TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÜMİT ÖZKAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/78)
|
|
Karar Tarihi: 4/11/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Fatih HATİPOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Ümit ÖZKAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki
olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin
süresinde yapılmaması ve uzun süre hâkim önüne çıkarılmama nedenleriyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular 7/11/2016 ve 3/1/2017 tarihlerinde
yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından 2017/14197 sayılı bireysel başvuru
dosyasının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/78 sayılı bireysel
başvuru dosyası ile birleştirilmesine, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe
teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke
genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde
son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak-
bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden
ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet
Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu
değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169,
20/6/2017, §§ 12-25).
9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde
darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa
bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da
bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından
soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu-
üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu
iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı
ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§
51, 350).
10. İstanbul Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev
yapmakta olan başvurucunun Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016
tarihli kararı ile görevden uzaklaştırılmasına, sonrasında ise meslekten
çıkarılmasına karar verilmiştir.
11. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK
kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması
yönündeki yazısı üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık)
tarafından 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.
12. Başvurucunun ifadesi 19/7/2016 tarihinde
Başsavcılıkta alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle bulunduğu ilçede dershane
olmadığı için üniversite sınavlarına kendi imkânları ile hazırlandığını ve
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığını, birinci sınıfta memlekete
gidip gelerek eğitimini sürdürdüğünü, sonraki yıllarda Üsküdar'da tek başına
kiraladığı bir evde kaldığını, herhangi bir özel yurtta ya da FETÖ/PDY'ye ait
yurt ve evlerde kalmadığını, sohbet toplantılarına katılmadığını, örgüt ile
iltisaklı gazete ve dergi aboneliğinin olmadığını, maaş hesabı dışında banka ve
finans kuruluşlarına para transferi yapmadığını, mezun olduktan sonra o
tarihlerde meslek sınavlarına hazırlık için dershane olmadığından herhangi bir
dershaneye gitmediğini ve eğitim programına katılmadığını, hâkim-savcı adaylığı
döneminde Albüm Hazırlama Kurulunda yer almadığını ve sınıf temsilciliği yapmadığını,
2002-2004 yılları arasında Pazarcık Cumhuriyet savcısı, 2004-2008 yılları
arasında Kaman Cumhuriyet savcısı, 2008-2011 yılları arasında Şebinkarahisar
Cumhuriyet başsavcısı, 2011-2014 yılları arasında İnebolu Cumhuriyet başsavcısı
ve 2014 yılından sonra ise İstanbul Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığını,
herhangi bir yurt dışı eğitimine veya mesleki ziyaret programına katılmadığını,
FETÖ/PDY ile irtibatlı yurt ve benzeri kurumlara bağış yapmadığını, 2010
yılında yapılan HSYK üyesi seçimleri sırasında Şebinkarahisar Cumhuriyet
başsavcısı olarak görev yaptığını, Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı İ.K. ile
birlikte oyunu kullandıktan sonra sonucu merak edip beklediklerini ancak
müşahitlik yapmadığını, 2014 yılı HSYK üyesi seçimleri sırasında İstanbul'da
olduğunu ve oy kullandıktan kısa bir süre sonra sandıkların kapandığını, merak
edip birkaç sandığa baktığını ancak sayımlar uzun süreceği için fazla
beklemediğini, müşahitlik ya da kamera çekimi yapmadığını, özel yetkili mahkeme
veya savcılıklarda görev almadığını, 15 Temmuz 2016 tarihinde akşam nöbetçi
olması nedeniyle eşiyle adliyede bulunduklarını, saat 23.00 sıralarında
evlerine gittiklerinde televizyondan darbe girişimini öğrendiğini, darbe
teşebbüsü sonrası için kesinlikle kendisine herhangi bir görev teklif
edilmediğini, bu soruşturmayla ilişkilendirilme sebebinin 2011 yılında
Şebinkarahisar'dan İnebolu'ya atanması üzerine 2010 yılında HSYK üyeleriyle
görüşmesi ve son HSYK üyesi seçim sürecinde odasına gelen Yargıda Birlik
Platformu (YBP) üyesi meslektaşlarına açıkça platforma oy vermeyeceğini
söylemesi, bindiği serviste özel yetkili hâkim ve savcıların bulunması
dolayısıyla onlarla yolculuk etmiş olmasından kaynaklanmış olabileceğini,
örgütle herhangi bir ilgisi olmadığını ve suçlamaları kabul etmediğini ifade
etmiştir.
13. Başsavcılık 19/7/2016 tarihinde, başvurucuyu terör
örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza
Hâkimliğine sevk etmiştir.
14. İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte
başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Başvurucu sorgudaki savunmasında Savcılıktaki
ifadesine benzer beyanlarda bulunmuş ve suçlamaları kabul etmemiştir.
15. İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliği 19/7/2016 tarihinde,
başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar
vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...Soruşturma dosyası kapsamında
toplanan deliller, şüphelilerin ifade ve savunmaları olaya ve şüphelilerin
yakalanmasına ilişkin kolluk görevlilerince düzenlenmiş olan tutanak içerikleri
ile tüm soruşturma dosyası kapsamının hep birlikte değerlendirilmesi
neticesinde şüphelilerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı dışına
çıkarak Türkiye Cumhuriyeti Devletini ortadan kaldırmayı amaçlayan ve bu amaç
doğrultusunda Devletin çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına sızarak kamu gücünü
kendi amaç ve doğrultularında kullanarak faaliyette bulunduğu kamuoyuna
yansıyan birçok hazırlık soruşturması ve kamu davalarından anlaşılan FETÖ/PDY
silahlı terör örgütü ile bağlantılı olarak hareket ettikleri değerlendirilerek
HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığının 16/7/2016 tarihli ön raporunda isim, görev ve
sicilleri belirtilen adli Yargı Hakim ve Cumhuriyet savcıları ile idari yargı
hakimlerinin 15/7/2016 tarihinde Silahı Terör Örgütü FETÖ/PDY'nin adına
faaliyet gösteren 'Yurtta Sulh Konseyi' adı altında TRT'ye el konularak
sıkıyönetim ilan edildiği ve Anayasa'nın askıya alındığının ilan edilerek TCK
312 maddesinde belirtilen suçu işledikleri değerlendirilen kişiler ile birlikte
fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek aynı terör örgütüne mensup
olduklarına dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller
bulunduğu belirtilerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 2. Dairesinin
16/7/2016 tarih ve 2016/345 sayılı karar ile Hakimler ve Savcılar Kanununun
77/1 ve 81/1 maddeleri gereğince ayrı ayrı olmak üzere ilgililerin görevlerine
devamlarına, soruşturmanın selametine yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar
vereceğine kanaat getirilerek3 ay süre ile görevden uzaklaştırılmalarına karar
verildiğinin anlaşıldığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 3. Dairesinin
16/7/2016 tarih ve 2016/7900 dosya no 2016/9052 sayılı kararı ile adı geçen
hakim ve Cumhuriyet savcıları hakkında FETÖ/PDY adlı silahlı terör örgütü üyesi
oldukları ve bu kapsamda anayasayı ihlal, yasama organına karşı suç, hükumete
karşı suç, Türkiye Cumhuriyetine silahlı isyan ve silahlı örgüt suçlarının
işledikleri iddiasından dolayı durumun soruşturmayı gerektirdiğinden bahisle
Hakimler ve Savcılar Kanununun 82. maddesi. Uyarınca soruşturma izni verilmesi
hususunda Kurul Başkanına Teklifte bulunulmasına karar verildiği ve HSYK
Başkanı tarafından 16/7/2016 tarihinde soruşturma izni verilmesi yönündeki
teklife olur verildiğinin görüldüğü, bu itibarla şüpheliler hakkında Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı işlenen suçlar soruşturma
bürosunca soruşturma başlatıldığı ve İstanbul adliyesi ve mülhakatı olan
Gaziosmanpaşa Adliyesinde görevli hakim ve Cumhuriyet savcıları hakkında
soruşturma yürütülmek üzere işlemlerin başlatıldığı görülmüştür.
Şüphelilerin HSYK Dairelerinin ve HSYK
Teftiş Kurulu Başkanlığının yapmış olduğu inceleme, değerlendirmeleri sonucunda
FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün üyesi oldukları yönünde kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu değerlendirilmiş olup;
1-Şüpheliler ...[diğerleri] ve Ümit Özkan'ın üzerine
atılı silahlı terör örgütü üyesi olma suçunun yasada öngörülen ceza miktarı,
işlediği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması
nedeniyle tutuklama nedeninin 'Kanun gereğince ' var sayıldığı, Nitekim Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları ve 5271 sayılı CMK'nın 100 ve devam eden
maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel bir halinin (tutuklama
yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel
ceza göz önüne alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, nitekim FETÖ/PDY silahlı
terör örgüt mensuplarının fırsat bulduklarında yasal ve gayri yasal yollarla
yurt dışına kaçtıklarının daha önceden yapılan soruşturma dosyası
içeriklerinden anlaşıldığı görülmüştür.
Soruşturmanın henüz tamamlanmaması
nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme ve tanıklar üzerindebaskı
oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya
güvenlik önlemi değerlendirildiğinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 13.
maddesinde ifade olunan, ölçülülük ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi
olan adli kontrol tedbiri uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu
şüpheli açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak
şüpheliler ve müdafilerinin serbest bırakılma istemlerinin reddi ile
şüphelilerin üzerine atılı olan FETÖY/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak
suçundan 5271 sayılı CMK'nın 100. Ve devamı maddeleri uyarınca ...
tutuklanmalarına ... Karar verildi."
16. Başvurucunun tutuklama kararına 25/7/2016 tarihinde
yaptığı itiraz İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 26/7/2016 tarihinde
benzer gerekçelerle kesin olarak reddedilmiştir.
17. Sonraki süreçte ilgili Sulh Ceza Hâkimliklerince
başvurucunun tutukluk durumu değerlendirilmiş ve itirazları karara
bağlanmıştır.
18. Başvurucu söz konusu kararların kendisine tebliğ
edilmediğini bildirmiştir.
19. Başvurucu 2017/78 sayılı bireysel başvuru yönünden
7/11/2016 tarihinde, 2017/14197 sayılı bireysel başvuru yönünden ise 3/1/2017
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
20. Başsavcılık 13/6/2017 tarihli iddianame ile
başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı
yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır.
21. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY'nin yapılanmasına ve
faaliyetlerine ilişkin açıklamalar yapılmış, sonrasında başvurucuya yönelik
suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun FETÖ/PDY
hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle üzerine atılı suçu işlediğini iddia
etmiştir. İddianamede, suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:
i. HSYK'nın başvurucuyu meslekten çıkardığı ve buna
ilişkin kararın kesinleştiği belirtilmiştir.
ii. HSYK tarafından meslekten çıkarılmasına karar verilen
ve hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma açılan eski HSYK 2.
Daire üyesi T.G.nin başvurucunun 11/6/2014 tarihli kararname ile İnebolu
Cumhuriyet başsavcılığından İstanbul Cumhuriyet savcılığına atanmasına ilişkin
karara -mevcut görev yerinde kalması gerektiği yönünde- örgütsel dayanışma
gereği muhalif kaldığı (muhalefet şerhinin bulunduğu) ileri sürülmüştür.
iii. Hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan
soruşturma açılan ve HSYK tarafından meslekten çıkarılmasına karar verilen HSYK
Müfettişi H.H.G.nin İnebolu Cumhuriyet Başsavcılığının 2014 yılı denetiminde
başvurucuya yüksek (85) not takdir ettiği belirtilerek söz konusu notun
objektif kriterlerden ve yerleşik uygulamalardan uzak, örgütsel amaç ve
politikalar doğrultusunda başvurucunun parlatılmasını, hakkındaki olumsuz
düşüncelerin bertaraf edilmesini ve gelecekte önemli görevlere getirilmesini
sağlama amacına yönelik olduğu ve örgütsel dayanışmanın bir göstergesi olduğu
ileri sürülmüştür.
iv. Soruşturma dosyası içinde bulunan HSYK Teftiş Kurulu
Başkanlığı Başmüfettişliğinin 26/4/2017 tarihli inceleme tutanağından
bahsedilerek Yargıçlar ve Savcılar Birliğine (YARSAV) 2007, 2008, 2009 ve 2010
yıllarında yoğun bir üye kaydının olduğu, en yoğun üye kaydının 2010 yılında
gerçekleştiği hatta 2010 yılında üye olanların sayısının son on yıl boyunca
Derneğe üye olan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının sayısının hemen hemen
yarısına denk geldiği ve son on yıl içinde YARSAV'a üye olanların büyük bir
çoğunluğunun FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakları nedeniyle meslekten çıkarılmalarına
karar verilen kişiler olduğu -ifadelerde bahsedildiği üzere- FETÖ/PDY ile
irtibatlı ve iltisaklı hâkim ve Cumhuriyet savcılarının örgüt yönetiminden
aldıkları talimat doğrultusunda YARSAV'ı ele geçirebilmek için söz konusu
Derneğe üye olduklarının değerlendirildiği, başvurucunun da bu kapsamda
FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in şifreli şekilde gönderdiği ''YARSAV'a
sızılarak ele geçirilmesi'' talimatı doğrultusunda 29/8/2007 tarihinde
YARSAV'a üye olduğu iddia edilmiştir.
v. Başvurucunun tutuklandıktan sonra tutukluluğunun
infazı için 19/7/2016 tarihinde Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumuna kabulü yapılırken üzerinde birer adet 100 ve 1 Amerikan doları banknot
bulunduğu, söz konusu paralardan özellikle 1 Amerikan dolarının terör örgütü lideri
tarafından dağıtılmak üzere üyelerine iletilen ve örgüt mensubunun bu sıfatını
ortaya koymaya yönelik olarak örgüt ile devamlılık ve süreklilik arz edecek
şekilde organik bağ kurduğuna işaret eden delillerden biri olduğu yönünde
tespitler bulunduğu belirtilerek başvurucunun da söz konusu 1 Amerikan dolarını
bu maksatla sakladığı ileri sürülmüştür.
vi. FETÖ/PDY tarafından hâkimlik ve savcılık sınavlarına
girmeleri konusunda mensuplarına telkinlerde bulunulduğu ve bu sınavlara
hazırlanmaları için hukuk fakültesi mezunları arasında çalışma evleri
oluşturulduğu belirtilerek bu bağlamda Akşehir Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından 8/11/2016 tarihinde FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan hakkında
soruşturma yürütülen ve şüpheli sıfatı ile ifadesi alınan K.Y.nin "Ş.D.nin
fakülteden arkadaşları olan M.E. ve M.Ç. ile birlikte hâkim-savcı adaylığı
sınavına özel bir evde hazırlandığı ve kendisi ile birlikte Ümit Özkan'ın da bu
sınavı kazandığı, bu yapıdan olan şahısların Kadıköy, Bakırköy ve Sultanahmet
Adliyelerinde kümeleştikleri, Ümit Özkan'ın da İstanbul Adliyesinde staj
yaptığını bildiği" yönünde anlatımları olduğu belirtilmiştir.
vii. Tanık M.T.nin ifadesine değinilmiştir. Tanığın dosya
kapsamında yer alan 1/8/2016 tarihinde İnebolu Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği
ifadesinde özetle "İnebolu Kapalı M Tipi Ceza İnfaz Kurumunda psikolog
olarak çalıştığını, 2015 yılında kendisi ve bazı kurum çalışanları hakkında
disiplin soruşturması başlatıldığını ve Ümit Özkan'ın kendisi hakkında disiplin
cezası verdiğini, hakkında FETÖden işlem yapıldığını duyunca ve savunmalarının
Yüksek Disiplin Kurulunda Okunmadan cezanın onaylanması sebebiyle verilen bu
disiplin cezasının da örgüt tarafından takdir edildiğini düşündüğü" şeklinde
beyanda bulunduğu belirtilmiştir.
viii. FETÖ/ PDY'nin Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm
anayasal kurumlarını ele geçirmek olan nihai hedefine ulaşabilmek için örgüte
engel olacaklarını düşündükleri kişileri bir şekilde sistem dışına çıkarmak
suretiyle örgüt mensuplarını önemli gördükleri konuma getirdiği, bu bağlamda
başvurucunun da unvanlı görev olan Şebinkarahisar Cumhuriyet başsavcılığı ve
İnebolu Cumhuriyet başsavcılığı görevlerine getirildiği iddia edilmiştir.
ix. Aynı soruşturma dosyasında şüpheli olan ve hakkında
FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılan
başvurucunun eşi hâkim A.Ö. ile ilgili tespitlerin de başvurucu yönünden
dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun eşi ile
ilgili olarak HSYK tarafından meslekten çıkarıldığı, HSYK müfettişi tarafından
hakkında yüksek (80) not takdir edildiği, 28/8/2007 tarihinde YARSAV'a üye
olduğu ve 11/6/2014 tarihli kararname ile İnebolu hâkimliğinden İstanbul
hâkimliğine atanmasına ilişkin karara eski HSYK 2. Daire üyesi T.G.nin muhalif
kaldığı tespitlerine yer verilmiştir.
22. İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 20/6/2017
tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2017/82 sayılı
dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.
23. Mahkeme 9/8/2017 tarihinde yaptığı ilk duruşmada
başvurucunun savunmasını almıştır. Mahkeme duruşma sonunda başvurucunun
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun savunmasının ilgili
kısmı şöyledir:
"... HSYK açığa alma ve ihraç
kararları benimle ilgili somut bir ifade içermemektedir, hakkımda tutuklama
kararı verildiğinde henüz açığa alma kararı da yazılmamıştı, [T.G.] ile hiçbir samimiyetim
yoktur, muhalefet şerhi kendisini bağlar, FETÖ'den işlem gören [İ.O.] muhalefet
etmemiştir, müfettiş [H.H.G.] mahkum olmuş biri değildir, onun dışında 3
ayrı müfettiş daha benimle ilgili nota imza koymuştur, diğer notlarım da bir
kıyaslama yapılmamıştır, başka müfettişlerce de teftiş edildim, gerekirse
onların görüşleri sorulabilir ve önceki teftiş notlarım incelenebilir, YARSAV
üyeliğim talimat üzerine olmuş değildir, o tarihteki tek meslek kuruluşu oydu,
özel bir amaçla üye olmuş değilim, iddianamede dile getirilen 1 Dolar yazılı
beyanlarımda daha önce dile getirdiğim gibi bir turiste tramvaya binmesi için
bastığım İstanbul Kart karşılığı verilmiş bir paradır, zaten cezaevinde TL'ye
çevrildi, buna da ben itiraz etmedim, [K.Y.]nin beyanları soyut
dayanaktan yoksun beyanlardır ve 20 yıl öncesine dayalı tahmin sonucu bana göre
yanlış hatırlama sonucu beyanlardır, kaldı ki mesleğe geri kabul için bu
ifadeleri verdiği ve bu şekilde çok isim vermeye çalıştığı ortadadır, [M.Y.]ni
itirafçıların mesleğe geri alınacağı yönünde beyanları üzerine yaptığını
düşünüyorum, Başsavcılığımı da 2010 öncesi HSYK döneminde bileğimin hakkı ile
aldım, FETÖ ile hiçbir irtibatı yoktur, 15 Temmuz günü darbecileri hain olarak
niteledim, dijitalleri ... [incelediğinizde] bunu siz de göreceksiniz
..."
24. Mahkeme 8/12/2017 tarihinde yaptığı duruşmada
başvurucunun tahliyesine ve hakkında yurt dışına çıkamama şeklinde adli kontrol
tedbiri uygulanmasına karar vermiştir.
25. Mahkeme kovuşturma aşamasında bir kısım tanığı
dinlemiştir. Bu bağlamda;
- Tanık K.Y.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...Ümit Özkan ile ... İstanbul'da
birlikte staj yaptığmız için tanışıklığım vardır. İstanbul Aksaray civarında
FETÖ yapısına bağlı olduğu izlenimi oluşan bekar evinde kalıyordu. Yanında
başka stajer hakimler de kalıyordu. Ben de bir kez evine misafir olmuştum.
Ancak herhangi bir sohbet ve benzeri birşey gerçekleşmemişti. Sonrasında Ümit
Özkan'ın da başsavcılık görevi olup idarecilik kimliği de bulunduğundan kendisi
ile ara ara görüşmüşlüğüm olmuştur. İki üç kez görüşmüşümdür. Reyhanlı'daki
görevim sebebi ile dönemin Hatay komisyon başkanı [T.H.] ile birlikte görev yapıp arkadaş
olduklarından Ümit Özkan'dan da geçirdiğim asılsız soruşturma sebebi ile yardım
istemiştim. Kendisi de ilgileneceğini söylemişti. FETÖ yapısı ile ilgili
ilişkisini nasıl sürdürdüğünü ve hangi tarihe kadar sürdürdüğünü
bilmiyorum."
- Tanık M.T.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... 15 Temmuz 2016 tarihinden
sonra kurumlarımız genelinde yapılan soruşturmalar nedeniyle bir gün
başsavcılıktan ... bilgi alınmak üzere çağrıldık. Bildiğimiz veya şahit
olduğumuz FETÖ ile bağlantılı veya iltisaklı olayları anlatmamızı istediler.
Ben de bunun üzerine 2013-2014 yıllarında disiplin soruşturması geçirmeme sebep
olan olayı anlatmıştım. Olay şöyle gelişmişti; ben, ceza infaz kurumunda
çalışan saymanımız ve yine ceza infaz kurumunda çalışan öğretmenimiz ceza infaz
kurumuna girişte infaz koruma memurları tarafından üstlerimizin elle aranmak
istenilmesi üzerine mevzuatta böyle bir hüküm bulunmaması sebebiyle bu
uygulamaya karşı çıkmak istemiştik. Zira bu uygulama bize yazılı olarak
bildirilmedi. Sözlü olarak infaz koruma memurları aracılığıyla söylendi. İnfaz
koruma memurları ile yaptığımız görüşmede ceza evi müdürünün bu konuda sözlü
emri bulunduğu belirtildi. Bunun üzerine biz bu emrin tarafımıza yazılı olarak
verilmesini talep ettik. Daha sonra bu emir bize yazılı olarak verildi. Biz de
bu yazılı emir üzerine talimatta belirtildiği şekilde infaz koruma memurlarının
üzerimizi elle aramasına müsade ederek ceza infaz kurumuna giriş yapmaya devam
ettik. Ancak yine de bizim hakkımızda talimatlara uyulmadığı gerekçesiyle
disiplin soruşturması başlatıldı. Yapılan soruşturma neticesinde aynı olaya
ilişkin olarak kurum saymanımız ceza almadı ben ve kurum öğretmeni ise farklı
farklı disiplin cezaları aldık ve bu disiplin soruşturma sonuçlarını dönemin
başsavcısı olan sanık Ümit Özkan onaylamıştı. Ben hakkımdaki cezaya yüksek
disiplin kuruluna itiraz ettim. Ancak itirazım reddedildi. Bunun üzerine
Kastamonu İdare Mahkemesine dava açtım. Ancak orada da her ne kadar davayı 30
günlük sürede açmış isem de ... [davanın] süreden red[dine] kararı verildi.
Daha sonrasında ise bize bu talimatı veren ceza infaz ...[kurumu] müdürü
tayinle ayrıldı. Yerine gelen yeni müdürümüz ise bu talimatı tamamen kaldırdı
ve üstlerimiz elle aranmaksızın ceza infaz kurumuna giriş sağladık. Ben yaşanan
bu gelişmeler nedeniyle o dönemde bize verilen disiplin cezasının hukuken uygun
olmadığını düşündüğüm için bu olayı savcılıkta belirtmiştim. Bu olay haricinde
iddianamede geçen sanıkların terör örgütü üyeliği hakkında benim başkaca bir
bilgim yoktur."
26. Mahkeme 8/12/2017 tarihinde yaptığı duruşmada
başvurucunun tahliyesine ve hakkında yurt dışına çıkamama şeklinde adli kontrol
tedbiri uygulanmasına karar vermiştir.
27. Mahkeme 6/7/2018 tarihinde yaptığı duruşmada
başvurucunun beraatine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"... HSK kararları incelendiğinde;
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 2. Dairesi' nin 16.07.2016 tarih ve 2016/4
tedbir ve 2016/345 sayılı kararı ile 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanunu'nun 77/1 ve 81/1. maddeleri gereğince sanığın görevinden
uzaklaştırılmasına karar verildiği ve genel kurulun 24.08.2016 tarih ve
2016/426 sayılı kararı ile meslekten çıkarılmasına karar verildiği, yine genel
kurulun 29.11.2016 tarih ve 2016/434 sayılı kararı ile de yeniden inceleme
talebinin reddine karar verildiği sabittir. İddianamede delil olarak gösterilen
bu kararlar incelendiğinde hakim ve Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmış
sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibatlı olduklarının
belirtildiği yazmaktadır. Her ne kadar HSK tarafından yapılan bu tespit ile
sanıkların meslekten ihracına karar verilmişse de ceza yargılaması anlamında bu
kararın bağlayıcı olmadığı muhakkaktır. Tek başına bu tespitin hükme esas
alınıp cezalandırmaya yetecek bir delil olarak kabul edilmesi düşünülemez.
İdari anlamda sonuç doğurabilecek bu tür kararların mahkememizce hükme esas
alınabilmesi için başkaca delillerle desteklenmesi zaruridir. Bu nedenle
mahkememizce sanıkların lehine ve aleyhine değerlendirilebilecek başkaca
deliller de araştırılmıştır.
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü bir kısım
üyelerinin gizliliğin sağlanması amacıyla aralarındaki irtibatı bylock isimli
bir program üzerinden sağladıkları sabittir. Sanıkların bu programı
kullanmadıkları dosyada mevcut 03.02.2017 tarihli tutanaklarda belirtilmiştir.
Ele geçirilen dijital materyaller üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak
gerek bylock gerek atılı suça delil oluşturabilecek veriler yönünden inceleme
yapılmıştır. Yapılan bu inceleme neticesinde hazırlanan teknik bilirkişi
raporunda sanık Ümit Özkan'ın cep telefonunda yine bir kısım örgüt
mensuplarınca irtibatın gizli yapılması amacıyla kullanıldığı bilinen
'kakaotalk' isimli programın log kayıtlarına rastlandığı belirlenmiştir.
Mahkememizce aldırılan ek raporda ise bu programa ait log kaydının bulunduğu
dosyanın library isimli veri tabanı dosyası olmaması sebebiyle uygulamaya ait
kurulum tarihi, silinme bilgisi, kullanım günlüğü bilgilerine ulaşmanın mümkün
olmadığı, uygulamanın cep telefonu içeriğine kesin ve net olarak kurulup
kurulmadığının tespitinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Sanık tarafından da
söz konusu programın kendisi tarafından yüklenip kullanılmadığı savunulmuştur.
Gelen ek bilirkişi raporu doğrultusunda söz konusu programın sanığın cep
telefonuna kesin olarak kurulup kullanıldığının tespitinin mümkün olmadığı
yönündeki sonuç doğrultusunda mahkememizce bu husus sanık lehine şüphe olarak
değerlendirilmiştir. Belirtilen husus haricinde dijital materyallerde atılı suç
ile ilgili başkaca bir suç unsuruna rastlanmamıştır. Tüm bu hususlar birlikte
değerlendirildiğinde mahkememizce sanığın bylock isimli bu programı
kullanmadığı kabul edilmiş, kakaotalk isimli program açısından ise şüphe
nedeniyle sanık Ümit lehine değerlendirme yapılmıştır ...
Tanık [M.T.]'nin sanık Ümit Özkan ile ilgili beyanları almış
olduğu disiplin cezası doğrultusundadır. Tanık her ne kadar kendisine sanık
tarafından verilen/onaylanan disiplin cezasının örgütün kararı doğrultusunda
olduğunu düşündüğünü beyan etmiş ise de bu düşünceyi doğrulayabilecek herhangi
bir veri sunamamıştır. Tanığın bu hususta düşüncenin ötesine geçemeyen
beyanları sanık aleyhine düşünülmemiş ve hükme esas alınmamıştır.
Tanık [K.Y.] sanık Ümit Özkan'ı 1998 yılı sonrası yapıya ait
bir yurtta gördüğünü, bu yurtta gördükten sonra sanığın sınavı kazandığını, bu
yapıya dahil olanların adliye stajlarında kümeleştiğini, sanığın da Sultan
Ahmet Adliyesi'nde bu kümeleşmenin içinde olduğunu, sanık Ümit'in adliyeye
yakın cemaat evi izlenimi veren bekar evinde kaldığını kendisinin de bu eve
misafir olarak gittiğini ancak evde yapılan bir sohbet toplantısı görmediğini
beyan etmiştir. [K.Y.]'nin tüm beyanları bir arada değerlendirildiğinde
sanık Ümit Özkan'ın örgüt evinde kalıp toplantılarına katıldığına dair herhangi
bir somut bilgisi olmadığı, beyanlarının izlenim ve kanaatin ötesine geçmediği,
bu izlenim ve kanaati doğrulayan başkaca bir husus anlatılmadığı kanaatine
varılmıştır ... Tüm bu hususlar ışığında tanık [K.Y.]'nin sanıklarla
ilgili beyanları sanıklar aleyhine düşünülmemiş ve hükme esas alınmamıştır.
Dosyaya yansımış delillerden sanıkların
2014 yılındaki denetlemeden yüksek not almaları, atama kararlarındaki muhalefet
şerhi ve sanık Ümit'in cezaevinde Türk Lirası'na çevrilen 1 dolarını bir arada
değerlendirmek gerekmiştir. Sanıkların görevlerini yaparken 2014 yılında
denetlendikleri ve denetleme sonucu kendilerine 80 ve 85 gibi yüksek notlar
verildiği tartışmasızdır. Dosyada mevcut bu hususa ilişkin yazılar
incelendiğinde denetleme yapan müfettişlerden birinin de FETÖ/PDY silahlı terör
örgütü ile irtibatlı olduğu kanaatiyle meslekten ihraç edilen [H.H.G.] olduğu görülmektedir. Bir
diğer husus ise sanıkların İnebolu'dan İstanbul'a atanmalarına dair kararnamede
yine FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibatlı olduğu kanaatiyle meslekten
ihraç edilen [T.G.]'nin muhalefet şerhi olduğu görülmektedir. Bir diğer
delil ise sanık Ümit Özkan'ın cezaevinde Türk Lirası'na çevrilen 1 dolarıdır.
Bir dolar bir kısım örgüt üyeleri tarafından 'bereket' ve 'hatıra' olduğuna
inanılarak bulundurulan ve silahlı terör örgütü lideri tarafından dağıtılmak
üzere üyelerine iletilen ve örgüt mensubunun bu sıfatını ortaya koymaya yönelik
örgüt ile organik bağ kurmalarının nişanesi olarak kabul edilmektedir.
Sanıklar yaptıkları savunmalarında
yüksek not takdirinin hakedilerek alındığını, muhalefet şerhinden haberleri
olmadığını beyan etmişlerdir. Sanık Ümit ayrıca bir doları bir turist için
kullanmış olduğu İstanbul kart ücreti olarak turist tarafından kendisine bir
dolar verildiğini beyan etmiştir. Her üç delilin hükme esas alınabilmesi için
başka delillerle desteklenmesi gerekmektedir. Başkaca bir delille
desteklenmemesi halinde verilen yüksek notun, konulan muhalefet şerhinin
tamamen sanıkların örgüt üyesi olmalarından kaynaklandığının, bulunan bir
dolara ilişkin ise sanık Ümit'in kastının organik bağın nişanesi olarak
saklamak olduğunun hiç bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ispat edilmesi
gerekmektedir. Somut olayımızda ise bu ispata yarayacak dosyaya yansımış her
türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı ve hükme esas alınabilecek deliller
olmadığı kanaatine varılmıştır.
Yine iddianamede sanık Ümit Özkan'ın,
Şebinkarahisar ve İnebolu Cumhuriyet Başsavcılığı yaparak ünvanlı görevlerde
bulunmasının örgüt üyesi olmasından kaynaklanmış olabileceği yönünde herhangi
bir delile ulaşılamamıştır.
Dosyada mevcut HSK Teftiş Kurulu
Başkanlığı Başmüfettişliği’nin 26/4/2017 tarihve (37007) 2016/282-283-04/26-1
sayılı inceleme tutanağında; YARSAV Derneği’ne 2007, 2008, 2009 ve 2010
yıllarında yoğun bir üye kaydının olduğu, en yoğun üye kaydının 2010 yılında
gerçekleştiği, hatta 2010 yılında gerçekleştirilen üyeliklerin son 10 yıl
boyunca derneğe üye olan hakim ve Cumhuriyet savcılarının hemen hemen yarısına
tekabül ettiği, 10 yıl içerisinde YARSAV Derneğine üye olanların büyük bir
çoğunluğunun FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibat ve iltisakları nedeniyle
meslekten çıkarılmalarına karar verildiği, ifadelerde bahsedildiği üzere
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı hakim ve Cumhuriyet
savcılarının örgüt yönetiminden aldıkları talimat doğrultusunda YARSAV
Derneğini ele geçirebilmek için mezkur derneğe üye kaydı yaptırdıklarının
değerlendirildiği şeklinde tespitler yapılmıştır. Dosyada mevcut belgelerde de
görüleceği ve sanıkların da kabulü olduğu üzere sanıklar meslekte bulundukları
2007 yılında söz konusu derneğin üyesi olmuşlardır. Sadece Yarsav'a üye
olunması delili tek başına değerlendirilerek ceza verilmesinde hükme esas
olabilecek kesinlikte bir delil değildir. Bu üyeliğin nedeninin yukarıda
anlatıldığı üzere derneği ele geçirme iradesiyle hareket eden örgütün amacının
gerçekleşmesi için yapıldığının da belirlenmesi gerekmektedir. Ancak her iki
sanığın da örgütün bu isteği doğrultusunda hareket edip derneğin ele
geçirilmesine dönük üyelik yaptırdıklarına dair dosyaya yansımış başkaca bir
delil bulunmamaktadır. Bu nedenle sanıkların Yarsav'a üyelik kayıtları hükme
esas teşkil edebilecek şekilde sanıklar aleyhine değerlendirilmemiştir....
Sanıklarla ilgili toplanan ve
mahkememizce kabul edilen tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde sanıkların
yukarıda izah edilen eylem çeşitliliği ve sürekliliği de sergileyerek örgütle
bağ kurarak hiyerarşisine dahil oldukları yönünde mahkumiyetlerine yeter delil
bulunmadığından sanıkların 5271 sayılı CMK'nun 223/2-e maddesi gereğince
beraatına karar ... [verilmiştir.]''
28. Başsavcılık ve başvurucu karara karşı istinaf kanun
yoluna başvurmuşlar, istinaf incelemesini yapan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi
2. Ceza Dairesi 14/1/2020 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar
vermiştir.
29. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih
itibarıyla temyiz incelemesinde derdesttir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
30. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Özterzi [GK],
B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
31. Mahkemenin 4/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Gözaltının Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
32. Başvurucu, somut ve inandırıcı bir delil olmadığı ve
suçüstü hâli bulunmadığı hâlde hukuka aykırı olarak gözaltına alındığını
belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
33. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki
iddialarına ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.
34. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru
formundakine benzer beyanlarda bulunmuştur.
2. Değerlendirme
35. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son
cümlesi şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan
kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru
hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir."
37. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel
başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru,
iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde
başvurulabilecek ikincil nitelikte bir hak arama yoludur (Ayşe Zıraman ve
Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
38. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı
süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu
iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla
asıl davanın sonuçlanmadığı durumlarda dahi -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf
yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davasının
tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet
Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet
Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri
[GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye
Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47; Gülser Yıldırım (2)
[GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 92-100).
39. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen
dava yolunun başvurucunun durumuna uygun, telafi kabiliyetini haiz, etkili bir
hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile
bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
40. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
B. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
41. Başvurucu; somut bir delil olmaksızın, gerekçesiz bir
kararla tutuklanmasına karar verildiğini, tutuklama kararında tutuklama
nedenlerinin somut gerekçelerle açıklanmadığını, kaçma şüphesinin olmadığını,
hâkimlerle ilgili öngörülen usule ilişkin güvencelerin hiçbirine riayet
edilmeksizin yetkili ve görevli olmayan mahkemece tutuklandığını, tüm bu
nedenlerle tutuklanmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu
ayrıca soruşturma sürecinde ifadesi alınırken aile ve özel hayatına dair
sorular sorulması, düşünce ve kanaatlerinin sorgulanması nedeniyle özel hayata
ve aile hayatına saygı hakkı ile düşünce ve ifade hürriyetinin ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
42. Bakanlık görüşünde, tutuklama kararında kuvvetli suç
şüphesinin ortaya konulduğu ileri sürülerek tutuklama kararının verildiği
andaki genel koşullar ve somut olayın özel koşulları ile İstanbul Sulh Ceza
Hâkimlikleri tarafından verilen kararların içeriği birlikte değerlendirildiğinde
başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine yönelen tutuklama
nedenlerinin olgusal temellerinin olmadığının söylenemeyeceği belirtilmiştir.
43. Bakanlık görüşünde ayrıca soruşturma konusu suç için
öngörülen yaptırımın ağırlığı, işin niteliği ve önemi de gözönünde tutulduğunda
başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol
uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının keyfî olduğunun
savunulamayacağı ileri sürülmüştür. Bakanlık görüşünde, bu hususlar dikkate
alınarak başvurucunun tutuklanmasında herhangi bir keyfiyetin bulunmadığı
hususuna vurgu yapılmış ve tutuklamanın hukuki olmadığına dair şikâyetin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilmez bulunması gerektiği ifade
edilmiştir.
44. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru
formundakine benzer beyanlarda bulunmuştur.
2. Değerlendirme
45. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
46. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim
veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda
da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din,
vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı
suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya
kadar kimse suçlu sayılamaz."
47. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü
fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve
güvenliğine sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, tutukluluğun hukuki olmadığına ilişkindir.
Dolayısıyla başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
a. Uygulanabilirlik
Yönünden
49. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve
diğerleri, §§ 187-191). Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve
tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün
arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin üyesi olduğu iddiasıdır.
Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan
olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No:
2016/49158, 26/7/2017, § 57).
50. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında
yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının
başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan
güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde
ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı
değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242).
b. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
51. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
c. Esas
Yönünden
i. Genel
İlkeler
52. Genel ilkeler için bkz. Mustafa Özterzi, §§
85-90; Zafer Özer, B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45.
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
53. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının
kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
54. Başvurucu, darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma
olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma
kapsamında silahlı terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un
100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
55. Diğer taraftan başvurucu 24/2/1983 tarihli ve 2802
sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nda -hâkimlerle ilgili- öngörülen usule
ilişkin güvencelerin hiçbirine riayet edilmeksizin yetkili ve görevli olmayan
mahkemece tutuklandığını iddia etmektedir.
56. Anayasa Mahkemesi, Yıldırım Turan ([GK], B.
No: 2017/10536, 4/6/2020) kararında ilgili kanunlar çerçevesinde konuyu
etraflıca değerlendirmiş ve Yargıtay içtihatlarına da değinerek terör örgütüne
üye olma suçunun kişisel bir suç olduğunu, Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı
olarak hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine
giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma
yürütülmesi için izin şartı bulunmadığını belirterek Vergi Mahkemesi üyesi
(hâkim) olan başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna
varmıştır (ayrıntı için bkz. Yıldırım Turan, §§ 102-147).
57. Somut olayda anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir
durum söz konusu değildir. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun
kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu itibarla
başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı
bulunmaktadır.
58. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce
tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti
bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
59. İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama
kararında; 15 Temmuz 2016 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görev
yapan ve FETÖ/PDY mensubu olan bir kısım silahlı askerin Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetine ve Türkiye Cumhurbaşkanı'na yönelik darbe girişiminde bulunduklarına
ve HSYK tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım adli yargı
hâkim ve Cumhuriyet savcısının söz konusu darbe girişiminde bulunan
FETÖ/PDY'nin mensubu olduklarına dair kuvvetli şüphelerin bulunduğu
değerlendirmesiyle görevden uzaklaştırılmalarına karar verildiğine
değinildikten sonra 15 Temmuz darbe teşebbüsünü gerçekleştiren FETÖ/PDY'nin
yapısına, çalışma sistemine, yargı ve kamudaki gizli örgütlenmesinden
bahsedilmiştir. Bu bağlamda tutuklama kararında, HSYK'nın başvurucuyu darbe
teşebbüsünü gerçekleştiren FETÖ/PDY ile bağlantısı olması nedeniyle açığa alma
kararına özellikle vurgu yapılarak başvurucunun da 15 Temmuz darbe teşebbüsünü
gerçekleştiren FETÖ/PDY'nin üyesi olduğuna dair kuvvetli şüphelerin bulunduğu
belirtilmiş ve başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut
olguların bulunduğu sonucuna varılmıştır (bkz. § 15).
60. İddianamede ise başvurucunun HSYK tarafından
meslekten çıkarıldığı, HSYK müfettişi tarafından hakkında yüksek (85) not
takdir edildiği, YARSAV'a üye olduğu ve 11/6/2014 tarihli kararname ile İnebolu
Cumhuriyet başsavcılığından İstanbul Cumhuriyet savcılığına atanmasına ilişkin
karara eski HSYK 2. Daire üyesi T.G.nin muhalif kaldığı, başvurucu
tutuklandıktan sonra tutukluluğunun infazı için ceza infaz kurumuna kabulü
yapılırken üzerinde bir adet 1 Amerikan doları banknot bulunduğu, unvanlı görev
olan Şebinkarahisar Cumhuriyet başsavcılığı ve İnebolu Cumhuriyet başsavcılığı
görevlerine atandığı hususlarına ve bir kısım tanık beyanlarına dair tespitlere
yer verilmiştir.
61. Buna göre başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu
olan suçlamanın dayanaklarından birisi başvurucunun meslekten çıkarılmasıdır.
Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda görevden
uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki idari
kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara muhatap
olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu anlamına
gelmediği sonucuna varmıştır (Mustafa Baldır, 2016/29354, 4/4/2018 § 70;
Mustafa Açay, B. No: 2016/66638, 3/7/2019, § 54; E.A., B. No:
2016/78293, 3/7/2019, § 57; Ali Aktaş, B. No: 2016/14178, 17/7/2019, §
53; Mustafa Özterzi, § 104; Zafer Özer, §§ 55-58). Bu itibarla
başvurucu hakkındaki görevden uzaklaştırma veya meslekten çıkarma tedbirlerine
ilişkin kararlarda başvurucuyla ilgili kişisel bir tespit ve değerlendirme bulunmadığından
bunların -tek başına- suç işlendiğine dair kuvvetli bir belirti olarak kabulü
mümkün değildir.
62. Diğer taraftan soruşturma mercilerince suçlamaya esas
alınan olgular arasında başvurucunun YARSAV üyesi olmasının yer aldığı
görülmektedir. Anayasa Mahkemesi Mustafa Özterzi kararında YARSAV
üyeliğinin örgütsel bir faaliyet olarak değerlendirilebilmesi için -Yargıtay
kararlarına da atıfta bulunarak- dernek üyeliğinin ancak terör örgütünden
alınan bir talimat uyarınca gerçekleştiğinin ortaya konulması hâlinde mümkün
olabileceği, aksi takdirde kuvvetli suç belirtisi olarak değerlendirilemeyeceği
sonucuna varmıştır (Mustafa Özterzi, § 105). Bu bağlamda somut olay
incelendiğinde 2007 yılında YARSAV'a üye olduğu anlaşılan başvurucu için bu
yönde bir tespitin olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla anılan kararda varılan
sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir.
63. Öte yandan soruşturma makamları, FETÖ/PDY ile
bağlantılı olması nedeniyle meslekten çıkarılan HSYK müfettişi tarafından denetim
sonunda yüksek not (85) verilmek suretiyle başvurucunun parlatılmak istendiğini
ileri sürmüştür. Başvurucu savunmasında, FETÖ/PDY mensubu olduğu iddia olunan
müfettişlerce korunduğu iddiasını kabul etmediğini ifade etmiştir. Başvurucunun
örgüt üyesi olması nedeniyle müfettişler tarafından yüksek notlar verilerek
korunduğuna ilişkin iddiayı destekleyen somut olgular soruşturma makamlarınca
yeterince ortaya konulamamıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. A.K.,
B. No: 2017/7858, 27/11/2019, § 62).
64. Soruşturma makamlarınca ileri sürülen bir diğer husus
ise başvurucunun unvanlı görev olan Şebinkarahisar Cumhuriyet başsavcılığı ve
İnebolu Cumhuriyet başsavcılığı görevlerine atanmasının ve 11/6/2014 tarihli
kararname ile İnebolu Cumhuriyet başsavcılığından İstanbul Cumhuriyet
savcılığına atanmasına ilişkin karara eski HSYK 2. Daire üyesi T.G.nin muhalif
kalmasının örgütsel dayanışma içinde gerçekleşen kararlar olduğu iddiasıdır.
Başvurucu savunmasında söz konusu iddiaların doğru olmadığını, müfettiş değerlendirmesinde
ve başsavcı olarak atanmasında mesleki liyakatinin esas alındığını ifade
etmiştir. Başvurucunun örgüt üyesi olması nedeniyle T.G. tarafından korunduğuna
veya unvanlı görevlere atandığına dair soyut iddia dışında bu iddiaları
destekleyen somut olgular soruşturma makamlarınca yeterince ortaya
konulamamıştır. Dolasıyla anılan hususların FETÖ/PDY ile bağlantılı bir suçun
işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi mümkün görülmemiştir.
65. Soruşturma makamları, başvurucunun ceza infaz
kurumuna kabulü yapılırken üzerinde bir adet 1 Amerikan doları banknot
bulunduğunu belirtilerek 1 Amerikan dolarının terör örgütü lideri tarafından
dağıtılmak üzere üyelerine iletilen ve örgüt mensubunun örgüt ile bağına işaret
eden delillerden biri olduğu yönünde tespitler bulunduğunu ifade ederek
başvurucunun da söz konusu 1 Amerikan dolarını bu maksatla sakladığını iddia
etmiştir. Başvurucu savunmasında söz konusu 1 doların İstanbul'da bir turiste
tramvaya binmesi için verdiği İstanbul Kart karşılığında aldığı para olduğunu
ifade etmiştir. Bu bağlamda soruşturma makamlarınca anılan iddiayı destekleyen
ve başvurucunun savunmasının aksini ortaya koyacak somut bir olgu
gösterilememiştir. Dolayısıyla başvurucunun üzerinden elde edildiği belirtilen
1 Amerikan dolarının tek başına başvurucu ile örgüt arasında bir bağlantı
bulunduğuna dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi mümkün değildir (benzer
yöndeki değerlendirme için bkz. Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No:
2016/23672, 11/1/2018, § 146).
66. Soruşturma makamlarınca ayrıca bir kısım tanığın
beyanlarına değinilerek başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantısı olduğu iddia
edilmiştir (ayrıntı için bkz. § 25). Başvurucu örgüte ait evlerde kalmadığını,
tanık K.Y.nin beyanlarının yirmi yıl önceki olaylara dair yapılan soyut
tahminden ibaret olduğunu belirterek tanığın beyanında geçen hususların doğru
olmadığını ileri sürmüştür.
67. Anayasa Mahkemesi Selçuk Özdemir kararında ve
sonrasında verdiği birçok kararda FETÖ/PDY üyesi olmakla suçlanan bazı
şüphelilerin ifadelerinde hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucunun
FETÖ/PDY ile irtibatının bulunduğuna ve bu yapılanmaya mensup olduğuna yönelik
somut olgular içeren anlatımlarını başvurucu yönünden suç şüphesini doğrulayan
kuvvetli bir belirti olarak kabul etmiştir (Selçuk Özdemir, § 75, benzer
nitelikteki tanık beyanlarının kuvvetli belirti olarak kabul edildiği diğer
kararlar arasından bkz. Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§
47-52, Recep Uygun, B. No: 2016/76351, 12/6/2018, § 43).
68. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi yakın zamanda
verdiği birçok kararda ise tanık anlatımlarının kişinin örgütsel bağlantısına
veya hangi örgütsel eylemlerde bulunduğuna ya da başvurucunun örgütsel konumuna
ilişkin herhangi bir vaka veya olguya dayanmaması, dolayısıyla kişisel kanaatin
açıklanması niteliğinde olduğu, bu anlamda yargı makamlarının denetim yaparak
söz konusu beyanları doğrulamasına ya da çürütmesine imkân vermediği
gerekçesiyle kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilemeyeceği sonucuna
varmıştır (Emre Altun, B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 59; Ali Aktaş,
§ 56)
69. Soruşturma makamlarınca başvurucunun örgütle
bağlantısına dayanak olarak alınan tanık K.Y.nin beyanlarının kişisel kanaatin
açıklanması niteliğinde olduğu, diğer tanık M.T.nin başvurucunun örgütsel bir
eyleminden bahsetmediği, kendisinin yaşadığı bir olay nedeniyle düşünce
açıklamasında bulunduğu ve somut olgular içermediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
söz konusu beyanların kuvvetli belirti olarak kabulü mümkün gözükmemektedir.
70. Sonuç olarak tutuklama kararında ve soruşturma
sürecindeki belgelerde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut
olayda tutuklama için ön koşul olan suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin
yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
71. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
72. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
73. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü
dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve
sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
d. Anayasa'nın
15. Maddesi Yönünden
74. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini
sağlayacak güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya
konulması gelmektedir. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama
tedbiri için ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkına ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu
doğurur. Dolayısıyla -hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü
yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair
belirti bulunmadan tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir
olarak kabul edilemez (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §
109; Mehmet Hasan Altan (2), § 156).
75. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma
makamlarının suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan
başvurucu hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır (bkz.
§ 70). Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin
kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15.
maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik olarak
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu
müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler
için bkz. Şahin Alpay, § 110; Mehmet Hasan Altan (2), § 157).
76. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle
birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
77. Diğer taraftan başvurucu; tahliye taleplerinin ve
itirazlarının -tutukluluğun devamını meşru kılacak- ilgili ve yeterli gerekçe
olmadan reddedildiğini belirterek tutukluluğun makul süreyi aştığını iler
sürmüşse de tutuklamanın hukuki olmadığı sonucuna varıldığından bu şikâyetin
ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
C. Resen
Yapılan Tutukluluk İncelemelerinin Süresinde Yapılmadığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
78. Başvurucu, tutukluluk incelemelerinin süresinde
yapılmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
79. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki
iddialarına ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.
80. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru
formundakine benzer beyanlarda bulunmuştur.
2. Değerlendirme
81. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca,
hürriyeti kısıtlanan bir kimsenin kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini
ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını
sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkı bulunmaktadır.
Burada belirtilen bir yargı merciine başvurma hakkı, suç isnadıyla
hürriyetinden yoksun bırakılan kimseler bakımından tahliye talebinin yanı sıra
tutuklama, tutukluluğun devamı ve tahliye talebinin reddi kararlarına karşı
yapılan itirazların incelenmesi sırasında da uygulanması gereken bir güvencedir
(Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, §§ 122, 123).
82. Bununla birlikte 5271 sayılı Kanun'un 108. maddesine
göre şüpheli veya sanığın istemi olmaksızın tutukluluğun resen incelenmesi
durumunda, hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine başvurma hakkı
kapsamında bir değerlendirme yapılmadığından bu incelemeler Anayasa'nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası kapsamına dâhil değildir (Firas Aslan ve Hebat
Aslan, B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 32; Faik Özgür Erol ve diğerleri,
B. No: 2013/6160, 2/12/2015 § 24).
83. Açıklanan gerekçelerle tutukluluğun gözden
geçirilmesi yönünden resen yapılan bu incelemeler Anayasa'nın 19. maddesinin
kapsamına dâhil olmadığından başvurunun bu kısmının konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Tutukluluğa
İtiraz İncelemesinin Duruşmasız Olarak Yapıldığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
84. Başvurucu, tutukluluğa yaptığı itirazın duruşma
yapılmaksızın incelendiğini ve uzun süre hâkim önüne çıkamadığını belirterek bu
durumun silahların eşitliği ilkesine aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
85. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki
iddialarına ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.
86. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru
formundakine benzer beyanlarda bulunmuştur.
2. Değerlendirme
a. Genel
İlkeler
87. Genel ilkeler için bkz. Gültekin Avcı, B. No:
2015/17921, 10/1/2019, §§ 198-205.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
88. İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 19/7/2016
tarihinde başvurucunun sorgusu yapılmış, başvurucu -müdafiiyle birlikte- sorgu
sırasında hem kendisine isnat edilen suçlamalara karşı hem de Savcılık
tarafından yapılan tutuklama talebine karşı savunmalarını sözlü olarak ifade
etmiştir.
89. Başvurucunun tutuklanmasından sonra gerek tahliye
talebinde bulunması üzerine gerekse resen yapılan tutukluluk incelemelerinin
duruşmasız olarak gerçekleştirildiği, başvurucunun bu süreç içinde
hâkim/mahkeme önüne çıkarılmadığı görülmektedir. Başvurucunun tutuklama ve
tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itirazları da itiraz mercilerince dosya
üzerinden yapılan incelemeler sonucunda karara bağlanmıştır. Başvurucu
tutuklandıktan sonra ilk kez 9/8/2017 tarihinde hâkim önüne çıkmıştır. Buna
göre başvurucu 1 yıl 20 gün sonra hâkim önüne çıkmıştır.
90. Anayasa Mahkemesi Aydın Yavuz ve diğerleri, §§
326-359) kararında; 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü ve
sonrasında ilan edilen olağanüstü hâl döneminde ortaya çıkan koşulları dikkate
alarak darbe teşebbüsü ile FETÖ/PDY ve terörle ilgili suçlardan dolayı
tutuklanan kişilerin tutukluluk incelemelerinin belirli bir süre duruşmasız
olarak yapılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasıyla bağdaşmasa
da olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemde temel hak ve
özgürlüklerin güvence rejimini düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında
meşru görülebileceğini belirtmiştir.
91. Anayasa Mahkemesi Erdal Tercan ([GK], B.
No: 2016/15637, 12/4/2018) kararında da bu kapsamda yaptığı incelemede, darbe
teşebbüsünden sonraki süreçte darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olan,
FETÖ/PDY veya terörle bağlantılı suçlardan tutuklanan kişilerin tutukluluk
incelemelerinin 18 aya kadar hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılmasının
olağanüstü hâl döneminde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal etmediği
sonucuna varmıştır (Erdal Tercan, § 246).
92. Somut olayda başvurucu, darbe teşebbüsünü
gerçekleştiren FETÖ/PDY'ye üye olma suçlamasıyla tutuklanmıştır. Bu bağlamda
tutuklama konusu suçun niteliği ve koşulları ile tutukluluğun hâkim önüne
çıkarılmaksızın devam ettirildiği 1 yıl 20 günlük süre dikkate
alındığında anılan kararlardaki sonuçtan ayrılmayı ve farklı bir değerlendirme
yapmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
93. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutukluluğa
itiraz incelemesinin duruşmasız şekilde yapıldığı iddiasına ilişkin olarak bir
ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
E. 6216 sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
94. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
95. Başvurucu 1.000.000 TL maddi, 500.000 TL manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
96. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
97. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
98. Başvurucu hakkındaki tutuklamanın hukuki olmaması
nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Kovuşturma sürecinde 8/12/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine
karar verilmiştir ve tutukluluk hâli sona ermiştir.
99. Mahkemenin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
100. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun
uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır.
Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle
yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
101. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 497 TL harçtan
ibaret yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gözaltına almanın hukuki olmaması dolayısıyla kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
3. Resen yapılan tutukluluk incelemelerinin süresinde
yapılmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA
OYBİRLİĞİYLE,
4. Tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne
çıkarılmaksızın yapılması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE, Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 497 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine
ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 30. Ağır
Ceza Mahkemesine (E.2017/82) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 4/11/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun
etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk
yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan,
yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için
yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların
bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden
kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde mahkemelerin
içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her
zaman vardır.
Somut olayda 19.07.2016 tarihinde tutuklanan ve
07.11.2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı
tutulma durumu, 08.12.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye
edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa
Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına
bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan,
bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek
olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar
tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir
ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi)
bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak,
bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla
bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit
edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak
arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka
aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu
tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç
şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının
bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da
tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı
Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de
uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve
manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi
için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında;
bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin
sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında
verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir
arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2
Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu
davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet
hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin
esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu
yaklaşımını sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel
yaklaşımında, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında
tazminata konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde
düzenlenen tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3
Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de
dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın
hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak
nitelendirmektedir.4
Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen
durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde
düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına
karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.66
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak
davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına
atıf yapıldığı için gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın
141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu
iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda
atıf yapılan Yargıtay kararları7
somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili
olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin
hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru
yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili
bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin
Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle
kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız
kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ
edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle
tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin
iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında
açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı
vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren
emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız
olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için
bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola
işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden
kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç
şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin
yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat
davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali
yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi
aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında
mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun
yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları
da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır.
Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile
hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir
bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka
uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da
tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet
sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada
tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından
bağımsız bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır.
(Muzaffer Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine
Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun
hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada
mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor
olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet
kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın
hukukiliği incelenmektedir.11
Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi
tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa
Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada
beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka
aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden
tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet
Özdemir12
başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka
uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13
başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının
hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat
nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu
edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu
kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra
haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm
olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden
fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası
olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka
davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek
zorunluluğu bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka
aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat
davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten
imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını
belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat
mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup
olmadığını inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın
kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat
mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma
aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği
tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza
mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek
kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle
olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği
tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit
edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler
dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki
tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk
statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına
yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15
Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen
mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa
Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk
iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun
devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken
de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle
birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94)
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin
olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı,
tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen
başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç
şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği
varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat
davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına
bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama
nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği
şikâyetlerinden kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini
inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa
Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme
tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen
tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale sonucunu
doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu ifade
etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19
Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi
faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının
ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat
mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa,
diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi
faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki
olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden
tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün
değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini
tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHMde Mergen ve diğerleri
kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği
itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil,
141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi
de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma
gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için
tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tutuklamanın hukukiliği değerlendirilirken, tutuklamanın
uygulandığı tarihteki şartlara bakılmalıdır. Darbe teşebbüsü sırasında
gerçekleşen vahim olayların toplumda oluşturduğu kaygı, teşebbüsün faili olduğu
belirtilen FETÖ/PDY’nin örgütlenmesinin karmaşıklığı, Bu yapılanmanın yarattığı
görünür açık tehlike, darbe teşebbüsüne ilişkin faaliyetler kapsamında ülke
genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen, suç oluşturabilecek nitelikteki
on binlerce eylemin aynı anda işlenmesi, çoğunluğu kamu görevlisi olan çok
sayıda kişi hakkında yürütülen soruşturmalar, olayların arz ettiği vahamet
dikkate alındığında tutuklama tedbirinin temelsiz ve keyfi olduğu söylenemez.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle sayın
çoğunluğun görüşüne katılmadım.