TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
E.Y. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/10482)
|
|
Karar Tarihi: 14/12/2022
|
R.G. Tarih ve Sayı: 21/2/2023-32111
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
Kenan YAŞAR
|
|
|
Muhterem İNCE
|
Raportör
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
E.Y.
|
Vekili
|
:
|
Av. Vedat ÖZKAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla
ödenen tazminatın yetersiz olması, adli kontrol tedbiri kapsamındaki tazminat
talebinin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve
güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması
nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 4/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon;
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına gönderilmiştir.
4. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine
karar vermiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu, PKK çağrılarıyla gerçekleştirildiği
belirtilen yasa dışı bir gösteri yürüyüşüne katıldığı iddiasıyla
14/5/2016tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu; müdafii huzurunda
Başsavcılıkta verdiği ifadesinde, gösteriye katılmadığını, gizli tanığın teşhis
ettiği, görüntülerde yer alan kişinin kendisi olmadığını, sosyal medya hesabını
kabul etmekle birlikte terör örgütü propagandası niteliğinde bir paylaşım
yapmadığını belirtmiştir.
7. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan
diğer şüphelilerle birlikte 16/5/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama
kararının gerekçesi şöyledir:
"suça sürüklenen çocuğun üzerine
atılı suçun niteliği, gizli tanık beyanları, teşhis tutanakları, dosyada yer
alan mobese kamera görüntüleri, sosyal paylaşım sitesinde yapılan paylaşımlar,
CMK'nın 100/3 maddesinde belirtilen ve kuvvetli suç şüphesinin varlığı halinde
tutuklama nedeni varsayılan suçlardan olması, mevcut delil durumu ile tüm dosya
kapsamı birlikte değerlendirildiğinde suça sürüklenen çocuklar yönünden
kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması,
atılı suçun kanunda öngörülen cezasının nevi ve miktarına göre tutuklama
tedbirinin ölçülü olması, kaçma şüphelerinin bulunması ve adli kontrol
uygulamasının bu aşamada yetersiz kalacak olması dikkate alınarak CMK'nın 100,
101ve devam eden maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına... [karar verildi.]"
8. Başvurucu hakkında 3/6/2016 tarihinde, silahlı terör
örgütüne üye olma, kamu malına zarar verme, kanuna aykırı toplantı ve
yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, kasten
yangın çıkarma, korku, kaygı veya silahla panik yaratabilecek tarzda ateş etme,
tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, terör örgütü
propagandası yapma, toplantı ve yürüyüşlere silahla katılma, trafik güvenliğini
tehlikeye sokma suçlarından cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır.
9. İddianamede; PKK/KCK terör örgütü çizgisinde yayın
yapan internet sitesinden sokağa dökülme, sokak direnişleri gerçekleştirme,
eylemler yaparak kamu düzenini bozmaya yönelik yapılan çağrılar üzerine
28/12/2015 tarihinde Anadolu Mahallesi Çukurova Caddesi'nde gösteri eylemi
düzenlendiği, bu gösteride barikat kurularak yolların trafiğe kapatıldığı, eylemlere
müdahale eden görevlilere ve kullandıkları araçlara taş, molotofkokteyli, el
yapımı patlayıcılarla saldırılar düzenlendiği, kamu binalarına zarar verildiği
belirtilmiştir. İddianamede, başvurucunun da aralarında olduğu suça sürüklenen
çocukların eylemlere yüzleri maskeli bir şekilde katıldıkları belirtilmiştir.
Başvurucunun söz konusu eyleme katıldığı iddiası gizli tanık beyanına
dayandırılmıştır. Gizli tanığa 28/12/2015 tarihinde gerçekleştirilen eylemde
çekilen görüntüler gösterilmiş, gizli tanık bu görüntülerden başvurucuyu teşhis
etmiştir.
10. İddianamede; başvurucunun ekiplere taş,
molotofkokteyli, havai fişek atılan çatıda olduğu, elindeki cisimleri çatıdan
ekiplere attığı, çatıdaki grup ile fikir ve eylem birliği içinde hareket
ettiği, bu grupla malzeme taşıdığı, başvurucunun da aralarında olduğu
şahısların attığı materyaller sebebiyle Akrep ekip aracının yandığı,
başvurucunun bu şekilde uzunca bir süre çatıda ekiplere yönelik saldırı
gerçekleştirdiği, elindeki malzemelerle yolu trafiğe kapattığı, caddede ateş
yaktığı, yolu trafiğe kapatan terör örgütü yandaşı grupla hareket ettiği,
caddede seyir hâlindeki araçları durdurduğu, elinde sürekli taş bulundurduğu,
caddede yakılan ateşe odun attığı ileri sürülmüştür. Ayrıca başvurucunun sosyal
medya hesabında yasa dışı eylem fotoğrafı paylaştığı belirtilmiştir.
11. Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 17/6/2016
tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2016/339 sayılı dosya üzerinden
kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme ayrıca aynı tarihte yaptığı tensip
incelemesinde başvurucunun üzerine atılı suçun vasfının değişme ihtimalini, bu
aşamada tutukluluk hâlinin devamının hakkaniyete aykırı olacağını, yaşı ve
sabit bir ikamet adresi olduğu gözetildiğinde kaçma ihtimalinin bulunmamasını
dikkate alarak başvurucunun yurt dışına çıkış yasağı ve konutu terk etmeme adli
kontrol tedbirine tabi tutularak tahliyesine karar vermiştir.
12. 10/10/2016 tarihli duruşmada konutu terk etmeme
şeklindeki adli kontrol tedbiri kaldırılmıştır.
13. Mahkeme; yargılama sonunda gizli tanık beyanının tek
başına mahkûmiyete esas alınamayacağını belirterek terör örgütü üyeliği ve
diğer suçlar yönünden başvurucunun beraatine, sosyal medya paylaşımları
nedeniyle terör örgütü propagandası suçundan cezalandırılmasına ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.
14. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; iki
ay haksız yere tutuklu kaldığını, gözaltı, tutuklama kararı ve adli kontrol
tedbiri nedeniyle çalışamayıp kazanç kaybına uğradığını, üzüntü ve sıkıntı
çektiğini, itibarının zedelendiğini, terörist muamelesi gördüğünü, gözaltına
alınmadan önce aylık ortalama 2.000 TL kazandığını belirterek 10.000 TL maddi
ve 15.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava
dilekçesinde başvurucu, gözaltının ve tutuklamanın haksız olduğu iddiasını
gözaltına alınmasına ve tutuklandığı suçlar yönünden beraat etmesine
dayandırmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde gözaltı, tutuklama ve adli kontrol
tedbirinin hukuki olup olmadığıyla ilgili bir açıklamada bulunmamıştır.
15. Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi 29/12/2017 tarihli
kararıyla başvurucuya 6.330,76 TL maddi, 12.000 TL manevi tazminat ile 2.199,69
TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi,
kararında adli kontrol tedbiri yönünden bir değerlendirmede bulunmamıştır.
16. Başvurucu; hükmedilen tazminatların ve vekâlet
ücretinin düşük olduğunu, adli kontrol tedbiri nedeniyle de tazminata
hükmedilmesi gerektiğini belirterek istinaf yoluna başvurmuştur.
17. Bölge Adliye Mahkemesi 2/3/2018 tarihinde
tutuklamadan sonra verilen konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin
ceza infaz kurumunda tutuklu kalma gibi değerlendirilerek fazla manevi
tazminata hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Mahkeme bu
doğrultuda manevi tazminatı 4.000 TL, vekâlet ücretini de 1.240 TL olarak
düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun ''Adli kontrol'' kenar başlıklı 109. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
''(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.)
Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama
sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol
altına alınmasına karar verilebilir.
...
(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda
gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:
...
k) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirli
bir yerleşim bölgesini terk etmemek.
...''
19. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi"
kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
" (1) Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim
önüne çıkarılmayan,
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya
hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı
hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde
hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan
veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya
beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve
tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya
işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle
zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve
haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı
hâllerde sözle açıklanmayan,
h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları
yakınlarına bildirilmeyen,
i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir
şekilde gerçekleştirilen,
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı
değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli
tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı
kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama
veya tutuklama işlemine karşı Kanunda
öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler"
20. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 21/12/2020 tarihli ve
E.2019/1929, K.2020/7258 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...[A]macı maddi gerçeği
ortaya çıkarmak olan ve kamusal nitelik taşıyan ceza mahkemesinde, bazı
koruyucu tedbirlere başvurulması gerekebilir. Bu tedbirler, muhakemenin
yapılabilmesi açısından, delillerin karartılmasını önlemeye yönelik olabileceği
gibi şüpheli ya da sanığın hazır bulundurulmasını veya ilerde verilecek hükmün
yerine getirilmesini sağlamak amacını da taşıyabilir. Koruma tedbirleri kavramı
içinde yakalama, gözaltına alma, tutuklama, arama ve el koyma, adli kontrol,
gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme ve telekomünikasyon yoluyla
iletişimin denetlenmesi konuları yer almaktadır. 466 sayılı Kanunda bu koruma
tedbirlerinden yakalama, gözaltı ve tutuklama, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun 141. ve devamı maddelerinde ise yakalama, gözaltı, tutuklama, arama
ve el koyma işleminden kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmininin
düzenlendiği dikkate alındığında, davacı hakkında uygulanan ve 5271 sayılı
CMK'nın 109/3-j. maddesinde düzenlenen konutunu terk etmemek şeklindeki adli
kontrol tedbiri nedeniyle tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerektiği
ancak davacı hakkında aynı dosyada bir gün gözaltına alınması nedeniyle sadece
CMK’nın 141/1-e maddesi gereğince gözaltı nedeniyle maddi ve manevi tazminata
hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Kanuna aykırı olup, ... hükmün bozulmasına...
[karar verildi.]''
21. İlgili hukuk için ayrıca bkz. A.A. [GK], B.
No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22-46; Esra Özkan Özakça [GK], B. No:
2017/32052, 8/10/2020, §§ 36-52.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Anayasa Mahkemesinin 14/12/2022 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
1. Gözaltı ve Tutuklama Tedbiri Yönünden
a. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, haksız gözaltı ve tutuklama nedeniyle
ödenen tazminatın yetersizliğinden dolayı kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
24. Anayasa Mahkemesi A.A. kararında Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki şikâyetler yönünden başvuru yollarının
tüketilmiş sayılabilmesi için başvurucuların ilk derece mahkemelerinde
yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin iddialarını
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi
kapsamında- açıkça ileri sürerek dava açmaları gerektiğini belirtmiştir. Anılan
tedbirlerin hukuka uygun olmadığına dair iddialar dile getirilmeden
-Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığı
değerlendirilen- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(e) bendi uyarınca kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayalı
olarak dava açılmasının başvuru yollarının tüketilmesi anlamına gelmediğine
karar vermiştir (A.A., §§ 70-90).
25. Gözaltının ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğu
iddiasıyla 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendi uyarınca bir tazminat davası açılmadığının anlaşıldığı somut olay
yönünden anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir.
26. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI bu görüşe
katılmamıştır.
2. Konutu Terk Etmeme Şeklindeki Adli Kontrol Tedbiri
Yönünden
a. Başvurucunun iddiaları
27. Başvurucu; tazminat davasında konutu terk etmeme
şeklindeki adli kontrol tedbiri konusunda herhangi bir değerlendirme
yapılmadığını, kendisine tazminat ödenmediğini, adli kontrol nedeniyle uğradığı
mağduriyetin karşılanmadığını ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkına müdahale teşkil eden bir tedbir olduğundan (Esra Özkan
Özakça, §§ 68-76) başvurucunun şikâyetleri kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkı kapsamında incelenmiştir.
i. Kabul Edilebilirlik Yönünden
29. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen A.A.
kararı yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerine ilişkin olup adli kontrol
tedbirleriyle ilgili bir tespit içermemektedir. Dolayısıyla söz konusu içtihadın
adli kontrole ilişkin şikâyete uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
30. Başvurucu; tazminat davasında konutu terk etmeme
şeklindeki adli kontrol tedbiri konusunda herhangi bir değerlendirme
yapılmadığını, kendisine tazminat ödenmediğini, adli kontrol nedeniyle uğradığı
mağduriyetin karşılanmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun adli kontrol
tedbirine ilişkin etkili olmayan bir yolu tüketip tüketmediği, buna bağlı
olarak başvuruyu süresinde yapıp yapmadığı başvurunun doğrudan esasını
ilgilendirdiğinden kabul edilebilirlik değerlendirmesinin işin esasıyla
birlikte yapılmasına karar verilmesi gerekir.
31. Öte yandan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri yönünden kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas
Yönünden
(1) Genel İlkeler
(a) İnceleme Yöntemine İlişkin
32. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu belirtilmiş, ikinci
ve üçüncü fıkralarında özgürlüğün kısıtlanabileceği durumlar sayılmış,
dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarında ise hürriyetinden
yoksun kalan kişilere tanınan güvencelere yer verilmiştir.
33. Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında ise
bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların
tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade
edilmiştir. Anılan fıkrada yer alan "bu esaslar dışında bir işleme tâbi
tutulan kişiler" ifadesi ile maddenin diğer tüm fıkralarında
belirtilen kurallara aykırı bir işleme tabi kılınmanın kişiye tazminat hakkı
doğurduğu belirtilmiştir. Buna göre maddenin ikinci veya üçüncü fıkralarında
belirtilen durumlara aykırı şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
müdahalede bulunulması ya da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale
edilen kimsenin maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci
fıkralarındaki güvencelerden yararlandırılmaması hâlinde uğradığı zararlar
devlet tarafından ödenecektir (Safkan Aydoğdu, B. No: 2014/7498,
5/4/2017, § 44).
34. Anayasa Mahkemesinin Anayasa'nın 19. maddesinin
dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edilip
edilmediğini belirleyebilmesi için öncelikle başvurucunun anılan maddenin diğer
fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığını
incelemesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi bu inceleme sonucunda başvurucunun
Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir
işleme tabi tutulduğunu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından
tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediğini tespit ederse Anayasa'nın
19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının
ihlali söz konusu olabilecektir (Safkan Aydoğdu, § 45).
35. Bir başka ifadeyle Anayasa'nın 19. maddesinin
dokuzuncu fıkrasının uygulanabilmesi için başvurucunun anılan maddenin diğer
fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığının
derece mahkemelerince ya da Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekir. Bu
bağlamda kişinin Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen
esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu, bu kapsamda uğradığı zararın devlet
tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği veya bir
tazminat imkânının bulunmadığı tespit edilirse Anayasa'nın 19. maddesinin
dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu
olacaktır. Öte yandan kişinin Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında
belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu derece mahkemeleri
tarafından tespit edilmişse Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme tazminat
miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır (M.E.,
B. No: 2018/696, 9/5/2019, §§ 46, 47).
(b) Konutu Terk Etmeme Şeklindeki Adli Kontrol
Tedbirinin Hukukiliğine İlişkin
36. Genel ilkeler için bkz. Esra Özkan Özakça, §§
78-84.
(2)İlkelerin Olaya Uygulanması
37. Somut olayda derece mahkemesi adli kontrol tedbirinin
hukukiliğiyle ilgili bir değerlendirmede bulunmamıştır. Bu durumda başvurucu
hakkındaki adli kontrol tedbirinin Anayasa'nın 19. maddesindeki esaslara uygun
olup olmadığının Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesi gerekmektedir.
38. Başvurucu, terör örgütü üyesi olma suçundan bir süre
tutuklu kaldıktan sonra Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen bir kararla 5271
sayılı Kanun'un 109. maddesi uyarınca konutu terk etmeme şeklindeki adli
kontrol tedbirine tabi tutulmuştur. Dolayısıyla başvurucu hakkında bir adli
kontrol yükümlülüğü olarak uygulanan konutu terk etmeme tedbirinin kanuni
dayanağı bulunmaktadır.
39. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan adli kontrol
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce ön
koşul olarak suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının
değerlendirilmesi gerekir.
40. Anayasa Mahkemesi Rıza Barut (B. No: 2020/14339,
28/12/2021) kararında gizli tanık beyanının şüpheli ya da sanığa bu beyanı
yeterince denetleme imkânı sunulması ve bu beyanının somut olgular içermesi
durumunda tutuklama bakımından kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin mümkün
olduğunu belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi bu kararında başvurucunun
tutuklanmasına dayanak yapılan gizli tanık beyanlarının avukatının da hazır
bulunduğu başsavcılık ifadesinin alınması esnasında başvurucuya sorulduğunu ve
başvurucunun gizli tanık beyanına ilişkin olarak savunmasını yaptığını tespit
etmiş, başvurucuya tanık beyanını denetleme ve karşı argümanlar sunma
fırsatının verildiği sonucuna ulaşmıştır (Rıza Barut, §§ 68-73).
41. Somut olayda da başvurucunun tutuklanmasına dayanak
yapılan gizli tanık beyanlarının başvurucunun avukatının da hazır bulunduğu
Başsavcılıkta ifadesinin alınması esnasında başvurucuya sorulduğu ve
başvurucunun gizli tanık beyanına ilişkin olarak savunmasını yaptığı
görülmüştür.. Aynı şekilde başvurucu, avukatının da hazır bulunduğu tutuklama sorgusunda
da gizli tanık beyanına ilişkin olarak savunma yapabilme imkânına sahip
olmuştur. Dolayısıyla başvurucuya tanık beyanını denetleme ve karşı argümanlar
sunma fırsatının verildiği anlaşılmıştır. Öte yandan gizli tanık beyanının
somut olgular içerip içermediğinin de tespit edilmesi gerekir. Başvurucu
28/12/2015 tarihindeki PKK çağrıları üzerine gerçekleşen ve şiddet eylemlerinin
vuku bulduğu eyleme katılmakla ve bu eylemde aktif olarak rol almakla
suçlanmıştır. Başvurucunun bu eyleme katıldığı iddiası gizli tanık beyanına
dayandırılmıştır. Gizli tanığa söz konusu eylemde çekilen görüntüler
gösterilmiş, gizli tanık bu görüntülerden başvurucuyu teşhis etmiştir. Bu
teşhisin somut bir olgu içerdiği açıktır. Başvurucunun sosyal medya hesabından
yasa dışı eylem fotoğrafı paylaştığı şeklindeki tespit de dikkate alındığında
suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu sonucuna varılmıştır.
42. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan adli
kontrol tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi
gerekir.
43. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında,
tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. Konutu terk etmeme şeklindeki
adli kontrol tedbirinin tutuklamaya alternatif olma niteliği gereği bu tedbir
yalnızca Anayasa'da öngörülen bu amaçlarla verilebilir. Anılan tedbirin
niteliği ve özellikleri dikkate alındığında bunun bilhassa şüpheli veya
sanıkların kaçmalarını engellemeye yönelik adli bir önlem olarak
değerlendirilmesi mümkündür (Esra Özkan Özakça, § 80). 5271 sayılı
Kanun'un 109. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da tutuklama sebeplerinin
varlığı hâlinde kişinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına
karar verilebileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla adli kontrol tedbiri tutuklama
sebeplerinin varlığı hâlinde ve ancak tutuklamanın ölçülü olmayacağı hâllerde
başvurulabilen bir tedbirdir. Bu bağlamda tutuklama ile adli kontrol arasında
sadece ölçülülük bakımından bir fark olduğu, meşru amaç yönünden ise böyle bir
farkın bulunmadığı anlaşılmaktadır.
44. Tutuklama sebepleri 5271 sayılı Kanun'un 100.
maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması
ya da kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya
sanığın delilleri yok etme, gizleme veya değiştirmesi, tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı girişiminde bulunması hususlarında kuvvetli şüphe
oluşması tutuklama nedenleridir. Tutuklamanın anılan meşru amaçları adli
kontrol bakımından da geçerlidir. Bu kapsamda adli kontrol tedbiri açısından
somut olayda kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini,
tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılmasını önleme amaçlarının
ortaya konulup konulmadığının değerlendirilmesi gerekir.
45. Somut olayda derece mahkemesi, başvurucunun adli
kontrol altına alınmasına karar verirken kaçma şüphesinin bulunmadığını açıkça
belirtmiştir. Delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini, tanık, mağdur
veya başkaları üzerinde baskı yapılmasını önleme amaçları yönünden ise bir
değerlendirmede bulunmamıştır. Somut olayda deliller soruşturmanın
tamamlanmasıyla birlikte toplanmıştır. Dolayısıyla başvurucunun delilleri
karartma şüphesinin bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Öte yandan
başvurucunun yargılandığı davada gizli tanık söz konusu olduğundan tanık
üzerinde baskı yapılmasını önleme amacının bulunmadığı görülmüştür. İsnat
edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı ve isnat edilen
suçun kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlardan olmasının
başvurucunun başta bu tedbire tabi tutulmasını haklı gösterebildiği varsayılsa
bile mevcut durumda olduğu gibi yargılamanın ileri bir aşamasında bu tedbire
başvurulmasının gerekçesi olamayacağı sonucuna varılmıştır. Adli kontrol tedbirinin
meşru bir amacının bulunmadığı kanaatine ulaşılmıştır. Ölçülülük yönünden
ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
46. Açıklanan gerekçelerle meşru amacı ortaya konulmadan
başvurucu hakkında konutu terk etmeme tedbirinin uygulanmasının Anayasa'nın 19.
maddesinde yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
47. Somut olayda başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu sonucuna
varıldığından Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası somut olayda
uygulanabilir niteliktedir. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında
maddenin önceki fıkralarına aykırı olarak tutulan kişilerin uğradıkları
zararların devletçe tazmin edileceği hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19.
maddesinin dokuzuncu fıkrasından önce gelen fıkralarından bir veya daha
fazlasının ihlal edildiği sonucuna ulaşıldığı durumlarda iç hukukta herhangi
bir tazmin mekanizması bulunmaması, Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu
fıkrasının da ihlali sonucunu doğuracaktır.
48. 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerinde;
hukuka aykırı olarak yakalanan, gözaltına alınan veya tutuklanan kişilerin
uğradıkları zararlar için ağır ceza mahkemeleri nezdinde dava açabilecekleri,
uğradıkları her türlü maddi ve manevi zararın tazminini isteyebilecekleri hüküm
altına alınmıştır. Ancak 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerinde adli
kontrol, tazminat talep edilebilecek koruma tedbirleri arasında sayılmamıştır.
Somut olayda ilk derece mahkemesi ise başvurucunun açtığı tazminat davasında
adli kontrol tedbirine ilişkin talebiyle ilgili herhangi bir değerlendirmede
bulunmamıştır. İstinaf mahkemesi ise adli kontrol tedbirinin tazminat hesabına
dâhil edilemeyeceğini belirtmiştir. Yargıtayın da konutu terk etmeme şeklindeki
adli kontrol tedbirinden kaynaklanan tazminat isteminin reddedilmesi gerektiği
yönünde kararı bulunmaktadır (bkz. § 20). Dolayısıyla konutu terk etmeme
şeklindeki adli kontrol tedbiri bakımından etkili bir tazminat imkânının
bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin
-üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
1. Başvurucunun iddiaları
50. Başvurucu, gözaltına alma ve tutuklama nedeniyle
hükmedilen tazminatların yetersiz olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
51. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Anayasa Mahkemesi A.A.
kararında 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e)
bendi uyarınca açılan davalarda hükmedilen tazminatın yetersiz olduğu yönündeki
iddiaların adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiğini
belirtmiştir (A.A., § 87). Bu itibarla başvurucunun bu kısımdaki
şikâyetlerinin adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
52. Temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden ve
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren durumlar dışında kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlara dair şikâyetler bireysel başvurunun incelemesi
kapsamında değildir (Ş.K., B. No: 2018/753 12/1/2022, § 19).
53. Somut olayda başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal
iddialarının yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olduğu ve bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan
durumun da bulunmadığı anlaşılan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
54. Başvurucu; koruma tedbirleri nedeniyle açtığı
tazminat davasında ağır cezalık işler için öngörülen miktar üzerinden vekâlet
sözleşmesi yapmasına rağmen yapılan düzenlemeyle sulh ceza hâkimliği için
öngörülen vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet, mahkemeye erişim ve
etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
55. Başvurucunun iddiaları mülkiyet hakkı kapsamında
incelenmiştir.
56. Anayasa Mahkemesi M.E. kararında aynı
mahiyetteki şikâyete ilişkin olarak başvurucunun mevcut bir mülkü veya mülkü
edinmeye yönelik meşru bir beklentisi olduğunu ortaya koyamadığını, dolayısıyla
mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığını
belirterek konu bakımından yetkisizlik kararı vermiştir (M.E., §§
36-38). Somut başvuru yönünden anılan kararda varılan sonuçtan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
57. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
D. Giderim Yönünden
1. Genel
İlkeler
58. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde
yer almaktadır.
59. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. 6216 saylı
Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre esas inceleme kapsamında
bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve varsa ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde gerekli görüldüğü takdirde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili temel hak ve
hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağının belirlenmesi, diğer bir ifadeyle ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmesi de
gerekir (Mehmet Doğan, § 54).
60. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
61. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi
gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemlerden, yargısal işlemlerden veya
yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun
giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan,
§ 57).
62. İhlal, idari makamların veya derece mahkemelerinin
Anayasa’ya uygun yorum yapmalarına imkân vermeyecek açıklıktaki bir kanun
hükmünü uygulamaları veya kanundaki belirsizlikler sebebiyle ortaya çıkmışsa bu
ihlal kanunun uygulanmasından değil doğrudan kanundan kaynaklanmaktadır. Bu
durumda söz konusu ihlalin bütün sonuçlarıyla giderilebildiğinden söz
edilebilmesi için ancak ihlale yol açan kanun hükmünün ortadan kaldırılması
veya ilgili hükmün yeni ihlallere yol açılmayacak bir şekilde değiştirilmesi ya
da yeni ihlallere yol açılmasının önüne geçilmesi için belirsizliğin
giderilmesi suretiyle giderilebilir (Süleyman Başmeydan [GK], B. No:
2015/6164, 20/6/2019, § 70)
63. Bu çerçevede ihlal, Anayasa Mahkemesine başvuru
yapmadan önce başvuru yapılabilecek idari veya yargısal başvuru yoluna ilişkin
kanun hükmünün bulunmamasından kaynaklanabilir. Bu durumda söz konusu ihlalin
bütün sonuçlarıyla giderilebildiğinden söz edilebilmesi ancak ihlale yol açan
konuda kanuni düzenleme yapılması veya ilgili hükümlerin yeni ihlallere yol
açılmayacak bir şekilde değiştirilmesi ile mümkün olur. Bunun yanında bazı
hâllerde sadece kanuni düzenleme yapılması ihlalin tüm sonuçlarının ortadan
kaldırılması bakımından yeterli olmayabilir. Bu durumda ise bireysel başvuru
kapsamında mağdurların ihlalden kaynaklanan maddi ve manevi zararlarını telafi
edici birtakım tedbirlerin alınması da gerekebilir (Y.T. [GK], B. No:
2016/22418, 30/5/2019, § 68; Nevriye Kuruç [GK], B. No: 2021/58970,
5/7/2022, § 105).
2. İlkelerin
Olaya Uygulanması
64. İncelenen başvuruda, hukuka aykırı adli kontrol
tedbirinden kaynaklanan zararların tazminine yönelik özel bir mekanizmanın
öngörülmemiş olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
65. Anayasa'nın Başlangıç bölümünde, kuvvetler ayrımının
devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmediği ancak belli
yetki ve görevlerin kullanılmasından ibaret olduğu, erkler arasında medeni bir
iş bölümü ve iş birliği ilişkisinin bulunduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda
Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen yetki ve görevlerini yerine getirerek,
adli kontrol tedbirlerinin hukuka aykırı olarak uygulandığı durumlarda kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali iddiasıyla ilgili başvuru yapılabilecek
etkili bir yolun ihdas edilmesi gerektiği tespitini yapmıştır. Dolayısıyla
böyle bir düzenleme benzeri ihlallerin de önüne geçerek bireysel başvurunun
amacı ve işlevine de uygun olacağından Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin ortak koruma alanında yer alan bir temel hak ve hürriyetin
ihlaline yol açtığı tespit edilen söz konusu yapısal sorunun çözümü için
kararın bir örneğinin bilgi ve takdiri için yasama organına gönderilmesi
gerekir.
66. Diğer taraftan kararın bir örneğinin yasama organına
gönderilmesi somut başvuru bağlamında başvurucunun ihlalden kaynaklanan
mağduriyetini bütünüyle gidermemektedir. Buna göre ihlalin sonuçlarına ilişkin
eski hâle getirme kuralı çerçevesinde başvurucunun varsa maddi ve manevi
zararlarının da giderilmesi gerekmektedir. Bu nedenle ihlalin niteliği dikkate
alınarak başvurucuya 25.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna
ulaşılmıştır. Diğer taraftan başvurucu, uğradığını iddia ettiği maddi
zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağını ortaya koyamadığından ve
uğradığını iddia ettiği zararla ilgili bilgi ve belge sunmadığından
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 9.900 TL vekâlet
ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Gözaltı ve tutuklama tedbiri yönünden kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Zühtü ARSLAN,
Hasan Tahsin GÖKCAN ve Basri BAĞCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri
yönünden kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE ,
3. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
4. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
C. Anayasa'nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla
bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
D. Hukuka aykırı adli kontrol tedbirine ilişkin tazminat
imkânının bulunmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlaline
sebebiyet veren yapısal sorunun çözümü için keyfîyetin Türkiye Büyük Millet
Meclisine BİLDİRİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
E. Başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
F. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin bilgi için Adana 6. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2017/362, K.2017/442) GÖNDERİLMESİNE,
İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 14/12/2022 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucunun hukuka aykırı gözaltı ve tutuklama
tedbirleri üzerine açtığı tazminat davasında hükmedilen miktarın yetersizliği
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki
şikâyeti, çoğunluk tarafından başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmuştur.
2. Başvurucu gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına neden
olan suçtan dolayı beraat etmesini müteakip “iki ay haksız yere tutuklu
kaldığını” ileri sürerek tazminat talebinde bulunmuş, talebi kısmen kabul
edilmiştir. Başvurucunun hükmedilen tazminatın düşük olduğunu belirterek
istinaf yoluna başvurması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesi adli kontrol
tedbirinin tutuklu kalma gibi değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle manevi
tazminatı düzelterek (düşürerek) istinaf başvurusunun esastan reddine kesin
olarak karar vermiştir (§§ 14-17).
3. Çoğunluk, A.A. kararına atıf yapmak suretiyle
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının kanuna uygun yakalama veya tutuklamadan sonra haklarında
kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilenlere tazminat imkânı
sağlayan (e) bendi uyarınca açılan tazminat davalarının, anılan tedbirlerin
hukuka aykırılıkları dile getirilmeden, Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu
fıkrası kapsamında incelenemeyeceğini belirtmiştir (§§ 24-26).
4. Atıf yapılan A.A. kararına ve onunla aynı gün
verilen Eyyüp Güneş kararına yazdığım karşıoylarda belirttiğim
gerekçelerle, CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi
uyarınca açılan tazminat davalarının reddedilmesi veya verilen tazminatın düşük
bulunması üzerine yapılan başvuruların Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu
fıkrası kapsamında olmadığına dair görüşe katılmıyorum (A.A. [GK], B.
No: 2017/34502, 21/10/2021, Karşıoy, §§ 5-9; Eyyüp Güneş [GK], B.No:
2017/28308, 21/10/2021, Karşıoy, §§ 4-20).
5. Öncelikle belirtmek gerekir ki, kanun koyucu
Anayasa’nın 19. maddesinde öngörülen esaslara aykırılığı bir adım öteye
taşıyarak, kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişinin hakkında karar
verilmesine yer olmadığı yahut beraat kararı verilmesi durumunda da tazminat
talep edebileceğini öngörmüştür. Tam da bu nedenle Anayasa Mahkemesi “Kanun
koyucu, Anayasa’nın 19/9 hükmünün sağladığı imkânları daha da genişletmiştir”
demek suretiyle CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi
uyarınca açılan tazminat davalarını da Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu
fıkrası yönünden incelemiştir (Hasan Akboğa, B.No: 2016/10380,
27/3/2019, § 68).
6. Diğer yandan CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (e) bendi kapsamında açılan tazminat davalarında hukuka
aykırılığın veya haksızlığın karine olarak kabul edildiği
görülmektedir. Nitekim Yargıtay 12. Ceza Dairesi, istikrarlı olarak “kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı
olduğu”, “beraatine hükmedilmesi nedeniyle gözaltı ve tutuklamanın
hukuka aykırı olduğu” ve “beraatle sonuçlanmış suça ilişkin olarak yapılmış
olan tutuklamanın haksız hale geldiği” şeklinde tespitler yaptıktan sonra
farklı nedenlerle davacılara tazminat ödenmemesini kanuna aykırı bulmuştur
(Yargıtay 12. CD, E.2013/27015, K.2014/1040, 21/1/2014; E.2014/5935,
K.2014/12895, 27/5/2014; E.2014/2232, K.2014/13556, 03/6/2014).
7. Yargıtay’ın temel hak ve hürriyetlerin uygulama
alanını genişleten bu içtihadının “kanunun lafzına aykırı olduğu”
gerekçesiyle reddedilmesini bireysel başvuruda benimsenen hak eksenli
yaklaşımla bağdaştırmak mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru
yolunun kabul edilmesiyle birlikte Türk hukukunda temel hak ve hürriyetlerin
korunmasının nihai güvencesi haline gelmiştir. Bu nedenle yapılması gereken
Yargıtay’ın veya derece mahkemelerinin benimsedikleri hak eksenli yorumların “yanlış”
olduğunu söylemek değil, söz konusu yorumu veri olarak kabul edip yapılan
bireysel başvuruları Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında
karara bağlamaktır (ayrıntılı açıklama için bkz. Eyyüp Güneş, Karşıoy,
§§ 8-10).
8. Bunun yanında, uygulamada tazminat davalarının
sıklıkla CMK’nın 141. maddesinin herhangi bir fıkrasına ya da bendine atıf
yapılmadan, genel anlamda “haksız yere” hürriyetlerinden mahrum
bırakıldıkları gerekçesiyle davaların açıldığı görülmektedir. Nitekim somut
olayda başvurucu “gözaltında kaldığı ve tutuklandığı suç hakkında beraat
kararı verilmiş” olması nedeniyle “gözaltı ve tutukluluk süresi[nin]
haksız tutuklama ve gözaltı” olduğunu belirterek tazminat talebinde
bulunmuştur. Tazminat talebini kısmen kabul eden Ağır Ceza Mahkemesi açılan
davayı “5271 sayılı “CMK’nın 141. maddesinde düzenlenen haksız gözaltı ve
tutuklama nedeni ile tazminat talebine ilişkin” olarak nitelendirmiştir.
Benzer şekilde Bölge Adliye Mahkemesi de istinaf başvurusunu CMK’nın 141.
maddesine genel olarak atıf yapmak suretiyle karara bağlamıştır. Dolayısıyla
başvurucunun gözaltının ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasıyla
bir tazminat davası açmadığı yönündeki çoğunluk görüşüne (§ 25) katılmak mümkün
değildir.
9. Açıklanan gerekçelerle, başvurucunun kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine yönelik şikayetinin kabul edilebilir
olduğunu düşündüğümden çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
Başvurucu müsnet suça ilişkin yargılamada beraat etmiş,
gözaltında ve tutuklu olarak kaldığı süreler nedeniyle uğradığı maddi ve manevi
zararın giderilmesi amacıyla CMK madde 141/1-e doğrultusunda açtığı tazminat
davasında mahkemece sonuç olarak hükmedilen tazminat miktarının düşük olması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Mahkememiz çoğunluğunca oluşturulan karar gerekçesinde ise
başvurucunun tazminat davasını haksız gözaltına alındığı ve tutuklandığı
iddiasına dayandırmayıp salt beraat etmiş olmasını öne sürdüğü, başka deyişle
özgürlük ve güvenlik hakkı yönünden usulünce (m. 141/1-a kapsamında) dava
açmadığı gerekçesiyle başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı verilmiştir.
Mahkememizin daha önceki bir kararında (Eyyüp Güneş
[GK], B. No: 2017/28308, 21/10/2021) da aynı husus tartışılmış ve aynı yönde
karar verilmiştir. Anılan emsal karara karşı yazdığım karşıoy içeriğinde yer
alan gerekçelerim doğrultusunda incelemeye konu bu başvuru hakkında da
başvurunun kabul edilebilir bulunarak esası hakkında inceleme yapılması
gerektiği görüşündeyim.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY
1. Başvurucu dosyaya konu somut olayda hakkında açılan
kamu davasının beraat ile sonuçlanması nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanununun
141/1-e maddesi hükmüne dayanarak tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucunun
gözaltı ve tutuklamanın haksız olduğuna dair 141/1-a maddesi gereğince ayrı bir
dava açması gerektiği ve bu başvuru yolunu tüketilmediğinden bahisle çoğunluk
tarafından kabul edilmezlik kararı verilmiştir.
2. CMK.nın 141/1-e maddesinde yer alan düzenleme sürecin
soncuna bağlı olarak ve başlangıçta hukuka uygun olarak verilen gözaltı ve
tutuklama kararlarında bile tazminata hükmedilmesi neticesini doğurmaktadır.
3. Somut olayımızda başlangıçtaki gözaltı ve tutuklama kararlarının
hukuka aykırı olduğu beraat kararı ile ortaya çıkmaktadır.
4. Somut hadisede karar mercii gizli tanık beyanının
hükme esas alınamayacağını beraat kararında dile getirmiştir. Diğer taraftan
söz konusu gizli tanık beyanı tutuklama kararının da en önemli delillerinden
bir tanesi olup bunun hukuka aykırılığı ancak son karar ile tebeyyün etmiştir.
5. Mevcut hal itibariyle beraat kararının dayandığı
gerekçeler başlangıçtaki gözaltı ve tutuklama kararını da hukuka aykırı hale
getirmekte, ancak gelinen nokta itibariyle başvurucunun başlangıçtaki hukuka
aykırılığı fiilen dava konusu yapma olanağı bulunmaktadır.
6. Dahası somut olayda olduğu gibi başlangıçtaki hukuka
aykırılığın sonradan anlaşılması durumunda hukuka uygun ve aykırı tutuklamalar
açısından aynı miktar tazminata hükmedilmesi gibi bir durum ortaya çıkmaktadır.
7. Diğer taraftan sonradan anlaşılan bir durum açısından
başvuruculara ayrı ve önceden bir başvuru yapma yükümlülüğü getirilmesi
kendileri açısından makul olmayan bir yük oluşturmaktadır.
8. Bu nedenle kişilerin CMK. 141/1-e kapsamındaki
tazminat talepleri incelenirken, konuya dair talebin başlangıçtaki kararları da
kapsadığı noktasından hareketle, bunların da değerlendirme konusu yapılması,
somut olayda olduğu gibi kişilere atfı kabil bir kusur olmaksızın hukuksuzluğun
sonradan anlaşılması hallerine münhasır olmak üzere tayin olacak tazminat
miktarında bu durumunda gözetilmek suretiyle değerin ona göre belirlenmesinin
yerinde olacağını değerlendirdiğimizden çoğunluğun başvurunun kabul edilemez
olduğu yönündeki fikrine iştirak edilmemiştir.