TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FATMA KILIÇ VE İBRAHİM HALDIZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/37387)
|
|
Karar Tarihi: 21/4/2021
|
R.G. Tarih ve Sayı: 11/6/2021-31508
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Ali KOZAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Fatma KILIÇ
|
|
|
2. İbrahim HALDIZ
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Emre YÜKSEL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan manevi
zararların tazmin edilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının
korunması hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 9/11/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Birinci başvurucu muhasebe çalışanı, ikinci başvurucu
ise inşaat müteahhididir. Başvurucular, ikinci başvurucunun kullanımındaki araç
ile 4/2/2005 tarihinde trafik kazası geçirmiştir. Başvurucular anılan kaza
sonucu yaralanmıştır.
9. Kaza Tespit Tutanağı'na göre kaza, yağışlı bir havada
yolun yüzeyinde akar şekilde yağmur birikintisinin mevcut olması nedeniyle
aracın kayarak daha önce parçalanmış orta bariyer demirlerine çarpması sonucu
gerçekleşmiştir. Ayrıca anılan tutanakta, kazanın oluşumunda yolun bakım,
onarım ve temizliğinden sorumlu Karayolları Genel Müdürlüğünün (İdare) %75,
ikinci başvurucunun %25 kusurlu olduğu yönündeki tespite yer verilmiştir.
10. Başvurucular, İdare ve sigorta şirketleri aleyhine
Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) maddi ve manevi tazminat
talebiyle 29/4/2005 tarihinde dava açmıştır. Yargılama sürecinde hazırlanan
Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesinin 27/12/2006 tarihli raporuyla birinci
başvurucunun anılan kazada gerçekleşen yaralanma nedeniyle %23,2 oranında beden
gücü kaybına uğradığı, 3/12/2014 tarihli raporuyla da ikinci başvurucunun %32,2
oranında beden gücü kaybına uğradığı tespit edilmiştir. Yine Adli Tıp Kurumu
Trafik İhtisas Dairesinin raporuna göre kazanın oluşumunda İdare %25, başvurucu
İbrahim Haldız ise %75 kusurludur.
11. Hukuk Mahkemesi 25/6/2009 tarihinde Karayolları Genel
Müdürlüğüne açılan dava yönünden görevsizlik kararı vermiştir. Karar
gerekçesinde, davada hizmet kusuruna dayanılması nedeniyle idare mahkemesinin
görevli olduğu belirtilmiştir.
12. Görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra
başvurucu, Hukuk Mahkemesi kararına da dayanarak İstanbul 9. İdare Mahkemesinde
(Mahkeme) 1/9/2009 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme eksiklikler
nedeniyle 16/9/2009 tarihinde dilekçenin reddine karar vermiştir. Eksiklikler
giderilerek 12/11/2009 tarihinde dava yenilenmiştir.
13. Dava dilekçesinde başvurucular vekili; yoldaki
çukurluklarda oluşan su birikintisi ve yolun bakımının yapılmaması nedeniyle
kazanın meydana geldiğini, başvurucuların ağır yaralandıklarını ve beden gücü
kaybının oluştuğunu belirtmiştir. Kaza Tutanağı'na göre kazanın oluşumunda
otoyolun bakım, onarım ve temizliğinden sorumlu olan İdarenin %75 oranında
kusurlu olduğunu, kaza nedeniyle başvurucuların uzun süre tedavi oldukları ve
çalışamadıklarını, bu süre zarfında bakım ve ihtiyaçlarının bakıcı tarafından
sağlandığını iddia etmiştir. Ayrıca başvurucuların kaza nedeniyle ruhsal olarak
da zarara uğradıklarını, kazadan önceki ruhsal durumlarına dönemediklerini,
işlerini ve toplumdaki sosyal konumlarını kaybettiklerini vurgulayarak maddi ve
manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
14. Mahkeme 21/2/2013 tarihinde 16.824,38 TL maddi
tazminatın İdareden alınarak birinci başvurucuya verilmesine, her iki başvurucu
yönünden manevi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Kararın
gerekçesinde; olay sonrasında ilgili trafik polisince tanzim edilen Kaza Tespit
Tutanağı'na göre kazanın yoldaki su birikintisinden kaynaklandığı ve bu kazanın
oluşumunda davalı İdarenin %75 kusurlu olduğunun belirtildiği, bu hâliyle
İdarenin bir hizmet kusurunun bulunduğu ve bundan doğan zararı gidermekle
yükümlü olduğu vurgulanmıştır. Gerekçelerde ayrıca İdare hukuku ilkelerine göre
kişilerin manevi varlıklarının zarara uğradığından bahisle manevi tazminat
davası da açabileceği, manevi tazminatın İdarenin eylem ve işlemi nedeniyle kişilerin
ağır elem, üzüntü, keder duymaları veya kişilik haklarına karşı yapılan ağır
bir tecavüz sonucu manevi haklarının zedelenmesi nedeniyle ortaya çıkan zararı
gidermeye yönelik bir tatmin aracı olduğu belirtilmiştir. Ortada kişilerin
maddi zararını doğuran ve İdareye atfı kabil bir eylem ve işlem bulunsa dahi bu
eylem ve işlemde ağır bir hizmet kusuru olmadıkça kişilerin manevi zarara
uğradığının kabulüyle istenilen manevi zararın karşılanmasına da olanak
olmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir. İdarenin hukuka aykırı bulunan her
eylem ve işleminin tazmin borcuyla sorumlu tutulabilmesi için eylem ve
işlemdeki hukuka aykırılığın bir dereceye kadar ağır olması ve idarenin açık ve
kesin bir kusurunun tespiti gerektiği vurgulandıktan sonra somut olayda
İdarenin hizmet kusuru söz konusu ise de bu kusurun hizmetin yürütülmesi
sırasında zaman zaman karşılaşılabilecek nitelikte bir kusur olduğu
belirtilmiştir. Anılan hizmet kusurunun ağır bir hizmet kusuru olarak
nitelendirilemeyeceği gözetilerek giderilmesi gereken bir manevi zarar
bulunmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir.
15. Başvurucular vekili anılan kararı temyiz etmiştir.
Temyiz dilekçesinde; bilirkişi raporlarıyla kazanın oluşumunda İdarenin hizmet
kusurunun olduğunun tespit edildiği, derece mahkemesinin de bu durumu kabul
etmesine rağmen manevi tazminat talebinin hukuka uygun olmayan bir gerekçeyle
reddedildiği belirtilmiştir. Ayrıca kazada başvurucuların yaralanıp malul
oldukları, vücut bütünlüklerini kısmen yitiren başvurucuların ızdırap çekmediğini
kabul etmenin mümkün olmadığı, idare hukukunda manevi tazminata hükmedilmesi
için ağır-hafif kusur ayrımının öngörülmediği vurgulanmıştır.
16. Danıştay Onbeşinci Dairesi 20/12/2016 tarihinde,
derece mahkemesi kararının manevi tazminatın reddine ilişkin kısmının usul ve
yasaya uygun olduğu gerekçesiyle onanmasına, vekâlet ücreti yönünden
bozulmasına karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebi anılan
Dairenin 5/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
17. Nihai karar 3/11/2017 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucular 9/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“İdari dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
...”
20. 4/2/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu'nun 49. maddesi şöyledir:
"Kusurlu ve hukuka aykırı bir
fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür."
21. 6098 sayılı Kanun'un "Manevi tazminat"
kenar başlıklı 56. maddesi şöyledir:
"Hâkim, bir kimsenin bedensel
bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak,
zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar
verebilir.
Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde,
zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir
miktar paranın ödenmesine karar verilebilir."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 21/4/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
23. Başvurucular, yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek
makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
24. 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair
Kanun'a eklenen geçici 2. maddeye göre Anayasa Mahkemesine yapılan ve
münhasıran bu maddenin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla Anayasa
Mahkemesinde derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı
iddiasıyla ilgili bireysel başvuruların Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenerek karara bağlanması
öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828,
12/9/2018, §§ 27-36) kararında Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine
ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönünden inceleyerek Tazminat Komisyonuna
başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun
ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna varmış; başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle başvurunun kabul edilemezliğine karar vermiştir.
25. Mevcut başvuruda da söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
26. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Kişinin
Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
27. Başvurucular; İdarenin kusurlu eylemi nedeniyle
yaralandıklarını ve beden gücü kaybına uğradıklarını, kazanın oluşumunda
İdarenin hizmet kusurunun olduğunun bilirkişi raporlarıyla da tespit edildiğini
vurgulamıştır. Mahkemenin de hizmet kusurunun varlığını kabul etmesine rağmen
kusurun ağır olmadığı ve bu tür bir kusurun zaman zaman ortaya çıkabileceği
gerekçesinden hareketle tazminat talebini reddetmesinin kişinin maddi ve manevi
varlığının İdarenin eylemleri karşısında önemsiz olduğu sonucunu doğurduğunu
belirtmiştir. Danıştay kararlarına göre manevi tazminata hükmedilmesi için
kusurun varlığının yeterli olduğunu, kusurun ağır ya da hafif olmasının
tazminat yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığını, ayrıca kusur oranına ilişkin
yargılama sürecinde yeterli inceleme yapılmadığını ve farklı kusur oranlarının
tespit edildiğini belirten başvurucular, kişinin maddi ve manevi varlığının
korunması, yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
2. Değerlendirme
28. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar
başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, ..., maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucuların iddialarının özünün bedensel ve ruhsal bütünlüklerinin
bozulmasında İdarenin hizmet kusurunun sabit olmasına rağmen manevi tazminat
talepleri karşılanmayarak giderim sağlanmadığı yönünde olduğu anlaşıldığından,
başvuru bir bütün hâlinde Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi bütünlüğünün korunması hakkı kapsamında
incelenmiştir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Genel
İlkeler
31. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel
kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
32. Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı öncelikle
devletin kişilerin maddi ve manevi varlığına keyfî olarak müdahale etmemesini
gerektirir. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen maddi ve manevi varlığı
koruma ve geliştirme hakkı Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde devlete, ayrıca vücut ve ruh bütünlüğüne yönelen
saldırılar, tıbbi müdahaleler, şeref ve itibara yönelik haksız eylemler
karşısında kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili biçimde koruma şeklinde
pozitif ödevler yükler (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, §
32).
33. Devletin kişilerin maddi ve manevi varlıklarına
yapılan müdahaleler bakımından söz konusu pozitif yükümlülüğü müdahalelere
karşı etkili mekanizmalar kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri
sunan yargısal prosedürleri sağlamak ve bu suretle yargısal ve idari makamların
bireylerin idareyle ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir
karar vermesini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Hüdayi Ercoşkun,
B. No: 2013/6235, 10/3/2016, § 94).
34. Etkili yargısal koruma sağlamada mağdurların kendi
inisiyatifleri ile hukuk veya idare mahkemesinde açtıkları dava yollarının
sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de
etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine
sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun ancak bir hak ihlali iddiasını
önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak
ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi
hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz
Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).
35. Ayrıca kişilerin vücut bütünlüğüne yapılan bir eylemden
doğan zararlara yönelik etkili bir tazminin sağlanamadığı, bu çerçevede
devletin Anayasa’nın 17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğünü yerine
getirmediği durumlarda kişinin vücut bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez (Özkan
Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40; Yasin Çıldır, B. No:
2013/8147, 14/4/2016, § 37).
36. Diğer taraftan bu yöndeki pozitif yükümlülüğünün
sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğünü ifade
ettiğini hatırlatmak gerekir. Uygun araçların kullanılması yükümlülüğü, her
davada başarılı olunması veya mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla
bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Bununla beraber
kural olarak dava, olayın gerçekleştiği koşulları belirleyecek ve iddiaların
doğruluğunun kanıtlanması hâlinde sorumlularının tespit edilerek uygun telafi
imkânlarını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Nail Artuç, B. No:
2013/2839, 3/4/2014, § 45; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017,
§ 50).
37. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında
hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde
sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır,
§ 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
38. Somut olayda başvurucuların iddiaları, vücut
bütünlüklerinin bozulmasında İdarenin hizmet kusuru olduğu tespit edilmesine
rağmen manevi tazminat taleplerinin reddedilmesine yönelik olduğu görülmüştür.
39. Somut olayda Mahkeme tarafından İdarenin kusurunun ve
başvurucuların maddi zararlarının tespiti ve hesaplanması konusunda araştırma
yapıldığı ancak manevi zararlarla ilgili olarak olaya uygun değerlendirme
yapılmadığı görülmektedir. Öte yandan ilgili mevzuatta bedensel bütünlüğün
zedelenmesi durumunda olayın özelliklerine göre maddi ve manevi tazminata
hükmedilebileceği açıkça düzenlenmiştir (bkz. §§ 19-21). Maddi tazminat idari
eylem ve işlem nedeniyle kişilerin uğradığı maddi zararlarının tazminini
sağlarken manevi tazminat aynı işlem veya eylemden dolayı kişinin çektiği
ızdırabın, elemin yarattığı manevi yıpranmanın hafifletilmesi ve tazmini
amacına hizmet etmektedir. Kişinin idarenin işlem ve eylemlerinden kaynaklanan
hem maddi hem de manevi zararlarının tazmininin mevzuatta düzenlenmesinin,
devletin kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili biçimde koruma
yükümlülüğünün gereği olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayın
özelliklerine göre manevi tazminata hükmetmek ve tazminatın nasıl hesaplanacağı
konusu hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin bir mesele olarak derece
mahkemelerinin takdirindedir. Bariz takdir hatası veya keyfîlik içermedikçe
Anayasa Mahkemesinin derece mahkemesinin bu takdirine müdahale etmesi uygun
değildir.
40. Somut olayda başvurucuların geçirmiş olduğu trafik
kazasında yolun bakım, onarım ve temizliğinden sorumlu İdarenin kusurlu olduğu
Kaza Tespit Tutanağı ve bilirkişi raporuyla tespit edilmiş; derece mahkemesi
tarafından da hizmet kusurunun varlığı kabul edilmiştir. Ayrıca başvurucuların
kaza nedeniyle uzun süre tedavi görmek zorunda kaldıkları ve sonuç olarak
birinci başvurucunun %23,2, diğer başvurucunun ise %32,2 oranında beden gücü
kaybına uğradıkları konusu da sabittir. Bu tespitler bağlamında İdarenin
kusurunun da etkili olduğu anlaşılan kazada başvurucuların ağır derecede
yaralandıkları, uzun süre tedavi gördükleri, vücut bütünlüklerinin bozulduğu
hatta bedensel güç kaybına uğradıkları gözetildiğinde başvurucuların
yaşadıklarının etkisiyle manevi olarak yıpranmadıklarını söylemenin somut olaya
uygun düşmeyeceği açıktır.
41. Bununla birlikte Mahkemenin trafik kazasında İdarenin
hizmet kusuru olduğunu kabul etmesine rağmen anılan kazadan kaynaklanan manevi
yıpranma konusunda somut olayın koşullarına uygun değerlendirme yapmayarak
manevi zararlar yönünden giderim sağlamadığı, ayrıca başvurucuların esasa etki
edecek iddialarına ilişkin ikna edici ve somut gerekçe sunmadığı anlaşılmıştır.
Bu durumda başvuruya konu davada İdarenin hizmet kusurunun olduğu kabulüne
rağmen bu kusurdan kaynaklanan manevi zararın gideriminin sağlanmadığı,
dolayısıyla Mahkemenin bu yönüyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması
hakkı bakımından yeterince özenli bir yargılama yapmadığı ve yargısal denetimde
de bu hususun dikkate alınmadığı kanaatine varılmış olup bu nedenle kişinin
maddi ve manevi varlığının korunması hakkı bakımından devletin pozitif
yükümlülüğünün yerine getirildiğinin kabul edilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.
42. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
43. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
44. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve
ayrı ayrı 500.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
45. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
46. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
47. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine
ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
48. İncelenen başvuruda, manevi zararın giderimi
konusunda Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında özenli bir yargılama yapılmaması
nedeniyle ihlalin doğrudan derece mahkemelerinin kararlarından kaynaklandığı
anlaşılmıştır.
49. Bu durumda kişinin maddi ve manevi varlığın korunması
hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise
bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı
verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal
kararında belirtilen ilkelere uygun şekilde yeni bir karar verilmesinden
ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
50. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesinin yeterli bir giderim
sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
51. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 9. İdare Mahkemesine (E.2009/1775,
K.2013/327) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onbeşinci
Dairesine (E.2014/296) ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/4/2021 tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verildi.