logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(İlyas Tunç [1.B.], B. No: 2018/13388, 18/11/2020, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İLYAS TUNÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/13388)

 

Karar Tarihi: 18/11/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Murat BAŞPINAR

Başvurucu

:

İlyas TUNÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa itirazı inceleyen mahkemenin tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargı organlarının genel tutumu nedeniyle masumiyet karinesinin; hukuk kurallarına aykırı olarak hakkında yeniden soruşturma açılması ve yapılan işlemler dolayısıyla aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırmama ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 3/5/2018 ve 4/1/2019 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Yapılan incelemede kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/985 numaralı bireysel başvurunun 2018/13388 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/13388 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. İlgili Süreç

9. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).

10. Bu kapsamda FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarında eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmalarına yönelik soruşturmalar yapılmış ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır.

1. Hatay Adliyesindeki Dava

11. Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından öğretmen olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında FETÖ/PDY yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmış ve 31/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.

12. Başvurucu 2/9/2016 tarihinde silahlı terör örgütü kurma, yönetme ve üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle Hatay Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir.

13. Başvurucunun sorgusu Hatay 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu; ifadesinde terör örgütü ile herhangi bir bağlantısı olmadığını, herhangi bir şekilde toplantılarına katılmadığını, yayınlarına abone olmadığını, himmet adı altında herhangi bir yardımda da bulunmadığını, ByLock programını hiçbir zaman indirmediğini ve kullanmadığını ifade ederek isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir.

14. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:

"... üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti mevcut delil durumu, dosya kapsamı, dosyaya ekli bylock raporu göz önüne alındığında, atılı suçu işlediği hususunda kuvvetli emareler bulunması, atılı suçun CMK'nun 100/3 maddesinde düzenlenen suçlardan olması, soruşturmanın geniş kapsamlı olması ve çok sayıda şüphelinin bulunması nedeniyle delillerin tam olarak toplanıp değerlendirilmesinin zaman alacağı hususu da göz önüne alındığında delillerin tam olarak toplanmaması ve dosya kapsamı itibariyle delillerin karartılma şüphesinin bulunması nedeniyle, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan CMK'nun l00 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA, ... [karar verildi.]"

15. Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 6/9/2016 tarihli iddianameyle başvurucu ile birlikte toplam 41 şüpheli hakkında terör örgütüne üye olma suçlamasıyla kamu davası açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ilişkin genel açıklamaların da yer aldığı iddianamede FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve soruşturma sürecine değinilmiş; başvurucun da bu kapsamda cezalandırılması istenmiştir.

16. Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 1/10/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/333 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

17. Mahkeme 29/1/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tahliyesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgi kısmı şöyledir:

"... oluşturulması, dahil olunması, kullanılması ve teknik özellikleri itibariyle münhasıran FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca kullanılan kriptolu iletişim ağı ByLock'u yoğun olarak kullandığı, FETÖ/PDY terör örgütü liderinin bylock ile ilgili 'tüm üyelerimiz bylock üzerinden haberleşsin, kullanmayanlar hizmete ihanet etmiş olur' şeklindeki emir ve talimatına uyduğu, örgüt liderinin talimatı üzerine örgütün finans kuruluşu olan Asya Katılım Bankasına para yatırdığı, örgütün Çorludaki izdivaç işlerinden sorumlu olduğu, örgüte ait eğitim kurumlarında çalıştığı anlaşıldığından silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği kanaatine varılmıştır. ..."

18. Başvurucu, hakkında verilen mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

19. İstinaf incelemesi sonunda Adana Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi 15/1/2019 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgi kısmı şöyledir:

"... Yapılan UYAP sorgulaması ile dosya kapsamında yer alan belgelerden; sanık İlyas Tunç hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığının halen açık görülen 2018/15075 sayılı soruşturma dosyası, Tekirdağ 3. Ağır Ceza Mahkemesinin halen derdest görülen 2018/342 sayılı kovuşturma dosyası ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesinde halen açık görülen 2018/1673 sayılı istinaf dosyasının bulunduğu, söz konusu derdest soruşturma ve kovuşturma dosyaları ile dairemizde istinaf aşamasında bulunan incelemeye konu dosyanın dairemizde birleştirilmesine hukuki olanak bulunmaması karşısında, sanığa iddianame ile yüklenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan olduğu nazara alındığında; istinafa ve bahsedilen soruşturma ile kovuşturma dosyalarına konu suçlar, iddianame ve yakalanma tarihleri göz önünde bulundurularak delillerin birlikte değerlendirilmesi suretiyle zaman ve mahiyet itibarı ile aynı faaliyetlere ilişkin olup olmadığı, söz konusu faaliyetler arasında hukuki veya fiili kesinti bulunup bulunmadığının tespiti bakımından; mümkünse bahse konu dosyaların birleştirilmesi, mümkün olmadığı takdirde anılan dosyaların onaylı örneğinin dosya içerisine konulmasından sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdirinde zorunluluk bulunduğu gözetilmeden, eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

Sanığın bylock kullanıcısı olup olmadığının atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasfı açısından belirleyici nitelikte olması karşısında; mahkemece sanığın bylock iletişim sistemini kullandığı kabul edilen hatlardan 505 747 ... numaralı hattın sanığın müdafii huzurunda tespit olunan kolluk ifadesinde ve mahkeme huzurunda yapmış olduğu savunmalarında 'eşi olan A.T. tarafından kullanıldığını' beyan etmesi, bu hususun aşamalarda araştırılmadığının ve bu hatta ilişkin bylock tespit ve değerlendirme tutanağının getirtilmediğinin anlaşılması karşısında; ilk derece mahkemelerinde bulunan davalar ile istinaf incelemesine konu davanın dairemizde birleştirilmesinin hukuken mümkün olmadığı da gözetilerek; sanığın eşi olan Arife Tunç hakkında aynı suçtan herhangi bir dava açılıp açılmadığı araştırılarak, dava açılmamış ise açtırılması sağlanıldıktan sonra sanık hakkında bulunan dava ile eşi A.T. hakkında açılan veya açılacak dava dosyalarının birleştirilerek, temin edilecek bylock tespit ve değerlendirme tutanağı içeriği ile bylock kullanılan 505 ... numaralı hatta ilişkin HTS kayıtları analiz edilerek gerekirse bu hat ile görüşme yapılan numaraları kullanan kişiler tanık olarak dinlenilerek, bu hattın kimin tarafından kullanıldığı tereddüte mahal vermeyecek şekilde kesin olarak belirlendikten sonra, sanığın ve eşinin hukuki durumlarının buna göre tayin ve takdirinde zorunluluk bulunduğu gözetilmeden, eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kabule göre de;

Soruşturma aşamasında sanıktan ele geçen dijital materyallere ilişkin inceleme raporu getirtilip değerlendirilerek, CMK'nın 217. maddesi gereğince duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken, daha evvel istenilmesine rağmen bu hususa ilişkin inceleme raporu temin edilmeden eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması [bozmayı gerektirmiştir.]"

20. Dava, istinaf mahkemesinin bozma kararı sonrasında Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2019/102 sayılı dosyasında derdesttir ve yargılama tutuksuz olarak devam etmektedir.

2. Ankara Adliyesindeki Dava

21. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında yürütülen diğer bir soruşturmada 9/1/2018 tarihli iddianame ile silahlı terör örgütüne üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılığa teşebbüs ve resmî belgede sahtecilik suçlarından Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

22. Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/341 sayılı dosyasında tutuksuz olarak yapılan yargılamada 11/7/2018 tarihli duruşmada örgüt üyeliği suçundan "Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesine 2016/333 Esas sayılı dava açılmış olması ve örgüt üyeliği suçunun temadi eden suçlardan olup hukuki ve fiili kesinti olmadığı için eylemin sübutu halinde tek suç oluşacağı" gerekçesiyle kamu davasının reddine, resmî belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından ise başvurucunun beraatına karar verilmiştir.

23. Başvurucu hakkında verilen beraat hükmüne karşı katılan Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı (ÖSYM) vekili istinaf yoluna başvurmuştur.

24. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesinde anılan davanın istinaf incelemesi devam etmektedir.

B. Başvuruya İlişkin Süreç

25. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 5/3/2018 tarihinde gözaltına alınmıştır.

26. Başvurucu 13/3/2018 tarihinde müdafii huzurunda Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde özetle, FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir.

27. Başvurucunun sorgusu Tekirdağ 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu; ifadesinde 2010-2016 yılları arasında Çorlu'da bulunduğunu, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak İngilizce öğretmenliği yaptığını, hakkında isnatta bulunan kişileri tanımadığını, bir yanlışlık olduğunu düşündüğünü, bu kişilerin vermiş olduğu beyanları ve teşhis tutanaklarını kabul etmediğini, herhangi bir kod adı kullanmadığını, FETÖ/PDY terör örgütüyle herhangi bir irtibatı olmadığını ifade etmiştir. Ayrıca 2016 yılında Hatay'a tayin olduğunu, 2016 yılının 31 Ağustos ayında gözaltına alındığını ve 18 ay tutuklu kaldığını, Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 6 yıl 3 ay ceza verildiğini, bu kararı temyiz ettiğini, hakkında terör örgütü üyeliğinden iki kez tutuklama yapılamayacağını ve atılı suçlamayı kabul etmediğini belirtmiştir.

28. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:

"Şüphelinin beyanı, Tekirdağ İl Emniyet Müdürlüğünün tahkikat evrakı, çok sayıda tanık beyanı ve teşhis tutanağı nazara alındığında şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, şüphelinin üzerine atılı suç için kanunda öngörülen ceza miktarı ve suçun CMK 100/3-a-11 maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle kaçma ve delilleri karartma şüphesinin bulunduğu, tutuklama nedenine göre adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan CMK nun 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]"

29. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Tekirdağ 2. Sulh Ceza Hâkimliği 15/3/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir.

30. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı devam eden soruşturmada başvurucuyu 22/3/2018 tarihinde bu kez silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklanması istemiyle yeniden Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.

31. Başvurucunun sorgusu Tekirdağ 2. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu; ifadesinde önceki beyanlarını tekrar ederek hakkında devam eden yargılamada tahliye kararı verildiğini, yeniden tutuklanamayacağını ve atılı suçlamayı kabul etmediğini belirtmiştir.

32. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:

"Şüpheli ve diğer şüphelilerin beyanı, teşhis tutanakları, tanık beyanları nazara alındığında şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, şüphelinin üzerine atılı suç için kanunda öngörülen ceza miktarı ve suçun CMK 100/3-a-11 maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle kaçma ve delilleri karartma şüphesinin bulunduğu, tutuklama nedenine göre adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]"

33. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Tekirdağ 1. Sulh Ceza Hâkimliği 26/3/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir.

34. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 5/4/2018 tarihli iddianameyle başvurucu ile birlikte toplam 8 şüpheli hakkında silahlı terör örgütü kurma veya yönetme ile terör örgütüne üye olma suçlamalarıyla kamu davası açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ilişkin genel açıklamaların da yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve şüphelinin eylemlerine değinilmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:

i. Başvurucunun örgütsel hiyerarşik yapı içerisinde şema-1'de gösterilen müdür yardımcısı konumunda yer aldığı, örgütsel gizliliği ve deşifre olmayı engellemek amaçlı olarak Tahsin kod ismini kullanan üst düzey bir örgüt mensubu olduğu ve kendisinden üst konumlarda bulunan müdür ve alt konumda bulunan öğretmen ve öğrenciler (asker şahıslar) ile görüşmeler yaptığı belirtilmiştir.

ii. Başvurucunun üst konumlarda bulunması nedeni ile asker şahıslardan toplanan himmet ve kurban adı altındaki paraların bir üst konumdaki örgüt mensubuna devrettiği, ayrıca örgütsel konumu gereği himmet ve kurban parası toplama faaliyetine dâhil olan örgüte maddi destek sağlayan bir örgüt mensubu olduğu ileri sürülmüştür.

iii. Başvurucunun ... isimli askerlerin sorumlusu ve yine bu yapılanma içerisinde faaliyet yürüten Ş.K. ve E.K. isimli asker abilerinin sorumlusu olarak bir dönem faaliyetler yürüttüğü bildirilmiştir.

iv. Başvurucunun FETÖ yapılanması içerisinde kendi sorumluluğunda bulunan önem arz eden birimlerde görev yapan bazı askerî personellerle görüşmeler yaptığı, yine örgütsel konumu gereği diğer illerde bulunan ve ataması yapılan asker şahıslarla en son görev yaptıkları veya okuldan mezun oldukları illere giderek, orada bulunan mahrem yapı sorumlusu olan şahıslar ve askeri personeller ile yüz yüze görüşme yaparak irtibat sağladığı belirtilmiştir.

v. Askerî personellerin ile gelmesi akabinde başvurucunun sabit hatlar üzerinden onlarla irtibat kurduğu ve yapılanma içerisinde kendisinden alt konumda bulunan öğretmenlere belirli periyotlarla görüşmeler yapmak üzere askerî personeli onlara devrettiği ileri sürülmüştür.

vi. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı olduğu ve yukarıdaki faaliyetlerde bulunduğu yönünde tanık beyanları ile teşhis tutanaklarının yer aldığı belirtilmiştir.

35. İddianamede başvurucuya yöneltilen ve yukarıda ifade edilen eylemlere ilişkin olarak ifadesi alınan ve teşhis işlemi yaptırılan yaklaşık yirmi beş tanığın beyanına dayanılmıştır.

36. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:

"... şüphelinin, FETÖ/PDY bağını ortaya koyacak şekilde; FETÖ mahrem yapılanması içerisinde müdür yardımcısı konumu ile öğretmen konumunda bulunan şahısların üzerinde yönetici konumunda faaliyet yürütmek, örgütlü yapı içerisinde Tahsin kod ismini kullanmak, örgüt tarafından özel olarak hazırlanan evlerde mahrem yapılanma içerisinde askerlerden sorumlu olan müdür, müdür yardımcısı, öğretmen ve öğrenci (asker şahıslar) konumunda bulunan şahıslar ile örgütsel toplantılar düzenlemek, şüphelinin örgütsel konumu gereği himmet ve kurban parası toplama faaliyetine dahil olan örgüte maddi destek sağlamak, mahrem yapı sorumlusu olan şahıslar ve askeri personeller ile yüz yüze görüşme yaparak irtibat sağlamak, askeri personellerin ilimize gelmesi akabinde sabit hatlar üzerinden irtibat kurmak, yapılanma içerisinde kendisinden alt konumda bulunan öğretmenlere belirli periyotlarla örgütsel görüşmeler yapmak üzere devretmek suretiyle örgüt ile organik iradi bağını ve bu bağa ilişkin kastını ortaya koyduğu tespit edilmiştir.

Bu şekilde şüphelinin, silahlı terör örgütünün ideolojisini benimsediği, eylem ve faaliyetlerinde süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk bulunduğu görülmekle, şüphelinin silahlı terör örgütü FETÖ' nün hiyerarşik yapısına dahil bir örgüt üyesi olduğu anlaşılmıştır."

37. Tekirdağ 3. Ağır Ceza Mahkemesi 17/4/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/342 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

38. Başvurucu sonraki tarihlerde yaptığı itiraz sonuçlarının kendisine tebliğ edilmediğini belirterek 3/5/2018 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.

39. Tekirdağ 3. Ağır Ceza Mahkemesi 8/1/2019 tarihli kararıyla başvurucu hakkında açılan kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223/7 maddesi gereğince reddine ve başvurucunun da tahliyesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgi kısmı şöyledir:

"...

Sanık İlyas Tunç hakkında TCK’nın 314-1. ve TCK’nın 314/2. maddeleri uyarınca terör örgütü kurma yönetme ve terör örgüt üyeliği suçlarından dolayı TCK'nın 314/1-2 ve 3713 sayılı TMK’nın 5. maddesi ila TCK’nın 63, 53/1 ve 58/9. maddeleri gereğince cezalandırılması talebi ile mahkememize 5/4/2018 tarih ve 2018/308 sayılı iddianame ile kamu davası açılmış olup; iddianamede sanığın örgütteki konumunun çizilmiş olan askeri yapılanmaya ait şemada müdür yardımcısı olduğu ve bu kişinin konumuna yönelik hakkında iddianamede şüpheli olarak beyanlarına yer verilen N.M., E.Y., G.A., H.A., İ.Y., K.T., M.K., M..A.Y., M.A.Ç., M.Ş., M.S., N.A., Ö.D., R.Ş., S..B., M.Ö., M.Ş., M.N., N.B., Ş.K., E.D., M.D., S.U., E.K.nın sanığı teşhis ettikleri , bu teşhisler ve ifadelerinde; ortak olarak sanığı Tahsin olarak bildiklerini, bu kişinin örgüt mahiyetinde kendisine ilgilenmesi için devredilen askerlere evlerine giderek sohbet verdiği ve böylece bu kişiler ile ilgilenen daha sonra da örgüt içerisinde bu kişiler ile ilgilenecek olan yeni kişiye devir işlemini yaptığı ,yine birlik içerisinde mevcut olan tüm askeri personel hakkında özel yaşamları, içki içip içmediği ve kumar oynayıp oynamadıklarına yönelik bilgi topladığı, yine mahiyetinde ilgilenmesi gereken askerleri sohbet toplantılarına çağırmak için sabit/ankesörlü numaralar üzerinden aradığı, bu kişinin bekar askeri personelin örgüt içerisinde evlilik yapmasına dair bayanlar ile bu asker kişilerin evlilik işlemlerini de organize ettiği belirtilmiştir. TCK 314/1 maddesi olan 'Terör Örgütü Kurma ve Yönetme' şuçunun oluşabilmesi için bir kişinin Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 18/7/2017 tarih, 2016/7162 Esas -2017/4786 karar sayılı ilamında belirtildiği şekilde; 'Örgütü yönetmek; Fail, hiyerarşik olarak örgüt üyeleri üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda iş bölümü yapabiliyor, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabiliyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda, icrasında, harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol üstlenebiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilebilecektir.' şeklinde belirtilmiştir. Gerek iddianamedeki anlatım gerekse iddianamede yer alan beyanlar bir bütün halinde değerlendirildiğinde sanığın eylemlerinin sınırlı bir bölüm olan ve FETÖ/PDY terör örgütünün yapısı çerçevesinde kendisine sadece askerler üzerinde bir sorumluluk alanı verildiği ve bu kişiler üzerinde de sadece evlerine gidip bu kişilere sohbet verdiği, yine bu kişilerin burada görevlerini bitirip tayin dönemlerinde yeni tayin oldukları yerden gelen abi isimli kişiye teslim ettiği şeklinde eylemlerinin olduğu, bu eylemlerinin hiçbirisinin sanığın kendi tasarrufu ile gerçekleştiremediği anlaşılmakla; sanığın eylemlerinin TCK'nın 314/2. maddesinde tanımlanan terör örgütüne üye olmak suçunu oluşturduğu, sanığın savunmasında belirtildiği üzere hakkında aynı fiiller nedeni ile terör örgüt üyeliği suçundan dolayı Hatay Cumhuriyet Başsavcılığına ait 8/9/2016 tarih ve 2016/4277 Esas sayılı iddianame ile Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesinin2016/333 Esas sayılı dava dosyası ile kamu davasının açıldığı, kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda mahkemenin 20/01/2018 tarih ve 2018/52 karar sayılı ilamı ile sanığın eyleminin bir bütün olarak örgüt üyeliği suçunu oluşturduğunun kabulü ile TCK'nın 314/2. ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. ve TCK'nın 62. maddelerinin tatbiki ile neticeten 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, yine sanığın beyanında anılan karara yönelik yasal süresi içerisinde İstinaf kanun yolunu başvurduğu ve anılan dosyanın halen Adana Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 2018/2048 Esas sayısında kayıtlı olduğu; silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan olması nazara alındığında sanığın eyleminin tek bir örgüt üyeliği suçu olduğu, her ne kadar mahkememizde sanık hakkında terör örgüt kurma ve yönetme ile terör örgütüne üye olma suçlarından kamu davası açılmış olsa da eylemin tek bir suç olarak kabul edilmesi gerektiğinden açılan kamu davasının 5271 Sayılı CMK’nın 223/7. maddesi gereğince reddine, dosyadaki mevcut delil durumu ve tutuklulukta geçen süre de dikkate alınarak sanığın tahliyesine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

40. Başvurucu hakkında Tekirdağ 3. Ağır Ceza Mahkemesince davanın reddi yönünde verilen karar, istinaf edilmeden 16/1/2019 tarihinde kesinleşmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

41. İlgili hukuk için bkz. Şahin Alpay (GK), B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 55-64.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

42. Mahkemenin 18/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

43. Başvurucu; FETÖ/PDY ile ilgili olarak hakkında soruşturma başlatılan herkesin suçlu olduğu yönünde algı oluştuğunu, mahkemeler üzerinde baskı oluşturulduğunu ve bu nedenle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

44. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddiasına ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.

2. Değerlendirme

45. Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer. Başvurucunun kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu başvuru dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).

46. Somut olayda başvurucu; başvuru formları ve eklerinde siyasetçi ve/veya kamu görevlisinin hangi söz veya eylemleriyle kendisini ne şekilde suçlu ilan ettiğini, hangi basın organında çıkan hangi haberin bu kapsamda olduğunu somut olarak belirtmemiştir. Başvuru formları ve eklerinde anılan ihlal iddialarına yönelik olarak iddianın konusunu belirtir şekilde somut bilgi, belge ve kanıt bulunmamaktadır. Bu itibarla başvuruya konu ihlal iddialarıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını kanıtlamak ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını ortaya koymak yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen başvurucu tarafından bu yükümlülük yerine getirilmemiştir.

47. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddialarının temellendirilmemiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Aynı Fiil Nedeniyle Yeniden Yargılanmama veya Cezalandırmama İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

48. Başvurucu; aynı olay ve suçlamalarla ilgili olarak daha önce yargılanmasına başlanmış ve hatta mahkûmiyet kararı verilmiş olan eylemler hakkında yeniden soruşturma başlatıldığını, evrensel hukuk ilkelerine aykırı olarak soruşturma ve kovuşturma makamlarınca hakkında yetersiz gerekçelerle kararlar verildiğini ileri sürerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

49. Bakanlık görüşünde başvurucunun bu bölümdeki iddiasına ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.

2. Değerlendirme

50. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamında aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesi yönünden incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

51. Anayasa Mahkemesi Ünal Gökpınar kararında, aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı çerçevesinde anayasal güvence altında olduğuna hükmetmiştir (Ünal Gökpınar [GK] B. No: 2018/9115, 27/3/2019, §§ 40-50). Kararda aşağıdaki değerlendirmelere yer verilmiştir:

"49. Aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesi, yukarıda değinildiği üzere bireylerin, haklarında yürütülen bir ceza yargılaması sürecinin varlığı hâlinde tekrar yargılanmamalarını veya cezalandırılmamalarını güvence altına almaktadır. Böylelikle adil yargılanma hakkı kapsamındaki cezai süreçler yönünden hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak hukuk güvenliğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Dolayısıyla hukuk devleti ilkesinde mündemiç olan aynı suç nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının bir unsuru olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Nitekim ne bis in idem ilkesi Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'de ayrı bir hak olarak düzenlenmiş ise de AİHM kararlarında bu ilkenin adil yargılanma hakkı ile bağlantılı özel bir güvence olduğu vurgulanmıştır (§ 33). Bazı uluslararası sözleşmelerde de ne bis in idem ilkesi açık bir biçimde adil yargılanma hakkının bir güvencesi olarak kabul edilmiştir (§§ 29-30)."

52. Aynı fiilden dolayı yeniden yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin uygulanabilmesi için hukuka aykırı fiillere bağlanan iki ayrı cezanın birlikte uygulanıp uygulanmadığı ve dolayısıyla aynı kişinin iki kere yaptırıma tabi tutulması sonucuna yol açılıp açılmadığı değerlendirilmelidir. Ayrıca ne bis in idem ilkesine uygunluk yönünden müdahalenin yol açtığı söz konusu mükerrerliğin aynı fiilden kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususunun da irdelenmesi gerekir (bkz. AYM, E.2017/95, K.2017/119, 12/7/2017, § 13).

53. Somut olayda başvurucu hakkında sonradan açılan soruşturma öncesinde başlatılan kovuşturmanın Anayasa Mahkemesince bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla devam ettiği görülmektedir (bkz. § 20). Başvurucu hakkında sonradan başlatılan soruşturma sonucu açılan davada ise; başvurucu hakkında aynı eylemler nedeniyle dava bulunduğu, eylemlerin tek bir suç olarak kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddi kararı verilmiştir (bkz. § 39). Bu nedenle somut olayda aynı fiil nedeniyle yeniden soruşturulmama ve yargılanmama hakkına yönelik olarak bu aşamada bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır.

54. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

1. Tutukluluğun Devamı Kararına Yönelik İtirazı İnceleyen Mahkemelerin Tarafsız Olmadığına İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları

55. Başvurucu; genel olarak idarenin ve Hâkim ve Savcılar Kurulu'nun yaptığı açıklamalarla mahkemeler üzerinde baskı oluşturulduğunu, bağımsızlık ve tarafsızlıklarına gölge düşürüldüğünü belirterek tutukluluğa karşı itiraz yolunu etkin bir biçimde kullanamadığını ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının bu kısmı Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında değerlendirilmiştir.

56. Bakanlık görüşünde başvurucunun bu bölümdeki iddialarına ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.

b. Değerlendirme

57. Anayasa'nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılacağı açıkça hükme bağlanmış; 138. maddesinde ise mahkemelerin bağımsızlığından ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre "Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz." Bağımsızlık, mahkemenin bir uyuşmazlığı çözümlerken yasamaya, yürütmeye, davanın tarafları ile çevreye ve diğer yargı organlarına karşı bağımsız olmasını, onların etkisi altında olmamasını ifade etmektedir (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).

58. Bir mahkemenin idareye ve davanın taraflarına karşı bağımsız olup olmadığının belirlenmesinde üyelerinin atanma şekli ve onların görev süreleri, dış baskılara karşı teminatların varlığı ve mahkemenin bağımsız olduğu yönünde bir görüntü sergileyip sergilemediği önem arz etmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 28).

59. Mahkemelerin tarafsızlığı kavramı, görülecek davalar karşısında bizzat mahkemenin kurumsal yapısı ile davaya bakmakla görevli hâkimin tutumu üzerinden açıklanmaktadır. Öncelikle mahkemelerin kuruluşu ve yapılanmasıyla ilgili yasal ve idari düzenlemelerin tarafsız olmadığı izlenimini vermemesi gerekir. Esasında kurumsal tarafsızlık, mahkemelerin bağımsızlığı ile bağlantılı bir konudur. Tarafsızlık için öncelikle bağımsızlık ön koşulu gerçekleşmeli ve ek olarak kurumsal yönden de taraf görüntüsü verecek bir yapılanma oluşmamalıdır (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).

60. Mahkemelerin tarafsızlığını ifade eden ikinci unsur, hâkimlerin görülecek davaya ilişkin öznel tutumlarıyla ilgilidir. Davaya bakacak olan hâkimin davanın taraflarına karşı eşit, yansız ve ön yargısız olması, hiçbir telkin ve baskı altında kalmadan hukuk kuralları çerçevesinde vicdani kanaatine göre karar vermesi gerekir. Aksi yöndeki davranışlar ise hukuk düzenince disiplin ve ceza hukuku alanındaki yaptırımlara tabi kılınmıştır (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).

61. Yukarıda yer alan ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, yapıldığı iddia edilen açıklamaların tek başına mahkemelerin tarafsızlığına ya da bağımsızlığına işaret eden bir durum olarak kabulü mümkün değildir. Bu bağlamda şüpheli veya sanıklar hakkında uygulanan koruma tedbirlerine ilişkin olarak yargı makamları ya da idare tarafından birtakım değerlendirmeler yapılması kural olarak mahkemelerin tarafsızlığına aykırı bir durum şeklinde yorumlanamaz. Söz konusu açıklama ve değerlendirmelerin mahkemelerin tarafsızlığını açıkça ihlal eder boyutta olduğu kimi durumlarda bu yönde bir incelemenin yapılması söz konusu olsa da, somut olayda başvurucunun ismi açıkça belirtilmeden genel olarak yapıldığı iddia edilen açıklamalarda böyle bir durum mevcut değildir.

62. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Gözaltının Hukuki Olmadığına İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları

63. Başvurucu, atılı suç açısından makul şüphenin varlığını gösteren maddi olgular bulunmadan gözaltına alındığını ve uzun süre gözaltında kaldığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

64. Bakanlık görüşünde başvurucuların bu bölümdeki iddialarına ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.

b. Değerlendirme

65. Anayasa Mahkemesi, yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu veya kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı iddiaları ile olağanüstü hâl şartları altında geçici bir süre için azami olarak otuz güne kadar uygulanan gözaltı süresinin uzunluğunun makul olup olmadığı şikâyetlerine ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47; Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, §§ 30-37). Somut olayda başvurucuların bu kapsamda kalan iddiaları bakımından anılan kararlardan ayrılmayı gerektiren bir durum mevcut değildir.

66. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

67. Başvurucu; tutuklanmasının ceza yargılama usullerine aykırı olduğunu, daha önce tutuklu olarak yargılanıp hakkında verilen mahkûmiyet kararıyla birlikte tahliye edilmesine rağmen yeniden soruşturma açılarak hukuka aykırı olarak tutuklamanın ön şartı olan kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri somut olgularla ortaya konulmadan, yetersiz gerekçe ile tutuklandığını, tutuklanmasını gerektirecek bir delil olmadığını, tutuklanmasının ölçülü olmadığını ileri sürmüştür.

68. Bakanlık görüşünde, somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı ve delil durumunda değişiklik olmadığı hâlde aynı suçtan tekrar tutuklandığı iddiasının yerinde olmadığını değerlendirmektedir. Buna göre başvurucu hakkında soruşturma yürütülen suç için öngörülen yaptırımın ağırlığı, işin niteliği ve önemi, ayrıca başvurucunun üyesi olduğu iddia edilen terör örgütünün yapılanma ve toplanma biçimleri de gözönünde bulundurulduğunda dosyada mevcut olan somut delillere dayanılarak başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu delillerin değerlendirilmesi sonucunda adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının keyfî olduğunun savunulamayacağı görüşündedir.

b. Değerlendirme

69. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

70. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:

"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."

71. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

...

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."

72. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, tutukluluğun hukuki olmadığına ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

i. Uygulanabilirlik Yönünden

73. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191). Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyeliği iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017 § 57).

74. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242).

ii. Kabul Edilebilirlik Yönünden

75. Tekirdağ 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/3/2018 tarihli tutukluluğa itirazın reddine ilişkin kararının kendisine tebliğ edilmediğini beyan eden başvurucuya, anılan kararın tebliğ edildiğine dair bir tebligat belgesine dosya içerisinde rastlanılmamıştır.

76. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

iii. Esas Yönünden

 (1) Genel İlkeler

77. Genel ilkeler için bkz. §§ 54-59; Şahin Alpay §§ 77-91.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

78. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı davada mahkûmiyet kararıyla birlikte tahliye edildikten sonra bir başka ilde başlatılan yeni bir soruşturma kapsamında 13/3/2018 ve 22/3/2018 tarihlerinde bu kez silahlı terör örgütüne üye olma ve silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçlamalarıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

79. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

80. Başsavcılığın tutuklama talep yazılarında başvurucu yönünden tutuklamaya esas olmak üzere suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğu belirtilmiş ancak bu konuda bir açıklama yapılmamıştır. Tutuklama kararlarında ise soruşturma kapsamında alınan diğer şüphelilerin beyanlarına, teşhis tutanaklarına ve tanık beyanlarına dayanılmıştır (bkz. §§ 28, 32).

81. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede ise başvurucunun örgütsel hiyerarşik yapısı içerisinde müdür yardımcısı konumunda yer aldığı, örgütsel gizliliği ve deşifre olmayı engellemek amaçlı olarak Tahsin kod ismini kullandığı, kendisinden üst konumlarda bulunan müdür ve alt konumda bulunan öğretmen ve öğrenciler (asker şahıslar) ile görüşmeler yaptığı, asker şahıslardan toplanan himmet ve kurban adı altındaki paraları bir üst konumdaki örgüt mensubuna devrettiği, ayrıca örgütsel konumu gereği himmet ve kurban parası toplama faaliyetine dahil olan örgüte maddi destek sağlayan bir örgüt mensubu olduğu, bir kısım askerlerin ve yine bu yapılanma içerisinde faaliyet yürüten Ş.K. ve E.K. isimli asker abilerinin sorumlusu olarak bir dönem faaliyetler yürüttüğü, kendi sorumluluğunda bulunan önem arz eden birimlerde görev yapan bazı askeri personellerle görüşmeler yaptığı, örgütsel konumu gereği diğer illerde bulunan ve ataması yeni yapılan asker şahıslarla en son görev yaptıkları veya okuldan mezun oldukları illere giderek orada bulunan mahrem yapı sorumlusu olan şahıslar ve askeri personeller ile yüz yüze görüşme yaparak irtibat sağladığı belirtilmiştir. Ayrıca askeri personellerin şehre gelmesi akabinde başvurucunun sabit hatlar üzerinden irtibat kurduğu ve yapılanma içerisinde kendisinden alt konumda bulunan öğretmenlere belirli periyotlarla görüşmeler yapmak üzere devrettiği ileri sürülmüştür. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı olduğu ve yukarıdaki faaliyetlerde bulunduğu yönünde soruşturma kapsamında alınan diğer şüphelilerin beyanları, teşhis tutanakları ve tanık beyanlarının yer aldığı belirtilmiştir (bkz. §§ 34-36).

82. Hatay Cumhuriyet Başsavcılığınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başlatılan soruşturma sonucunda başvurucu ve bir kısım şüpheliler hakkında soruşturma makamlarınca ByLock kullanıcısı olduğu gerekçesiyle tutuklama kararı verilmiş ve bu suçtan Hatay'da dava açılmıştır (bkz. §§ 14-15).Hatay 2. Ağır Ceza mahkemesinde görülen davada başvurucunun ByLock kullanıcısı olması, örgüt liderinin talimatı üzerine örgütün finans kuruluşu olan Asya Katılım Bankasına para yatırması, örgütün Çorlu'daki izdivaç işlerinden sorumlu olması ve örgüte ait eğitim kurumlarında çalışması olgularına dayanılarak (bkz. § 17) hakkında mahkûmiyet kararı verilmiştir. 15/7/2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında askerlerin bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar başlatılmıştır. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan diğer soruşturmalarda alınan şüpheli ve tanık beyanlarında başvurucuyla ilgili birtakım beyanların geçmesi ve fotoğraf üzerinden teşhis etmeleri karşısında başvurucu hakkında yeniden soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda temelde aynı olaylardan kaynaklanmış olmakla birlikte sonradan ortaya çıkan yeni deliller (yönetici düzeyinde konumu bulunduğu, kod isim kullandığı ve asker şahıslarla yakından ilgilendiğine dair tanık beyanları ve teşhis tutanakları) kapsamında yeniden soruşturma başlatılmış olması ve ulaşılan yeni deliller neticesinde yapılan değerlendirmede başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirti bulunduğu sonucuna varılmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.

83. Buna göre soruşturma mercilerince, FETÖ/PDY yapılanmasıyla irtibatının olduğuna dair somut olgu isnadı barındıran tanık anlatımlarının ve kod ismi kullanmasının somut olayın koşullarına göre suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin temelsiz ve keyfi bir yaklaşım olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Nitekim Anayasa Mahkemesi şüpheliler ile FETÖ/PDY arasında örgütsel bir bağlantı bulunduğuna işaret eden ve belirli olaylara ilişkin somut olgular içeren tanık beyanlarının kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilebileceğine dair çok sayıda karar vermiştir (bu yöndeki kararlar için bkz. Selçuk Özdemir, § 75; Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, § 58; Recep Uygun, B. No: 2016/76351, 12/6/2018, § 43; İsmail Çıtak, B. No: 2016/78629, 28/11/2019, § 52).

84. Öte yandan başvurucu hakkında uygulanan ve kuvvetli suç şüphesinin bulunması şeklindeki ön koşulu yerine gelmiş olan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının ve tutuklamanın ölçülülüğünün değerlendirilmesi gerekir.

85. Başvurucu hakkında daha önce devam olunan yargılamada 29/1/2018 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Tahliye kararı veren mahkemenin başvurucunun kaçma şüphesinin veya delilleri etkileme riskinin devam ettiği yönünde bir kanaatinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim Mahkeme tahliye ile birlikte yalnızca yurt dışı çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirini yeterli görmüştür. Ayrıca başvurucu hakkında verilen tahliye kararına karşı Başsavcılık tarafından bir itirazda da bulunulmamıştır.

86. Buna karşın başvurucunun tahliyesine karar verildiği tarihten yaklaşık bir buçuk ay sonra Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan yeni bir soruşturma kapsamında yukarıda da değinildiği üzere genel olarak aynı olgulardan hareketle birlikte ortaya çıkan yeni deliller kapsamında yeniden tutuklama tedbiri uygulanmıştır. Başvurucu, tahliye edildikten kısa bir süre sonra yargılaması devam eden aynı suçlardan gözaltına alınmış ve sonrasında isnat edilen suçların "kanunda öngörülen ceza miktarı, katalog suçlar arasında yer olması nedeniyle kaçma ve delilleri karartma şüphesinin bulunması ve suçlara ilişkin yaptırımın alt sınırları dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı" gerekçesiyle tutuklanmıştır. Esasen ilk derece mahkemesinin karar ve değerlendirmelerinden de anlaşılacağı üzere sonraki tutuklama tedbirlerine konu suçlama ilk tutuklama tedbirine konu suç ile temelde aynı olgulara dayanmaktadır. Buna göre gerçekte her iki tutuklama tedbiri aynı suça ilişkindir.

87. Bu durumda -yargılandığı davada tahliye edilmiş olan- başvurucu bakımından temelde aynı suça ilişkin olgulardan hareketle başlatılan bir soruşturma kapsamında yeniden tutuklama tedbirinin uygulanmasını zorunlu kılan tutuklama nedenlerinin neler olduğunun ve neden tutuklama tedbirinin ölçülü görüldüğünün tutuklamaya ilişkin kararlarda yeterince ifade edildiğini veya somut olayın özelliklerinden anlaşıldığını söylemek mümkün değildir (benzer yöndeki karar için bkz. Abdullah Kılıç, B. No: 2016/25356, 8/1/2020, § 85; Cihan Acar, B. No: 2017/26110, 27/2/2020, § 75).

88. Açıklanan gerekçelerle başvurucu hakkında uygulanan bireysel başvuruya konu tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.

89. Bununla birlikte anılan tedbirin Anayasa'nın olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.

iv. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden

90. Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş, seferberlik hâllerinde veya olağanüstü durumlarda temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve bunlar için Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi mümkündür. Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız bir yetki tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir. Anayasa Mahkemesince Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme bu ölçütlerle sınırlı olacaktır. Mahkeme bu incelemenin usul ve esaslarını ortaya koymuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 192-211, 344).

91. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı savaş, seferberlik ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu hak yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 196, 345).

92. Ayrıca anılan hakkın milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden özellikle Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin 4. maddesinin (2) numaralı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 15. maddesinin (2) numaralı fıkralarında ve bu Sözleşme'ye ek protokollerde dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi somut olayda başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yapılan söz konusu müdahalenin milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe (olağanüstü dönemlerde de korunmaya devam eden bir güvenceye) aykırı olduğu da saptanmamıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 199, 200, 346; Turhan Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, § 86).

93. Bununla birlikte kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı devletin bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir haktır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 62). Kişilerin keyfî olarak hürriyetinden yoksun bırakılmaması, hukukun üstünlüğüyle bağlı olan bütün siyasal sistemlerin merkezinde yer alan en önemli güvenceler arasındadır. Bireylerin özgürlüklerine yönelik müdahalenin keyfî olmaması, olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde de uygulanması gereken temel bir güvencedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 347).

94. Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca olağanüstü yönetim rejimlerinin uygulandığı dönemde temel hak ve özgürlüklere müdahale oluşturan tedbirin meşru olup olmadığı hususunda yapılacak son inceleme, bunun durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığının belirlenmesidir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 202).

95. Başvurucu hakkında yargılandığı davada mahkûmiyet hükmüyle birlikte tahliye kararı verilmesinden sonra temelde aynı olgulardan hareketle başlatılan yeni bir soruşturma kapsamında uygulanan tutuklama tedbirinin olağanüstü hâl döneminin koşullarında durumun gerektirdiği bir tedbir olarak kabulü oldukça zordur. Bu bağlamda tutuklamaya karar veren Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucu hakkında temelde aynı suçlamaya yönelik olarak görülmekte olan davada Ağır Ceza Mahkemesince verilen tahliye kararının gerekçesinde yer alan değerlendirmelerden neden ayrıldığını ya da olağanüstü hâl durumunun başvurucunun tutuklanmasını neden gerekli kıldığını açıklayan bir gerekçe sunmamıştır. Anayasa Mahkemesi de darbe teşebbüsünden yaklaşık dokuz ay sonra uygulanan bu ikinci tutuklama tedbirini, somut olayın yukarıda etraflıca açıklanan özellikleri dolayısıyla olağanüstü hâlin gerekli kıldığı bir önlem olarak değerlendirmemektedir (benzer yöndeki karar için bkz. Abdullah Kılıç, § 93; Cihan Acar, § 83).

96. Bu nedenle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun her iki tutuklama kararı yönünden de Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

97. Öte yandan başvurucu; tutuklamaya ve tutukluluğun devamına ilişkin kararlardaki gerekçelerin yeterli ve ilgili olmadığını, kararları veren Mahkemenin her seferinde aynı matbu gerekçelerle tahliye taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını ileri sürmüşse de başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiş olması karşısında Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında tutukluluk süresinin makul olup olmadığı yönünden bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

98. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

99. Başvurucu, başvurusunda 2.000.000 TL maddi ve 500.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

100. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

101. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

102. Başvuruda, ikinci tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başvurucu, yargılandığı dava kapsamında hapis cezasıyla cezalandırılmış ve dolayısıyla suç isnadına bağlı tutukluluğu sona ermiştir (bkz. § 38). Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

103. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

104. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 2. Aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırmama ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazı inceleyen mahkemenin tarafsız olmamasından dolayı kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Gözaltının hukuka aykırı olması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

5. Tutuklamanın hukuki olmamasından dolayı kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

E. Kararın bir örneğinin bilgi için Tekirdağ 3. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/342) GÖNDERİLMESİNE,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/11/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).

Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her zaman vardır.

Somut olayda başvurucu hakkında Hatay’da görülen davada yargılama neticesinde eylemin sabit görülerek 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu karar aynı şahıs hakkında Tekirdağ’da yürütülen soruşturma sonucu açılan dava ile birleştirilmesi gerekliliği nedeniyle istinaf tarafından bozulmuştur. Başvurucu hakkında Tekirdağ’da örgüt yöneticiliği iddiasıyla yürütülen soruşturmada 22.03.2018 tarihinde tutuklanmıştır. Tekirdağ Sulh Ceza Hakimliğince tutuklanmasından sonra başvurucu 03.05.2018 tarihinde bireysel başvuru yoluna gelmiştir. Başvurucu 29.01.2018 tarihinde tahliye edilmiştir. Anayasa Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.

Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1

Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”

Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."

Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni, ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.

Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabule dilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.

Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen tazminat nedenine ilişkin durumdur.

Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre; başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK 141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.

Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme, tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5

Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmektedir.6

Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf yapıldığı için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8

Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi çelişkili bir durum oluşturmaktadır.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu edilebileceğini belirterek incelememiştir.

İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade etmiştir.9

Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10

Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.

Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.

Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı anlaşılmaktadır.

Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunmaktadır.

Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.

Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d) bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.

Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141. maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal, B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır. Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı 141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK 141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir. Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.

Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Tutuklamanın hukukiliği değerlendirilirken, tutuklamanın uygulandığı tarihteki şartlara bakılmalıdır. Darbe teşebbüsü sırasında gerçekleşen vahim olayların toplumda oluşturduğu kaygı, teşebbüsün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY’nin örgütlenmesinin karmaşıklığı, Bu yapılanmanın yarattığı görünür açık tehlike, darbe teşebbüsüne ilişkin faaliyetler kapsamında ülke genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen, suç oluşturabilecek nitelikteki on binlerce eylemin aynı anda işlenmesi, çoğunluğu kamu görevlisi olan çok sayıda kişi hakkında yürütülen soruşturmalar, olayların arz ettiği vahamet dikkate alındığında tutuklama tedbirinin temelsiz ve keyfi olduğu söylenemez.

Açıkladığım gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.

 

 

 

 

Üye

Selahaddin MENTEŞ

 

 



1     Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16.2.2017.

2     Reşat Ertan, 2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29; Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§ 39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34

3     Kamil Erdoğan, B. No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49; Ertuğrul Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42

4     Fatma Maden, §47, Ertuğrul Raşit Benal, §40

5     Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016,§37

6     Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624, 9/5/2018, § 24-26.

7     Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı

8     Benzer durumlar bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu değildir.

9     B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.

10   Cafer Yıldız, B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018, §§ 37-40.

11   Bkz. Besime Konca, B. No: 2017/5867, 3/7/2018.

12   Mehmet Özdemir, B. No: 2017/37283, 29/11/2018

13   Ali Bulaç [GK], B. No: 2017/6592, 3/5/2019

14   bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı, 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.

15   İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37

16   Bkz. Örneğin, Hüsnü Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, § 87.

17   Mustafa Avci, B. No: 2014/1545, 22/3/2018

18   Mustafa Avci, §27

19   Mustafa Avci, §35-38

20   Mergen ve diğerleri/Türkiye kararı, §36

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(İlyas Tunç [1.B.], B. No: 2018/13388, 18/11/2020, § …)
   
Başvuru Adı İLYAS TUNÇ
Başvuru No 2018/13388
Başvuru Tarihi 3/5/2018
Karar Tarihi 18/11/2020

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa itirazı inceleyen mahkemenin tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargı organlarının genel tutumu nedeniyle masumiyet karinesinin; hukuk kurallarına aykırı olarak hakkında yeniden soruşturma açılması ve yapılan işlemler dolayısıyla aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırmama ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Yakalama, gözaltı Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Tutukluluk (suç süphesi ve tutuklama nedeni) İhlal Manevi tazminat
Tutulan kişinin yargı merciine başvuru hakkı (hakim önüne çıkarılma) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Masumiyet karinesi (Ceza) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Aynı suçtan dolayı iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı (ceza) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 100
101
109
5237 Türk Ceza Kanunu 220
309
311
312
314
3713 Terörle Mücadele Kanunu 3
5
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi