TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET FATİH GÖKSAN BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2017/38886)
|
|
Karar Tarihi: 8/9/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Ali KOZAN
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Fatih GÖKSAN
|
I. BAŞVURU KONUSU
1. Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan
başvurucuya avukatı tarafından gönderilen mektubun sakıncalı bulunarak
verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ve adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/11/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık
görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Osmaniye
1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak
bulunmaktadır. Başvurucuya adi posta yoluyla H.A. tarafından mektup
gönderilmiştir. Söz konusu mektubun Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının
başvurucu ve M.G. hakkında düzenlediği 18/7/2017 tarihli, altmış dokuz sayfadan
oluşan iddianamenin fotokopisinden oluşan belgeler içerdiği görülmüştür.
8. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin
Kurulu) 14/9/2017 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla H.A.
tarafından gönderildiği anlaşılan mektubun muhatabına teslim edilmemesine karar
verilmiştir. Kararın gerekçesinde; şifreli olarak haberleşme, mesajlaşma ve
iletişimin engellenmesi amacı kapsamında mektubun içeriğinde bulunan fotokopi
belgelerin sakıncalı olduğu değerlendirilmesine yer verilmiştir.
9. Anılan karara itiraz eden başvurucu; dilekçesinde avukatının
göndermiş olduğu mektubun hakkında düzenlenen iddianameden ibaret olduğunu,
sakıncalı kabul edilmesinin bir gerekçesinin mevcut olmadığını belirtmiştir.
10. Osmaniye İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) başvurucunun
itirazını 27/9/2017 tarihli kararla reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; silahlı
terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olan başvurucuya yakını tarafından
mektup olarak gönderilen belgelerin örgütsel emir, iletişim, talimat içerdiği
hususunda şüphe oluşturabileceği belirtilmiştir. Ayrıca 15 Temmuz 2016
tarihindeki hain kalkışmanın failleri olan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)
ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) mensuplarının mors alfabesi dâhil,
akıl almaz ve sıra dışı haberleşme ağları kullandıkları vurgulanarak incelemeye
konu belgenin sakıncalı ve yasak olabileceği, ayrıca itiraza konu kararın kanun
hükmünde kararnameler ile alınan önlemler doğrultusunda usul ve yasa uygun
olduğu değerlendirmesine yer verilmiştir.
11. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı
Osmaniye 1. Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 13/11/2017 tarihli kararla
reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; başvurucunun şüpheli sıfatıyla yer aldığı
iddianamenin muhakemeyi yürütecek Mahkemeden istenebileceği, mahkeme kanalıyla
gönderilmeyen bu şekilde kapsamlı belgeler aracılığıyla örgüt içi gizli
haberleşme ihtimalinin bulunduğu vurgulanarak İnfaz Hâkimliği kararının usul ve
yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir.
12. Nihai karar 20/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
13. Başvurucu 29/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
14. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve
tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektupların denetlenmesine
dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet
Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20). Somut olay bakımından
uygulanan mevzuat ayrıca aşağıda belirtilmiştir.
15. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Hükümlünün
mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar
başlıklı 68. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
"Hükümlü tarafından
resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve
telgraflar denetime tâbi değildir."
16. 5275 sayılı Kanun'un "Avukat ve Noterle görüşme
hakkı" kenar başlıklı 59. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(5) Türk Ceza Kanununun 220 nci
maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci
Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile
görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye
düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu
örgütlere emir ve tâlimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da
şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi
hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, üç ay
süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir,
hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede
hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği
belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin
tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri
sınırlandırılabilir."
17. 12/10/2004 tarihli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suç İşlemek amacıyla örgüt kurma" kenar
başlıklı 220. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek
amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye
sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması
hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak,
örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.
(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte
üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır..."
18. 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan
20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü/Tüzük)
"Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar
başlıklı 91. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara
veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime
tâbi değildir. Ancak, hükümlünün savunması için avukatına gönderilen mektup,
faks veya telgraflar 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2)
numaralı alt bendinde belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde, bu gönderiler
hakkında da 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt
bendinde belirtilen esas ve usuller uygulanır."
19. İnfaz Tüzüğü'nün "Avukatla
görüşme" kenar başlıklı 84. maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2)
numaralı alt bendi şöyledir:
"(2) 5237 sayılı Kanunun 220 nci
maddesinde, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer
alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisinde avukatın
savunmaya ilişkin olduğunu beyan ettiği belge ve dosyalar fiziki olarak
aranabilir. Konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun
güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri
mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu
veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz
hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu
kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler
infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen
verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer, 4675
sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler."
20. 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
"İddianamenin sanığa tebliği ve sanığın
çağrılması" kenar başlıklı 176. maddesi şöyledir:
"(1) İddianame, çağrı kâğıdı ile birlikte
sanığa tebliğ olunur.
(2) Tutuklu olmayan sanığa tebliğ olunacak
çağrı kâğıdına mazereti olmaksızın gelmediğinde zorla getirileceği yazılır.
(3) Tutuklu sanığın çağrılması duruşma gününün
tebliği suretiyle yapılır. Sanıktan duruşmada kendisini savunmak için bir
istemde bulunup bulunmayacağı ve bulunacaksa neden ibaret olduğunu bildirmesi
istenir; müdafii de sanıkla birlikte davet olunur. Bu işlem, tutuklunun
bulunduğu ceza infaz kurumunda cezaevi kâtibi veya bu işle görevlendirilen
personel yanına getirilerek tutanak tutulmak suretiyle yapılır.
(4) Yukarıdaki fıkralar gereğince, çağrı
kâğıdının tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması
gerekir."
B. Uluslararası Hukuk
21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar
başlıklı 8. maddesi şöyledir:
"(1) Herkes .... yazışmasına saygı
gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu
makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir
toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin
korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının
hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz
konusu olabilir."
22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre hükümlü ve
tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural
olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No.
2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM, ceza infaz kurumunda
tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması
gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin
olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini
kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik
herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 ...,
25/3/1983, §§ 99-105).
23. AİHM kararlarına göre haberleşme özgürlüğüne yapılan
müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını
oluşturan mevzuatın ulaşılabilir,
yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci
olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir
amaca dayalı olmalıdır. Bunun yanı sıra müdahale demokratik bir
toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır (Silver
ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 85-90; Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, §§
42-55; Campbell/Birleşik Krallık,
B. No: 13590/88, 25/3/1992, § 34).
24. AİHM, mahpuslar ve avukatları arasındaki haberleşmenin
Sözleşme’nin 8. maddesi altında imtiyazlı olduğunu ve avukat müvekkil gizliliği
ilkesinin gözetilmesini temel kural olarak kabul etmektedir. AİHM, ceza infaz kurumu
makamlarının bir avukattan mahpusa gelen mektubun olağan tespit yöntemlerinin
açığa çıkaramadığı yasa dışı bir içerik ihtiva ettiğine inanmak için makul
sebepleri olduğunda mektubu sadece açabileceklerini fakat mektubun
okunamayacağını vurgulayarak üye devletlerin avukat ile mahpus arasındaki
haberleşmeyi korumak için mektubun okunmasını engellemeye yönelik olarak
mahpusun önünde açmak gibi uygun güvenceler sağlaması gerektiğini
belirtmektedir (Campbell/Birleşik Krallık,
§ 48).
25. AİHM bir avukat ile irtibat kurmanın nihayetinde
Sözleşme'nin 8. maddesi gereğince özel bir haktan istifade etmek olduğunun
altını çizmekle birlikte mahpusun avukatına gönderdiği ve avukatından gelen
postalarının okunmasının yalnızca istisnai durumlarda mümkün olduğunu belirtmektedir.
AİHM'e göre bir mahpustan avukatına giden veya ondan gelen bir mektubun
okunmasına, bu ayrıcalıklı iletişimin kötüye kullanıldığına, mektubun
içeriğinin ceza infaz kurumunun güvenliğine bir tehdit oluşturduğuna ya da
başka bir açıdan suç oluşturduğuna ilişkin makul nedenlerin varlığı hâlinde
izin verilebilir. AİHM makul gerekçeler kavramının koşullara bağlı olarak
değişebileceğini kabul etmekle birlikte yansız bir gözlemciyi ayrıcalıklı
iletişim kanalının kötüye kullanıldığına ikna edecek olguları ve bilgileri
içermesi gerektiğini vurgulamaktadır (Campbell/Birleşik
Krallık, § 48; Fazıl Ahmet
Tamer/Türkiye, B. No: 6289/02,
5/12/2006, §§ 51, 52).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 8/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli yardım Talebi Yönünden
27. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını ödeyecek
gelirinin olmadığı beyan ederek, adli yardım talebinde bulunmuştur.
28. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler
dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini
ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun
olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, savunmasını hazırlaması için avukatı tarafından
gönderilen belgelerin sakıncalı görülerek kendisine teslim edilmemesi nedeniyle
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
30. Bakanlık, bireysel başvuruyu haberleşme hürriyeti kapsamında
değerlendirerek bu kapsamda görüş bildirmiş; başvurucunun adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğine dair iddiasına ilişkin ayrıca bir görüş beyan
etmemiştir.
2. Değerlendirme
31. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı gösterilmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmelidir (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
32. Savunma hakkı Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenmiş olup ceza
yargılamasında savunma hakkının güvence altına alınması demokratik toplumun
temel bir ilkesidir. Bu sebeple hakkaniyete uygun bir yargılamanın
gerçekleştirilebilmesi için savunma hakkının tam ve etkili bir biçimde
kullanılmasının sağlanması gerekir (Erol
Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32).
33. Ceza yargılamasının temel koşulu, şüpheli veya sanığa
suçlamanın niteliği ve sebebinin ayrıntılı bir biçimde bildirilmesidir. Ceza
kovuşturmasında iddianamenin tebliğ edilmesiyle sanığın suçlamalardan haberdar
olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca sanığa ve müdafiine savunma için gerekli
hazırlıkları yapabilecekleri sürenin verilmesi gerekmektedir (Erol Aydeğer, §§ 35-38).
34. Somut olayda sakıncalı görülerek başvurucuya teslim
edilmeyen mektubun Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucu hakkında
düzenlediği iddianamenin fotokopisinden oluştuğu görülmüştür. İddianamenin
ilgili mevzuata göre başvurucuya tebliği zorunlu ve her zaman başvurucunun
resmî kanallardan aslına ulaşabileceği bir belge olduğu açıktır. Başvurucu ise
5271 sayılı Kanun'un 176. maddesindeki düzenlemeye uygun olarak kendisine
iddianamenin tebliğ edilmediği veya resmî yollardan iddianamenin aslına
ulaşamadığı, dolayısıyla hakkındaki suçlamanın nedenleri ve niteliği hakkında
bilgilendirilmediği yönünde bir iddiada bulunmadığı gibi bu yönde bir açıklama
da yapmamıştır. Bu durumda başvurucu ihlal iddiasına ilişkin delillerini sunma,
temel hak ve özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunma
yönündeki yükümlülüğünü yerine getirmemiş; ileri sürdüğü ihlal iddialarını
temellendirememiştir.
35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Haberleşme
Hürriyetinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
36. Başvurucu; avukatı tarafından savunma amaçlı olarak
gönderilen, içeriğinde kendisi hakkında düzenlenen iddianame bulunan mektuba
şifreli mesajlaşmanın ve haberleşmenin önlenmesi amacıyla el konulduğunu ancak
mektupta hangi örgütsel talimatın yer aldığının ya da nasıl bir şifre
kullanıldığının ortaya konulmadığını belirtmiştir. İlgili kararlarda sadece bir
şüpheden bahsedildiğini, tespit edilen örgütsel mesaj ya da şifrenin mevcut
olmadığını, hakkında düzenlenen iddianamenin gizli haberleşmenin bir aracı
olduğuna dair şüphenin de somut dayanaklarının gerekçelerde gösterilmediğini
ifade etmiştir. Başvurucu, gönderilen iddianamenin savunmaya yönelik olduğunu
vurgulayarak adil yargılanma hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
37. Bakanlık görüşünde; mektubun alıkonulması şeklindeki
müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu, kurum güvenliğini ve kamu
düzenini sağlama amacına yönelik bir uygulama olduğu belirtilerek ceza infaz
kurumlarında tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak kamu düzeninin korunmasına,
suç işlenmesinin önlenmesine yönelik kabul edilebilir ve makul gerekliliklerin
olması durumunda hükümlü ve tutukluların sahip oldukları hakların
sınırlandırılabileceği vurgulanmıştır. İlgili Kanun ve Tüzük hükümleri
kapsamında Ceza İnfaz Kurumunun düzeni, disiplini, güvenliği ve yönetimi
hususlarındaki değerlendirme takdir yetkisinin İnfaz Kurumuna ve mahkemelere
somut olayın özelliklerine göre değerlendirmek üzere bırakıldığı ifade edilerek
müdahalenin Anayasa'nın 22. maddesi anlamında demokratik toplum düzeninin
gereklerine aykırı olmadığı değerlendirilmesine yer verilmiştir.
38. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, savunmasını
hazırlamak için avukatı tarafından gönderilen iddianamenin örgüt içi şifreli
haberleşmeye neden olduğu şeklinde soyut bir gerekçeyle kendisine teslim
edilmediğini, haberleşme hürriyetine yapılan müdahalenin meşru bir amacının
bulunmadığını, demokratik toplum gereklerine uygun ve orantılı olmadığını
belirtmiştir.
2. Değerlendirme
39. Anayasa’nın
"Haberleşme hürriyeti" kenar başlıklı 22. maddesi
şöyledir:
“Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir.
Haberleşmenin gizliliği esastır.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz.
Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim,
kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.
İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve
kuruluşları kanunda belirtilir.”
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, kendisine
gönderilen mektubun sakıncalı görülerek alıkonulması nedeniyle haberleşme
hürriyetinin engellenmesine ilişkindir. Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarında bu tür başvurular haberleşme hürriyeti kapsamında incelenmiştir (Ahmet Temiz, § 23; Özkan Kart (2), B. No: 2013/1201,
20/5/2015, § 22; Akif İpek, B.
No: 2013/9456, 24/6/2015, § 23; Ramazan
Vural, B. No: 2013/1148, 7/7/2015, § 24; Eren Yıldız, B. No: 2013/759, 7/7/2015, § 25; Mustafa Aydin, B. No: 2013/275, 6/10/2015,
§ 24). Somut başvuruda da bu durumdan ayrılmayı gerektirecek bir durum
bulunmamakta olup başvurucunun ihlal iddialarının haberleşme hürriyeti kapsamında
incelenmesi uygun görülmüştür.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek bir neden de bulunmadığı anlaşılan haberleşme
hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
42. Anayasa’nın 22. maddesinde, herkesin haberleşme hürriyetine
sahip olduğu ve haberleşmenin gizliliğinin esas olduğu hüküm altına alınmıştır.
Sözleşme’nin 8. maddesinde de herkesin haberleşmesine saygı gösterilmesini
isteme hakkına sahip olduğu düzenlemesine yer verilmiştir. Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı, haberleşme hürriyetinin yanı sıra içeriği ve
biçimi ne olursa olsun haberleşmenin gizliliğini de güvence altına almaktadır.
Haberleşme bağlamında bireylerin karşılıklı ve toplu olarak sözlü, yazılı ve
görsel iletişimlerine konu olan ifadelerinin gizliliğinin sağlanması gerekir.
Posta, elektronik posta, telefon, faks ve internet aracılığıyla yapılan
haberleşme faaliyetlerinin haberleşme hürriyeti ve haberleşmenin gizliliği
kapsamında değerlendirilmesi gerekir (Mehmet
Koray Eryaşa, B. No: 2013/6693, 16/4/2015, § 49; Ahmet Temiz, § 31).
43. Kamu makamlarının bireyin haberleşme hürriyetine ve haberleşmesinin
gizliliğine keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Anayasa ve
Sözleşme ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Haberleşmenin
içeriğinin denetlenmesi, haberleşmenin gizliliğine ve dolayısıyla haberleşme
hürriyetine yönelik ağır bir müdahale oluşturur. Bununla birlikte haberleşme
hürriyeti mutlak nitelikte olmayıp meşru birtakım sınırlamalara tabidir. Bu
kapsamdaki özel sınırlama ölçütleri, Anayasa’nın 22. maddesinin ikinci
fıkrasında sayılmıştır (Mehmet Koray Eryaşa,
§ 50; Ahmet Temiz, § 32).
44. Somut olayda Disiplin Kurulu, başvurucuya gönderilen
mektubun sakıncalı olduğunu değerlendirerek söz konusu mektubun başvurucuya
verilmemesine karar vermiştir. Dolayısıyla anılan işlemler ile kamu makamları
tarafından başvurucunun haberleşme hürriyetine bir müdahalede bulunulduğu
açıktır.
ii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
45. Haberleşme hürriyetine yapılan müdahale Anayasa'nın 22.
maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha
fazlasına dayanmadığı ve Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun
olmadığı takdirde Anayasa'nın 22. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin
...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
46. Müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut
başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 22. maddesinin
ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama
koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Ahmet Temiz, § 36).
(1) Kanunilik
47. Anayasanın 13. ve 22. maddeleri uyarınca haberleşme
hürriyetine yapılan müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin
yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli
bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir (Ahmet Temiz, §§ 37, 38).
48. Anayasa Mahkemesinin Ahmet
Temiz kararında, somut olayda da uygulanan 5275 sayılı Kanun'un 68.
maddesinin hükümlülerin ceza infaz kurumlarından yaptıkları yazışmaların
denetimi ve sınırlandırılmasının kanuni dayanağını oluşturduğu ve düzenlemenin
kanunilik ölçütünü karşıladığı tespiti yapılmıştır (Ahmet Temiz, §§ 37-46). Öte yandan haberleşme hürriyetinin
düzenlendiği Anayasa'nın 22. maddesinin ikinci fıkrasında, söz konusu sınırlama
sebeplerine bağlı kalınarak yapılacak sınırlamanın ancak usulüne uygun olarak
verilecek hâkim kararıyla mümkün olabileceği belirtildikten sonra üçüncü
fıkrasında "İstisnaların uygulanacağı
kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir." denilerek bu
kuralın da mutlak olmadığı ve bu kurala bazı kurumlar yönünden kanunla
sınırlamalar getirilebileceği açıkça düzenlenmiştir (AYM, E.2014/122,
K.2015/123, 30/12/2015, § 71). Bu bağlamda ceza infaz kurumları, Anayasa'nın
22. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında istisnaların uygulanacağı kamu
kurumlarındandır (Mehmet Koray Eryaşa,
§§ 74-76; Ahmet Temiz, § 41).
49. Öte yandan 5275 sayılı Kanun'un 68. maddesinin son
fıkrasında, hükümlülerin savunma için avukata gönderdiği belgelerin denetime tabi
olmadığı belirtilmektedir. Ancak hükümlülere gönderilen ve adi postayla ceza
infaz kurumuna gelen mektupları inceleme yetkisi anılan Kanun maddesinin (3)
numaralı fıkrası kapsamında ceza infaz kurumunun yetkisi dâhilindedir. Bu
kapsamda ceza infaz kurumu idaresi tarafından yapılan müdahalenin kanunilik ölçütünü karşıladığı sonucuna
varılmıştır (Cevdet Bayır (2) B.
No: 2014/11710, 22/11/2017, § 41).
(2) Meşru Amaç
50. Haberleşme
hürriyetine yapılan müdahalenin meşru kabul edilebilmesi için bu müdahalenin
Anayasa’nın 22. maddesinin ikinci fıkrasında sayılmış olan millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya
birkaçına dayanması gerekir (Ahmet Temiz, §
47).
51. Somut olayda mektubun sakıncalı bulunması mektup vasıtasıyla
terör örgütü mensuplarının şifreli olarak haberleşmelerinin önlenmesi amacına
dayandırılmıştır. Bu durumda haberleşme hürriyetine yapılan müdahalenin Ceza
İnfaz Kurumunda düzenin ve disiplinin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi,
kamu düzeninin ve güvenliğinin sağlanması kapsamında yapıldığı, bu bağlamda
yazışmaların denetlenmesine yönelik uygulamanın meşru amaç taşıdığı sonucuna
varılmıştır.
(3) Demokratik Toplum
Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(a) Genel İlkeler
52. Tutuklu ve hükümlüler, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak alanı
kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir
(Recep Bekik ve diğerleri [GK], B. No: 2016/12936, 27/3/2019, § 27; Mehmet
Reşit Arslan ve diğerleri, B. No: 2013/583, 10/12/2014, § 65). Bu bağlamda
tutuklu ve hükümlülerin haberleşme hürriyeti de Anayasa ve Sözleşme kapsamında
koruma altındadır (Ahmet Temiz, § 66; Musa Kaya (2), B. No: 2013/2351,
16/9/2015, § 62).
53. Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz
sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin temini gibi kurumda güvenliğin
sağlanmasına yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda
tutuklu ve hükümlülerin sahip oldukları haklar sınırlanabilir (Turan Günana, B. No:2013/3550, 19/11/2014,
§ 35; Ahmet Temiz, § 66).
54. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun
kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı
olması gerekir. Açıktır ki bu başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın
amacı ile bu amacı gerçekleştirmek üzere başvurulan araç arasındaki ilişki
üzerinde temellenen ölçülülük ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın
13. maddesinde demokratik toplum düzeninin
gereklerine aykırı olmama ve ölçülülük
ilkesine aykırı olmama biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş
olmakla birlikte bu iki kriter bir bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir
ilişki vardır (Ferhat Üstündağ,
B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 45).
55. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı
karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması,
başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini
göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya ulaşılmak
istenen amaca nazaran bariz biçimde ağır olan bir müdahalenin zorunlu bir
toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (Ferhat Üstündağ, § 46).
56. Orantılılık
ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri
arasında dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle
orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri veya müdahalenin amacı
başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak ve menfaatleri arasında
adil bir dengenin kurulmasına işaret etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede
bulunulan hakkın sahibine terazinin diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya
diğer bireylerin menfaatine nazaran açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin
tespiti hâlinde orantılılık ilkesi yönünden bir sorunun varlığından söz
edilebilir (Ferhat Üstündağ, §
48).
57. Öte yandan mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde
hükümlü ya da tutuklunun savunma için avukatına gönderdiği mektubun incelenmesi
şartlarının düzenlediğini ancak mahpus ile avukatın yüz yüze görüşmesi dışında
avukattan gelen mektubun denetlenmesiyle ilgili açık bir düzenlemenin
bulunmadığı anlaşılmaktadır. Öncelikle mevzuatta mahpusun avukatıyla
haberleşmesinin savunma hakkı ve bu hakla bağlantılı olarak avukat müvekkil
ilişkisinin gizliliği ilkesi kapsamında ayrıcalıklı olduğunun kabul edildiği
vurgulanmalıdır. Bu nedenle mahpusların avukatlarıyla yazışmalarının anılan hak
ve ilkeyi koruyacak güvenceler kapsamında gerek avukata gönderilen gerekse avukattan
gelen mektubun aynı denetleme yöntemine tabi olması gerektiği kabul edilmelidir
(İrfan Kaplan, B.No: 2017/34518,
23/6/2020, §§ 63-64).
58. Bu bağlamda 5275 sayılı Kanun'da belirtilen suçlardan
hükümlü ya da tutuklu olanların avukatına gönderdiği veya avukatından gelen
mektup, faks ve telgrafın savunmaya ilişkin olup olmadığı değerlendirilmeden
infaz kurumunca fiziki olarak denetlenmesi, iletişimin kötüye kullanıldığı
düşünülüyorsa ve bu yönde makul gerekçelerin varlığı hâlinde söz konusu belgelerin
incelenmek üzere infaz hâkimliğine yollanması gerekmektedir. İnfaz hâkimliği
avukattan gelen mektubun savunmaya yönelik olup olmadığı yönünde inceleme
yaparak karar vermelidir. Savunmaya ilişkin olmadığının tespiti hâlinde ise
mevzuatın diğer hükümleri kapsamında gösterilecek makul gerekçeyle mektubun
sakıncalı olup olmadığına dair karar verilebileceği anlaşılmaktadır (İrfan Kaplan, § 65).
(b)İlkelerin somut olaya uygulanması
59. Mahpusun avukatıyla haberleşmesinde savunma hakkı kapsamında
gizliliğin esas olduğu, bu bağlamda mahpusun avukatına gönderdiği ve avukattan
mahpusa gelen mektup, faks ve telgrafın savunmaya ilişkin olmadığı, kurum
güvenliğini tehlikeye düşürdüğü, suç içerdiği, terör örgütlerinin haberleşmesi
için kullanıldığı gibi somut delillere dayalı makul gerekçelerin varlığı
hâlinde denetlenmesinin mümkün olduğu vurgulanmalıdır. Ancak mahpusların
avukatlarıyla yazışmaları savunma hakkıyla ve avukat müvekkil ilişkisinin
gizliliği ilkesiyle bağlantılı olması nedeniyle anılan hak ve ilkeyi koruyacak
güvenceleri içerir özel denetleme yöntemlerine tabi olması gerekmektedir. Bu
bağlamda mevzuatta mahpusun savunmaya ilişkin avukata gönderdiği mektubun ve
faksın denetlenemeyeceği düzenlenerek bu yönde özel güvence sağlandığı, belirli
suçlardan hükümlü ve tutuklu olanlar yönünden ise ancak infaz hâkimliği
tarafından bir denetleme yapılabileceği belirlenerek ayrıcalıklı bir denetleme
usulü öngörüldüğü anlaşılmaktadır (bkz. §§ 15-19).
60. Ancak mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde avukat
tarafından mahpusa gönderilen mektup ve faks yönünden yukarıda belirtildiği
şekilde ayrıcalıklı bir düzenleme ve denetleme usulünün açıkça düzenlenmediği
görülmüştür. Öte yandan savunma hakkının korunması ve avukat müvekkil
iletişiminin gizliliği ilkesi gözetildiğinde mahpusa avukatı tarafından
gönderilen iletilerin, gönderinin içeriğinin suç teşkil ettiği ve hakkın kötüye
kullanıldığına ilişkin makul gerekçelerin varlığı hâlinde genel denetleme
yönteminden farklı ve ayrıcalıklı bir denetime tabi tutulmasının demokratik
toplum gereklerine uygun olduğu söylenebilir. Ancak ayrıcalıklı bir denetleme
uygulanabilmesi için adi posta ile yollanan gönderinin öncelikle mektubu
gönderen kişinin mahpusun avukatı olduğunun sabit olması, en azından basit bir
araştırmayla da olsa belirlenebilir olması gerekir.
61. Öte yandan özellikle örgüt üyelerinin kendi aralarında
yazışmalarda kullandıkları ve ilk bakışta bir anlam ifade etmeyen, sadece
muhatabının anlamlandırabileceği özelliğe sahip şekillerin, çizimlerin ve
kelimelerin şifre kabul edilerek yazışmalarda kullanılmasının yasaklanmasının
terör örgütleri ile mücadele kapsamında alınması zorunlu bir tedbir olmadığı
söylenemez. Ancak hükümlü veya tutuklunun yazışmasında şifreli bir dil
kullandığının gönderen, muhatap ve yazışma içeriği bir bütün hâlinde
değerlendirilerek en azından şüpheyi ortaya koyacak yeterlilikte bir gerekçe
ile ortaya konulmalıdır.
62. Açıklamalar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde
başvurucuya adi postayla gelen mektubun mahpusun avukatı tarafından
gönderildiğinin ilk bakışta anlaşılmadığı, gönderi üzerinde de avukatın
gönderdiğine ilişkin bir ibarenin olduğunun başvurucu tarafından ortaya
konulmadığı görülmüştür. Bu durumda mektubu inceleme yetkisi olan Ceza İnfaz
Kurumunun gönderen kişinin avukat olup olmadığına ilişkin bir araştırma yapması
ve tespit edilecek duruma göre işlem yapması beklenemez. Öte yandan
başvurucunun yargılama aşamasında da göndericinin avukatı olduğu iddiasıyla
yetindiği, bu duruma ilişkin somut bir belge ya da bilgi sunmadığı
anlaşılmaktadır.
63. Bu durumda somut olayın koşulları çerçevesinde gönderinin
avukattan geldiğinin basit bir araştırmayla tespit edilemeyeceği sabit
olduğundan mevzuatın diğer hükümlerine göre mektubun sakıncalı olup olmadığının
değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Öncelikle başvurucunun mektupla
gönderilen ve iddianame olduğu iddia edilen fotokopi belgelerin asıllarını,
ilgili mahkemeden temin etme olanağı mevcuttur. Öte yandan her somut olayın
kendine özgü koşullarının değerlendirilmesi şartıyla başvurucu ve üçüncü
kişiler hakkında bilgiler içeren, fotokopi şeklindeki kapsamlı bir belgenin
asıl belgeyle eşleştirilerek bir şifre kullanılıp kullanmadığını tespit
etmesini Ceza İnfaz Kurumundan beklemenin Kuruma aşırı külfet yükleyeceği
söylenebilir.
64. Bununla birlikte FETÖ/PDY mensuplarının çeşitli yollarla
şifreli haberleşme yaptıklarının derece mahkemesince tespiti, aslı resmî
yollardan elde edilebilecek ve üçüncü kişiler hakkında da bilgiler içeren bir
belgenin fotokopisinin adi posta yoluyla gönderilmiş olması, mektup muhatabının
terör örgütü üyeliğinden yargılandığı hususları birlikte değerlendirildiğinde
mektubun sakıncalı bulunmasına ilişkin kararlarda belirtilen şifreli olarak
örgüt haberleşmesinin olabileceğine ilişkin şüphenin temelsiz olmadığı ve bu
şüpheyi ortaya koyacak şekilde yeterli gerekçe sunulduğu söylenebilir. Sonuç
olarak somut olayda haberleşme hürriyetine yönelik açık ve görünür bir ihlal
bulunmamaktadır.
65. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 22. maddesinde güvence
altına alınan haberleşme hürriyetinin ihlal edilmediğine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
D. Anayasanın 22. maddesinde güvence altına alınan haberleşme
hürriyetinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
E. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun
yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
8/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.