TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
ERDEM CANER BENER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/13422)
|
|
Karar Tarihi: 22/1/2021
|
R.G. Tarih ve Sayı: 18/2/2021-31399
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Tuğba YILDIZ
|
Başvurucu
|
:
|
Erdem Caner BENER
|
Vekili
|
:
|
Av. Cavit ÇALIŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; özlük haklarına ilişkin olarak açılan davada
açık takdir hatası ile karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, hak
edilen tazminatı alamama nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 19/4/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddialar yönünden ayırma kararı verilerek 2018/29704 başvuru
numaralı dosya ile kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurucunun diğer ihlal
iddialarına ilişkin kısmın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Birinci Bölüm tarafından 14/10/2020 tarihinde yapılan
toplantıda, verilecek kararın Bölümlerin önceden vermiş olduğu kararlarla
çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara
bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde
tümamiral rütbesiyle görev yapmakta iken kendi isteği ile 23/6/2014 tarihinde
emekli olmuştur.
8. Başvurucu, emekli maaşının hesaplanmasında rütbesinin
karşılığı olan kadrosuzluk tazminatının dikkate alınmadığını ve bu
nedenle eksik ödeme yapıldığını belirterek anılan tazminatın tarafına ödenmesi
istemiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvuruda bulunmuştur.
9. SGK 1/4/2015 tarihli işlem ile talebi reddetmiştir.
10. Başvurucu, dava dilekçesinde tümamiral rütbesinde
görev yapmaktayken kendi isteğiyle 23/6/2014 tarihinde emekli olduğunu ifade
etmiş; 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel
Kanunu'nun 49. maddesinin (f) bendi gereğince rütbe bekleme süresini
doldurmadan kendi isteğiyle emekli olanların kadrosuzluk tazminatı almaya hak
kazandığını ileri sürmüştür. SGK'ya yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin
hukuka aykırı olduğunu belirterek işlemin iptali istemiyle Ankara 7. İdare
Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmıştır.
11. Mahkeme 28/1/2016 tarihli kararıyla davayı
reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 926 sayılı Kanun'un konuya ilişkin
hükümlerine yer verilmiştir. Kadrosuzluk tazminatının alınabilmesi için üç
koşul olduğu, bunların da 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emeklilik hakkını elde etmiş olmak,
kıdemli albay olmak ve kendi isteğiyle emekli olmak olduğu vurgulanmıştır.
Başvurucunun bu üç koşuldan kıdemli albay olma şartını taşımadığının
anlaşıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun tümamiral rütbesine ait bekleme
süresini doldurmadan kendi isteğiyle emekli olduğu hatırlatılmıştır.
Başvurucunun anılan tazminat için kanunda öngörülen koşulu taşımadığı ifade
edilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur.
12. Başvurucu; tümamiral rütbe karşılığı dışında alt
rütbesi olan tuğamiral rütbesinin rütbe bekleme süresini tamamladığını, bu
konuda kazanılmış hakkı olduğunu belirterek en azından tuğamiral rütbe
karşılığı olan kadrosuzluk tazminatının verilmesi gerektiğini ileri sürerek
temyiz talebinde bulunmuştur. Danıştay Onbirinci Dairesinin 21/12/2016 tarihli
kararıyla mahkeme hükmü onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin
17/1/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
13. Başvurucu, nihai hükmü 29/3/2018 tarihinde tebellüğ
etmesinin ardından 19/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
14. Başvurucu, benzer yönde olduğunu ileri sürdüğü Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM) 21/12/2006 tarihli oyçokluğuyla verdiği kararı
dosya kapsamında ibraz etmiştir. Söz konusu kararda tümgeneral rütbesindeyken
kendi isteğiyle emekli olan kişiye önce kadrosuzluk tazminatı ödenmiş, daha
sonra idare tarafından yapılan ödeme iptal edilerek önceden ödenen tutarın
aylıktan kesilme suretiyle tahsili yolunda işlem tesis edilmiştir. İşlemin
iptali istemiyle açılan davada AYİM, davacının kendi isteği üzerine emekliye
sevk edilmesinin emekli olduğu tümgeneral rütbesi için öngörülen kadrosuzluk
tazminatından yoksun kalmasına neden olduğunu ifade etmiştir. Ancak AYİM, kanun
koyucunun özlük haklarına ilişkin düzenlemelerinin sistematiği, kadrosuzluk
tazminatının getirilme amacı ve hakkaniyet kuralının birlikte
değerlendirilmesinden rütbe bekleme süresini tamamladığı tuğgeneral rütbesi
için öngörülen kadrosuzluk tazminatına hak kazandığını belirtmiş; bu nedenle
kadrosuzluk tazminatı ödenmemesi yönünde tesis edilen işlemin hukuka uyarlı
olmadığı sonucuna vararak işlemin iptaline karar vermiştir.
15. 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile Anayasa'ya
eklenen geçici 21. maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmış ve
görev alanına giren işler, idare mahkemelerinde görülmeye başlanmıştır.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
16. 926 sayılı Kanun'un "Genaral ve amiral
miktarları" kenar başlıklı 49. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
f) (Değişik: 9/8/1993 - KHK - 499/9 md.)
Bekleme süreleri sonunda terfi ettirilemeyen general ve amiraller emekliye sevk
edilirler.
Bunlardan:
I – Bekleme ve görev süresi sonunda
emekliye sevk edilen veya bu süreler içerisinde kendi isteği üzerine emekliye
ayrılan orgeneral-oramiraller,
II – Bekleme süresi sonunda, kadrosuzluk
sebebiyle terfi ettirilemeyerek emekliye sevk edilen general ve amiraller,
III – Bu maddenin (d) bendi gereğince
aynı rütbede hizmete devam ettirilerek kadrosuzluk nedeniyle, bir üst rütbeye
terfi ettirilmeyip emekliye sevk edilen general ve amiraller,
IV – 47 nci maddenin (f) bendine göre
korgeneral-koramiralliğe yükselemeyen ve bekleme süresi sonunda emekliye sevk
edilen tümgeneral-tümamiraller,
V – Yaş haddinden emekliye ayrılan
general-amiral ve albaylar ile,
VI – Kadrosuzluk nedeniyle yaş haddinden
önce emekliye sevk edilen albay, yarbay, binbaşı ve yüzbaşılara, emekliye sevk
edildikleri tarihi takip eden aybaşından itibaren, orgeneral aylığının (ek
gösterge dahil); yüzbaşılara % 30'u, binbaşılara % 50'si, yarbaylara % 55'i,
albaylara % 70'i, tuğgeneral-tuğamirallere %75'i, tümgeneral-tümamirallere
%80'i, korgeneral-koramirallere % 90'ı, orgeneral-oramirallere % 100'ü oranında
kadrosuzluk tazminatı rütbelerinin ve makamının yaş haddinden az olmamak üzere
65 yaşına kadar olan sürede Emekli Sandığınca ödenir. Ancak bu suretle
verilecek emekli aylığı ve kadrosuzluk tazminatının toplamı, Silahlı
Kuvvetlerde görevli aynı rütbedeki bütün emsalinden en az istihkak, tazminat ve
aylık alanın eline geçenden fazla olamaz.”
17. 926 sayılı Kanun'un geçici 30. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun ek 5 inci maddesi
kapsamında kadrosuzluk tazminatı almaya hak kazanmış olanlar hariç olmak üzere,
5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre
emeklilik hakkını elde etmiş olan kıdemli albaylardan kendi isteği ile emekli
olanlara da yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar, 49 uncu maddenin (f) bendi
esaslarına göre kadrosuzluk tazminatı ödenir.''
B. Uluslararası
Hukuk
1. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi
18. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve
tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde,
görülmesini isteme hakkına sahiptir."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma
hakkının hukukun üstünlüğünün Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu
belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini
belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki
durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere
olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal
sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen
birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni
azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet
Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).
20. Diğer yandan bireylerin makul güvenlerinin korunması
ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak
bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet
Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve
evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden
kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya
Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
21. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı
kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla
birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı
hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı
açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve Digerleri/Fransa [BD], B.
No: 24846/94...34173/96, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek
Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008).
22. AİHM, açık bir keyfîlik bulunan durumlar hariç ulusal
mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın kendi görevi olmadığına
dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe göre benzer davalarda
verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırmak da
prensipte AİHM'in görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına
saygı göstermek durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §
50).
23. AİHM, iki ihtilafa farklı muamele yapılmasının
incelenen gerçek olayların farklılığından kaynaklanmış olması hâlinde çelişkili
içtihatlardan bahsedilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir (Erol Uçar/Türkiye
(k.k.), B. No: 12960/05, 29/9/2009).
24. AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her
biri kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına
dayalı yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip
uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi
içinde Sözleşme'ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto /Portekiz,
B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03,
24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92; Nejdet
Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §51).
25. AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin
dayandığı kriterleri açıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek mahkemenin
içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup olmadığı, iç hukukta bu
tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma bulunup bulunmadığı, bu
mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulandıysa ne ile sonuçlandığının
tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya (No.1), B. No: 30658/05,
6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53).
26. AİHM, bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında
tutarlılığın ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar
oluşturulmasının önemini birçok defa hatırlatmış; yargı sistemlerini birbirine
zıt kararlar verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin
sorumluluğunda olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki bu ilkelerin AİHM'in
incelemek durumunda kaldığı çelişen yorumların bir yüksek mahkemenin
birleştirici yetkisini uygulayabileceği yasal hükümlerle bağlantılı olarak
yargı sisteminin aynı dalında meydana gelen davalar için öngörüldüğü
belirtilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 55,80).
27. AİHM, ortak yasal hiyerarşiye tabi olmayan birden
fazla yüksek mahkemeyi bünyesinde barındıran bir ulusal hukuk sisteminde bu
mahkemelerin benimsediği yaklaşımın bir dikey denetim mekanizmasına tabi
tutulmasını talep edemeyeceği kanaatindedir. Böyle bir talep Sözleşme'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası ile güvence altına alınan adil yargılama
gereklerinin ötesine geçecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye,
§ 81).
28. AİHM, söz konusu yüksek mahkemelerce (mevcut davada
Danıştay ve AYİM) takip edilmesi gereken yorumlama şeklini tespit eden ortak
bir düzenleme kurumunun bulunmayışının Türk yargı sistemine has bir durum
olmadığına işaret eder (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 82).
29. AİHM ayrıca Türkiye'deki gibi farklı yargı
alanlarındaki mahkemelerin ve birden fazla yüksek mahkemenin yasaları aynı anda
ve paralel olarak yorumlamasının gerektiği bir yargı sisteminde hukukta
tutarlılığın sağlanmasının zaman alabileceği ve bu nedenle çelişen içtihatların
hukukun kesinliği ilkesini zedelemeden hoş görülebileceği kanaatindedir (Nejdet
Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 83).
30. AİHM bu bağlamda, kanunları yorumlamanın yargının
görevinin doğasında olduğunu hatırlatır. Yasal hükümler ne kadar açık
düzenlenmiş olursa olsun hukuki yorum önlenemez bir unsurdur. Hangi mevzuatın
hangi şartlarda uygulanacağı bu bireyselleştirilmiş yaklaşımın bir parçasıdır.
Bu, her biri farklı türde davalara bakan iki ayrı yargı alanında bulunan iki
mahkemenin benzer nitelikteki olaylardan kaynaklanan aynı türdeki hukuki soruna
ilişkin birbiriyle uyuşmayan ancak yine de mantıklı ve gerekçelendirilmiş
kararlar verebileceği anlamına gelmektedir. Bu nedenle mahkemeler arasında
çıkabilecek yaklaşım farklılıklarının yasal hükümleri yorumlama ve kapsadıkları
somut durumlara uyarlama sürecinin ancak kaçınılmaz bir sonucu olduğu kabul
edilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 85, 86).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
31. Mahkemenin 22/1/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
32. Başvurucu 926 sayılı Kanun hükümlerinin açıkça hatalı
yorumlandığını, aynı hukuki durumda bulunan kişilere AYİM tarafından tazminat
verildiğini, tümamirallik rütbesindeyken kamuoyunda Ergenekon davası
olarak bilenen yargılama nedeniyle iki yıldan fazla tutuklu kaldığını ve
psikolojik olarak haksız yere yıpratıldığı için rütbe bekleme süresini
doldurmaya iki ay kala emekli olmaya mecbur bırakıldığını ileri sürmüştür.
Ayrıca bir alt rütbesi olan tuğamiral rütbesinin karşılığı olan kadrosuzluk
tazminatının kendisi için kazanılmış hak oluşturduğunu, Mahkemenin verdiği
hukuka aykırı karar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
2. Değerlendirme
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun iddialarının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında
incelenmesi uygun görülmüştür.
34. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik
güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan
biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel
olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini
teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392,
23/7/2020, § 80).
35. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu
kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013).
36. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz
konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin
Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa
Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak
bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip
edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK],
B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).
37. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda
temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden
inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden
sarsıldığı ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin
anlamsız hâle geldiği çok istisnai durumlarda aslında yargılamanın sonucuna
ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş
olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin
değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip
getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin
temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi, yargılamanın sonucunu
değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece
mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve
adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle
getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B.
No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).
38. Başvurucuların medeni haklarıyla ilgili
uyuşmazlıklarda uygulanan hukuk kurallarının açıkça keyfî veya hakkın
tesliminden kaçınacak (adaleti hiçe sayacak) biçimde yorumlanması usule ilişkin
güvenceleri anlamsız hâle getireceğinden adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğinden söz edilebilir. Zira bu durumda derece mahkemesinin yorumunun
başvurucu tarafından öngörülmesi mümkün olmayıp hukuk kurallarının öngörülemez
biçimde yorumlanması hukuk devleti ilkesini örseler (M.B., § 86).
39. Somut olayda Mahkeme başvurucunun ileri sürdüğü
iddiaları değerlendirmiş ve kadrosuzluk tazminatı alınabilmesi için üç koşul
olduğunu belirtmiştir. Mahkeme bu koşulları; emeklilik hakkını elde etmiş
olmak, kıdemli albay olmak ve kendi isteğiyle emekli olmak şeklinde
açıklamıştır. Başvurucunun bu koşullardan kıdemli albay olmak şartını
taşımadığını ve tümamiral rütbesine ait bekleme süresini doldurmadan kendi
isteğiyle emekli olduğunu ifade etmiştir (bkz. § 11).
40. Başvurucu, AYİM tarafından aynı konuda farklı
sonuçlanan kararı başvuru dosyasında sunmuş ise de Anayasa Mahkemesi farklı
yargı kolları arasında birbiriyle çelişen içtihatların adil yargılanma hakkının
ihlaline neden olup olmadığı konusunu daha önce Engin Selek (B. No:
2015/19816, 8/11/2017) kararında incelemiştir. Bahsi geçen karara göre farklı
yargı alanlarındaki uyuşmazlıkları çözmekle görevli her bir yüksek mahkeme
kendi yargı kolunun görev alanındaki dava tiplerine göre özü itibarıyla aynı
nitelikteki uyuşmazlıklarda farklı bir bakış açısıyla olaya yaklaşabilmekte ve
hukuki gerekçelerini de göstererek farklı sonuçlara ulaşabilmektedir (Engin
Selek, § 59). Bu bağlamda benzer konulara ilişkin uyuşmazlıklarda ayrı
yargı kollarının aynı kanun hükmünün yorumlanmasına ilişkin olarak farklı
sonuçlara ulaşması adil yargılanma hakkını zedelemeyeceği gibi bu hak yargı
kolları arasındaki içtihat birliğini sağlayacak bir mekanizma kurulmasını da
güvence altına almamaktadır (benzer yöndeki AİHM içtihadı için bkz. §§ 28-30).
41. Başvuru konusu somut olayda başvurucunun kadrosuzluk
tazminatı talebine ilişkin olarak Mahkeme 926 sayılı Kanun'u yorumlamış ve
açılan davada rütbe bekleme süresini doldurmadan kendi isteğiyle emekli olan
başvurucunun kadrosuzluk tazminatı alamayacağını gerekçe göstererek (bkz. § 11)
davayı reddetmiştir. Mahkemenin yorumunda açık bir keyfîlik ve adil yargılanma
hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir yön
tespit edilememiştir. Kaldı ki bu konu hakkında daha önce benzer yönde yapılan
başvuruyu Anayasa Mahkemesi karara bağlamış (Hasan Dengiz, B. No:
2016/4091, 26/2/2020, §§ 16-22) ve idare mahkemesince somut olaydaki kararla
aynı doğrultuda verilen kararı keyfî bulmayarak iddiaları kanun yolu şikâyeti
olarak değerlendirmiştir.
42. Başvurucu, AYİM ile Danıştay kararı arasında çelişki
olduğuna dair karar (bkz. § 14) sunmuşsa da çelişki olduğu iddia edilen kararda
emeklilik üzerine ödenen kadrosuzluk tazminatının iptal edilmesi neticesinde
dava açılması söz konusudur. Açılan dava hakkında da AYİM, davacının rütbe
bekleme süresini doldurmadan kendi isteğiyle emekli olduğu için mevcut
rütbesinden değil bir alt rütbeden kadrosuzluk tazminatının ödenmesine karar
vermiştir. Dosya kapsamında yargı kolları arasında çelişkili kararlar
verildiğine ilişkin başka bir karar da ileri sürülmemiştir. Yani somut olaya
yönelik derinleşmiş bir içtihat farklılığının bulunduğunu başvurucu ortaya
koyamamıştır. Netice olarak Anayasa Mahkemesince incelenen kararlar arasında
derin ve süregelen bir içtihat farklılığı ile keyfîlik tespit edilemediği
anlaşılmıştır. Dolayısıyla Engin Selek kararındaki ilkelerden ve
sonuçtan ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Kaldı ki Anayasa
değişikliği sonucu AYİM de kaldırılmış (bkz. § 15) ve AYİM'in görev alanına
giren işler idari yargıda görülmeye başlanmıştır.
43. Buna göre ileri sürülen kararlar arasında başvurucu
tarafından derin ve süregelen içtihat farklılığı oluştuğu ortaya
konulamadığından mahkemelerin kanunun yorumuna yönelik değerlendirmeleri hakkında
ileri sürülen iddiaların delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının
yorumlanmasına ilişkin olduğu tespit edilmiş, kararda bariz takdir hatası veya
açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında
ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
44. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
45. Başvurucu, hak ettiği tazminatı alamaması nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
46. Bir anayasal hak ihlali iddiasının Anayasa
Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dâhilinde olabilmesi için başvurucu
tarafından dayanılan hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerden olması, Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu buna ek protokoller
kapsamında yer alması, ayrıca başvurucunun ihlal iddiasına temel alınan hakkın
kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunması gerekir (Ahmet
Sağlam, § 31).
47. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir
kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa
Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle
öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun
değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, §
26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
48. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı
mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda
sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki
menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa ile korunan mülkiyet kavramı
içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut
bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil
mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli
durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde
etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı
güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478,
25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).
49. Meşru beklenti, objektif temelden uzak bir beklenti
olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek
olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili
hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk
Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42).
Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru
beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia
edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri
ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti.,
B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya
sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru
beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi,
§ 37).
50. Başvurucu kendisine kadrosuzluk tazminatı
ödenmediğinden yakınmaktadır. İdare makamları ve derece mahkemeleri başvurucuya
tümamiral rütbesindeyken kendi isteğiyle emekliye ayrıldığı gerekçesiyle anılan
Kanun hükümlerine göre kadrosuzluk tazminatı verilemeyeceğini belirtmiştir.
Başvurucu kendisine kadrosuzluk tazminatı ödenmesine imkân tanıyan bir kanun
hükmü, yerleşik bir yargısal içtihat veya idari bir uygulama da
gösterememiştir.
51. Buna göre yargı makamları önünde özlük haklarına
ilişkin iddiasını ispat edemeyen, belirli bir kanun hükmüne ya da istikrarlı
bir içtihada dayanmayan başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına
alınan mülkiyet hakkı kapsamına giren bir ekonomik değerin veya en azından
böyle bir değeri elde etme yönünde meşru beklentisinin bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
52. Ayrıca Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü benzer
nitelikteki bir başvuruda (Cem Tayfun, B. No: 2016/99, 17/4/2019) sehven
yapılan kadrosuzluk tazminatı ödemesinin geri alınmasına dair işlemin iptali
istemiyle açılan davanın reddi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine
karar vermiştir. Anılan kararda "general-amiral sınıfına mensup olup
bekleme süresini doldurmadan kendi isteğiyle emekli olan başvurucuya
kadrosuzluk tazminatı adı altında bir ödeme yapılmasının kanuni bir dayanağının
mevcut olmadığı" ifade edilmiştir.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 35.
maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaati bulunmadığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik
nedeni ile kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA 22/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.