TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET KANAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/33904)
|
|
Karar Tarihi: 13/10/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
M.Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Tuğba TUNA IŞIK
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet KANAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali TOPÇU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; iş sözleşmesinde kararlaştırılan cezai şartın
tazmini istemi ile açılan davanın Yargıtay daireleri arasındaki görüş
farklılıkları ortadan kaldırılmadan aleyhe sonuçlandırılması nedeniyle
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 5/9/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucu
Hakkındaki Yargılamaya İlişkin Süreç
8. Başvurucu 1/9/2010 tarihinde imzalanan hizmet
sözleşmesi ile bir tarım kredi kooperatifinde (işveren) çalışmaya başlamıştır.
9. Başvurucu ile işveren arasında imzalanan hizmet
sözleşmesinde, sözleşmenin süresinin ilk iki ayı deneme süresi olmak üzere üç
yıl olduğu, sözleşme tarihinden itibaren üç yıllık asgari çalışma süresi
dolmadan taraflardan birinin sözleşmeyi haksız ve geçersiz olarak feshetmesi
durumunda karşı tarafa cezai şart ödeyeceği hususlarına yer verilmiştir.
10. Sözleşme ekinde yer alan ve taraflarca imzalanan
1/9/2010 tarihli "Taahhütname" başlıklı belgede, sözleşme
süresinin bitiminden önce haklı ve geçerli neden olmadan sözleşmeyi fesheden
tarafın diğer tarafa fesih tarihindeki ihbar tazminatına esas giydirilmiş aylık
brüt ücretinin 5 katı tutarında cezai şart ödeyeceği kararlaştırılmıştır.
11. Başvurucu, işverene sunduğu 4/3/2011 tarihli istifa
dilekçesinde, Maliye Bakanlığı gelir uzman yardımcılığı sınavını kazanması
sebebiyle 7/3/2011 tarihinde işinden istifa etmek istediğini bildirmiş; bu
şekilde iş sözleşmesini tek taraflı olarak feshetmiştir.
12. İşveren 1/6/2011 tarihinde başvurucu aleyhine açtığı
davada feshin haksız olduğunu iddia etmiş ve hizmet sözleşmesinde
kararlaştırılan cezai şartın tazminini talep etmiştir.
13. Uşak İş Mahkemesi (Mahkeme), 9/11/2012 tarihinde
davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme karar gerekçesinde 22/5/2003 tarihli
ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 11. maddesinde belirtilen şartlar bulunmadığından
taraflar arasında düzenlenen hizmet sözleşmesinin belirsiz süreli sözleşme
niteliğinde olduğunun kabulü gerektiği, sözleşmede düzenlenen cezai şartın işçi
aleyhine olduğu, davalıya cezai şart uygulanmasının hakkaniyete ve belirsiz
süreli iş sözleşmesinin hükümlerine uygun olmadığı ifade edilmiştir.
14. Davalının temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk
Dairesinin (Daire) 27/12/2013 tarihli kararı ile mahkeme kararı bozulmuştur.
Bozma kararı gerekçesinde, taraflar arasında düzenlenen hizmet sözleşmesinde
her iki taraf yönünden de cezai şart düzenlendiği, davacı işçinin resmî kuruma
atanma gerekçesi ile yaptığı tek taraflı feshin haklı nedene dayanmadığı,
dolayısıyla iş sözleşmesinde kararlaştırılan cezai şartın koşullarının oluştuğu
belirtilmiş; cezai şarta ilişkin talebin olay tarihinde yürürlükte bulunan
22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 161. maddesinin üçüncü
fıkrasının dikkate alınarak çalışılan süre de gözönünde bulundurulmak suretiyle
hüküm altına alınması gerektiği ifade edilmiştir.
15. Mahkeme, bozma kararına uymak suretiyle 14/5/2014
tarihinde davanın kabulüne, bilirkişi raporu ile hesaplanan 8.250,85 TL cezai
şartın istifa tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte
başvurucudan tahsiline karar vermiştir.
16. Anılan karar başvurucunun temyizi üzerine Dairenin
31/10/2014 tarihli kararıyla bozulmuştur. Karar gerekçesinde, başvurucunun
sorumlu olacağı cezai şart miktarının hesabında 818 sayılı mülga Kanun'un 161.
maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca çalışılan sürenin de gözönünde
bulundurulması gerektiği, bu bağlamda hükmüne uyulan bozma ilamının gereğinin
tam olarak yerine getirilmediği belirtilmiştir.
17. Mahkeme, bozma ilamına uyarak yaptığı yargılamada
yeniden bilirkişi raporu almıştır. Bilirkişi, başvurucunun davalı işyerinde
çalıştığı ve çalışmayı taahhüt ettiği süreleri oranlamak suretiyle cezai şart
miktarını hesaplamıştır. Mahkeme, bu bilirkişi raporunu esas alarak 1/9/2015
tarihinde davanın kısmen kabulü ile 6.810,96 TL cezai şartın istifa tarihinden
itibaren işleyecek yasal faizi ile başvurucudan tahsiline karar vermiştir.
18. Söz konusu karar, başvurucu ve davacı tarafından
temyiz edilmiştir. Daire 17/2/2016 tarihli kararıyla, davalının işçi olduğu ve
aldığı ücret miktarı dikkate alındığında hükmedilen cezai şart miktarının fahiş
olduğu, Mahkemece belirlenen cezai şart miktarından dava tarihi itibarıyla
yürürlükte bulunan 818 sayılı mülga Kanun'un 161. maddesinin üçüncü fıkrası
gereğince makul bir indirim yapılarak hüküm kurulmasının hakkaniyete uygun
olacağı gerekçeleriyle bozma kararı vermiştir.
19. Mahkeme, anılan bozma kararına uyarak 25/1/2017
tarihinde davanın kısmen kabulü ile 5.775,59 TL cezai şartın istifa tarihinden
itibaren işleyecek yasal faizi ile başvurucudan tahsiline karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde 818 sayılı mülga Kanun'un 161. maddesinin üçüncü fıkrası
gereğince çalışılan süre de gözönünde bulundurulmak suretiyle tespit edilen
cezai şart miktarından takdiren %30 oranında hakkaniyet indirimi yapıldığı
ifade edilmiştir.
20. Başvurucu ve davacı tarafından temyiz edilen karar
Dairenin 20/6/2017 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiş ve nihai karar
11/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu 5/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. Üçüncü Kişi
F.U. Hakkındaki Yargılamaya İlişkin Süreç
22. F.U. 1/9/2010 tarihinde bir tarım kredi kooperatifi
(kooperatif) ile 3 yıllık hizmet sözleşmesi imzalamıştır.
23. Anılan sözleşme devam ederken F.U. 8/3/2011 tarihinde
Maliye Bakanlığı gelir uzmanı yardımcılığı sınavını kazandığı gerekçesiyle
istifa dilekçesi vermiştir.
24. Kooperatif tarafından hizmet sözleşmesi kapsamında
cezai şart düzenlemesinin bulunduğu, sözleşmenin haksız yere feshedildiği
gerekçesiyle F.U. aleyhine Uşak İş Mahkemesinde dava açılmıştır.
25. Mahkeme 3/11/2011 tarihinde başvurucunun açtığı
davada vermiş olduğu aynı gerekçeyle (bkz. § 13) davanın reddine karar
vermiştir.
26. Söz konusu karar Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 13/3/2014
tarihli kararı ile onanmıştır.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili
Mevzuat
27. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 8.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi)
bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi
üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. İş sözleşmesi, Kanunda aksi belirtilmedikçe,
özel bir şekle tâbi değildir."
28. 4857 sayılı Kanun'un 11. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"İş ilişkisinin bir süreye bağlı
olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli
işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya
çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı
şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir.''
29. 818 sayılı mülga Kanun'un 158. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
"Akdin icra edilmemesi veya natamam
olarak icrası halinde tediye edilmek üzere cezai şart kabul edilmiş ise,
hilafına mukavele olmadıkça, alacaklı ancak ya akdin icrasını veya cezanın
tediyesini isteyebilir."
30. 818 sayılı mülga Kanun'un 161. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"(1) Akitler, cezanın miktarını
tayinde serbesttirler.
...
(3) Hakim, fahiş gördüğü cezaları tenkis
ile mükelleftir."
31. 1/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 11/1/2011 tarihli
ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 179. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Bir sözleşmenin hiç veya gereği
gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden
anlaşılmadıkça alacaklı, ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir.''
32. 6098 sayılı Kanun'un 182. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Taraflar, cezanın miktarını
serbestçe belirleyebilirler."
33. 6098 sayılı Kanun'un ''Ceza koşulu ve ibra''
kenar başlıklı 420. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Hizmet sözleşmelerine sadece işçi
aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.''
2. Yargıtay
Kararları
34. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 5/5/2009 tarihli ve
E.2008/31149, K.2009/12756 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Somut olayda, davalı işçi acil durum
tıbbi teknisyeni olup, davalıya ait hastanede süreklilik gösteren bir işte
görev yapmıştır. Bu itibarla taraflar arasında belirli süreli iş sözleşmesi
yapılmasını gerektiren objektif nedenler bulunmadığı gibi, 1.12.2006 tarihinde
yenilenmesi yönünde de yasanın aradığı anlamda esaslı neden söz konusu
değildir. Bu itibarla iş sözleşmesinin belirsiz süreli olarak değerlendirilmesi
gerekir. Böyle olunca süreye bağlı olarak öngörülen cezai şart yönünden yasal
koşullar oluşmamıştır.
..."
35. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 22/6/2010 tarihli ve
E.2008/35227, K.2010/21068 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... Yasada belirli süreli işlerle,
belirli bir işin tamamlanması veya belli bir olgunun ortaya çıkması gibi
objektif koşullara bağlı olarak belirli süreli iş sözleşmesi yapılabilecektir.
...
Somut olayda, davalı işçi hemşire olup.
davacıya ait hastanede süreklilik gösteren bir işte görev yapmıştır. Bu
itibarla taraflar arasında belirli süreli iş sözleşmesi yapılmasını gerektiren
objektif nedenler bulunmadığı gibi, 05.06.2006 tarihinde yenilenmesi yönünde de
yasanın aradığı anlamda esaslı neden söz konusu değildir. Bu itibarla iş
sözleşmesinin belirsiz süreli olarak değerlendirilmesi gerekir. Böyle olunca
süreye bağlı olarak öngörülen cezai şart yönünden yasal koşullar oluşmamıştır.
Davalı işçinin sözleşme süresinden önce bir feshi söz konusu olmadığına göre
cezai şart öngören kural geçersizdir. Böyle olunca davacı işverenin açmış olduğu
cezai şart ödenmesi isteğinin reddi yerine kısmen kabulüne karar verilmesi
hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
..."
36. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 6/12/2012 tarihli ve
E.2012/7662, K.2012/27350 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Cezai şart mevzuatımızda 818 sayılı
Borçlar Kanunu'nda düzenlenmiş olup, 4857 sayılı İş Kanununda konuya dair bir
hükme yer verilmemiştir. Belirsiz süreli sözleşmelerde cezai şart
konulamayacağı yönünde bir düzenleme bulunmamaktadır. Belirsiz süreli bir iş
sözleşmesinde asgari çalışma süresi kararlaştırılabilir ve bu asgari süreye
riayeti sağlama amacına yönelik cezai şart kararlaştırılabilir. Dolayısıyla
gerek belirli gerekse belirsiz süreli iş sözleşmelerinde, cezai şart içeren
hükümler, karşılıklılık prensibinin bulunması halinde kural olarak geçerlidir.
Ancak, belirli süreli olduğu iddia edilen iş sözleşmesinin süresinden önce
feshi şartına bağlı cezai şartın sonuç doğurabilmesi için, öncelikle taraflar
arasındaki iş sözleşmesinin belirli süreli olup olmadığının tespiti gerekir.
4857 sayılı Kanun'un 11. maddesindeki düzenleme karşısında, taraflar arasındaki
iş sözleşmesinin belirsiz süreli nitelikte değerlendirilmesi dosya içeriğine
uygundur.
Somut olayda, belirsiz süreli iş
sözleşmesi işverence haklı sebebe dayanılmaksızın feshedilen davacının
sözleşmede kararlaştırılmış olan cezai şartı talep etme hakkı bulunmaktadır.
Mahkemece cezai şart talebi kabul edilmeli, ancak bu alacaktan 818 sayılı
Kanun'un 161/son maddesi gereği ve dosya içeriğine göre kıdemi itibariyle
işçinin iş güvencesi hükümlerinden faydalanamadığı dikkate alınarak, dört aylık
iş güvencesi tazminatını aşmayacak şekilde bir indirime gidilmelidir. Yazılı
gerekçeyle cezai şart alacağının reddedilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
..."
37. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 29/5/2014 tarihli ve
E.2013/12632, K.2014/15162 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...davacının niteliği ve yaptığı
iş itibarıyla, her ne kadar sözleşme süreli olarak yapılmış ise de, 4857 sayılı
İş Kanunu'nun 11. maddesi uyarınca sözleşmenin belirli süreli olmasını
gerektiren objektif şartlar bulunmadığından sözleşmenin başından itibaren
belirsiz süreli olarak kabulü gerekir. Ancak, sözleşmenin belirsiz süreli
olarak kabul edilmesi, öngörülen cezai şartın geçersizliği sonucunu
doğurmamalıdır. Aksi durumda sözleşmede kararlaştırılan tüm hususların geçersiz
olması gibi bir sonuç ortaya çıkar. Objektif şartların bulunmaması sadece
tarafların belirli süreli sözleşme yapma haklarını ortadan kaldırır ve sözleşme
belirsiz hale dönüşür. Sözleşmenin belirsiz süreli olması cezai şart
kararlaştırılmasına engel değildir. Bu sebeple objektif şartların yokluğu
nedeniyle belirsiz süreli sayılan sözleşmedeki cezai şartın geçersiz olduğunu
kabul etmek mümkün değildir. Başka bir anlatımla belirli süreli olarak yapılan
sözleşmenin belirsiz süreli olduğu kabul edilse bile sözleşmede öngörülen süre
bitmeden haksız olarak sözleşmeyi fesheden taraftan diğer tarafın cezai şart
talep hakkı korunmalıdır. Mahkemece aksi düşünce ile, davacının cezai şarta
ilişkin talebinin reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
..."
38. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun
8/3/2019 tarihli ve E.2017/10, K.2019/1 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Taraflarca sözleşmede
kararlaştırılan süre boyunca sözleşmenin yalnızca haklı nedenle fesh
edilebileceği; haklı neden oluşturmayan diğer hallerde sözleşmeye devam
edilmesi kabul edilmiştir. Taraflar, bu hususdaki taahhütlerini yerine getirmek
amacıyla sözleşmede baskı aracı niteliğinde olan cezai şarta ilişkin
düzenlemeye yer vermişlerdir. Belirli süreli iş sözleşmesinin objektif
koşulları bulunmaması nedeniyle belirsiz süreli olarak nitelendirilmesi,
tarafların cezai şarta ilişkin sözleşme iradelerinin geçersizliği sonucunu
doğurmamalıdır.
Yapılan açıklamalar ışığında, işçi ve
işverenin belirli süreli iş sözleşmesinde belirledikleri süre boyunca haklı
neden olmaksızın sözleşmenin fesh edilmemesini garanti altına almak amacıyla
sözleşmede öngördükleri cezai şart hükmü, sözleşmenin, belirli süreli iş
sözleşmesinin objektif koşulları taşımadığından belirsiz süreli iş sözleşmesi
olarak kabul edilmesi halinde, kararlaştırılmış olan süre ile sınırlı olmak
üzere geçerliliğini koruyacaktır.
Hal böyle olunca belirli süreli olarak
yapılmış ancak objektif şartları taşımadığı için belirsiz süreli olarak kabul
edilen iş sözleşmesinde kararlaştırılan “süreden önce haksız feshe bağlı cezai
şart” hükmünün, kararlaştırılmış olan süre ile sınırlı olmak üzere geçerli olduğu
sonucuna varılmıştır.
SONUÇ
Belirli süreli olarak yapılmış ancak
objektif şartları taşımadığı için belirsiz süreli olarak kabul eden iş
sözleşmesinde kararlaştırılan “süreden önce haksız feshe bağlı cezai şart”
hükmünün, belirlenen süre ile sınırlı olmak üzere geçerli olduğuna, 08.03.2019
tarihli ikinci oturumda üçte ikiyi aşan oy çokluğu ile karar verilmiştir."
B. Uluslararası
Hukuk
39. Konu hakkındaki ilgili uluslararası hukuk için bkz. Yasemin
Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 24-32.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
40. Mahkemenin 13/10/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Hakkaniyete
Uygun Yargılama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
41. Başvurucu, kendisi ile benzer durumda olan F.U.
aleyhine açılan dava ile kendi aleyhine açılan davanın aynı ilk derece
mahkemesince aynı gerekçe ile reddedildiğini, ancak dava dosyalarının temyiz
incelemesi için Yargıtayın farklı dairelerine tevzi edilmesi sebebiyle F.U.
hakkında verilen ret kararının Yargıtay 9. Hukuk Dairesince onandığını, kendi
davasında verilen ret kararının Yargıtay 22. Hukuk Dairesince bozulduğunu ve
sonuçta davanın aleyhine sonuçlandığını bildirmiştir. Başvurucu, Yargıtay 9. ve
22. Hukuk Daireleri arasındaki yorum farklılıklarının benzer nitelikteki
davaların karara bağlanması sürecinde hukuki belirsizliğe yol açtığını, benzer
durumda bulunan kişiler arasında yargısal sistemin işleyişinden kaynaklanan
nedenlerle farklı hukuki statüler meydana getirilmesinin öngörülebilirlik
sınırları içinde değerlendirilemeyeceğini, söz konusu durumun hukuka ve yargıya
olan güveni zedelediğini iddia etmiş; daha iyi şartlarda bir işe geçmesinin
kendisine cezai şart ödettirilmek suretiyle engellenmeye çalışıldığını
belirterek adil yargılanma hakkının, eşitlik ilkesinin, zorla çalıştırma
yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
42. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti"
kanar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
''Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
Başvurucunun şikâyetlerinin özünün hakkında açılan davanın Yargıtay daireleri
arasındaki görüş aykırılığı giderilmeden aleyhine sonuçlandırılmasına yönelik
olduğu değerlendirilmiş, ihlal iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamındaki
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Genel
İlkeler
45. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında;
herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal
sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36.
maddesinin birinci fıkrasına "adil yargılanma" ibaresinin
eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle
Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence
altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil" edilmiştir.
Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine herkesin adil yargılanma hakkına sahip
olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde
düzenlenen adil yargılanma hakkının anayasal güvence altına alınması olduğu
anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54).
46. Adil yargılanma hakkı, uyuşmazlıkların
çözümlenmesinde hukuk devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk
devleti ilkesi, Anayasa'nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında
gözönünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir.
47. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de
hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010;
E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı
amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de
idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,
net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM,
E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
48. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya
birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin
benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan
birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk
kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa
Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden
fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip
etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916,
12/1/2017, § 81).
49. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun
dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama
kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği
sağlaması beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer
davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşması,
bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire
tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine
zıt sonuçları ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik
ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi
hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen
güven zarar görebilir (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, §
64).
50. Anayasa Mahkemesi bu noktada derece mahkemelerinin
hukuk kurallarını yorumlamasından kaynaklanan içtihat farkının süregelen bir
hâl aldığı, başka bir anlatımla kısa sayılamayacak bir zaman dilimi içinde
uygulamada birliğin sağlanamadığı durumlarda uygulamadaki tutarsızlıkları
ortadan kaldıracak nitelikteki tedbirlerin önemine işaret etmektedir.
51. Yüksek mahkemelerin ya da nihai merci olarak bir
uyuşmazlığı çözüme bağlayan mahkemelerin aynı konuya ilişkin kararlarında
davaların içeriğinden kaynaklanmayan farklı kabullerin bulunması hâlinde ise
hareket noktası, derece mahkemelerinin değerlendirme veya yorumlarından
hangisinin doğru olduğu ve tercih edilmesi gerektiğinin tespit edilmesi
olmayacaktır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, kararlarda yaşanan değişimin
hukuki bir belirsizliğe yol açıp açmadığına ve başvurucu bakımından
öngörülebilir olup olmadığına yönelik bir inceleme yapabilir (Türkan Bal,
§ 58).
52. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği yargı sistemine olan
güveni sağlamak ve korumakla yükümlü olan devlet, aynı yargı koluna dâhil
mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan
kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir
şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük,
adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olarak kabul edilmelidir. (Engin
Selek, B. No: 2015/19816, 8/11/2017, § 58).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
53. Somut olayda başvurucu ile işveren arasında imzalanan
1/9/2010 tarihli iş sözleşmesinde sözleşmenin süresi üç yıl olarak belirlenmiş
ve taraflardan birinin süresinden önce haksız veya geçersiz olarak sözleşmeyi
feshetmesi durumda sözleşme ekindeki taahhütnameye göre karşı tarafa cezai şart
ödeyeceği kararlaştırılmıştır. Başvurucu, Maliye Bakanlığı gelir uzman
yardımcılığı sınavını kazandığı gerekçesiyle 7/3/2011 tarihinde iş sözleşmesini
feshetmiştir.
54. Başvurucunun başvuru formunda yer verdiği F.U. da
başvurucunun işvereni kooperatif ile aynı kooperatifler birliği çatısında yer alan
başka bir kooperatifte ve başvurucu ile aynı tarihte, aynı şartları haiz iş
sözleşmesi ile işe başlamıştır. F.U. da başvurucu gibi Maliye Bakanlığının
gelir uzman yardımcılığı sınavını kazanması nedeniyle kooperatifteki işinden
8/3/2011 tarihinde istifa etmiş, bu şekilde iş sözleşmesini tek taraflı olarak
feshetmiştir.
55. Başvurucu ve F.U. aleyhine işverenleri tarafından
feshin haksız olduğu ve sözleşmede kararlaştırılan cezai şartın tazmini istemi
ile açılan davalar Uşak İş Mahkemesinde görülmüş, Mahkeme aynı gerekçe ile
davaların reddine karar vermiştir. Bu kararlar davacı işverenlerce temyiz
edilmiştir.
56. Bahsedilen uyuşmazlıkların çözümünde görevli Yargıtay
Daireleri 9. ve 22. Hukuk Daireleri olup F.U. hakkında görülen davada verilen
ret kararı Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 13/3/2014 tarihli kararı ile onanmış
iken başvurucu hakkında görülen davada verilen ret kararı Yargıtay 22. Hukuk
Dairesinin 27/12/2013 tarihli kararı ile bozulmuştur. Neticede başvurucu
hakkında açılan dava başvurucunun aleyhine sonuçlanmıştır.
57. Başvurucu, hakkında açılan davanın Yargıtay daireleri
arasındaki görüş farklılıkları ortadan kaldırılmadan aleyhine sonuçlanmasından
şikâyet etmektedir.
58. Uygulamadaki birlikteliği sağlaması beklenen yüksek
mahkemelerin aynı olay ve hukuksal sorunlar anlamında birbirinden farklı karar
vermesi durumunda çelişkinin adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil edip
etmediğinin ölçülebilmesi için içtihat farklılığının derin ve süregelen bir
nitelik taşıyıp taşımadığının, kararlar arasındaki çelişkiyi çözecek bir
mekanizmanın bulunup bulunmadığının, varsa somut olayda uygulanıp
uygulanmadığının öncelikle belirlenmesi, bu bağlamda Yargıtay daireleri
arasındaki yorum farklılıklarının başvurucu yönünden hukuki belirlilik ve
öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğinin tespit edilmesi gerekmektedir.
(1) Kararlar Arasında Çelişkinin Varlığı
59. Yargıtay 9. ve 22. Hukuk Daireleri, somut olayda
yaptıkları temyiz incelemelerinde davaların tarafları arasında belirli süreli
olarak imzalanan iş sözleşmelerinin 4857 sayılı Kanun'un 11. maddesinde
öngörülen objektif koşulları sağlamaması nedeni ile belirsiz süreli iş
sözleşmesi olarak nitelendirmesi konusunda hemfikir olmakla birlikte
sözleşmelerde yer alan süreye bağlı cezai şart hükmünün geçerliliği konusundaki
görüş ayrılıkları nedeni ile farklı sonuçlara ulaşmışlardır.
60. Her iki Daire arasındaki görüş ayrılığının Yargıtay
İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunca verilen 8/3/2019 tarihli içtihadı
birleştirme kararı ile giderildiği anlaşılmakla birlikte içtihadı birleştirme
kararı öncesinde Yargıtay dairelerinin uygulamalarının ne yönde olduğunun
ortaya konulması gerekmektedir.
61. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin bahsedilen içtihadı
birleştirme kararının verildiği tarihe kadar geçen süredeki uygulamaları
incelendiğinde belirli süreli yapılmış olmasına rağmen kanunda öngörülen
objektif şartları sağlamaması nedeniyle belirsiz süreli olarak nitelendirilen
iş sözleşmelerinde yer alan süreye bağlı cezai şart hükmünün geçersiz olacağı
yönündeki içtihadını istikrarlı bir şekilde uyguladığı görülmektedir.
62. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, dava tarihinden sonraki
sürede 14/2/2011 tarihli ve 6110 sayılı Kanun ile 4/2/1983 tarihli ve 2797
sayılı Yargıtay Kanunu'nun 7. maddesinde yapılan değişiklik ile kurulmuş ve
ardından Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 12/5/2011 tarihli kararı ile Yargıtay
9. Hukuk Dairesi ile benzer uyuşmazlıkların çözümünde görev almaya başlamıştır.
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi göreve başladığı tarihten bu yana objektif şartlar
bulunmadığı için belirsiz hâle gelen iş sözleşmelerindeki süreye bağlı cezai
şart hükümlerinin karşılıklılık ve denklik unsurlarını sağlaması durumunda
geçerli sayılması gerektiği görüşünde olmuştur. 22. Hukuk Dairesi verdiği
kararlarda 9. Hukuk Dairesinin uygulamalarından hangi nedenlerle ayrıldığının
gerekçelerini başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak
anlaşılmasına imkân verecek şekilde açıklamıştır.
63. Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 21/1/2013 tarihli
kararı ile dava konusu ile benzer uyuşmazlıkların çözümünde Yargıtay 9. ve 22.
Hukuk Dairelerinin yanı sıra görev almaya başlayan Yargıtay 7. Hukuk Dairesi de
bir süre Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin savunduğu görüşü benimsemiş iken
(Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, 13/3/2014, E.2013/9069, K.2014/6022) daha sonra somut
olaya benzer uyuşmazlıklarda Yargıtay 22. Hukuk Dairesi gibi süreye bağlı cezai
şart hükmünün geçerli olacağı sonucuna varmıştır (Yargıtay 7. Hukuk Dairesi,
30/6/2015, E.2015/19958, K.2015/13335). Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, Yargıtay
Birinci Başkanlık Kurulunun 22/12/2016 tarihli kararıyla 1/1/2017 tarihi
itibarıyla kapatılmıştır.
(2) İçtihat Uyumunu Sağlayan Mekanizmanın
İşletilmesi Süreci
64. Başvurucunun davasının kesinleştiği 20/6/2017
tarihinden sonraki sürede Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu 28/9/2017 tarihli
kararı ile Yargıtay 9. ve 22. Hukuk Daireleri arasında oluşan görüş ayrılığının
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunca içtihatların
birleştirilmesi yoluyla giderilebileceğine karar vermiştir.
65. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu
8/3/2019 tarihli içtihadı birleştirme kararı ile belirli süreli olarak yapılmış
ancak objektif şartları taşımadığı için belirsiz süreli olarak kabul edilen iş
sözleşmesinde kararlaştırılan süreden önce haksız feshe bağlı cezai şart
hükmünün belirlenen süre ile sınırlı olmak üzere geçerli olduğu sonucuna
ulaşmıştır.
(3) Hukuki
Belirlilik ve Öngörülebilirlik İlkesi Yönünden Yapılan Değerlendirme
66. Başvurucunun davasının yargılamasının yapıldığı
tarihlerde dava konusu uyuşmazlık ile benzer uyuşmazlıkların çözümünde görev
alan Yargıtay daireleri arasında aynı hukuki olgu ile ilgili olarak birbirinden
farklı iki yorum benimsenmiş durumdadır. Başvurucunun davası ise Yargıtay 22.
Hukuk Dairesinin kendi içinde istikrarlı olarak uyguladığı içtihadı
doğrultusunda çözümlenmiştir. Yargısal makamların aynı hukuki olgu ile ilgili
farklı yorumlar benimsemesinin tek başına hukuki güvenlik ilkesine aykırılık
oluşturmayacağı, yargısal kararlardaki değişikliklerin hukukun dinamizmini ve
mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini
yansıtması açısından pek çok zaman olumlu görülebileceği, başvurucunun
davasının kesin olarak karara bağlandığı tarihten sonra da olsa Yargıtay
daireleri arasındaki içtihat farklılığını giderecek mekanizmaların etkili
olarak işletildiği ve içtihat birliğinin sağlandığı, üstelik başvurucunun
davasında uygulanan Yargıtay 22. Hukuk Dairesince getirilen yaklaşımın içtihadı
birleştirme kararında da benimsenmiş olduğu hususları gözönünde
bulundurulduğunda başvurucunun davasında varılan sonucun başvurucu için
öngörülemez olduğunu ve yargılamanın bütünü içinde hakkaniyeti zedelediğini
söylemek mümkün değildir.
67. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete
uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
68. Başvurucu, davanın açıldığı 1/6/2011 tarihinden
Yargıtayın nihai kararını verdiği 20/6/2017 tarihine kadar devam eden yargılama
süresi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
2. Değerlendirme
69. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra yürürlüğe giren
25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve
6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların
Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
70. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
71. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §
26) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı
ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin
yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini
tartışmıştır.
72. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat
Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk
bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve
yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru
yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat
Yüksel, §§ 35, 36).
73. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu
karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
74. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 13/10/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.