TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
HASAN FEHMİ CANAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/12684)
Karar Tarihi: 4/7/2022
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Basri BAĞCI
Kenan YAŞAR
Raportör
Yusuf Enes KAYA
Başvurucu
Hasan Fehmi CANAN
Vekili
Av. Mustafa CANAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, haksız tutuklama ve hükümlülük nedeniyle haksız mahkûmiyet hâlinde tazminat hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, tümgeneral rütbesiyle İkmal Maliye Okulu ve Eğitim Merkezi komutanı olarak görev yapmaktayken kamuoyunda Balyoz davası olarak bilinen davada 11/2/2011 tarihinde tutuklanmış; 21/9/2012 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs suçundan 18 yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Mahkûmiyet kararında; başvurucunun 5/3/2003-7/3/2003 tarihinde Balyoz Güvenlik Harekât Planı'nın tartışıldığının iddia edildiği 1. Ordu Komutanlığında yapılan seminere katıldığı, "Balyoz Güvenlik Harekât Planı" isimli klasörde yer alan EK-A adlı görevlendirme listesinde adının bulunduğu, yine GEN-ETÜD isimli listede yer aldığı, personel konulu listelerin oluşturulmasında çalıştığı hususlarına dayanılmıştır. Başvurucuya isnat edilen suçlamanın dayanağı olan deliller 11 ve 17 No.lu CD'lerdir. Söz konusu plan ve görevlendirme listesi bu CD'lerin içinde yer almaktadır.
6. Başvurucu, tümgeneral rütbesinde iken 2012 yılı Ağustos ayında Yüksek Askerî Şura kararı ile emekliye sevk edilmiştir.
7. Başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 9/10/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır.
8. Başvurucu daha sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi bu başvuruda (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014) başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine, yargılanmanın yenilenmesine ve ihlalin giderilmesi için kararın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi başvurucuların sundukları dijital verilerin güvenilirliğine ilişkin ciddi kuşkular uyanmasına neden olan bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarının ilk derece mahkemesince kabul edilmemesinin, bu konularda bilirkişi incelemesi yaptırılması yolundaki taleplerinin de yetersiz gerekçelerle reddedilmesinin ve önemli ölçüde dijital veri ve içeriklerine dayanan mahkûmiyet kararının gerekçesinin adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte olmamasının gerekçeli karar hakkına ve silahların eşitliği ilkesine aykırılık oluşturması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
9. Bu karar üzerine İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 19/6/2014 tarihli kararı ile yargılanmanın yenilenmesine, infazın durdurulmasına ve başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
10. Yapılan yargılama sonucunda İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2015 tarihli kararı ile Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs suçunu işledikleri yönünde mahkûmiyetlerine yetecek, şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, yüklenen suçları işlediklerinin sabit olmadığı gerekçesiyle dava kapsamında daha önceden haklarında mahkûmiyet kararı verilmiş olan ve aralarında başvurucunun da bulunduğu tüm sanıkların beraatine karar verilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Mahkumiyet hükmüne esas alınan dijital delilerdeki çok sayıdaki dosyanın oluşturulma ve değiştirilme tarihi üst verileri arasında çelişkiler bulunması, Donanma Komutanlığında ele geçirilen 5 nolu harddiske normal kullanıcı hareketi ile açıklanamayacak şekilde 6 ayrı zamanda saati güncel olmayan bir bilgisayardan tarih sıralamasına uymaksızın veriler yüklenmesi, son olarak 28/7/2009 tarihinden sonra toplu şekilde veri yüklendiğinin anlaşılması, Calibri ve Cambria yazı tiplerinin Office Open XML referanslarının Microsoft Office yazılımlarda ilk kullanılma tarihleri dikkate alındığında belgelerin oluşturulma tarihinde de çelişkiler bulunması, mahkumiyet hükmüne esas tüm dijital verilerde zaman, mekan ve kişi yönünden birçok çelişkiler bulunması, belgelerin oluşturulma tarihlerinden çok sonraki durum ve olayları içermesi dikkate alındığında, sahtecilik yapıldığı kesin olarak belirlenen 11 ve 17 nolu CD ler dışındaki dijital delillerin de sahte olarak oluşturulduğu yönünde kuvvetli şüphe oluşmuştur.
...
Donanma Komutanlığında ele geçirilen ve mahkumiyet hükmüne esas alınan harddisk ve CD lerin TSK'ya veya sanıklara ait özel bilgisayarlarda oluşturulduğu yönünde hiç bir delil elde edilememesi, gazeteci tarafından teslim edilen, sahte oluşturulduğu kesin olarak belirlenen 11 ve 17 nolu CD ler ile içeriklerinin benzerlik göstermesi, bilirkişi raporları doğrultusunda 5 nolu harddisk, TDK marka lnolu CD ve 10 nolu CD 'nin içeriklerinin sahte olarak oluşturulduğu yönünde mahkememizde kuvvetli şüphe oluşması, Gölcük Donanma Komutanlığında arama yapılmasına neden olan ihbarda direkt olarak suça konu dijital verilerin bulunduğu yerin belirtilmesi, 5 nolu harddisk üzerinde Donanma Komutanlığında arama yapılmadan 4-5 gün önce bırakılan ve elverişsiz olması nedeniyle kime ait olduğu belirlenemeyen parmak izi bulunması, dijitallerdeki suç teşkil eden belgelerin sanıklara aidiyeti yönünde şüphe oluşması dikkate alındığında, bu delillerin Gölcük Donanma Komutanlığında ele geçirilmesi bu dijitallerdeki suç teşkil eden belgelerin sanıklar tarafından düzenlendiğinin kabulü için yeterli bulunmamıştır.
Hükme esas alınan 16/2/2015 tarihli bilirkişi raporundan suça konu dijital delillerde olağan karşılanamayacak şüpheli durumlar ve çelişkiler bulunduğunun anlaşılması, sanık S.T.’ye ait defterin bu kişinin bilgisi ve rızası dışında kim olduğu belirlenemeyen kişi veya kişilerce gizlice komutanlık dışına çıkarılması, 11 ve 17 nolu CD lerin üzerindeki yazı makinasıyla yazılan yazıların sanıklarla aidiyet kurulmasını sağlamak amacıyla S.T.’ye ait defterden harf kopyalanarak yazdırıldığının kesin olarak belirlenmesi, gazeteci M.B. tarafından teslim edilen 11 ve 17 nolu CD lerde yer alan bir kısım belgelerin içeriklerinin Gölcük Donanma Komutanlığında ve sanık H.B.’nin evinde yapılan aramada elde edilen dijital delillerin içerikleriyle aynı olmasının bu dijital delillerin de sahte olarak oluşturulmuş olabileceği şüphesini doğurması, 11 nolu CD içerisinde yer alan Y.G. tarafından düzenlenen belgenin ıslak imzalı orijinalinin hükümetin iktidara gelmesinden önce düzenlenmesine karşın bunun 11 nolu CD içinde hükümetin iktidara geldiği tarihten sonra oluşturulmuş gibi aleyhe delil oluşturacak şekilde değiştirilerek eklenmesi, dijital verilerde nedeni açıklanamayacak şekilde zaman, mekan, kişiler ve içerik yönünden birçok çelişki bulunması dikkate alındığında, dijital deliller içindeki suça konu verilerin sahte olarak oluşturulduğu yönünde mahkememizde kuvvetli şüphe oluşmuştur.
Gerekçeli kararımızın dijital delillerle ilgili değerlendirmeler bölümünde de belirtildiği üzere, yargılamanın yenilenmesi aşamasında elde edilen deliller doğrultusunda gazeteci tarafından teslim edilen 11 ve 17 nolu CD lerin sahte olarak oluşturulduğu kesin olarak tesbit edilmiş, mahkumiyet hükmüne esas alınan diğer tüm dijital delillerin de sahte olarak oluşturulduğu yönünde kuvvetli şüphe oluşmuştur. Dolayısıyla seminer ses kayıtlarını ele geçiren bir kişinin bu kayıtları dinleyerek buna göre belge oluşturmasının mümkün olması karşısında seminer kayıtları ile dijital verilerin birbirini doğrulamasının bir öneminin olmadığı düşünülmüştür."
11. İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesince harekât planıyla ilgili seminere ilişkin olarak sanıkların bu seminerde yapmış oldukları konuşmaların tek başına atılı suçu oluşturduğu yönünde bir kabul ve tespitte bulunulmamış, sadece bu konuşmaların sahte olduğu belirtilen dijital veri içeriklerini doğruladığı belirtilmiştir. Bu nedenle ilk derece mahkemesi, seminer konuşmaları yönünden dijital delillerle bağlantı kurmaksızın, bu konuşmaların tek başına yüklenen suçu oluşturup oluşturmadığı yönünden değerlendirme yapmıştır. Mahkemece harekât planı seminerinde jenerik plan olarak oynanmasına karar verilen "olasılığı en yüksek tehlikeli senaryo"da özet olarak Türkiye'nin irticai, yıkıcı ve bölücü faaliyetlerin yarattığı iç tehdit ve dış tehdidin bir araya gelmesi durumunun olduğu, bu seminerde olasılığı en yüksek tehlikeli senaryo oynandığından yerleşmiş Yargıtay kararları doğrultusunda seminerde yapılan konuşmaların bir bütün olarak ele alınıp suç tarihinde yürürlükte olan yasal mevzuat kapsamında değerlendirme yapıldığında sanıkların atılı suçları işledikleri yönünde bir netice ve kanaate varılamadığı sonucuna ulaşmıştır.
12. Mahkeme ayrıca her ne kadar harekât planı seminerinde bir kısım sanık tarafından amacını aşan konuşmalar yapılmış ise de isnat olunan suça ilişkin kanun maddeleri uyarınca bunların suç oluşturabilmesi için kişisel düşüncelerin açıklanması bazında kalınmayıp daha ileri aşamaya geçilmesi, en azından bir araya gelinerek darbe yapılması konusunda maddi olgularla desteklenecek şekilde bir anlaşmaya varılması gerektiğini belirterek sanıkların 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 147. maddesi ve 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesinde belirtilen eylemleri gerçekleştirmeye teşebbüs ettikleri veya bu suçları işlemek için maddi olgularla desteklenecek şekilde ittifak yaptıkları yönünde bir kanaat ve sonuca varılamadığını kabul etmiştir.
13. Mahkeme, hüküm ile birlikte gazeteci M.B. tarafından Başsavcılığa teslim edilen 11 ve 17 No.lu CD’ler üzerindeki el yazılarının yazı makinesiyle sanık S.T.ye ait not defterinden kopyalanıp sahte olarak oluşturulduğunun anlaşılması ve önceki mahkûmiyet hükmüne esas alınan 11 ve 17 No.lu CD’ler dışındaki diğer dijital delillerin de sahte olarak oluşturulduğu yönünde kuvvetli şüphe bulunması nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.
14. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu 425.000 TL maddi, 2.350.000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dilekçesinde başvurucu; hukuka aykırı delillerle ve adil yargılanma hakkı ihlal edilerek yapılan bir yargılamada 1.224 gün haksız olarak tutuklu ve hükümlü hâle geldiğini, Anayasa Mahkemesinin verdiği ihlal kararıyla haksızlığın tescil edildiğini belirtmiştir. Ayrıca maddi ve manevi zararlarına ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Başvurucu; maddi tazminat kapsamında yargılandığı davada ödediği 14.000 dolar vekâlet ücretinin, açtığı tazminat davasındaki vekâlet ücretinin, eşinin ve çocuklarının ceza infaz kurumu ziyaretlerine ve duruşmalara katılmalarına ilişkin yol ve konaklama masraflarının (55.200 TL), ceza infaz kurumundaki kantin harcamalarının (41.000 TL), maaşından kesilen tayın bedelinin (1.977,59 TL), tutuklu kaldığı süre içinde maaşından eksik ödenen Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) aidatları nedeniyle mahrum kaldığı OYAK nemalarının (4.256,33 TL), haksız tutuklama ve hüküm nedeniyle emekli edilmesi dolayısıyla terfi edememesinden kaynaklı kayıpların (220.000 TL) ödenmesini talep etmiştir.
15. Başvurucu; manevi zararları kapsamında uzun yıllar hizmet verdiği Türk Silahları Kuvvetlerinden ayrılmasına neden olan bu sürecin kendisini derinden etkilediğini, yargılama sürecinde yapılan yayınlarla iftira ve karalamalara maruz kaldığını, darbeci olarak yaftalandığını, çevresinde itibarının sarsıldığını, bu sürecin tüm aile bireyleri üzerinde büyük bir psikolojik çöküntüye sebep olduğunu, meslek hayatı süresince verdiği emeğin karşılığı olarak beklediği terfi ve bu terfiye bağlı alacağı görevlerden duyacağı haz ve mutluluklardan tüm aile yakınlarıyla birlikte mahrum bırakıldığını, önemli günlerinde aile bireylerinin yanında olamadığını belirtmiştir.
16. Tazminat talebini inceleyen Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi bilirkişi raporu aldırılmasına karar vermiştir. Bilirkişi raporunda 14.000 dolar vekâlet ücretinin ödendiğine ilişkin geçerli bir belge ibraz edilmediği, 11.000 TL vekâlet ücretinin ödendiğinin anlaşıldığı, eşinin ve kızının konaklama ve yol masraflarının 43.200 TL olduğu, ceza infaz kurumu raporuna göre başvurucu adına 14.636 TL emanet para verildiği, kantin harcamalarına ilişkin başka belge ibraz edilmediği, tutukluluk sürecinde eksik ödenen maaş ve OYAK aidatlarından kaynaklı zararın 3.186.48 TL, ceza infaz kurumunda kesilen tayın bedelinin ise 1.977.59 TL olduğu, terfi edememesi nedeniyle uğradığı maaş ve OYAK yardımı kaybı farkının daha fazla olmasına rağmen başvurucunun 220.800 TL talep ettiği, başvurucunun tüm bu kalemleri tazminat olarak isteyebileceği belirtilmiştir.
17. Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi yapılan yargılama sonucunda 8.000 TL maddi, 200.000 TL manevi tazminatın ve 18.430 TL vekâlet ücretinin başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı 1224 gün tutuklu kalmıştır. Her ne kadar davacı dava dilekçesinde cezaevinde yapmış olduğu harcamaları talep etmiş ise de davacının tutuklu olmaması halinde hayatını idame ettirebilmek için harcama yapacağı, bu nedenle bu gideri isteyemeceği anlaşıldığından bu talep tazminat hesabına dahil edilmemiştir. Yine cezaevine yapılan ziyaretçi giderlerinin Yargıtay 12 Ceza Dairesinin yerleşik uygulamaları ile sabit olduğu anlaşıldığından; bu talep de maddi tazminat hesabına dahil edilmemiştir.
Görev başında olan TSK mensuplarına her ay 2155 sayılı kanun ve ilgili yönetmeliğe göre ödenmesi gereken tayin bedeli talep edilmiş ise de; davacının tutuklu kaldığı dönemde görev başında olmadığı, bu talebin maddi zararın kapsamına dahil edilemeyeceği anlaşıldığından maddi tazminat hesabına dahil edilmemiştir (Yargıtay 12 Ceza Dairesi 2016/2972 E- 2016/10264 K).
Her ne kadar davacı Tümgeneral olarak 2012 yılı Ağustos ayında resen emekliye sevk edildiğini, şayet emekli edilmemiş olsa fiilen görev yapacağını, normal şartlarda orgeneral olma ihtimalinin bulunduğunu, bu nedenle aradaki muhtemel maaş farkını ve Oyak kesintileri nedeniyle kaybını talep etmiş ise de; maddi zararların ancak fiilen mevcut kayıplar nazara alınarak hesaplanabileceği, varsayımlara dayalı olarak hesaplama yapılamayacağı anlaşılmakla bu yöndeki talep edilen zararlar maddi tazminat hesabına dahil edilmemiştir.
Her ne kadar davacı avukatına ceza davası için 14.000 USD ve bu dava nedeniyle avukatına 10.000,00 TL ödediğini beyan etmiş ise de; bu ücretlerin ödendiğine dair kanaat verici bilgi ve belge sunulmadığından bu yöndeki talep de maddi tazminat hesabına dahil edilmemiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri personeli olan davacının tutuklanması nedeniyle mahrum kaldığı giderlere ilişkin bilgi ve belgeler bilirkişi tarafından bir bir değerlendirilmiş olup mahkememize sunulan ve dosya içeriğine kısmen uygun olduğu kabul edilen bilirkişi raporuna göre davacının tutuklu kaldığı süre itibariyle maddi kaybının avukatına ödediği ücret nedeniyle toplam 8.000,00 TL (Her ne kadar sanığın avukatına ödediği hususunda belgelendirdiği 11.000,00 TL vekalet ücreti var ise de, bu ücretten beraat hükmünün yürürlükte bulunduğu tarihte yürürlükte olan AAÜT sanık lehine beraat kararı ile hükmedilen 3.000,00 TL mahsup edilmiştir) olduğu, bu miktarın tutuklama tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte maddi tazminat olarak davacıya verilmesi gerektiği, yine davacının tutuklu kaldığı süre, yaptığı görev, sosyal statüsü, tutukluluğun söz konusu olduğu davanın kamuoyunda meydana getirdiği olumsuz imaj, davacının bu süre zarfında eşinden ve çocuklarından ayrı kalmış olması, tutuklu kaldığı süreçte oğlunun evlenmiş olması, kendisinin ve ailesinin yaşadığı manevi acı ve ızdırap ile hak ve nesafet ölçüleri birlikte değerlendirildiğinde davacı için 200.000,00 TL manevi tazminata hükmedilerek bu miktarın da tutuklama tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte hazineden alınarak davacıya verilmesinin uygun olacağı kanaatine varılarak bütün bu gerekçelerle aşağıdaki hüküm fıkrası kurulmuştur."
18. Başvurucu, dava dilekçesindeki iddialarını yinelemiş; tazminat miktarlarının düşük olduğunu, Mahkemenin bilirkişi raporunu dikkate almamasının hatalı olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur.
19. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 19. Ceza Dairesi duruşma açılmasına karar vermiş; yaptığı yargılama sonucunda 5/4/2017 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına, başvurucuya 26.873,64 TL maddi, 180.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Maddi tazminat yönünden yapılan incelemede; Davacının ailesinin ve kendisinin duruşmalara katılmak için yaptığı seyahat masrafları, cezaevinde yapmış olduğu harcamalar, eksik ödenen maaş nedeniyle mahrum kalınan OYAK nemaları, üst rütbeye terfi edememekten dolayı uğradığı zarar, davacının alamadığı tayın bedeli, Yargıtayın yerleşik içtihatları da dikkate alınarak maddi tazminata esas alınmamıştır.
İlk derece mahkemesince verilen hükümde davacının beraat ettiği yargılamada avukatına ödediği 11.000,00 TL'nin, ilk derece mahkemesince verilen 3.000.00 TL vekalet ücreti düşüldükten sonra kalan 8.000,00 TL'sinin maddi tazminat olarak davacıya ödenmesine karar verildiği anlaşılsa da; davacının avukatına yaptığı ödemenin 5.500,00 TL'lik makbuzunun beraat kararınından yaklaşık 5 ay sonrasına ait olması nedeniyle ilk derece mahkemesince ödenen 8.000,00 TL avukatlık ücretinin 5.500.00 TL sinin düşüldükten sonra 2.500.00 TL nin davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Davacı cezaevinde iken 2012 yılı Ağustos ayında emekli edildiğinden, eğer tutuklu olmasaydı emekli iken başka bir işte çalışabileceği göz önünde bulundurularak, emekli edildiği tarihi izleyen 1 Eylül 2012 tarihinden tahliye edildiği19 haziran 2014 tarihine kadar geçen süreye karşılık net asgari ücret üzerinden dairemizce hesaplama yapılıp (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının internet sitresinden alınan yıllara göre net asgari ücret tarifesi üzerinden) 24.373,64 TL maddi tazminat kapsamında davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Manevi tazminat miktarının belirlenmesinde şüphesiz davacının haksız işlemlerin yapıldığı tarihteki rütbesi, sosyal statüsü, toplum içindeki saygınlığının dikkate alınması gerektiği gibi, tutuklu kaldığı süre, maruz kaldığı yoğun hak ihlalleri de göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu davanın günü birlik basın-yayın araçları ile, soruşturmanın gizliliği kuralına da riayet edilmeden bütün teferruatıyla kamuoyuna sunulması, televizyonların tartışma programlarına konu olması nedeniyle ülkede neredeyse bu davadan habersiz kimse kalmamıştır.
Davanın tüm ülke kamuoyunun bilgisine sunulması nedeniyle davacının maruz kaldığı itibar kaybı, diğer tazminat davalarının mağdurlarının maruz kaldığı itibar kaybıyla bir değildir. Bu husus, manevi tazminatın belirlenmesinde dairemizce göz önünde bulundurulmuş, diğer tazminat davalarına göre manevi tazminat miktarı yüksek tutulmuştur.
Yine bu davalardaki hukuka aykırılıkların yoğunluğunun adli hatanın ötesinde olması, davacı ve davanın diğer sanıkları hakkında aleyhe delil uydurulduğuna, lehe olan delillerin ısrarla göz ardı edildiğine dair mahkeme kararlarına yansıyan tespitlerde mahkememizce tazminat miktarının belirlenmesinde göz önünde bulundurulmuştur.
Tazminata konu dava ve bu kapsamda değerlendirilebilecek kamuoyuna mal olmuş bir kaç dava nedeniyle Türk yargısı büyük yara almış, toplum nezdinde itibar erezyonuna uğramış ve Türk yargısının güvenilirliği zarar görmüştür. Ancak; bu davalar nedeniyle mağdur olan kişilere verilecek tazminat miktarının, sıradan davalarda verilen tazminat miktarından bir nebze fazla olması gerektiği kabul edilse de; diğer davalarda verilen tazminat miktarının 15-20 katı tazminat verilmesi durumunda, toplumda yargının farklı kesimler arasında ayrım yaptığı, taraflı davrandığı, kanun önünde eşitlik ilkesini gözetmediği şeklinde yaygın bir kanaat oluşacak, bu durum ise yargının itibarına ve güvenilirliğine vurulacak ikinci bir darbe olacaktır.
Bu nedenle Yargıtayın tazminat davalarında yıllardan beri süregelen uygulamaları dikkate alınarak davacının tutuklu kaldığı süre, atılı suçun niteliği, tutuklama tarihinden itibaren faize hükmedilmesi suretiyle davanın kesinleştiği tarihe kadar davacının elde edeceği parasal değer gözetilerek davacıya verilen manevi tazminat miktarı belirlenmiş, ilk derece mahkemesince verilen 200.000,00 TL manevi tazminat dairemizce yüksek bulunmuş ve 180.000,00TL manevi tazminatın 21.02.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte Hazineden alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."
20. Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesi 5/2/2018 tarihli ilamında, tutuklu olmasaydı başka bir işte çalışabileceği gözönünde bulundurularak emekli edildiği tarihten tahliye edildiği tarihe kadar geçen süreye karşılık asgari ücret tarifesi üzerinden başvurucu için tazminata hükmedilmesinin taleple bağlılık ilkesine aykırı olduğunu belirtmiş, maddi tazminatı 2.500 TL'ye düşürerek kararı onamıştır.
21. Başvurucu 14/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
22. İlgili hukuk için bkz. Fahri Yavuz Uras, B. No: 2019/4812, 25/5/2022 §§ 24-30.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Anayasa Mahkemesinin 4/7/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu; mahkûmiyetine sebep olan yargılanma sırasında birçok hukuka aykırılık yaşandığını, tarafsız olmayan hâkimlerce yargılandığını, yargılandığı davada görev alan hâkimlerin ve savcıların terör örgütü üyeliği suçlamasıyla yargılandığını, bu hâkimleri ve savcıları atayan devletin meydana gelen tüm hukuka aykırılıkların tazmininden sorumlu olduğunu, işlemediği bir suç nedeniyle 3 yıl 4 ay 9 gün tutuklu ve hükümlü olarak ceza infaz kurumunda kalması nedeniyle oluşan zararların tazmin edilmesi gerektiğini belirterek kanun önünde eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının ve tazminat hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Başvurucu; Anayasa’nın 17.maddesine aykırı olarak tutuklu ve hükümlü kaldığı süre zarfında maddi ve manevi varlığının esaret altına alındığını, maddi ve manevi açıdan önemli ölçüde zarara uğradığını, hükmedilen tazminat miktarının hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu temel olarak hukuka aykırı delillerle ve adil yargılanma hakkı ihlal edilerek yapılan bir yargılamada 1.224 gün haksız olarak tutuklu ve hükümlü hâle gelmesine rağmen kendisine ödenen tazminat miktarının yetersiz olduğundan şikâyetçidir.
27. Haksız mahkûmiyet hâlinde tazminat hakkı, bir suçtan dolayı kesin bir kararla mahkûm olup yeni ortaya çıkarılan bir hususun adli hata yapılmış olduğunu kesinlikle göstermesi nedeniyle hakkındaki mahkûmiyet kararı kaldırılmış olan kişiye böyle bir mahkûmiyet sonucu ceza çekmesi hâlinde maddi ve manevi tazminat ödenmesini güvence altına alır. Bu tazminat hakkı bütün adli hatalarda değil kişinin açıkça masum olduğunu ortaya koyan bariz adli hatalarda uygulama alanı bulur.
28. Tazminat hakkı için ilgili kişinin nihai bir kararla suçlu olduğuna karar verilmiş olması ve mahkûmiyet kararından sonra cezanın belli bir süre de olsa infaz edilmesi gerekir. Kişi suçlu bulunmuş olsa bile cezasını hiç infaz etmemişse tazminat hakkı söz konusu olamayacaktır. Mahkûmiyet kararının usule ilişkin gerekçelerle veya yeni keşfedilmiş bir husus nedeniyle değil de istinaf/temyiz mahkemesinin delilleri farklı bir şekilde değerlendirmesinden dolayı bozulması durumunda ya da istinaf/temyiz mahkemesinin sanığın suçluluğu bakımından ilk derece mahkemesinin gözden kaçırdığı bazı olguları keşfetmesi hâllerinde tazminat hakkı bulunmamaktadır.
29. Somut olayda başvurucu 11/2/2011 tarihinde tutuklanmış, 21/9/2012 tarihinde başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararı 9/10/2013 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu kesinleşen mahkûmiyet hükmü kapsamında da 19/6/2014 tarihine kadar ceza infaz kurumunda kalmıştır. Daha sonra 31/3/2015 tarihinde de başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Başvurucu temel olarak mahkûmiyetine dayanak teşkil eden delillerin sahte olarak oluşturulması nedeniyle beraat etmiştir. Bu çerçevede mahkûmiyet hükmünün verilmesinden sonraki süreç yönünden başvurucunun durumunun haksız mahkûmiyet hâlinde tazminat hakkına temas eden bir yönü bulunmaktadır. Bu nedenle başvurunun bu kısmının haksız mahkumiyet halinde tazminat hakkı yönünden incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır (Benzer yönde bkz. Fahri Yavuz Uras, § 36).
30. Başvurucu 11/2/2011 tarihinden21/9/2012 tarihine kadar suç isnadına bağlı olarak tutuklu kaldığından bu döneme ilişkin şikayetlerinin ise Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkraları kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden incelenmesi gerekir.
1. Haksız Mahkûmiyet Hâlinde Tazminat Hakkı Yönünden
31. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) veya Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
32. Haksız mahkûmiyet hâlinde tazminat hakkı, Sözleşme’ye ek (7) No.lu Protokol’ün 3. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan protokolün onaylanmasının uygun bulunmasına dair 6684 sayılı Kanun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 10/3/2016 tarihinde kabul edilmiş ve bu Kanun 25/3/2016 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Protokol 28/3/2016 tarihinde Bakanlar Kurulunca onaylanmış ve Türkiye açısından 1/8/2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Dolayısıyla Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol 1/8/2016 tarihinden sonra gerçekleşen olaylar bakımından uygulanabilir hâle gelmiştir (İffet İnci Gültekin, B. No: 2013/9585, 9/3/2016, § 42).
33. Başvuruya konu ihlal iddiası tarihi itibarıyla Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün yürürlüğe girip girmediğinin de belirlenmesi gerekir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmünün infazı 19/6/2014 tarihinde durdurulmuş ve 31/3/2015 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Başvurucu 15/8/2015 tarihinde tazminat davası açmıştır. Başvurucunun infazının durdurulduğu, beraatine karar verildiği ve akabinde tazminat davasının açıldığı tarihte anılan protokol Türkiye açısından yürürlükte olmadığından başvurucunun hak iddiasının Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının dışında kaldığı anlaşılmaktadır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Fahri Yavuz Uras, § 49; Sözleşmeye ek (7) No.lu Protokol'de düzenlenen aynı suçtan iki kez yargılanma hakkı yönünden benzer nitelikteki karar için bkz. İffet İnci Gültekin, § 42).
34. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Yönünden
35. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
36. Somut olayda başvurucu 21/2/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 21/9/2012 tarihinde başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Bu tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı tutma hâli sona ermiştir. Bu nedenle başvurucunun tutuklama suretiyle hürriyetinden yoksun bırakılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında hukuki olmadığına ilişkin iddiası, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında değildir.
37. Bu durumda Anayasa Mahkemesi başvurucunun hürriyetinden yoksun bırakılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında hukuka uygun olup olmadığını zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle inceleyememektedir. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin dışında olması nedeniyle hukukiliğini inceleyemediği bir hürriyetten yoksun bırakılma hâli dolayısıyla başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edildiği iddiasını incelemesi de mümkün değildir. Sonuç olarak anılan şikâyet bakımından da zaman bakımından yetkisizlik söz konusudur (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Aziz Yıldırım (4), B. No: 2014/4476, 16/4/2015, § 34; Safkan Aydoğdu, B. No: 2014/7498, 5/4/2017, § 46).
38. Zira bireysel başvuruya konu müdahaleyi telafi etmeyi amaçlayan hukuk yollarının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra olumsuz biçimde sonuçlanması, müdahaleyi her zaman Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi içine sokmaz. Bu bağlamda 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurularda zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra tüketilmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır (Safkan Aydoğdu, § 46).
39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Haksız mahkûmiyet hâlinde tazminat hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 4/7/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.