TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET ÖZDEMİR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/37283)
Karar Tarihi: 29/11/2018
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Ömer MENCİK
Başvurucu
Mehmet ÖZDEMİR
Vekili
Av. Gökçen YAŞAR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, gözaltı süresinin makul olmaması, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma aşamasında tutukluluğa itirazın ve tahliye taleplerinin bağımsız ve tarafsız hâkim güvencelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması, kovuşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan ağır ceza mahkemelerince verilmesi ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin; müdafi hukuki yardımından gereği gibi yararlanılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; isnat edilen suçlamaların işlendiği dönemde kurulu olmayan bir mahkemede yargılamanın yapılması nedeniyle eşitlik ilkesinin; hukuka aykırı arama kararlarına dayanılarak üzerinin aranması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/11/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
6. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
7. Bu kapsamda FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmalarına yönelik ülke genelinde soruşturmalar yapılmış ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır.
8. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu ve çoğunluğu gazeteci, yazar ve akademisyen olan kırk üç şüpheli hakkında FETÖ/PDY'nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır.
9. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı anılan soruşturma kapsamında 26/7/2016 tarihinde, başvurucunun konutunda terör örgütüyle bağını ortaya çıkaracak deliller ile suç konusu olabilecek diğer eşyalara el konulması amacıyla arama yapılmasına karar verilmesini talep etmiş ve bu talep İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte kabul edilmiştir.
10. Ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 26/7/2016 tarihinde bilinen adreslerinde bulunamamaları, yeni adreslerinin tespit edilememesi ve tüm aramalara rağmen ulaşılamamaları nedenleriyle başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılması talebinde bulunmuş ve bu talep İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte kabul edilmiştir.
11. Öte yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 22/12/2014 tarihinde soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 153. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre şüphelinin ve müdafiinin dosya içindeki belgeleri incelemelerinin ve belgelerden örnek almalarının kısıtlanmasına karar verilmesini İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. Hâkimlik, dosya içeriğinin incelenmesi ve belgelerden örnek alınmasının yürütülen soruşturmanın selametini tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 22/12/2014 tarihinde dosya içeriğini incelenmesi veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir.
12. Başvurucunun ifadesi 3/8/2016 tarihinde İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında İstanbul Barosunca görevlendirilen müdafi de hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre ifade alma işlemi öncesinde, isnat edilen suçlar başvurucuya açıklanmıştır. İfadesine esas olmak üzere başvurucuya hangi kurumlarda hangi tarihlerde çalıştığı, darbe girişiminde bulunan FEFÖ/PDY'nin yapısının nasıl olduğu, örgütün yayın organlarında veya diğer alanlarda kendisine bir görev verilip verilmediği, herhangi bir internet sitesinde Fetullah Gülen'in yaptığı konuşmalarını takip edip etmediği, kitaplarını okuyup okumadığı, örgütün hangi kademesinde ne tür görevler aldığı, sorumlu olduğu ya da emir aldığı kişilerin kim olduğu, örgütün medya organlarının yayın politikasının nasıl şekillendiği ve örgüt liderinin yayın organları ile irtibatının nasıl sağlandığı, FETÖ/PDY medyasının bağlı olduğu şirketlerin mal varlıklarının usulsüz bir şekilde devredilmesi, el değiştirmesi ve azaltılması hususu ile ilgisinin bulunup bulunmadığı, örgüt lideri ile irtibatının bulunup bulunmadığı ve örgüt liderini ziyaret edip etmediği, darbe girişiminden önceden haberdar olup olmadığı, darbe girişiminde bulunan kişilerle ve Türk Silahlı Kuvvetleri personeli ile bir irtibatının olup olmadığı şeklinde sorular yöneltmiştir.
13. Başvurucu ifadesinde, isnat edilen suçlamaları kabul etmemiş ve sorulara karşı özetle aşağıdaki şekilde beyanda bulunmuştur:
"...[FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen yada aracılar vasıtasıyla] herhangi bir şekilde dolaylı yada doğrudan bir talimat ve görev almadım...
...Erzurum ilinde 1997 yılında muhabir olarak göreve başladım. Arada bir süre Feza Gazeteciliğe bağlı Cihan Medya da muhabirlik yaptım. Daha sonra Cihan Medya'nın muhabiri olarak Çanakkale ilinde görev yaptım. 2001 yılından itibaren tekrar Zaman Gazetesinde muhabir olarak göreve başladım. 2004 yılından itibaren Zaman Gazetesinin Yazı işlerinde redaktör olarak çalıştım. 2008-2012 yılları arasında yine Feza Gazetecilik bünyesinde faaliyet gösteren Aksiyon Dergisinde Redaktör olarak görev yaptım. 2012 yılından 2016 Mart ayı sonuna kadar Zaman Gazetesinin yazı işleri servisinde çalıştım. 2.5 yıl birinci sayfanın imla ve yazım hatalarını düzelten redaktör olarak görev yaptım. Son 1.5 yıl da sorumlu yazı işleri müdürü olarak görev yaptım...
...Ben Fetullah Gülen'in belirtilen firmalarla resmi yada gayrı resmi bir bağının olup olmadığını bilmiyorum. Dolaysıyla bir görevinin olup olmadığını bilmem mümkün değildir...
... [FETÖ/PDY medyasının bağlı olduğu şirketlerin malvarlıklarının usulsüz bir şekilde devredilmesi, el değiştirmesi ve azaltılması hususunda] Ben gazetenin yayın biriminde çalıştım. Bu hususlar tamamen teknik ve idari konulardan oluşmaktadır. Bunlarla ilgili hiçbir bilgim ve dahilim bulunmamaktadır...
...Kendisi ile [Fetullah Gülen ile] yüz yüze ya da telefonla bir görüşmem olmamıştır...
...Öncelikle Zaman Gazetesini Fetullah Gülen'in yönettiğine şahit olmadım. Zaman gazetesinde günlük yaptığımız haberler günlük toplanan yayın heyeti tarafından belirlenmektedir. Yayın politikasını Genel yayın yönetmeni belirlemektedir. Ben bunların dışında bir şey bilmiyorum. Ben başka bir firmada iş bulacağıma inanmadığım için evli ve 3 çocuk sahibi olduğumdan bu firmada çalışmaya devam ettim. ...
... Hatta gazeteye 2016 mart ayı başında kayyım atandığında kayyım heyeti bizimle çalışmaya devam etti. Bize hçbir şekilde örgüt mensubu şeklinde bir tavır ve davranış içinde olmadı. Bizde kayyım heyetinin istediği politikada yayınlarımıza devam ettik..."
14. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 4/8/2016 tarihinde başvurucuyla birlikte on dört şüpheliyi tutuklanması talebiyle İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında "[Başvurucunun da aralarında olduğu] Şüphelilerin, terör örgütü FETÖ/PDY'nin yönetimindeki Feza Gazetecilik A.Ş. ve bu şirketlerle birlikte hareket eden örgüte ait diğer şirketlerde örgüt propagandası yapacak, terör örgütünü meşru gösterecek şekilde yayınlar yaptıkları, bu şirketlere olası kayyum atanması hususları göz önüne alınarak eylem ve fikir birliği içerisinde şirketin mal varlıklarını birbirlerine devrettikleri, örgüte ait şirketlerin mal varlıklarının suçta kullanılması nedeniyle müsaderesini önlemeye yönelik tedbirler aldıkları, gazete dergilerinde yazı yazanların örgütün işlediği suçları meşru göstermeye çalıştıkları, meşru gösterdikleri ve örgüte mali yönden mallarını korumaya yönelik faaliyetlerine destek oldukları, FETÖ/PDY'nin 15/07/2016 tarihinde meşru Türkiye Cumhuriyeti hükumetini devirmeye yönelik darbe girişimine kalktığı, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını öldürmeye kalkıştığı, yüzlere vatandaşımızı şehit ettikleri, tanklar ile sivil vatandaşın araçları üzerinden geçerek acımasızca vatandaşlarımızı ezerek şehit ettiği, masun insanların vatanı ve bayrağını terör örgütü üyelerinden korumak için tankların önüne çıktığında keskin nişancılar ile tank ve tüfekler ile sivil vatandaşın üzerine hedef alarak ateş ettikleri, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisini tarih boyunca hiç bir düşmanın dahi yapmadığı şekilde ilk defa bu örgütün bombaladığı, örgüt lideri Fetullah GÜLEN'in terör örgütü FETÖ/PDY'nin başarısız olması sonucu bunun mutluluğunu yaşayan kahraman Türk Vatandaşlarını 'ahmaklar' diye niteleyerek Türk Milletine hakaret ettiği, yabancı basın yayın organlarına çıkarak, adeta Türkiye'nin yabancı güçler tarafından işgal edilmesini istediği, şüphelilerinde bu örgüt lideri yönetimindeki kişinin istediği şekilde örgütün medya ayağını oluşturdukları, bu örgüt lideri ile eylem ve fikir birliği içerisinde hareket ettikleri, şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelilerin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın [Ceza Muhakemesi Kanunu'nun] 100. vd. maddeleri uyarınca TUTUKLANMALARINA,..." karar verilmesi istenmiştir.
15. Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatı hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasında "...Atılı suçlamayı kabul etmiyorum. Fetö örgütü diye bir örgüt olduğunu duymadım. Ben 1997-1999 yılları arasında Erzurum'da Zaman gazetesi muhabiri olarak çalışmaya başladım. 2001 yılından itibaren ise İstanbul'da muhabir olarak görev yaptım. 2005 yılından itibaren ise redaktör olarak görev yaptım. 2008-2012 yılları arasında Aksiyon dergisinde aynı işi yaptım. 2012 yılı ila 2016 yılı Mart ayında Zaman gazetesinde redaktör olarak çalıştım. Bunun son 1,5 yılında sorumlu yazı işleri müdürü olarak görev aldım. Sorumlu yazı işleri müdürlüğü sadece gazete adına açılan dava işlerini takip eder. Fethullah Gülen'i basından ve medyadan herkesin tanıdığı kadar tanırım. Zaman gazetesinin ortakları olduğunu onlardan birisinin A. A. olduğunu biliyorum. Benim çalıştığım dönemde Genel yayın yönetmeni yayın politikasını belirliyordu. Fethullah Gülen'in gazetenin yayınına etmesi konusunda herhangi bir fikrim yoktur. Zaman gazetesinin maliki gözüken Feza gazeteciliğe kayyum atandı. Kayyumlarla bir ay süre ile birlikte çalıştık. Daha sonra kayyum yönetimi tarafından işimize son verildi. 2016 yılı Mart sonunda işten ayrılmıştım. Daha sonra Zaman gazetesinin eski çalışanları ile birlikte 20 Nisan 2016 tarihinde Yeni Hayat gazetesini çıkarmaya başladık. Yazı işleri müdürü olarak görev yaptım. 20 Temmuz 2016'da gazeteyi basacak kimseyi bulamayınca gazeteyi kapattık. Ailemden borç alarak Yeni Hayat gazetesini çıkarmaya başladık. Fethullah Gülen'in amacını bilmiyorum. Fethullah Gülen bildiğim kadarıyla dini konularda vaaz veren, kitap yazan, çeşitli siyasi konularda görüş bildiren bir kişi olarak biliyorum. Darbeyi kimin yapmaya teşebbüs ettiğini bilmiyorum. Suçsuz olduğumu düşünüyorum ve tahliyemi talep ediyorum. Kendim emniyete teslim oldum..." şeklinde beyanda bulunmuştur.
16. İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğince 4/8/2016 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir.
17. Hâkimliğin tutuklama kararının ilgili bölümü şöyledir:
"Şüphelinin ... FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün basın ayağı olarak adlandınlan yapılanması içerisinde yer alan anılan gazete, dergi ve ajanslarda görev yaparak ve sözkonusu yayınların dağıtımını sağlayarak örgüte bağlılık ve sadakat ilkesi çerçevesinde görevlerini ifa ettikleri ve kamuoyunda 17/25 Aralık soruşturma dosyaları olarak bilinen silahlı terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engelleme suçuna iştirak eden emniyet görevlilerini, yargı mensuplarını haberleştirerek örgütün amaçları doğrultusunda propaganda faaliyetleri yürüttükleri, bir kısım şüphelilerin örgüte ait şirketlere el konulmasını önlemek amacıyla devir işlemleri yaptığı ve mal kaçırma girişiminde bulundukları, ... terör örgütünün yayın organı olan veya yayın organı haline dönüşen bilahere 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan gazete, dergi ve ajans çalışanı olan şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyeleri oldukları yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu; suçun kanunda öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin 'kanun gereğince' var sayılan [suçlardan olduğu], soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanıklar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 13. maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından 'yetersiz' kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak ... tutuklanmasına ... [karar verildi.]"
18. Başvurucu 11/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliğince 15/8/2016 tarihinde "soruşturma aşamasında ele geçirilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; [başvurucunun da aralarında bulunduğu] şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, suçun 5271 Sayılı CMK'nun 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle varolduğu kabul edilen tutuklama nedenlerinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, işin önemi ve verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, şüpheliler hakkında adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliğinin ... kararının usul ve yasaya uygun bulunduğu" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir.
19. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 10/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu dışında yirmi dokuz şüpheli hakkında da benzer suçlardan cezalandırma talebinde bulunulmuştur.
20. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amacı, yöntem ve stratejisi, hiyerarşik yapısı, istihbarat ağı, mali yapısı ve gelir kaynakları, silahlı gücü, emniyet ve yargı yapılanmasını kullanarak gerçekleştirdiği bazı yasa dışı faaliyetlere yönelik iddialara değinilmiştir. Sonrasında FETÖ/PDY'nin medyadaki yapılanmasına ve faaliyetlerine yer verilmiş; özellikle bu yapılanmanın medya unsurlarının kamuoyunca bilinen isimleriyle Tahşiye, 17/25 Aralık, MİT tırları ve Selam-Tevhid-Kudüs Ordusu soruşturmalarına ilişkin etkilerine dair açıklamalar yapılmıştır. İddianamede, FETÖ/PDY'nin medya alanındaki yapılanmasına ilişkin hukuki değerlendirmeler özetle şöyledir:
"Tarihi süreç içerisinde FETÖ-PDY’nin eğitim öğretim faaliyetleri kaliteli eğitim-öğretim kurumlarına giriş amacıyla hazırlık yapılan veya yabacı dil eğitiminin verildiği özel dershaneler, özel okullar (kolejler), yurtlar ve ışık evlerinde organize edilirken; muhtelif gazete, dergi, tv, radyo ve internet siteleri medya alanındaki örgütlenmede işlevsel bir rol oynadı. İddianamemize esas olan ve organizasyonun büyümesiyle birlikte Feza grubu çatısı altında örgütlenecek olan medya alanındaki faaliyetlerin nüvesini oluşturan Sızıntı dergisi ile birlikte 3 Kasım 1986 tarihinden itibaren Ankara’da yayımlanmaya başlanan ve 1987 yılında tamamen FETÖ-PDY’nin kontrolüne geçen Zaman gazetesi bu örgütün medyadaki 'amiral gemisi' haline geldi. FETÖ-PDY bundan böyle günlük olarak yayınlanacak, geniş kitlelere ulaşarak örgütsel faaliyetlerin propagandasını yapabilecek bir yayın organına sahip olmuştu.
Başlangıçta özellikle 'İslami kesime yönelik yalan haberleri çürütmeye ve doğru haber yapmaya yönelik bir yayın politikası' izleyen Zaman gazetesi 1987 yılı içerisinde FETÖ-PDY önde gelenlerinden A.K. tarafından satın alındı ve İstanbul’a taşındı. A.K. ile birlikte örgüt liderinin yakın çevresinden Dr. İ.B. ve A.A. yayın politikalarını belirliyordu. Bu da FETÖ-PDY ile doğrudan bağlantılı olmayan isimlerin Zaman gazetesinden ayrılmasına ve bu gazetenin tamamen FETÖ-PDY’ye hizmet edecek bir yapıya sahip olmasına zemin hazırladı. Bu dönemlerde yeterli tiraja ve gelire sahip olmayan Zaman gazetesinin halktan toplanan ve 'himmet' adı verilen kayıt dışı bağışlarla ayakta kalabildiğini hem örgüt lideri Gülen hem de Zaman gazetesinin kurucu, yönetici ve yazarları çeşitli vesilelerle alenen ifade ve itiraf etmekten çekinmemişlerdir.
...
1990’lardan itibaren medya alanındaki faaliyetlerini artıran FETÖ-PDY, medyayı adeta bir 'silah' olarak kullanmak suretiyle bilgi kirliliği ve manipülasyonlarla algı oluşturarak sistemli bir şekilde toplumu yönlendirmeye başladı. Artık Gülen sadece kendi yayın organlarında değil, diğer yayın organlarında boy göstermeye başlamış; sadece muhafazakar çevrelerde değil gerek yurt içinde gerekse yurtdışında çeşitli din, inanç ve düşüncelere mensup şahıslarla dirsek temasına geçmiş, örgütü destekleyebilecek tarzda düşüncelere sahip şahısları yazar olarak örgütüne katmıştır.
1993 yılından itibaren Feza grup dünyaya açılmış; Zaman Romanya, Zaman Bulgaristan, Zaman Azerbaycan, Zaman Avrupa, Zaman Amerika, Zaman Benelux, Zaman Vandaag (Hollanda’da), Zaman Avusturya, Zaman Kazakistan, Zaman Kırgızistan, Zaman Makedonya ve Zaman Türkmenistan adlı gazeteler yayınlanarak muhtelif ülkelerde dağıtılmıştır.
Feza grup bünyesinde toplumsal ve kültürel temaları işleyen Yeni Bahar adlı dergi, Zaman gazetesinin eki olarak Püff adlı mizah dergisi, Turkish Rewiev ve Cihan dergi gibi süreli yayınlarla birlikte Radyo Cihan, Irmak TV ve Cihan Network grubun medyadaki temsilcileri olarak kayıtlara geçmiştir.
Dünyada ve Türkiye’de internet kullanım alanının son derece sınırlı olduğu bir dönemde (2 Aralık 1995); yayına başlayan www.zaman.com.tr ise 'Türkiye’de internetin ilk Türkçe gazetesi olması' dolayısıyla örgüte ciddi denilecek bir destek sağlamış, bu destek internetin yaygınlaşmasıyla birlikte üst düzeye ulaşmıştır.
Yurtdışında muhtelif ülkelerde faaliyetlerde bulunan FETÖ-PDY bilhassa ticari yatırım yaptığı ve eğitim çalışmaları yürüttüğü ülkelerde medyanın gücünü kullanıyor; Zaman gazetesi 'örgütlenme aracı' olarak kullanılıyordu.
2005 yılında Örgütün önde gelen üye ve finansörlerinden A.İ. tarafından satın alınan Bugün gazetesi de farklı bir kulvarda FETÖ-PDY’nin medya gücüne güç katmıştır.
2007 yılından itibaren Türkiye’de İngilizce olarak yayımlanmaya başlanan Today’s Zaman (pazar günleri Sunday’s Zaman) ise yerli yazarlarla birlikte Türkiye ile ilgilenen ve dünyada tanınan yabancı siyasetçi, akademisyen, bürokrat, yazar, ve araştırmacıların yazılarına yer vererek örgüte farklı bir taban yaratmaya çalışmaktaydı.
FETÖ/PDY, tabanı ile haberleşmeyi sağlamak, tabanını motive etmek ve çeşitli propaganda teknikleriyle kamuoyunu yanlış yönlendirebilmek amacıyla medyayı etkili bir şekilde kullanmıştır. Örgütün medyadaki en temel faaliyeti, örgüt amacı ve stratejisi doğrultusunda algı operasyonu yapmaktır. Bu yolla örgüt toplumdaki tepkiselliği yönlendirmekte kendisine meşruiyet alanı sağlamaya çalışmaktadır. Algı operasyonları yapılırken medya çok etkin kullanılmakla birlikte örgütsel faaliyetler çerçevesinde toplumun muhtelif kesim ve katmanlarına sızmış örgüt mensupları da bulundukları konuma göre dedikodu yaparak, istihbarat toplayarak, sahte delil üreterek, yargılama konularında örgüt menfaatini gözeterek veya maddi destek sağlayarak bu algıya destek olmuşlardır. Yapılan bu algı operasyonu, bireylerin objektif olmaktan uzaklaşarak örgüt ideolojisi ve amaçları doğrultusunda, örgüt gözüyle olaylara yaklaşmalarını ve dolayısıyla yanlış değerlendirme yapmalarını hedeflemektedir.
Gülen tarafından düzenlenen 'sohbet' adlı örgüt propagandaları, örgütün medya organları tarafından geniş kitlelere iletilmekte, bu yöntemle toplum tabanında taraftar toplamaktan ziyade örgüt mensuplarına, örgüt dili ve jargonuyla gizli ya da açık talimatlar verilmektedir. Sohbetlerde dini bir konu anlatılıyormuş gibi yapılıp gerçekte siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik meselelerle birlikte örgütün geleceği ile ilgili konular işlenmekte, örgüt propagandası yapılmaktadır. Örgüt lideri medya üzerinden verdiği talimatlarla örgüt tabanını motive ederek harekete geçirmeyi hedeflemektedir.
Bilhassa Zaman gazetesi FETÖ-PDY içi iletişimde önemli bir role sahip olup bu örgütün adeta sözcüsü idi. Nurcu hareketten ayrılan Gülen tarafından kurulan FETÖ-PDY bu ve benzeri hareketlerin kullandığı İslami dili tercih etmedi. İslami düşünceyi temsil ettiğini ileri süren FETÖ-PDY pragmatik kazanımlar uğruna İslam’ı doğrudan değil dolaylı yollardan anlatmayı, bazen de anlatmamayı tercih etti.
Örgüt medyasında defaatle Gülen’in kendileri ile doğrudan ilgisi olmadığı savunulduğu halde örgüt medyası Gülen’in talimatları doğrultusunda hareket etmekte; yayın ilke ve prensipleri onun istediği şekilde belirlenmektedir.
FETÖ-PDY kurucusu ve lideri Fetullah Gülen ile organik bağları aşikar olduğu halde Zaman gazetesinin imtiyaz sahipleri, yönetici ve yazarları samimiyetsiz bir şekilde bu bağları açıkça kabul etmemişler ve sadece kendisine ve düşüncelerine destek ya da sempatilerinin olduğunu ifade etmişlerdir. Malum olduğu üzere [bu medya grubu] 28 Şubat (1997) postmodern darbe sürecinde darbe rejimini destekleyen Gülen’in düşünceleri doğrultusunda yayın politikaları geliştirmişti. Yine 'dinler arası diyalog' düşüncesi kapsamında FETÖ-PDY lideri Gülen’in uluslararası bağlantılar kurmasını Zaman gazetesi imtiyaz sahipleri, yönetici ve yazarları sağlarken gazete de bu doğrultuda yayınlar yaparak örgütü alenen destekliyor, propagandasını yapıyordu. Bir dönem FETÖ-PDY içerisinde yer alan ancak Fetullah Gülen ile ilişkilerinin bozulması nedeniyle bu örgütle bağları kesilen Zaman gazetesinin eski genel müdürlerinden N.V., Zaman gazetesinin sayfa içeriklerinden manşetlerine kadar hemen hemen bütün içeriğinin doğrudan Gülen’in talimatları ve onayı doğrultusunda belirlendiğini 2005 yılında Türkiye’de, ilk defa olmak üzere dile getirerek malumu ilan etmiştir. 17-25 Aralık 2013 komplo teşebbüsleri sonrasında örgütten ayrılan ve Gülen’e çok yakın oldukları bilinen şahıslar da bu ifadelerin doğruluğunu desteklemişlerdir.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2014/133596 sayılı soruşturma kapsamında Gülen ile örgütün yayın organlarından olan Samanyolu TV yöneticisi H.K.'nın arasındaki konuşmalar medya temsilcilerinin Gülen’den nasıl talimat ve onay aldıklarını gözler önüne sermektedir. Sözkonusu konuşmada H. K.’nın, Gülen’in onayı ve talimatı doğrultusunda 'Şefkattepe' dizisinin formatında değişikliğe giderek sonraları örgütün algı operasyonlarını yürütecek 'karanlık kurul' adı verilen sahneleri oluşturduğu anlaşılmaktadır.
Yine ikili arasındaki başka bir konuşmada, H.K'nın 'Şefkattepe' adlı dizi senaryosunun önemli ve örgüt açısından etkili bir bölümünü Gülen’in onayına sunduğu görülmektedir. Senaryo metninde dersaneler meselesinin işleneceği anlaşılmakta olup Gülen’in ifadelerinden E.D.’nın [Bu kişi Zaman gazetesinin uzun yıllar genel yayın yönetmenliğini yapan bir şahıstır.] da bu meseleyi örgüt medyasına bağlı Zaman gazetesinde işlemek amacıyla müsaade ve onay istediği tespit edilmekte ve Gülen’in bu meselenin 'yumuşakça' işlenmesine onay verdiği görülmektedir.
Sözkonusu görüşmeler sonrasında 'Şefkattepe' adlı dizide ve Zaman gazetesinde dershaneler meselesi Gülen’in talimatları doğrultusunda 'yumuşakça' işlenmeye başlamıştır ki, bu durum örgüt medyasının örgüt açısından hayati derecede önem taşıyan yayınlarının, örgüt liderinin talimatlarına göre şekillendirildiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Ayrıca başta H.G. olmak üzere FETÖ-PDY medyasında üst düzey yöneticilik yapan şahıslar, gerek tanık olarak verdikleri ifadelerde gerekse kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda Zaman gazetesinde görev yaptıkları dönemlerde örgüt medyasında yayınlanacak olan ve örgüt için önem derecesi yüksek yazıların Fetullah Gülen'in onayı alınarak yayınlandığını belirtmişlerdir. Örgüt medyasına bağlı televizyon ekranlarında yer alan dizi senaryolarının Gülen’in onayı dahilinde belirlendiğine şahit olduğunu sözlerine ekleyen H.G., örgüt medya organlarının yazılı ve görsel yayınlarına Gülen tarafından 'ekleme, çıkarma, düzeltme, değiştirme ve sansür' uygulandığını, bu şekilde onun yayınlara müdahale ettiğini ve yayınları yönlendirdiğini vurgulamıştır.
..."
21. Cumhuriyet savcısı; başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin FETÖ/PDY'nin medya gücünü oluşturduklarını, örgütün genel amacı doğrultusunda anayasal düzeni, TBMM'yi ve Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmak için örgüt stratejisi içinde rollerini yerine getirerek üzerlerine atılı suçları işlediklerini ileri sürmüştür. Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler yönünden Savcılık tarafından yapılan hukuki değerlendirmenin ilgili bölümü şöyledir:
"...
Şüpheliler S.Y., H.T., A.M.S., A.G., C.K., Mehmet Özdemir, F.A., M.A., Y.D., Z.Ö., Ş.Y., H.T., H.B., O.K., İ.K., A.H.Ç., A.İ., S.S., O.N.Ö., O.N.A.'ın FETÖ-PDY medya kuruluşları olan Feza Gazetecilik A.Ş., Cihan Medya Dağıtım A.Ş., Cihan Haber Ajansı, Fia Prodüksiyon Radyo ve Televizyon Reklam Organizasyon İletişim San. Ve Tic. Ltd. Şti., Irmak Radyo TV Hizmetleri A.Ş., Dünya Dağıtım A.Ş. bünyesinde yönetici ve çalışan oldukları FETÖ-PDY terör örgütünün yukarıda anlatılan genel amaçlarına ulaşmak için medya gücüne düşen görevi yerine getirdikleri bu kapsamda yukarıda bahsedilen ve sorumlu oldukları tüm eylemleri ve usulsüzlükleri gerçekleştirdikleri,
Bu şekilde ... şüphelilerin FETÖ-PDY silahlı terör örgütünün medya gücünü oluşturdukları ... üzerlerine atılı suçları işledikleri anlaşılmıştır."
22. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 24/4/2017 tarihinde, iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/112 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.
23. Mahkemece yapılan tensip (duruşmaya hazırlık) incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve tensip zaptı ile iddianamenin başvurucuya tebliğ edilmesine karar verilmiştir.
24. Başvurucunun bulunduğu ceza infaz kurumu tarafından 3/5/2017 tarihinde başvurucuya tensip zaptı, iddianame ve tüm dosya evraklarını içinde barındıran CD tebliğ edilmiştir.
25. Mahkemece 18/10/2017 tarihinde yapılan inceleme sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
26. Başvurucu, tutukluluğun devamına dair bu karara 30/10/2017 tarihinde itiraz etmiş; İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince 10/11/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir.
27. Anılan karar başvurucuya 15/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
28. Başvurucu 3/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
29. Başvurucu 11/5/2018 tarihli duruşmada tahliye edilmiştir.
30. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 6/7/2018 tarihinde başvurucunun isnat edilen tüm suçlardan beraatına karar vermiştir.
31. Başvurucu hakkında verilen beraat hükmü Cumhuriyet Savcısınca istinaf edilmiş olup, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla yargılama dosyası halen İlk Derece Mahkemesindedir.
IV. İLGİLİ HUKUK
32. 5271 sayılı Kanun'un "Gözaltı" kenar başlıklı 91. maddesinin (1), (3) ve (5)numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.
(3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir.
(5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir."
33. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
34. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir."
35. 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı 104. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.
(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.
36. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
37. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
38. 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi" kenar başlıklı 153. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"(1) Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir.
(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir:
7. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),
(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.
(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir..."
39. 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Anayasayı ihlal" kenar başlıklı 309. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar."
40. 5237 sayılı Kanun'un "Yasama organına karşı suç" kenar başlıklı 311. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılırlar."
41. 5237 sayılı Kanun'un "Hükûmete karşı suç" kenar başlıklı 312. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir."
42. 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."
43. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir."
44. 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
"Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.
Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır."
45. 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır."
46. 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur."
47. 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un "Ceza mahkemelerinin kuruluşu" kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Ceza mahkemeleri, her il merkezi ile bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca kurulur.
İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde ceza mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde ihtisaslaşmanın sağlanması amacıyla, gelen işlerin yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak daireler arasındaki iş dağılımı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenebilir.
48. 5235 sayılı Kanun'un "Ağır ceza mahkemesinin görevi" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
"Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler, askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır."
49. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Birinci Dairesinin 17/2/2015 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 12/2/2015 tarihli ve 224 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
“Anayasamızın 37 nci maddesinde düzenlenen ve teminat altına alınan 'Kanuni hâkim güvencesi' ilkesine uygun olarak, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen usûl ve esaslarla yargılama yapan ihtisas mahkemelerinin oluşturulduğu; bu mahkemelerin görev ve yetkilerinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda belirtilen kurallara tâbi olacağı, özel yetkili yeni mahkemelerin kurulmasının söz konusu olmadığı, aksine ceza mahkemelerinde ihtisaslaşmanın sağlanmasının amaçlandığı, bu bağlamda; ihtisaslaşma ile mahkemelerin kanunla belirlenmiş görevlerinin değiştirilmesi söz konusu olmadan mahkemeler arasında sadece 'iş bölümü' esasının getirildiği, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga 250 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun mülga 10 uncu maddesiyle görevlendirilen, bilahare (02/07/2012 tarihli ve 6352 ile 21/02/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’larla) kaldırılan ağır ceza mahkemelerinde olduğu gibi birden fazla mahallin tek bir mahallin yargı alanına bağlanmasının söz konusu olmadığı, bir başka ifadeyle yargı çevresiyle ilgili bir değişikliğin yapılmadığı, keza usûl hükümleri bakımından da özel bir düzenlemenin getirilmediği, genel hükümlerin uygulanmasına devam edileceği,
Bu çerçevede, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç), örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçu ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun kapsamına giren suçlar bakımından ihtisaslaşmanın getirildiği, böylelikle anılan suçlarla mücadelede önemli bir adımın atıldığı ve hâkimlerin belli alanlarda uzmanlaşmasının sağlanarak yargılamanın daha hızlı bir biçimde bitirilmesinin söz konusu olabileceği,
Bu itibarla,
A-) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılacak davalara;
b-) İstanbul 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 18, ve 21 inci Ağır Ceza Mahkemelerinin eski mahkeme oluşları, iş yoğunlukları, ve bu mahkemelerde görülen davaların nitelikleri dikkate alınarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesi'nin mezkur 03/04/2014 tarihli ve 737 sayılı kararı uyarınca tevziye kapatılmalarına karar verilmesi ile İstanbul 8 inci Ağır Ceza Mahkemesi'nin sadece bankacılık suçlarına bakması hususları birlikte gözönünde bulundurularak, bu mahkemelerde oluşabilecek iş yükünü engellemek için İstanbul 13 ve 14 üncü Ağır Ceza Mahkemelerinin,
Bakmasına ...”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
50. Mahkemenin 29/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Gözaltına Almanın Hukuka Aykırı Olduğuna ve Gözaltı Süresinin Makul Olmadığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
51. Başvurucu; gazetecilik faaliyetleri gerekçe gösterilerek başka somut herhangi bir bilgi ve belge olmaksızın hukuka aykırı olarak gözaltına alındığını, soruşturmanın karmaşık olmamasına rağmen keyfî bir şekilde yedi gün süreyle gözaltında tutulduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
52. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
54. Yukarıda belirtilen Anayasa ve Kanun hükümleri gereğince Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
55. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).
56. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, olağanüstü hâl şartları altında geçici bir süre için azami olarak otuz güne kadar uygulanan gözaltı süresinin uzunluğunun makul olup olmadığı hususunu incelemiş ve bu konuda 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, §§ 30-37).
57. Somut olayda başvurucu hakkında verilen gözaltı kararının hukuka uygun olup olmadığı ve gözaltı süresinin makul olup olmadığı 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında açılacak davada incelenebilir. Nitekim Yargıtay uygulaması (Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı; Günay Dağ ve diğerleri, § 145) da bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündedir. Bu madde kapsamında açılacak dava yoluyla gözaltına ilişkin bir hukuka aykırılık tespit edildiğinde başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir.
58. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucunun durumuna uygun telafi kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
59. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun gözaltına almanın hukuka aykırı olduğuna ve gözaltı süresinin makul olmadığına ilişkin iddiaları ile ilgili olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
60. Başvurucu; suç işlediğine dair somut herhangi bir delil olmamasına rağmen tutuklanmasına karar verildiğini, keyfî bir şekilde özgürlüğünden mahrum bırakıldığını, isnat edilen suçla bir ilgisinin bulunmadığını, 5271 sayılı Kanun'un 314. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan silahlı terör örgütü üyeliğine ilişkin hükümlerin keyfî ve öngörülemez biçimde yorumlandığını, kendisinin bizzat teslim olması hususu da gözönüne alındığında tutuklama kararındaki gerekçelerin hukuka aykırı olduğunu ve kararda tutuklama nedenlerine yer verilmediğini, tutuklama kararı verilirken ölçülülük ilkesinin gözönüne alınmadığını, adli kontrol uygulamasının neden yetersiz kalacağının açıklanmadığını, tutukluluğa yönelik itirazının da gerekçesiz olarak reddedildiğini belirterek suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
61. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
62. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
63. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
64. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü tutukluluğun hukuki olmadığına ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Uygulanabilirlik Yönünden
65. Anayasa Mahkemesi Aydın Yavuz ve diğerleri (§§ 187-191) kararında, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır.
66. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünden sonra Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 21/7/2016 tarihinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiş; daha sonra da olağanüstü hâl birçok kez uzatılmıştır. Olağanüstü hâl ilanı nedenlerinin başında darbe teşebbüsü gelmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 224, 226). Olağanüstü hâl ilanı ile darbe teşebbüsünden kaynaklanan tehlikenin yanı sıra bu teşebbüsün arkasında olduğu değerlendirilen FETÖ/PDY'den kaynaklanan tehdit ve tehlikenin de bertaraf edilmesinin amaçlandığı görülmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 48, 229). Nitekim darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanmanın FETÖ/PDY olduğuna ilişkin kamu makamlarınca ve soruşturma mercilerince yapılan değerlendirmeler olgusal temellere dayanmaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 216).
67. Başvurucunun tutuklandığı tarihte Türkiye'de olağanüstü hâl yönetim usulü yürürlüktedir. Tutuklama kararında, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu ileri sürülmüştür (bkz. §§ 16, 17). Dolayısıyla başvurucunun tutuklanmasına dayanak olan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğu görülmektedir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
68. Bu itibarla olağanüstü hâl ilanına sebebiyet veren olaylar kapsamında bir suçlamayla tutuklanan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242).
ii. Genel İlkeler
69. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
70. Ayrıca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa'nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).
71. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olguların niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
72. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinde de tutuklama nedenleri sayılmıştır. Buna göre şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturması hâllerinde tutuklama kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir (Halas Aslan, §§ 58, 59).
73. Diğer taraftan Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan tutuklamayı zorunlu kılan ibaresiyle de tutuklamanın ölçülü olması gerektiğine işaret edilmektedir. Bu bağlamda dikkate alınacak hususlardan biri tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak olan yaptırımın ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinde; işin öneminin verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması hâlinde tutuklama kararı verilemeyeceği ifade edilmiştir (Halas Aslan, § 72).
74. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 123).
75. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 79; Selçuk Özdemir, § 76; Gülser Yıldırım (2), § 124). Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 101. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, tutuklamaya ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterileceği belirtilmiştir (Halas Aslan, § 75; Selçuk Özdemir, § 67).
iii. İlkelerin Olaya Uygulanması
76. Başvurucu, İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/8/2016 tarihli kararıyla tutuklanmıştır.
77. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, darbe teşebbüsünün ardındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin medya yapılanması içinde yer aldığı iddiasıyla yürütülen bir soruşturma (bkz. § 8) kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır (bkz. §§ 16, 17). Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
78. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
79. Başvurucu hakkındaki tutuklama kararında ve iddianamede; FETÖ/PDY'nin medya yapılanması içinde yer alan medya organlarında görev yaptığına ve örgütün amaçları doğrultusunda faaliyet yürüttüğüne dayanılmıştır (bkz. §§ 16, 17, 20, 21).
80. Anayasa Mahkemesi, FETÖ/PDY'nin örgüt yapısı ve özellikleri konusunda Aydın Yavuz ve diğerleri (§ 26) kararında yargı makamlarının çeşitli değerlendirmelerine yer vermiştir. Bu kapsamda genel olarak FETÖ/PDY hakkında yürütülen soruşturmalar ve kovuşturmalarda, söz konusu örgütün medya alanında faaliyet gösteren çok sayıda kuruluşunun bulunduğu ifade edilmiştir. Hatta FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı medya organlarına yönelik idari birtakım tedbirlere de başvurulduğu, bu bağlamda Bugün gazetesine 26/10/2015, Millet gazetesine 28/10/2015, Zaman gazetesine 4/3/2016 tarihlerinde kayyum atandığı belirtilmiş; yine 15/11/2015 tarihinde, Samanyolu Grubuna ait Samanyolu TV, Samanyolu Haber TV, Mehtap TV ve Dünya TV'nin de aralarında bulunduğu on üç televizyon ve radyo kanalının TÜRKSAT üzerinden yayın yapmasına son verildiği açıklamasına yer verilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 35).
81. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede de benzer şekilde medya faaliyetlerine ayrıntılı olarak yer verilmiş ve bu alanın örgüt için son derece önemli olduğu belirtilmiştir (bkz. § 20). Söz konusu değerlendirmelerde; FETÖ-PDY ile irtibatlı olduğu düşünülen medya organlarının örgütün gayri meşru faaliyet, beklenti ve hedeflerinin meşrulaştırılarak geniş kitlelere ulaştırılması noktasında son derece önemli bir misyona sahip olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in talimatları doğrultusunda hareket ederek yayın ilke ve prensiplerini onun istediği şekilde belirleyen bu medya organlarının örgüt içi haberleşmeyi sağlamayı, örgüt tabanını motive etmeyi, çeşitli propaganda teknikleriyle kamuoyunu yanlış yönlendirmeyi, örgüt amacı ve stratejisi doğrultusunda algı operasyonu yapmayı, toplumdaki tepkiselliği yönlendirerek mensup olduğu örgüte meşruiyet alanı sağlamayı, bireylerin örgüt ideolojisi ve amaçları doğrultusunda örgüt gözüyle olaylara yaklaşmalarını ve dolayısıyla yanlış değerlendirme yapmalarını sağlamayı amaçladığı açıklamasına yer verilmiştir. Bu kapsamda yer aldığı belirtilen Zaman gazetesinin özellikle FETÖ/PDY'ye ve bu örgütün lideri kabul edilen Fetullah Gülen'e yönelik soru ve eleştirilere ilk karşılık veren yayın organı olduğu, bu noktada gerekli görülen karşılığın bizzat Fetullah Gülen tarafından ya da ona atfen bu gazetede verildiği yönünde belirlemelerde bulunulmuştur.
82. Soruşturma makamı, başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen medya kuruluşları bünyesinde yönetici ve çalışan olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu da sorgu aşamasına alınan beyanında; 1997-1999 yılları arasında Erzurum'da Zaman gazetesinde muhabir, 2001-2008 yılları arasında İstanbul'da Zaman gazetesinde muhabir ve redaktör, 2008-2012 yılları arasında Aksiyon dergisinde redaktör, 2012 yılından 2016 yılı Mart ayına kadar tekrar Zaman gazetesinde redaktör olarak çalıştığını, bu son görevinin son 1,5 yılının sorumlu yazı işleri müdürü olarak geçtiğini beyan etmiştir.
83. Yargı makamlarının örgütün medya kurumları hakkındaki yukarıda belirtilen (bkz. § 20) genel değerlendirmeleri de gözönüne alındığında FETÖ/PDY'nin kuruşundan beri temel faaliyet alanlarından birinin de medya olduğu anlaşılmaktadır. Soruşturma makamlarınca yapılan tespitlerden de anlaşıldığı üzere FETÖ/PDY bünyesindeki medya kuruluşları ile FETÖ/PDY'nin örgütsel faaliyetleri arasında belirgin bir ilişki söz konusudur. Bu kapsamda anılan medya organlarının yayın politikası üzerinde başta Fetullah Gülen olmak üzere örgüt yöneticilerinin önemli derecede belirleyici oldukları, bu yayın organlarının örgütün faaliyetlerinin -özellikle kamuoyunda- meşrulaştırılması bakımından önemli bir fonksiyon icra ettiği ifade edilmiştir. Bu durumda bir kişinin FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu tespit edilen bir medya kurumunda sorumlu yazı işleri müdürlüğü gibi bir görev icra etmesinin söz konusu kurumlarda istihdam edilen ve yönetici talimatı ile hareket etmekle yükümlü olan kişilerden farklı değerlendirilmesi gerekir.
84. FETÖ/PDY'nin özellikleri, medya alanına verdiği önem, Zaman gazetesinin bu yapılanmayla olan bağlantısına ilişkin olgular ve başvurucunun bu kurumda yazı işleri müdürlüğü yaptığı dönem ile bu süreçte FETÖ/PDY ile ilgili ülke genelinde yaşanan olgular (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-36) birlikte değerlendirildiğine FETÖ/PDY için bu kadar önemli bir medya organında yönetici/sorumlu düzeyde görev almanın ve gazeteye kayyum atanıncaya kadar bu göreve devam etmenin kişi ile FETÖ/PDY arasında örgütsel bir ilişki olduğuna dair kuvvetli bir belirti olarak kabulünün temelsiz ve keyfî bir yaklaşım olduğunu söylemek mümkün değildir.
85. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmede tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar göz ardı edilmemelidir.
86. Darbe teşebbüsü sonrasında teşebbüsle bağlantılı veya doğrudan teşebbüsle olmasa da FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlara ilişkin soruşturmalarda, delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi ve soruşturmaların güvenlik içinde yürütülebilmesi için tutuklama dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz kalması söz konusu olabilir. Yine FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerin teşebbüs sırasında veya sonrasında ortaya çıkan kargaşadan yararlanmak suretiyle kaçma imkânı ve bu dönemde delillere etki edilmesi ihtimali normal zamanda işlenen suçlara göre çok daha fazladır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 271, 272; Selçuk Özdemir,§§ 78, 79).
87. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen silahlı terör örgütü üyesi olma suçu, Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tipleri arasında olup (bkz. §§ 43-47) isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (Aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66). Ayrıca anılan suç, 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar arasındadır (bkz. § 19; Gülser Yıldırım (2), § 148).
88. Somut olayda İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken suça ilişkin kanunda öngörülen ceza miktarına, isnat edilen suçun katalog suçlar arasında olmasına, delilleri etkileme imkânın bulunmasına ve adli kontrolün yetersiz kalacak olmasına dayanıldığı görülmektedir (bkz. § 17).
89. Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerden yoksun olduğu söylenemez.
90. Başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım (2), § 151).
91. Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (Aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214; Devran Duran, § 64). Özellikle darbe teşebbüsüyle veya FETÖ/PDY'yle bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği ile FETÖ/PDY'nin özellikleri de -gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi- dikkate alındığında bu soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 350).
92. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate alındığında İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin isnat edilen suçlar için öngörülen cezanın miktarını, işin niteliğini ve önemini de gözönünde tutarak başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının (bkz. § 17) keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.
93. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
94. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına tutuklama yoluyla yapılan müdahalenin bu hakka dair Anayasa'da (13. ve 19. maddelerde) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
3. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığına İlişkin İddia
95. Başvurucu, tutukluluğunun devamına ve tahliye talebinin reddine dair kararlar ile bu kararlara itirazı üzerine verilen kararların gerekçelerinin matbu cümlelerin tekrarından ibaret olup ilgili ve yeterli olmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
96. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Somut olayda ihlal iddialarının özü itibarıyla tutukluluğun uzun sürmesine, yargılamanın tutuklu devam ettirilmesine yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun bu başlık altındaki iddiaları Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası kapsamında değerlendirilmiştir.
97. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
98. Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi veya makul süreyi aştığı iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucu tahliye edilmiş ise asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §§ 48-62; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, §§ 33-45).
99. Somut olayda bireysel başvuruda bulunduktan sonra 11/5/2018 tarihinde tahliyesine karar verilen başvurucunun tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin iddiası, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında açılacak davada incelenebilir. Bu madde kapsamında açılacak dava sonucuna göre başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aştığının tespiti hâlinde görevli mahkemece başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen dava yolu, başvurucunun durumuna uygun telafi kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yoludur ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesi bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmamaktadır.
100. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Sulh Ceza Hâkimliklerinin Bağımsız ve Tarafsız Hâkim İlkelerine Aykırı Olduğuna İlişkin İddia
101. Başvurucu; tahliye taleplerine ve tutukluluğa ilişkin kararları veren sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız mahkeme güvencesini sağlamadığını, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) 3. maddesindeki düzenlemeyle hâkimlik teminatının askıya alındığı için tüm mahkemelerin bağımsızlıklarını kaybettiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
102. Anayasa Mahkemesince sulh ceza hâkimliklerinin kanuni hâkim güvencesini sağlamadığı, tarafsız ve bağımsız mahkeme olmadığı ve tutukluluğa itirazın bu yargı mercilerince karara bağlanmasının hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı etkili bir itirazda bulunmayı imkânsız hâle getirdiğine ilişkin iddialar birçok kararda incelenmiş; bu kararlarda sulh ceza hâkimliklerinin yapısal özellikleri dikkate alınarak söz konusu iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri, §§ 101-115; Mehmet Baransu (2), B. No: 2015/7231, §§ 64-78, 94-97).
103. Somut başvuruda, aynı mahiyetteki iddialara ilişkin olarak anılan kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
104. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
5. Tutukluluğun Devamına Karar Veren Ağır Ceza Mahkemelerinin Doğal Hâkim Güvencesine Aykırı Olduğu ile Tarafsız ve Bağımsız Mahkeme Olmadığına İlişkin İddia
105. Başvurucu; tutukluluğa ilişkin kararları veren İstanbul 13. ve 14. Ağır Ceza Mahkemelerinin kanunla değil HSYK'nın bir kararıyla kurulduğunu, özel yetkili mahkemeler kaldırılmasına rağmen HSYK'nın 17/2/2015 tarihli kararıyla ihtisaslaşma adı altında bazı mahkemelere özel yetkiler verildiğini, bu mahkemelerden ikisinin kendisiyle ilgili tutukluluk incelemeleri yapan İstanbul 13. ve 14. Ağır Ceza Mahkemeleri olduğunu, bu şekilde yetki verilen ağır ceza mahkemelerinin hâkimlerinin bu karar öncesinde görev süreleri dolmadan değiştirildiklerini ve yerlerine tarafsızlığı konusunda şüphe bulunan hâkimlerin atandığını, bu şekilde yetkilendiren İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin kurulduğu tarihten önceki siyasi nitelikteki suçlara bakma konusunda da yetkilendirildiğini ifade etmiştir.
106. Başvurucu ayrıca 667 sayılı KHK'nın 3. maddesine dayanılarak birçok hâkimin hâkimlik teminatına aykırı olarak mesleklerinden ihraç edildiğini, kendisi hakkında yargılamayı yapan hâkimlerin de 667 sayılı KHK'nın 3. maddesinin yürürlükte olduğu bu süreçte hâkimlik teminatından yoksun olduğunu, kendisi gibi benzer suçlardan yargılanan birçok gazeteci hakkında verilen tahliye kararlarının fiilen uygulanmadığını hatta bu kararları veren hâkimlerin bir kısmının başka yerlere tayin edildiğini, diğer bir kısmının ise hâkimlik görevinden uzaklaştırıldığını belirtmiş ve kendisi hakkında tutukluluğunun hukuka uygunluğunu denetleyecek İstanbul 13. ve 14. Ağır Ceza Mahkemelerinin doğal hâkim güvencesine sahip olduğunun ve dolayıyla tarafsız ve bağımsız olduğunun söylenemeyeceğini iddia ederek kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
107. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Somut olayda ihlal iddialarının özü itibarıyla tutukluluğunun hukuka uygunluğunu denetleyecek mahkemelerin doğal hâkim güvencesi ile tarafsızlık ve bağımsızlık niteliklerinden yoksun olduğuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun bu başlık altındaki iddiaları Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında değerlendirilmiştir.
108. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında da belirtildiği gibi doğal hâkim ilkesi, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Doğal hâkim ilkesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına, başka bir anlatımla sanığa veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel oluşturur (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
109. Bununla birlikte kanuni (doğal) hâkim güvencesi, yeni kurulan mahkemelerin veya kurulu bulunan mahkemelere yeni atanan hâkimlerin önceden işlenen suçlara ilişkin olarak hiçbir şekilde yargılama yapamayacakları biçiminde anlaşılamaz. Belirli bir olay, kişi veya toplulukla sınırlı olmamak kaydıyla yeni kurulan bir mahkemenin veya kurulu bulunan bir mahkemeye yeni atanan hâkimin kurulma veya atanma tarihinden önce gerçekleşen uyuşmazlıklara bakması kanuni hâkim güvencesine aykırılık teşkil etmez (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
110. Bu kapsamda bir kuralın belirli bir suçun işlenmesinden sonra bu suça ilişkin davayı görecek yargı yerini belirlemeyi amaçlamaması, yürürlüğü müteakip kapsamına giren tüm davalara uygulanması hâlinde doğal hâkim ilkesine aykırılık söz konusu olamaz (AYM, E.2009/52, K.2010/16, 21/1/2010).
111. Anayasa’nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağı açıkça hükme bağlanmış; 138. maddesinde ise mahkemelerin bağımsızlığından ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” Bağımsızlık; mahkemenin bir uyuşmazlığı çözümlerken yasamaya, yürütmeye, davanın tarafları ile çevreye ve diğer yargı organlarına karşı bağımsız olmasını, onların etkisi altında olmamasını ifade etmektedir (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
112. Bir mahkemenin idareye ve davanın taraflarına karşı bağımsız olup olmadığının belirlenmesinde üyelerinin atanma şekli ve onların görev süreleri, dış baskılara karşı teminatların varlığı ve mahkemenin bağımsız olduğu yönünde bir görüntü sergileyip sergilemediği önem arz etmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 28).
113. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak davanın tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkından açıkça söz edilmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise mahkemelerin tarafsızlığından açıkça bahsedilmemekle beraber Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca bu hak da adil yargılanma hakkının zımni bir unsurudur. Ayrıca mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki unsur olduğu nazara alındığında -Anayasa'nın bütünlüğü ilkesi gereği- Anayasa’nın 138., 139. ve 140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 60).
114. Mahkemelerin tarafsızlığı kavramı, görülecek davalar karşısında bizzat mahkemenin kurumsal yapısı ile davaya bakmakla görevli hâkimin tutumu üzerinden açıklanmaktadır. Öncelikle mahkemelerin kuruluşu ve yapılanmasıyla ilgili yasal ve idari düzenlemelerin bunların nesnel olarak tarafsız olmadığı izlenimini vermemesi gerekir. Esasında kurumsal tarafsızlık, mahkemelerin bağımsızlığı ile bağlantılı bir konudur. Tarafsızlık için öncelikle bağımsızlık ön koşulu gerçekleşmeli ve ek olarak kurumsal yönden de taraf görüntüsü verecek bir yapılanma oluşmamalıdır (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
115. Mahkemelerin tarafsızlığını ifade eden ikinci unsur, hâkimlerin görülecek davaya ilişkin öznel tutumlarıyla ilgilidir. Davaya bakacak olan hâkimin davanın taraflarına karşı eşit, yansız ve ön yargısız durması, hiçbir telkin ve baskı altında kalmadan, hukuk kuralları çerçevesinde, vicdani kanaatine göre karar vermesi gerekir. Aksi yöndeki davranışlar ise hukuk düzenince disiplin ve ceza hukuku alanındaki yaptırımlara tabi kılınmıştır (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
116. Somut olayda ihtisaslaşmanın sağlanabilmesi amacıyla HSYK Birinci Dairesinin 12/2/2015 tarihli kararı ile 5235 sayılı Kanun’un 9. maddesinin beşinci fıkrasına dayanılarak İstanbul 13. ve 14. Ağır Ceza Mahkemelerine genel hükümlere göre baktığı davaların yanı sıra 5237 sayılı Kanun’un İkinci Kitap Dördüncü Kısımı'nın dört, beş, altı ve yedinci bölümünde tanımlanan suçlar (318., 319., 323., 324., 325. ve 332. maddeler hariç) ile 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlara ilişkin açılacak davalara bakma görevi verilmiştir. Başvurucunun tutukluluğunun devamına karar veren İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde ve tutululuğun devamı kararına itirazı değerlendiren İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görev yapan hâkimler de diğer tüm hâkimler gibi HSYK tarafından atanmakta ve Anayasa’nın 139. maddesinde öngörülen hâkimlik teminatına sahip bulunmaktadırlar. Dolayısıyla HSYK tarafından belirli suçlara ilişkin davalara bakmak hususunda başvurucunun yargılamasının yapılmaya başlandığı tarihten önce ihtisas mahkemesi olarak yetki verildiğinden bahisle anılan Mahkemenin doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulduğunun kabulü mümkün olmadığı gibi bu Mahkemede görev yapan hâkimlerin İstanbul Adliyesinde bulunan diğer ağır ceza mahkemelerinde görev yapan hâkimlerden mahkemelerin bağımsızlığı yönünden farklı bir konuma yerleştirilmelerini gerektiren herhangi bir neden de bulunmamaktadır. Öte yandan bu mahkemelerde görev yapan hâkimler, diğer tüm hâkimler gibi Anayasa ve kanun hükümlerinde yer alan, bağımsızlığı öngören, tarafsızlığı temin eden güvencelere sahiptirler. Bu nedenle anılan Mahkemede görev yapan hâkimlerin nesnel açıdan tarafsızlıklarının bulunmadığı ileri sürülemez (Benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, § 194; Mustafa Başer ve Metin Özçelik, B. No: 2015/7908, 20/1/2016, § 130).
117. Genel bir kanuni düzenlemeye dayanılarak ve HSYK tarafından ihtisaslaşmanın sağlanabilmesi amacıyla terör suçlarına ilişkin davalara bakmakla yetkilendirilen İstanbul 13. ve 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görev yapmakta olan hâkimlerin gerçekliği ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan, siyasi tartışmalarda ortaya konulan değerlendirme ve yorumlardan hareketle başvurucuya yönelik somut ön yargılı işlem ve tutumları gösterilmeksizin subjektif değerlendirmelere ve varsayımlara dayalı olarak siyasal veya kişisel nedenlerle bağımsız ve tarafsız davranmadıklarını kabul etmek mümkün değildir (Mustafa Başer ve Metin Özçelik, § 131).
118. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulan, bağımsız ve tarafsız olmayan mahkemelerce tutukluluk durumunun değerlendirildiği iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
6. Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
119. Başvurucu; soruşturma dosyasına erişiminin kısıtlama kararı gerekçe gösterilerek engellenmesi nedeniyle etkin savunma yapamadığını, kısıtlama kararı nedeniyle soruşturma makamı ile kendisi arasında silahların eşitliği ilkesine aykırı davranıldığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
120. Bireysel başvuruların 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir.
121. Somut olayda 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin kabul edildiği 24/4/2017 tarihi itibarıyla kısıtlılık kanun gereği kendiliğinden sona ermiş ve dosyaya erişim imkânı sağlanmıştır. İddianame ve tensip zaptı, başvurucuya 3/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun dosyaya erişimin kısıtlanmasına yönelik başvurusunu 3/5/2017 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapması gerekmektedir. Otuz günlük başvuru süresi geçtikten sonra 3/11/2017 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunduğu anlaşılmıştır.
122. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. İfade ve Basın Özgürlüklerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
123. Başvurucu; soruşturmaya konu edilen ve tutuklamaya dayanak oluşturan hususların tamamen gazetecilik faaliyetinden ibaret olduğunu, Zaman gazetesinde çalışmış olmasının silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasına dayanak gösterildiğini, 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan silahlı terör örgütüne üye olma suçuna dair düzenlemenin öngörülebilir nitelikte bir kanun hükmü olmadığını belirterek ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
124. Anayasa Mahkemesi, tutuklama tedbirinin ifade ve basın özgürlükleri, dernek kurma hürriyeti, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları gibi diğer temel hak ve özgürlükler üzerindeki etkisini incelerken öncelikle tutuklamanın hukuki olup olmadığını ve/veya tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığını değerlendirmekte; sonrasında tutuklamanın hukukiliğine ya da tutukluluğun süresinin makullüğüne ilişkin vardığı sonucu da dikkate alarak diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğini belirlemektedir (Erdem Gül ve Can Dündar, §§ 92-100; Hidayet Karaca, §§ 111-117; Mehmet Baransu (2), §§ 157-164; Günay Dağ ve diğerleri, §§ 191-203; Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, §§ 105-116; Mustafa Ali Balbay, §§ 120-134; Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014, §§ 61-75; Faysal Sarıyıldız, B. No: 2014/9, 3/1/2014, §§ 61-75; İbrahim Ayhan, B. No: 2013/9895, 2/1/2014, §§ 60-74; Gülser Yıldırım, B. No: 2013/9894, 2/1/2014, §§ 60-74).
125. Somut olayda başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası incelendiğinde başvurucunun suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu, ayrıca olayda tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu ve tutuklamanın ölçülü olduğunun söylenebileceği sonucuna varılmıştır (bkz. §§ 60-94). Bu kapsamda yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında başvurucunun yalnızca ifade özgürlüğü kapsamında kalan eylemleri nedeniyle soruşturmaya maruz kaldığı ve tutuklandığı iddiası yönünden farklı bir sonuca varılmasını gerekli kılan bir durum bulunmamaktadır.
126. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklanmasının ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
127. Başvurucu; gözaltına alındığı ilk andan itibaren kendisinin belirleyeceği bir avukatın hukuki yardımından yararlanmasına izin verilmediğini, kendi seçtiği avukatların tamamının benzer soruşturmalar kapsamında tutuklandığını, bu nedenlerle savunma hakkını gereği gibi kullanamadığını belirterek adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
128. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
129. Somut olayda başvuruya konu yargılamanın devam ettiği tespit edilmiştir (bkz. § 31). Bu kapsamda başvurucunun bu başlık altındaki şikâyetlerine ilişkin hukuk sisteminde mevcut yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.
130. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
131. Başvurucu; kendisine isnat edilen suçlamaların işlendiği dönemde kurulu olmayan bir mahkemede yargılamasının yapıldığını ancak özel yetkili mahkemelerin olduğu dönemde gazeteci Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin davada, suçun işlendiği tarihte kurulu olmadığı için bir mahkemenin görevsizlik kararı verdiğini, somut olayda da böyle bir durum olmasına rağmen kendisinin yargılandığı mahkemenin görevsizlik kararı vermeyerek yargılamaya devam ettiğini iddia etmiş ve kendisine adil yargılanma hakkından yararlanma bakımından ayrımcılık yapıldığını belirterek eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
132. Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ve Sözleşme'nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddiaların soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
133. Ayrımcılık iddiasının incelenebilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki kişilere yönelik farklı uygulamaların meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 50).
134. Somut olayda başvurucu, kendisine hangi nedenle ayrımcılık yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Dolayısıyla başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların temellendirilemediği sonucuna ulaşılmıştır.
135. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
E. Özel Hayata Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
136. Başvurucu; makul şüphe olmadan üzerinin aranmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
137. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
138. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) bendinde, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır.
139. Anayasa Mahkemesi, ceza soruşturması veya kovuşturması sırasında soruşturma mercilerince ya da yargı organlarınca şüphelilerle ilgili olarak uygulanan arama tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl soruşturma/kovuşturma sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Alaaddin Akkaşoğlu ve Akis Yayıncılık San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2014/18247, 20/12/2017, §§ 18-30).
140. Somut olay açısından yapılan aramanın hukuka uygun olup olmadığı 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında açılacak davada incelenebilir. Bu madde kapsamında açılacak dava yoluyla söz konusu aramanın hukuka aykırı olduğu tespit edildiğinde başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucunun durumuna uygun telafi kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
141. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun üzerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
F. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
142. Başvurucu; gözaltı süresince insan onuruna aykırı ortamlarda tutulduğunu, tutulduğu yerin dar olduğunu ve sağlık durumuna uygun olmadığını, en temel insani ihtiyaçlarını gidermede kendisine zorluk çıkarıldığını belirterek işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
143. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
144. Somut olayda gözaltı sürecindeki kötü muamele iddialarına ilişkin olarak başvurucu, maruz kaldığını ileri sürdüğü kötü muamelenin kamu görevlilerinin kasıt ve/veya ihmalinden mi yoksa salt tutulma koşullarından mı kaynaklandığını açıkça belirtmemiştir. Dolayısıyla söz konusu iddiaların Anayasa Mahkemesince doğrudan incelenebilmesi için yeterli bilgi ve belge bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu bağlamda somut olayın koşullarının başvurucunun anılan iddialarının kamu görevlilerinin kasıt ve/veya ihmalinden kaynaklanıp kaynaklanmadığına dair adli ve/veya idari bir soruşturmayla ortaya konması gerekmektedir (Benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 249).
145. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetlerini, varsa bu konudaki kanıtlarını öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere iletmeden, hak ihlali iddialarını öncelikle bu makamların değerlendirmesini ve çözüme kavuşturmasını beklemeden doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.
146. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak idari ve/veya yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
A. 1. Gözaltına almanın hukuka aykırı olması ve gözaltı süresinin makul olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Tutukluluğun devamına karar veren ağır ceza mahkemelerinin doğal hâkim güvencesine aykırı olması ile tarafsız ve bağımsız mahkeme olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
8. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
9. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
10. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
11. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 29/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.