TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELAHATTİN DEMİRTAŞ BAŞVURUSU (6)
|
(Başvuru Numarası: 2017/3357)
|
|
Karar Tarihi: 30/9/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Fatih HATİPOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Selahattin DEMİRTAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Ramazan DEMİR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tutuklu olan başvurucunun avukatıyla
görüşmesinin teknik araçlarla kayda alınması, infaz memurunun görüşmeyi
izlemesi ve belge alışverişinin sınırlandırılması nedenleriyle kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının; avukat yardımından yararlanmanın sınırlanması nedeniyle
savunma hakkı ve silahların eşitliği ilkesi bağlamındaki adil yargılanma
hakkının; başvurucunun mensubu olduğu partinin grup toplantısı için gönderdiği
yazıya ve Avrupa Konseyi Genel Sekreteri ile Avrupa Konseyi İnsan Hakları
Komiseri'ne gönderdiği mektuplara ceza infaz kurumu disiplin kurulu
başkanlığının kararına istinaden el konulması nedeniyle siyasi faaliyette
bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 2/1/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve
belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 22/7/2007 tarihinde Diyarbakır'dan,
12/6/2011 tarihinde Hakkâri'den bağımsız olarak [Daha sonra sırasıyla
Demokratik Toplum Partisine (DTP) ve Barış ve Demokrasi Partisine (BDP)
katılmıştır.]; 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde ise Halkların Demokratik
Partisinden (HDP) İstanbul milletvekili seçilmiştir. Başvurucu 1/2/2010
tarihinde BDP'nin eş genel başkanlığına, BDP'nin HDP'ye katılmasıyla da HDP eş
genel başkanlığına seçilmiş; bu görevine 11/2/2018 tarihine kadar devam
etmiştir. Başvurucu ayrıca 24/6/2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı
Seçimi'nde aday gösterilmiş, %8,40 ile en çok oy alan üçüncü aday olmuştur.
9. Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı
dönemlerde işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak farklı Cumhuriyet
başsavcılıklarınca soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın 83. maddesinin
ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra
bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça
tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü
uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının
kaldırılması istemiyle ilgili Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından otuz bir
ayrı fezleke düzenlenmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak
üzere Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir.
10. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir
bölümünü etkileyen şiddet (terör) olayları ve 2015 yılının Haziran ayından
itibaren ülkede terör saldırılarının artması dolayısıyla siyasi çevrelerde ve
kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun
tartışmalar yaşanmıştır. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda
değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifi 12/4/2016 tarihinde TBMM
Başkanlığına sunulmuştur.
11. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen
6718 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici 20. madde ile "Bu
maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya
veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri
hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz. Bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında,
Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine
iade edilir." hükmü getirilmiştir.
12. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli ve 29736 sayılı
Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin
TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla düzenlemede
belirtilen mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın 83.
maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama
dokunulmazlığına ilişkin hüküm uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet
Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin olarak TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta
bulunan dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciine iade edileceği
öngörülmüştür.
13. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki çok sayıdaki
fezlekeye konu olan soruşturma dosyaları Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü
aracılığıyla 2016 yılı Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası için Cizre,
Kızıltepe, Nusaybin, Bingöl, Van, Batman, Elâzığ, Ankara ve Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılıklarına gönderilmiştir.
14. Nusaybin ve Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılıkları
başvurucu hakkında uhdelerinde bulunan soruşturma dosyalarını -isnat edilen
suçların ağır ceza mahkemesinin görevi kapsamında olduğu gerekçesiyle-
fezlekeyle Mardin Cumhuriyet Başsavcılığına, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı ise
aynı gerekçe ile Şırnak Başsavcılığına göndermiştir. Şırnak, Mardin, Van,
Elâzığ, Bingöl, Batman ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılıkları da fezlekeyle gelen
ve/veya uhdelerinde bulunan soruşturma dosyalarını "[farklı]
soruşturma dosyaları üzerinden yürütülen soruşturmaların birlikte
yürütülmesinde maddi gerçeğin ortaya çıkartılması bakımından hukuki bir fayda
olacağı" ve "suçun vasfının tayini konusunda tüm dosyaların
birlikte değerlendirilmesinin önem arz ettiği" gerekçesiyle Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere yetkisizlik kararı vermiştir.
15. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu
hakkındaki fezlekelere konu tüm soruşturma dosyalarının 2016/24950 sayılı
soruşturma dosyasında birleştirilmesine karar verilmiştir. Böylece başvurucu
hakkında farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca düzenlenen otuz bir ayrı
fezlekede suça konu edilen tüm fiillerin birlikte değerlendirilmesi mümkün hâle
gelmiştir.
16. Başsavcılığın talebi üzerine Diyarbakır 2. Sulh Ceza
Hâkimliği 4/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun yakalanarak gözaltına
alınabilmesi amacıyla evinde arama yapılmasına izin vermiştir.
17. Başvurucu, bu kapsamda 4/11/2016 tarihinde
Diyarbakır'daki evinde yakalanmış; sonrasında hakkında soruşturma işlemlerinin
yürütüldüğü Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne getirilerek burada gözaltında
tutulmuş ve aynı gün ifadesi alınmak üzere Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığında hazır edilmiştir.
18. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 4/11/2016 tarihinde
başvurucuyu tutuklanması istemiyle Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk
etmiştir.
19. Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hâkimliği 4/11/2016
tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve halkı suç işlemeye
alenen tahrik etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Öte yandan başvurucu
hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan İstanbul 26. Ağır Ceza
Mahkemesince (7/9/2018 tarihli ve E.2017/173 sayılı ilam ile) verilen 4 yıl 8
ay hapis cezasının infaz edilmekte olduğu anlaşılmaktadır.
20. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 15/11/2016
tarihinde, PKK/KCK terör örgütüne üye olma ve halkı kin ve düşmanlığa
alenen tahrik etme suçlarından tutuklu olan başvurucunun avukatları ile
görüşmesinin 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı
Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) 6.
maddesinin 5. ve 11. fıkraları uyarınca üç ay süreyle kısıtlanmasına karar
verilmesini talep etmiştir. Talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:
"PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye
olma ve halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçlarından hakkında Cumhuriyet
Başsavcılığımızca soruşturma yürütülen ve halen Edirne F Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda tutuklu olarak bulunan şüpheli Selahattin Demirtaş ile ilgili olarak;
29872 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
ve halen yürürlükte bulunan 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6. maddenin
5. ve 11. fıkrası uyarınca; (5) 'Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesinde ve
İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde
tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu
kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile görüşmelerinde,
toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör
örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve
tâlimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar
iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde, Cumhuriyet
başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler
teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın
yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir,
hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge
örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara
elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. (11)
Tutuklular hakkında bu madde hükümlerine göre karar vermeye soruşturma
aşamasında sulh ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında mahkeme yetkilidir.' hükmü
yer aldığından,
Şüphelinin avukatları ile görüşmesi
sırasında, toplum ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi,
terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve
talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar
iletilmesi ihtimalinin bulunduğu kanaatine varıldığından, 3 ay süreyle olmak
üzere,
1-)Görüşmelerinin teknik cihazla, sesli
veya görüntülü olarak kaydedilmesine,
2-)Tutuklu ile avukatın yaptığı
görüşmeleri izlemek amacıyla görevlinin hazır bulundurulmasına,
3-)Tutuklunun avukatına veya avukatın
tutukluya verdiği belge veya belge örneklerine, dosyalar ve arasındaki
konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulmasına,
Karar verilmesi kamu adına talep
olunur."
21. Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hâkimliği 15/11/2016
tarihinde başvurucunun avukatları ile görüşmesinin 676 sayılı KHK'nın 6.
maddesinin 5. ve 11. fıkraları uyarınca üç ay süreyle kısıtlanmasına karar
vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"... şüphelinin avukatları ile
görüşmesi sırasında, toplum ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye
düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara
emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar
iletilmesi ihtimalinin bulunduğu kanaatine varıldığından 3 ay süreyle olmak
üzere;
1-Görüşmelerini teknik cihazla, sesli
veya görüntülü olarak kaydedilmesine,
2-Tutuklu ile avukatın yaptığı
görüşmeleri izlemek amacıyla görevlinin hazır bulundurulmasına,
3-Tutuklunun avukatına veya avukatın
tutukluya verdiği belge veya belge örneklerine, dosyalar ve arasındaki
konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulmasına ... karar
verildi."
22. Başvurucu, kısıtlama şartlarının bulunmadığını ve
yeterli gerekçe gösterilmediğini ileri sürerek müdafiden yararlanma hakkının ve
özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiği gerekçesiyle 21/11/2016 tarihinde
anılan karara itiraz etmiş; Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hâkimliği 29/11/2016
tarihinde söz konusu kısıtlama kararının usul ve yasaya uygun olduğu
gerekçesiyle başvurucunun itirazının kesin olarak reddine karar vermiştir.
Başvurucu hakkındaki sınırlama 14/2/2017 tarihinde son bulmuştur.
23. Başvurucu, itirazın reddine dair kararın 8/12/2016
tarihinde tebliğ edildiğini bildirmiştir.
24. Başvurucu 2/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
25. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 11/1/2017
tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme,
terör örgütü propagandası yapma, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa
alenen tahrik etme, halkı kanunlara uymamaya tahrik etme, kanuna aykırı
toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine
katılma, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen
kendiliğinden dağılmama, suç işlemeye alenen tahrik etme, halkı kanuna aykırı
toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma suçlarını işlediğinden bahisle
cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
26. Başvurucu hakkındaki dava Diyarbakır 8. Ağır Ceza
Mahkemesine tevzi edilmiş, Mahkeme 2/2/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne
karar vermiş ve E.2017/101 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması
başlamıştır.
27. Anılan Mahkeme aynı tarihte kamu güvenliği
gerekçesiyle davanın nakli için Bakanlığa başvuruda bulunmuştur. Bakanlığın
davanın nakli talebini inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesi 22/3/2017 tarihinde
"yargılamanın esas yetkili mahkemesinde yapılması durumunda kamu
güvenliği yönünden açık ve yakın tehlikenin söz konusu olabileceği"
gerekçesiyle davanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesine karar vermiştir.
28. Anılan karar uyarınca Diyarbakır 8. Ağır Ceza
Mahkemesi 6/4/2017 tarihinde söz konusu dava dosyasını Ankara Nöbetçi Ağır Ceza
Mahkemesine göndermiş, tevzi işlemi sonrasında dava dosyası Ankara 19. Ağır
Ceza Mahkemesine (E.2017/47) gelmiştir.
29. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 20/6/2017 tarihinde
başvurucu hakkındaki davanın Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/500 sayılı
dava dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir.
30. Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi 23/8/2017 tarihinde,
birleştirmeye muvafakat verilmediğini belirterek uyuşmazlığın giderilmesi ve
yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza
Dairesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir. Daire 14/9/2017 tarihinde Ankara
19. Ağır Ceza Mahkemesinin birleştirme kararının kaldırılmasına karar
vermiştir.
31. Bunun üzerine başvurucu hakkındaki dava Ankara 19.
Ağır Ceza Mahkemesinde (E.2017/189 sayılı dosyada) görülmeye başlanmıştır.
32. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 2/9/2019 tarihli
duruşmada başvurucunun tahliyesine ve başvurucu hakkında yurt dışına
çıkamama şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir.
33. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih
itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
34. 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
"Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" kenar başlıklı
216. maddesi şöyledir:
"(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din,
mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir
kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu
güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir
yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf,
ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan
kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği
dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli
olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır."
35. 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar
başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci
bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte
üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."
36. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu'nun "Terör suçları" kenar başlıklı 3. maddesi
şöyledir:
"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri
ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör
suçlarıdır."
37. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde
şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına
veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa
sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine
verilir ve bu husus kararda belirtilir."
38. 5271 sayılı Kanun'un "Şüphelinin veya sanığın
müdafi seçimi" kenar başlıklı 149. maddesinin (1) ve (3)
numaralı fıkraları şöyledir:
" (1) Şüpheli veya sanık,
soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin
yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa
müdafi seçebilir.
...
(3) Soruşturma ve kovuşturma
evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma
veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı
engellenemez, kısıtlanamaz."
39. 5271 sayılı Kanun'un "Müdafi ile
görüşme" kenar başlıklı 154. maddesi şöyledir:
"(1) Şüpheli veya sanık,
vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının
duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları
denetime tâbi tutulamaz.
(2) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/3 md.; Aynen
kabul: 1/2/2018-7070/3 md.) Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım
Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ve Terörle
Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ile örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen
uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçları bakımından gözaltındaki
şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hâkim
kararıyla yirmidört saat süreyle kısıtlanabilir; bu zaman zarfında ifade
alınamaz. "
40. 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK'nın "Soruşturma ve kovuşturma
işlemleri" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili
bölümü şöyledir:
"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve
Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından,
olağanüstü halin devamı süresince;
...
Tutuklu olanların avukatları ile
görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye
düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara
emir ve tâlimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar
iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısının kararıyla,
görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu
ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır
bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge
veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları
kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir.
Tutuklunun yaptığı görüşmenin, belirtilen amaçla yapıldığının anlaşılması
hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte
tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır.
Tutuklu hakkında, tutanak tutulması hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemiyle
tutuklunun avukatlarıyla görüşmesi sulh ceza hâkimliğince yasaklanabilir. Yasaklama
kararı, tutuklu ile yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro
başkanlığına bildirilir ..."
41. 676 sayılı KHK'nın "Yargı ile ilgili
düzenlemeler" kenar başlıklı 3. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 59'uncu maddesinin
dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı maddeye bu fıkradan
sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve diğer fıkra buna göre
teselsül ettirilmiştir.
(4) Görüşme sırasında; hükümlünün
avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar
ve aralarındaki konuşmaya ilişkin olarak kendilerinin tuttukları kayıtlar
incelenemez; hükümlünün avukatı ile yaptığı görüşme dinlenemez ve kayda alınamaz.
(5) Türk Ceza Kanununun 220 nci
maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci
Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile
görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye
düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu
örgütlere emir ve tâlimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da
şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi
hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, üç ay
süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir,
hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede
hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği
belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin
tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri
sınırlandırılabilir.
(6) İnfaz hâkimliği hükümlünün;
kurallara uyumunu, toplum veya ceza infaz kurumu bakımından arz ettiği
tehlikeyi ve rehabilitasyon çalışmalarındaki gelişimini değerlendirerek,
kararda belirttiği süreyi üç aydan fazla olmamak üzere müteaddit defa
uzatabileceği gibi kısaltılmasına veya sonlandırılmasına da karar verebilir.
(7) Beşinci fıkra kapsamına giren
hükümlünün yaptığı görüşmenin, aynı fıkrada belirtilen amaca yönelik
yapıldığının anlaşılması hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus
gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce taraflar bu
hususta uyarılır.
(8) Hükümlü hakkında, yedinci fıkra
uyarınca tutanak tutulması hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemiyle
hükümlünün avukatlarıyla görüşmesi infaz hâkimince altı ay süreyle
yasaklanabilir. Yasaklama kararı, hükümlüye ve yeni bir avukat
görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir. Cumhuriyet
başsavcılığı baro tarafından bildirilen avukatın değiştirilmesini baro
başkanlığından isteyebilir. Bu fıkra hükmüne göre görevlendirilen avukata,
23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama
Şekli Hakkında Kanunun 13 üncü maddesine göre ücret ödenir.
(9) İnfaz hâkimi tarafından bu madde
uyarınca verilen kararlara karşı 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edilebilir.
(10) Bu madde hükümleri 9'uncu maddenin
üçüncü fıkrasına göre yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunan
hükümlüler ile beşinci fıkradaki suçlardan hükümlü olup, başka bir suçtan
dolayı şüpheli veya sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler hakkında da
uygulanır.
(11) Tutuklular hakkında bu madde
hükümlerine göre karar vermeye soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimi,
kovuşturma aşamasında mahkeme yetkilidir."
B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
42. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c)
bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının
kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma,
seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından
yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir
müdafi yardımından yararlanma haklarıdır (Pakelli/Federal Almanya, B.
No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat
yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla
beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır
(Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51).
43. İlke olarak şüpheliye gözaltına alındığı ya da
tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır
(Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM,
kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından
yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu
durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu
kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi
gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık, B. No: 18731/91,
8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).
44. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin ne lafzı
ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma
hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı
kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanma hakkından vazgeçmenin geçerli
ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca
sonuçlarının ağırlığının gerektirdiği asgari garantileri içermesi gerekir (Salduz/Türkiye,
§ 59).
45. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen
ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin
olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten
mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat
yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye,
B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56).
46. Öte yandan AİHM'in Kastravet/Moldova (B. No:
23393/05, 13/3/2007) kararına konu olayda tutuklu bulunan başvurucu, avukatıyla
iki tabakalı cam bir bölmenin arkasından görüşebilmekte ve camların üzerinde
matkapla açılmış küçük delikler bulunmaktadır. Ayrıca herhangi bir nesnenin
karşı tarafa geçirilmesini engellemek amacıyla her iki tabaka arasındaki
delikler, birbirine karşılık gelmeyecek biçimde açılmıştır. Dahası delik
açılmış bölgelerin arasında yeşil bir ağ bulunmaktadır. Avukat ile müvekkil
arasında doküman aktarımını sağlayacak herhangi bir bölme bulunmamaktadır (Kastravet/Moldova,
§ 17). Başvurucu, avukatıyla görüşme yaptıklarında birbirlerini duyabilmek için
seslerini yükseltmek zorunda kaldıklarını ileri sürmüştür. Başvurucuya göre
yüksek sesle konuşmaları sebebiyle bu konuşmaların kaydedilmesi veya ceza infaz
memurları tarafından duyulması mümkün hâle gelmiştir. Başvuru ayrıca bu cam
bölmenin belgelerin birlikte okunmasını veya karşı tarafa geçirilmesini
imkânsız kıldığından şikâyet etmiştir (Kastravet/Moldova, § 42). AİHM
başvurucunun bu şikâyetlerini Sözleşme'nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası
kapsamında incelemeyi uygun bulmuştur (Kastravet/Moldova, § 45). AİHM
anılan kararda Sözleşme'nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrasına ilişkin
içtihadını şu şekilde derlemiştir:
"5. maddesinin (4) numaralı fıkrası
tutukluya veya gözaltına alınmış kişiye özgürlüklerinden mahrum
bırakılmalarının Sözleşme anlamında hukukiliği için önem taşıyan usuli ve maddi
koşulların denetlenmesi amacıyla başvuruda bulunma hakkını güvenceye bağlar.
5. maddenin (4) numaralı fıkrası
bağlamında öngörülen başvuru yolunda 6. maddenin suç isnadı ve medeni hak ve
yükümlülük uyuşmazlıkları için gerekli kıldığı garantilerin aynılarının
sağlanması gerekmemekle birlikte bu yolun yargısal nitelik taşıması ve söz
konusu özgürlükten mahrum bırakmanın türüne uygun birtakım güvenceler içermesi
lazımdır.
Yargılama çelişmeli olmalı ve taraflar
arasındaki “silahların eşitliği”ni temin etmelidir. Bir kimsenin 5. maddenin
(1) numaralı fıkrasının (c) bendi kapsamına tutulması halinin söz konusu olduğu
yargılamalarda, duruşma açılması gereklidir.
Bundan başka 5. maddenin (4) numaralı
fıkrası tutulan kişinin makul aralıklarla bu tutulmasının hukukiliğini
incelettirebilmesini gerektirir.
6. madde belli ölçüde tipik bir tutuklamanın
hukukiliği incelemesinin yapıldığı tutukluluk safhasına da uygulanmıştır. Fakat
6. maddenin bu aşamadaki uygulaması belli yönlerle sınırlıdır. Avukata erişim
ile ilgili olarak 6. maddede güvenceler habeas corpus yargılamalarında da
uygulanabilir bulunmuştur. Bouamar/Belçika kararında AİHM sözkonusu bireyin
sadece şahsen dinlenme değil fakat avukatından etkili bir şekilde yardım alma
imkânını da haiz olmasının önemli olduğuna karar vermiştir (Kastravet/Moldova,
§§ 46-47).
Avukatın müvekkilinin menfaatlerini
etkili bir biçimde savunabilmesi için kilit önemdeki hususlardan biri, ikisi
arasında aktarılan bilginin gizliliğinin korunması ilkesidir. Bu ayrıcalık
avukat ile müvekkil arasında açık ve dürüst bir iletişimi cesaretlendirir. AİHM
daha önce bir kimsenin avukatıyla gizil görüşmesinin Sözleşme tarafından onun
savunma hakkının güvencesi olarak korunduğuna karar verdiğini hatırlatmaktadır.
Esasında bir avukat izlenmeksizin
müvekkili ile görüşmeye ve ondan özel talimat almaya muktedir olmaz ise yapacağı
yardım, kullanışlılığını büyük ölçüde yitirir. Oysa Sözleşme’nin amacı hakları
fiili olarak ve etkili bir şekilde güvence altına almaktır. AİHM'e göre
avukat-müvekkil mahremiyetine ve dolayısıyla tutulanın savunma hakkına müdahale
edilmesi mutlaka fiili dinleme veya gizlice dinleme yapılması gerektiği
anlamına gelmemektedir. Makul bir temele dayalı olarak konuşmalarının
dinlendiğine dair oluşan samimi bir düşüncenin varlığı dahi avukatın
sağlayabileceği yardımın etkililiğini zayıflatmak için yeterli olabilir. Bu
şekildeki bir düşünce kaçınılmaz olarak avukat ile müvekkil arasında serbest
bir konuşmanın cereyan etmesini engeller ve tutuklu kişinin tutukluluğunun
hukukiliğiyle etkili bir şekilde çelişme hakkını zedeler (Kastravet/Moldova, §§
49-51)."
47. AİHM somut olayda başvurucu ve avukatının bu
koşullardaki konuşmalarının mahrem kalmadığına inanmaları için makul bir
zeminin bulunduğu sonucuna ulaşmıştır. AİHM'e göre cam bölme başvurucu ile
avukatının gizli olarak konuşmalarına ve birbirlerine belge iletmelerine engel
teşkil ettiğinden başvurucunun savunma hakkını zedelemiştir. AİHM başvurucunun
sabıka kaydının bulunmadığına ve şiddet bağlantılı bir suçtan yargılanmadığına
da dikkat çekmiştir. Cam bölmenin ayrım yapılmaksızın tüm tutuklulara uygulanan
bir tedbir olduğunu ve tutukluların kişisel koşulları dikkate alınmaksızın
kurumda kalan herkese uygulandığını vurgulamıştır. AİHM hükûmetin güvenlik
gerekçesini de bu amaç için avukat-müvekkil görüşmesinin görsel olarak
izlenmesinin yeterli olacağı düşüncesiyle ikna edici bulmamıştır. AİHM sonuç
olarak başvurucunun cam bölme olmaksızın avukatıyla görüşmesinin
imkânsızlığının savunmasını ve tutukluluğuna itirazını doğrudan etkilediğine ve
dolayısıyla savunma hakkını zedelediğine karar vermiştir (Kastravet/Moldova,
§§ 55-60).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
48. Mahkemenin 30/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
49. Başvurucu; avukatıyla görüşmesinin teknik araçlarla
kayda alınması, bu sırada iki infaz memurunun görüşmeyi izlemesi ve notlar
alması, belge alışverişine izin verilmemesi ve görüşme süresinin otuz beş
dakika ile sınırlandırılması nedenleriyle tutukluluğa etkili şekilde itiraz
edemediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının
avukatla görüşmenin sınırlandırılmasına ilişkin talep yazısının kendisine tebliğ
edilmemesinin silahların eşitliği ilkesine aykırı olduğunu belirterek adil
yargılanma hakkının da ihlal edildiğini iddia etmiştir.
50. Bakanlık görüşünde; ilgili kurumlardan elde edilen
bilgi ve belgelere göre başvurucunun yeterli süre ile avukatlarıyla görüşme
hakkı elde ettiği, süreç içinde tutukluluğa yönelik itirazlarını ileri
sürebildiği, sınırlamanın sadece üç ay süreyle ve mahkeme kararına istinaden
gerçekleştirildiği belirtilerek olağanüstü hâlin koşulları da dikkate
alındığında başvurucunun avukatıyla görüşmesine getirilen sınırlamanın ölçülü
olduğu ve başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediği
ileri sürülmüştür.
51. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvuru
formundakine benzer iddialarda bulunarak avukatı ile yaptığı görüşmelerin kayıt
altına alındığını, görüşmeler esnasında görüşme kabininde bir görevlinin
konuşulanları duyacak şekilde hazır bulunduğunu ve görüşmeye ilişkin notlar
aldığını, görüşme süresince evrak alışverişinin de kısıtlandığını belirterek
tutukluluğa etkili şekilde itiraz edemediğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
52. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
"Her ne sebeple olursa olsun,
hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir."
53. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
54. Başvurucunun bu bölümdeki şikâyetinin özü müdafii ile
görüşmesinin teknik cihazlarla kayda alınması, görüşme sırasında infaz
memurunun konuşulanları duyacak şekilde hazır bulunması ve belge alışverişinin
kısıtlanması nedenleriyle etkili bir şekilde tutukluluğa itiraz hakkının
engellendiğine ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun bu bölümdeki iddialarının
Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
a. Uygulanabilirlik
Yönünden
55. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik ... veya
olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda
da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan,
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz;
suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya
kadar kimse suçlu sayılamaz."
56. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü
bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya
konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme, Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017,
§§ 187-191).
57. Türkiye'de 21/7/2016 tarihinde ilan edilen olağanüstü
hâlin temel nedeni 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsüdür. Bu
nedenle Anayasa Mahkemesi Aydın Yavuz ve diğerleri kararında doğrudan
darbe teşebbüsü kapsamındaki eylemler dolayısıyla yürütülen bir soruşturmada, Selçuk
Özdemir ([GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017) kararında ise -doğrudan darbe
teşebbüsüyle bağlantılı olmasa da- teşebbüsün arkasındaki yapılanma olan -ve
sonrasında bir terör örgütü olduğuna karar verilen- Fetullahçı Terör
Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantılı eylemlerle ilgili
olarak yürütülen bir soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirlerinin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal edip etmediğini incelerken Anayasa'nın 15.
maddesini dikkate almıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 237-241;
Selçuk Özdemir, § 57).
58. Bununla birlikte olağanüstü hâl sürecine ilişkin
belgeler incelendiğinde olağanüstü hâlin ilanında ve devam ettirilmesinde darbe
teşebbüsünün ve FETÖ/PDY'nin yanı sıra diğer terör örgütlerinin kamu düzeni ve
millî güvenlik üzerinde oluşturdukları tehdit ve tehlikenin de etkili olduğu
anlaşılmaktadır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 227).
Somut olayda başvurucu hakkında olağanüstü hâl döneminde uygulanan avukatı ile
yaptığı görüşmelere bazı sınırlandırmalar getirilmesi olağanüstü hâlin ilanına
neden olan olgulardan biri olan terörle (PKK terör örgütüyle) bağlantılıdır.
59. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan müdafi ile
görüşmenin sınırlandırılmasının hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın
15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Nitekim Anayasa Mahkemesi Hizbullah terör
örgütüyle bağlantılı bir suçtan ceza infaz kurumunda hükümlü olan bir
başvurucunun olağanüstü hâlin devamı süresince uzaktan eğitim sınavlarına
girişine izin verilmemesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasını incelerken
Anayasa'nın 15. maddesini dikkate almıştır (Mehmet Ali Eneze, B. No:
2017/35352, 23/5/2018, §§ 29-31). Bu inceleme sırasında öncelikle tedbirin
başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan
güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek ve aykırılık saptanması
hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp
kılmadığı değerlendirilecektir (tutuklama tedbiri yönünden bkz. Aydın Yavuz
ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).
b. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
60. Anayasa Mahkemesi İsmail Solmaz (B. No:
2017/15251, 12/2/2020) ve Emre Ayhan (B. No: 2016/80704,
13/2/2020) kararlarında; tutuklu olan kişinin avukatıyla görüşmesinin
teknik araçlarla kayda alınması, infaz memurunun görüşmeyi izlemesi ve görüşme
süresi ile belge alışverişinin sınırlandırılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiği şikâyetiyle ilgili olarak yaptığı inceleme
sonunda 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun 5.
maddesinde düzenlenen infaz hâkimliğine şikâyet yolunun -bu kapsamda kalan
iddiaları bakımından- başvurucunun durumuna uygun, telafi kabiliyetini haiz,
etkili bir hak arama yolu olduğunu belirterek başvurunun başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varmıştır
(ayrıntı için bkz. İsmail Solmaz, §§ 101-107; Emre Ayhan, §§
128-138). Anayasa Mahkemesi Yasin Akdeniz (B. No: 2016/22178, 26/2/2020)
kararında ise 4675 sayılı Kanun'un 5. maddesinde öngörülen infaz hâkimliğine
şikâyet ve sonrasında ağır ceza mahkemesine itiraz kanun yollarını tükettikten
sonra bireysel başvuruda bulunan başvurucunun başvurusunu kabul edilebilir
bulmuş ve başvuruyu esastan incelemiştir (Yasin Akdeniz, § 60). Somut
olayda anılan kararlardan farklı olarak başka bir suçtan hükümlü olan
başvurucunun avukatıyla görüşmesinin kısıtlanmasına ilişkin karar 676 sayılı
KHK'nın 6. maddesinin 5. ve 11. fıkraları uyarınca Diyarbakır 4. Sulh Ceza
Hâkimliğince verilmiş ve başvurucunun bu karara yaptığı itiraz Diyarbakır 2.
Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun söz konusu
KHK'da öngörülen başvuru yollarını tükettiği anlaşılmaktadır (bkz. §§ 23, 24). Dolayısıyla
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Esas
Yönünden
i. Genel
İlkeler
61. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasına göre
hürriyeti kısıtlanan bir kimsenin kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini
ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını
sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkı bulunmaktadır (Firas
Aslan ve Hebat Aslan, B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 64).
62. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında,
serbest bırakılmayı sağlamak amacıyla başvurulacak yerin bir yargı mercii
olması öngörülmüş olduğundan burada yapılacak incelemenin yargısal bir niteliği
bulunmaktadır. Yargısal nitelikteki bu inceleme sırasında adil yargılanma
hakkının tutmanın niteliğine ve koşullarına uygun güvencelerinin sağlanması
gerekir (Hikmet Yayğın, B. No: 2013/1279, 30/12/2014, § 29).
63. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasından
kaynaklanan temel güvencelerden biri de tutukluluğa karşı itiraz öncesinde ve
bu itirazın hâkim/mahkeme önünde incelenmesi aşamasında hürriyetinden yoksun
bırakılan kimseye tutmaya karşı itirazlarını etkin bir şekilde dile getirebilme
ve bu bağlamda savunma için gerekli imkân ve kolaylıklardan yararlanma
fırsatının tanınmış olmasıdır (Yasin Akdeniz, § 63).
64. Bu bağlamda kişilere tutmaya karşı sadece itirazda
bulunma hakkının tanınmış olması yeterli değildir. Bu itiraz sırasında adil
yargılanma hakkına ilişkin güvencelerin yer aldığı Anayasa'nın 36. maddesinde
ifade edilen meşru vasıta ve yollardan yararlanma imkânının da tutmanın
niteliğine uygun olduğu ölçüde gözetilmesi gerekir. Bu bağlamda suç isnadına
bağlı olarak tutuklanan kişiler, serbest bırakılmalarını sağlamak amacıyla
yetkili bir yargı merciine başvururken avukatların teknik bilgilerinden ve
tecrübelerinden yararlanma olanağından yoksun bırakılmamalıdırlar. Buna göre
tutuklu kişilerin tutmaya itiraz bağlamında avukat yardımından yararlanmalarına
imkân tanınması -esasen adil yargılanma hakkına ilişkin bir güvence olmakla
birlikte- Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının koruması altındadır.
Buradaki müdafi yardımından yararlanma, suç isnadına bağlı bir tutmaya yönelik
itirazın etkililiğini sağlayan en önemli unsurlardan biridir (Yasin Akdeniz,
§ 64 ).
65. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına bir müdahale
teşkil eden tutuklama ve tutukluluğa itiraz sürecinde tutuklu kişilerin müdafi
yardımından yararlanması bu kişilerin tutmaya karşı itiraz ve iddialarının
etkili bir şekilde dile getirilmesi bakımından önemli bir unsurdur. Esasen
tutuklu kişiler bakımından müdafi yardımından yararlanma savunma hakkının
güçlendirilmesi bağlamında da temel güvencelerden biridir. Bu bakımdan tutuklu
kişilerin müdafi yardımından yararlanmalarının kısıtlanmasının hem adil
yargılanma hakkı bağlamındaki savunma hakkına hem de kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı bağlamındaki tutmaya karşı etkili bir itirazda bulunma hakkına
yönelik güvenceleri zayıflatan bir yönü bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle yasal
olarak müdafi yardımının sağlanmasının zorunlu olmadığı durumlarda da bu hakkın
kullanımının engellenmemesi, adil yargılanma hakkının yanı sıra kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının etkili bir şekilde gerçekleştirilmesinin güvencesini
teşkil eder. Nitekim müdafinin tutuklunun tahliye talebine dair savunmasını ya
da tutmaya yönelik itirazlarını -teknik hukuk bilgisi nedeniyle- tutukludan
daha iyi ve etkili bir şekilde yapabilme bilgi ve yeteneğine sahip olduğu
açıktır (Yasin Akdeniz, § 65; Erdal Korkmaz ve diğerleri, B. No:
2013/2653, 18/11/2015, § 117).
66. Öte yandan tutmaya yönelik itiraz bağlamında müdafii
yardımından yararlanma imkânının tanınmış olması tek başına itirazın etkili
olmasını sağlamak bakımından yeterli değildir. Şöyle ki müdafiden yararlanma
hakkının gerçek anlamda vücut bulmasını imkânsızlaştıracak veya büyük ölçüde
güçleştirecek durumlar bu hakka dair güvenceleri anlamsız kılabilir ya da
işlevsiz hâle getirebilir. Bu bağlamda müdafinin tutuklu kişinin menfaatlerini
etkili bir biçimde savunabilmesi ve tutmaya ilişkin itirazlarını bütünüyle
ortaya koyabilmesi için tutuklu ile müdafii arasında gerçekleşen görüşmenin
gizlilik içinde yürütülebilmesi ve aktarılan bilgilerin gizliliğinin
korunabilmesi hayati derecede önemlidir (Yasin Akdeniz, § 66).
67. Buna rağmen tutmaya karşı itiraz bağlamında müdafi
yardımından yararlanma hakkı mutlak değildir. Bu hakkın istisnai hâllerde ve
belirli koşullarla sınırlandırılması mümkündür. Bununla birlikte anılan hakka
yönelik istisnai olarak ve sebepleri açıklanarak bir sınırlama getirilmesi
durumunda bile böylesi bir kısıtlamanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
ilişkin güvenceleri anlamsız kılacak boyutta olmaması gerekir. Bu bağlamda bu
sınırlamanın müdafiden yararlanma hakkının tümüyle ortadan kaldırılmasına veya
işlevsiz hâle gelmesine sebebiyet verecek şekilde yorumlanmamasına özen
gösterilmelidir (Yasin Akdeniz, § 67 ).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
68. Somut olayda bir başka suçtan hükümlü (İstanbul 26.
Ağır Ceza Mahkemesince verilen 4 yıl 8 ay hapis cezası) ve aynı zamanda tutuklu
olan başvurucunun avukatıyla görüşmelerinin kayda alınması, bir ceza infaz
kurumu görevlisi tarafından izlenmesi ve başvurucu ile avukatı arasındaki belge
alışverişinin kontrol edilmesi şeklindeki uygulamaların bireysel başvuruya konu
edildiği görülmektedir. Bu uygulamalar olağanüstü hâl döneminde çıkarılan 676
sayılı KHK'nın 3. maddesine dayanılarak Savcılığın talebi üzerine Sulh Ceza
Hâkimliği tarafından verilen karar uyarınca gerçekleştirilmiştir.
69. Anılan kararın ve bireysel başvuruya konu
uygulamaların dayanağını oluşturan KHK hükmü -kanunlaştıktan sonra- 1/2/2018
tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması
Hakkında Kanun'un 6. maddesi ile değiştirilen 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 59. maddesinin (5) ve
(10) numaralı fıkralarının iptal talebi kapsamında norm denetimi yoluyla
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından incelenmiştir (AYM, E.2018/73,
K.2019/65, 24/7/2019), §§ 108-125).
70. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi hükümlülerin salt
hükümlü sıfatıyla yaptıkları müdafi görüşmelerinin kısıtlanmasının dayanağını
oluşturan 7070 sayılı Kanun'un 6. maddesi ile değiştirilen 5275 sayılı Kanun'un
59. maddesinin (5) numaralı fıkrasının iptal talebine ilişkin olarak
Anayasa'nın 13. ve 36. maddeleri kapsamında yaptığı incelemede "Anılan
güvenceler gözetildiğinde sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile özel hayata
saygı hakkına ilişkin bireysel yarar arasında bulunması gereken makul dengenin
gözetildiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla hükümlü ile avukatın görüşmesine
kısıtlama öngören kuralın özel hayata saygı hakkına orantısız, dolayısıyla da
ölçüsüz bir sınırlama getirdiği söylenemez." şeklinde bir sonuca
varmış ve anılan fıkraya ilişkin iptal talebini reddetmiştir (AYM, E.2018/73,
K.2019/65, 24/7/2019, §§ 83-100).
71. Anayasa Mahkemesi başvurucu hakkındaki uygulamanın
bir diğer dayanağı olan KHK hükmünü de -kanunlaştıktan sonra- 7070 sayılı
Kanun'un 6. maddesiyle 5275 sayılı Kanun'un 59. maddesine eklenen (10) numaralı
fıkrasının "… ile beşinci fıkradaki suçlardan hükümlü olup, başka bir
suçtan dolayı şüpheli veya sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler…"
şeklindeki hükmünün iptali talebi kapsamında norm denetimi yoluyla
denetlerken Anayasa'nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma (müdafi
yardımından yararlanma) hakkı yönünden bir inceleme yapmıştır (AYM, E.2018/73,
K.2019/65, 24/7/2019, §§ 114-123).
72. Anayasa Mahkemesi yaptığı bu incelemede müdafi
yardımından etkili bir şekilde yararlanmanın ilk koşulunun müdafi ile yapılan
görüşmelerin belli bir gizlilik içinde gerçekleştirilmesi olduğunu, şüpheli
veya sanığın müdafi ile özgür bir şekilde bilgi alışverişinde bulunması için
mahremiyetin büyük önem taşıdığını, şüpheli veya sanığın müdafi ile yapacağı
görüşmelerde mahremiyetin olmamasının müdafiden alacağı yardımın faydasını en
alt düzeye indireceğini vurgulamıştır. Anayasa Mahkemesi, meşru amaçlarla
müdafiyle görüşme hakkına kısıtlama getirilirken bu kısıtlama ile savunma hakkı
arasındaki dengenin gözetilmesi gerektiğine dikkat çekmiş ve kısıtlamanın
hiçbir şekilde müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanma hakkını
engellememesi gerektiğini ifade etmiştir (AYM, E.2018/73, K.2019/65, 24/7/2019,
§§ 122, 123). Buna göre meşru bir amaçla kısıtlama yapılsa dahi yargılaması
devam eden kişilere savunma hakkını etkin bir şekilde kullanabilmesi için
yeterli güvencelerin tanınması gerekir.
73. Anayasa Mahkemesi anılan kararda nihai olarak "Müdafi
yardımından yararlanma, dolayısıyla savunma ve adil yargılanma hakkının hukuk
devletindeki önemi dikkate alındığında kuralla getirilen sınırlamanın kişiye
yüklediği külfetin aşırı ve orantısız olduğu, böylelikle şüpheli ve sanığın
müdafii ile görüşmesinin kaydedilmesi, izlenmesi veya bilgi ve belgelere el
konulmasının müdafi yardımından yararlanma hakkına ölçüsüz bir sınırlama
getirdiği ..." şeklinde bir sonuca ulaşmıştır (AYM, E.2018/73,
K.2019/65, 24/7/2019, §§ 122, 123).
74. Anayasa Mahkemesi sonuç olarak -başvurucu hakkındaki
uygulamanın dayanağı olan- 5275 sayılı Kanun'un 59. maddesinin (10) numaralı
fıkrasını, aynı Kanun'un 59. maddesinin (5) numaralı fıkrasının "…
görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü
ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır
bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge
veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları
kayıtlara el konulabilir …" bölümü yönünden Anayasa'nın 13. ve 36.
maddelerine aykırı bularak kuralın iptaline karar vermiştir (AYM, E.2018/73,
K.2019/65, 24/7/2019, § 124).
75. Anayasa Mahkemesi somut başvurunun dayanağı olan ve
yukarıda yer verilen kuralın iptal talebi kapsamında yaptığı norm denetimi
incelemesinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden bir değerlendirme
yapmamıştır. Bu bağlamda eldeki bireysel başvuru yönünden müdafi yardımından
yararlanma hakkına getirilen bir sınırlamanın tutuklu kişiler için -aynı
zamanda- tutukluluğa etkili itiraz edebilme bakımından kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkına yönelik bir sınırlama getirip getirmediğinin ve bu
sınırlamanın ölçülülüğünün değerlendirilmesi gerekecektir.
76. Anayasa Mahkemesi olağanüstü hâl süresince -sayılan
suçlardan- tutuklu olanların müdafileri ile görüşmelerini düzenleyen -ve
başvuruya konu uygulamanın dayanağı olan hükümle benzer düzenlemeler içeren-
18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere
İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair
Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer alan "
.... Cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya
görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri
izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya
avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki
konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve
saatleri sınırlandırılabilir ..." şeklindeki kanun hükmünün iptal
talebi kapsamında norm denetimi yoluyla yaptığı incelemede Anayasa'nın 36.
maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının yanı sıra düzenlemenin tutukluluğa
itiraz hakkına ve bu bağlamda kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına yönelik bir
sınırlama sonucunu doğurduğunu kabul ederek Anayasa'nın 19. maddesinde güvence
altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden de bir inceleme
yapmıştır (AYM, E.2016/205, K.2019/63, 24/7/2019, §§ 89, 90).
77. Anayasa Mahkemesi anılan inceleme sonunda
"Avukatla görüşme hakkının bu şekilde sınırlanması özellikle savunma
makamının özel olarak desteklenmesinin gerektiği hâllerde etkili bir savunma
yapılabilmesini önemli ölçüde zorlaştırmaktadır. Diğer taraftan kural bir bütün
olarak tutuklunun serbest kalabilmek için yaptığı başvuruların da etkili
olmasını engelleyebilecek niteliktedir. Bu itibarla kuralla, müdafi yardımından
yararlanma hakkı ile tutukluluğa itiraz hakkına olağan dönem için Anayasa'da
öngörülen güvence rejiminin ötesinde bir sınırlama getirildiği
anlaşılmaktadır." şeklinde bir sonuca ulaşmıştır (AYM, E.2016/205,
K.2019/63, 24/7/2019, § 92).
78. Bu bağlamda sayılan suçlardan hükümlü olan ve aynı
zamanda başka suçlardan tutuklu olan başvurucunun tutuklu bulunduğu soruşturma
veya kovuşturma dosyası müdafileri ile yaptığı görüşmelerinin teknik olarak
kayda alınması, bir görevli tarafından izlenmesi veya görüşme esnasında belge
alışverişinin sınırlandırılması şeklinde gerçekleşen bir uygulamanın
başvurucunun -savunma hakkının bir yansıması olarak- tutukluluğa etkili şekilde
itiraz edebilme bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına da bir sınırlama
getirdiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi
olağanüstü hâl süresince -sayılan suçlardan- tutuklu olanların müdafileri ile
görüşmelerini düzenleyen -ve başvuruya konu uygulamanın dayanağı olan- hükümle
benzer düzenlemeler içeren 667 sayılı KHK'nın 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yer alan düzenleme uyarınca avukat ile görüşmesinin
sınırlandırılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği
şikâyetiyle yapılan bireysel başvuruda yaptığı incelemede, FETÖ/PDY ile
bağlantılı bir suçtan tutuklu olan başvurucunun müdafiden yararlanma hakkına
yönelik sınırlamaların olağan dönemde tutukluluğa itiraz bağlamında Anayasa'nın
19. maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna
varmıştır (ayrıntılı bilgi için bkz. Yasin Akdeniz, §§ 68-91).
79. Bu durumda Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun yukarıda
ayrıntılı şekilde yer verilen norm denetimi yoluyla ve bireysel başvuru
şikâyetiyle ilgili yaptığı incelemeler dikkate alındığında kuralda belirtilen
suçlardan hükümlü olduğu anlaşılan ve aynı zamanda tutuklu olan başvurucunun
-şüpheli veya sanık sıfatıyla yaptığı avukat görüşmelerinde- müdafi yardımından
yararlanma hakkına yönelik sınırlamaların olağan dönemde tutukluluğa itiraz
bağlamında, Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan
güvencelere aykırı olduğu sonucuna varmak gerekir.
80. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü
dönemlerde Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını
ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekecektir.
iii. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden
81. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruya konu müdahalenin
dayanağı olan KHK hükmünü kanunlaştıktan sonra norm denetimi yoluyla incelemiş
ve bu hükümde yer alan şüpheli veya sanığın müdafii ile görüşmesinin
kaydedilmesi, izlenmesi veya bilgi ve belgelere elkonulmasının müdafi
yardımından yararlanma hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirdiği sonucuna ulaşmış
ve Anayasa'nın 13. ve 36. maddelerine aykırı bularak kuralın iptaline karar
vermiştir (bkz. §§ 75, 76). Anayasa Mahkemesi söz konusu norm denetimi
incelemesinde Anayasa'nın 15. maddesi yönünden ise bir değerlendirme
yapmamıştır.
82. 15 Temmuz darbe teşebbüsü nedeniyle 21/7/2016
tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018
tarihinde son bulmuştur. Olağanüstü hâlin ilan edilme ve uzatılma nedenlerinden
biri de terör eylemlerinin artmış olmasıdır (bkz. §§ 57-61). Başvurucu,
PKK ile bağlantılı bir suçtan hükümlüdür. Aynı zamanda PKK ile bağlantılı bir
suçtan tutuklu bulunmaktadır ve tutuklu bulunduğu dosya müdafileri ile şüpheli
ya da sanık sıfatıyla yaptığı görüşmeleri 7070 sayılı Kanun'un 6.
maddesiyle 5275 sayılı Kanun'un 59. maddesine eklenen (10) numaralı fıkraya
dayanılarak sınırlandırılmıştır. Başvurucu hakkındaki söz konusu uygulama
olağanüstü hâl döneminde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla PKK ile bağlantılı bir
suçtan hükümlü olan başvurucunun şüpheli veya sanık sıfatıyla müdafileri ile
yaptığı görüşmelerin sınırlandırılması sonucunu doğuran uygulamanın tutukluluğa
itiraz bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden olağanüstü
dönemde Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi
gerekecektir.
83. Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş, seferberlik
durumlarında veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve bunlar için Anayasa'nın
diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi
mümkündür. Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız
bir yetki tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere
aykırı tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak
ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere
aykırı bulunmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir. Anayasa
Mahkemesince Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme bu ölçütlerle
sınırlı olacaktır. Anayasa Mahkemesi bu incelemenin usul ve esaslarını ortaya
koymuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 192-211, 344).
84. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı savaş, seferberlik,
sıkıyönetim ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği
dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve dokunulması
yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu hak yönünden
olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması
mümkündür (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 196, 345).
85. Ayrıca anılan hakkın, milletlerarası hukuktan
kaynaklanan yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu
uluslararası sözleşmelerden özellikle Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin
Uluslararası Sözleşme'nin 4. maddesinin (2) numaralı ve Sözleşme'nin 15.
maddesinin (2) numaralı fıkralarında ve Sözleşme'ye ek protokollerde dokunulması
yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi somut olayda başvurucunun
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yapılan söz konusu müdahalenin
milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe (olağanüstü
dönemlerde de korunmaya devam eden bir güvenceye) aykırı olduğu da
saptanmamıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 199, 200, 346).
86. Bununla birlikte kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
devletin bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına
alan temel bir haktır (Erdem Gül ve Can Dündar, B. No: 2015/18567,
25/2/2016, § 62). Kişilerin keyfî olarak hürriyetinden yoksun bırakılmaması,
hukukun üstünlüğüyle bağlı olan bütün siyasal sistemlerin merkezinde yer alan
en önemli güvenceler arasındadır. Bireylerin özgürlüklerine yönelik müdahalenin
keyfî olmaması, olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde de
uygulanması gereken temel bir güvencedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §
347).
87. Bu bağlamda bireylerin kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak güvencelerden birisi de
ölçülülük unsurudur. Somut olayda başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkına yapılan müdahalenin olağan dönemde ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu noktada söz konusu müdahalenin olağanüstü dönemde ölçülü olarak kabul edilip
edilemeyeceğinin tartışılması gerekmektedir.
88. Öncelikle başvurucu hakkındaki uygulamanın dayanağı
olan hüküm otomatik olarak avukat ile yapılan görüşmelerin teknik cihazla sesli
veya görüntülü araçlarla kayda alınmasına, görüşmeleri izlemek amacıyla görevli
hazır bulundurulmasına imkân sağlamamaktadır. Dolayısıyla söz konusu kural
başvurucunun müdafi yardımından yararlanmasını önemli derecede kısıtlamakta ise
de tamamen ortadan kaldırmamakta ve uygulama için bazı güvenceler
öngörmektedir.
89. Bu kapsamda hükmün uygulanabilmesi için öncelikle
kişinin Türk ceza mevzuatında sayılan ve nitelik itibarıyla ağır suçlardan
olağanüstü hâl süresi içinde hükümlü olması gerekmektedir. Ayrıca toplumun ve
ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya
diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya
yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı
ve bu durumun -savcılığın talebi üzerine- bir mahkeme kararıyla tespit edilmesi
şartı aranmış ve söz konusu karara karşı itiraz yolu öngörülmüştür. Dolayısıyla
kişinin kendisi hakkındaki uygulamanın yargısal sistem içinde denetlenmesini
sağlaması mümkün kılınmıştır. Nitekim başvurucu hakkındaki uygulama Savcılığın
talebi üzerine Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararına istinaden gerçekleştirilmiş
ve başvurucu söz konusu karara itiraz ederek başka bir yargı mercii önünde
kararı denetletme imkânını elde etmiştir. Ayrıca söz konusu kısıtlamaların
tutuklunun avukatıyla görüşmesinde uygulanabileceği tutuklu ve avukatına
görüşmeden önce bildirilmektedir.
90. Somut olayda başvurucu, terör örgütü PKK ile
bağlantılı suçlardan dolayı hükümlü ve aynı zamanda PKK ile bağlantılı bir
suçtan da tutukludur. Başvurucunun müdafii ile yaptığı görüşmelere getirilen
söz konusu kısıtlamalar ülkede 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yaşanmasından
birkaç ay gibi kısa bir süre sonra, darbe teşebbüsünün etkilerinin henüz tam
olarak ortadan kalkmadığı ve yeni bir darbe girişimi tehlikesinin söz konusu
olduğu bir dönemde uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350; Selçuk
Özdemir, § 22). Olağanüstü hâlin ilan edilme ve uzatılma gerekçelerinden
birisi de terör örgütü eylemlerinin artması olarak gösterilmiştir. PKK'nın
terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş
tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet,
bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine,
kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle
ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır
Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK],
B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). 15 Temmuz öncesindeki süreçte ve
sonrasında PKK kaynaklı terör olayları büyük bir artış göstermiştir. Kamuoyunda
6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör
eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-27).
Yine 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonraki süreçte de PKK'nın saldırıları
başvurucunun seçim bölgesi de dâhil özellikle ülkenin belli bir bölgesinde
devam etmiştir.
91. Terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını
ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize
olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini
aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B.
No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405,
25/5/2017§ 64). Olağanüstü dönemlerde bu mücadelenin zorluk derecesinin daha da
artacağı kesindir.
92. Bu bağlamada Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve
diğerleri kararında da ifade edildiği üzere "Tedbirin alındığı
zamanın da ölçülülüğün belirlenmesinde gözönüne alınması gerekir." (Aydın
Yavuz ve diğerleri, § 207). Bu bakımdan olağanüstü durumu oluşturan
olayların yaşandığı ve somut tehlikenin tüm gerçekliğiyle ortada olduğu bir
dönemde alınan bir tedbiri ve tehlikenin veya bunu doğuran tehdidin büyük
ölçüde bertaraf edildiği bir zamanda alınan tedbiri farklı şekilde
değerlendirmek gerekir.
93. Bu koşullarda PKK ile bağlantılı suçlardan tutuklanan
kişilerin darbe teşebbüsünden hemen sonraki dönemde tutukluluk sürecinde de
örgütsel faaliyetlerine devam etme ve bunun demokratik anayasal düzeni hedef
alan bazı yeni eylemlere dönüşme riskinin bulunduğu yönündeki bir
değerlendirmenin temelsiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
94. Dolayısıyla olağanüstü hâl süresince PKK ile bağlantılı
bir suçtan hükümlü ve tutuklu olan başvurucu yönünden kanunda öngörülen
hususların gerçekleşmesinin ihtimal dışında olduğu söylenemez. Bu durumda
olağanüstü hâlin PKK terör örgütüne üye olma ve halkı kin ve düşmanlığa alenen
tahrik suçlarından tutuklu olan başvurucunun avukatıyla görüşmelerinin
izlenmesini ve kayda alınmasını meşru kıldığını kabul etmek gerekir.
95. Ayrıca başvurucu hakkındaki uygulama bir defaya
mahsus ve sadece üç ay ile sınırlı olarak gerçekleşmiş, sonrasında başvurucunun
müdafileri ile görüşmesine anılan KHK hükmüne bağlı bir kısıtlama söz konusu
olmamıştır. Sonuç olarak kanunda öngörülen gerekçelerin varlığının tespiti
durumunda başvurucunun müdafii ile yaptığı görüşmelerin kayda alınması ve/veya
görüşme esnasında bir görevlinin bulundurulması ya da belge alışverişinin
kısıtlanması şeklindeki uygulamanın -Türk ceza mevzuatında yeterli güvencelerin
sağlanmış olması ve- olağanüstü hâlin koşulları (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§
12-25, 51) dikkate alındığında ölçülü olmadığı söylenemez.
96. Nitekim Anayasa Mahkemesi -salt tutuklular yönünden
benzer bir düzenleme öngören- 6749 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (d) bendinin ilgili kısmının iptal talebine ilişkin olarak
yaptığı norm denetimi incelemesinde, söz konusu kısıtlamanın olağan dönemde
ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varmakla birlikte 15. madde kapsamında
yaptığı incelemede 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve sonrasında ülkenin genel
koşullarına değindikten sonra söz konusu uygulamanın Türk ceza mevzuatında yer
verilen, nitelik itibarıyla ağır suçlardan tutuklu olanlar için öngörülmesi ve
düzenlemede uygulamanın ancak belirtilen hususların savcılık kararı ile
tespitinden sonra mümkün olması şeklinde güvence getirilmiş olmasına vurgu
yaparak olağanüstü dönem şartlarında tutukluluğa itiraz hakkına yapılan
müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varmış ve iptal talebini reddetmiştir (AYM,
E.2016/205, K.2019/63, 24/7/2019, §§ 93-108).
97. Kaldı ki Türk ceza mevzuatına göre tutuklu kişi
bizzat kendisinin veya müdafiinin vereceği bir dilekçeyle veya duruşma
esnasında herhangi bir kısıtlama olmadan avukat yardımı da alarak doğrudan
sözlü ya da yazılı savunma yapmak suretiyle tutukluluğa yönelik itirazlarını
serbestçe ileri sürebilmektedir. Başvuruya konu uygulamanın dayanağı olan KHK
hükmünde buna ilişkin bir kısıtlama söz konusu değildir. Somut olayda
başvurucunun anılan şekilde tutukluluğa etkili olarak itiraz edemediği yönünde
bir şikâyeti de bulunmamaktadır.
98. Ayrıca Anayasa Mahkemesi olağanüstü hâl süresince
-sayılan suçlardan- tutuklu olanların müdafileri ile görüşmelerini düzenleyen
-ve başvuruya konu uygulamanın dayanağı olan hükümle benzer düzenlemeler içeren
667 sayılı KHK'nın 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan "
.... Cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya
görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri
izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya
avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki
konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve
saatleri sınırlandırılabilir ..." şeklindeki düzenleme uyarınca avukat
ile görüşmesinin sınırlandırılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği şikâyetiyle yapılan bireysel başvuruda yaptığı
incelemede; FETÖ/PDY ile bağlantılı bir suçtan tutuklu olan başvurucunun
müdafiden yararlanma hakkına yönelik sınırlamaların olağan dönemde tutukluluğa
itiraz bağlamında Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan
güvencelere aykırı olduğu ancak Türk ceza mevzuatında yeterli güvencelerin
sağlanmış olması ve olağanüstü hâlin koşulları (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§
12-25, 51) dikkate alındığında Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediği sonucuna
varmıştır (ayrıntılı bilgi için bkz. Yasin Akdeniz, §§ 68-91).
99. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 15. maddesiyle
birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine
karar verilmesi gerekir.
B. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
100. Başvurucu; avukatıyla görüşmesinin teknik araçlarla
kayda alınması, infaz memurunun görüşmeyi izlemesi ve görüşme süresi ile belge
alışverişinin sınırlandırılması nedenleriyle savunma hakkının kısıtlandığını ve
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
101. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki
iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
102. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvuru
formundakine benzer iddialarda bulunmuştur.
2. Değerlendirme
103. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek
için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe
Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013 §§ 16, 17).
104. Somut olayda başvurucu hakkındaki yargılamanın
sonuçlanmadığı (bkz. § 33) buna göre de adil yargılanma hakkı kapsamında ileri
sürülen bu iddiaların yargılama sürecinde ve kanun yolunda incelenmesi
imkânının bulunduğu anlaşılmaktadır.
105. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
C. Siyasi
Faaliyette Bulunma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
106. Başvurucu; tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumunda
avukatı aracılığı ile siyasi faaliyet kapsamında okunması için meclis grubuna
göndermek istediği yazılı belgenin KHK hükmü uyarınca sınırlamaya tabi
tutulduğunu, incelendikten sonra bir kısmının sansürlenerek gönderildiğini
ileri sürerek siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir. Başvurucu ayrıca Avrupa Konseyi Genel Sekreteri ile Avrupa Konseyi
İnsan Hakları Komiseri'ne gönderdiği mektuplara da el konulduğunu iddia
etmiştir.
107. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki
iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
108. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevabında başvuru
formundakine benzer iddialarda bulunmuştur.
2. Değerlendirme
109. Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili
delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve
dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda
bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer. Başvurucunun kamu
gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak
ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller
ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu
başvuru dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların
tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği, buna ilişkin gerekçe ve
deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19,
20).
110. Somut olayda başvurucu başvuru formları ve
eklerinde, avukatıyla görüşmesinin teknik araçlarla kayda alınması, infaz
memurunun görüşmeyi izlemesi ve belge alışverişinin sınırlandırılarak avukatı
aracılığı ile mensubu olduğu siyasi partinin grup toplantılarında okunması için
-siyasi faaliyet kapsamında- meclis grubuna göndermek istediği yazılı
belgelerin KHK hükmü uyarınca sınırlamaya tabi tutulduğunu, incelendikten sonra
bazı kısımlarının sansürlenerek gönderildiğini ve Avrupa Konseyi Genel
Sekreteri ile Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri'ne gönderdiği mektuplara el
konulduğunu belirterek siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür. Ancak başvurucu, incelemeye tabi tutulduğunu ve
sansürlendiğini ileri sürdüğü belgelere ilişkin olarak değerlendirmeye esas
olabilecek belgeleri başvuru dosyasına sunmamış; belgelerin içeriğine dair
inceleme ve denetleme yapmaya elverişli yeterli bilgi de vermemiştir. Başvurucu
ayrıca Bakanlık görüşüne cevap dilekçesinde de soyut şikâyet dışında anılan
hususlara ilişkin olarak herhangi bir bilgi veya belge sunmamış ve açıklama
yapmamıştır. Başvurucunun söz konusu belgeleri istemesine rağmen ceza infaz
kurumu idaresi tarafından kendisine verilmediğine dair bir iddiası da
bulunmamaktadır.
111. Dolayısıyla başvurucunun siyasi faaliyette bulunma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürdüğü hususlarda deliller sunarak olaylarla ilgili
iddialarını temellendirme ve -olaylarla ilişkilendirerek- hangi Anayasa
hükmünün ne şekilde ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle
hukuki iddialarını ortaya koyma yükümlülüğünü yerine getirmediği anlaşılmıştır.
112. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun siyasi
faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının
temellendirilmemiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tutukluluğun hukukiliğine etkili bir şekilde itiraz
edilememesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
3. Siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 19. maddesinin 8. fıkrasında güvence
altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA 30/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.