logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Evren Köse [2.B.], B. No: 2017/35918, 30/6/2020, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EVREN KÖSE BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/35918)

 

Karar Tarihi: 30/6/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Evren KÖSE

Vekili

:

Av. Ali EŞKİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir protesto eylemine kolluk görevlilerince orantısız güç kullanılarak müdahale edilmesi sonucu hayati tehlike geçirilecek şekilde yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/10/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen Taksim Meydanı civarındaki gösterilere 31/5/2013 ile 11/6/2013 tarihleri arasında katıldığını, kolluk görevlilerinin attığı plastik mermi ile elinden yaralandığını, 11/6/2013 tarihinde ise göz yaşartıcı gaz kapsülü ile hayati tehlike geçirecek şekilde başından yaralandığını belirtmiştir.

10. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te yayımlanan Gezi Parkı olayları raporunda yer alan bazı tespitlere Anayasa Mahkemesi Özge Özgürengin (B. No:2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında yer vermiştir.

11. Başvurucu 10/12/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) verdiği şikâyet dilekçesi ile kendisini yaralayan kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Anılan dilekçede başvurucu, 31/5/2013 tarihinde kolluk görevlilerinin tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla yaptığı müdahale sonrası kaçtığını, birkaç gösterici ile birlikte bir çıkmaz sokakta sıkıştıklarını, bu esnada polis memurlarının attığı plastik mermiyle sağ omzundan yaralandığını dile getirmiştir. Başvurucu ayrıca aynı günün gecesinde yoğun göz yaşartıcı kimyasal gaza maruz kaldığını, atılan gaz kapsüllerinden birinin eline, bir diğerinin ise sol göğsüne geldiğini, devam eden günlerde de yoğun şekilde göz yaşartıcı gaza maruz kaldığını iddia etmiş; İstanbul Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi gördüğünü ifade etmiştir. Başvurucu -tarih belirtmemekle birlikte 11/6/2013 tarihi olduğu anlaşılan- yine Taksim Meydanı'na gittiğini, göz yaşartıcı gaz müdahalesinden etkilenerek alandan yüz metre kadar uzaklaştığını, Abdülhak Hamit Caddesi üzerinde oturarak dinlendiği esnada arkasından görse hatırlayabileceği birinin "Sağdaki!" diye bağırdığını, arkasına döndüğü esnada başına bir şey olduğunu ancak soluduğu gazdan olduğunu düşündüğünü, sonra bir Çevik Kuvvet polisinin arkasından koşarak uzaklaştığını gördüğünü belirtmiştir. Başvurucu, daha sonra yanına gelen birinin başından vurulmuş olduğunu söylediğini, sonra sedyeyle önce E.K. Surp Agop Hastanesine, oradan 112 Acil Servis ambulansı gelmediği için özel bir ambulansla İstanbul Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) götürüldüğünü ve tedavi altına alındığını dört gün sonra kendine geldiğinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu şikâyet dilekçesinde; söz konusu yaralanma nedeniyle sol kulağının tamamen, sağ kulağının ise yarı oranında işitme kaybına uğradığını ileri sürmüş ve kolluk görevlilerinden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.

12. Başvurucu hakkında Hastane tarafından 11/6/2013 tarihinde düzenlenen genel adli muayene raporunun sadece sonuç bölümünün doldurulduğu görülmüştür. Raporun sonuç kısmı şöyledir:

"Hastanın geliş vitalleri [ateş, nabız, tansiyon, solunum] stabil (TA: 110/65, Nabız: 77/dk Pulse 02: %99) Dinlemekle her iki ac eşit havalanıyor. Başında sağ pariatelde [kulak üst kısmı] deplese fraktürü [ayrılmış kırık] mevcut. Kranial [kafatası] BT [Bilgisayarlı Tomografi] de parçalı fraktür ve altında kanama mevcut. Hasta NRŞ [Noroloji] tarafından acil operasyona alınmış olmakla beraber hayati tehlikesi mevcuttur."

13. Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/12/2013 tarihinde soruşturma başlatılmış, 10/1/2014 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılarak başvurucunun ifadesinin alınması, olaya ilişkin kamera görüntüsünün ve kolluk tutanağının temini istenmiştir. Aynı müzekkere 11/3/2014 tarihinde bu sefer Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne (İlçe Emniyet Müdürlüğü) yazılmıştır. İlçe Emniyet Müdürlüğünün 28/3/2014 tarihli cevabında, Taksim Meydanı ve civarını gören trafik kamera kaydının (MOBESE) 30/5/2013 ile 4/6/2013 tarihleri arasındaki kısmının gönderildiği ancak 5/6/2013 tarihinden sonraki kaydın MOBESE kameralarının olaylar nedeniyle hasar görmesi sonucu temin edilemediği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesinin alındığı, ifadesinde belirttiği araç plakasının emniyet hizmetlerinde kullanılan bir araca ait olmadığı da ifade edilmiştir. Evrak ekinde iki Olay ve Yakalama Tutanağı, MOBESE kameralarının zarar gördüğüne ilişkin olarak düzenlenen bir tutanak ile başvurucunun ifade zaptına yer verildiği görülmüştür. Olay ve yakalama tutanaklarından biri 31/5/2013, diğeri ise 11/6/2013 tarihinde düzenlenmiştir. Bu tutanaklarda genel olarak olayların seyri ile gözaltına alınanların -başvurucunun ismi bulunmayan- isim listesine yer verildiği, 11/6/2013 tarihli tutanakta göstericilere yapılan sesli ikaz sonrası göstericilerin şiddete başvurması ve bu nedenle maddi güç kapsamında yapılan müdahalenin anlatıldığı, başvurucunun yaralanması olayına ilişkin ise herhangi bir bilgiye yer verilmediği görülmektedir.

14. Başvurucu kollukta alınan ifadesinde; yaralanmasına ilişkin olaya M.K.yı tanık olarak gösterdiği, "Sağdaki!" diye seslenen kişinin sivil giyimli, esmer, 185 cm boylarında, görse tanıyabileceği, 1/6/2013 tarihinde yemek yediği lokantaya 34... plaka numaralı, bej renkli ve F... marka araçla gelen kişi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca başından yaralanmasına neden olan Çevik Kuvvet polisinin kısa boylu ve zayıf birisi olduğunu dile getirmiştir. Başvurucu tanık olarak gösterdiği, Kütahya'da yaşayan M.K.nın telefon ve açık adresini daha sonra ileteceğini belirtmiş; hakkında düzenlenen sağlık raporlarının ilgili hastanelerden Cumhuriyet Başsavcılığınca temin edilmesini talep ederek şikâyetini yinelemiştir.

15. Anılan soruşturma 26/1/2015 tarihinde benzer yönde şikâyetler içeren başka bir soruşturma dosyasıyla birleştirilmiş, 21/5/2015 tarihinde ise tekrar ayrılmıştır. Bu soruşturma kapsamında başvurucu hakkında düzenlenen tüm tıbbi evrak ilgili sağlık kuruluşlarına müzekkere yazılarak temin edilmiş ve 30/6/2015 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. Başvurucu ifadesinde kati adli raporunun temin edilmesini, daha önce verdiği plaka bilgisinin emniyet hizmet aracı olmasa dahi hangi araca ve kime ait olduğunun araştırılmasını talep etmiş; kollukta verdiği ifadede belirttiği sivil giyimli kişinin o bölgede görev yapan sivil polis olduğunu ve Sarı İbo lakabıyla anıldığını iddia etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 14/8/2015 tarihinde kolluğa müzekkere yazılarak plaka bilgisi verilen aracın kime ait olduğu, Sarı İbo lakaplı polis memurunun kim olduğu sorulmuştur. Kolluğun 3/9/2015 tarihli cevabında plakası belirtilen aracın trafik kaydının bulunmadığı, evveliyatında ise 2... şasi numaralı, V... marka, 4/4/1975 tescil tarihli, S.Ş. adına kayıtlı olup hurdaya ayrıldığı belirtilmiştir. Belirtilen lakabı kullanan polis memuru hakkında ise civardaki bazı işyerlerine sorularak araştırma yapıldığı ancak herhangi bir tespit yapılamadığı not edilmiştir.

16. Cumhuriyet Başsavcılığınca 22/2/2016 tarihinde, şüpheli bilgisi "İstanbul Emniyet Müdürlüğünde çalışan ilgili kolluk görevlileri", suç bilgisi "kasten yaralama", suç tarihi "31/5/2013" ve zamanaşımı süresi "sekiz yıl" olarak belirtilen daimî arama kararı verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Yapılan tüm araştırmalara rağmen şüpheli emniyet görevlilerinin tespit edilemediği,

Bu şekilde, atılı suçu işlediği iddia edilen kimliği tespit edilemeyen şüphelilerin, çok sıkı bir şekilde araştırılarak kimliklerinin belirlenmesi, yakalandıkları takdirde mevcutlu olarak savcılığımıza sevk edilmeleri, aksi halde zamanaşımı tarihine kadar sürekli olarak araştırmaya devam edilmesi ve tekide mahal verilmeksizin her üç ayda bir Cumhuriyet Başsavcılığımıza bilgi verilmesi rica olunur. "

17. Başvurucu vekilince 18/4/2016 tarihinde dosyadaki belgelerin bir sureti istenmiştir. 23/8/2016 ve 2/11/2016 tarihlerinde UYAP ortamına aktarılan -daimî arama kararı gereği olağan uygulama kapsamındaki- iki kolluk tutanağında, yapılan araştırmada herhangi bir şüpheli kimlik tespiti yapılamadığı belirtilmiştir. 9/11/2016 tarihinde ise dosyaya başvurucu vekilince soruşturmanın genişletilmesi ve derinleştirilmesi talepli bir dilekçe sunulmuştur. Anılan dilekçede, soruşturmanın ilk etapta birleştirildiği ana soruşturma dosyası içinde bulunan kamera görüntülerinin incelenmesi (UYAP erişimi ile yapılan kontrolde birleşen ana dosyada birçok ulusal haber kanallarından, gazete ve haber ajanslarından kamera görüntüleri ve fotoğraf istendiği görülmüştür.), olay yerinde bulunması yüksek olasılıklı olan özel kişilere ait güvenlik kamera kayıtlarının araştırılması, M.K isimli tanığın dinlenmesi ile belirtilen plakalı aracın sahte plaka olarak kullanılma ihtimalinin araştırılması istenmiştir.

18. Başvurucu 17/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

19. Soruşturmanın genişletilmesi talebinden yaklaşık bir yıl sonra 21/11/2017 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca dosya tekrar ele alınmıştır. Bu kapsamda 22/12/2017 tarihinde İstanbul Adli Tıp Kurumundan (ATK) başvurucunun yaralanmasına ilişkin olarak kati adli rapor düzenlemesi istenmiştir. ATK tarafından 25/12/2017 tarihinde tanzim edilen raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Kişinin yaşamını tehlikeye SOKTUĞU,

Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI,

Kırığın yaşam fonksiyonlarına etkisi AĞIR (4) derece olduğu kanaatini bildirir rapordur."

20. Başvurucunun olaya tanık olduğunu belirttiği M.K.nın ifadesinin alınması için ilgili Cumhuriyet başsavcılığına 21/12/2017 ve 24/5/2018 tarihlerinde iki kez talimat yazılmıştır. Bu kapsamda M.K.nın bilgi veren sıfatıyla 28/12/2017 ve 31/5/2018 tarihlerinde kolluk tarafından iki kez ifadesi alınmıştır. İfadelerde M.K. geçici olarak olay tarihinde İstanbul'a gittiğini, başvurucuyla da bu esnada tanıştığını, olay tarihinde Beyoğlu civarında polis memurlarının kalabalığı dağıtmak için uzaktan gaz fişeği attıklarını, bu fişeğin başvurucunun kulağına isabet ettiğini, yaralanan başvurucuya ambulans gelene kadar yardım ettiğini belirtmiştir. Daha sonra başvurucunun ziyaretine de gittiğini ifade eden tanık; kasıtlı bir yaralama olmadığını düşündüğünü zira gaz fişeğinin uzaktan atıldığını, sorumlu polis memurlarını tanımadığını, yüzlerinde gaz maskesi olduğundan teşhis edemeyeceğini, ayrıca Beyoğlu Tarlabaşı semtindeki sivil polis memurlarıyla Sarı İbo lakaplı polis memurunu da tanımadığını beyan etmiştir.

21. Cumhuriyet Başsavcılığınca 23/1/2018 tarihinde kolluğa müzekkere yazılarak başvurucunun soruşturmanın genişletilmesine dair dilekçesinde belirttiği başka soruşturma dosyasına girmiş görüntü kaydının bulunup bulunmadığının araştırılması istenmiştir. Ayrıca aynı müzekkerede olay yerini gören kamera görüntüsü ile bildirilen plaka bilgisinin tekrar araştırılması talimatı verilmiştir. Kolluk tarafından verilen cevapta, başvurucunun yaralandığı tarih itibarıyla MOBESE kameralarının hasarlı olduğu, 30/5/2013 ile 4/6/2013 tarihleri arasındaki kaydın ise gönderildiği bilgisi tekrar edilmiştir. Ayrıca olay tarihinde olay yerini gören herhangi bir güvenlik kamera kaydına rastlanmadığı da vurgulanmıştır. Başvurucunun bildirdiği araç plakasına ilişkin araştırmada, 2... şasi numaralı, 1967 model, V... marka, 4/4/1975 tescil tarihli aracın 6/6/2011 tarihinde mevcut olmayan araç kapsamında hurdaya ayrıldığı bildirilmiştir. Ayrıca aynı plakanın 11/7/2000 tarihinde V... şasi numaralı, 2001 model, P... marka araca tescilli olduğu, 37/6/2001 tarihinde 07... plakaya nakil gittiği, aynı şasi numaralı aracın 21/8/2006 tarihinde tekrar 34... plakasına nakil geldiği, 25/4/2011 tarihinde ise 58... plakasına nakil gittiği, yapılan plaka sorgulamasında ise söz konusu 34... plakasının aktif görünmediği bilgilerine yer verilmiştir. Plaka sorgulama ekran çıktıları da evrak ekinde sunulmuştur.

22. Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/12/2018 tarihinde yazılan müzekkere ile kolluktan tekrar olay yerini gören güvenlik kamera görüntüsü araştırması yapması istenmiş, yapılan araştırmada bir otele ait güvenlik kamerası bulunduğu ancak 2014 yılında faal hâle geçtiği, ayrıca bir MOBESE kamerası bulunduğu ancak olay tarihindeki kayıtlara ulaşılamadığı bildirilmiştir.

23. Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/9/2019 tarihinde tekrar daimî arama kararı verilmiştir. Kararda nitelikli kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâlinden suç nitelemesi yapıldığı ve buna göre on beş yıl zamanaşımı süresi belirlendiği anlaşılmaktadır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun 24.maddesinin toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde güvenlik kuvvetleri mensuplarına topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunma ve topluluk dağılmazsa zor kullanma yetkisi verdiği, bunun yanında 2559 S.Y.m. 16 uyarınca görevlerini yaparken direnişle karşılaşmaları halinde Polisin bu direnişi kırma amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanma yetkisi bulunduğu, ancak yasa tarafından verilen bu yetkilerin yine yasaya uygun bir şekilde kullanılması gerektiği,

Toplanan deliller ışığında soruşturma evrakı içerisinde yer alan disiplin soruşturması dosyası, Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü yazıları ve eki belgelerden müştekinin katıldığı gösterinin yasal olmadığı ve barışçıl nitelik taşımadığının açıkça belli olduğu, ancak soruşturma evrakı içerisindeki adli raporlar, bu rapordaki bulguların müştekinin beyanıyla uyuşması, müştekinin yaşadığı olaydan hemen sonra müracaatta bulunması birlikte değerlendirildiğinde kimliği tespit edilemeyen bir polis memurunun zor kullanma yetkisinde sınırı aşarak müştekinin hayati tehlike arzeden, basit tıbbi müdahale ile giderilemez, vücudunda kemik kırığına yol açacak şekilde yaralanmasına neden olduğu, .."

24. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığının 18/6/2019 tarihli yazısı üzerine idari soruşturma açılıp açılmaması konusunda idarenin bir ön inceleme yürüterek 18/7/2019 tarihli yazısı ile sonucu Cumhuriyet Başsavcılığına bildirdiği görülmektedir. Cevap yazısında; alınan ifadelerde belirtilen şikâyetin soyut düzeyde kaldığı, somut delillerle desteklenemediği belirtilerek disiplin soruşturması açılmasına gerek olmadığı kanaatiyle işlemden kaldırma kararı verildiği bildirilmektedir.

25. Başvurunun incelendiği tarih itibarıyla UYAP erişimi ile yapılan incelemede Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen son daimî arama kararından sonra soruşturmanın akıbetini etkileyecek nitelikte bir bilgi ya da belgenin dosyaya girdiğine yahut bu yönde tekrar bir araştırma faaliyetine rastlanmamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

26. Anayasa Mahkemesi Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-27) kararında; 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16. maddesine, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kanunun hükmü ve amirin emri” kenar başlıklı 24. maddesine, 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasına,5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı 89. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının ilgili kısımlarına yer vermiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi Güven Boğa (B. No: 2014/17222, 3/7/2019, §§ 24-30) kararında 2911 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine değinmiştir.

27. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 28-30) kararlarında; 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğünün 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkardığı iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirdiği ve Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili kısımlarına yer vermiştir.

B. Uluslararası Hukuk

28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatları Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer almaktadır.

29. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında; 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili kısımlarına, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) göz yaşartıcı gaza ilişkin görüş ve tavsiyelerine değinmiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Mahkemenin 30/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

31. Başvurucu; katılmış olduğu gösteriye kolluk görevlilerinin orantısız şekilde güç kullanarak müdahale etmesi sonucu elinden ve kafasından yaralandığını, buna ilişkin açılan soruşturmanın ise gerekli özenle yürütülmediği için etkisiz hâle geldiğini iddia ederek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca soruşturmada ilerleme sağlanamaması sonucunda failin kimliğinin tespit edilemediğini, bu nedenle tazminat davası açmasının da mümkün olmadığını belirterek Anayasa'nın 17. maddesiyle bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

32. Bakanlık görüşünde, başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Bakanlık, ilk olarak başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin incelenmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Bakanlığa göre başvurucunun kasıtlı olarak yaralandığına ilişkin somut bir delil bulunmamakta zira başvurucunun bu yönde bir iddiası olmadığı gibi tanığın da olayda kasıt bulunmadığı yönünde beyanı bulunmaktadır. Bu nedenle somut olayda sadece ceza soruşturması yerine idari yargıda açılacak bir tam yargı davası da etkili hukuk yolu olarak kabul edilebilir. Bakanlık ilk daimî arama kararından sonra başvurucunun etkili bir soruşturma yürütülmediğinin farkına varmış olması gerektiğini ancak bu karardan yaklaşık bir buçuk yıl sonra bireysel başvuruda bulunduğunu, bu yönüyle de başvurunun süre aşımı açısından incelenmesi gerektiğini ifade etmiştir.

33. Bakanlık başvurucunun şikâyeti üzerine resen soruşturma başlatıldığını, başvurucunun ifadesinin avukatı nezaretinde Cumhuriyet savcısı tarafından alındığını, başvurucunun talepleri doğrultusunda gerekli araştırmanın yapılarak bu konudaki bilgi ve belgelerin dosyaya yansıtıldığını savunarak başvurucunun soruşturmaya etkili katılımının sağlandığını belirtmiştir. Bakanlığa göre olayın gerçekleşme koşullarına ilişkin toplanabilecek tüm deliller toplanmış, MOBESE kameralarının olaylar sırasında tahrip olması nedeniyle olay yerine ilişkin kamera kaydına ulaşılamamıştır. Etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olduğuna dikkat çeken Bakanlık, soruşturmada muhtemel failin tespit edilebilmesi için her türlü işlemin yapıldığını ancak bir sonuç elde edilemediğini savunmuştur.

34. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında ihlal iddiasının sadece kötü muamele yasağının usul boyutu itibariyle incelenmesi gerektiği düşüncesine karşı çıkmış maddi boyut açısından da inceleme yapılması gerektiğini dile getirmiştir. İlk daimî arama kararının kendisine tebliğ edilmediğini belirten başvurucu, kararı öğrenmesinden sonra bireysel başvuruda bulunmamasını Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe üzerine soruşturmanın tekrar aktif hâle gelmesi ve bunun akabinde verilen ikinci daimî arama kararından sonra da bireysel başvuruda bulunmasıyla açıklamıştır. Başvurucu, Bakanlığın kasıtlı bir yaralanma söz konusu olmadığı için idari yargı yolunun da tüketilmesi gerektiği görüşüne karşı çıkmış, eylemin kasıtlı olmadığı yönündeki anılan görüşün yanlı olduğunu savunmuştur. Sonuç olarak başvurucu etkili bir soruşturma yapılmadığı yönündeki iddialarını yineleyerek kötü muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerektiğini dile getirmiştir.

B. Değerlendirme

35. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

36. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

1. Uygulanabilirlik Yönünden

37. Başvurucunun kolluk görevlisi tarafından kullanılan bir gaz fişeği ile baş bölgesinden yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralanmış olması hususu dikkate alındığında başvurunun yaşam hakkı bağlamında mı yoksa kötü muamele yasağı kapsamında mı incelenmesi gerektiği noktasında ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

38. Somut olayda başvurucunun yaralandığı bölgenin ve yaranın niteliği gözetilerek öncelikle yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilirliği konusunda bir değerlendirme yapılması gerekir.

39. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte sınırlı bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi olanaklıdır (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).

40. Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura karşı yapılan eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın koşulları dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliğe sahip olup olmadığı ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem taşımaktadır (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110).

41. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi demir yolu hattı üzerinde bulunan elektrik kablolarından geçen akıma kapılarak yaralanan çocuklar için yapılan başvurularda ileri sürülen iddiaları -başvurucuların elektrik akımına kapıldığı olaydan yaralı olarak kurtulmuş olmalarına rağmen- akımın öldürücü niteliği ve başvurucuların fiziksel bütünlüğü üzerinde yarattığı etkileri diğer faktörle birlikte gözönünde bulundurarak Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında, yaşam hakkı bağlamında incelemiştir (Hüseyin Münüklü, B. No: 2014/5973, 13/9/2017; Gürkan Kaçar ve diğerleri, B. No: 2014/11855, 13/9/2017).

42. Anayasa Mahkemesi eldeki başvuruyla büyük oranda benzerlik gösteren başka bir başvurudaki şikâyeti de yaşam hakkı kapsamında incelemiştir (Abidin Cevher, B. No: 2015/6361, 18/7/2019, § 44).

43. Somut olayda başvurucu, kolluk kuvvetince kullanılan gaz tüfeğinden atılan gaz kapsülünün başının kulak üstü sağ bölümüne isabet etmesi nedeniyle yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralanmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarına göre başvurucunun kafatasında oluşan kemik kırığı, yaşamsal fonksiyonları 4. derecede (ağır) etkilemiştir (bkz. §§ 12, 19). Başvurucunun maruz kaldığı eylemin potansiyel olarak öldürücü bir nitelik taşıması ile yaralanmanın başvurucunun fiziki bütünlüğü üzerindeki etkileri birlikte değerlendirildiğinde başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

2. İnceleme Kapsamı Yönünden

44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun etkili başvuru hakkı kapsamında ileri sürdüğü şikâyet esasen etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü ile ilgilidir. Anılan yükümlülük ise yaşam hakkının usul boyutu içinde ele alınacağından etkili başvuru hakkından ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.

3. Kabul Edilebilirlik Yönünden

45. Somut olayda, başvurucunun yaralanmasıyla sonuçlanan olay hakkında kasten yaralama suçundan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmekte olan ceza soruşturması derdesttir. Bu nedenle başvuru yollarının tüketilmesi kuralı açısından ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekir.

46. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

48. Anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).

49. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

50. Diğer taraftan etkili bir başvurudan söz edilebilmesi için başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada da fiilen etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gerekir. Başvuru yolunun ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim (tazminat) sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da usule ilişkin yeterli güvencelerin sağlanması gerekir (Şafak Pınar ve diğerleri, B. No: 2013/6945, 16/9/2015, § 61).

51. Öncelikle başvuru yollarının tüketilmesi kuralı, bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünde inceleme yapılabilmesi için mutlak surette gerekli olmasa da yürütülen soruşturmanın -makul bir süreyi aşmaması şartıyla- ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).

52. Başvurucunun bir soruşturmanın açılmayacağının, soruşturmada ilerleme olmadığının, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığının, ileride de böyle bir soruşturmanın yürütüleceği konusunda en ufak gerçekçi bir şans olmadığının farkına vardığı veya varması gerektiği andan itibaren yaptığı bireysel başvurular kabul edilebilmelidir (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 77).

53. Somut olayda başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmasının ardından yapılan soruşturma sonucunda herhangi bir şüpheli kimlik tespiti yapılamamış ve farklı tarihlerde iki kez daimî arama kararı verilmiştir (bkz. §§ 16, 23). İkinci kez verilen daimî arama kararından sonra şüpheli araştırmasına dair esaslı herhangi bir bilgi ya da belgenin soruşturma dosyasına girdiği de tespit edilememiştir. Buna göre her ne kadar ilk daimî arama kararından sonra bireysel başvuruda bulunulmasa da soruşturma tekrar aktif hâle gelmiş ve daha sonra verilen ikinci daimî arama kararının akabinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Şu hâlde başvurunun süresinde yapılmadığı söylenemez.

54. Öte yandan başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği yönünde karar verebilmek için devletin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında etkili soruşturma yapma pozitif yükümlülüğünün çerçevesinin ve somut olayda ne şekilde yerine getirildiğinin tespiti de gerekmektedir. Ne var ki anılan hususların tespiti, somut olayda esas hakkında inceleme yapılmasını zorunlu kılmaktadır (Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 67).

55. Bu itibarla açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Abidin Cevher, §§ 46-56).

4. Esas Yönünden

56. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerde devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı bir incelenme yapılması gerekebilmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireylerin yaşam haklarına dokunmama ödevini içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireylerin yaşam haklarını korumayı (önleyici yükümlülük) hem de -yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin savunulabilir bir iddianın bulunması hâlinde- etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. Yaşam hakkının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

57. Başvurucunun şikâyetine konu eylem bir kamu görevlisinin eyleminden kaynaklandığından kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk görevlileri hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmadığı yönündeki iddiası ise pozitif yükümlülükler kapsamında, etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından ele alınmalıdır.

a. Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

58. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50). Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

59. Kamusal yetkiyle güç kullanılması sonucu gerçekleşen ölümlerin veya ölümcül yaralanmaların devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu yükümlülük hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44). Yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülük kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).

60. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "(1) meşru müdafaa hali, (2) yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, (3) bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, (4) bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, (5) sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda" yaşama hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir.

61. Anayasa’da yaşama hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak müdahalelere ilişkin yer alan yukarıdaki hükümler ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda daha önce vermiş olduğu kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk kuvvetlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı mutlak zorunlu durumlarda ve -güç kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten- orantılı bir biçimde güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil Danışman, § 50; Nesrin Demir ve diğerleri, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, § 113).

62. Anayasa'mızdaki düzenlemeye benzer şekilde Sözleşme'nin 2. maddesine göre de bir ölüm veya ölümcül yaralanma a) bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması, b) bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme, c) bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması durumlarında mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse yaşama hakkının ihlalinin gerçekleştiğinden söz edilemez (Cemil Danışman, § 51; Nesrin Demir ve diğerleri, § 114).

63. Ancak öldürücü güç, Anayasa'da belirtilen hâllerde ve başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak kullanılmalıdır. Bu nedenle yaşama hakkının dokunulmaz niteliği de dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun zorunluluğu ve orantılılığı Anayasa Mahkemesi tarafından çok sıkı bir şekilde denetlenmelidir (Nesrin Demir ve diğerleri, § 107; benzer yöndeki değerlendirme için bkz. İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 117).

64. Bu noktada belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesi bu tür durumlarda yetkili mercilerin bu konuya ilişkin değerlendirmelerine tamamen bağlı kalmak zorunda olmayıp kesin, ikna edici bilgi veya bulgulara dayanarak farklı bir değerlendirmede de bulunabilir (Cemil Danışman, § 58; Nesrin Demir ve diğerleri, § 117). Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57). Bunun yanı sıra bu konuda yapılacak değerlendirmede bir bütün olarak somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiğinin ve nasıl bir seyir izlediğinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57; Nesrin Demir ve diğerleri, § 108).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

65. Başvurucu; katılmış olduğu bir gösterinin kolluk kuvvetince güç kullanılarak dağıtıldığını, bu nedenle ara sokağa kaçtığını ve dinlenmek için oturduğu esnada sivil bir polis memurunun üniformalı bir çevik kuvvet polisine kendisini hedef gösterdiğini iddia etmektedir. Çevik Kuvvet polisinin kasıtlı olarak attığı göz yaşartıcı gaz kapsülü ile başından yaralandığını ileri süren başvurucu, söz konusu iddiasını hakkında düzenlenen adli raporla ve -kısmen de olsa- tanık ifadesiyle (bkz. § 20) de desteklemektedir. Anılan raporlarda başvurucunun başının sağ üst bölgesinden ayrık kemik kırıkları oluşacak ve hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı tespitleri bulunmaktadır (bkz. §§ 12, 19). Şu hâlde başvurucunun ileri sürdüğü hak ihlali kapsamında -soruşturma yapılmasının da ön şartı olan- savunulabilir bir iddiasının bulunmadığı söylenemeyecektir.

66. Güvenlik görevlilerinin toplumsal olaylara müdahale etmesi gereken hâller ve nasıl müdahale edileceği, güç kullanımının ne şekilde gerçekleştirilebileceği kanuni düzenleme ile güvenceye bağlanmıştır (bkz. § 26). Dolayısıyla somut olayda kolluk görevlilerinin başvurucuya karşı güç kullanmasının kanuni bir dayanağı bulunmaktadır.

67. Öte yandan kolluk görevlilerinin başvurucuya karşı güç kullanabilmesi için kanuni bir dayanak bulunması dışında ayrıca her somut olay özelinde güç kullanımının gerekliliği ve orantılılığının da bulunması, bu durumun kamu makamlarınca ortaya konulabilmesi şartı aranmaktadır.

68. Başvurucu hakkında katıldığı gösteride suç işlemesi, güvenlik görevlilerine karşı direnç sergilemesi ya da şiddet içerikli eylemde bulunması vb. gibi bir iddia kolluk tarafından düzenlenen evraka ya da yargısal değerlendirmelere yansımış değildir. Katıldığı gösteri kapsamında başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapıldığından da bahsedilmemiştir. Başvurucu toplantı dağıtıldıktan sonra bir ara sokakta oturarak dinlendiği esnada yaralandığını iddia etmiş ve buna dair tanık da göstermiştir. Tanık ifadesi alınan M.K.nin de başvurucunun kolluk görevlisince yaralandığı iddiasını yalanlamadığı görülmektedir (bkz. § 20). Kamu makamlarının ise başvurucunun gösteri sırasında, başka bir ifadeyle gösteri dağıtılmadan önce yaralandığına dair bir bilgi ya da belge ortaya koyamadıkları görülmektedir. Bu durumda başvurucuya karşı güç kullanılmasını gerekli kılan bir durumun varlığı kamu makamlarınca açıklanabilmiş değildir.

69. Kullanılan gücün gerekli olmadığı sonucuna varıldığından ayrıca bir orantılılık incelemesi yapılması her ne kadar ulaşılan yargısal neticeyi değiştirmeyecek olsa da somut olay özelinde orantılılık incelemesi yapılmasının da önemli olduğu değerlendirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen ikinci daimî arama kararında başvurucunun bir kolluk görevlisince kullanılan maddi güç kapsamında yaralandığı olgusu açıkça kabul edilmiştir (bkz. § 23). Anılan kararda polis memurunun zor kullanma yetkisinde sınırı aştığı, başka bir ifadeyle orantısız güç kullanarak suç işlediği de belirtilmiştir.

70. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

71. Yaşam hakkı kapsamında devletin etkili soruşturma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

72. Yaşam hakkıyla ilgili usule ilişkin yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir. Ancak kasıtlı eylemler sonucunda meydana gelen ölüm veya ölümcül yaralanma olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir ceza soruşturması yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi, ihlali gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

73. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin olarak hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

74. Yürütülecek ceza soruşturmaları sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz resen harekete geçerek ölüm ya da ölümcül yaralanma olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (benzer yöndeki karar için bkz. Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

75. Yaşam hakkı ve/veya kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası içeren olaylarda yargı makamlarınca yapılacak -zamanaşımı süresi dâhil yargılama sürecinin tamamı üzerinde etkisi olan- suç nitelemesine ilişkin tespitlerin genel bazı şeklî kabullerden veya olaya ilişkin bazı ön yargılardan hareketle yapılmaması, bunun yerine nitelemenin yargılama sürecinde toplanan tüm delillerin olayın gerçekleşme koşullarına göre yapılacak nesnel bir analizine dayanması gerekmektedir (Abidin Cevher, § 78).

76. Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken sadece fiilen gücü kullanan görevlilerin eylemlerinin değil söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57).

77. Her olayın kendine özgü şartlarında değerlendirme yapılmak koşuluyla yaşamı tehlikeye soktuğu açık olan eylemler ile maddi ve manevi varlığa yönelik ağır saldırıların cezasız kalmaması gerekmektedir (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 32).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

78. Başvurucunun 11/6/2013 tarihinde katılmış olduğu gösteride yaralanması üzerine hastaneye müracaat ederek tedavi olduğu ve aynı tarihte hakkında genel adli muayene raporu tanzim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 12). Başvurucu hakkında düzenlenen bu adli rapor sonrası kamu otoritelerinin olaydan haberdar olduğu, bu kapsamda da derhâl resmî bir soruşturma açılması gerektiği kabul edilmelidir (bkz. § 74). Ancak başvurucunun 10/12/2013 tarihinde (olaydan yaklaşık altı ay sonra) Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmasına kadar herhangi bir resmî soruşturmanın başlatılmadığı görülmektedir. Bu gecikme iki açıdan önem arz etmektedir: İlki devletin yaşam hakkı ihlali iddiası içeren şikâyetler karşısında derhâl verdiği tepki ile bu gibi olaylara müsamahakâr davranmadığını göstermesi, ikincisi ise belli bir zaman dâhilinde kaybolma olasılığı olan delillerin bir an önce toplanmasının sağlanmasıdır. Dolayısıyla başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanması ve hakkında aynı gün adli rapor da tanzim edilmesine karşın derhâl resmi bir soruşturma başlatılmaması etkili soruşturma yapma yükümlülüğü ilkesiyle bağdaşmaz.

79. Başvurucunun şikâyet dilekçesinden sonra başlayan soruşturmada Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucunun ifadesinin alımı dâhil bütün soruşturmayı adli kolluğa yaptırmayı tercih ettiği görülmektedir (bkz. § 13). Oysa başvurucunun kolluk görevlisinin güç kullanımı sonucu hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmış olması, üstelik olayın üzerinden belli bir zaman da geçmiş olması hususları gözetildiğinde soruşturmanın bizzat Cumhuriyet savcısınca yürütülmesi gerektiği açıktır. Soruşturmanın önce başka bir ana soruşturmayla birleştirilmesi, daha sonra ayrılması ve bu zaman diliminde (yaklaşık dört ay) herhangi bir esaslı işlemin yapılmamış olması da soruşturmanın sürüncemede bırakıldığı izlenimi uyandırabilir (bkz. § 15). Ayrıca başvurucunun hakkında kati adli rapor tanzim edilmeden, olaya tanık gösterdiği kişi dinlenmeden ve ifadesinde iddia ettiği hususlar tam olarak araştırılmadan daimî arama kararı verilmesi etkili bir soruşturma içinde izah edilemez.

80. İlk verilen daimî arama kararının başvurucuya tebliğ edilmediği, başvurucunun dosyadan örnek alması ile durumdan haberdar olduğu ve soruşturmanın genişletilmesi talepli dilekçe vermesinden yaklaşık bir yıl sonra ilk adli işlemin yapıldığı görülmektedir (bkz. § 19). Anılan gecikme bireylerde Cumhuriyet Başsavcılığının kolluk görevlileri aleyhine soruşturma yürütmekte isteksiz olduğu yönünde bir izlenim meydana getirebilir ki bu durum elbette etkili soruşturma yapma yükümlülüğüyle uyuşmaz.

81. Soruşturmada maddi olayın ortaya çıkarılmasında objektif bir delil niteliği olduğunda şüphe bulunmayan olay anına ilişkin kamera görüntüsünün sadece MOBESE kamera kaydı ile sınırlı tutulması soruşturmanın çok yönlü yürütülmesi ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Söz konusu soruşturmada başvurucunun soruşturmanın genişletilmesi talebi üzerine olay yerinde güvenlik kamerası araştırması yapıldığı görülmektedir. Oysa kolluk araç kameraları ile kolluğun ilgili birimi (Foto Film Şube Müdürlüğü) tarafından olay günü kayda alınan bir görüntü bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Ayrıca başvurucunun talep etmesine rağmen soruşturmanın ilk etapta birleştirildiği ana dosyadaki görüntü kaydının getirtilerek bir bilirkişi marifetiyle izlenip raporlanması yoluna da gidilmediği görülmektedir.

82. Başvurucunun ifadesinde belirttiği plakanın araştırılması uzunca bir süre yapılmamış, nihayetinde ulaşılan plaka bilgisi de çelişkili olmuştur. Ulaşılan bu sonuca göre sadece aynı tarih aralığında iki farklı araca ait tescil kaydı görülen bir plakadan söz edilmektedir (bkz. § 21). Başvurucunun kendisini hedef gösteren kişinin sivil polis olduğu, Sarı İbo lakabını kullandığı ve Beyoğlu Tarlabaşı semti civarında çalıştığı iddiası ise başvurucunun iddialarını karşılayacak düzeyde bir araştırmayla aydınlatılmamıştır. Ayrıca başvurucunun şikâyet dilekçesinde olay sonrasında işitme kaybı yaşadığı yönünde bir iddiası bulunmasına karşın bu hususu açıklığa kavuşturacak bir sağlık raporunun da temin edilmediği görülmektedir (bkz. §§ 11, 12, 19). Dolayısıyla delil toplama faaliyetinde de gerekli özenle hareket edildiğinin söylenmesi zordur.

83. Son olarak başvurucunun soruşturmadaki bazı eksiklikler nedeniyle şüpheli kimlik tespiti yapılamadığı ve buna bağlı olarak tazminat davası açılamadığı iddiası ele alınmalıdır. Başvurucunun bir kamu görevlisinin hukuka aykırı eyleminden kaynaklı olarak uğradığını iddia ettiği maddi ve/veya manevi tazminat talepli bir davada, eylemi gerçekleştiren görevlinin kimliğine ihtiyaç duyulması zorunlu değildir. Zira burada kamu hizmetinin kötü işlemesine bağlı olarak pekâlâ idarenin sorumluluğu kapsamında bir dava ikame edilebilir. Nitekim hukuk pratiği de anılan şekilde işlemektedir. Bu nedenle başvurucunun ileri sürdüğü şekilde etkili başvuru hakkının ihlalinden söz edilmesi mümkün görülmemiştir (bkz. § 44).

84. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

85. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

86. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş, -miktarını ve türünü açıkça belirtmeksizin- tazminat talebinde bulunmuştur.

87. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

88. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

89. İncelenen başvuruda yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin eyleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Cumhuriyet Başsavcılığı da ihlali giderememiştir. Bu açıdan ihlalin aynı zamanda Cumhuriyet Başsavcılığının daimî arama kararlarından da kaynaklandığı söylenebilir.

90. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun etkili bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2015/67944) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

91. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 100.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

92. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

93. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması içinyeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 100.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Evren Köse [2.B.], B. No: 2017/35918, 30/6/2020, § …)
   
Başvuru Adı EVREN KÖSE
Başvuru No 2017/35918
Başvuru Tarihi 17/10/2017
Karar Tarihi 30/6/2020

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, bir protesto eylemine kolluk görevlilerince orantısız güç kullanılarak müdahale edilmesi sonucu hayati tehlike geçirilecek şekilde yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Yaşam hakkı Güvenlik güçlerinin ölümcül güç kullanması İhlal Manevi tazminat, Yeniden soruşturma

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2559 Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu 16
2911 Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu 7
2559 Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu 16
2911 Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu 32
24
23
22
6
5237 Türk Ceza Kanunu 24
2911 Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu 3
5237 Türk Ceza Kanunu 256
89
87
86
27
Yönetmelik 30/12/1982 Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği 25
Yönerge 25/8/2011 Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge 10
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi