TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DİANA KUTLAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/33788)
|
|
Karar Tarihi: 10/2/2021
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Eren Can BENAKAY
|
Başvurucu
|
:
|
Diana KUTLAR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, evlilik birliği devam ederken eşin evli
olduğunu bilerek eşle ilişki yaşayan üçüncü kişiye karşı diğer eş tarafından
açılan manevi tazminat davasının aynı konudaki lehe Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
kararına rağmen reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 25/8/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda
bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, eşi ile M.G.nin -eşinin evli olduğunu
M.G.nin bilmesine rağmen- ilişki yaşadıklarını belirterek M.G.ye (davalı) karşı
13/9/2013 tarihinde manevi tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde
başvurucu, yaşanan olayları anlattıktan sonra davalının onurunu kırdığını ve
kendisini küçük düşürdüğünü belirterek kişilik haklarına yapılan ağır saldırı
sonucunda oluşan manevi zararın karşılanması gerektiğini iddia etmiştir.
10. İstanbul 24. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme)
2/7/2014 tarihinde davayı kısmen kabul etmiş ve başvurucuya 40.000 TL manevi
tazminatın faizi ile birlikte ödenmesine karar vermiştir. Kararda, davalının
başvurucunun eşinin evli olduğunu bilerek onunla ilişki yaşadığı
belirtilmiştir. Söz konusu ilişkinin başvurucunun hamilelik dönemine ve yeni
doğum yaptığı döneme rast geldiği ifade edilmiştir. Davalının eyleminin
başvurucuya karşı kişilik haklarına ağır saldırı teşkil edecek nitelikte haksız
eylem olduğu ve bu eylem nedeniyle de başvurucunun manevi zarara uğradığı söylenmiştir.
11. Davalı 8/8/2014 tarihinde mahkeme kararını temyiz
etmiştir. Dilekçesinde hakkında başlatılan icra takibi neticesinde mahkeme
kararından haberdar olduğunu belirtmiştir. Mahkeme kararının kanuna aykırı
olduğunu belirterek gerekçeli kararın tebliğinden itibaren temyiz sebeplerini
vereceği ek dilekçe ile bildireceğini ifade etmiştir.
12. Başvurucu 16/9/2014 tarihinde temyiz dilekçesine
cevap vermiş ve aynı zamanda mahkeme kararını temyiz etmiştir. Dilekçesinde
temyiz dilekçesinin bir kez verilebileceğini belirterek davalı tarafından
verilecek ek temyiz dilekçesinin dikkate alınmaması gerektiğini ve faiz işleme
tarihinin yanlış belirlendiğini ifade etmiş, bununla birlikte hükmedilen manevi
tazminat tutarının az olduğundan yakınmıştır. Bu sebeple mahkeme kararının
belirttiği şekilde düzeltilerek onanmasını talep etmiştir.
13. Bu arada başvurucu ile eşi, İstanbul Anadolu 12. Aile
Mahkemesinin 22/1/2015 tarihli kararıyla boşanmıştır. Kararın boşanmaya yönelik
kısmı Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 29/2/2016 tarihli kararıyla onanmıştır.
14. Davalı 27/2/2015 tarihinde ek temyiz dilekçesini
vermiştir. Dilekçesinde Mahkemenin eksik inceleme neticesinde karar verdiğini
belirtmiştir. Zira yaşamış olduğu ilişkiden başvurucunun iki yıla yakın bir
süredir haberdar olduğunu ve bu durumun başvurucunun ilişkiye rıza gösterdiğini
açıkça ortaya koyduğunu ifade etmiştir. Öte yandan başvurucu ile eşi arasında
açılan boşanma davasının bekletici mesele yapılması gerektiğini ileri
sürmüştür.
15. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (Daire) 22/12/2015
tarihinde mahkeme kararını bozmuştur. Kararda, evlenmeyle eşler arasında
kurulan aile birliğinin taraflara yüklediği ödevlerin ihlali veya yerine
getirilmemesi durumunda bu yükümlülüğü yerine getirmeyen eş 22/11/2011 tarihli
ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'ndaki sonuçların boşanma sebebi ve boşanmanın
olması durumunda bu olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğradığında eşin
manevi tazminat talep edebileceği şeklinde olduğu belirtilmiştir. 4721 sayılı
Kanun'daki düzenlemenin dava dışı eşin evlenme ile kurulan aile birliğinin
tarafı olması sıfatından kaynaklandığı zira dava dışı eş kendi iradesi ile bu
birliğin tarafı olmayı kabul ederek Kanun'un kendisine tanıdığı hak ve
yükümlülükler altına girdiği ifade edilmiştir. Davalının doğrudan başvurucunun
bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan
söz edilemeyeceği zira Kanun'da yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte
gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme bulunmadığı
söylenmiştir. Öte yandan davalının işlenen fiilden asli olarak sorumlu
tutulamayacağından haksız fiil hükümlerinin uygulanamayacağı ve yine işlenen
fiil müstakilen ve asli olarak işlenebilir bir fiil olmaması nedeniyle iştirak
hükümlerinin de uygulanamayacağı dile getirilmiştir.
16. Mahkeme bozma kararına uyarak 10/3/2016 tarihinde
davayı reddetmiştir. Kararda yukarıda belirtilen bozma kararında yer alan
gerekçelere yer verilmiştir.
17. Başvurucu 28/4/2016 tarihinde mahkeme kararını temyiz
etmiştir. Dilekçesinde, davalının kendisine arayarak ve elektronik posta
yoluyla ulaşarak kişilik haklarını ihlal ettiğini söylemiştir. Her ne kadar
Dairenin bozma kararına uyularak karar verilse de Dairenin aynı konuya ilişkin
olarak farklı verdiği kararlar bulunduğunu ve söz konusu durumun eşitlik
ilkesini ihlal ettiğini belirtmiştir. Davalının evli olduğunu bilerek eski eşi
ile yaşamış olduğu ilişkinin kişilik haklarını ihlal ettiğini vurgulayarak
kendisine manevi tazminat ödenmesi gerektiğini ifade etmiştir.
18. Daire 13/10/2016 tarihinde temyiz talebini reddederek
mahkeme kararını onamıştır.
19. Başvurucu 29/11/2016 tarihinde Daire kararının
düzeltilmesini talep etmiştir. Dilekçesinde, temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü
hususları tekrar etmiştir.
20. Başvurucu 30/5/2017 tarihinde karar düzeltme istemine
ilişkin ek dilekçe vermiştir. Dilekçesinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
(Yargıtay HGK) 22/3/2017 tarihli kararı uyarınca evli kişi ile ilişki yaşayan
kişinin söz konusu eyleminin aldatılan eşe karşı haksız fiil niteliğinde olduğu
ve anılan eylem nedeniyle oluşan manevi zarardan sorumlu tutulması gerektiği
belirtilmiştir.
21. Daire 22/6/2017 tarihli kararıyla başvurucunun karar
düzeltme talebini reddetmiştir.
22. Nihai karar başvurucuya 1/8/2017 tarihinde tebliğ
edilmiştir. Başvurucu 28/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Mevzuat
Hükümleri
23. 4721 sayılı Kanun'un 185. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Evlenmeyle eşler arasında evlilik
birliği kurulmuş olur.
...
Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık
kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar."
24. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu'nun 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille
başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk
kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren
de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
25. 6098 sayılı Kanun'un 58. maddesinin birinci fıkrası
şu şekildedir:
"Kişilik hakkının zedelenmesinden
zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir
miktar para ödenmesini isteyebilir.”
B. Yargıtay
İçtihadı
26. Başvurucunun dilekçesine eklediği Yargıtay HGK'nın
22/3/2017 tarihli ve E.2017/1334, K.2017/545 sayılı kararının ilgili kısmı şu
şekildedir:
"...
Sonuç itibariyle, davalının davacının
eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğinin tarafların
ve mahkemenin kabulünde olmasına göre; davalının sorumluluğu ahlaka ve adaba
aykırılık nedeniyle gerçekleşen 'haksız fiil'den kaynaklanmakta; dava da yasal
dayanağını haksız fiile ilişkin hükümlerden almaktadır.
Türk Medeni Kanunu'nun 185. maddesinde
yer alan 'evlenmeyle eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler
birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.'
biçimindeki düzenleme gereğince, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği,
diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğindedir. Bu eyleme
evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.
Ayrıca eşlerin bu yüzden boşanmış olup olmaları da önem taşımaz.
Bu nedenlerle somut olayda mahkemece
davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul edilerek
davacı eş yararına tazminata hükmedilmesi yerindedir.
..."
27. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel
Kurulunun 6/7/2018 tarihli ve E.2017/5, K.2018/7 sayılı kararının ilgili kısmı
şu şekildedir:
"...
Konumuz açısından üçüncü kişinin
fiilinin haksız fiil olarak nitelendirilebilmesine olanak bulunmadığından
sadece aldatma fiiline iştirak etmesi nedeniyle, aldatan eşle birlikte TBK'nun
61. maddesi çerçevesinde müteselsilen sorumlu tutulabilmesi mümkün değildir.
Görüldüğü üzere evlilik birliği devam
ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişinin,
aldatılan eşe karşı manevi tazminat sorumluluğu ile ilgili olarak
kanunlarımızda özel bir tazminat hükmü yer almamasına rağmen, haksız fiile
ilişkin genel koşulları da taşımayan eyleminden dolayı üçüncü kişi aleyhine
yargı kararıyla tazminat sorumluluğu ihdas edilmesi, evlilik birliğinin ve aile
bütünlüğünün korunması gibi saiklerle dahi kabul görmemelidir.
Hemen belirtilmelidir ki, üçüncü kişinin
katıldığı aldatma eylemi ile bağlantılı olmakla birlikte sadakatsizlik
olgusundan farklı olarak, bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkı ihlali
durumunda, eş söyleyişle üçüncü kişinin doğrudan aldatılan eşin kişilik
değerlerine yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunması durumunda manevi
tazminat sorumluluğunun doğacağında tereddüt bulunmamaktadır.
Bu kapsamda örneğin, aldatma eylemi ile
bağlantılı olarak üçüncü kişinin, aldatılan eşin konut dokunulmazlığını ihlal
etmesi, özel yaşamına müdahale etmesi, sır alanına girmesi, ele geçirdiği bazı
özel bilgileri ifşa etmesi, kullandığı söz ve diğer ifadeler ile onur ve
saygınlığını zedelemesi gibi eylemlerinde hukuka aykırılık unsurunun
gerçekleştiği şüphesizdir.
Hâl böyle olunca, üçüncü kişi tarafından
gerçekleştirilen başkaca bir kişilik hakkı ihlali bulunmadıkça, salt evli bir
kişiyle birlikte olmak şeklindeki eyleminden dolayı aldatılan eşin üçüncü
kişiden manevi tazminat isteyebilmesinin mümkün bulunmadığı sonuç ve kanaatine
varılmıştır.
..."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 10/2/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Hakkaniyete
Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
29. Başvurucu; davalının tazminat ödemesi gerektiği
yönünde Yargıtay HGK'nın 22/3/2017 tarihli kararı olduğu ve karar düzeltme
aşamasında bu kararı sunduğu hâlde dikkate alınmayarak davasının reddedilmesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
30. Bakanlık görüşünde, başvurucunun şikâyetinin evli
olduğunu bilmesine rağmen aldatan eşi ile birlikte olan üçüncü kişiye karşı
kişilik haklarına saldırı sebebiyle açtığı tazminat davasının reddedilmesine
ilişkin olduğu belirtilerek şikâyetlerin özel hayata saygı hakkı kapsamında
dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
31. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti"
kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Somut olayda başvurucunun özel hayata saygı hakkına ilişkin açık bir
şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucunun şikâyeti, emsal Yargıtay HGK kararı
olmasına rağmen davasının reddedilmesine ilişkin olduğundan adil yargılanma
hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında inceleme yapılmıştır.
33. Somut olayda ilk derece mahkemesi başvurucu lehine
tazminat ödenmesine karar vermiş ise de Daire, kararı bozmuştur. Daire
kararında; davalının doğrudan başvurucunun bedensel veya ruhsal bütünlüğüne
yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan söz edilemeyeceği, Kanun'da
yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler
yönünden sorumluluk getiren düzenleme bulunmadığı, davalının işlenen fiilden
asli olarak sorumlu tutulamayacağından haksız fiil hükümlerinin de
uygulanamayacağı ve yine işlenen fiil müstakilen ve asli olarak işlenebilir bir
fiil olmaması nedeniyle iştirak hükümlerinin de uygulanamayacağı gerekçelerine
dayanılmıştır. İlk derece mahkemesi bozma kararına uyarak davanın reddine karar
vermiştir (bkz. §§ 15, 16).
34. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya
birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin
benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan
birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk
kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa
Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden
fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip
etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916,
12/1/2017, § 81).
35. Öte yandan yargısal kararlardaki değişiklikler,
hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama
kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği
sağlaması beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer
davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşması,
bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire
tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine
zıt sonuçları ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik
ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi
hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen
güven zarar görebilir (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, §
64).
36. Anayasa Mahkemesi; bu noktada derece mahkemelerinin
hukuk kurallarını yorumlamasından kaynaklanan içtihat farklılığının süregelen
bir hâl aldığı, başka bir anlatımla kısa sayılamayacak bir zaman dilimi içinde
uygulamada birliğin sağlanamadığı durumlarda uygulamadaki tutarsızlıkları
ortadan kaldıracak nitelikteki tedbirlerin önemine işaret etmektedir (Yasemin
Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, § 43).
37. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği yargı sistemine olan
güveni sağlamak ve korumakla yükümlü olan devlet, aynı yargı koluna dâhil
mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan
kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir
şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük,
adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olarak kabul edilmelidir. (Engin
Selek, B. No: 2015/19816, 8/11/2017, § 58).
38. Esas itibarıyla hukuk kurallarını yorumlama ve
uygulama yetkisine sahip olan derece mahkemelerinin içtihat değişikliğine
gitmiş olması tek başına adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul edilemez.
Ancak bu yargısal içtihat farklılıklarının hukuk güvenliği ve hukuki belirlilik
ilkelerini zedelememesi için en önemli görev yüksek mahkemelere düşmektedir.
Yüksek mahkemeler, yargı sistemine olan güveni sağlamak amacıyla aynı yargı
koluna dâhil mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını
ortadan kaldırabilecek nitelikteki mekanizmaları çalıştırarak söz konusu
içtihat farklılıklarını ortadan kaldırmalıdır. Bu bağlamda yargılamanın
hakkaniyeti bağlamında hukuk devleti ile hukuk güvenliği ilkelerine
uyulduğundan söz edilebilmesi için öncelikli olan, ilgili yargısal süreçte oluşabilecek
içtihat farklılığının giderilmesidir (Ertan Yılmaz [GK], B. No:
2018/14445, 12/12/2019, § 62).
39. Bu bağlamda, evlilik birliği devam ederken eşlerden
biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eş
tarafından manevi tazminat davasının açılabilirliği konusunda yaşanan içtihat
farklılığını gidermek için içtihadı birleştirme yolunun işletildiği
görülmektedir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 6/7/2018 tarihli
kararında; anılan hususta Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ile Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu arasında içtihat farklılığı olduğu belirtilmiş ve kararlar arasındaki
aykırılığın içtihatların birleştirilmesi yoluyla giderilmesine karar verildiği
ifade edilmiştir.
40. Anılan Kurul; ilgili kanunları, kavram ve kurumları
(haksız fiil sorumluluğu; -hukuka aykırı fiil, zarar, nedensellik bağı, kusur-
ahlaka aykırı fiilden kaynaklanan haksız fiil sorumluluğu, kişilik hakları,
sadakat yükümlülüğü, eşler arasındaki sadakat yükümlülüğünün ihlalinin
sonuçları, zina) ve bilimsel görüşleri değerlendirmiş ve evlilik birliği devam
ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiden
aldatılan eşin -salt bu nedene dayalı olarak- manevi tazminat isteyemeyeceği
sonucuna varmıştır.
41. Bu itibarla başvurucunun dava açtığı tarihte Daire ve
Yargıtay HGK arasında aynı mahiyetteki olayların hukuki yorumuna ilişkin
farklılıklar mevcut ise de bu farklılıkların Yargıtay tarafından içtihadı
birleştirme yoluyla giderildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca mahkemelerin değişen
koşullar, toplumsal ihtiyaçlar ve günün gereklerine uygun hareket edebilme
yönünden mevcut olan yorumlarını terk ederek yeni bir yaklaşım benimsemesi
mümkün olup bu husus kişiler için öngörülemez nitelikte değildir. Dolayısıyla
başvurucunun iddiasına dayanak yaptığı kanun hükümlerine ilişkin olarak
birbiriyle çelişen birden fazla yorum mevcut ise de Daire tarafından benimsenen
yorumun Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu kararında da benimsenmiş olduğu
nazara alındığında varılan sonucun yargılamanın hakkaniyetini zedelemediği
sonucuna varılmaktadır.
42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
43. Başvurucu, manevi tazminat davasının reddedilmesi
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
44. Bakanlık görüşünde, mülkiyet hakkı konusunda herhangi
bir husus belirtilmemiştir.
2. Değerlendirme
45. Bir anayasal hak ihlali iddiasının Anayasa
Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dâhilinde olabilmesi için başvurucu
tarafından dayanılan hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerden olması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’nin taraf
olduğu buna ek protokoller kapsamında yer alması, ayrıca başvurucunun ihlal
iddiasına temel alınan hakkın kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin
bulunması gerekir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 31).
46. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir
kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa
Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle
öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki
durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382,
16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
47. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı
mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda
sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki
menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa ile korunan mülkiyet kavramı
içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut
bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil
mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli
durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde
etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı
güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478,
25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).
48. Meşru beklenti, objektif temelden uzak bir beklenti
olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek
olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili
hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk
Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42).
Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye
dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet
iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı
kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No:
2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece
mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru
beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi,
§ 37).
49. Başvurucu, tazminat davasının reddedilmesinden yakınmaktadır.
Başvurucunun davasında, Yargıtay Dairesinin evlilik birliği devam ederken
eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişi aleyhine
aldatılan eş lehine tazminata karar verilemeyeceği yönündeki kararına
istinaden davanın reddine karar verilmiştir. Her ne kadar aynı hususta Yargıtay
HGK'nın aldatılan eş lehine karar verilebileceği yönünde kararları varsa da bu
kararların meşru beklenti oluşturacak şekilde yerleşik içtihat hâline
gelmediği, aksine Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu
tarafından içtihadın Daire kararı doğrultusunda birleştirildiği görülmüştür.
50. Buna göre yargı makamları önünde iddiasını ispat
edemeyen, belirli bir kanun hükmüne ya da istikrarlı bir içtihada dayanmayan
başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı
kapsamına giren bir ekonomik değerin veya en azından böyle bir değeri elde etme
yönünde meşru beklentisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
51. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 35.
maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaati bulunmadığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA 10/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.