TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AYDA YAVUZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/39772)
|
|
Karar Tarihi: 13/10/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
M.Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Kamber Ozan TUTAL
|
Başvurucu
|
:
|
Ayda YAVUZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet BAĞLARS
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, infaz edilmiş olan adli para cezasına dayanak
mahkûmiyetin ortadan kaldırılmış olmasına rağmen paranın iade edilmemesi
nedeniyle mülkiyet hakkının; yakalama kararı sonrası bir süre tutuklu kalınması
nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 13/12/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ilişkin iddia yönünden ayrılarak 2018/33765 başvuru numarasına
kaydedilmesine ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvurunun
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Timcon Bilgisayar Elektronik Sanayi ve Ticaret Limited
Şirketinin (Şirket) ortağı olan başvurucu, noterde düzenlenen 27/12/2004
tarihli limited şirket hisse devri sözleşmesi ile Şirketteki hisselerini
devretmiştir. Başvurucu, Şirket adına düzenlenmiş diğer çeklerle birlikte Y.K.
Bankası A.Ş. E. şubesi hesabından 9008069 numaralı boş çek yaprağını da Şirket
hisselerini devrettiği kişilere teslim etmiştir. Hisse devri 22/3/2005 tarihli
Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde ilan edilmiştir.
9. Başvurucu hakkında Şirket hisselerini devrettiği
kişilere teslim ettiği başvuru konusu haricindeki diğer bazı çeklerle ilgili
olarak karşılıksız çek keşide etme suçundan ceza davaları açılmıştır. Söz
konusu ceza davalarında başvurucu adli para cezası ile cezalandırılmıştır. Buna
karşın yargılamanın yenilenmesi sonucunda çekler üzerindeki imzanın başvurucuya
ait olmadığının tespiti üzerine mahkûmiyet hükümleri ortadan kaldırılarak
başvurucunun beraatine ve infaz edilen para cezası bedellerinin iadesine karar
verilmiştir.
A. Adli Para
Cezasına İlişkin Ceza Davası Süreci
10. Yasal hamil 18/3/2005 tarihinde, Y.K. Bankası A.Ş.E.
şubesi hesabından 9008069 numaralı 3/4/2005 keşide tarihli ve 5.720 USD bedelli
çekin karşılıksız çıktığı iddiasıyla Şirket yetkilisinden şikâyetçi olmuştur.
Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı 18/4/2005 tarihli iddianamesi ile başvurucunun
19/3/1985 tarihli ve 3167 sayılı mülga Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek
Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrası
uyarınca cezalandırılmasını talep etmiştir. İddianamede başvurucu tarafından
keşide edilen ve süresinde bankaya ibraz edilen çekin karşılığının bulunmadığı
iddia edilmiştir.
11. Gaziosmanpaşa 1. Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme)
18/5/2006 tarihinde 3167 sayılı mülga Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrası
gereğince çek bedelinin TL karşılığı olan 7.773 TL adli para cezası ile
başvurucunun cezalandırılmasına ve bir sene süreyle çek hesabı açma hakkından
yasaklanmasına yokluğunda karar vermiştir. Mahkeme kararın gerekçesinde;
başvurucunun keşide ederek müştekiye verdiği çekin yasal süre içerisinde
bankaya ibraz edildiğini, çekin karşılığının bulunmadığı ve başvurucunun
düzeltme hakkını kullanmadığını ifade etmiştir.
12. Mahkemece 2/3/2009 tarihinde hükmün temyiz edilmeden
kesinleştiğine ilişkin kesinleşme şerhi düzenlemiş ve cezanın infazı için
Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmıştır. Jandarma tarafından
yakalanması üzerine söz konusu adli para cezası başvurucudan 14/4/2009
tarihinde tahsil olunmuştur.
13. Başvurucu 16/4/2009 tarihinde yargılamanın
yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu talep dilekçesinde; iddiaya konu
çekin Şirket devri ile birlikte teslim edilen çeklerden olduğunu, söz konusu
çek üzerindeki imzanın kendisine ait olmadığını ve keşide tarihi itibariyle de
Şirketin ortağı veya yetkilisi olmadığını ileri sürmüştür. Bu hâliyle suçun
kanuni unsurlarının oluşmadığını ileri süren başvurucu ayrıca tebligat
yapılmadığından ceza davasından haberi olmadığını ve yakalanma ile birlikte
hakkındaki kararı öğrendiğini belirtmiştir.
14. Mahkeme 21/7/2009 tarihinde yargılamanın yenilenmesi
nedenlerinin mevcut olmadığını belirterek başvurucunun talebini reddetmiştir.
Başvurucu, iddialarıyla ilgili yeterli inceleme yapılmadığını belirterek karara
itiraz etmiştir. Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi 17/11/2009 tarihinde, bankadan
gelen yazıda Şirket müdürü olarak başvurucunun görevli olduğu ve çekin bankaya
ibraz tarihinde Şirketin devir sözleşmesinin Türkiye Ticaret Sicili
Gazetesi'nde yayımlanmamış olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir.
15. Başvurucu 21/1/2010 tarihinde, çekin keşide tarihi
itibariyle Şirketin ortağı veya temsilcisi olmadığını ve devir işleminin keşide
tarihinden önce Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde yayımlandığını belirterek
bir kez daha yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 28/1/2010
tarihinde başvurucunun talebinin bir önceki yargılamanın yenilenmesi talebi
içeriği ile aynı olduğunu belirterek talebi reddetmiştir. Ret kararına
başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen Bakırköy 6. Ağır Ceza Mahkemesi daha
önce itirazın kesin olarak reddedildiğini belirtmiş ve yeniden karar
verilmesine yer olmadığına 23/2/2010 tarihinde hükmetmiştir.
16. Başvurucu benzer iddialarla 24/3/2010 tarihinde kanun
yararına bozma talebinde bulunmuştur. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel
Müdürlüğü 20/8/2010 tarihinde yaptığı değerlendirmede; adli para cezasına
hükmedilen Mahkeme kararında kanun yollarına başvuru şeklinin eksik
gösterildiğine, kararda kanun yollarına başvurulmadığı takdirde hükmün
kesinleşeceğinin açıkça belirtilmediğine ve buna ilişkin başvurucuya meşruhatlı
davetiye gönderilmediğine işaret etmiştir. Bu nedenlerle henüz kesinleşmemiş
bulunan Mahkeme kararına karşı başvurucu tarafından verilen 24/3/2010 tarihli
dilekçenin öğrenme üzerine verilmiş bir temyiz dilekçesi olarak merciince
değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bakanlık, bu aşamada kanun yararına
bozma incelemesi yapmayacağını ve dosyanın Mahkemeye tevdii edilmesinin icap
ettiğini açıklamıştır.
17. Mahkeme, başvurucunun temyiz talebini yerinde
görüldüğünü belirterek ilamat evraklarının işlemsiz olarak iadesini İlamat ve
İnfaz Bürosundan (Büro) 30/9/2010 tarihinde istemiştir. Mahkeme 8/11/2010
tarihinde temyiz formu düzenleyerek adli para cezası mahkûmiyete ilişkin hükmün
başvurucu tarafından temyiz edildiğini belirtmiş ve dosyayı Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına göndermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 23/3/2012
tarihinde, 31/1/2012 tarihli ve 6273 sayılı Kanun ile 14/12/2009 tarihli ve
5941 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik sonucu cezanın idari yaptırıma
dönüştüğünü açıklayarak 23/1/2008 tarihli ve 5278 sayılı Kanun'un geçici 3.
maddesinin ikinci fıkrası gereğince dosyanın Mahkemeye iade edilmesi
gerektiğini belirtmiştir.
18. Mahkeme 13/4/2012 tarihinde 6273 sayılı Kanun ile
5941 sayılı Kanun'da değişiklik yapıldığından bahisle ilamat evraklarının
işlemsiz olarak iadesini Bürodan yeniden istemiştir. Büro, başvurucu hakkındaki
adli para cezasının infaz edilmiş olduğunu belirterek başvurucuya ait ilamı
bila infaz Mahkemeye 18/4/2012 tarihinde göndermiştir.
19. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iade
edilen dosyayı yeniden ele alan Mahkeme 20/4/2012 tarihinde başvurucu hakkında
idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar vermiştir. Mahkeme
gerekçesinde; çekin keşide tarihinden önce bankaya ibraz edildiğinden suçun
yasal unsurlarının oluşmadığını, dolayısıyla -suç tarihinden sonra yürürlüğe
giren 6273 sayılı Kanun ile eylemin de idari para cezasına dönüştüğünü gözönüne
alarak- idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar verildiğini
açıklamıştır. Temyiz edilmeyen karar 2/7/2012 tarihinde kesinleşmiştir.
B. Adli Para
Cezası Tutarının İadesi Talebine İlişkin Süreç
20. Başvurucu, adli para cezasının dayanak kararın
kaldırılmış olması nedeniyle infaz edilmiş olan adli para cezası bedelinin
iadesini 24/4/2012 tarihinde talep etmiştir. Mahkeme 30/5/2012 tarihli ek
kararı ile talebi reddetmiştir. Mahkeme, başvurucu hakkında verilen adli para
cezasına ilişkin kararın kanun yolundan geçerek kesinleştiğini ve kesinleşen
adli para cezasının başvurucu tarafından ödenerek infaz edilmiş olduğunu
belirtmiştir. Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun karara itirazını
2/7/2012 tarihinde reddetmiştir.
21. Başvurucu, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu'nun 46. maddesi uyarınca hâkimlerin hukuki sorumluluğuna
dayalı olarak Bakanlık aleyhine 12/3/2013 tarihinde tazminat davası açmıştır.
Başvurucu dava dilekçesinde; adli para cezasına ilişkin hükmün
kesinleşmediğini, idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar
verildiğini, buna rağmen infaz edilen para cezası bedelinin iade edilmediğini
ve çekin incelenmesinde gerekli özenin yargılama sürecinde gösterilmediğini
ileri sürmüştür. Başvurucu, söz konusu iddialar kapsamında ödemek zorunda
kaldığı para cezası bedeli olan 7.773 TL ile 5.000 TL munzam zararının
tazmininin yanında 15.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.
22. İlk derece mahkemesi sıfatıyla davaya bakan Yargıtay
4. Hukuk Dairesi (Daire) 4/2/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Daire kararın
gerekçesinde, yargısal işlemlerde özel amaçla davranıldığına dair delil
bulunmadığını ve hukuki sorumluluk nedenlerinden hiçbirisinin mevcut olmadığını
belirtmiştir. Başvurucu, Dairenin kararını temyiz etmiştir.
23. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 18/2/2015 tarihinde görev
yönünden Daire kararını bozmuştur. Kararın gerekçesinde 18/6/2014 tarihli ve
6545 sayılı Kanun hükümleri kapsamında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanununun 141. maddesi uyarınca ceza hâkimleri ve savcıları aleyhine
yargısal faaliyetler nedeniyle açılacak tazminat davasında ağır ceza
mahkemelerinin görevli olduğunu açıklamıştır. Daire, bozma ilamına uyarak 5271
sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görevsizlik
kararı vermiş ve dosyayı görevli ağır ceza mahkemesine göndermiştir.
24. İstanbul Anadolu 1. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza
Mahkemesi) 20/4/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi kararın
gerekçesinde, ilk olarak adli para cezasına ilişkin yargılama sürecinde hukuka
aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. İnfaz edilen para cezasının iadesine
Mahkemece karar verilebileceğini ancak sehven verilmediğini ve itiraz
incelemesinde de bu hususun gözden kaçtığını belirten Ağır Ceza Mahkemesi,
ortada tazminatı gerektirecek bir hukuki sorumluluğun bulunmadığını
açıklamıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, yazılı emre gidilmesi veya Mahkemeye yeniden
başvurulması hâlinde infaza konu paranın iade edilebileceğini ifade etmiş ve
yargılama sürecinde görevli hakimlerin sorumluluklarını gerektirecek bir
durumun tespit edilemediğini açıklamıştır.
25. Başvurucu, karara karşı istinaf başvurusunda
bulunmuştur. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı da 5271 sayılı Kanunun
141. maddesinde belirtilen koşulların gerçekleştiğini ve başvurucu lehine
tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirterek kararın bozulmasını talep
etmiştir. Davalı Maliye Hazinesi ise lehe vekâlet ücretine hükmedilmesi
talebiyle istinaf başvurusunda bulunmuştur.
26. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 19. Ceza Dairesi
(İstinaf) 26/9/2017 tarihinde başvurucunun ve Başsavcılığın istinaf
itirazlarını Ağır Ceza Mahkemesi kararında hukuka aykırılık olmadığını
belirterek esastan kesin olarak reddetmiştir. İstinaf, davalı Maliye Hazinesi
lehine ise Ağır Ceza Mahkemesi kararına eklenmek suretiyle 3.960 TL vekâlet
ücretine hükmetmiştir.
27. Nihai karar 4/12/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
28. Başvurucu 13/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat
Hükümleri
29. 3167 sayılı mülga Kanunu'nun 16. maddesi şöyledir:
"Üzerinde yazılı keşide tarihinden
önce veya ibraz süresi içinde 4 üncü madde uyarınca ibraz edildiğinde, yeterli
karşılığı bulunmaması nedeniyle kısmen de olsa ödenmeyen çeki keşide eden hesap
sahipleri veya yetkili temsilcileri, kanunların ayrıca suç saydığı haller saklı
kalmak üzere, çek bedeli tutarı kadar ağır para cezasıyla cezalandırılırlar. Ancak
verilecek para cezası seksenmilyar liradan fazla olamaz. Bu miktar, 1.3.1926
tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun ek 2 nci maddesine göre her yıl
artırılır. Bu suçtan mükerrirlere, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası
verilir.
Bu suçun, organ veya temsilcisi
tarafından tüzelkişi yararına işlenmesi halinde özel hukuk tüzelkişisi hakkında
da birinci fıkra uyarınca para cezasına hükmolunur. Ayrıca yetkili temsilci
tarafından yararına çek keşide edilen hesap sahibi gerçek kişi hakkında da bu fıkra
hükmü uygulanır.
Mahkeme, ayrıca işlenen suçun niteliğine
göre bir yıl ile beş yıl arasında belirleyeceği bir süre için hesap
sahiplerinin ve yetkili temsilcilerinin çek hesabı açtırmalarının
yasaklanmasına karar verir. Yasaklanma kararı bütün bankalara duyurulmak üzere
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına bildirilir.
Kısmen veya tamamen karşılıksız çıkan
her çek yaprağı ayrı bir suç oluşturur."
30. 5941 sayılı Kanun'un 6273 sayılı Kanun ile
değiştirilmeden önceki 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Üzerinde yazılı bulunan
düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili
olarak karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin
şikâyeti üzerine, her bir çekle ilgili olarak, binbeşyüz güne kadar adlî para
cezasına hükmolunur. Ancak, hükmedilecek adlî para cezası, çek bedelinin
karşılıksız kalan miktarından az olamaz. Mahkeme ayrıca, çek düzenleme ve çek
hesabı açma yasağına; bu yasağın bulunması hâlinde, çek düzenleme ve çek hesabı
açma yasağının devamına hükmeder. Bu davalar, çekin tahsil için bankaya ibraz
edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da hesap
sahibinin yahut şikâyetçinin yerleşim yeri mahkemesinde görülür.
(2) Birinci fıkra hükmüne göre çek
karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlü olan kişi, çek hesabı
sahibidir. Çek hesabı sahibinin tüzel kişi olması hâlinde, bu tüzel kişinin
malî işlerini yürütmekle görevlendirilen yönetim organının üyesi, böyle bir
belirleme yapılmamışsa yönetim organını oluşturan gerçek kişi veya kişiler, çek
karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlüdür.
(3) Çek hesabı sahibi gerçek kişi,
kendisi adına çek düzenlemek üzere bir başkasını temsilci veya vekil olarak
tayin edemez. Gerçek kişinin temsilcisi veya vekili olarak çek düzenlenmesi
hâlinde, bu çekten dolayı hukukî ve cezaî sorumluluk çek hesabı sahibine
aittir.
(4) Karşılıksız çek düzenleyen, adına
karşılıksız çek düzenlenen ve ileri düzenleme tarihli çek üzerinde yazılı
tarihe göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, karşılığını ilgili banka
hesabında bulundurmayan gerçek ve tüzel kişi hakkında, soruşturma evresinde
Cumhuriyet savcısının talebi üzerine, sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma
evresinde resen mahkeme tarafından, karşılıksız çıkan her bir çekle ilgili
olarak, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilir.
..."
31. 5941 sayılı Kanun'un 5. maddesinin 31/1/2012 tarihli
ve 6273 sayılı Kanun'un 3. maddesi ile değiştirildikten sonraki hâliyle ilgili
kısmı şöyledir:
"(1) Üzerinde yazılı bulunan
düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili
olarak karşılıksızdır işlemi yapılması hâlinde, altı ay içinde hamilin talepte
bulunması üzerine, çek hesabı sahibi gerçek veya tüzel kişi hakkında, çekin tahsil
için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin
bulunduğu yer ya da çek hesabı sahibinin yahut talepte bulunanın yerleşim yeri
Cumhuriyet savcısı tarafından, her bir çekle ilgili olarak çek düzenleme ve çek
hesabı açma yasağı kararı verilir. Bu fıkra hükmüne göre çek düzenleme ve çek
hesabı açma yasağı kararı, karşılıksızdır işlemine tabi tutulan çekin
düzenlenmesi suretiyle dolandırıcılık, belgede sahtecilik veya başka bir suçun
işlenmesi hâlinde de verilir.
...
(3) Çek hesabı sahibi gerçek kişi,
kendisi adına çek düzenlemek üzere bir başkasını temsilci veya vekil olarak
tayin edemez. Gerçek kişinin temsilcisi veya vekili olarak çek düzenlenmesi
hâlinde, bu çekten dolayı hukukî sorumluluk ile idarî yaptırım sorumluluğu çek
hesabı sahibine aittir.
..."
32. 5278 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesi şöyledir:
"Bu Kanun hükümlerine göre suç
karşılığı uygulanan yaptırımı idarî yaptırıma dönüşen fiiller nedeniyle;
a) Soruşturma evresinde Cumhuriyet
başsavcılığınca,
b) Kovuşturma evresinde mahkemece,
idarî yaptırım kararı verilir.
Birinci fıkra kapsamına giren
fiillerden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan işlerde Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtayın ilgili dairesinde bulunan işlerde ise
ilgili dairece, bu Kanuna göre işlem yapılmak üzere gelişlerindeki usule uygun
olarak dava dosyası hükmü veren mahkemeye gönderilir."
33. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
...
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı
değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli
tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı
kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler."
34. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin 6545 sayılı
Kanun'un 70. maddesi ile eklenen (3) numaralı fıkrası şöyledir:
"Birinci fıkrada yazan hâller
dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız
fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet
savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat
davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir."
2. Yargıtay
İçtihadı
35. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30/3/2010 tarihli ve
E.2010/11-37, K.2010/66 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"İnceleme konusu olan dosyada,
davacı vekili müvekkilinin haksız bir şekilde yakalanıp gözaltına alındığı
iddiasıyla 1500 YTL maddi ve 1000 YTL manevi tazminat isteminde bulunmuş,
talebinin yasal dayanağı olarak ta, 5271 sayılı CYY'nın 141. maddesinin 1.
fıkrasının (a) bendini göstermiş, yerel mahkemece de 141. maddenin 1.
fıkrasının (a) bendi ile sınırlı bir inceleme yapılmak suretiyle, davanın
reddine karar verilmiştir.
Tazminat davalarında yargıç, tarafların
ileri sürdüğü hukuki nedenlerle bağlı olmayıp, ileri sürülen olaylara
uygulanacak hukuk kurallarını kendiliğinden belirlemek ve uygulamakla
yükümlüdür.
Haksız bir şekilde yakalanıp, gözaltına
alındığından bahisle maddi ve manevi tazminat isteminde bulunan davacının bu
istemi konusunda yerel mahkeme tarafından karar verilirken, somut uyuşmazlıkta
uygulama olanağı bulunan 5271 sayılı Yasanın 141. maddesinin 1. fıkrasının (e)
veya (f) bentleri yönünden hiçbir araştırma ve inceleme yapılmamıştır.
Yakalanan ve gözaltına alınan davacı ile ilgili olarak Bursa C.Başsavcılığınca
ne gibi bir işlem yapıldığı veya karar verildiği dosya içeriğinden
anlaşılamamakta olup, davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar
verildiğinin veya davacı hakkında yüklenen suçla ilgili olarak açılmış olan
davanın beraat ile sonuçlandığının saptanması halinde, davacının 5271 sayılı
CYY'nın 141. maddesinin 1. fıkrasının (e) veya (f) bentleri uyarınca tazminat
hakkı doğacağı muhakkakdır. Bu nedenle dolandırıcılık suçu şüphesi ile
yakalanıp işlemler için bir süre karakolda tutulan ve daha sonra salıverilen
davacı hakkında yapılan soruşturmanın akıbetinin ne olduğunun tespiti ile sonucuna
göre hüküm kurulması zorunludur.
Bu itibarla Yargıtay C.Başsavcılığı
itirazının değişik gerekçeyle kabulü ile Özel Daire onama kararının
kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün eksik araştırma nedeniyle bozulmasına
karar verilmelidir."
36. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 31/3/2015 tarihli ve
E.2014/18203, K.2015/5558 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... bu kapsamda 5271 sayılı
CMK'nın 323. maddesinin 3. fıkrasında yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat
veya ceza verilmesine yer olmadığına kararı verilmesi halinde, önceki
mahkumiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin
uğradığı maddî ve manevî zararların Kanunun 141 ilâ 144. maddeleri hükümlerine
göre tazmin edileceğinin düzenlendiği dikkate alınarak, iptaline karar verilen
mahkumiyet hükmünün infaz edilip edilmediği tereddüde mahal vermeyecek şekilde
belirlenerek kısmen ya da tamamen infaz edildiğinin tespiti halinde davacı
lehine hak ve nesafet ilkelerine uygun makul bir miktar maddi ve manevi
tazminata hükmolunması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde davanın reddine
karar verilmesi, yaptırım kararının iptali ile davacının beraatine
hükmedildiği, yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine
yer olmadığı kararının verilmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararının tamamen
veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî
zararlar Ceza Muhakemesi Kanununun141 ilâ 144 üncü ve 323/3. maddeleri
hükümlerine göre tazmin edilir şeklindeki düzenleme karşısında idari para
cezası olarak ödemek zorunda kalınan 33.500 TL’nin de maddi kayıp niteliğinde
olduğu değerlendirilerek maddi zarara eklenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ...
[kanuna aykırıdır.]"
37. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 9/4/2018 tarihli ve
E.2017/11358, K.2018/4127 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacının tazminat davasına esas
... 2.Asliye Ceza Mahkemesinin 18/09/2008 tarih, 2008/77-2008/321 sayılı
dosyası kapsamında karşılıksız çek keşide etmek suçundan 52.000 TL adli para
cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, hükmün kesinleşmesine müteakip
06/12/2011 tarihinde infaz edilerek, bu bedelin devlet hazinesine ödendiği,
ancak sonradan davacı tarafından kesinleşen bu hükümle ilgili olarak yeniden
yargılama talebinin kabul edilerek yapılan yargılama sonucu, karşılıksız çıkan
çekteki imzanın davacıya ait olmaması nedeniyle davacı hakkında verilen
mahkumiyet hükmünün iptaliyle, 11/12/2014 tarihinde beraatine karar verildiği,
verilen beraat kararının temyiz edilmeksizin 03/03/2015 tarihinde kesinleştiği,
görülmekle;
Yapılan incelemeye, toplanıp karar
yerinde gösterilen delillere, incelenen dosya kapsamına göre, davacı vekilinin
sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1-5271 sayılı CMK'nın 323/3
maddesindeki, yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine
yer olmadığı kararının verilmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararının tamamen
veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî
zararlar bu Kanunun 141 ile 144 üncü maddeleri hükümlerine göre tazmin
edileceğine ilişkin düzenleme dikkate alınarak, davacı tarafından hazineye
ödenen 52.000 TL nin beraat kararı sonrasında davacıya iade edilip edilmediği
araştırılıp, iade edilmemiş ise bu miktarın ve ödeme ile iade arasında
işleyecek kanuni faizin de maddi tazminat kapsamında hüküm altına alınması
gerektiği gözetilmeden, bahse konu tazminat isteminin idari yargı mercilerine
yapılması gerekçesiyle, bu hususla ilgili istemin reddine karar verilmek
suretiyle, yazılı şekilde hüküm tesisi ... [kanuna aykırıdır.]"
B. Uluslararası
Hukuk
1. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi
38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek
1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1.
maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve
mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse,
ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası
hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin,
mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin
ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi Kararları
39. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ilgili
kararları için bkz. Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, §§
33-37; Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/9/2017, §§
38-42; Üças Gıda Pazarlama ve Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No:
2014/16633, 6/12/2017, §§ 23-29.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
40. Mahkemenin 13/10/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
41. Başvurucu, eksik inceleme neticesinde karar
verildiğini ve derece mahkemeleri kararlarında yeterli gerekçe bulunmadığını
iddia etmiştir. Hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü olmamasına rağmen
ödemek zorunda kaldığı adli para cezasının iade edilmemesinden yakınan
başvurucu; Şirket ve çeklerin devrine ilişkin tüm sorumluklarını yerine
getirmesine karşın davalar için masraf yapmak ve yargılama giderlerini ödemek
zorunda kaldığını belirtmiştir. Son olarak başvurucu, daha önce paranın iadesi
için yaptığı başvurunun Mahkemece reddedilmiş olması rağmen Ağır Ceza
Mahkemesince yazılı emre gidilmesi veya Mahkemeye yeniden başvurulması yolunun
gösterilmiş olmasının karar vermekten kaçınmak anlamına geldiğini ifade
etmiştir.
42. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle adil
yargılanma, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
2. Değerlendirme
43. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar
başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.”
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucu adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının da ihlal
edildiğini ileri sürmekte ise de infazı gerçekleştirilen adli para cezasına
ilişkin bedelin iadesi talebine yönelik şikâyetlerin esas itibarıyla mülkiyet
hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından, başvurucunun bütün şikâyetlerinin
mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı
anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Mülkün
Varlığı
46. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir
kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa
Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle
öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaatinin olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun
değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, §
26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31). Anayasa'nın 35.
maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve
parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM,
E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).
47. Somut olayda başvurucu karşılıksız çek keşide etme
suçu nedeniyle 7.773 TL tutarında adli para cezası ile cezalandırılmış ve bu
tutar başvurucudan tahsil edilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun adli para
cezası kararına karşı başlattığı itiraz süreci ve sürecin sonucu gözönüne
alındığında adli para cezasına ilişkin hükmün tahsil tarihinde henüz
kesinleşmediği anlaşılmaktadır. Nitekim dosyayı yeniden ele alarak işin esasını
inceleyen Mahkeme, suçun yasal unsurları oluşmadığını belirterek başvurucu
hakkında yaptırım uygulanmasına yer olmadığına hükmetmiş ve karar bu hâliyle
kesinleşmiştir. Buna göre başvurucuya isnat edilen eylem nedeniyle başvurucu
hakkında herhangi bir yaptırıma yer olmadığına karar veren Mahkemenin
mahkûmiyete ilişkin ilk kararını kaldırmış olduğu kabul edilmelidir.
Dolayısıyla yargılama süreci sonunda henüz kesinleşmediği anlaşılan bir hükme
istinaden başvurucudan tahsil edilen paranın başvurucunun mal varlığına dâhil
olduğu kuşkusuz olduğuna göre bu paranın mülk teşkil ettiği açıktır.
ii. Müdahalenin
Varlığı ve Türü
48. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak
güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar
vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi
dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma
olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013,
§ 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma
ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması
mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B.
No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
49. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas
eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş;
ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi
belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının
hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun
bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son
fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol
etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı
maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel
hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma
ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
50. Başvuru konusu olayda karşılıksız çek keşide etme
suçundan adli para cezası verilmesi yoluyla başvurucunun mülkiyet hakkına
müdahale edilmiştir. Ticari hayatın korunması amacıyla öngörülen adli para
cezası ile mülkün kamu yararına uygun kullanılması amaçlandığından başvurucunun
mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolüne veya
düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
iii. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
51. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
52. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız
bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması
gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya
uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması
ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan
ve Afife Tarhan, § 62).
(1) Kanunilik
53. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk
incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı
tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet
hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı
olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir
kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK],
B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No:
2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No:
2013/1301, 30/12/2014, § 55).
54. Somut olayda başvuruya konu adli para cezası, dava ve
kararın verildiği tarih itibarıyla yürürlükte olan 3167 sayılı mülga Kanun'un
16. maddesinin birinci fıkrasına göre verilmiştir. Bununla birlikte yeniden
yargılama ve temyiz taleplerine ilişkin süreç sonunda adli para cezasına
dayanak mahkûmiyetin henüz kesinleşmediği tespit edilmiştir. Sonrasında ise
kanuni unsurları oluşmadığından 5941 sayılı Kanun uyarınca başvurucu hakkında
idari para cezasına yer olmadığına karar verilmiştir. Buna karşı başvurucu
hakkındaki adli para cezasının, mahkûmiyetin ortadan kaldırılmasına ilişkin
karar öncesinde 14/4/2009 tarihinde infaz edildiği görülmektedir.
55. Başvuru konusu olayda adli para cezasına ilişkin
mahkûmiyetin henüz kesinleşmeden infazın gerçekleştirilmesi ve yargılama süreci
sonunda adli para cezasına dayanak mahkûmiyetin ortadan kaldırılarak idari
yaptırıma yer olmadığına karar verilmesi karşısında adli para cezasının kanuni
dayanaktan yoksun kaldığı anlaşılmaktadır. Öte yandan başvurucunun infaz edilen
adli para cezası bedelinin iadesi için başlattığı süreç sonucunda geri ödeme
yapılmaması hâli de gözönüne alınmalıdır. Dolayısıyla mülkiyet hakkı kapsamında
yargılama sürecinin bütününe bakılarak değerlendirilmesi gerektiğinden
ölçülülük yönünden inceleme yapılarak sonuca varılması gerekli görülmüştür.
(2) Meşru Amaç
56. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet
hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı
kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda
sınırlandırılması imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra
mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu
anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde
korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de
beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu
ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat
Külah,B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No:
2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).
57. Kambiyo senetlerinden olan çekin güvenilir bir ödeme
aracı olmasının ticaret hayatı ve ekonomi sistemi bakımından önemi dikkate
alındığında kambiyo taahhüdüne uyulmamasının cezalandırılmasını amaçlayan
müdahale kamu yararına dayalı meşru bir amaç içermektedir (Züliye Öztürk,
§ 60). Somut olayda söz konusu ilkeden ayrılmayı gerektirir bir husus bulunmamaktadır.
(3) Ölçülülük
(a) Genel
İlkeler
58. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet
hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı
gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük
ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
59. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik
ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin
zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının
mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, § 38).
60. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde
bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven,
B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501,
6/7/2017, § 71).
61. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet
hakkına yapılan bu müdahale ve sınırlamanın, belirlenen meşru amaç
doğrultusunda kanuna dayalı olarak ölçülülük ilkesi ve kamu yararı ile bireyin
hakları arasında olması gereken adil denge de gözetilerek yapılması zorunludur.
Bunun için de öncelikle malike, uygulanan tedbirlere karşı savunma ve
itirazlarını etkin biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması, söz konusu
iddia ve savunmaların makul biçimde karşılanması, ayrıca malikin iyi niyetli
olduğunun tespit edilmesi durumunda zararının tazmini gerekmektedir. Bu
gerekliliklere uyulduğu takdirde mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçülü
olacaktır (Başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı
tanındığı için müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran,
B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu,
B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89; buna karşılık aynı koşulun yargılama
sürecinde sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü karar için bkz. Mahmut
Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
62. Başvuruya konu olayda Mahkeme karşılıksız çek keşide
etme suçunu işlediği gerekçesiyle başvurucu hakkında 7.773 TL adli para
cezasına hükmetmiştir. Adli para cezası infaz edilerek söz konusu tutar
başvurucudan tahsil edilmiştir. Bununla birlikte devam eden ceza davası süreci
sonunda kanuni unsurları oluşmadığı belirtilerek başvurucu hakkında idari
yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Başvuru hakkındaki
ceza yargılaması bu hâliyle kesinleşmiştir.
63. Başvurucu, ödemiş olduğu adli para cezasının
bedelinin iadesini talep etmiştir. Mahkeme iade talebini reddetmiştir. Adli
para cezası nedeniyle uğramış olduğu zararın tazmini için başvurucunun
yürüttüğü hukuksal süreç sonucunda ise Ağır Ceza Mahkemesi tazminat davasını
reddetmiştir. Başvurucu, hakkındaki mahkûmiyetin ortadan kaldırılmış olmasına
rağmen ödemek zorunda kaldığı adli para cezası bedelinin iade edilmemesinden
şikâyetçidir.
64. Somut olayda Mahkemenin 18/5/2006 tarihli kararı ile
keşide ettiği çekin karşılığı bulunmadığı gerekçesiyle başvurucuya adli para
cezası verilmiştir. Söz konusu kararın başvurucunun yokluğunda yapılan
yargılama sonucunda verildiğine işaret etmek gerekmektedir. Cezanın infazı ile
birlikte 14/4/2009 tarihinde karardan haberdar olan başvurucu hukuksal yolları
kullanma imkânına kavuşabilmiştir. Bu hâliyle hakkındaki yakalama işlemi
sonucunda başvurucu adli para cezasını ödemek zorunda bırakılmıştır. Adli para
cezasının infazı sonrasında başvurucu, hükme karşı hukuki süreç başlatmıştır.
65. Adli para cezasına ilişkin Mahkeme kararının
kesinleşmediğinin tespit edilmesi sonrası Mahkeme davayı esastan yeniden
incelemiştir. Mahkeme, çekin keşide tarihinden önce bankaya ibraz edildiğini ve
dolayısıyla kanuni unsurları oluşmadığından başvurucu hakkında idari yaptırım
uygulanmasına yer olmadığına 20/4/2012 tarihinde karar vermiştir. Böylece
başvuru hakkında verilen adli para cezası ortadan kaldırılmıştır.
66. Başvurucu, Mahkemenin ilk kararına istinaden ödemek
zorunda kaldığı bedelin iadesini istemiştir. Mahkeme, adli para cezasının kanun
yollarından geçerek kesinleştiğini ve başvurucu tarafından ödenerek infaz
edildiğini belirterek talebi reddetmiştir. Oysaki aynı Mahkeme adli para
cezasına ilişkin hüküm sonrasındaki süreç sonucunda işin esasını yeniden ele
alıp incelemiş ve idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına hükmetmiştir.
Dolayısıyla Mahkeme yeniden inceleme sonucu idari yaptırım uygulanmasına yer
olmadığı kararıyla ilk hükmünü ortadan kaldırmış olmasına rağmen adli para cezası
yönünden kesinleşmiş bir hüküm bulunduğu gerekçesiyle iade talebini reddetmiş
olması, kendi içerisinde açık bir çelişki barındırmaktadır.
67. Ayrıca somut olayda başvurucunun tutum ve
davranışları ile tedbire neden olan eylem arasındaki illiyet bağının da
gözönüne alınması gerekmektedir. Mahkeme kararında çekin keşide tarihinden önce
bankaya ibraz edilmiş olması nedeniyle başvurucu hakkında idari yaptırım
uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Bu hâliyle adli para cezasına
neden olan eylemde başvurucuya atfedilebilir bir davranışın bulunduğu
söylenemeyecektir.
68. Başvurucu, ödemek zorunda kaldığı para cezası
bedelinin iadesi için başlattığı dava süreçlerinden de sonuç alamamıştır.
Mahkemenin ilk kararına dayanılarak başvurucudan alınan adli para cezasına konu
tutar, mahkûmiyetin ortadan kaldırılması ve idari yaptırım uygulanmasına yer
olmadığına ilişkin Mahkemenin son hükmüne rağmen başvurucuya iade edilmemiştir.
Yine başvurucunun ödemiş olduğu bedelin iade edilmemesi nedeniyle uğradığı zararın
tazmini için hakimlerin hukuki sorumluğuna dayalı açmış olduğu ve derece
mahkemelerince 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında nitelendirilen
tazminat davası da reddedilmiştir. Bunun yanında İstinaf tarafından başvurucuya
3.960 TL vekalet ücreti de yüklenmiştir.
69. Sedat Vardarlı kararına konu olayda infaz
edilip sonradan ortadan kaldırılmış olan adli para cezası tutarının iadesinin
idarece reddedilmesi üzerine açılan iptal davası reddedilmiştir. Anayasa
Mahkemesi, sadece idarenin işleminin hukuka aykırılığının denetlendiği idari
yargı yerinde açılan iptal davasının etkili bir hukuk yolu olmadığını
vurgulamıştır (Sedat Vardarlı, B. No: 2016/75770, 12/6/2019, § 30).
Anılan kararda Yargıtay 12. Ceza Dairesince, yargılamanın yenilenmesi üzerine
ortadan kaldırılan hükümler kapsamında alıkonulan mal varlığı değeri yönünden
5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddeleri hükümlerine göre malikin
zararının tazmin edilmesi gerektiğinin kabul edildiğine işaret edilmiştir (Sedat
Vardarlı, § 33).
70. Somut olayda adli para cezasına konu bedelin iadesi
istemiyle açılan tazminat davasında hâkimlerin kusuru bulunmadığının tespitine
ilişkin derece mahkemeleri kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
bulunduğu söylenemeyecektir. Bununla birlikte Yargıtay içtihadına göre (bkz. §§
35-37) derece mahkemelerinin başvurucunun ileri sürdüğü hukuki nedenlerle bağlı
olmayıp hukuk kurallarını re'sen uygulamakla yükümlü olduğu ve etkin bir çözüm
imkanı sunduğu kabul edilen 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (j) bendi kapsamında adli para cezasına konu bedelin iade
edilebileceği kabul edilmiştir. Buna rağmen derece mahkemelerin hakimlerin
hukuki sorumluluğu ile sınırlı bir inceleme yapıp söz konusu bent kapsamında
iade talebi yönünden yeterli bir değerlendirme yapmadıkları anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla adli para cezasına dayanak hükmün kaldırılmasından açılan tazminat
davasının reddine kadarki yargılama sürecine bir bütün olarak bakıldığında
başvurucunun kanuni dayanaktan yoksun hâle gelmiş adli para cezasına konu
bedele kavuşamadığı görülmektedir.
71. Sonuç olarak adli para cezasına ilişkin tedbirin
uygulanmasında meşru bir amacın mevcut olduğu ve bu alanda kamu makamlarının
geniş bir takdir yetkisinin bulunduğu kabul edilmekle birlikte somut olayda
başvurucu hakkındaki adli para cezasına ilişkin kararın yargılama süreci
sonunda ortadan kaldırılmış olması, buna rağmen başvurucu tarafından ödenerek
infaz edilmiş olan adli para cezasına konu bedelin iade edilmemiş olması ve
başvurucuya atfedilebilecek bir kusurun bulunmaması dikkate alındığından
başvurucuya şahsi olarak aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmiştir.
Dolayısıyla kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında olması
gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur.
72. Açıklanan gerekçeyle Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
B. Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
73. Başvurucu, adli para cezasının infazı için verilen
yakalama kararı sonrası bir süre tutuklu kaldığını belirterek kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
74. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği
Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu
şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu
makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli
özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177,
26/3/2013, § 17).
75. Somut olayda başvurucunun açtığı tazminat davasında
yakalama nedeniyle uğramış olduğu zararların tazmini talebini ileri sürmediği
dikkate alındığında iddiasını ileri sürebileceği olağan kanun yolunu
tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.
76. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
77. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
78. Başvurucu ihlalin tespiti ile maddi ve manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
79. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
80. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
81. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
82. İncelenen başvuruda mahkûmiyetin ortadan kaldırılmış
olmasına rağmen başvurucu tarafından ödenerek infaz edilmiş olan adli para
cezasına konu bedelin iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal
edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
83. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 1. Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
84. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından maddi ve
manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna
ulaşılmıştır.
85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul Anadolu 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2016/32, K.2017/127)
GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 13/10/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.