TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EVREN KÖSE BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/35918)
|
|
Karar Tarihi: 30/6/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Hüseyin KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Evren KÖSE
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali EŞKİ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir protesto eylemine kolluk görevlilerince
orantısız güç kullanılarak müdahale edilmesi sonucu hayati tehlike geçirilecek
şekilde yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin olarak yürütülen
soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 17/10/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen
Taksim Meydanı civarındaki gösterilere 31/5/2013 ile 11/6/2013 tarihleri
arasında katıldığını, kolluk görevlilerinin attığı plastik mermi ile elinden
yaralandığını, 11/6/2013 tarihinde ise göz yaşartıcı gaz kapsülü ile hayati
tehlike geçirecek şekilde başından yaralandığını belirtmiştir.
10. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te
yayımlanan Gezi Parkı olayları raporunda yer alan bazı tespitlere Anayasa
Mahkemesi Özge Özgürengin (B.
No:2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında yer vermiştir.
11. Başvurucu 10/12/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) verdiği şikâyet dilekçesi ile
kendisini yaralayan kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.
Anılan dilekçede başvurucu, 31/5/2013 tarihinde kolluk görevlilerinin tazyikli
su ve göz yaşartıcı gazla yaptığı müdahale sonrası kaçtığını, birkaç gösterici
ile birlikte bir çıkmaz sokakta sıkıştıklarını, bu esnada polis memurlarının
attığı plastik mermiyle sağ omzundan yaralandığını dile getirmiştir. Başvurucu
ayrıca aynı günün gecesinde yoğun göz yaşartıcı kimyasal gaza maruz kaldığını,
atılan gaz kapsüllerinden birinin eline, bir diğerinin ise sol göğsüne
geldiğini, devam eden günlerde de yoğun şekilde göz yaşartıcı gaza maruz
kaldığını iddia etmiş; İstanbul Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi
gördüğünü ifade etmiştir. Başvurucu -tarih belirtmemekle birlikte 11/6/2013
tarihi olduğu anlaşılan- yine Taksim Meydanı'na gittiğini, göz yaşartıcı gaz
müdahalesinden etkilenerek alandan yüz metre kadar uzaklaştığını, Abdülhak
Hamit Caddesi üzerinde oturarak dinlendiği esnada arkasından görse
hatırlayabileceği birinin "Sağdaki!"
diye bağırdığını, arkasına döndüğü esnada başına bir şey olduğunu ancak
soluduğu gazdan olduğunu düşündüğünü, sonra bir Çevik Kuvvet polisinin
arkasından koşarak uzaklaştığını gördüğünü belirtmiştir. Başvurucu, daha sonra
yanına gelen birinin başından vurulmuş olduğunu söylediğini, sonra sedyeyle
önce E.K. Surp Agop Hastanesine, oradan 112 Acil Servis ambulansı gelmediği
için özel bir ambulansla İstanbul Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma
Hastanesine (Hastane) götürüldüğünü ve tedavi altına alındığını dört gün sonra
kendine geldiğinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu şikâyet dilekçesinde;
söz konusu yaralanma nedeniyle sol kulağının tamamen, sağ kulağının ise yarı
oranında işitme kaybına uğradığını ileri sürmüş ve kolluk görevlilerinden
şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.
12. Başvurucu hakkında Hastane tarafından 11/6/2013 tarihinde
düzenlenen genel adli muayene raporunun sadece sonuç bölümünün doldurulduğu
görülmüştür. Raporun sonuç kısmı şöyledir:
"Hastanın geliş
vitalleri [ateş, nabız, tansiyon, solunum] stabil (TA: 110/65, Nabız: 77/dk Pulse 02: %99) Dinlemekle her iki ac
eşit havalanıyor. Başında sağ pariatelde [kulak üst kısmı] deplese fraktürü [ayrılmış kırık] mevcut. Kranial [kafatası] BT [Bilgisayarlı Tomografi] de parçalı fraktür ve altında kanama mevcut. Hasta
NRŞ [Noroloji] tarafından acil
operasyona alınmış olmakla beraber hayati tehlikesi mevcuttur."
13. Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/12/2013 tarihinde soruşturma
başlatılmış, 10/1/2014 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne müzekkere
yazılarak başvurucunun ifadesinin alınması, olaya ilişkin kamera görüntüsünün
ve kolluk tutanağının temini istenmiştir. Aynı müzekkere 11/3/2014 tarihinde bu
sefer Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne (İlçe Emniyet Müdürlüğü) yazılmıştır.
İlçe Emniyet Müdürlüğünün 28/3/2014 tarihli cevabında, Taksim Meydanı ve
civarını gören trafik kamera kaydının (MOBESE) 30/5/2013 ile 4/6/2013 tarihleri
arasındaki kısmının gönderildiği ancak 5/6/2013 tarihinden sonraki kaydın
MOBESE kameralarının olaylar nedeniyle hasar görmesi sonucu temin edilemediği
belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesinin alındığı,
ifadesinde belirttiği araç plakasının emniyet hizmetlerinde kullanılan bir
araca ait olmadığı da ifade edilmiştir. Evrak ekinde iki Olay ve Yakalama
Tutanağı, MOBESE kameralarının zarar gördüğüne ilişkin olarak düzenlenen bir
tutanak ile başvurucunun ifade zaptına yer verildiği görülmüştür. Olay ve
yakalama tutanaklarından biri 31/5/2013, diğeri ise 11/6/2013 tarihinde
düzenlenmiştir. Bu tutanaklarda genel olarak olayların seyri ile gözaltına
alınanların -başvurucunun ismi bulunmayan- isim listesine yer verildiği,
11/6/2013 tarihli tutanakta göstericilere yapılan sesli ikaz sonrası
göstericilerin şiddete başvurması ve bu nedenle maddi güç kapsamında yapılan
müdahalenin anlatıldığı, başvurucunun yaralanması olayına ilişkin ise herhangi
bir bilgiye yer verilmediği görülmektedir.
14. Başvurucu kollukta alınan ifadesinde; yaralanmasına ilişkin
olaya M.K.yı tanık olarak gösterdiği, "Sağdaki!"
diye seslenen kişinin sivil giyimli, esmer, 185 cm boylarında, görse
tanıyabileceği, 1/6/2013 tarihinde yemek yediği lokantaya 34... plaka numaralı,
bej renkli ve F... marka araçla gelen kişi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu
ayrıca başından yaralanmasına neden olan Çevik Kuvvet polisinin kısa boylu ve
zayıf birisi olduğunu dile getirmiştir. Başvurucu tanık olarak gösterdiği,
Kütahya'da yaşayan M.K.nın telefon ve açık adresini daha sonra ileteceğini
belirtmiş; hakkında düzenlenen sağlık raporlarının ilgili hastanelerden
Cumhuriyet Başsavcılığınca temin edilmesini talep ederek şikâyetini
yinelemiştir.
15. Anılan soruşturma 26/1/2015 tarihinde benzer yönde
şikâyetler içeren başka bir soruşturma dosyasıyla birleştirilmiş, 21/5/2015
tarihinde ise tekrar ayrılmıştır. Bu soruşturma kapsamında başvurucu hakkında
düzenlenen tüm tıbbi evrak ilgili sağlık kuruluşlarına müzekkere yazılarak
temin edilmiş ve 30/6/2015 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi
Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. Başvurucu ifadesinde kati adli
raporunun temin edilmesini, daha önce verdiği plaka bilgisinin emniyet hizmet
aracı olmasa dahi hangi araca ve kime ait olduğunun araştırılmasını talep
etmiş; kollukta verdiği ifadede belirttiği sivil giyimli kişinin o bölgede
görev yapan sivil polis olduğunu ve Sarı İbo
lakabıyla anıldığını iddia etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 14/8/2015
tarihinde kolluğa müzekkere yazılarak plaka bilgisi verilen aracın kime ait
olduğu, Sarı İbo lakaplı polis
memurunun kim olduğu sorulmuştur. Kolluğun 3/9/2015 tarihli cevabında plakası
belirtilen aracın trafik kaydının bulunmadığı, evveliyatında ise 2... şasi
numaralı, V... marka, 4/4/1975 tescil tarihli, S.Ş. adına kayıtlı olup hurdaya
ayrıldığı belirtilmiştir. Belirtilen lakabı kullanan polis memuru hakkında ise
civardaki bazı işyerlerine sorularak araştırma yapıldığı ancak herhangi bir
tespit yapılamadığı not edilmiştir.
16. Cumhuriyet Başsavcılığınca 22/2/2016 tarihinde, şüpheli
bilgisi "İstanbul Emniyet Müdürlüğünde
çalışan ilgili kolluk görevlileri", suç bilgisi "kasten yaralama", suç tarihi "31/5/2013" ve zamanaşımı süresi
"sekiz yıl" olarak
belirtilen daimî arama kararı verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Yapılan tüm
araştırmalara rağmen şüpheli emniyet görevlilerinin tespit edilemediği,
Bu şekilde, atılı suçu işlediği iddia edilen
kimliği tespit edilemeyen şüphelilerin, çok sıkı bir şekilde araştırılarak
kimliklerinin belirlenmesi, yakalandıkları takdirde mevcutlu olarak
savcılığımıza sevk edilmeleri, aksi halde zamanaşımı tarihine kadar sürekli
olarak araştırmaya devam edilmesi ve tekide mahal verilmeksizin her üç ayda bir
Cumhuriyet Başsavcılığımıza bilgi verilmesi rica olunur. "
17. Başvurucu vekilince 18/4/2016 tarihinde dosyadaki belgelerin
bir sureti istenmiştir. 23/8/2016 ve 2/11/2016 tarihlerinde UYAP ortamına
aktarılan -daimî arama kararı gereği olağan uygulama kapsamındaki- iki kolluk
tutanağında, yapılan araştırmada herhangi bir şüpheli kimlik tespiti
yapılamadığı belirtilmiştir. 9/11/2016 tarihinde ise dosyaya başvurucu
vekilince soruşturmanın genişletilmesi ve derinleştirilmesi talepli bir dilekçe
sunulmuştur. Anılan dilekçede, soruşturmanın ilk etapta birleştirildiği ana
soruşturma dosyası içinde bulunan kamera görüntülerinin incelenmesi (UYAP
erişimi ile yapılan kontrolde birleşen ana dosyada birçok ulusal haber
kanallarından, gazete ve haber ajanslarından kamera görüntüleri ve fotoğraf
istendiği görülmüştür.), olay yerinde bulunması yüksek olasılıklı olan özel
kişilere ait güvenlik kamera kayıtlarının araştırılması, M.K isimli tanığın
dinlenmesi ile belirtilen plakalı aracın sahte plaka olarak kullanılma
ihtimalinin araştırılması istenmiştir.
18. Başvurucu 17/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
19. Soruşturmanın genişletilmesi talebinden yaklaşık bir yıl
sonra 21/11/2017 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca dosya tekrar ele
alınmıştır. Bu kapsamda 22/12/2017 tarihinde İstanbul Adli Tıp Kurumundan (ATK)
başvurucunun yaralanmasına ilişkin olarak kati adli rapor düzenlemesi
istenmiştir. ATK tarafından 25/12/2017 tarihinde tanzim edilen raporun ilgili
kısmı şöyledir:
"Kişinin yaşamını
tehlikeye SOKTUĞU,
Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek
ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI,
Kırığın yaşam fonksiyonlarına etkisi AĞIR (4)
derece olduğu kanaatini bildirir rapordur."
20. Başvurucunun olaya tanık olduğunu belirttiği M.K.nın
ifadesinin alınması için ilgili Cumhuriyet başsavcılığına 21/12/2017 ve
24/5/2018 tarihlerinde iki kez talimat yazılmıştır. Bu kapsamda M.K.nın bilgi
veren sıfatıyla 28/12/2017 ve 31/5/2018 tarihlerinde kolluk tarafından iki kez
ifadesi alınmıştır. İfadelerde M.K. geçici olarak olay tarihinde İstanbul'a
gittiğini, başvurucuyla da bu esnada tanıştığını, olay tarihinde Beyoğlu
civarında polis memurlarının kalabalığı dağıtmak için uzaktan gaz fişeği
attıklarını, bu fişeğin başvurucunun kulağına isabet ettiğini, yaralanan
başvurucuya ambulans gelene kadar yardım ettiğini belirtmiştir. Daha sonra
başvurucunun ziyaretine de gittiğini ifade eden tanık; kasıtlı bir yaralama
olmadığını düşündüğünü zira gaz fişeğinin uzaktan atıldığını, sorumlu polis
memurlarını tanımadığını, yüzlerinde gaz maskesi olduğundan teşhis
edemeyeceğini, ayrıca Beyoğlu Tarlabaşı semtindeki sivil polis memurlarıyla Sarı İbo lakaplı polis memurunu da
tanımadığını beyan etmiştir.
21. Cumhuriyet Başsavcılığınca 23/1/2018 tarihinde kolluğa
müzekkere yazılarak başvurucunun soruşturmanın genişletilmesine dair
dilekçesinde belirttiği başka soruşturma dosyasına girmiş görüntü kaydının
bulunup bulunmadığının araştırılması istenmiştir. Ayrıca aynı müzekkerede olay
yerini gören kamera görüntüsü ile bildirilen plaka bilgisinin tekrar
araştırılması talimatı verilmiştir. Kolluk tarafından verilen cevapta,
başvurucunun yaralandığı tarih itibarıyla MOBESE kameralarının hasarlı olduğu,
30/5/2013 ile 4/6/2013 tarihleri arasındaki kaydın ise gönderildiği bilgisi
tekrar edilmiştir. Ayrıca olay tarihinde olay yerini gören herhangi bir
güvenlik kamera kaydına rastlanmadığı da vurgulanmıştır. Başvurucunun
bildirdiği araç plakasına ilişkin araştırmada, 2... şasi numaralı, 1967 model,
V... marka, 4/4/1975 tescil tarihli aracın 6/6/2011 tarihinde mevcut olmayan araç kapsamında hurdaya
ayrıldığı bildirilmiştir. Ayrıca aynı plakanın 11/7/2000 tarihinde V... şasi
numaralı, 2001 model, P... marka araca tescilli olduğu, 37/6/2001 tarihinde
07... plakaya nakil gittiği, aynı şasi numaralı aracın 21/8/2006 tarihinde
tekrar 34... plakasına nakil geldiği, 25/4/2011 tarihinde ise 58... plakasına
nakil gittiği, yapılan plaka sorgulamasında ise söz konusu 34... plakasının
aktif görünmediği bilgilerine yer verilmiştir. Plaka sorgulama ekran çıktıları
da evrak ekinde sunulmuştur.
22. Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/12/2018 tarihinde yazılan
müzekkere ile kolluktan tekrar olay yerini gören güvenlik kamera görüntüsü
araştırması yapması istenmiş, yapılan araştırmada bir otele ait güvenlik
kamerası bulunduğu ancak 2014 yılında faal hâle geçtiği, ayrıca bir MOBESE
kamerası bulunduğu ancak olay tarihindeki kayıtlara ulaşılamadığı
bildirilmiştir.
23. Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/9/2019 tarihinde tekrar daimî
arama kararı verilmiştir. Kararda nitelikli kasten yaralama suçunun neticesi
sebebiyle ağırlaşmış hâlinden suç nitelemesi yapıldığı ve buna göre on beş yıl
zamanaşımı süresi belirlendiği anlaşılmaktadır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"2911 Sayılı Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşleri Kanunun 24.maddesinin toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin
Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde güvenlik kuvvetleri mensuplarına
topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında
bulunma ve topluluk dağılmazsa zor kullanma yetkisi verdiği, bunun yanında 2559
S.Y.m. 16 uyarınca görevlerini yaparken direnişle karşılaşmaları halinde
Polisin bu direnişi kırma amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanma yetkisi
bulunduğu, ancak yasa tarafından verilen bu yetkilerin yine yasaya uygun bir
şekilde kullanılması gerektiği,
Toplanan deliller ışığında soruşturma evrakı
içerisinde yer alan disiplin soruşturması dosyası, Beyoğlu İlçe Emniyet
Müdürlüğü yazıları ve eki belgelerden müştekinin katıldığı gösterinin yasal
olmadığı ve barışçıl nitelik taşımadığının açıkça belli olduğu, ancak
soruşturma evrakı içerisindeki adli raporlar, bu rapordaki bulguların
müştekinin beyanıyla uyuşması, müştekinin yaşadığı olaydan hemen sonra
müracaatta bulunması birlikte değerlendirildiğinde kimliği tespit edilemeyen
bir polis memurunun zor kullanma yetkisinde sınırı aşarak müştekinin hayati
tehlike arzeden, basit tıbbi müdahale ile giderilemez, vücudunda kemik kırığına
yol açacak şekilde yaralanmasına neden olduğu, .."
24. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığının 18/6/2019 tarihli yazısı
üzerine idari soruşturma açılıp açılmaması konusunda idarenin bir ön inceleme
yürüterek 18/7/2019 tarihli yazısı ile sonucu Cumhuriyet Başsavcılığına
bildirdiği görülmektedir. Cevap yazısında; alınan ifadelerde belirtilen
şikâyetin soyut düzeyde kaldığı, somut delillerle desteklenemediği belirtilerek
disiplin soruşturması açılmasına gerek olmadığı kanaatiyle işlemden kaldırma
kararı verildiği bildirilmektedir.
25. Başvurunun incelendiği tarih itibarıyla UYAP erişimi ile
yapılan incelemede Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen son daimî arama
kararından sonra soruşturmanın akıbetini etkileyecek nitelikte bir bilgi ya da
belgenin dosyaya girdiğine yahut bu yönde tekrar bir araştırma faaliyetine
rastlanmamıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
26. Anayasa Mahkemesi Özlem
Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-27) kararında; 4/7/1934
tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16.
maddesine, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kanunun hükmü ve amirin emri” kenar
başlıklı 24. maddesine, 5237 sayılı Kanun'un
"Sınırın aşılması"
kenar başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasına,5237 sayılı Kanun'un
"Kasten yaralama" kenar
başlıklı 86. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı
Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış
yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle
yaralama" kenar başlıklı 89. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkralarının ilgili kısımlarına yer vermiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi Güven Boğa (B. No: 2014/17222, 3/7/2019,
§§ 24-30) kararında 2911 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine değinmiştir.
27. Anayasa Mahkemesi Ali
Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 28-30) kararlarında; 30/12/1982 tarihli ve 17914
sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25.
maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011
tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve
Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet
Genel Müdürlüğünün 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkardığı iki ayrı
genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirdiği ve Aralık 2008 tarihinde hazırladığı
Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili
kısımlarına yer vermiştir.
B. Uluslararası Hukuk
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili
maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin
içtihatları Ali Ulvi Atunelli (aynı
kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer almaktadır.
29. Anayasa Mahkemesi Ali
Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51)
ve Özlem Kır (aynı kararda bkz.
§§ 31-35) kararlarında; 13/1/1993
tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve
Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk
Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel
İlkelerin (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı
Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990,
s. 112-115) ilgili kısımlarına, BM barışçıl
toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan
raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine,
Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin
Önlenmesi Komitesinin (CPT) göz yaşartıcı gaza ilişkin görüş ve tavsiyelerine
değinmiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 30/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
31. Başvurucu; katılmış olduğu gösteriye kolluk görevlilerinin
orantısız şekilde güç kullanarak müdahale etmesi sonucu elinden ve kafasından
yaralandığını, buna ilişkin açılan soruşturmanın ise gerekli özenle yürütülmediği
için etkisiz hâle geldiğini iddia ederek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence
altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca
soruşturmada ilerleme sağlanamaması sonucunda failin kimliğinin tespit
edilemediğini, bu nedenle tazminat davası açmasının da mümkün olmadığını
belirterek Anayasa'nın 17. maddesiyle bağlantılı olarak Anayasa'nın 40.
maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Bakanlık görüşünde, başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamında
incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Bakanlık, ilk olarak başvuru yollarının
tüketilip tüketilmediğinin incelenmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Bakanlığa
göre başvurucunun kasıtlı olarak yaralandığına ilişkin somut bir delil
bulunmamakta zira başvurucunun bu yönde bir iddiası olmadığı gibi tanığın da
olayda kasıt bulunmadığı yönünde beyanı bulunmaktadır. Bu nedenle somut olayda
sadece ceza soruşturması yerine idari yargıda açılacak bir tam yargı davası da
etkili hukuk yolu olarak kabul edilebilir. Bakanlık ilk daimî arama kararından
sonra başvurucunun etkili bir soruşturma yürütülmediğinin farkına varmış olması
gerektiğini ancak bu karardan yaklaşık bir buçuk yıl sonra bireysel başvuruda
bulunduğunu, bu yönüyle de başvurunun süre aşımı açısından incelenmesi
gerektiğini ifade etmiştir.
33. Bakanlık başvurucunun şikâyeti üzerine resen soruşturma
başlatıldığını, başvurucunun ifadesinin avukatı nezaretinde Cumhuriyet savcısı
tarafından alındığını, başvurucunun talepleri doğrultusunda gerekli
araştırmanın yapılarak bu konudaki bilgi ve belgelerin dosyaya yansıtıldığını
savunarak başvurucunun soruşturmaya etkili katılımının sağlandığını
belirtmiştir. Bakanlığa göre olayın gerçekleşme koşullarına ilişkin
toplanabilecek tüm deliller toplanmış, MOBESE kameralarının olaylar sırasında
tahrip olması nedeniyle olay yerine ilişkin kamera kaydına ulaşılamamıştır.
Etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü değil uygun
araçların kullanılması yükümlülüğü olduğuna dikkat çeken Bakanlık, soruşturmada
muhtemel failin tespit edilebilmesi için her türlü işlemin yapıldığını ancak
bir sonuç elde edilemediğini savunmuştur.
34. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında ihlal
iddiasının sadece kötü muamele yasağının usul boyutu itibariyle incelenmesi
gerektiği düşüncesine karşı çıkmış maddi boyut açısından da inceleme yapılması
gerektiğini dile getirmiştir. İlk daimî arama kararının kendisine tebliğ
edilmediğini belirten başvurucu, kararı öğrenmesinden sonra bireysel başvuruda
bulunmamasını Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe üzerine soruşturmanın
tekrar aktif hâle gelmesi ve bunun akabinde verilen ikinci daimî arama
kararından sonra da bireysel başvuruda bulunmasıyla açıklamıştır. Başvurucu,
Bakanlığın kasıtlı bir yaralanma söz konusu olmadığı için idari yargı yolunun
da tüketilmesi gerektiği görüşüne karşı çıkmış, eylemin kasıtlı olmadığı
yönündeki anılan görüşün yanlı olduğunu savunmuştur. Sonuç olarak başvurucu
etkili bir soruşturma yapılmadığı yönündeki iddialarını yineleyerek kötü
muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerektiğini dile
getirmiştir.
B. Değerlendirme
35. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî
ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
36. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:
"Devletin temel amaç ve
görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak;
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır."
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
37. Başvurucunun kolluk görevlisi tarafından kullanılan bir gaz
fişeği ile baş bölgesinden yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralanmış olması
hususu dikkate alındığında başvurunun yaşam hakkı bağlamında mı yoksa kötü
muamele yasağı kapsamında mı incelenmesi gerektiği noktasında ayrıca bir
değerlendirme yapılması gerekmektedir.
38. Somut olayda başvurucunun yaralandığı bölgenin ve yaranın
niteliği gözetilerek öncelikle yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın
17. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilirliği konusunda bir değerlendirme
yapılması gerekir.
39. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi
için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla
birlikte sınırlı bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı
çerçevesinde incelenebilmesi olanaklıdır (Mehmet
Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).
40. Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura
karşı yapılan eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın koşulları
dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme
yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliğe sahip olup olmadığı ile
maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem
taşımaktadır (Yasin Ağca, B. No:
2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110).
41. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi demir yolu hattı üzerinde
bulunan elektrik kablolarından geçen akıma kapılarak yaralanan çocuklar için
yapılan başvurularda ileri sürülen iddiaları -başvurucuların elektrik akımına
kapıldığı olaydan yaralı olarak kurtulmuş olmalarına rağmen- akımın öldürücü
niteliği ve başvurucuların fiziksel bütünlüğü üzerinde yarattığı etkileri diğer
faktörle birlikte gözönünde bulundurarak Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında,
yaşam hakkı bağlamında incelemiştir (Hüseyin
Münüklü, B. No: 2014/5973, 13/9/2017; Gürkan Kaçar ve diğerleri, B. No: 2014/11855, 13/9/2017).
42. Anayasa Mahkemesi eldeki başvuruyla büyük oranda benzerlik
gösteren başka bir başvurudaki şikâyeti de yaşam hakkı kapsamında incelemiştir
(Abidin Cevher, B. No: 2015/6361,
18/7/2019, § 44).
43. Somut olayda başvurucu, kolluk kuvvetince kullanılan gaz
tüfeğinden atılan gaz kapsülünün başının kulak üstü sağ bölümüne isabet etmesi
nedeniyle yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralanmıştır. Başvurucu hakkında
düzenlenen sağlık raporlarına göre başvurucunun kafatasında oluşan kemik
kırığı, yaşamsal fonksiyonları 4. derecede (ağır) etkilemiştir (bkz. §§ 12,
19). Başvurucunun maruz kaldığı eylemin potansiyel olarak öldürücü bir nitelik
taşıması ile yaralanmanın başvurucunun fiziki bütünlüğü üzerindeki etkileri
birlikte değerlendirildiğinde başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
2. İnceleme Kapsamı
Yönünden
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun etkili başvuru hakkı kapsamında
ileri sürdüğü şikâyet esasen etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü ile
ilgilidir. Anılan yükümlülük ise yaşam hakkının usul boyutu içinde ele
alınacağından etkili başvuru hakkından ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.
3. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
45. Somut olayda, başvurucunun yaralanmasıyla sonuçlanan olay
hakkında kasten yaralama suçundan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
yürütülmekte olan ceza soruşturması derdesttir. Bu nedenle başvuru yollarının
tüketilmesi kuralı açısından ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekir.
46. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı
şöyledir:
"...Başvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir."
48. Anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun
yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini
önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir
ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece
mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).
49. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe
Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
50. Diğer taraftan etkili bir başvurudan söz edilebilmesi için
başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun
uygulamada da fiilen etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü
ele alma yetkisine sahip bulunması gerekir. Başvuru yolunun ancak bir hak
ihlali iddiasını önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona
ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim
(tazminat) sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine
vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda tazminat ödenmesinin
yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da usule ilişkin yeterli
güvencelerin sağlanması gerekir (Şafak Pınar
ve diğerleri, B. No: 2013/6945, 16/9/2015, § 61).
51. Öncelikle başvuru yollarının
tüketilmesi kuralı, bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünde
inceleme yapılabilmesi için mutlak surette gerekli olmasa da yürütülen
soruşturmanın -makul bir süreyi aşmaması şartıyla- ilgili kamu makamları
tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile getirilen
koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812,
6/10/2015, § 46).
52. Başvurucunun bir soruşturmanın açılmayacağının, soruşturmada
ilerleme olmadığının, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığının, ileride de
böyle bir soruşturmanın yürütüleceği konusunda en ufak gerçekçi bir şans
olmadığının farkına vardığı veya varması gerektiği andan itibaren yaptığı
bireysel başvurular kabul edilebilmelidir (Rahil
Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 77).
53. Somut olayda başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına suç
duyurusunda bulunmasının ardından yapılan soruşturma sonucunda herhangi bir
şüpheli kimlik tespiti yapılamamış ve farklı tarihlerde iki kez daimî arama
kararı verilmiştir (bkz. §§ 16, 23). İkinci kez verilen daimî arama kararından
sonra şüpheli araştırmasına dair esaslı herhangi bir bilgi ya da belgenin
soruşturma dosyasına girdiği de tespit edilememiştir. Buna göre her ne kadar
ilk daimî arama kararından sonra bireysel başvuruda bulunulmasa da soruşturma
tekrar aktif hâle gelmiş ve daha sonra verilen ikinci daimî arama kararının
akabinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Şu hâlde başvurunun
süresinde yapılmadığı söylenemez.
54. Öte yandan başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği
yönünde karar verebilmek için devletin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında etkili soruşturma yapma pozitif
yükümlülüğünün çerçevesinin ve somut olayda ne şekilde yerine getirildiğinin
tespiti de gerekmektedir. Ne var ki anılan hususların tespiti, somut olayda
esas hakkında inceleme yapılmasını zorunlu kılmaktadır (Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018,
§ 67).
55. Bu itibarla açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir (bazı
farklılıklarla birlikte bkz. Abidin Cevher,
§§ 46-56).
4. Esas Yönünden
56. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerde
devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul
boyutları bakımından ayrı ayrı bir incelenme yapılması gerekebilmektedir.
Devletin negatif yükümlülüğü bireylerin yaşam haklarına dokunmama ödevini
içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireylerin yaşam haklarını korumayı
(önleyici yükümlülük) hem de -yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin
savunulabilir bir iddianın bulunması hâlinde- etkili bir soruşturma yoluyla
sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü)
içermektedir. Yaşam hakkının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici
yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma
yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.
57. Başvurucunun şikâyetine konu eylem bir kamu görevlisinin
eyleminden kaynaklandığından kural olarak devletin negatif yükümlülüğü
kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca
başvurucunun kolluk görevlileri hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili
olmadığı yönündeki iddiası ise pozitif yükümlülükler kapsamında, etkili
soruşturma yapma yükümlülüğü açısından ele alınmalıdır.
a. Yaşam Hakkının Maddi
Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
58. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı,
dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 50). Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki
alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son
vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer
bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
59. Kamusal yetkiyle güç kullanılması sonucu gerçekleşen
ölümlerin veya ölümcül yaralanmaların devletin yaşam hakkına ilişkin negatif
yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu yükümlülük hem kasıtlı
biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç
kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman,
B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44). Yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülük
kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka
aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).
60. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "(1) meşru müdafaa hali, (2) yakalama ve tutuklama
kararlarının yerine getirilmesi, (3) bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının
önlenmesi, (4) bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, (5) sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında
silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda" yaşama
hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir.
61. Anayasa’da yaşama hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak
müdahalelere ilişkin yer alan yukarıdaki hükümler ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda daha önce vermiş olduğu kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk
kuvvetlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir
çarenin kalmadığı mutlak zorunlu durumlarda
ve -güç kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce
nispeten- orantılı bir biçimde
güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil Danışman, § 50; Nesrin Demir ve diğerleri, B. No:
2014/5785, 29/9/2016, § 113).
62. Anayasa'mızdaki düzenlemeye benzer şekilde Sözleşme'nin 2.
maddesine göre de bir ölüm veya ölümcül yaralanma a) bir kimsenin yasa dışı
şiddete karşı korunmasının sağlanması, b) bir kimsenin usulüne uygun olarak
yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir
kişinin kaçmasını önleme, c) bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak
bastırılması durumlarında mutlak zorunlu
olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse yaşama
hakkının ihlalinin gerçekleştiğinden söz edilemez (Cemil Danışman, § 51;
Nesrin Demir ve diğerleri, § 114).
63. Ancak öldürücü güç, Anayasa'da belirtilen hâllerde ve başka
şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son
çare olarak kullanılmalıdır. Bu nedenle yaşama hakkının dokunulmaz
niteliği de dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz
konusu olduğunda bunun zorunluluğu ve orantılılığı Anayasa Mahkemesi tarafından
çok sıkı bir şekilde denetlenmelidir (Nesrin
Demir ve diğerleri, § 107; benzer yöndeki değerlendirme için bkz. İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595,
21/4/2016, § 117).
64. Bu noktada belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesi bu tür
durumlarda yetkili mercilerin bu konuya ilişkin değerlendirmelerine tamamen
bağlı kalmak zorunda olmayıp kesin, ikna edici bilgi veya bulgulara dayanarak
farklı bir değerlendirmede de bulunabilir (Cemil
Danışman, § 58; Nesrin Demir ve
diğerleri, § 117). Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin
eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken olayın bütün aşamalarının
dikkate alınması gerekmektedir (Cemil
Danışman, § 57). Bunun yanı sıra bu konuda yapılacak değerlendirmede
bir bütün olarak somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiğinin ve nasıl bir
seyir izlediğinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57; Nesrin Demir ve diğerleri, § 108).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
65. Başvurucu; katılmış olduğu bir gösterinin kolluk kuvvetince
güç kullanılarak dağıtıldığını, bu nedenle ara sokağa kaçtığını ve dinlenmek
için oturduğu esnada sivil bir polis memurunun üniformalı bir çevik kuvvet
polisine kendisini hedef gösterdiğini iddia etmektedir. Çevik Kuvvet polisinin
kasıtlı olarak attığı göz yaşartıcı gaz kapsülü ile başından yaralandığını
ileri süren başvurucu, söz konusu iddiasını hakkında düzenlenen adli raporla ve
-kısmen de olsa- tanık ifadesiyle (bkz. § 20) de desteklemektedir. Anılan
raporlarda başvurucunun başının sağ üst bölgesinden ayrık kemik kırıkları
oluşacak ve hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı tespitleri
bulunmaktadır (bkz. §§ 12, 19). Şu hâlde başvurucunun ileri sürdüğü hak ihlali
kapsamında -soruşturma yapılmasının da ön şartı olan- savunulabilir bir
iddiasının bulunmadığı söylenemeyecektir.
66. Güvenlik görevlilerinin toplumsal olaylara müdahale etmesi
gereken hâller ve nasıl müdahale edileceği, güç kullanımının ne şekilde
gerçekleştirilebileceği kanuni düzenleme ile güvenceye bağlanmıştır (bkz. §
26). Dolayısıyla somut olayda kolluk görevlilerinin başvurucuya karşı güç
kullanmasının kanuni bir dayanağı bulunmaktadır.
67. Öte yandan kolluk görevlilerinin başvurucuya karşı güç
kullanabilmesi için kanuni bir dayanak bulunması dışında ayrıca her somut olay
özelinde güç kullanımının gerekliliği ve orantılılığının da bulunması, bu
durumun kamu makamlarınca ortaya konulabilmesi şartı aranmaktadır.
68. Başvurucu hakkında katıldığı gösteride suç işlemesi,
güvenlik görevlilerine karşı direnç sergilemesi ya da şiddet içerikli eylemde
bulunması vb. gibi bir iddia kolluk tarafından düzenlenen evraka ya da yargısal
değerlendirmelere yansımış değildir. Katıldığı gösteri kapsamında başvurucu
hakkında herhangi bir adli işlem yapıldığından da bahsedilmemiştir. Başvurucu
toplantı dağıtıldıktan sonra bir ara sokakta oturarak dinlendiği esnada
yaralandığını iddia etmiş ve buna dair tanık da göstermiştir. Tanık ifadesi
alınan M.K.nin de başvurucunun kolluk görevlisince yaralandığı iddiasını
yalanlamadığı görülmektedir (bkz. § 20). Kamu makamlarının ise başvurucunun
gösteri sırasında, başka bir ifadeyle gösteri dağıtılmadan önce yaralandığına
dair bir bilgi ya da belge ortaya koyamadıkları görülmektedir. Bu durumda başvurucuya
karşı güç kullanılmasını gerekli kılan bir durumun varlığı kamu makamlarınca
açıklanabilmiş değildir.
69. Kullanılan gücün gerekli olmadığı sonucuna varıldığından
ayrıca bir orantılılık incelemesi yapılması her ne kadar ulaşılan yargısal
neticeyi değiştirmeyecek olsa da somut olay özelinde orantılılık incelemesi
yapılmasının da önemli olduğu değerlendirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca
verilen ikinci daimî arama kararında başvurucunun bir kolluk görevlisince
kullanılan maddi güç kapsamında yaralandığı olgusu açıkça kabul edilmiştir
(bkz. § 23). Anılan kararda polis memurunun zor kullanma yetkisinde sınırı
aştığı, başka bir ifadeyle orantısız güç kullanarak suç işlediği de
belirtilmiştir.
70. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Yaşam Hakkının Usul
Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
71. Yaşam hakkı kapsamında devletin etkili soruşturma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun
etkili bir şekilde uygulanmasını ve kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya
onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle
gerçekleşen ölümler nedeniyle sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
72. Yaşam hakkıyla ilgili usule ilişkin yükümlülük olayın
niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine
getirilebilir. Ancak kasıtlı eylemler sonucunda meydana gelen ölüm veya ölümcül
yaralanma olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların
tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir ceza
soruşturması yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari
soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata
hükmedilmesi, ihlali gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak
için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 55).
73. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını
koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların
ölüm olayına ilişkin olarak hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç
yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan
burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin
başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da
cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir
ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
74. Yürütülecek ceza soruşturmaları sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır.
Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma
makamlarının olaydan haberdar olur olmaz resen harekete geçerek ölüm ya da
ölümcül yaralanma olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine
yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının
nedeninin veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir
eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (benzer
yöndeki karar için bkz. Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 57).
75. Yaşam hakkı ve/veya kötü muamele yasağının ihlal edildiği
iddiası içeren olaylarda yargı makamlarınca yapılacak -zamanaşımı süresi dâhil
yargılama sürecinin tamamı üzerinde etkisi olan- suç nitelemesine ilişkin
tespitlerin genel bazı şeklî kabullerden veya olaya ilişkin bazı ön yargılardan
hareketle yapılmaması, bunun yerine nitelemenin yargılama sürecinde toplanan
tüm delillerin olayın gerçekleşme koşullarına göre yapılacak nesnel bir
analizine dayanması gerekmektedir (Abidin
Cevher, § 78).
76. Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu
konuda değerlendirmesi yapılırken sadece fiilen gücü kullanan görevlilerin
eylemlerinin değil söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın
bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57).
77. Her olayın kendine özgü şartlarında değerlendirme yapılmak
koşuluyla yaşamı tehlikeye soktuğu açık olan eylemler ile maddi ve manevi
varlığa yönelik ağır saldırıların cezasız kalmaması gerekmektedir (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §
32).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
78. Başvurucunun 11/6/2013 tarihinde katılmış olduğu gösteride
yaralanması üzerine hastaneye müracaat ederek tedavi olduğu ve aynı tarihte
hakkında genel adli muayene raporu tanzim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 12).
Başvurucu hakkında düzenlenen bu adli rapor sonrası kamu otoritelerinin olaydan
haberdar olduğu, bu kapsamda da derhâl resmî bir soruşturma açılması gerektiği
kabul edilmelidir (bkz. § 74). Ancak başvurucunun 10/12/2013 tarihinde (olaydan
yaklaşık altı ay sonra) Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmasına kadar
herhangi bir resmî soruşturmanın başlatılmadığı görülmektedir. Bu gecikme iki
açıdan önem arz etmektedir: İlki devletin yaşam hakkı ihlali iddiası içeren
şikâyetler karşısında derhâl verdiği tepki ile bu gibi olaylara müsamahakâr
davranmadığını göstermesi, ikincisi ise belli bir zaman dâhilinde kaybolma
olasılığı olan delillerin bir an önce toplanmasının sağlanmasıdır. Dolayısıyla
başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanması ve hakkında aynı gün
adli rapor da tanzim edilmesine karşın derhâl resmi bir soruşturma
başlatılmaması etkili soruşturma yapma yükümlülüğü ilkesiyle bağdaşmaz.
79. Başvurucunun şikâyet dilekçesinden sonra başlayan
soruşturmada Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucunun ifadesinin alımı dâhil
bütün soruşturmayı adli kolluğa yaptırmayı tercih ettiği görülmektedir (bkz. §
13). Oysa başvurucunun kolluk görevlisinin güç kullanımı sonucu hayati tehlike
geçirecek şekilde yaralanmış olması, üstelik olayın üzerinden belli bir zaman
da geçmiş olması hususları gözetildiğinde soruşturmanın bizzat Cumhuriyet
savcısınca yürütülmesi gerektiği açıktır. Soruşturmanın önce başka bir ana
soruşturmayla birleştirilmesi, daha sonra ayrılması ve bu zaman diliminde
(yaklaşık dört ay) herhangi bir esaslı işlemin yapılmamış olması da
soruşturmanın sürüncemede bırakıldığı izlenimi uyandırabilir (bkz. § 15).
Ayrıca başvurucunun hakkında kati adli rapor tanzim edilmeden, olaya tanık
gösterdiği kişi dinlenmeden ve ifadesinde iddia ettiği hususlar tam olarak
araştırılmadan daimî arama kararı verilmesi etkili bir soruşturma içinde izah
edilemez.
80. İlk verilen daimî arama kararının başvurucuya tebliğ
edilmediği, başvurucunun dosyadan örnek alması ile durumdan haberdar olduğu ve
soruşturmanın genişletilmesi talepli dilekçe vermesinden yaklaşık bir yıl sonra
ilk adli işlemin yapıldığı görülmektedir (bkz. § 19). Anılan gecikme bireylerde
Cumhuriyet Başsavcılığının kolluk görevlileri aleyhine soruşturma yürütmekte
isteksiz olduğu yönünde bir izlenim meydana getirebilir ki bu durum elbette
etkili soruşturma yapma yükümlülüğüyle uyuşmaz.
81. Soruşturmada maddi olayın ortaya çıkarılmasında objektif bir
delil niteliği olduğunda şüphe bulunmayan olay anına ilişkin kamera
görüntüsünün sadece MOBESE kamera kaydı ile sınırlı tutulması soruşturmanın çok
yönlü yürütülmesi ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Söz konusu soruşturmada
başvurucunun soruşturmanın genişletilmesi talebi üzerine olay yerinde güvenlik
kamerası araştırması yapıldığı görülmektedir. Oysa kolluk araç kameraları ile
kolluğun ilgili birimi (Foto Film Şube Müdürlüğü) tarafından olay günü kayda
alınan bir görüntü bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Ayrıca başvurucunun
talep etmesine rağmen soruşturmanın ilk etapta birleştirildiği ana dosyadaki
görüntü kaydının getirtilerek bir bilirkişi marifetiyle izlenip raporlanması
yoluna da gidilmediği görülmektedir.
82. Başvurucunun ifadesinde belirttiği plakanın araştırılması
uzunca bir süre yapılmamış, nihayetinde ulaşılan plaka bilgisi de çelişkili
olmuştur. Ulaşılan bu sonuca göre sadece aynı tarih aralığında iki farklı araca
ait tescil kaydı görülen bir plakadan söz edilmektedir (bkz. § 21).
Başvurucunun kendisini hedef gösteren kişinin sivil polis olduğu, Sarı İbo lakabını kullandığı ve Beyoğlu
Tarlabaşı semti civarında çalıştığı iddiası ise başvurucunun iddialarını
karşılayacak düzeyde bir araştırmayla aydınlatılmamıştır. Ayrıca başvurucunun
şikâyet dilekçesinde olay sonrasında işitme kaybı yaşadığı yönünde bir iddiası
bulunmasına karşın bu hususu açıklığa kavuşturacak bir sağlık raporunun da
temin edilmediği görülmektedir (bkz. §§ 11, 12, 19). Dolayısıyla delil toplama
faaliyetinde de gerekli özenle hareket edildiğinin söylenmesi zordur.
83. Son olarak başvurucunun soruşturmadaki bazı eksiklikler
nedeniyle şüpheli kimlik tespiti yapılamadığı ve buna bağlı olarak tazminat
davası açılamadığı iddiası ele alınmalıdır. Başvurucunun bir kamu görevlisinin
hukuka aykırı eyleminden kaynaklı olarak uğradığını iddia ettiği maddi ve/veya
manevi tazminat talepli bir davada, eylemi gerçekleştiren görevlinin kimliğine
ihtiyaç duyulması zorunlu değildir. Zira burada kamu hizmetinin kötü işlemesine
bağlı olarak pekâlâ idarenin sorumluluğu kapsamında bir dava ikame edilebilir.
Nitekim hukuk pratiği de anılan şekilde işlemektedir. Bu nedenle başvurucunun
ileri sürdüğü şekilde etkili başvuru hakkının ihlalinden söz edilmesi mümkün
görülmemiştir (bkz. § 44).
84. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
5. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
85. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya
üzerinden karar verir."
86. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş, -miktarını ve
türünü açıkça belirtmeksizin- tazminat talebinde bulunmuştur.
87. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875,
7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal
kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin
devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle
sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
88. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
89. İncelenen başvuruda yaşam hakkının maddi ve usul
boyutlarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin
eyleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Cumhuriyet
Başsavcılığı da ihlali giderememiştir. Bu açıdan ihlalin aynı zamanda
Cumhuriyet Başsavcılığının daimî arama kararlarından da kaynaklandığı
söylenebilir.
90. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216
sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken
iş Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal
kararında belirtilen ilkelere uygun etkili bir soruşturma yapılmasından
ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2015/67944) gönderilmesine
karar verilmesi gerekmektedir.
91. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme
kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için
yaşam hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya net 100.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
92. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
93. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması içinyeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 100.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
30/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.