TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA ALTIN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/10018)
|
|
Karar Tarihi: 27/10/2021
|
R.G. Tarih ve Sayı: 24/12/2021-31699
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Fatma Burcu NACAR YÜCE
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa ALTIN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan
alacak davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen lehe kararın maddi hata
düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele
alınması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 6/4/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına gönderilmiştir.
7. Birinci Bölüm tarafından 7/4/2021 tarihinde yapılan
toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması
gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, bir kamu bankasında 20/8/2008 ile 31/7/2013
tarihleri arasında hizmet akdine dayalı olarak çalışmıştır.
10. Başvurucu, hakları saklı kalmak üzere 10.000 TL ilave
tediye alacağının 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı
Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca
tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle banka aleyhine dava açmıştır.
Başvurucu yargılama sırasında dava değerini ıslah etmiştir.
11. Davalı banka beyanında 15/11/2000 tarihli ve 4603
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi
ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun ile sektördeki özel
bankalarla aynı hükümlere tabi kılınarak kamusal idare niteliğinden
çıkarıldığını, anonim şirkete dönüştürüldüğünü, dolayısıyla faaliyetlerinin
genel idare esaslarına göre yerine getirilen bir kamu hizmeti niteliğinde
olmadığını, bu doğrultuda kurumun 6772 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilemeyeceğini, ayrıca banka personelinin 31/12/2002 tarihinden
itibaren özel hukuk hükümlerine tabi olarak çalıştığını ve kamu işçisi
olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
12. Gümüşhacıköy Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) iş
mahkemesi sıfatıyla baktığı davada 12/11/2014 tarihinde davanın kabulüne karar
vermiştir. Gerekçeli kararda, 6772 sayılı Kanun bakımından işveren, işçi ve
ücret yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılmıştır. Öncelikle sermayesinin
yarısından fazlası devlete ait bulunan, kamusal yetki ve ayrıcalıklardan
yararlanan ve kamu hizmeti yürüten davalı bankanın 6772 sayılı Kanun kapsamında
olduğu belirtilmiştir. Ardından iş sözleşmesine dayalı olarak anılan kurumda
çalışan davacının 6772 sayılı Kanun kapsamında olduğu ifade edilmiştir. Son
olarak bilirkişi raporuna istinaden başvurucunun 11.986,40 TL brüt ilave tediye
alacağı bulunduğu sonucuna varılmıştır.
13. Davalı banka temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz
dilekçesinde; kendisinin anonim şirket olduğunu, özel bankalarla aynı statüye
geçtiğini ifade etmiştir. Ayrıca 6772 sayılı Kanun'un kapsam bakımından devlet
tarafından kanun ve kanunun verdiği yetki ile idari işlemle kurulan, kamusal
yetki ve ayrıcalıklardan yararlanan kamu tüzel kişilikleri ve bunlara bağlı
kuruluşlarda iş sözleşmesi ile çalışanlara uygulanacağını, bu Kanun'un
kendisine (bankaya) uygulanmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. 20/8/2008
tarihinde bankada belirsiz süreli sözleşme imzalayıp 22/5/2003 tarihli ve 4857
sayılı İş Kanunu hükümlerine tabi olarak işe başlayan davacının bir kamu
kuruluşunda veya kamuya bağlı bir kuruluşta göreve başlamadığını ve bu
şartlarda çalışan personel ile aynı özlük haklarına (ilave tediye uygulaması
vb.) sahip olmayacağını bilerek ve kabul ederek iş sözleşmesi imzaladığını, bu
hususun Mahkemece dikkate alınmadığını ve denetime elverişsiz bilirkişi
raporuna dayanılmak suretiyle karar verildiğini belirterek kararın bozulmasını
talep etmiştir.
14. Hüküm, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 12/4/2016 tarihli
kararıyla onanmıştır.
15. Onama kararı başvurucu vekiline 27/7/2016 tarihinde,
davalı vekiline 22/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Davalı banka 18/7/2016 tarihinde maddi hata düzeltim
dilekçesi vermiştir. Dilekçede; kendisinin özel hukuk hükümlerine tabi olarak
faaliyet gösterdiği, 6772 sayılı Kanun kapsamında olmadığı, bir kamu tüzel
kişisi olmadığı, kamu hizmeti faaliyetinde bulunmadığı ve davacının özel hukuk
hükümlerine tabi olarak çalıştığı iddialarının yanında yılda dört ikramiye
aldığını da belirterek onama kararının bozulmasını talep etmiştir.
17. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 25/10/2016 tarihli
kararıyla maddi hata talepli dilekçenin başvurucuya tebliğ edilmesini ve
sunulması hâlinde başvurucunun yazılı beyanlarının eklenip dosyanın Yargıtaya
gönderilmesi gerektiğini belirterek geri çevirme kararı vermiştir.
18. Söz konusu dilekçe ve Yargıtayın geri çevirme kararı
19/12/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
19. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin kapatılması üzerine
dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 16/2/2017 tarihli kararında, davalı
bankada ikramiye ödemesinin bulunduğu gözden kaçırılarak karar verildiğini
açıklamak suretiyle onama kararını ortadan kaldırmıştır. Gerekçede, 6772 sayılı
Kanun bakımından işveren, işçi ve ücret yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılmış
ve mahkeme kararı ücret yönünden hatalı bulunmuştur. Yargıtay Dairesince 6772
sayılı Kanun'un 1. ve ek 1. maddelerinde yer alan düzenlemeler dikkate
alındığında bir maaş tutarında olmak üzere yılda dört defa ikramiye ödemesi
bulunması durumunda davacının ilave tediye alacağı hakkının doğmayacağı yani
ikramiye ödemeleriyle birlikte ilave tediye ücretinin de ödendiğinin kabul
edilmesi gerekeceği, buna göre davacının bordroları celbedilerek yapılacak
değerlendirme sonrası karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
20. Mahkeme, bozma kararını taraflara tebliğ etmiş;
başvurucu vekili duruşmalara mazeret bildirerek katılmamış, bozma kararına
direnme kararı verilmesini dilekçe ile talep etmiştir. Mahkeme 21/6/2017
tarihli duruşmada bozmaya uyarak davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçesinde;
bozma ilamı doğrultusunda yapılan inceleme neticesinde başvurucuya davalı banka
tarafından yılda dört kez maaş tutarında ikramiye ödendiği, bu hâliyle ikramiye
ödemeleri ile ilave tediye ücretinin de ödendiği, bu nedenle davanın reddine
karar verildiği belirtilmiştir.
21. Davacının temyiz talebi üzerine hüküm Yargıtay 9.
Hukuk Dairesinin 8/2/2018 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
22. Başvurucuya 12/4/2016 tarihli onama ilamı sonrası
ödenen 19.033,56 TL'nin iadesi talebiyle icra takibi yapılmış, başvurucu parayı
16/3/2018 tarihinde ödemiştir.
23. Nihai karar başvurucuya 9/3/2018 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
24. Başvurucu 6/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
25. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun geçici 3. maddesi şöyledir:
"(1) Bölge adliye mahkemelerinin,
26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge
Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci
maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar,
1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına
devam olunur.
(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve
başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar
hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236
sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin
uygulanmasına devam olunur.
(3) Bu Kanunda bölge adliye
mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine
kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır."
26. 6100 sayılı Kanun'un "Kesin hüküm" kenar
başlıklı 303. maddesi şöyledir:
"1) Bir davaya ait şeklî anlamda
kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm
oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk
davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.
(2) Bir hüküm, davada veya karşılık
davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin
hüküm teşkil eder.
(3) Kesin hüküm, tarafların küllî
halefleri hakkında da geçerlidir.
(4) Bir dava dolayısıyla ortaya çıkan
kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu şeyin mülkiyetini
tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni
hak veya fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk
Medenî Kanununun iyiniyetle mal edinmeye ait hükümleri saklıdır.
(5) Müteselsil borçlulardan biri veya
birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya birkaçı
ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli
değildir."
27. 6100 sayılı Kanun’un "Hükmün tashihi"
kenar başlıklı 304. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Hükümdeki yazı ve hesap hataları ile
diğer benzeri açık hatalar, mahkemece resen veya taraflardan birinin talebi
üzerine düzeltilebilir. Hüküm tebliğ edilmişse hâkim, tarafları dinlemeden
hatayı düzeltemez. Davet üzerine taraflar gelmezse, dosya üzerinde inceleme
yapılarak karar verilebilir.”
28. 6100 sayılı Kanun'un ''Hükmün tavzihi'' kenar
başlıklı 306. maddesi şöyledir:
"(1) Hüküm yeterince açık değilse
veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa,
icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanmasını veya
tereddüt ya da aykırılığın giderilmesini isteyebilir.
(2) Hüküm fıkrasında taraflara tanınan
haklar ve yüklenen borçlar, tavzih yolu ile sınırlandırılamaz, genişletilemez
ve değiştirilemez."
29. 6100 sayılı Kanun'un ''Tavzih talebi ve usulü'' kenar
başlıklı 307. maddesi şöyledir:
"(1) Tavzih, dilekçeye tarafların
sayısı kadar nüsha eklenmek suretiyle hükmü veren mahkemeden istenebilir.
Dilekçenin bir nüshası, cevap süresi mahkemece belirlenerek karşı tarafa tebliğ
edilir. Cevap, tavzih talebinde bulunan tarafa tebliğ olunur.
(2) Mahkeme, cevap verilmemiş olsa bile
dosya üzerinde inceleme yaparak karar verir; ancak gerekli görürse iki tarafı
sözlü açıklamalarını yapabilmeleri için davet edebilir.
(3) Mahkeme tavzih talebini yerinde
gördüğü takdirde 304 üncü madde uyarınca işlem yapar."
30. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri
Kanunu’nun 8. maddesinin son fıkrası şöyledir:
" Yargıtayın kararlarına karşı
karar düzeltme yoluna başvurulamaz."
31. 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri
Kanunu’nun 7. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
''12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri, iş mahkemelerince
verilen kararlar hakkında da uygulanır''
2. Yargıtay Kararları
32. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2/7/2003 tarihli ve
E.2003/21-425, K.2003/441 sayılı ilamı şöyledir:
“ ...
Şu duruma göre; sorunun çözümü yönünden
öncelikle iş davalarına ilişkin, Yargıtay’ca verilen kararların maddi yanılgıya
dayalı düzeltilmelerinin mümkün bulunup bulunmadığı ve maddi yanılgı kavramının
öncelikle ortaya konması gerekir.
İş Mahkemeleri Kanununun 8. maddesi
hükmüne göre Yargıtay’ın verdiği kararlara karşı karar düzeltme yolu
bulunmamaktadır. Ne var ki, Yargıtay’ın bugüne kadar ki uygulamasında kabul
edildiği üzere; maddi yanılgıya dayalı kararlar bu kuralın dışındadır.
Gerçekten; maddi yanılgı kavramından
amaç; [h]ukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara
yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa,
inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin Kamu
düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın
sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin
zorunlu olduğu açık yanılgılardır.
Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi,
Yargıtay denetimi sırasında, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda,
davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim
tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer
durumlarda; yanlış algılanma sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması
mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrar edilmesi ve maddi gerçeğin gözardı
yapılması, yargıya duyulan güven ve saygınlığı sarsacağı gibi, Adalete olan
inancı ortadan kaldırır ve yok eder.
Bu nedenledir ki; Yargıtay; bugüne değin
maddi yanılgının belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş baştan yapılmış
açık maddi yanlışlığın düzeltmesini kabul etmiştir. Bu yönde sayısız daire
kararları olduğu gibi çok kısa bir süre önce Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
23.10.2002 günlü Esas:2002/10-895, Karar:2002/838 sayılı kararında gösterildiği
üzere; maddi yanılgıya dayalı Onama ve Bozma kararlarının karşı taraf lehine
sonuç doğurmayacağı, iş mahkemelerince verilen kararlara karşı karar düzeltme
yolunun kapalı oluşunun maddi yanılgıya dayalı yargı kararlarının düzeltilmesine
engel olamayacağı, hatalı biçimde hak sahibi olmanın evrensel hukukun temel
ilkelerine ters düşeceği, maddi gerçeğin her zaman için adli gerçekten önce
geleceği kabul edilmiştir. Kaldı ki; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Yasası günün
ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Yarım asır önce yapılmış, üstelik önemli
maddelerinin Anayasa Mahkemesince iptal edildiği bir Yasal düzenlemenin
bütünlüğünün bozulduğu ve bu yönde yeni düzenleme yapılmasının gerçeği de
ortadadır. Bu arada ilave edilmelidir ki, iş davalarının nitelik ve nicelik
itibariyle alanlarının genişlediği ve yeni boyutlar kazandığı bilinen bir
gerçektir.
Sonuç olarak; kimi açık maddi yanılgıya
dayalı ve yanlışlığı son derece belirgin haksız ve adaletsiz sonuçların
giderilmesi kamu düzeni açısından zorunludur.
...”
33. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/1/2018
tarihli ve E.2017/14-2534, K.2018/88 sayılı ilamı şöyledir:
"Maddi anlamda kesin hükmün
koşulları 6100 sayılı HMK’nın 303/1. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre; 'Bir
davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi
anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava
sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun
aynı olması gerekir.'
Kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın
taraflarının aynı kişiler olması, ikinci koşulu müddeabihin aynılığı, üçüncü
koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır.
Kesin hükmün ikinci koşulu olan
müddeabihin, dava konusu yapılmış olan hakların aynı olmasıdır. Önceki dava ile
yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için
hâkimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri
sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu
olan maddi şeyler fiziksel bakımdan aynı olsa bile bu şeyler üzerinde talep
olunan haklar farklı ise müddeabihlerin aynı olduğundan bahsedilemez.
Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava
sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebepten farklı olarak, davacının
davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise her iki davanın da dayandığı maddi
vakıalar (olaylar) aynı ise diğer iki koşulun da bulunması hâlinde kesin hükmün
varlığından söz edilebilir.
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel
Kurulunun 2010/1-602 E. 2010/643 K. sayılı ilamında da vurgulanmıştır.
Kesin hüküm, hükmü veren mahkeme de
dâhil bütün mahkemeleri bağlar. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse
mahkemeler aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında
verilmiş olan hüküm ile bağlıdırlar; aynı uyuşmazlığı bir daha (yeniden)
inceleyemezler; bu hâliyle kesin hüküm bir def’i değil itirazdır. Bu bağlılık
kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak
gerekçe hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukuki ve mantıki tahlil ve istidlallerden
(delillerden yargıya varma) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması
imkânsız bir bağlılık içinde bulunuyor ise istisnaen bu kısmın da kesin hükme
dâhil olduğunu kabul etmek gerekir. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı
sıkıya bağlı olduğu her olayın özelliğine göre belirlenir.
...''
34. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11/4/2019
tarihli ve E.2016/7-9-360, K.2019/450 sayılı ilamı şöyledir:
" Kesin hüküm şekli anlamda kesin
hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm, olmak üzere ikiye ayrılır. Şekli anlamda
kesin hüküm ile kastedilen, bir mahkeme kararına karşı normal kanun yollarına
başvurulamayacağıdır.
Şekli anlamda kesin hükmün amacı, bir
davanın sona ermesine hizmet etmektir. Bir nihai karar şekli anlamda
kesinleşince, tarafların o davada takip ettikleri amaç gerçekleşmiş olur. Fakat
bu, taraflar arasındaki uyuşmazlığın değil, ancak görülmekte olan davanın sona
ermesi demektir. Bundan sonra da aynı taraflar arasında aynı uyuşmazlığın yeni
bir dava konusu yapılmaması için, başka bir müesseseye yani maddi anlamda kesin
hüküm müessesine ihtiyaç vardır (Kuru, s. 4981).
Bir mahkeme kararına karşı
başvurulabilecek kanun yolunun hiç olmaması veya mevcut olan kanun yollarının
tüketilmesi ya da süresinde kanun yollarına başvurulmaması hâllerinde şekli
anlamda kesinlik gerçekleşir. İstisnaen olağanüstü kanun yoluna başvurma ya da
eski hâle getirme mümkün ise bu yollarla şekli anlamda kesin hükmü sona
erdirmek mümkündür.
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun (HGK)
24.01.2018 tarihli ve 2017/14-2534 E.-2018/88 K., 16.05.2018 tarihli ve
2017/19-1628 E.-2018/1098 K. ile 06.11.2018 tarihli ve 2016/22-388 E.-2018/1607
K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiş ve bir karara karşı kanun
yollarına başvurulamaması hâlinde şekli anlamda kesin hükmün gerçekleştiğine
vurgu yapılmıştır.
Gerek 1086 sayılı Kanun'da gerekse 6100
sayılı HMK'da şekli anlamda kesinliğin tanımı yapılmamış ise de, çeşitli
maddelerde geçen 'kesin' 'kesinleşme' 'kesinleşmiş' sözleriyle şekli anlamda
kesin hükmün kastedildiğini söylemek mümkündür.
..."
35. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6/11/2018 tarihli ve
E.2016/22-388, K.2018/1607 sayılı ilamı şöyledir:
"...Maddi hata (hukuki yanılma),
maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde
yanılmayı ifade eder (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, Birinci Baskı
1976, sayfa:208).
Burada belirtilen maddi yanılgı
kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi
olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa
inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu
düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın
sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin
zorunlu olduğu açık yanılgılardır.
Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi,
Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda,
davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim
tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer
durumlarda; yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması
mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrarla maddi gerçeğin göz ardı edilmesi,
yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı sarsacaktır.
O nedenledir ki; Yargıtay, bu güne değin
maddi hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; baştan yapılmış
açık maddi yanlışlığın düzeltilmesini kabul etmiştir. HGK'nın 13.03.2013 gün ve
2013/5-10 E.-2013/548 K., 13.04.2011 gün ve 2011/9-72 E.- 2011/99 K.,
13.04.2011 gün ve 2011/9-101 E.- 2011/128 K., 19.06.2015 gün ve 2013/21-2361
E.-2015/1728 K., 23.10.2002 gün ve 2002/10-895 E.- 2002/838 K., 02.07.2003 gün
ve 2003/21-425 E.-2003/441 K., 29.11.1995 gün ve 1995/19-819 E.-1995/1028K.,
24.05.1995 gün ve 1995/9-348 E.-1995/556 K., 14.03.1986 gün ve 1984/2-714
E.-1986/246 K. ve 15.10.1986 gün, 1986/6-491 E.-1986/876 K. ve 10.06.1983 gün
ve 1981/10-323 E.-1983/652 K.sayılı kararlarında da; maddi hataya dayalı onama
ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı benimsenmiştir. Bu
husus, 30.11.1988 gün ve 1988/2-776 E.-1988/985 K. sayılı kararında '...Yargıtay
bozma ilâmına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı usul
hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtay'ca titizlikle gözetilmekle
birlikte bu kuralın açık bir maddi hata hâlinde dahi katı bir biçimde
uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla
bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyle giderek uygulamada uyulan bozma kararının her
türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya
dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı
esası benimsenmiştir...' şeklinde ifadesini bulmuştur.
Öte yandan somut uyuşmazlıkta
uygulanması gereken 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 8'inci maddesinin son
fıkrası uyarınca, iş mahkemelerince verilen kararlara ilişkin Yargıtay
kararlarına karşı karar düzeltme yolu kapalıdır. Ancak, maddi yanılgıya dayalı
kararlar bu kuralın dışındadır. Onama ve bozma kararlarında açıkça maddi
hatanın bulunması hâlinde dosyanın yeniden incelenmesi mümkündür. Zira,
yukarıda da ifade edildiği gibi, maddi yanılgıya dayalı olarak verilmiş bulunan
onama ve bozma kararları ile hatalı biçimde hak sahibi olmak evrensel hukukun
temel ilkelerini ihlal edeceğinden, karşı taraf yararına sonuç doğurması
olanaklı değildir.
Ne var ki bozma kararında hukuki yönden
bir değerlendirme yapılarak delil değerlendirmesi sonucunda bir sonuca
ulaşılmış ise, bu kararın yanlış olduğu ya da delillerin yanlış
değerlendirildiği sonradan anlaşılsa bile bozmaya uyulması ile oluşan
kazanılmış hakkın varlığı kabul edilmelidir. Bu durum HGK'nın 30.11.1988 gün ve
1988/2-776 E.-1988/985 K. sayılı kararında maddi hataya dayanan bozma kararına
uyulması ile usuli kazanılmış hak oluşmayacağına vurgu yapıldıktan sonra
kararın devamında '...Burada şu husus belirtilmelidir ki, bozma kararında
hukuki yönden bir değerlendirme yapılmış ve deliller belirli bir doğrultuda
değerlendirilerek bir bozma kararı verilmiş ise, bu bozmaya uyulması halinde,
bozma yapan Daire hukuki görüş değiştirse veya delil değerlendirmesinin yanlış
olduğunu sonradan benimsese dahi burada maddi hatadan söz edilemeyeceğinden
usulî kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir. Ancak, Yargıtay Dairesinin
vardığı sonuç her türlü değer yargısı dışında hiç bir suretle başka biçimde
yorumlanmayacak tartışmasız bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya
bağlı ise o takdirde usulî kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç
doğurmayacaktır...' şeklinde ifade edilmiştir. Aynı görüş HGK'nın 20.01.1988
gün ve 1988/1-249 E.-1988/28 K., 20.12.1989 gün ve 1989/12-539 E.-1989/662 K.,
15.12.1990 gün ve 1990/1-450 E.-1990/608 K. ile 09.03.1994 gün ve 1993/17-889
E.-1994/123 K. sayılı kararlarında da aynen sürdürülmüştür.
...Bununla birlikte 1086 sayılı Kanun
döneminde açılan işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkin bir davada
verilen karara karşı karar düzeltme yolu kapalı olup maddi hata düzeltim
isteminde bulunulması mümkün ise de, yukarıda belirtilen Hukuk Genel Kurulu
kararlarında da açıklandığı üzere hukuksal değerlendirme ve denetim dışında,
tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin
olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın
sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün
bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine
çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgıların bulunması
gerekecektir.
... "
B. Uluslararası
Hukuk
1. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi
36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir
mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
a. Adil
Yargılanma Hakkı Yönünden
37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye
erişim hakkının Sözleşme'nin 6. maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir
parçası olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07...,
16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili
her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirme hakkının güvence
altına alındığını (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70,
21/2/1975, § 36) belirtmiştir.
38. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.
maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte AİHM,
mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi
hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir.
AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve
aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da
kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve
yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa
yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No:
18357/91, 19/3/1997, § 40). Bu açıdan Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında
herhangi bir yargı kararının icrası, yargılamanın ayrılmaz bir parçası olarak
görülmelidir (Metaxas /Yunanistan, B. No: 8415/02, 27/5/2004, § 25).
39. Mahkeme kararının uygulanabilirliği sorununu hukuki
kesinlik ilkesiyle bağlantılı gören AİHM, hukukun üstünlüğünün temel
yönlerinden birinin hukuki kesinlik ilkesi olduğunu ve bunun kesin hükme (res
judicata) saygı duyulması anlamına geldiğini, bu ilke gereği nihai ve
bağlayıcı mahkeme kararlarının sorgulanmaması, yeniden gözden geçirilememesi
gerektiğini ifade etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No:
28342/95, 28/10/1999, § 61; Ryabykh/Rusya, B. No: 52854/99, 24/7/2003, §
52).
40. Yine AİHM bir davada; hiçbir tarafın nihai ve
bağlayıcı bir kararın gözden geçirilmesini isteme hakkının bulunmadığını, bu
hususta yüksek mahkemelerin ancak temel noksanlıkların düzeltilmesi amacıyla
karar verebileceğini ve bu durumun kesin bir kararın yeniden incelenmesi
şeklinde olamayacağını, yalnızca önemli ve zorlayıcı koşulların varlığı hâlinde
bu ilkeden ayrılınabileceğini belirtmiştir (Driza/Arnavutluk, B. No:
33771/02, 13/11/2007, § 64)
41. Ryabykh/Rusya başvurusunda, Novooskolskiy
Bölge Mahkemesi 8/6/1998 tarihinde başvurucu lehine bir karar vermiş ve bu
karar kesinleşmiştir. Belgorod Bölge Mahkemesi ise 19/3/1999 tarihinde verdiği
kararla Novooskolskiy Bölge Mahkemesinin dava konusu olayda kanun hükmünü yanlış
uyguladığını belirterek 8/6/1998 tarihli kesin kararı ortadan kaldırmıştır.
AİHM, başvuruyu mahkeme hakkı bağlamında ele almış; mahkeme hakkının bir
yönünün mahkemeye erişim yani dava açma hakkı ile ilgili olduğunu, bunun
yanında bir tarafın aleyhine olacak şekilde nihai ve bağlayıcı bir yargı
kararının ortadan kaldırılmasının bu hakkın kullanımını etkisiz hâle
getireceğini, Sözleşme'nin 6. maddesinin yargı kararlarının uygulanmasını da
güvence altına aldığını belirterek kesinleşmiş bir mahkeme kararının başka bir
mahkeme kararıyla ortadan kaldırılmasının başvurucunun mahkeme hakkını ihlal
ettiği sonucuna ulaşmıştır (Ryabykh/Rusya, §§ 53-58).
42. İş uyuşmazlığında maddi hata düzeltim yoluyla
kesinleşmiş kararın kaldırılarak uyuşmazlığın esasının tekrar ele alınıp yeni
hüküm kurulmasını konu alan Tığrak/Türkiye (B. No: 70306/10, 6/7/2021)
başvurusunda AİHM, Yargıtayın yargısal sürecin sona erdiği bir davada nihai
kararın varlığına rağmen davalı bankanın karar düzeltme talebini kabul ederek
kararı ortadan kaldırıp yeniden yargılama yapılmasının hukuki belirlilik
ilkesine aykırı olduğunu belirtmek suretiyle Sözleşme'nin 6. maddesinin ihlal
edildiği sonucuna varmıştır (Tığrak/Türkiye, § 63).
43. AİHM, hukukun üstünlüğünün bir parçası olan hukuki
kesinlik ilkesinin kesin hükme saygı (res judicata) ilkesini de
öngördüğünü ve nihai kararların sorgulanmamasını temin ettiğini açıklamıştır.
Kesin hükme saygı (res judicata) ilkesi nihai bir mahkeme kararı
verildikten sonra tekrar duruşmalar yapılarak yeni bir karar verilmesini
engeller. Kesin hükmün önemli ve zorlayıcı bir sebep olmaksızın bozulması kesin
hükme saygı (res judicata)ilkesine aykırıdır (Vardanyan ve
Nasuhyan/Ermenistan, B. No: 8001/07, 27/10/2016, §§ 69-71).
44. AİHM bağlayıcı ve uygulanabilir bir mahkeme kararının
temel bir yanlışlığın düzeltilmesi için ortadan kaldırılabileceğini
belirtmiştir (Lashmankin ve diğerleri/Rusya, B. No: 57818/09...,
7/2/2017, § 500). AİHM, iç hukukun yanlış uygulanmasının veya olayların
yanlış değerlendirilmesinin içtihat hukuku anlamında temel bir yanlışlık teşkil
etmediğini ve hukuki kesinlik ilkesinden ayrılmayı haklı kılmayacağını ifade
etmiştir (Lashmankin ve diğerleri/Rusya, § 503).
45. AİHM, yüksek mahkemelerin hukuki hataları
düzeltebileceğini ancak yeni bir inceleme yapamayacağını ifade etmiştir. AİHM
temel bir yanlışlığı düzeltmek veya adaletin yanlış tecellisini engellemek için
hukuki kesinlik ilkesinin sınırlarının zorlanabileceğini ancak ilgili devletin
bu amacı göstermeyerek kesin hükmü ortadan kaldırmasının ihlal oluşturacağını
açıklamıştır (Amirkhanyan/Ermenistan, B. No: 22343/08, 3/12/2015, §§
33, 39, 40).
b. Mülkiyet
Hakkı Yönünden
46. AİHM, yargı kararlarının icra edilmemesini veya
icrasının gecikmesini genellikle mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale
olarak kabul etmektedir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 40).
AİHM yargı kararının uygulanmamasının adil yargılanma hakkı yanında mülkiyet
hakkının da ihlaline yol açtığı sonucuna varmıştır (Burdov/Rusya, §§
33-42). Bunun yanında müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolü çerçevesinde
yoksun bırakma sonucuna yol açtığı değerlendirilen bir başvuruda AİHM, yargı
kararının uygulanmaması nedeniyle kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının
ihlal edildiğine karar vermiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye,
B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 142-155). Öte yandan AİHM'e göre Sözleşme’nin 6.
maddesi ile Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi devlete, yargı
kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü
getirmektedir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, § 84).
47. AİHM, başvurucu lehine kesinleşmiş bir yargı
kararının sonradan tekrar gözden geçirilmek suretiyle değiştirilerek
başvurucunun taşınmazından yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol
açtığını kabul etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95,
28/10/1999, §§ 66-80). AİHM ihlalin giderimi bakımından ise eski hâle getirme
kuralı çerçevesinde aynen iadesi gerektiğini belirtmiştir (Brumarescu/Romanya
(A.T.) [BD], B. No: 28342/95, 23/1/2001, § 22). AİHM bu kararda
hükûmetin başvurucunun yeni bir dava açabileceği yönündeki savunmasını ise
kabul etmemiştir (Brumarescu/Romanya (A.T.), § 22).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
48. Anayasa Mahkemesinin 27/10/2021 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
iddiaları
49. Başvurucu; maddi hata dilekçesi üzerine esasa
girilerek kesinleşen kararın hukuk düzeninde olmayan bir usulle bozulduğunu,
kesinleşen karara duyulan güvenin zedelendiğini, yargılama süresinin uzamasına
neden olunduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
2. Değerlendirme
50. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
51. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Usulen kesinleşmiş olan bir mahkeme kararının hukuk düzeni tarafından
tüm sonuçları ile birlikte tanınması adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
Kesin hükmün varlığı ile birlikte o kararın hukuk düzeninde doğuracağı
sonuçlarının sorgulanmaması gerekir. Dolayısıyla kesinleşmiş bir kararın hukuk
düzeninde var olmayan bir yöntemle ortadan kaldırılması başlı başına kararın
icra edilmemesi sorununu ortaya çıkaracaktır. Kesinleşmiş bir kararla lehine
hak tanımış olan bir kişinin sonuç itibarıyla o kararın sağladığı faydadan
mahrum bırakılması adil yargılanma hakkına aykırı sonuçlar ortaya çıkarabilir.
Başvuru konusu olayda kesinleşmiş bir mahkeme kararı usule uygun olmayan bir
yöntemle ortadan kaldırılmış; netice olarak kişi, kararın sağladığı haklardan
mahrum bırakılmıştır. Bu nedenle şikâyetin adil yargılanma hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
52. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel
İlkeleler
53. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama
özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve
davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı
olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).
54. Anayasa Mahkemesi iptal veya itiraz yoluyla gündemine
gelen davalarda, Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve
Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlet
olduğunu belirterek hukuki güvenlik ilkesinin hukuk devletinin unsurlarından
biri olduğunu ifade etmiştir (AYM, E.2006/61, K.2007/91, 30/11/2007; AYM,
E.2014/73, K.2014/98, 22/5/2014).
55. Anayasa Mahkemesi, bu kavramların içeriğini
kararlarında tanımlamış; kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan
hukuki güvenlik ilkesinin hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin
tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kıldığını, belirlilik ilkesinin ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de
idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,
net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade ettiğini belirtmiştir
(AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
56. Anayasa Mahkemesi, bazı kararlarında hukuk güvenliği
ilkesinin bir gereği olarak kuralların öngörülebilir olması gerektiğinden
açıkça bahsetmiş; hukuk güvenliğinin temel hak güvencelerinde korunan ortak
değer olduğunu, hukuk devletinde hukuk normlarının öngörülebilir olması ve
bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesi gerektiğini
ifade etmiştir (AYM, E.2008/19, K.2010/17, 28/1/2010).
57. Kesin hükme saygı ilkesi, yürürlükteki
kurallara göre çözümlenen bir konunun o konunun ilgilileri arasında -kanunun
öngördüğü iade-i muhakeme gibi ayrık durum dışında- yeniden
incelenmesine engeldir. Değişik kanunlarda yer alan bu hukuksal kurum, yargı
alanında kararlılık sağlamak amacına bağlanmaktadır. Biçimsel ve nesnel anlamda
tanımları yapılan bu kurumun ögeleri; yargı kararlarına tanınan bir nitelik
olması, bu niteliğin yasalarla tanınması ve yargı kararına uyulması
zorunluluğudur (AYM, E.1988/36, K.1989/24, 2/6/1989).
58. Kesin hükme saygı (res judicata) ve kesin
hükmün bağlayıcı olması, hükmü veren mahkeme de dâhil diğer bütün mahkemelerin
ve diğer ilgili kurumların bu kararla bağlı olması anlamına gelir. Yargının
verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından
işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin
bir anlamı kalmayacaktır (Alba İnşaat Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/1313,
26/2/2015, §§ 53, 54; Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 65).
59. Kesin hükmün bağlayıcı olması, hükmü veren mahkeme de
dâhil diğer bütün mahkemelerin ve diğer ilgili kurumların bu kararla bağlı
olması anlamına gelir. Mahkemeler aynı konuda aynı dava sebebine dayanarak,
aynı taraflar hakkında önceki bir davada verilmiş bir kesin hüküm ile bağlı
olup aynı davayı bir daha göremezler. Açılan bir dava hakkında kesin hükmün
bulunmaması dava şartlarındandır ve taraflar bu konuda usule ilişkin bir itiraz
hakkına sahiptirler (Alba İnşaat Tic. Ltd. Şti., B. No, § 54).
60. Bir mahkeme kararının kesin hüküm mahiyetini
alabilmesi için genel olarak üç koşul aranmaktadır. Bunlardan birincisi kesin
hüküm sayılan bir mahkeme kararının bulunmasıdır. Tespit ve tedbir kararları
ile icra mahkemesi kararları kesin hükmün bağlayıcılığı kudretini haiz
değildir. İkinci olarak kesinleşen kararın taraflar arasında mevcut olan bir
ihtilafı çözmek amacıyla verilmesi gerekir. Dolayısıyla bir anlaşmazlığı çözmeyen,
hasımsız olarak verilen bazı veraset davaları kesin hüküm mahiyetini haiz
değildir. Üçüncü olarak söz konusu kararlar nihai olmalıdır. Kararların
nihailiği mahkemenin tarafların iddia ve savunmalarını dinleyerek ve delilleri
değerlendirerek bu hususta son kararını vermiş olması anlamına gelmektedir. Bir
kararın maddi anlamda kesin hüküm niteliğini haiz olması ve bu konuda kesin
hüküm itirazında bulunulabilmesi için davanın taraflarının, konusunun ve
sebeplerinin aynı olması gerekmektedir (Alba İnşaat Tic. Ltd. Şti., §
54).
61. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını
taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren
düzenleme ve uygulamalar bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi
bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkeme hakkı da anlamını
yitirecektir (Mustafa Ekşi, B. No: 2014/7711, 24/1/2018, § 27).
62. Kesin hükme saygı, uluslararası hukuk düzenine özgü
hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa'nın 138.
maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin
uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen
kesin hükme saygı ilkesinin bir gereğidir (Arman Mazman, § 65).
63. Adil yargılanma hakkı ile bağlantılı olan kesin hükme
saygı ilkesi, kesinleşmiş bir mahkeme hükmüyle bireylere tanınan statüye (hak
ve borçlara) hukuk düzenince istisnai durumlar dışında müdahale edilmemesini
gerekli kılar. Bunun sonucu olarak mahkemeler aynı konuda aynı dava sebebine
dayanarak aynı taraflar hakkında verilmiş olan hüküm ile bağlıdır. Kesin hükmün
dokunulmazlığı ilkesi mutlak değildir. Bazı istisnai durumlarda kesin hükme
müdahale edilmesine hukuk sistemleri cevaz verebilir. Nitekim usul hukukunda
sınırlı hâllerde uygulanmak üzere buna yönelik bazı müesseseler (hükmün
tavzihi, tashihi, tamamlanması, yargılamanın yenilenmesi, kanun yararına
temyiz) öngörülmüştür. Bunun dışındaki müdahalelerin olağan yargısal süreçteki
gibi deliller yeniden değerlendirilerek kesin hükmün esastan yeniden
incelenmesi sonucunu doğurmaması gerekir.
64. Anayasa Mahkemesi kesinleşmiş mahkeme kararının yok
hükmünde kabul edilerek icra edilmemesi meselesiyle ilgili olarak yaptığı
değerlendirmede kesin ve bağlayıcı olan mahkeme kararının taraflardan biri
açısından işlemsiz hâle getirilmesinin adil yargılanma hakkını zedeleyeceğini
ancak her somut olayın koşullarında değerlendirileceği üzere uyulması beklenen
kesin hükmün de hukukun temel esaslarına, hakkaniyet ve adalet ilkelerine
aykırı verilmemesi gerektiğini belirtmiştir (Remzi Saldıray, B. No:
2016/2377, 24/2/2021, § 44). Aksi durumda kesinleşmiş mahkeme kararlarının
sürekli sorgulanarak hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri zedelenecek,
bireylerin hukuk sistemine olan güvenleri sarsılabilecektir.
65. Bununla birlikte kesinleşmiş bir mahkeme kararına
müdahaleyi gerekli kılan önemli ve zorlayıcı koşulların varlığının somut
gerekçelerle ortaya konulması hâlinde örneğin kararın hukukun temel ilkelerine
açıkça aykırı verilmiş olması gibi hâllerde kesin hükme müdahale edilmesi için
söz konusu istisnai koşulların uygulanabilmesine yönelik kanunla usule ilişkin
müesseselerin oluşturulmasının da gerekli olduğu açıktır. Başka bir ifadeyle
hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerinin bir gereği olarak kesin
hükmün ortadan kaldırılmasının şartlarının ve usullerinin kanunda açıkça
düzenlenmesi zorunludur. Bu bağlamda hangi süre içinde bu yola
başvurulabileceği kanunda tereddüte mahal bırakmayacak bir şekilde gösterilmeli
ve söz konusu süre, makulün ötesine geçmemelidir.
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
66. Somut olayda işçilik alacaklarının tahsili talebiyle
açılan davanın kabulüne karar verilmiş, bu karar temyiz incelemesinden geçerek
kesinleşmiştir. Kesinleşen bu hükme dayanılarak başvurucuya dava konusu bedel
ödenmiştir. Davalının maddi hata incelemesi talebi üzerine Yargıtay, çalıştığı
dönemde davalı banka tarafından başvurucuya ikramiye ödemesi yapıldığı
hususunun gözden kaçırıldığını, bu nedenle 12/4/2016 tarihli onama kararının
maddi hataya dayalı olarak verildiğini belirterek davacıya ikramiye
ödemelerinin yapılıp yapılmadığının tespiti amacıyla onama kararını kaldırarak
hükmü bozmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada davanın
reddine karar verilmiş ve bu karar onanarak kesinleşmiştir.
67. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na göre ilk derece
mahkemesi kararlarına karşı istinaf, temyiz ve karar düzeltme olağan kanun
yolu, yargılamanın yenilenmesi ile kanun yararına temyiz olağanüstü kanun yolu
olarak düzenlenmiştir. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı mülga
Kanun'da iş mahkemesi kararlarına karşı karar düzeltme kanun yolu ihdas
edilmemiştir. Dolayısıyla yürürlükteki mevzuata göre kesinleşmiş olan mahkeme
kararının maddi hata denetimi adı altında yeniden delil değerlendirilmesi
yapılarak hükmün esasını değiştirecek şekilde kanun yolu denetimine tabi
kılınması mümkün değildir.
68. 6100 sayılı Kanun'un 304. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre maddi hata düzeltim yoluyla ancak yazı ve hesap hataları ile
diğer benzeri açık hatalar düzeltilebilir. Maddi hata düzeltim yoluyla
ancak mahkeme hükmünde yer alan maddi hatalarla sınırlı bir düzeltme
yapılabilir. Dolayısıyla maddi hata yoluyla hükmün ortadan kaldırılması ve
uyuşmazlığın esasını tekrar karara bağlayacak şekilde yeniden yargılama
yapılması mümkün değildir.
69. Yargıtay kararlarında, şeklî anlamda kesinleşen
kararlara yönelik açık maddi hatanın varlığı gerekçe gösterilerek müdahale
edilmesinde iki temel noktaya vurgu yapılmıştır: Buna göre Yargıtayca verilen
kararın (onama/bozma) hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında tamamen
maddi olgulara yönelik olarak ilk bakışta açık ve belirgin olarak
anlaşılabilmesi, ayrıca bu hatanın yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen
yanlışlıklar içermesi gerekmektedir. Bu durumda karşı taraf lehine usule
ilişkin kazanılmış hak doğmayacak, bu tür açık hatalarda maddi gerçek gözardı
edilemeyecek ve karara müdahale edilebilecektir. Ancak Yargıtay bu şekilde
yapılacak müdahalenin de sınırını belirlemiştir. Maddi hata denetimi altında
delillerin değerlendirilmesi ve hukuki nitelendirilmede hata yapıldığı
gerekçesiyle kesinleşmiş olan mahkeme kararına müdahale edilmesi mümkün
değildir (bkz. §§ 32-35).
70. Bu yönüyle şeklî anlamda kesinleşen ve maddi anlamda
da kesin hüküm gücüne ulaşan kararla ilgili yeniden delil değerlendirmesi
yapılmak suretiyle maddi hata denetimi adı altında davanın tekrar kanun yolu
denetimine tabi tutulması ve bu suretle kesin hükmün ortadan kaldırılması
mümkün değildir. Buna göre incelenen kararda kanunla belirlenen her hangi
bir objektif kriter olmaksızın maddi hata adı altında kesinleşmiş
mahkeme kararına müdahale edilmesine imkân tanındığı anlaşılmaktadır. Bu durum
kesin hükmün otoritesini ortadan kaldıran ve kanunda olmayan bir yasa yolunun
ihdası anlamına gelmektedir.
71. Başvuru konusu dava sürecinde davalı taraf,
başvurucuya ikramiye ödediği vakıasını ve buna ilişkin delillerini ileri
sürmemiştir. Ayrıca olağan kanun yolu aşmasında da bu hususu dile
getirmemiştir. Dairece bu kapsamda değerlendirme yapılarak onama kararı
verilmiştir. Hükmün kesinleşmesinden bir süre sonra davalı bankanın yargılama
sırasında ileri sürmesi ve mahkemece bu süreçte esastan değerlendirilmesi
gereken bir iddiaya dayanarak verdiği maddi hata dilekçesine göre Yargıtay,
dosyayı yeniden ele almak suretiyle esastan inceleme yapmıştır.
72. Dairenin usul hukukunda öngörülmemiş bir yöntemle
kanuni dayanağı olmaksızın kesinleşmiş hükme müdahale edilmesini
gerektirecek zorlayıcı ve istisnai durumları yine usul hukukunda öngörülen
müesseseler çerçevesinde objektif ve kabul edilebilir ölçüde ortaya koymadan
başvurucunun lehine olan nihai, bağlayıcı mahkeme kararının hüküm ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde bozma kararı verdiği anlaşılmıştır.
Başka bir ifadeyle kesin nitelikteki mahkeme hükmünün icra edilebilirliğinin
yeni bir mahkeme kararıyla etkisiz hâle getirilmesi suretiyle başvurucunun adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
73. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
74. Başvurucu, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla
açmış olduğu dava lehine sonuçlandığı hâlde kesinleşmiş mahkeme kararı ile
hüküm altına alınan ve kendisine ödenen alacağın banka tarafından maddi hata
düzeltim dilekçesi verilmesi ve kesin hükme aykırı bir şekilde Yargıtay
tarafından yeniden yapılan değerlendirme sonucu aleyhine karar verilmesi
nedeniyle ilk başta ödenen bedelden yoksun kaldığını belirterek Anayasa'nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
2. Değerlendirme
75. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar
başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.”
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
76. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Mülkün
Varlığı
77. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her
türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, §
20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan
menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni
haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No:
2014/11441, 1/2/2017, § 60). Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını
kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).
78. Somut olayda kesinleşmiş mahkeme kararına istinaden
başvurucuya yapılan ödemenin Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil
ettiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
ii. Müdahalenin
Varlığı ve Türü
79. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak
güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar
vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi
dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma
olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013,
§ 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkünün semerelerinden yararlanma
ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması
mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B.
No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
80. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas
eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş;
ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi
belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının
hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun
bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son
fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol
etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı
maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel
hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma
ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
81. Başvuru konusu olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde
başvurucunun mahkeme kararıyla lehine hükmedilen tazminatı iade etmek zorunda
kaldığı, dolayısıyla kesinleşmiş bir mahkeme kararının icrası kapsamında
korunması gereken bir haktan yoksun bırakıldığı anlaşılmıştır. Anayasa
Mahkemesi yargı kararlarının icra edilmemesi yönündeki benzer şikâyetleri
mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin genel kural çerçevesinde
incelemiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Necdet Çetinkaya,
B. No: 2013/7725, 24/3/2016, § 57). Somut olayda da bu ilkeden ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
iii. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
(1) Genel
İlkeler
82. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
''Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
83. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız
bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması
gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya
uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması
ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan
ve Afife Tarhan, § 62).
84. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yönelik nihai bir
yargı kararının uygulanmamasının ihlale yol açtığını daha önce çeşitli
kararlarında kabul etmiştir. Buna göre ilgili mahkeme kararını uygulamakla görevli
kamu makamları, bu kararın uygulanmasını engellemekte ya da kararın uygulanması
için gerekli özeni göstermemekteyse bu durumun Anayasa'nın 35. maddesinin
ihlali anlamına geldiği sonucuna yol açtığını vurgulamıştır (Kenan Yıldırım
ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 55-75; Mehmet Hocaoğlu,
B. No: 2013/3207, 15/10/2015, §§ 59-74).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
85. Somut olayda başvurucunun ilave tediye talebiyle
açtığı davada Mahkeme; davalı Bankanın kamu kurumu niteliğinde olduğunu, 6772
sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlarda çalışanlara her yıl için ilave
tediye ödeme yapılacağını belirterek başvurucuya 19.033,56 TL ödenmesine
hükmetmiştir. Başvurucu tahsil ettiği bu bedeli, Yargıtay tarafından kesinleşen
hükmün ortadan kaldırılması nedeniyle davalı bankaya ödemiştir.
86. Başvurucu netice olarak mahkeme kararıyla elde ettiği
tazminatı iade etmek zorunda bırakılmıştır.
87. Söz konusu kesinleşmiş yargı kararının sonuçları
itibarıyla davanın tüm taraflarını ve yargı mercilerini bağladığı kuşkusuzdur.
Uyulması beklenen kararın adalet ve hakkaniyet ilkelerine açıkça aykırı
verildiği ortaya konulmamıştır. Sonuç olarak başvuru konusu yargılama sürecinde
yukarıda belirtilen hususlar (bkz. §§ 20, 66) dikkate alınmadan kesinleşmiş
yargı kararına müdahale edilerek banka tarafından yılda dört kez maaş tutarında
ikramiyenin ödendiğinin tespit edilmesiyle ilave tediye ücreti talebine ilişkin
davanın reddine karar verilmiştir. Bu itibarla kanunda dayanağı bulunmayan bir
uygulamayla, kesinleşmiş mahkeme kararı uyarınca ödenen bedelin kesin hüküm
ortadan kaldırılarak iadesine karar verilmesi şeklindeki müdahalenin kanunilik
unsurundan yoksun olduğu kanaatine varılmıştır.
88. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
89. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
90. Başvurucu, ihlalin tespitine ve yeniden yargılama
yapılması ile 19.033,56 TL maddi tazminata ve 15.000 TL manevi tazminata karar
verilmesi talebinde bulunmuştur.
91. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
92. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından
söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani
ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle
ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan
karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması,
varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu
bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan, §§ 55, 57).
93. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye
gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki
kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama
sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu
öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı
olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın
yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama
sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin
yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin
sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
94. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği
sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Yargıtay dairesi kararından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
95. Bu durumda adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya
özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu
kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa
Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında
belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın
bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Yargıtay dairesine
gönderilmek üzere Gümüşhacıköy Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi
sıfatıyla) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
96. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
97. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harcın
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
D. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı ve
mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak amacıyla ilgili Yargıtay dairesine gönderilmek üzere
Gümüşhacıköy Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatıyla) (E.2017/40,
K.2017/292) GÖNDERİLMESİNE,
E. 294,70 TL harcın başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 27/10/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.