TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABDURRAHMAN FIRAT VE MEHMET ARİF FIRAT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/33534)
|
|
Karar Tarihi: 15/12/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Olcay ÖZCAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Abdurrahman FIRAT
|
|
|
2. Mehmet Arif FIRAT
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Emin TURGUT
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, kanal inşaatı sırasında taşınmazlara verilen
zararın karşılanmaması ve taşınmazlardan alınan kumun bedelinin ödenmemesi
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 25/8/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından makul sürede yargılanma hakkı
yönünden başvurunun ayrılmasına ve ayrılan dosyanın 2019/5564 başvuru numarasına
kaydedilmesine karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
9. Batman ilinde ikamet etmekte olan başvurucular, Batman
ili Merkez Tilmis köyü Aşik mevkiinde bulunan 937 ve 938 parsel sayılı
taşınmazların paylı malikidir.
10. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü (DSİ) kontrolü altında G. Ortak Girişimi (yüklenici) tarafından
yapılan Batman Sol Sahil Sulaması ve İşletme Tesislerinin inşaatı işinde cazibe
ana kanalı başvurucuların taşınmazlarından geçmektedir.
11. Başvuruculardan Mehmet Arif Fırat 26/12/2011
tarihinde DSİ'ye başvurmuş ve kanal inşaatı nedeniyle taşınmazlarında oluşan
zararın karşılanmasını istemiştir. DSİ tarafından verilen 30/12/2011 tarihli
cevapta, işe ait sözleşme gereğince üçüncü şahıslara verilen zararlardan
yüklenicinin sorumlu olduğu ifade edilmiştir.
12. Başvurucular 24/2/2012 tarihinde yüklenici aleyhine
Batman 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) tazminat davası
açmıştır. Başvurucular bu davada, taşınmazlarından kum çıkartılarak
taşınmazların kullanılamaz hâle getirildiğini ileri sürmüştür.
13. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/2/2013 tarihinde, zararın
kamu hizmeti kapsamındaki hizmetten dolayı meydana geldiği ve projesine uygun
yapılan işler nedeniyle meydana gelen zararlardan yüklenici firmanın sorumlu
tutulamayacağı gerekçesiyle davayı husumetten reddetmiştir. Bu karar taraflarca
temyiz edilmediğinden 1/4/2013 tarihinde kesinleşmiştir.
14. Başvurucuların talebi üzerine Batman Sulh Hukuk
Mahkemesince 28/3/2013 tarihinde delil tespiti yapılmıştır. Fen ve inşaat
mühendisi bilirkişi raporlarında, 937 parsel sayılı taşınmazın 1046 ve 1047
parsel olarak ve 938 parsel sayılı taşınmazın da 1048, 1049 ve 1050 parsel
olarak ifraz edildiği, 1046 parselin tekrar ifraz edilerek 1112 ve 1113 sayılı
parsellere ayrıldığı belirtilmiştir. Ayrıca yolda kalan kısımlar dışında toplam
3.665,70 m²lik alana el atıldığı, çıkarılan malzemenin derinliğinin 2,30 metre
olduğu, 2012 yılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca belirlenen yaklaşık birim
maliyetlerine göre malzemenin birim fiyatının 23,80 TL/m³ olduğu ve
taşınmazlardan alınan toplam malzeme bedelinin (3.665,70 m² x 23,80 TL/m³)
200.660,42 TL olacağı tespit edilmiştir.
15. Başvurucular 24/4/2013 tarihinde DSİ aleyhine Batman
İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmışlardır. Bu davada
başvurucular, kum çıkarılması nedeniyle taşınmazlarının kullanılamaz hâle
getirildiğini ve kum bedelinin ödenmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000 TL tazminatın DSİ'ye başvuru veya dava
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep
etmişlerdir.
16. İdare Mahkemesi 11/7/2013 tarihinde davayı süre
aşımından reddetmiştir. Karara itiraz edilmesi üzerine Diyarbakır Bölge İdare
Mahkemesi 31/12/2013 tarihli kararı ile itirazın kabulüne, kararının
bozulmasına ve işin esası hakkında bir karar verilmek üzere dosyanın İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan karar
düzeltme istemi de Bölge İdare Mahkemesi tarafından 31/12/2014 tarihinde
reddedilmiştir.
17. Bozma sonrası İdare Mahkemesince davaya devam edilmiş
ve yüklenici, davaya DSİ yanında müdahil olmuştur. İdare Mahkemesince 30/5/2016
tarihinde taşınmazlar üzerinde ziraat mühendisi, harita mühendisi ve inşaat
mühendisi bilirkişiler refakatinde keşif yapılmıştır. Bilirkişi heyeti
tarafından düzenlenen raporda özetle;
i. 937 parsel sayılı taşınmazın 1046 ve 1047 parsel
olarak ve 938 parsel sayılı taşınmazın da 1048, 1049 ve 1050 parsel olarak
ifraz edildiği, 1046 parselin tekrar ifraz edilerek 1112 ve 1113 sayılı
parsellere ayrıldığı, taşınmazlardan 1047 ve 1049 parsellerin kanal ve 1112
parselin de pilon yeri olduğu belirtilmiştir. 1113 parsel sayılı taşınmazın
Batman-Siirt Karayolu üzerinde bulunduğu, etrafının duvarlarla çevrili olduğu
ve ticari faaliyet yapıldığı, 1050 parsel sayılı taşınmazın hâlen tarla olarak
kullanıldığı ifade edilmiştir.
ii. Delil tespiti dosyasına sunulan bilirkişi
raporlarında, 5.664,92 m² yüz ölçümlü 1113 parselin üzerindeki 3.182,76 m²lik
ve 5.010,39 m² yüz ölçümlü 1050 parselin üzerindeki 482,94 m²lik toplam
3.665,70 m²lik alana 2,30 metre derinliğe kadar kazı yapılarak el atıldığının
belirlendiği vurgulanarak kendi tespitlerinin de bu yönde olduğu
belirtilmiştir.
iii. DSİ tarafından Batman Sol Sahil Sulaması ve İşletme
Tesislerinin yapımı sırasında başvurucuların taşınmazlarına el atılmak
suretiyle malzeme çıkarılmasının 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma
ve Arazi Kullanımı Kanunu'nun 4. ve 9. maddelerine aykırı olduğu, DSİ'nin
ortaya çıkan zarardan tam (%100) kusurlu olduğu ve taşınmazların bu
kısımlarının kazı yapılarak üstteki tarım toprağının kaldırılması nedeniyle
tarım yapmaya müsait olmayan altıncı derece tarım toprağı niteliği kazandığı
vurgulanmıştır.
iv. Taşınmazlardan alınan kum malzemenin yerinde
(ocağında) satılabileceği dikkate alındığında 2012 yılı Bayındırlık fiyatları
ile (Poz No:04.0006/A) yerinden teslim rayiçlerine göre birim fiyatının 12,75
TL/m³ olacağı, taşınmaz maliklerinin kum malzemeden zararının KDV hariç
(3.665,70 m² x 12,75 TL/m³) 107.496,65 TL olacağı ve kazı nedeniyle bozulan
yüzey tesviyesinin yeniden düzenlenme maliyetinin ise KDV hariç 3.000 TL
olacağı tespit edilmiştir. Taşınmazlarda meydana gelen toplam zarar KDV hariç
110.496,65 TL olarak belirlenmiştir.
18. Başvurucular tarafından bilirkişi raporuna karşı bir
itiraz ileri sürülmemiş ve başvurucular vekili 14/11/2016 tarihinde davayı
ıslah ederek başvurucuların maddi tazminat taleplerini 110.496,65 TL'ye
yükselmiştir.
19. İdare Mahkemesi 31/1/2017 tarihinde, bilirkişi
raporundaki tespitler ve hesaplamalar ile başvurucular tarafından yapılan
ıslaha göre başvurucuların hisse oranları dikkate alınarak tazminat isteminin
kısmen kabulüne, 89.095,69 TL tazminatın DSİ'ye başvuru tarihinden (26/12/2011)
itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline ve fazlaya ilişkin
24.400,96 TL yönünden davanın reddine karar vermiştir.
20. DSİ tarafından yapılan istinaf başvurusu Gaziantep
Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi)
tarafından 22/6/2017 tarihinde kısmen kabul edilmiştir. Buna göre Bölge İdare
Mahkemesi, kum malzeme zararı olarak belirlenen 86.095,69 TL yönünden davanın
reddine karar vermiş, yüzey tesviyesinin yeniden düzenlenme maliyeti olarak
belirlenen 3.000 TL yönünden istinaf istemini reddetmiştir. Kararın gerekçesi
özetle şu şekildedir:
i. Dava dilekçesinde tazmini istenilen zarar
kalemlerinin; taşınmazdan kum çıkarılması ve yol açılması suretiyle taşınmazın
kullanılamaz hâle gelmesi, ekilip biçilememesi ve çıkartılan kum bedelinden
oluştuğu, bilirkişilerin kum bedeli ile tesviye bedeli hesapladığı, İdare
Mahkemesince de bu bilirkişi raporu ve hesaplanan zarar kalemleri üzerinden
hüküm kurulmasına karşın başvurucularca istinaf kanun yoluna başvurulmadığı
görüldüğünden taşınmazın kullanılamaz hâle gelmesi nedeniyle oluşan zararın
zirai kazanç kaybından çok eski hâle getirme bedelini içerdiği sonucuna
ulaşıldığı ve yargılamanın bu kabul üzerinden yapıldığı vurgulanmıştır.
ii. 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu'nun
''Madenler" başlıklı 2. maddesinin I. Grup madenlerin sayıldığı
fıkrasının (a) bendinde inşaat ile yol yapımında kullanılan ve tabiatta doğal
olarak bulunan kum ve çakılın maden olarak belirlendiği, aynı Kanun'un 4.
maddesinde madenlerin devletin hüküm ve tasarrufu altında olup içinde
bulundukları arzın mülkiyetine tabi olmadığı hükmüne yer verildiği ifade
edilmiştir.
iii. 3213 sayılı Kanun uyarınca, alınan kumun arzın
mülkiyetine tabi olmadığı, oluşan zararın Hazine zararı olduğu, başvurucuların
kum bedelinden kaynaklı herhangi bir zararı bulunmadığından kum bedeline
ilişkin tazminat istemlerinin idare hukuku ilkeleri çerçevesinde karşılanmasına
olanak bulunmadığı, yalnızca taşınmazların eski hâle getirilmesi için
hesaplanan 3.000 TL bedelin başvuruculara ödenmesi gerektiği belirtilmiştir.
21. Nihai karar başvuruculara 7/8/2017 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
22. Başvurucular 25/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
23. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu'nun ''Taşınmaz mülkiyetinin içeriği'' başlıklı 718. maddesi
şöyledir:
''Arazi üzerindeki mülkiyet,
kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz
katmanlarını kapsar.
Bu mülkiyetin kapsamına, yasal
sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer.''
24. 3213 sayılı Kanun'un ''Madenler'' başlıklı 2.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''(Değişik: 26/5/2004 – 5177/1 md.) Yer
kabuğunda ve su kaynaklarında tabii olarak bulunan, ekonomik ve ticarî değeri
olan petrol, doğal gaz, jeotermal ve su kaynakları dışında kalan her türlü
madde bu Kanuna göre madendir.
Madenler aşağıda sıralanan gruplara göre
ruhsatlandırılır:
I. Grup madenler
a) İnşaat ile yol yapımında kullanılan
ve tabiatta doğal olarak bulunan kum ve çakıl.
...
VI. (Ek: 10/6/2010-5995/1 md.; Mülga:
4/2/2015-6592/1 md. )
Bu gruplarda yer alan madenlerin
özellikleri ile bu maddede yer almayan bir madenin grubunun tespitine ait esas
ve usuller Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
Bu Kanuna göre verilen ruhsatlar başka
amaçla kullanılmaz''
25. 3213 sayılı Kanun'un ''Devletin hüküm ve
tasarrufu'' başlıklı 4. maddesi şöyledir:
''Madenler Devletin hüküm ve
tasarrufu altında olup, içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir.''
26. 3213 sayılı Kanun'un ''İrtifak, intifa hakkı ve
kamulaştırma'' başlıklı 46. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''Maden arama dönemi içerisinde arama
sahası özel mülkiyete konu gayrimenkul üzerinde kullanma amacına münhasır olmak
üzere belli süreler için madenci, Genel Müdürlüğe müracaat ile irtifak ve/veya
intifa hakkı tesisi isteyebilir.
İrtifak ve/veya intifa hakkı karşılığı,
Kamulaştırma Kanununa uygun olarak seçilecek bilirkişiler tarafından tespit
edilir.
(Değişik : 15/6/2001 - 4683/4 md.)
Arama süresi sonunda (...) (2) işletme talebi söz konusu olduğu takdirde tesis
edilen irtifak ve/veya intifa hakkının süresi (...) (2) işletme süresini
geçmemek kaydıyla uzatılabildiği gibi yeni irtifak ve/veya intifa hakkı
talebinde de bulunulabilir. (Ek cümle: 4/2/2015 – 6592/20 md.) İşletme ruhsat
sahasında ve/veya mücavirinde kurulacak tesislerde kullanılacak ve ruhsat
sahası dışından getirilecek olan su, doğalgaz, elektrik ve haberleşme hatları
için ruhsat sahibi Genel Müdürlüğe müracaat ederek irtifak ve/veya intifa hakkı
tesisi isteyebilir.
Faaliyetler sırasında sahaya zarar
verilmesi durumunda ruhsat sahibi adli merciler tarafından tespit edilecek
tazminatı arazi sahibine ödemek ve sahayı kullanılabilir durumda terk etmekle
yükümlüdür.
...
(Ek fıkra: 26/5/2004 – 5177/20
md.)İşletme ruhsatı safhasında işletme faaliyetleri için gerekli olan özel
mülkiyete konu taşınmaz, taraflarca anlaşma sağlanamaması ve işletme ruhsatı
sahibinin talebi üzerine Bakanlıkça kamu yararı bulunduğuna karar verilmesi
halinde kamulaştırılır.
(Ek fıkra: 26/5/2004 – 5177/20 md.)
Kamulaştırma işlemleri 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre
yapılır. Bu husustaki masraflar ve kamulaştırma bedeli işletme ruhsatı sahibi
tarafından ödenir.
(Ek fıkra: 26/5/2004 – 5177/20
md.)Kamulaştırılan taşınmaz, tapuya Hazine adına tescil edilip ruhsat hukuku
devam ettiği sürece madencilik faaliyetlerinde kullanılmak üzere ruhsat sahibi
adına tahsis edilir.
(Ek fıkra:26/5/2004 – 5177/20
md.)Kamulaştırılan taşınmazın, maden işletme faaliyetleri için lüzum
kalmadığının Genel Müdürlükçe tespiti halinde, Kamulaştırma Kanununda öngörülen
usul ve esaslara göre belirlenecek rayiç bedeli ödenmek kaydıyla kamulaştırılan
yerin eski sahibine iade edileceği hususu, ruhsat sahibi ve taşınmazın eski
sahibine tebliğ edilir. Eski sahibinin taşınmazı altı ay içerisinde almak
istememesi durumunda taşınmaz Hazineye kalır.(1)
(Ek fıkra: 26/5/2004 – 5177/20 md.)Tapu
siciline konulan şerhler Genel Müdürlüğün müracaatı üzerine ayrıca mahkeme
kararına gerek kalmadan silinir.
(Ek fıkra: 26/5/2004 – 5177/20
md.)Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufundaki yerlerde
yapılan madencilik faaliyetleri için bu Kanunun yürürlük tarihinden sonra kira,
ecrimisil alınmaz.
(Ek fıkra: 26/5/2004 – 5177/20 md.) I.
Grup madenler ve mıcır ile kaba inşaat, baraj, gölet, liman, yol gibi yapılarda
kullanılan her türlü yapı hammaddesi için kamulaştırma hükümleri uygulanmaz.''
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
27. Mahkemenin 15/12/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
28. Başvurucular, kum ocaklarının devletin tasarrufu
altında olduğunu ancak daha evvel tarla niteliğiyle ekilip biçilen
taşınmazların el atma nedeniyle bu vasfını yitirerek kullanılamaz hâle
getirildiğini iddia etmiştir. Başvurucular; arazide artık tarım yapılmasına
müsait toprak profili bulunmadığını, bu durumun bir hakka dayanmadığını ve DSİ
tarafından yürütülen kamu hizmeti sırasında meydana geldiğini vurgulamıştır.
3123 sayılı Kanun'un ''Madenler'' başlıklı 2. maddesinin aleyhlerine
uygulandığını ileri süren başvurucular, tarımsal vasfını kaybeden taşınmazlarda
meydana gelen zararlarının karşılanmadığını belirterek mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
29. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar
başlıklı 35. maddesi şöyledir:
''Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.''
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
Başvurucular, 3213 sayılı Kanun hükümlerine göre maden kabul edilen kum
bedelinin ödenmemesinden ve tarla vasfıyla tarım yaparak kullandıkları
taşınmazların el atma nedeniyle bu vasfını yitirmesinden şikâyet etmektedir.
Başvurucuların şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun
görülmüştür.
1. Eski Hâle
Getirme Bedeline İlişkin Şikâyet Yönünden
31. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca
bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması gerekir.
32. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği
Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun, bireysel başvuru konusu
şikâyetini öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması ve bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177,
26/3/2013, § 17).
33. Başvurucular tarafından İdare Mahkemesine sunulan
dava dilekçesinde; kum çıkarılmak suretiyle el atılarak taşınmazların
kullanılamaz hâle getirildiği, kumlu olmayan yerlere de müdahale edildiğinden
bu kısımların da ekilip biçilemediği, DSİ'nin kanalın etrafına yol yapıp
taşınmazlara zarar verdiği, taşınmazların kum ocağı niteliği olan yerler olduğu
ve çıkarılan kumun DSİ'nin taşeronu olan yüklenici tarafından sulama kanalı
için kullanıldığı ifade edilmiştir.
34. Yapılan keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda,
107.496,65 TL kum malzeme bedeli ile 3.000 TL kazı nedeniyle bozulan yüzey
tesviyesinin yeniden düzenlenme maliyeti hesap edilmiştir. Başvurucular
bilirkişi raporuna karşı herhangi bir itiraz ileri sürmemiş ve raporda
belirlenen bedel üzerinden davayı ıslah etmişlerdir. İdare Mahkemesince de
raporda yapılan hesaplama dikkate alınarak iki zarar kalemi üzerinden hüküm
kurulmuştur. Başvurucular İdare Mahkemesince verilen bu karara karşı istinaf
yasa yoluna başvurmamışlardır. DSİ'nin yasa yolu başvurusunu değerlendiren
Bölge İdare Mahkemesi, kumun maden olduğuna ve madenlerin de devletin hüküm ve
tasarrufu altında olduğuna ilişkin 3213 sayılı Kanun hükümlerine vurgu yaparak
kum malzeme bedeli yönünden davayı reddetmiştir. Ayrıca Bölge İdare Mahkemesi,
başvurucuların taşınmazlarının kullanılamaz hâle gelmesi nedeniyle oluşan
zararın ise zirai kazanç kaybından çok eski hâle getirme bedelini içerdiği
değerlendirmesi yapmış ve eski hâle getirme bedeli niteliğindeki 3.000 TL
yönünden istinaf istemini reddetmiştir. Dolayısıyla başvurucuların, eski hâle
getirme bedeli olarak hesaplanan 3.000 TL'den daha fazla zararları olduğuna
ilişkin taleplerini, bilirkişi raporuna itiraz ederek ilk derece mahkemesi
önünde ileri sürebilme imkânları bulunduğu hâlde bu yönde bir itiraz ileri
sürmedikleri gibi, ilk derece mahkemesi tarafından bu rapor esas alınarak
verilen karara karşı da istinaf yasa yoluna başvurmadıkları anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak başvurucular, başvuru yollarını usulüne uygun şekilde tüketmeden
bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Kum Bedeline
İlişkin Şikâyet Yönünden
a. Genel
İlkeler
36. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir
kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa
Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle
öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaatinin olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun
değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, §
26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
37. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her
türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, §
20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan
menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni ve
fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının
kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441,
1/2/2017, § 60).
38. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul
edilen mülkiyet hakkı kavramından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu
alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı
içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin
Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve
diğerleri, § 51).
39. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı
mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda
sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma beklentisi -kişinin bu konudaki
menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı
içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut
bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil
mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli
durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye
yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı
güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478,
25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).
40. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti
olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek
olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili
hukuki bir işleme dayanan, yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk
Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42).
Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak koruma
kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk
sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit,
mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat
Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak
kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir
iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler
ve Ali Arslan Çelebi, § 37).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
41. Başvurucular, 3123 sayılı Kanun'un ''Madenler''
başlıklı 2. maddesinin aleyhlerine uygulandığını ileri sürmektedir.
42. 4721 sayılı Kanun'un 718. maddesinin birinci
fıkrasında arazi üzerindeki mülkiyetin, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde,
üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsayacağı belirtilmiş ise de
aynı maddenin ikinci fıkrasında bu mülkiyet kapsamına yapıların, bitkilerin ve
kaynakların da gireceği belirtildikten sonra yasal sınırlamaların saklı
tutulduğu ifade edilmiştir. 3213 sayılı Kanun'un 2. maddesine göre, inşaat ile yol
yapımında kullanılan ve tabiatta doğal olarak bulunan kum ve çakıl maden olarak
belirlenmiştir. Aynı Kanun'un 4. maddesinde, madenlerin devletin hüküm ve
tasarrufu altında olduğu ve içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi
olmadıkları ifade edilmektedir. Bölge İdare Mahkemesi de başvurucuların
taşınmazlarından çıkarılan kumun maden niteliğinde olduğuna vurgu yapmış ve
madenlerin devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu gerekçesiyle kum bedeli
yönünden davayı reddetmiştir.
43. Dolayısıyla 3213 sayılı Kanun'a göre madenler, içinde
bulunduğu toprak parçasından bağımsız bir nitelik taşımaktadır. Buna göre,
kanun koyucunun sınırlı ve tükenebilir doğal servetlerden olan madenlerin kamu
yararına kullanımını gözönüne alarak ayrı bir düzenlemeye tabi tuttuğu
görülmektedir.
44. Sonuç olarak başvurucuların, taşınmazlarında bulunan
ve maden niteliğinde olduğu tespit edilen kum üzerinde meşru bir beklentileri
olduğunu gösteren bir kanun hükmü veya yerleşik yargı içtihadı gibi somut bir
temele dayanmadıkları görülmektedir. Bu nedenle başvurucuların Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülkünün veya
somut ve yeterli bir hukuki temele dayalı olarak mülkiyeti elde etme yönünde
meşru bir beklentisinin bulunduğunu kanıtlayamadıkları sonucuna ulaşılmıştır.
45. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın;
1. Eski hâle getirme bedeline ilişkin şikâyet yönünden başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA
2. Kum bedeline ilişkin şikâyet yönünden konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde
BIRAKILMASINA 15/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.