TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
AYDA YAVUZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/39772)
Karar Tarihi: 13/10/2020
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
M.Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Basri BAĞCI
Raportör
Kamber Ozan TUTAL
Başvurucu
Ayda YAVUZ
Vekili
Av. Mehmet BAĞLARS
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, infaz edilmiş olan adli para cezasına dayanak mahkûmiyetin ortadan kaldırılmış olmasına rağmen paranın iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yakalama kararı sonrası bir süre tutuklu kalınması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/12/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ilişkin iddia yönünden ayrılarak 2018/33765 başvuru numarasına kaydedilmesine ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Timcon Bilgisayar Elektronik Sanayi ve Ticaret Limited Şirketinin (Şirket) ortağı olan başvurucu, noterde düzenlenen 27/12/2004 tarihli limited şirket hisse devri sözleşmesi ile Şirketteki hisselerini devretmiştir. Başvurucu, Şirket adına düzenlenmiş diğer çeklerle birlikte Y.K. Bankası A.Ş. E. şubesi hesabından 9008069 numaralı boş çek yaprağını da Şirket hisselerini devrettiği kişilere teslim etmiştir. Hisse devri 22/3/2005 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde ilan edilmiştir.
9. Başvurucu hakkında Şirket hisselerini devrettiği kişilere teslim ettiği başvuru konusu haricindeki diğer bazı çeklerle ilgili olarak karşılıksız çek keşide etme suçundan ceza davaları açılmıştır. Söz konusu ceza davalarında başvurucu adli para cezası ile cezalandırılmıştır. Buna karşın yargılamanın yenilenmesi sonucunda çekler üzerindeki imzanın başvurucuya ait olmadığının tespiti üzerine mahkûmiyet hükümleri ortadan kaldırılarak başvurucunun beraatine ve infaz edilen para cezası bedellerinin iadesine karar verilmiştir.
A. Adli Para Cezasına İlişkin Ceza Davası Süreci
10. Yasal hamil 18/3/2005 tarihinde, Y.K. Bankası A.Ş.E. şubesi hesabından 9008069 numaralı 3/4/2005 keşide tarihli ve 5.720 USD bedelli çekin karşılıksız çıktığı iddiasıyla Şirket yetkilisinden şikâyetçi olmuştur. Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı 18/4/2005 tarihli iddianamesi ile başvurucunun 19/3/1985 tarihli ve 3167 sayılı mülga Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrası uyarınca cezalandırılmasını talep etmiştir. İddianamede başvurucu tarafından keşide edilen ve süresinde bankaya ibraz edilen çekin karşılığının bulunmadığı iddia edilmiştir.
11. Gaziosmanpaşa 1. Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 18/5/2006 tarihinde 3167 sayılı mülga Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrası gereğince çek bedelinin TL karşılığı olan 7.773 TL adli para cezası ile başvurucunun cezalandırılmasına ve bir sene süreyle çek hesabı açma hakkından yasaklanmasına yokluğunda karar vermiştir. Mahkeme kararın gerekçesinde; başvurucunun keşide ederek müştekiye verdiği çekin yasal süre içerisinde bankaya ibraz edildiğini, çekin karşılığının bulunmadığı ve başvurucunun düzeltme hakkını kullanmadığını ifade etmiştir.
12. Mahkemece 2/3/2009 tarihinde hükmün temyiz edilmeden kesinleştiğine ilişkin kesinleşme şerhi düzenlemiş ve cezanın infazı için Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmıştır. Jandarma tarafından yakalanması üzerine söz konusu adli para cezası başvurucudan 14/4/2009 tarihinde tahsil olunmuştur.
13. Başvurucu 16/4/2009 tarihinde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu talep dilekçesinde; iddiaya konu çekin Şirket devri ile birlikte teslim edilen çeklerden olduğunu, söz konusu çek üzerindeki imzanın kendisine ait olmadığını ve keşide tarihi itibariyle de Şirketin ortağı veya yetkilisi olmadığını ileri sürmüştür. Bu hâliyle suçun kanuni unsurlarının oluşmadığını ileri süren başvurucu ayrıca tebligat yapılmadığından ceza davasından haberi olmadığını ve yakalanma ile birlikte hakkındaki kararı öğrendiğini belirtmiştir.
14. Mahkeme 21/7/2009 tarihinde yargılamanın yenilenmesi nedenlerinin mevcut olmadığını belirterek başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu, iddialarıyla ilgili yeterli inceleme yapılmadığını belirterek karara itiraz etmiştir. Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi 17/11/2009 tarihinde, bankadan gelen yazıda Şirket müdürü olarak başvurucunun görevli olduğu ve çekin bankaya ibraz tarihinde Şirketin devir sözleşmesinin Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde yayımlanmamış olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir.
15. Başvurucu 21/1/2010 tarihinde, çekin keşide tarihi itibariyle Şirketin ortağı veya temsilcisi olmadığını ve devir işleminin keşide tarihinden önce Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde yayımlandığını belirterek bir kez daha yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 28/1/2010 tarihinde başvurucunun talebinin bir önceki yargılamanın yenilenmesi talebi içeriği ile aynı olduğunu belirterek talebi reddetmiştir. Ret kararına başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen Bakırköy 6. Ağır Ceza Mahkemesi daha önce itirazın kesin olarak reddedildiğini belirtmiş ve yeniden karar verilmesine yer olmadığına 23/2/2010 tarihinde hükmetmiştir.
16. Başvurucu benzer iddialarla 24/3/2010 tarihinde kanun yararına bozma talebinde bulunmuştur. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 20/8/2010 tarihinde yaptığı değerlendirmede; adli para cezasına hükmedilen Mahkeme kararında kanun yollarına başvuru şeklinin eksik gösterildiğine, kararda kanun yollarına başvurulmadığı takdirde hükmün kesinleşeceğinin açıkça belirtilmediğine ve buna ilişkin başvurucuya meşruhatlı davetiye gönderilmediğine işaret etmiştir. Bu nedenlerle henüz kesinleşmemiş bulunan Mahkeme kararına karşı başvurucu tarafından verilen 24/3/2010 tarihli dilekçenin öğrenme üzerine verilmiş bir temyiz dilekçesi olarak merciince değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bakanlık, bu aşamada kanun yararına bozma incelemesi yapmayacağını ve dosyanın Mahkemeye tevdii edilmesinin icap ettiğini açıklamıştır.
17. Mahkeme, başvurucunun temyiz talebini yerinde görüldüğünü belirterek ilamat evraklarının işlemsiz olarak iadesini İlamat ve İnfaz Bürosundan (Büro) 30/9/2010 tarihinde istemiştir. Mahkeme 8/11/2010 tarihinde temyiz formu düzenleyerek adli para cezası mahkûmiyete ilişkin hükmün başvurucu tarafından temyiz edildiğini belirtmiş ve dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 23/3/2012 tarihinde, 31/1/2012 tarihli ve 6273 sayılı Kanun ile 14/12/2009 tarihli ve 5941 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik sonucu cezanın idari yaptırıma dönüştüğünü açıklayarak 23/1/2008 tarihli ve 5278 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesinin ikinci fıkrası gereğince dosyanın Mahkemeye iade edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
18. Mahkeme 13/4/2012 tarihinde 6273 sayılı Kanun ile 5941 sayılı Kanun'da değişiklik yapıldığından bahisle ilamat evraklarının işlemsiz olarak iadesini Bürodan yeniden istemiştir. Büro, başvurucu hakkındaki adli para cezasının infaz edilmiş olduğunu belirterek başvurucuya ait ilamı bila infaz Mahkemeye 18/4/2012 tarihinde göndermiştir.
19. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iade edilen dosyayı yeniden ele alan Mahkeme 20/4/2012 tarihinde başvurucu hakkında idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; çekin keşide tarihinden önce bankaya ibraz edildiğinden suçun yasal unsurlarının oluşmadığını, dolayısıyla -suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 6273 sayılı Kanun ile eylemin de idari para cezasına dönüştüğünü gözönüne alarak- idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar verildiğini açıklamıştır. Temyiz edilmeyen karar 2/7/2012 tarihinde kesinleşmiştir.
B. Adli Para Cezası Tutarının İadesi Talebine İlişkin Süreç
20. Başvurucu, adli para cezasının dayanak kararın kaldırılmış olması nedeniyle infaz edilmiş olan adli para cezası bedelinin iadesini 24/4/2012 tarihinde talep etmiştir. Mahkeme 30/5/2012 tarihli ek kararı ile talebi reddetmiştir. Mahkeme, başvurucu hakkında verilen adli para cezasına ilişkin kararın kanun yolundan geçerek kesinleştiğini ve kesinleşen adli para cezasının başvurucu tarafından ödenerek infaz edilmiş olduğunu belirtmiştir. Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun karara itirazını 2/7/2012 tarihinde reddetmiştir.
21. Başvurucu, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 46. maddesi uyarınca hâkimlerin hukuki sorumluluğuna dayalı olarak Bakanlık aleyhine 12/3/2013 tarihinde tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; adli para cezasına ilişkin hükmün kesinleşmediğini, idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar verildiğini, buna rağmen infaz edilen para cezası bedelinin iade edilmediğini ve çekin incelenmesinde gerekli özenin yargılama sürecinde gösterilmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu, söz konusu iddialar kapsamında ödemek zorunda kaldığı para cezası bedeli olan 7.773 TL ile 5.000 TL munzam zararının tazmininin yanında 15.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.
22. İlk derece mahkemesi sıfatıyla davaya bakan Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (Daire) 4/2/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Daire kararın gerekçesinde, yargısal işlemlerde özel amaçla davranıldığına dair delil bulunmadığını ve hukuki sorumluluk nedenlerinden hiçbirisinin mevcut olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, Dairenin kararını temyiz etmiştir.
23. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 18/2/2015 tarihinde görev yönünden Daire kararını bozmuştur. Kararın gerekçesinde 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun hükümleri kapsamında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141. maddesi uyarınca ceza hâkimleri ve savcıları aleyhine yargısal faaliyetler nedeniyle açılacak tazminat davasında ağır ceza mahkemelerinin görevli olduğunu açıklamıştır. Daire, bozma ilamına uyarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görevsizlik kararı vermiş ve dosyayı görevli ağır ceza mahkemesine göndermiştir.
24. İstanbul Anadolu 1. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 20/4/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi kararın gerekçesinde, ilk olarak adli para cezasına ilişkin yargılama sürecinde hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. İnfaz edilen para cezasının iadesine Mahkemece karar verilebileceğini ancak sehven verilmediğini ve itiraz incelemesinde de bu hususun gözden kaçtığını belirten Ağır Ceza Mahkemesi, ortada tazminatı gerektirecek bir hukuki sorumluluğun bulunmadığını açıklamıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, yazılı emre gidilmesi veya Mahkemeye yeniden başvurulması hâlinde infaza konu paranın iade edilebileceğini ifade etmiş ve yargılama sürecinde görevli hakimlerin sorumluluklarını gerektirecek bir durumun tespit edilemediğini açıklamıştır.
25. Başvurucu, karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı da 5271 sayılı Kanunun 141. maddesinde belirtilen koşulların gerçekleştiğini ve başvurucu lehine tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir. Davalı Maliye Hazinesi ise lehe vekâlet ücretine hükmedilmesi talebiyle istinaf başvurusunda bulunmuştur.
26. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 19. Ceza Dairesi (İstinaf) 26/9/2017 tarihinde başvurucunun ve Başsavcılığın istinaf itirazlarını Ağır Ceza Mahkemesi kararında hukuka aykırılık olmadığını belirterek esastan kesin olarak reddetmiştir. İstinaf, davalı Maliye Hazinesi lehine ise Ağır Ceza Mahkemesi kararına eklenmek suretiyle 3.960 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir.
27. Nihai karar 4/12/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
28. Başvurucu 13/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
29. 3167 sayılı mülga Kanunu'nun 16. maddesi şöyledir:
"Üzerinde yazılı keşide tarihinden önce veya ibraz süresi içinde 4 üncü madde uyarınca ibraz edildiğinde, yeterli karşılığı bulunmaması nedeniyle kısmen de olsa ödenmeyen çeki keşide eden hesap sahipleri veya yetkili temsilcileri, kanunların ayrıca suç saydığı haller saklı kalmak üzere, çek bedeli tutarı kadar ağır para cezasıyla cezalandırılırlar. Ancak verilecek para cezası seksenmilyar liradan fazla olamaz. Bu miktar, 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun ek 2 nci maddesine göre her yıl artırılır. Bu suçtan mükerrirlere, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
Bu suçun, organ veya temsilcisi tarafından tüzelkişi yararına işlenmesi halinde özel hukuk tüzelkişisi hakkında da birinci fıkra uyarınca para cezasına hükmolunur. Ayrıca yetkili temsilci tarafından yararına çek keşide edilen hesap sahibi gerçek kişi hakkında da bu fıkra hükmü uygulanır.
Mahkeme, ayrıca işlenen suçun niteliğine göre bir yıl ile beş yıl arasında belirleyeceği bir süre için hesap sahiplerinin ve yetkili temsilcilerinin çek hesabı açtırmalarının yasaklanmasına karar verir. Yasaklanma kararı bütün bankalara duyurulmak üzere Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına bildirilir.
Kısmen veya tamamen karşılıksız çıkan her çek yaprağı ayrı bir suç oluşturur."
30. 5941 sayılı Kanun'un 6273 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikâyeti üzerine, her bir çekle ilgili olarak, binbeşyüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, hükmedilecek adlî para cezası, çek bedelinin karşılıksız kalan miktarından az olamaz. Mahkeme ayrıca, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına; bu yasağın bulunması hâlinde, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağının devamına hükmeder. Bu davalar, çekin tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da hesap sahibinin yahut şikâyetçinin yerleşim yeri mahkemesinde görülür.
(2) Birinci fıkra hükmüne göre çek karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlü olan kişi, çek hesabı sahibidir. Çek hesabı sahibinin tüzel kişi olması hâlinde, bu tüzel kişinin malî işlerini yürütmekle görevlendirilen yönetim organının üyesi, böyle bir belirleme yapılmamışsa yönetim organını oluşturan gerçek kişi veya kişiler, çek karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlüdür.
(3) Çek hesabı sahibi gerçek kişi, kendisi adına çek düzenlemek üzere bir başkasını temsilci veya vekil olarak tayin edemez. Gerçek kişinin temsilcisi veya vekili olarak çek düzenlenmesi hâlinde, bu çekten dolayı hukukî ve cezaî sorumluluk çek hesabı sahibine aittir.
(4) Karşılıksız çek düzenleyen, adına karşılıksız çek düzenlenen ve ileri düzenleme tarihli çek üzerinde yazılı tarihe göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmayan gerçek ve tüzel kişi hakkında, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının talebi üzerine, sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde resen mahkeme tarafından, karşılıksız çıkan her bir çekle ilgili olarak, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilir.
..."
31. 5941 sayılı Kanun'un 5. maddesinin 31/1/2012 tarihli ve 6273 sayılı Kanun'un 3. maddesi ile değiştirildikten sonraki hâliyle ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılması hâlinde, altı ay içinde hamilin talepte bulunması üzerine, çek hesabı sahibi gerçek veya tüzel kişi hakkında, çekin tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da çek hesabı sahibinin yahut talepte bulunanın yerleşim yeri Cumhuriyet savcısı tarafından, her bir çekle ilgili olarak çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilir. Bu fıkra hükmüne göre çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı, karşılıksızdır işlemine tabi tutulan çekin düzenlenmesi suretiyle dolandırıcılık, belgede sahtecilik veya başka bir suçun işlenmesi hâlinde de verilir.
...
(3) Çek hesabı sahibi gerçek kişi, kendisi adına çek düzenlemek üzere bir başkasını temsilci veya vekil olarak tayin edemez. Gerçek kişinin temsilcisi veya vekili olarak çek düzenlenmesi hâlinde, bu çekten dolayı hukukî sorumluluk ile idarî yaptırım sorumluluğu çek hesabı sahibine aittir.
32. 5278 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesi şöyledir:
"Bu Kanun hükümlerine göre suç karşılığı uygulanan yaptırımı idarî yaptırıma dönüşen fiiller nedeniyle;
a) Soruşturma evresinde Cumhuriyet başsavcılığınca,
b) Kovuşturma evresinde mahkemece,
idarî yaptırım kararı verilir.
Birinci fıkra kapsamına giren fiillerden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan işlerde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtayın ilgili dairesinde bulunan işlerde ise ilgili dairece, bu Kanuna göre işlem yapılmak üzere gelişlerindeki usule uygun olarak dava dosyası hükmü veren mahkemeye gönderilir."
33. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
34. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin 6545 sayılı Kanun'un 70. maddesi ile eklenen (3) numaralı fıkrası şöyledir:
"Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir."
2. Yargıtay İçtihadı
35. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30/3/2010 tarihli ve E.2010/11-37, K.2010/66 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"İnceleme konusu olan dosyada, davacı vekili müvekkilinin haksız bir şekilde yakalanıp gözaltına alındığı iddiasıyla 1500 YTL maddi ve 1000 YTL manevi tazminat isteminde bulunmuş, talebinin yasal dayanağı olarak ta, 5271 sayılı CYY'nın 141. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendini göstermiş, yerel mahkemece de 141. maddenin 1. fıkrasının (a) bendi ile sınırlı bir inceleme yapılmak suretiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Tazminat davalarında yargıç, tarafların ileri sürdüğü hukuki nedenlerle bağlı olmayıp, ileri sürülen olaylara uygulanacak hukuk kurallarını kendiliğinden belirlemek ve uygulamakla yükümlüdür.
Haksız bir şekilde yakalanıp, gözaltına alındığından bahisle maddi ve manevi tazminat isteminde bulunan davacının bu istemi konusunda yerel mahkeme tarafından karar verilirken, somut uyuşmazlıkta uygulama olanağı bulunan 5271 sayılı Yasanın 141. maddesinin 1. fıkrasının (e) veya (f) bentleri yönünden hiçbir araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Yakalanan ve gözaltına alınan davacı ile ilgili olarak Bursa C.Başsavcılığınca ne gibi bir işlem yapıldığı veya karar verildiği dosya içeriğinden anlaşılamamakta olup, davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğinin veya davacı hakkında yüklenen suçla ilgili olarak açılmış olan davanın beraat ile sonuçlandığının saptanması halinde, davacının 5271 sayılı CYY'nın 141. maddesinin 1. fıkrasının (e) veya (f) bentleri uyarınca tazminat hakkı doğacağı muhakkakdır. Bu nedenle dolandırıcılık suçu şüphesi ile yakalanıp işlemler için bir süre karakolda tutulan ve daha sonra salıverilen davacı hakkında yapılan soruşturmanın akıbetinin ne olduğunun tespiti ile sonucuna göre hüküm kurulması zorunludur.
Bu itibarla Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulü ile Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün eksik araştırma nedeniyle bozulmasına karar verilmelidir."
36. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 31/3/2015 tarihli ve E.2014/18203, K.2015/5558 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... bu kapsamda 5271 sayılı CMK'nın 323. maddesinin 3. fıkrasında yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına kararı verilmesi halinde, önceki mahkumiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî zararların Kanunun 141 ilâ 144. maddeleri hükümlerine göre tazmin edileceğinin düzenlendiği dikkate alınarak, iptaline karar verilen mahkumiyet hükmünün infaz edilip edilmediği tereddüde mahal vermeyecek şekilde belirlenerek kısmen ya da tamamen infaz edildiğinin tespiti halinde davacı lehine hak ve nesafet ilkelerine uygun makul bir miktar maddi ve manevi tazminata hükmolunması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi, yaptırım kararının iptali ile davacının beraatine hükmedildiği, yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının verilmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî zararlar Ceza Muhakemesi Kanununun141 ilâ 144 üncü ve 323/3. maddeleri hükümlerine göre tazmin edilir şeklindeki düzenleme karşısında idari para cezası olarak ödemek zorunda kalınan 33.500 TL’nin de maddi kayıp niteliğinde olduğu değerlendirilerek maddi zarara eklenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ... [kanuna aykırıdır.]"
37. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 9/4/2018 tarihli ve E.2017/11358, K.2018/4127 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacının tazminat davasına esas ... 2.Asliye Ceza Mahkemesinin 18/09/2008 tarih, 2008/77-2008/321 sayılı dosyası kapsamında karşılıksız çek keşide etmek suçundan 52.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, hükmün kesinleşmesine müteakip 06/12/2011 tarihinde infaz edilerek, bu bedelin devlet hazinesine ödendiği, ancak sonradan davacı tarafından kesinleşen bu hükümle ilgili olarak yeniden yargılama talebinin kabul edilerek yapılan yargılama sonucu, karşılıksız çıkan çekteki imzanın davacıya ait olmaması nedeniyle davacı hakkında verilen mahkumiyet hükmünün iptaliyle, 11/12/2014 tarihinde beraatine karar verildiği, verilen beraat kararının temyiz edilmeksizin 03/03/2015 tarihinde kesinleştiği, görülmekle;
Yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, incelenen dosya kapsamına göre, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1-5271 sayılı CMK'nın 323/3 maddesindeki, yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının verilmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî zararlar bu Kanunun 141 ile 144 üncü maddeleri hükümlerine göre tazmin edileceğine ilişkin düzenleme dikkate alınarak, davacı tarafından hazineye ödenen 52.000 TL nin beraat kararı sonrasında davacıya iade edilip edilmediği araştırılıp, iade edilmemiş ise bu miktarın ve ödeme ile iade arasında işleyecek kanuni faizin de maddi tazminat kapsamında hüküm altına alınması gerektiği gözetilmeden, bahse konu tazminat isteminin idari yargı mercilerine yapılması gerekçesiyle, bu hususla ilgili istemin reddine karar verilmek suretiyle, yazılı şekilde hüküm tesisi ... [kanuna aykırıdır.]"
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları
39. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ilgili kararları için bkz. Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, §§ 33-37; Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/9/2017, §§ 38-42; Üças Gıda Pazarlama ve Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/16633, 6/12/2017, §§ 23-29.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
40. Mahkemenin 13/10/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
41. Başvurucu, eksik inceleme neticesinde karar verildiğini ve derece mahkemeleri kararlarında yeterli gerekçe bulunmadığını iddia etmiştir. Hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü olmamasına rağmen ödemek zorunda kaldığı adli para cezasının iade edilmemesinden yakınan başvurucu; Şirket ve çeklerin devrine ilişkin tüm sorumluklarını yerine getirmesine karşın davalar için masraf yapmak ve yargılama giderlerini ödemek zorunda kaldığını belirtmiştir. Son olarak başvurucu, daha önce paranın iadesi için yaptığı başvurunun Mahkemece reddedilmiş olması rağmen Ağır Ceza Mahkemesince yazılı emre gidilmesi veya Mahkemeye yeniden başvurulması yolunun gösterilmiş olmasının karar vermekten kaçınmak anlamına geldiğini ifade etmiştir.
42. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle adil yargılanma, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
43. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de infazı gerçekleştirilen adli para cezasına ilişkin bedelin iadesi talebine yönelik şikâyetlerin esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından, başvurucunun bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
46. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31). Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).
47. Somut olayda başvurucu karşılıksız çek keşide etme suçu nedeniyle 7.773 TL tutarında adli para cezası ile cezalandırılmış ve bu tutar başvurucudan tahsil edilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun adli para cezası kararına karşı başlattığı itiraz süreci ve sürecin sonucu gözönüne alındığında adli para cezasına ilişkin hükmün tahsil tarihinde henüz kesinleşmediği anlaşılmaktadır. Nitekim dosyayı yeniden ele alarak işin esasını inceleyen Mahkeme, suçun yasal unsurları oluşmadığını belirterek başvurucu hakkında yaptırım uygulanmasına yer olmadığına hükmetmiş ve karar bu hâliyle kesinleşmiştir. Buna göre başvurucuya isnat edilen eylem nedeniyle başvurucu hakkında herhangi bir yaptırıma yer olmadığına karar veren Mahkemenin mahkûmiyete ilişkin ilk kararını kaldırmış olduğu kabul edilmelidir. Dolayısıyla yargılama süreci sonunda henüz kesinleşmediği anlaşılan bir hükme istinaden başvurucudan tahsil edilen paranın başvurucunun mal varlığına dâhil olduğu kuşkusuz olduğuna göre bu paranın mülk teşkil ettiği açıktır.
ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü
48. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
49. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
50. Başvuru konusu olayda karşılıksız çek keşide etme suçundan adli para cezası verilmesi yoluyla başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edilmiştir. Ticari hayatın korunması amacıyla öngörülen adli para cezası ile mülkün kamu yararına uygun kullanılması amaçlandığından başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
51. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
52. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
(1) Kanunilik
53. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
54. Somut olayda başvuruya konu adli para cezası, dava ve kararın verildiği tarih itibarıyla yürürlükte olan 3167 sayılı mülga Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrasına göre verilmiştir. Bununla birlikte yeniden yargılama ve temyiz taleplerine ilişkin süreç sonunda adli para cezasına dayanak mahkûmiyetin henüz kesinleşmediği tespit edilmiştir. Sonrasında ise kanuni unsurları oluşmadığından 5941 sayılı Kanun uyarınca başvurucu hakkında idari para cezasına yer olmadığına karar verilmiştir. Buna karşı başvurucu hakkındaki adli para cezasının, mahkûmiyetin ortadan kaldırılmasına ilişkin karar öncesinde 14/4/2009 tarihinde infaz edildiği görülmektedir.
55. Başvuru konusu olayda adli para cezasına ilişkin mahkûmiyetin henüz kesinleşmeden infazın gerçekleştirilmesi ve yargılama süreci sonunda adli para cezasına dayanak mahkûmiyetin ortadan kaldırılarak idari yaptırıma yer olmadığına karar verilmesi karşısında adli para cezasının kanuni dayanaktan yoksun kaldığı anlaşılmaktadır. Öte yandan başvurucunun infaz edilen adli para cezası bedelinin iadesi için başlattığı süreç sonucunda geri ödeme yapılmaması hâli de gözönüne alınmalıdır. Dolayısıyla mülkiyet hakkı kapsamında yargılama sürecinin bütününe bakılarak değerlendirilmesi gerektiğinden ölçülülük yönünden inceleme yapılarak sonuca varılması gerekli görülmüştür.
(2) Meşru Amaç
56. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah,B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).
57. Kambiyo senetlerinden olan çekin güvenilir bir ödeme aracı olmasının ticaret hayatı ve ekonomi sistemi bakımından önemi dikkate alındığında kambiyo taahhüdüne uyulmamasının cezalandırılmasını amaçlayan müdahale kamu yararına dayalı meşru bir amaç içermektedir (Züliye Öztürk, § 60). Somut olayda söz konusu ilkeden ayrılmayı gerektirir bir husus bulunmamaktadır.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
58. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
59. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
60. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).
61. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkına yapılan bu müdahale ve sınırlamanın, belirlenen meşru amaç doğrultusunda kanuna dayalı olarak ölçülülük ilkesi ve kamu yararı ile bireyin hakları arasında olması gereken adil denge de gözetilerek yapılması zorunludur. Bunun için de öncelikle malike, uygulanan tedbirlere karşı savunma ve itirazlarını etkin biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması, söz konusu iddia ve savunmaların makul biçimde karşılanması, ayrıca malikin iyi niyetli olduğunun tespit edilmesi durumunda zararının tazmini gerekmektedir. Bu gerekliliklere uyulduğu takdirde mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçülü olacaktır (Başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığı için müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89; buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü karar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
62. Başvuruya konu olayda Mahkeme karşılıksız çek keşide etme suçunu işlediği gerekçesiyle başvurucu hakkında 7.773 TL adli para cezasına hükmetmiştir. Adli para cezası infaz edilerek söz konusu tutar başvurucudan tahsil edilmiştir. Bununla birlikte devam eden ceza davası süreci sonunda kanuni unsurları oluşmadığı belirtilerek başvurucu hakkında idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Başvuru hakkındaki ceza yargılaması bu hâliyle kesinleşmiştir.
63. Başvurucu, ödemiş olduğu adli para cezasının bedelinin iadesini talep etmiştir. Mahkeme iade talebini reddetmiştir. Adli para cezası nedeniyle uğramış olduğu zararın tazmini için başvurucunun yürüttüğü hukuksal süreç sonucunda ise Ağır Ceza Mahkemesi tazminat davasını reddetmiştir. Başvurucu, hakkındaki mahkûmiyetin ortadan kaldırılmış olmasına rağmen ödemek zorunda kaldığı adli para cezası bedelinin iade edilmemesinden şikâyetçidir.
64. Somut olayda Mahkemenin 18/5/2006 tarihli kararı ile keşide ettiği çekin karşılığı bulunmadığı gerekçesiyle başvurucuya adli para cezası verilmiştir. Söz konusu kararın başvurucunun yokluğunda yapılan yargılama sonucunda verildiğine işaret etmek gerekmektedir. Cezanın infazı ile birlikte 14/4/2009 tarihinde karardan haberdar olan başvurucu hukuksal yolları kullanma imkânına kavuşabilmiştir. Bu hâliyle hakkındaki yakalama işlemi sonucunda başvurucu adli para cezasını ödemek zorunda bırakılmıştır. Adli para cezasının infazı sonrasında başvurucu, hükme karşı hukuki süreç başlatmıştır.
65. Adli para cezasına ilişkin Mahkeme kararının kesinleşmediğinin tespit edilmesi sonrası Mahkeme davayı esastan yeniden incelemiştir. Mahkeme, çekin keşide tarihinden önce bankaya ibraz edildiğini ve dolayısıyla kanuni unsurları oluşmadığından başvurucu hakkında idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına 20/4/2012 tarihinde karar vermiştir. Böylece başvuru hakkında verilen adli para cezası ortadan kaldırılmıştır.
66. Başvurucu, Mahkemenin ilk kararına istinaden ödemek zorunda kaldığı bedelin iadesini istemiştir. Mahkeme, adli para cezasının kanun yollarından geçerek kesinleştiğini ve başvurucu tarafından ödenerek infaz edildiğini belirterek talebi reddetmiştir. Oysaki aynı Mahkeme adli para cezasına ilişkin hüküm sonrasındaki süreç sonucunda işin esasını yeniden ele alıp incelemiş ve idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına hükmetmiştir. Dolayısıyla Mahkeme yeniden inceleme sonucu idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığı kararıyla ilk hükmünü ortadan kaldırmış olmasına rağmen adli para cezası yönünden kesinleşmiş bir hüküm bulunduğu gerekçesiyle iade talebini reddetmiş olması, kendi içerisinde açık bir çelişki barındırmaktadır.
67. Ayrıca somut olayda başvurucunun tutum ve davranışları ile tedbire neden olan eylem arasındaki illiyet bağının da gözönüne alınması gerekmektedir. Mahkeme kararında çekin keşide tarihinden önce bankaya ibraz edilmiş olması nedeniyle başvurucu hakkında idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Bu hâliyle adli para cezasına neden olan eylemde başvurucuya atfedilebilir bir davranışın bulunduğu söylenemeyecektir.
68. Başvurucu, ödemek zorunda kaldığı para cezası bedelinin iadesi için başlattığı dava süreçlerinden de sonuç alamamıştır. Mahkemenin ilk kararına dayanılarak başvurucudan alınan adli para cezasına konu tutar, mahkûmiyetin ortadan kaldırılması ve idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına ilişkin Mahkemenin son hükmüne rağmen başvurucuya iade edilmemiştir. Yine başvurucunun ödemiş olduğu bedelin iade edilmemesi nedeniyle uğradığı zararın tazmini için hakimlerin hukuki sorumluğuna dayalı açmış olduğu ve derece mahkemelerince 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında nitelendirilen tazminat davası da reddedilmiştir. Bunun yanında İstinaf tarafından başvurucuya 3.960 TL vekalet ücreti de yüklenmiştir.
69. Sedat Vardarlı kararına konu olayda infaz edilip sonradan ortadan kaldırılmış olan adli para cezası tutarının iadesinin idarece reddedilmesi üzerine açılan iptal davası reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi, sadece idarenin işleminin hukuka aykırılığının denetlendiği idari yargı yerinde açılan iptal davasının etkili bir hukuk yolu olmadığını vurgulamıştır (Sedat Vardarlı, B. No: 2016/75770, 12/6/2019, § 30). Anılan kararda Yargıtay 12. Ceza Dairesince, yargılamanın yenilenmesi üzerine ortadan kaldırılan hükümler kapsamında alıkonulan mal varlığı değeri yönünden 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddeleri hükümlerine göre malikin zararının tazmin edilmesi gerektiğinin kabul edildiğine işaret edilmiştir (Sedat Vardarlı, § 33).
70. Somut olayda adli para cezasına konu bedelin iadesi istemiyle açılan tazminat davasında hâkimlerin kusuru bulunmadığının tespitine ilişkin derece mahkemeleri kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunduğu söylenemeyecektir. Bununla birlikte Yargıtay içtihadına göre (bkz. §§ 35-37) derece mahkemelerinin başvurucunun ileri sürdüğü hukuki nedenlerle bağlı olmayıp hukuk kurallarını re'sen uygulamakla yükümlü olduğu ve etkin bir çözüm imkanı sunduğu kabul edilen 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (j) bendi kapsamında adli para cezasına konu bedelin iade edilebileceği kabul edilmiştir. Buna rağmen derece mahkemelerin hakimlerin hukuki sorumluluğu ile sınırlı bir inceleme yapıp söz konusu bent kapsamında iade talebi yönünden yeterli bir değerlendirme yapmadıkları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla adli para cezasına dayanak hükmün kaldırılmasından açılan tazminat davasının reddine kadarki yargılama sürecine bir bütün olarak bakıldığında başvurucunun kanuni dayanaktan yoksun hâle gelmiş adli para cezasına konu bedele kavuşamadığı görülmektedir.
71. Sonuç olarak adli para cezasına ilişkin tedbirin uygulanmasında meşru bir amacın mevcut olduğu ve bu alanda kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisinin bulunduğu kabul edilmekle birlikte somut olayda başvurucu hakkındaki adli para cezasına ilişkin kararın yargılama süreci sonunda ortadan kaldırılmış olması, buna rağmen başvurucu tarafından ödenerek infaz edilmiş olan adli para cezasına konu bedelin iade edilmemiş olması ve başvurucuya atfedilebilecek bir kusurun bulunmaması dikkate alındığından başvurucuya şahsi olarak aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmiştir. Dolayısıyla kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur.
72. Açıklanan gerekçeyle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
73. Başvurucu, adli para cezasının infazı için verilen yakalama kararı sonrası bir süre tutuklu kaldığını belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
74. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
75. Somut olayda başvurucunun açtığı tazminat davasında yakalama nedeniyle uğramış olduğu zararların tazmini talebini ileri sürmediği dikkate alındığında iddiasını ileri sürebileceği olağan kanun yolunu tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.
76. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
77. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
78. Başvurucu ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
79. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
80. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
81. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
82. İncelenen başvuruda mahkûmiyetin ortadan kaldırılmış olmasına rağmen başvurucu tarafından ödenerek infaz edilmiş olan adli para cezasına konu bedelin iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
83. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
84. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından maddi ve manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2016/32, K.2017/127) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/10/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.