TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
ERTAN YILMAZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/14445)
|
|
Karar Tarihi: 12/12/2019
|
R.G. Tarih ve Sayı: 21/1/2020-31015
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin
YILDIRIM
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
|
|
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
|
|
Selahaddin
MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Heysem KOCAÇİNAR
|
Başvurucu
|
:
|
Ertan YILMAZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Ayhan
BOLAT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, astsubay sınıf okulunda on sekiz yaşın altında geçen
öğrencilik süresinin fiilî hizmet kapsamında sayılarak emekli ikramiyesi ve
emekli aylığının buna göre hesaplanması istemiyle açılan davada önceki içtihat
ile çelişkili karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/4/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
8. Birinci Bölüm tarafından 7/11/2019 tarihinde yapılan
toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması
gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
10. 2/11/1971 tarihinde doğan başvurucu 30/8/1988 tarihinde Türk
Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesindeki Muhabere Elektronik Bilgi Sistemler
Okuluna (sınıf okulu)askerî öğrenci olarak
katılmıştır. Başvurucu, sınıf okulunu başarı ile bitirerek 3/8/1989 tarihinde
astsubay çavuş rütbesiyle TSK'da görev yapmaya başlamış ve bireysel başvuru
dosyası kapsamında belirtilmeyen bir tarihte emekli olmuştur.
11. Başvurucu 4/1/2017 tarihli dilekçeyle Sosyal Güvenlik
Kurumuna (SGK) müracaat ederek astsubay sınıf okulunda geçen on iki aylık
öğrenim süresinin fiilî hizmet süresine eklenmesi ve buna göre hesaplanacak
ikramiye ve aylık farklarının ödenmesi talebinde bulunmuştur. SGK 4/7/2017
tarihli kararıyla istemi reddetmiştir.
12. Başvurucu 2/3/2017 tarihinde, SGK işleminin iptali ile
öğrenim süresinin fiilî hizmetten sayılması, ikramiye ve aylık farklarının hakediş tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle
birlikte ödenmesi istemleriyle Ankara 7. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi)
dava açmıştır.
13. İdare Mahkemesi 28/9/2017 tarihli kararıyla davayı kabul etmiştir.
Kararda, 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanunu'nun mülga 12. maddesi ile mülga geçici 170. maddelerine göre astsubay
sınıf okulunu başarı ile bitirerek astsubaylığa nasbedilenlerin
astsubay sınıf okulunda geçen başarılı eğitim ve öğretim sürelerinin fiilî
hizmet süresinden sayılacağının belirtildiğine ve fiilî hizmet süresinde 18
yaştan sonraki sürelerin dikkate alınacağına ilişkin bir hüküm bulunmadığına
dikkat çekilmiştir. İdare Mahkemesi, astsubay sınıf okulu öğrencileri adına
emekli keseneği yatırılmasının zorunlu olması karşısında bu okulu başarı ile
bitirerek astsubaylığa nasbedilenlerin okulda geçen
öğrenim sürelerinin fiilî hizmetten sayılması için 18 yaşını tamamlamaları
şartının aranmayacağı sonucuna varmıştır.
14. Davalı SGK karara itiraz etmiştir. Ankara Bölge İdare
Mahkemesi 11. Dava Dairesi, 13/3/2018 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını
ortadan kaldırarak davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Ankara Bölge
İdare Mahkemesi; uyuşmazlığın çözümü için astsubay statüsünün ve astsubay olma
şartlarının ilk olarak düzenlendiği 2/7/1951 tarihli ve 5802 sayılı Astsubay
Kanunu'ndan başlayarak ilgili hükümleri, tarihsel süreç içindeki değişiklikleri
ve gerekçelerini inceleyerek yorumlamıştır. Ankara Bölge İdare Mahkemesi; 5434
sayılı Kanun'un ek 21. maddesi ve astsubay sınıf okulu öğrencilerinin Emekli
Sandığı ile ilişkilendirilmelerini sağlayan 29/6/1978 tarihli ve 2168 sayılı
Kanun'un gerekçesi ve 5434 sayılı Kanun'un çıkarılmasından itibaren mevcut olan
ve Sandık iştirakçiliği için 18 yaşın bitirilmiş olması koşulunu arayan 12.
maddesindeki düzenlemeye paralel olarak 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nda, astsubay olabilmek için 18 yaşın
tamamlanmış olması şartına yer veren hükümleri birlikte değerlendirerek
geçmişte 18 yaşın altında geçirilen öğrenim sürelerinin değil kazai rüşt kararı alarak göreve başladıktan sonra 18 yaşın
altında geçen hizmet sürelerinin fiilî hizmet süresinden sayılacağı ve böylece
aynı tarihte göreve başlayanlar bakımından emeklilik hakları yönünden eşitlik
sağlanmasının amaçlandığı kanaatine varmıştır.
15. Anılan kararda; 5434 sayılı Kanun'un ek 21. maddesinde yer
alan, kazai rüşt kararı almak suretiyle Emekli
Sandığına tabi olan ve öğrenimleri ile ilgili göreve atananlar hakkında 5434
sayılı Kanun'un 12. maddesinde yazılı "18
yaşın bitirilmiş olması şartı aranmaz" yolundaki düzenlemenin
bu şekilde atananların göreve başlamalarından sonra 18 yaşın altında geçen
hizmet sürelerinin fiilî hizmet sürelerinden sayılmasına yönelik olduğu, 18
yaşın altında geçen öğrenim süresiyle ilgisinin bulunmadığı, astsubay sınıf
okulunu bitirerek astsubaylığa nasbedilenlerin -kazai rüşt kararı almış olsalar dahi- 18 yaşın
bitirilmesinden önce astsubay sınıf okulundaki öğrencilikleri sırasında Emekli
Sandığı iştirakçisi olarak kabul edilmelerinin ve 18 yaşın altında geçen
öğrenim sürelerinin fiilî hizmet sürelerinden sayılmasının mümkün olmadığı
belirtilmiştir.
16. Diğer taraftan Ankara Bölge İdare Mahkemesi; kazai rüşt kararı almak suretiyle göreve başlayan
astsubayların Emekli Sandığı iştirakçisi olabilmeleri için 5434 sayılı Kanun'un
12. maddesinde yazılı "18 yaşın
bitirilmiş olması" şartının aranmayacağına ilişkin ek 21.
maddesindeki düzenlemenin astsubay sınıf okullarında geçen öğrenim sürelerini
de kapsadığı şeklindeki bir yoruma dayanarak verilmiş farklı yönde mahkeme
kararları olmakla birlikte söz konusu yoruma katılmadığını ve bu içtihat
farklılığının hukuki belirlilik ilkesine aykırı olmadığını Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) kararlarına atıfla gerekçesinde belirtmiştir.
17. Nihai karar, başvurucuya 24/4/2018 tarihinde tebliğ
edilmiştir. Başvurucu 30/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
18. Başvurudan sonra, astsubay sınıf okulunda geçen 18 yaş
altındaki öğrenim süresinin fiili hizmet süresinden sayılıp sayılamayacağına
ilişkin içtihat farklılığı Danıştay İçtihadı Birleştirme Kuruluna intikal
etmiştir. Kurul, içtihadı, astsubay sınıf
okulunda geçen 18 yaş altındaki öğrenim süresinin fiili hizmet süresinden
sayılamayacağı yönünde birleştirmiştir. Söz konusu 12/12/2018
tarihli ve E.2018/1, K.2018/4 sayılı karar 25/7/2019 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
19. 5802 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Astsubay olmak için:
I - A) En az ortaokul, sanat enstitüsü ve eşidi
okullarla eğitim süresi iki yıldan aşağı olmayan astsubay sınıf okullarından
mezun olmak;
B) 18 yaşını tamamlamış bulunmak;
şarttır.
..."
20. 926 sayılı Kanun'un 31/7/1970 tarihli ve 1323 sayılı
Kanun'la değişmeden önceki hâliyle 68. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Muvazzaf astsubay
olacaklarda aranacak şartlar ile astsubay okulu öğrencileri hakkında
uygulanacak esaslar aşağıda gösterilmiştir:
a) Muvazzaf astsubay olabilmek için en az
ortaokul veya eşidi bir okulu bitirdikten sonra
öğrenim süresi en az üç yıl olan astsubay okullarından birini bitirmek ve onsekiz yaşını tamamlamış olmak şarttır. "
21. 926 sayılı Kanun'un 1323 sayılı Kanun'la yapılan
değişiklikten sonraki hâliyle 68. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"a)
Muvazzaf astsubay olabilmek için en az ortaokul veya sanat okul mezunu olup da
3 yıl süreli astsubay hazırlama okullarından veya lise, ticaret lisesi, kolej,
sanat enstitüleri ve sağlık kolejlerinde Silâhlı
Kuvvetler veya kendi nam ve hesabına okuyarak mezun olduktan sonra astsubay
sınıf okullarındatabitutulacakları1yıllıkmeslekî öğrenim ve eğitimi başarı ile
bitirmek ve 18 yaşını tamamlamış olmak şarttır. Ancak, bu öğrenim ve eğitim
süresini bitirdikleri tarihte 18 yaşına tamamlamamış olanlar Türk Medenî Kanununun
12 nci maddesine göre kazaî rüşt kararı almak şartı ile muvazzaf astsubay
olabilirler."
22.5434 sayılı Kanun'un 12. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Bu
kanunla tanınan haklardan aşağıda (I) işaretli fıkrada yazılı yerlerde
çalışanlardan, Türk uyruğunda olmak ve 18 yaşını bitirmiş bulunmak şartıyla,
(II) işaretli fıkrada gösterilenler faydalanırlar.
…
II– Faydalanacaklar:
...
Harp okulları, fakülte ve yüksek okullarda
Türk Silâhlı Kuvvetleri hesabına okuyan veya kendi
hesabına okumakta iken askerî öğrenci olanlar ile astsubay meslek yüksek
okulları ve astsubay nasbedilmek üzere temel askerlik
eğitimine tâbi tutulan adaylar; ”
23. 5434 sayılı Kanun'un 31. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Harp
okulları, fakülte ve yüksek okullar ile astsubay meslek yüksek okullarında
sınıfını geçemeyen Türk Silâhlı Kuvvetleri mensubu
askerî öğrencilerin, fazla öğrenim yılları fiilî hizmet müddetlerinden
indirilir. Fakülte, yüksekokul veya meslek yüksekokullarında kendi hesabına
okuduktan sonra muvazzaf subay veya astsubay nasbedilen
veya askerlik hizmetini takiben muvazzaf subay veya astsubaylığa
geçirilenlerin, normal süreyi aşan öğrenim süreleri fiilî hizmet müddetinden
sayılmaz.''
24. 5434 sayılı Kanun'un ek 21. maddesi şöyledir:
“Bir
meslek veya sanat okulunu bitirenlerden, Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kazai rüşt kararı almak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti
Emekli Sandığına tabi ve öğrenimleri ile ilgili görevlere atananlar hakkında,
5434 sayılı Kanunun 12 nci
maddesinde yazılı 18 yaşın bitirilmiş olması şartı aranmaz.''
25. 5434 sayılı Kanun'un geçici 170. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Bu
Kanunun yürürlüğe girmesinden önce ortakokul ve dengi
okulu, astsubay hazırlama okulu, lise ve dengi okulu mezunu olup da sınıf okullarını
başarı ile bitirerek astsubay naspedilenlerin astsubay sınıf okullarında geçen
başarılı eğitim ve öğrenim süreleri fiili hizmet müddetinden sayılır. Bundan
doğacak borçlanma iştirakçiler tarafından astsubay naspedildikleri tarihteki
astsubay çavuş aylığı üzerinden Emekli Sandığına bir yıl içinde ödenir. Emekli
durumunda bulunan astsubayların sınıf okullarında geçen başarılı eğitim ve
öğrenim süreleri fiili hizmet sürelerine eklenerek kurumca gerekli işlemleri
yapılır. Emekli Sandığınca bu hizmet müddetleri için çıkarılacak borç
miktarları iştirakçiler tarafından bir yıl içinde eşit taksitlerle Emekli
Sandığına ödenir.''
2. Yargı Kararları
a. Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kararları
26. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Üçüncü Dairesinin
22/4/2010 tarihli ve E.2009/835, K.2010/588 sayılı kararının ilgili kısmı
şöyledir:
"Dava konusu uyuşmazlığın davacının 1/9/1985 - 30/8/1986 tarihleri arasında Astsubay Sınıf Okulunda
öğrenci olarak geçirdiği sürelerin hizmetten sayılıp sayılmayacağı noktasında
odaklandığı anlaşılmaktadır.
Davacı her ne kadar Ankara 8. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 7/8/1985 tarihli söz konusu kararı ile yaşını da büyüttüğünü ileri
sürmüş ise de; söz konusu karar incelendiğinde
davacının yaşının düzeltilmesine ilişkin olarak kararda bir hüküm bulunmadığı,
sadece kaza-i rüştüne izin verildiği (ergin kılındığı) anlaşılmıştır.
Davacının mahkeme kararı ile ergin kılınması
ona fiil ehliyetini (medeni hakları kullanma ehliyeti) kazandırır. Yoksa onun
18 yaşını doldurduğu, mutlak olarak kanunlarda gösterilen 18 yaşının
doldurulması ile ilgili sınırlamalara tabi olmayacağı anlamına gelmemektedir.
Söz konusu 5434 sayılı Kanun'un Ek-21.
Maddesinde öngörülen '18 yaşının bitirilmiş olması' koşulunun aranmayacağına
ilişkin hüküm gördükleri öğrenim ve branşları ile ilgili bir kamu görevine
atanma halinde artık 18 yaş koşulu aranmadan hizmette geçirilen sürelerin
sayılmasına matuftur. Davacının astsubay sınıf okulunda öğrenci statüsünde
geçirdiği süre 5434 sayılı Kanun'un Ek-21. maddesi kapsamına girmemektedir.
Davacının astsubay sınıf okulunda geçirdiği sürenin fiili hizmetten
sayılabilmesi için astsubay sınıf okulunda öğrenci olduğu sürede 18 yaşını
doldurmuş olması gerekmektedir. Oysa davacı 18 yaşını astsubay sınıf okulunu
bitirdikten sonra 2/6/1987 tarihinde doldurmuştur.
Tüm bu açıklamalar birlikte
değerlendirildiğinde davacının 18 yaşını doldurmadan astsubay sınıf okulunda
öğrencilikte geçirdiği sürelerin 5434 sayılı Kanunun 12'inci maddesi gereğince
fiili hizmetten sayılmasının ve buna bağlı olarak alacaklarının ödenmemesinin
mümkün olmadığı, idarece tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılığın
bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.''
27. AYİM Üçüncü Dairesinin 1/10/2015 tarihli ve E.2015/1025,
K.2015/1242 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dava konusu uyuşmazlığın davacının 1/9/1996 - 1/6/1997 tarihleri arasında Astsubay Sınıf Okulunda
öğrenci olarak geçirdiği sürelerin hizmetten sayılıp sayılmayacağı noktasında
odaklandığı anlaşılmaktadır.
Söz konusu 5434 sayılı Kanun'un Ek-21.
maddesinde öngörülen '18 yaşının bitirilmiş olması' koşulunun aranmayacağına
ilişkin hüküm, gördükleri öğrenim ve branşları ile ilgili bir kamu görevine
atanma halinde artık 18 yaş koşulu aranmadan hizmette geçirilen sürelerin
sayılmasına matuftur. Davacının astsubay sınıf okulunda öğrenci statüsünde
geçirdiği süre 5434 sayılı Kanun'un Ek-21. maddesi kapsamına girmemektedir.
Davacının astsubay sınıf okulunda geçirdiği sürenin fiili hizmetten
sayılabilmesi için astsubay sınıf okulunda öğrenci olduğu sürede 18 yaşını
doldurmuş olması gerekmektedir. Oysa davacının 1/6/1979 doğumlu olduğu dikkate
alındığında davacının astsubay sınıf okulunda bulunduğu 1/9/1996- 1/9/1997
tarihleri arasında henüz 18 yaşını doldurmadığı anlaşılmaktadır.
Tüm bu açıklamalar birlikte
değerlendirildiğinde davacının 18 yaşını doldurmadan astsubay sınıf okulunda
öğrencilikte geçirdiği sürelerin 5434 sayılı Kanunun 12'inci maddesi gereğince
fiili hizmetten sayılmasının mümkün olmadığı, davalı kurum tarafından tesis
edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine
varılmıştır.''
b. Danıştay Kararları
i. Danıştay Onbirinci
Daire Kararı
28. Danıştay Onbirinci Dairesinin
28/3/2017 tarihli ve E.2015/6583, K.2017/3022 sayılı kararının ilgili kısmı
şöyledir:
"Dava, davacı tarafından, astsubay sınıf
okulunda 18 yaşın altında geçen süresinin fiili hizmet süresine eklenmesi
talebiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptaline karar verilmesi
istemiyle açılmıştır.
...
Dosyanın incelenmesinden, 01.09.1989 tarihinde
astsubay sınıf okuluna başlayan, 18.10.1989 tarihinde 18 yaşını tamamlayan,
30.08.1990 tarihinde astsubaylığa nasbedilen
davacının 18 yaşından önce astsubay sınıf okulunda geçen sürelerinin fiili
hizmet süresine eklenmesi talebiyle yaptığı başvurusunun reddi üzerine
incelenen davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Yukarıya metni aktarılan yasal düzenlemelerde,
astsubay sınıf okulu öğrencilerinin iştirakçi olarak 5434 sayılı Kanun uyarınca
Emekli Sandığı ile ilgilendirileceği, astsubay sınıf okulunu başarı ile
bitirerek astsubaylığa nasbedilenlerin astsubay sınıf
okulunda geçen başarılı eğitim ve öğretim sürelerinin fiili hizmet süresinden
sayılacağı belirtilmiş olup, bu sürelerin fiili hizmet süresinden sayılması
konusunda 18 yaşından sonraki sürelerin dikkate alınacağına veya bu sürelerin
fiili hizmet süresinden sayılabilmesi için kazai rüşt
kararı alınması gerektiğine ilişkin bir hükme de yer verilmemiştir.
Buna göre, astsubay sınıf okulu öğrencileri
adına emekli keseneği yatırılmasını zorunlu kılan Kanun hükmü de
değerlendirildiğinde, astsubay sınıf okulunu bitirerek doğrudan astsubaylığa nasbedilenlerin, bu okulda geçen sürelerinin fiili hizmet
süresinden sayılması için 18 yaşını bitirmiş olmaları şartının aranmaması
gerekmektedir.
Dolayısıyla, astsubay sınıf okulunu
bitirdikten sonra, astsubaylığa nasbedilen ve okulda
iken 18 yaşını dolduran davacının, 18 yaşından önce astsubay sınıf okulunda
geçen sürelerinin fiili hizmet süresinden sayılması gerekirken, aksi yönde
tesis edilen işlemde ve davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında
hukuka uyarlık görülmemiştir.."
ii. Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulu Kararı
29. Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 25/7/2019 tarihli
Resmî Gazete'de yayımlanan 12/12/2018 tarihli ve
E.2018/1, K.2018/4 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Astsubay sınıf okulunu bitirdikten sonra
astsubaylığa nasbedilenlerin, astsubay sınıf okulunda
18 yaşın altında geçen öğrenim sürelerinin fiili hizmet sürelerinden sayılıp
sayılmayacağı konusunda Ankara Bölge İdare Mahkemesi 11. İdari Dava Dairesince
verilen kararlar ile İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 8. İdari Dava Dairesince ve
Samsun Bölge İdare Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesince verilen kararlar
arasındaki aykırılığın giderilmesinin ... 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri,
İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun'un 3/C maddesinin 4. fıkrasının (c) bendi hükmü uyarınca istenilmesi,
Ankara Bölge İdare Mahkemesi Başkanlar Kurulunun 02.04.2018 tarih ve E:2018/23,
K:2018/23 sayılı kararıyla da istem uygun görülerek kararlar arasındaki
aykırılığın Ankara Bölge İdare Mahkemesi 11. İdari Dava Dairesi kararı
doğrultusunda giderilmesi görüşüyle dosyanın 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun
39. ve 40. maddeleri gereğince karar verilmek üzere Danıştaya
gönderilmesi ve Danıştay Başkanının havalesi üzerine Danıştay Başsavcısının
düşüncesi alındıktan sonra Raportör Üyenin Raporu, konu ile ilgili kararlar ve
yasal düzenlemeler incelenerek gereği görüşüldü.
...
Yukarıda belirtilen İdari Dava Dairelerinin
söz konusu kararları ile, hukuki durumları aynı olan uyuşmazlıklarda birbirine
aykırı kararlar verildiğinden, ilgili kanun hükümlerinin farklı yorumlanmasını
önlemek, uygulamada yeknesaklığı ve kanun önünde eşitliği sağlamak üzere,
kararlar arasındaki aykırılığın 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 39. maddesi
uyarınca içtihatların birleştirilmesi yoluyla giderilmesine oybirliğiyle karar
verilerek esasın incelenmesine geçildi.
İçtihadın birleştirilmesine konu olan
kararlarda uyuşmazlığı, astsubayların, astsubay sınıf okullarında 18 yaşın
altında geçen öğrenim sürelerinin fiili hizmet sürelerinden sayılıp
sayılmayacağı hususu oluşturmaktadır.
...
Personel kanunlarında yapılan bu değişiklikler
uyarınca 18 yaşından önce Devlet memuru veya muvazzaf astsubay olarak
atananların emeklilik haklarının sağlanmasına yönelik olarak 11.07.1971 tarih
ve 13892 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1425
sayılı Kanun'un 2.maddesi ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanunu'na Ek 21. maddesi eklenmiş ve böylece 5434 sayılı Kanun'un 12.
maddesinde öngörülen ve Sandıktan faydalanmak için aranan '18 yaşın bitirilmiş
olması' genel şartının istisnası olarak; Devlet memuru veya muvazzaf astsubay
olarak atanmak için 657 sayılı Kanun veya 926 sayılı Kanun gereğince kazai rüşt kararı almak zorunda olan 18 yaşından küçük olan
kişilerin, sadece atandıkları Devlet memuru veya muvazzaf astsubay olarak 18
yaşın altında geçen hizmet sürelerinin, emeklilik hizmet sürelerinde
değerlendirilmesi imkanı sağlanmıştır.
Astsubay sınıf okulu öğrencilerinin Sandıkla
iştirakçiliğine gelince;
07.06.1949 tarih ve 7235 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanunu'nun 'Sandıktanfaydalanacaklar'
başlıklı12. maddesinin birinci fıkrasında, 'Bu Kanunla tanınan haklardan
aşağıda (I) işaretli fıkrada yazılı yerlerde çalışanlardan, Türk uyruğunda
olmak ve 18 yaşını bitirmiş bulunmak şartıyla, (II) işaretli fıkrada
gösterilenler faydalanır' hükmü yer almış, maddenin 'II Faydalanacaklar'
fıkrasının (j) bendinde de 'Milli Savunma Bakanlığı harp okulu öğrencileri'
hükmüne yer verilmiştir. Söz konusu birinci fıkrada bir değişiklik
yapılmamışken (II) işaretli fıkranın (j) bendinde zaman içerisinde
değişiklikler yapılmış ve 11.07.1978 tarih ve 16343 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 2168 sayılı Kanun'la da astsubay
sınıf okulu öğrencileri ilk defa iştirakçilik kapsamına alınmıştır. Böylece, 18
yaşını doldurduktan sonra geçen öğrenim süreleri emeklilikte değerlendirilen
harp okullarında veya fakülte ve yüksekokullarda okuyan askeri öğrenciler ile
nasptarihleriaynıolanancakfakülteveyayüksekokullardakendihesabına okuduktan
sonra muvazzaf subay olarak nasbedilenlerin emeklilik
haklarının eşitlenmesi amacıyla, fakülte ve yüksekokullarda kendi hesabına
okuduktan sonra muvazzaf subay olarak nasbedilenler
ile astsubay sınıf okulunu bitirerek nasbedilenlerin,
18 yaşını doldurdukları tarihten sonra geçen başarılı öğrenim sürelerinin de
emeklilikte değerlendirilmesine imkan tanınmıştır.
Ayrıca, astsubay sınıf okulu öğrencilerinin 18
yaşın doldurulmasından sonra geçen öğrenim süreleri bakımından
iştirakçiliklerini sağlayan 2168 sayılı Kanun'la 5434 sayılı Kanun'ageçici 170. maddesinin 2. fıkrası da eklenerek,
11.07.1978 tarihinden önce astsubay sınıf okulunu bitirerek astsubay nasbedilenlerin, 18 yaşın üzerinde geçen başarılı öğrenim
sürelerinin geriye yönelik olarak borçlanmaları suretiyle emekliliklerinde
değerlendirilmesine de imkan sağlanmıştır.
Yapılan bu açıklamalar uyarınca, 926 ve 5434
sayılı Kanunların sistematiği dikkate alındığında 5434 sayılı Kanun'un 12.
maddesinde düzenlenen 18 yaşını bitirmiş bulunmakuralının,
Kanun'un bütününe yönelik, ortak ve genel bir kural olduğu sonucuna
ulaşılmaktadır.
Öte yandan, 5434 sayılı Kanun'un 2168 sayılı
Kanun'la değişik 15. maddesinde 18 yaşın altında astsubay sınıf okulunda geçen
süreler için kesenek ve karşılık tahsilatına yönelik ayrıca bir düzenlemeye yer
verilmemesi sebebiyle söz konusu madde kapsamında da genel ilke olan 18 yaşını
tamamlamış olma koşulunun aranması gerektiği anlaşılmaktadır.
Buna göre, 5434 sayılı Kanun'un 12. maddesinin
birinci fıkrası hükmü karşısında, astsubayların, astsubay sınıf okullarında 18
yaşın altında geçen öğrenim sürelerinin fiili hizmet sürelerinden sayılmasına
olanak bulunmamaktadır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Adil Yargılanma Hakkı
Yönünden
30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar
ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar
verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına
sahiptir...”
31. AİHM, adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün
Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin önsözüyle
birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel
unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan
ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik
ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı
unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının
devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik
durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B.
No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).
32. Diğer yandan hukuki güvenlik ilkesinin gerekleri ve
bireylerin meşru beklentilerinin korunması, içtihadın değişmezliği şeklinde bir
hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, §
74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58).
Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir
yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki
değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B.
No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
33. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol, tam da yargı
kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir.
Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi
bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç
duyacağı açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94, ...34173/96, 28/10/1999,
§ 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti
(k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008).
34. AİHM, açık bir keyfîlik bulunan
durumlar hariç ulusal mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın
kendi görevi olmadığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe
göre benzer davalarda verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı
kararlarını karşılaştırmak da prensipte AİHM'in
görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına saygı göstermek
durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50).
35. AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her biri
kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına dayalı
yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip
uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi
içinde Sözleşme'ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto /Portekiz, B.
No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29;
Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92;
Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51).
36. AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin dayandığı
kriterleri açıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek mahkemenin içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup
olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma
bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulandıysa ne
ile sonuçlandığının tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya, B. No: 30658/05, 6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53).
37. AİHM, bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında tutarlılığın
ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar oluşturulmasının
önemini birçok defa hatırlatmış; yargı sistemlerini birbirine zıt kararlar
verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin sorumluluğunda
olduğunu ifade etmiştir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 55,
80).
2. Mülkiyet Hakkı
Yönünden
38. Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün
1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
39. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını
kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B.
No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).
40. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının, ancak
müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesinin anlamı kapsamında bir mülk
ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre
alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet
hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98,
28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98,
12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar
için bkz. Pine Valley Developments
Ltd. ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98,
24/6/2003, § 32; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No:
17849/91, 20/11/1995, § 31).
41. Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak
kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında
savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli
değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek
Cumhuriyeti [BD] (k.k.),B.
No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve
uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu
tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak
reddedildiği durumlarda meşru bir
beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33).
42. AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir
olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması, hukuki bir düzenlemeye
ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken
meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye
(k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
43. Mahkemenin 12/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
44. Başvurucu; sınıf okulunda bulunan öğrencilerin 18 yaşın
altında geçirdiği süre nedeniyle SGK iştirakçisi olmayacaklarına dair bir hüküm
bulunmadığını, derece mahkemelerinin askerlik mesleğinin zorluğu nedeniyle bu
meslek mensuplarına diğer memurlardan farklı olarak getirilen lehe
düzenlemeleri gözardı ettiğini, verilen karar ile
aynı statüde bulunan kişiler arasında yaşa bağlı olarak ayrımcılık yapıldığını
ileri sürmüştür. Başvurucu, Danıştayın ve bölge idare
mahkemelerinin aynı konuda açılan davalarla ilgili olarak lehe olan çok sayıda
kararı bulunmasına rağmen Ankara Bölge İdare Mahkemesinin gerekçe
belirtmeksizin içtihat değişikliğine giderek davayı reddetmesi nedeniyle hukuk
devleti ilkesi, eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
45. Bakanlık görüşünde, ilgili mevzuat hükümleri hatırlatılarak
Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulu kararı ile içtihadın 18 yaşın altında
geçen öğrenim süresinin fiilî hizmet süresinden sayılamayacağı yönünde
birleştirildiği belirtilmiştir.
2. Değerlendirme
46. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
''Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özünün adil yargılanma
hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkına ilişkin
olduğu ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
49. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci
fıkrasına "adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu
uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı
metne dâhil" edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesinde
herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal
güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar
Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54).
50. Adil yargılanma hakkı, uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk
devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa'nın 2. maddesinde
Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesi, Anayasa'nın
tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde
bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir.
51. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk
güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010;
E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı
amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de
idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,
net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM,
E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
52. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden
fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin
benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan
birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk
kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa
Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden
fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip
etkilemediğini tespit etmektir(Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916,
12/1/2017, § 81).
53. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve
mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini
yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlaması
beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin
edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşması, bir kararın belirli
bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı
takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya
çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters
düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin
yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir
(Türkan Bal [GK], B. No:
2013/6932, 6/1/2015, § 64).
54. Anayasa Mahkemesi; bu noktada derece mahkemelerinin hukuk kurallarını
yorumlamasından kaynaklanan içtihat farkının süregelen bir hâl aldığı, başka
bir anlatımla kısa sayılamayacak bir zaman dilimi içinde uygulamada birliğin
sağlanamadığı durumlarda uygulamadaki tutarsızlıkları ortadan kaldıracak
nitelikteki tedbirlerin önemine işaret etmektedir (Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, § 43).
55. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği yargı sistemine olan güveni
sağlamak ve korumakla yükümlü olan devlet, aynı yargı koluna dâhil mahkemeler
arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan kaldırabilecek
nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir şekilde
işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, adil
yargılanma hakkının güvencelerinden biri olarak kabul edilmelidir. (Engin Selek, B. No: 2015/19816, 8/11/2017,
§ 58).
56. Anayasa Mahkemesi daha önce içtihat farklılıkları yönünden
yüksek mahkemelerin görevine dikkat çekmiş ve yüksek mahkemelerin oynaması
gereken rolün tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir
çözüm getirmek olduğunu açıklamıştır. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir
kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstekar
hâle gelmesinin belirli bir zamanı gerektirdiği ifade edilmiştir (Türkan Bal, § 56).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
57. Somut başvurunun konusu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi
kararının diğer bazı bölge idare mahkemeleri ile Danıştay Onbirinci
Dairesinin içtihadıyla çeliştiği iddiasıdır. Bu bağlamda aynı yargı kollarına
dâhil mahkemelerin aynı tip uyuşmazlıkların çözümünde uyguladıkları aynı kanun
hükmünü farklı şekilde yorumlamasından kaynaklanan bir tutarsızlıktan söz
edilmektedir.
58. Başvurucunun yukarıda yer verilen iddialarının (bkz. § 44) mahiyeti
itibarıyla Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası anlamında bir kanun
yolu şikâyetinin ilerisine geçtiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla somut başvuruda
öncelikle derin ve süregelen bir içtihat farklılığının varlığı, içtihat
farklılığı nedeniyle meydana gelen tutarsızlıkların üstesinden gelinmesi için
bir mekanizmanın bulunup bulunmadığı, böyle bir mekanizma var ise bu
mekanizmanın işletilip işletilmediği, işletildiyse ne ile sonuçlandığı
incelenmelidir.
59. Başvurucu, sınıf okulunda 18 yaşın altında geçen sürenin
fiilî hizmet süresinden sayılması ve emekli ikramiyesi ile emekli aylığında
buna göre yeni bir değerlendirmeye gidilerek ödeme yapılması istemiyle yaptığı
idari başvurunun reddi üzerine açtığı davada, Danıştay Onbirinci
Dairesinin ve bazı bölge idare mahkemelerinin benimsediği yaklaşımdan farklı
olarak Ankara Bölge İdare Mahkemesinin kendi (başvurucu) aleyhine sonuç
doğuracak şekilde bir yaklaşım benimsemesinden şikâyet etmektedir.
60. Öncelikle belirtmek gerekir ki içtihat farklılığından söz
edilebilmesi için gerekli olan uyuşmazlıkların
özü itibarıyla aynı mahiyette olması ön koşulunun somut başvuru
yönünden gerçekleştiği görülmektedir (benzer bir değerlendirme için bkz. Engin Selek, § 63). Zira içtihat
farklılığına konu uyuşmazlıklarda ortak temel olgu, astsubay sınıf okulunda
geçen 18 yaşın altındaki öğrencilik süresinin fiilî hizmet süresinden sayılıp
sayılmamasıdır. Çelişki, 5434 sayılı Kanun'un 12. maddesinde öngörülen ve
Sandıktan faydalanmak için aranan 18 yaşın
bitirilmiş olması genel şartının yorumunda ortaya çıkmaktadır.
61. Ankara Bölge İdare Mahkemesi, 18 yaş tamamlanmadan sınıf
okulunda geçen süreleri fiilî hizmetten sayan diğer içtihatlardan ayrıldığını
açıklamıştır. Mahkemeye göre 5434 sayılı Kanun'un 12. maddesindeki "18
yaşının bitirilmiş olması şartı aranmaz" yönündeki düzenleme 18 yaşın içinde iken
memuriyete atananlara ilişkin olup hüküm henüz atanmamış öğrenci statüsündeki
kişileri kapsamamaktadır.
62. Yukarıda değinildiği üzere bir hukuk sisteminde bölgesel
veya görevsel yetki farklılıkları sebebiyle yargı içtihatlarında farklılıkların
oluşabilmesi doğaldır. Esas itibarıyla hukuk kurallarını yorumlama ve uygulama
yetkisine sahip olan derece mahkemelerinin içtihat değişikliğine gitmiş olması
tek başına adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul edilemez. Ancak bu
yargısal içtihat farklılıklarının hukuk güvenliği ve hukuki belirlilik
ilkelerini zedelememesi için en önemli görev yüksek mahkemelere düşmektedir.
Yüksek mahkemeler, yargı sistemine olan güveni sağlamak amacıyla aynı yargı koluna
dâhil mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan
kaldırabilecek nitelikteki mekanizmaları çalıştırarak söz konusu içtihat
farklılıklarını ortadan kaldırmalıdır. Bu bağlamda yargılamanın hakkaniyeti
bağlamında hukuk devleti ile hukuk güvenliği ilkelerine uyulduğundan söz
edilebilmesi için öncelikli olan, ilgili yargısal süreçte oluşabilecek içtihat
farklılığının giderilmesidir.
63. Bu bağlamda astsubay sınıf okulunu bitirdikten sonra
astsubaylığa nasbedilenlerin astsubay sınıf okulunda
18 yaşın altında geçen öğrenim sürelerinin fiilî hizmet sürelerinden sayılıp
sayılmayacağı konusunda yaşanan içtihat farklılığını gidermek için içtihadı
birleştirme yolunun işletildiği görülmektedir. Danıştay İçtihadı Birleştirme
Kurulunun 12/12/2018 tarihli kararında; hukuki durumları aynı olan
uyuşmazlıklarda birbirine aykırı kararların verildiği tespit edilmiş ve ilgili
kanun hükümlerinin farklı yorumlanmasının önlenmesi, uygulamada yeknesaklığı ve
kanun önünde eşitliğin sağlanması amacıyla kararlar arasındaki aykırılığın
içtihatların birleştirilmesi yoluyla giderilmesine karar verildiği
vurgulanmıştır.
64. Anılan Kurul; ilgili kanunların sistematiğini ve kanun
hükümlerinde yapılan değişikliklere ilişkin tarihsel süreci bir bütün olarak
inceleyerek değerlendirmiş ve 5434 sayılı Kanun'un 12. maddesinde düzenlenen 18
yaşı bitirmiş bulunma kuralının Kanun'un bütününe yönelik, ortak ve genel bir kural
olduğu kanaatine ulaşmıştır. Kurul, böylece astsubayların sınıf okullarında 18
yaşın altında geçen öğrenim sürelerinin fiilî hizmet sürelerinden sayılmasına
olanak bulunmadığı sonucuna varmıştır.
65. Bu itibarla başvurucunun dava açtığı tarihte idari yargı
kolunda yer alan derece mahkemeleri arasında aynı Kanun'un yorumuna ilişkin
farklılıklar mevcut ise de bu farklılıkların Danıştay tarafından içtihadı
birleştirme yoluyla giderildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca mahkemelerin değişen
ekonomik koşullar, toplumsal ihtiyaçlar ve günün gereklerine uygun hareket
edebilme yönünden mevcut olan yorumlarını terk ederek yeni bir yaklaşım
benimsemesi mümkün olup bu husus kişiler için öngörülemez nitelikte değildir.
Dolayısıyla başvurucunun gerek idareden talepte bulunduğu gerekse de bu talebin
reddi üzerine işlemin iptali isteğiyle dava açtığı tarihte iddiasına dayanak
yaptığı kanun hükümlerine ilişkin olarak birbiriyle çelişen birden fazla yorum
mevcut ise de uyuşmazlığı kesin olarak çözüme bağlayan Ankara Bölge İdare
Mahkemesinin bu yorumlardan birine üstünlük tanıyarak uyuşmazlığı karara
bağladığı, bu durumu gerekçesinde ayrıntılı şekilde açıkladığı ve sonrasında da
Mahkeme tarafından üstün tutulan bu yorumun Danıştay İçtihadı Birleştirme
Kurulu kararında da benimsenmiş olduğu nazara alındığında varılan sonucun
yargılamanın hakkaniyetini zedelemediği sonucuna varılmaktadır.
66. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine
karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
67. Başvurucu, sınıf okulunda askerî öğrenci olarak 18 yaşın
altında geçirdiği sürenin fiilî hizmet süresi olarak kabul edilmesi istemine
ilişkin davanın reddi sonucunda emekli ikramiyesi tutarı ile emekli aylığının
eksik hesaplandığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
68.Bakanlık, mülkiyet hakkı yönünden görüş bildirmemiştir.
2. Değerlendirme
69. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No:
2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35.
maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin bulunup
bulunmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, §
26; İhsan Vurucuoğlu,
B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
70. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet
hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal
varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu
bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve
gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve
fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve
diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
71. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen
mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu
alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı
içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge,
B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa
Ateşoğlu ve diğerleri, § 51).
72. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma beklentisi -kişinin bu konudaki
menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı
içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut
bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil
mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli
durumlarda bir ekonomik değer
veya icrası mümkün bir alacağı
elde etmeye yönelik meşru bir beklenti
Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636,
15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk
[GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa
Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).
73. Meşru beklenti, objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp
belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu
gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir
işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660,
20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk,
§ 42). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru
beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia
edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri
ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen
Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37).
Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri
sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir
(Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi,
§ 37).
74. Diğer taraftan derece mahkemeleri önünde hukukun ne şekilde
yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların derece mahkemelerince kesin
olarak reddedildiği durumlarda açık bir keyfîlik
olmadığı veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece “meşru bir beklentinin” bulunduğu sonucuna
varılamaz (Yusuf Dilekçi, B. No:
2014/12026, 21/9/2017, § 48).
75. Somut olayda başvurucu; astsubay sınıf okulunda geçen 18
yaşın altındaki öğrencilik süresinin fiilî hizmetten sayılması ve ödenen emekli
ikramiyesi ile emekli aylığının buna göre yeniden belirlenmesi isteminde
bulunmuştur. Başvurucu, bu isteğini temel olarak 5434 sayılı Kanun'un mülga
hükümleri ile Danıştay içtihatlarına dayandırmıştır. Bu durumda 5434 sayılı
Kanun'un ilgili hükümlerinin kapsamının belirlenmesi gereklidir.
76. 5434 sayılı Kanun'un sözü edilen hükümleri (bkz. §§ 22-25)
sınıf okulunda 18 yaşın altında geçen sürelerin fiilî hizmetten sayılacağına
ilişkin açık bir hüküm içermemektedir. Ancak bu hükümlerin yorumuna ilişkin
çeşitli yargı kararları mevcuttur. Bu kapsamda Ankara Bölge İdare Mahkemesi ile
AYİM, ilgili mevzuatı yorumlarken 18 yaşın altında geçirilen sürenin fiilî
hizmetten sayılmasının mümkün olmadığı sonucuna varmıştır. Buna karşılık
Danıştay Onbirinci Dairesi ile bazı bölge idare
mahkemeleri farklı bir yorumla bu sürenin fiilî hizmetten sayılacağı ve
emeklilik ikramiyesi ile emeklilik aylığının ödenmesinde de gözönünde
tutulacağı yönünde kararlar vermiştir. Bireysel başvuruya konu uyuşmazlığın
doğduğu tarihte bu tür uyuşmazlıkların çözümünde görevli olan bölge idare
mahkemeleri dava daireleri de lehe ve aleyhe olmak üzere farklı kararlar
vermiştir. Derece mahkemelerinin farklı yorumlarından kaynaklanan bu
belirsizliği gidermek amacıyla Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu
12/12/2018 tarihinde toplanarak içtihadı birleştirme yoluna gitmiştir.
77. Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu; 926 sayılı Kanun
ile 5434 sayılı Kanun'un sistematiğini ve ilgili hükümlerini dikkate alarak 18
yaşını bitirmiş olma kuralının 5434 sayılı Kanun'un bütününe yönelik, ortak ve
genel bir kural olduğuna, dolayısıyla astsubayların sınıf okullarında geçen 18
yaşın altındaki öğrenim sürelerinin fiilî hizmet sürelerinden sayılmasına imkân
bulunmadığına karar vermiştir.
78. Bu durumda başvurucunun sınıf okulunda geçen sürenin fiilî
hizmetten sayılarak emekli ikramiyesi ve emekli aylığında artış sağlamaya
yönelik beklentisinin, meşru bir beklenti olduğunu gösteren bir kanun hükmü
veya yerleşik yargı içtihadı gibi somut bir temele dayanmadığı görülmektedir.
Buna göre somut başvuru açısından fiilî hizmet süresine bağlı olarak
başvurucunun emekli ikramiyesinin ve emekli aylığının yeniden belirlenmesi
yönünden Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı
kapsamında bir mülkünün veya somut ve yeterli bir hukuki temele dayalı olarak
mülkiyeti elde etmeye yönelik meşru bir beklentisinin bulunduğunu
kanıtlayamadığı anlaşılmaktadır.
79. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
12/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.