerekçeli şekilde 2014/12438-2015/935 belirtilmediği ve Dr. [N.A.] ve Dr.[T.G.] tarafından düzenlenen “İnceleme Raporu”nun değerlendirilmediği anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle Adli Tıp Kurumu raporları yetersiz olup hükme dayanak yapılamaz.
Bu durumda mahkemece yapılacak iş, üniversitelerin ana bilim dallarından seçilecek uzmanlardan oluşacak bir bilirkişi kuruluna dosya tevdi edilerek, davalıların açıklanan hukuki konum ve sorumlulukları, dosyada mevcut delillerle ve raporlarla birlikte bir bütün olarak değerlendirilip, yapılması gerekenle yapılan müdahale ve tedavinin ne olduğunu, tıbbın gerek ve kurallarına göre olayda davalıların sorumluluğunu gerektirecek ihmal ve hata bulunup bulunmadığını gösteren, nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınmak suretiyle hasıl olacak sonuca uygun bir karar vermekten ibarettir. Mahkemece, değinilen bu yön gözardı edilerek eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozmayı gerektirir..."
17. Anılan bozma kararına karşı davalılarca yapılan karar düzeltme talebi 17/11/2015 tarihinde reddedilmiştir.
18. Mahkeme, bozma kararına uyulmasına ve Yargıtay bozma kararı doğrultusunda bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede Mahkemenin 6/12/2019 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar verildiği tespit edilmiş olup anılan kararın temyiz incelemesinde olduğu anlaşılmıştır.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 16/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu 24/11/2005 tarihinde açılan davada otuz üç celse sonunda 14/5/2013 günü ret karar verildiğini, ölüm olayının gerçekleşmesinden itibaren on üç yıl geçtiğini, ölüme neden olan eylemin niteliğinin açıklığa kavuşturulmadığını, makul olmayan gecikme nedeniyle yaşam hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
21. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
" Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
22. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, ...kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, oğlu M.B.nin tıbbi hata sonucu yaşamını yitirmesi nedeniyle açtığı tazminat davasının makul bir sürat ve özenle yürütülmemesinden yakınmaktadır. Başvurucunun şikâyetinin yaşam hakkının usul boyutu kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
24. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucu, müteveffanın babasıdır. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
25. Diğer taraftan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
26. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
27. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenleyeceği, bu görevini kamu kesimlerindeki ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak ve onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
28. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
29. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını, bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup sorumluların cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
30. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail Artuç, § 37).
31. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).
32. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ileri sürüldüğü tazminat ve tam yargı davalarında, derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
33. Başvurucu 2005 yılında başlayıp hâlen devam eden yargılamanın makul sürede neticelenmediğini ileri sürmüştür.
34. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde başvurucunun 24/11/2005 tarihinde zararlarının tazmini talebiyle dava açtığı, Mahkemenin yedi yılı aşkın bir süre sonra 14/5/2013 tarihli kararıyla davanın reddine karar verdiği anlaşılmıştır. Başvurucunun ret kararına karşı temyiz yoluna başvurması üzerine Yargıtayca temyiz incelemesi yapılmış, 22/1/2015 tarihinde Mahkemenin kararının bozulmasına karar verilmiştir. Mahkeme Yargıtayın bozma kararına uyarak bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede başvurucunun bireysel başvuru yaptığı tarihten sonra Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verildiği, anılan kararın temyiz edilmesi nedeniyle henüz kesinleşmediği anlaşılmaktadır.
35. Başvuruya konu davanın karmaşık bir nitelik arz etmemesi ve başvurucunun davanın uzamasında hiçbir katkısının olmaması gibi hususlar dikkate alındığında somut olaya ilişkin yargılamanın 14 yılı aşkın bir sürede sonlandırılmasının makul olduğu söylenemeyecektir.
36. Kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, adalete olan güvenin sarsılmaması yönünden yargılama makamları tarafından yaşam hakkına ilişkin yargılamaların makul süratte yürütülmesi için özen gösterilmesi gerekmektedir. Buna karşın somut olayda 24/11/2005 tarihinde açılan davanın makul kabul edilemeyecek derecede uzun bir süre devam ettiği ve hâlen de sonuçlandırılmadığı görülmüştür.
37. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
39. Başvurucu 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
40. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
41. İncelenen başvuruda yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle manevi zararları karşılığında başvurucuya net 40.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
42. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul Anadolu 5. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
43. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 40.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul Anadolu 5. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/408) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.